Üstadımız'dan mektuplar

müdavim

Üye Sorumlusu
(Said Nursî'nin bir fıkrasıdır.)

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz, sıddık, sâdık, çalışkan kardeşim, hizmet-i Kur'ân'da arkadaşım Re'fet Bey!

Senin gördüğün vazife-i Kur'âniyenin hepsi mübarektir. Cenâb-ı Hak sizi muvaffak etsin, fütur vermesin, şevkinizi artırsın.

Senin vazifen yazıdan daha mühimdir. Yalnız, yazıyı terk etmeyiniz.
(Sh: B-119)

Uhuvvet için, bir düsturu beyan edeceğim ki; o düsturu cidden nazara almalısınız. Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârâne ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider. وَ لاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَ تَذْهَبَ رِيحُكُمْ işâret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemâatın tadı kaçar. Bilirsiniz ki; üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedî ile içtima etseler, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi... sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksîmü'l-âmâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bur uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.

Sizler koca Isparta'yı değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinenin çarkları birbirine muavenete mecburdur. Hem birbirini kıskanmak değil, belki; bilâkis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünki, vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatın, Kur'ân ve îmanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zatlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükreder. Sakın birbirinize tenkid kapısını açmayınız. Tenkid edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telâkki ediyorum. Siz de üstadınızın nazariyle birbirinize bakmalısınız. Âdeta, her biriniz ötekinin faziletlerine nâşir olunuz. Kardeşlerimizden İslâm Köylü Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum:

O zât yanıma geldi, ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali Kemâl-i samimiyet ve ihlâs ile, onun tefevvuku ile iftihâr etti, telezzüz eyledi. Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği

(Sh: B-120)

için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil... samimî olduğunu hissettim. Cenâb-ı Allah'a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âli hissi taşıyanlar var. inşâallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillâh, yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor. Küçük bir lâtife:

Sohbet içinde sizden bahis geçti... Şükre dair mes'eleyi sordum: "Husrev'in yazdığını Re'fet Bey gördü mü?" Bekir Ağa dedi: "Evet gördü ve dedi "Çok güzel, fakat acaba sen kalem karıştırmadın mı?" Hüsrev dedi: "Yok, kendi nüshamda, tam bütün gelmedi. Fakat kendilerine yazdığım tam geldi." Biraz münakaşa oldu... Bu münasebetle kardeşim Re'fet Bey'e derim ki: Aslında tevâfuk noksan olsaydı, zaten ben tavsiye etmiştim ki; kalem karıştırmasınlar. Asıl vaziyet bozulmasın. Bekir Ağa da gördü ki; asıl müsveddede çıkıntı olduğu halde tevâfuk Hüsrev'in tarzında var. Onun için Hüsrev'in bir mahareti varsa tevâfuku bozmamış. Hattâ Mu'cizat-ı Ahmediye'deki Salâvat tevâfukunda tavsiye etmiştim ki: Kimse maharetini karıştırmasın. Fakat asıl müsveddelerde, en acemi bir müstensihin nüshasında birkaçı müstesna bütün tevâfuktadır. Onun için sekiz ayrı ayrı müstensihin setredemediği bir tevâfuk, elbette kuvvetlidir. Müstensihler bozmasınlar, tevâfuku getiremeyen bozuyor. demek en büyük maharet odur ki; tevâfuku bozmasın. Çünkü tevâfuk var. Sen de Hüsrev'e yardım et ki, hakikaten mevcut ve matlub tevâfuku denk getirebilsin. Çünki; yoktan var etmiyorsunuz. Hakikî var'ı yok etmeyin.

Sözler'le alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum...

Said Nursî
 

müdavim

Üye Sorumlusu

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حِسَابِ اَبْجَدْ اَعْدَادِ حُرُوفِ مَا قَرَاْتَهُ مِن اَجْزَاءِ رِسَالَةِ النُّورِ

Sevgili Kardeşim!
Seni teşvik için değil, çünki teşvike muhtaç değilsin. Hem medar-ı fahr olmak için değil, çünki fahr ise ucb ve riyâya medardır. Belki sana medar-ı mşükür olmak için diyorum ki.
Sen ve Hakkı Eefendi benim için yüz ciddî talebe hükmüne geçtiniz. Hattâ diyebilirim ki: Kader-i İlâhî beni bu yerlere göndermesi, sizleri şu vazife-i kudsiyede uyandırmak içinmiş. Şimdi şu zamanda îman-ı tahkikînin dersini vermek pek büyük ve fazilettir ve kudsî bir vazifedir. ^İman-ı tahkikîyi taşıyan bir mü'min, çok mü'minlere bir nokta-i istinad olur ki; şuursuz olarak avâm-ı mü'minîn o îman-ı tahkikî sahibinin kuvvet-i imanına istinad ederek kuvve-i mâneviyeleri kırılmaz, dalâletlere karşı dayanırlar.
İşte şöyle bir derste bulunduğunuz için Cenâb-i Hakka şükür etmelisiniz. Ben de Cenâb-ı Hakka yüz binler şükür ediyorum ki, o kuvvetli omuzlarınız yüküm altına girdiği için zaif omuzum ağırlıktan kurtulup ruhum rahat etti. İstirahat bulan ruhum size takdirkârane ve minnetdârâne bakıyor. Ve mes'uliyetten kurtulan
______________
(Not): Merhum Abdurrahman'ın 23 No.lu mektubudur.





(Sh: B-253)
kalbim de muvaffakıyetinize duâ ediyor. Ve icrâ-yı vazife için çok düşünmekten kurtulan aklım da sizi tebrik ediyor. Ben şu vazife-i kudsiyede bilmeyerek istihdam olunurdum. Siz bilerek hizmet ediyorsunuz, bahtiyarsınız. İnşâallah niyet-i hâliseniz, benim müşevveş niyetimi dahi tashih edecektir. Şimdi başka bir kaç noktayı size beyan ediyorum.
Evvelen: Yazdığım bazı şeylere dair fikrinizi soruyordum. Maksadım, "gördüğüm hakikat acaba hakikat mıdır?" diye sormuyorum. Belki, "Hakikata açılan yol, acaba umuma yol olabilir mi?" diye soruyorum. Çünki umumun telâkkisini sizin kadar bilmiyorum.
Saniyen: Misafir Müftüye ve Şeyh Mustafa'ya size gönderilen mektubun birer suretini verdiğin için iyi ettiniz. Hattâ bana da bir suret gönderiniz. Hem biraderzâdem olan o müftünün oğluna deyiniz ki, benim tarafımdan âhiret kardaşım ve Kur'ân hizmetinde arkadaşım ve meşreben celâlli olan pederine yazsın: Selâm, duamla beraber ondan istiyorum ki, beraber götürdüğü envâr-ı Kur'âniyenin suhûlet-i intişarları için irşâd ve nasihatında فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا âyetindeki lûtf-i irşâdı kendine rehber etsin.
Râbian: Sorduğun suallere dair yanımda kitab bulunmadığı için Hanefî ulemâsının kavillerini ve ehâdîsin rivayetlerini şimdilik bilmiyorum. Fakat bence böyle efdaliyet mes'elesinde, kabûl-i âmmeyi ihsâs eden âdet-i cemaat medar-ı tercihdir. Âdet-i İslâmiye nasıl gelmiş, o daha efdaldir.
Birinci suâliniz: Eğer Kur'ân okunurken, namazın, tesbîhatın tetimmesi ise, kıbleye karşı duranlar vaziyetlerini bozmamak evlâdır.Yalnız müezzinin önündeki adam arkasını çevirsin, yahut çekilsin. Eğer Kur'ân müstakil olarak okunursa, okuyana karşı teveccüh etmek evlâdır. Hem cihât-ı sitte ile mukayyed olmayan, ruh kulağıyla dinleyen adam kıbleye karşı teveccüh etse ve cismanî kulağıyla dinleyen adam, okuyana karşı teveccüh etse evlâdır.

(Sh: B-254)
İkinci suâliniz: Cemaatin iştiyakına ve okuyanın niyyetine göre efdaliyet tahavvül eder. (Hâşiye)
Üçüncü suâliniz: Üç ihlâs bir fâtiha muhtasar bir hatim hükmünde olduğundan ona vakit tahdid edilmez. Her vakitte gayet müstahsendir.
Dördüncü suâliniz:
اَللّهُمَّ اَنْتَ السَّلاَمُ وَ مِنْكَ السَّلاَمُ تَبَارَكْتَ يَا ذَا الْجَلاَلِ وَ اْلاِكْرَامِ
kelâmını değil yalnız müezzin, her bir musallî her bir namazın selâmından sonra söylemesi Şâfiîce sünnettir. Hanefîce dahi müezzin için her namazda sünnet olması gerektir.
Umum ihvanlara selâm ve bayramlarınızı tebrik ediyorum.
Âhiret Kardeşiniz
S a i d N u r s î
 

müdavim

Üye Sorumlusu

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu dünyada, hususan bu zamanda, hususan musibete düşenlere ve bilhassa Nur şâkirdlerindeki dehşetli sıkıntılara ve me'yusiyetlere karşı en te'sirli çare, birbirine teselli ve ferah vermek ve kuvve-i mâneviyesini takviye etmek ve fedakâr hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır. Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. M3adem ben size bütün kuvvetimle îtimad edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirahatımı ve hapysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle ruhumu da feda etmeğe karar verdiğimi bilirsiniz.... belki de görüyorsunuz. Hattâ kasemle te'min ederim ki: Sekiz gündür Nur'un iki rüknü zâhirî birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hâdisenin, bu sırada benim kalbime verdiği azab cihetiyle, "Eyvah! Eyvah! El'amân! El'amân Yâ Erhamürrâhimîn meded! Bizi muhafaza eyle, bizi cin ve insî şeytanların şerrinden kurtar, kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadâkat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur." diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryad edip ağladılar.

Sh:»(Em: 340)

Said Nursî
***
 

müdavim

Üye Sorumlusu
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık, sâdık, çalışkan kardeşim, hizmet-i Kur'ân'da arkadaşım Re'fet Bey! Senin gördüğün vazife-i Kur'âniyenin hepsi mübarektir. Cenâb-ı Hak sizi muvaffak etsin, fütur vermesin, şevkinizi artırsın. Senin vazifen yazıdan daha mühimdir. Yalnız, yazıyı terk etmeyiniz.(Sh: B-119) Uhuvvet için, bir düsturu beyan edeceğim ki; o düsturu cidden nazara almalısınız. Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârâne ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider. وَ لاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَ تَذْهَبَ رِيحُكُمْ işâret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemâatın tadı kaçar. Bilirsiniz ki; üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedî ile içtima etseler, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi... sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksîmü'l-âmâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bur uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler. Sizler koca Isparta'yı değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinenin çarkları birbirine muavenete mecburdur. Hem birbirini kıskanmak değil, belki; bilâkis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünki, vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatın, Kur'ân ve îmanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zatlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükreder. Sakın birbirinize tenkid kapısını açmayınız. Tenkid edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telâkki ediyorum. Siz de üstadınızın nazariyle birbirinize bakmalısınız. Âdeta, her biriniz ötekinin faziletlerine nâşir olunuz. Kardeşlerimizden İslâm Köylü Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum: O zât yanıma geldi, ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali Kemâl-i samimiyet ve ihlâs ile, onun tefevvuku ile iftihâr etti, telezzüz eyledi. Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği (Sh: B-120) için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil... samimî olduğunu hissettim. Cenâb-ı Allah'a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âli hissi taşıyanlar var. inşâallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillâh, yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor. Küçük bir lâtife: Sohbet içinde sizden bahis geçti... Şükre dair mes'eleyi sordum: "Husrev'in yazdığını Re'fet Bey gördü mü?" Bekir Ağa dedi: "Evet gördü ve dedi "Çok güzel, fakat acaba sen kalem karıştırmadın mı?" Hüsrev dedi: "Yok, kendi nüshamda, tam bütün gelmedi. Fakat kendilerine yazdığım tam geldi." Biraz münakaşa oldu... Bu münasebetle kardeşim Re'fet Bey'e derim ki: Aslında tevâfuk noksan olsaydı, zaten ben tavsiye etmiştim ki; kalem karıştırmasınlar. Asıl vaziyet bozulmasın. Bekir Ağa da gördü ki; asıl müsveddede çıkıntı olduğu halde tevâfuk Hüsrev'in tarzında var. Onun için Hüsrev'in bir mahareti varsa tevâfuku bozmamış. Hattâ Mu'cizat-ı Ahmediye'deki Salâvat tevâfukunda tavsiye etmiştim ki: Kimse maharetini karıştırmasın. Fakat asıl müsveddelerde, en acemi bir müstensihin nüshasında birkaçı müstesna bütün tevâfuktadır. Onun için sekiz ayrı ayrı müstensihin setredemediği bir tevâfuk, elbette kuvvetlidir. Müstensihler bozmasınlar, tevâfuku getiremeyen bozuyor. demek en büyük maharet odur ki; tevâfuku bozmasın. Çünkü tevâfuk var. Sen de Hüsrev'e yardım et ki, hakikaten mevcut ve matlub tevâfuku denk getirebilsin. Çünki; yoktan var etmiyorsunuz. Hakikî var'ı yok etmeyin. Sözler'le alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum... Said Nursî
 
Son düzenleme:

müdavim

Üye Sorumlusu
Aziz, sıddık, muhlis kardeşlerim,
Bizler imkân dairesinde bütün kuvvetimizle Lem'a-i İhlâsın düsturlarını ve hakikî ihlâsın sırrını mâbeynimizde ve birbirimize karşı istimal etmek, vücup derecesine gelmiş. Kat'î haber aldım ki, üç aydan beri buradaki has kardeşleri birbirine karşı meşrep veya fikir ihtilafıyla bir soğukluk vermek için üç adam tayin edilmiş. Hem metin Nurcuları usandırmakla sarsmak ve nazik ve tahammülsüzleri evhamlandırmak ve hizmet-i Nuriyeden vazgeçirmek için sebepsiz mahkememizi uzatıyorlar.
Sakın, sakın! Şimdiye kadar mâbeyninizdeki fedakârâne uhuvvet ve samimâne muhabbet sarsılmasın. Bir zerre kadar olsa bile, bize büyük zarar olur. Bizler birbirimize lüzum olsa ruhumuzu feda etmeye hizmet-i Kur'âniye ve imaniyemiz iktiza ettiği halde, sıkıntıdan veya başka şeylerden gelen titizlikle hakikî fedakârlar birbirine karşı küsmeye değil, belki kemâl-i mahviyet ve tevazu ve teslimiyetle kusuru kendine alır, muhabbetini, samimiyetini ziyadeleştirmeye çalışır. Yoksa habbe kubbe olup tamir edilmeyecek bir zarar verebilir. Sizin ferasetinize havale edip kısa kesiyorum.
Bediüzzaman Said Nursî
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Aziz kardeşim! Sizler sabah akşam duamda dâhilsiniz. Siz dahi beni duanızda dâhil ediniz. Şu âlemde mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir. Eğer bir adam, dostundan emin ise, ki gurura girmez, onu şükre sevketmek için tahdis-i ni'met nev'inden ona ait bir kısım ihsânât-ı Rabbaniyeyi bahsetse behis yoktur zannederim. İşte seni gurursuz bildiğim için bu sırrı sana açıyorum. Şöyle ki, ben Sözler'i yazarken ihtiyarsız olarak ekser temsilâtı, şuûnât-ı askeriye nev'inde zuhur ediyordum. Neden böyle yazıyorum, sebebini bulamıyordum. Sonra hâatırıma geldi ki, belki istikbalde şu sözler'i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı cân edecek en mühim talebeleri askerîden yetişecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düşünüp o kahraman askerleri bekliyordum. İşte mağrur olma, şükret; sen o askerlerden bahtiyar birisisin ki, evvel yetiştin. Yirmi dört adet Sözler'i meşâğıl-i dünyeviye içinde yazmaklığın, benim bu hüsn-ü zannımı te'yid etti. Fakat bâkikalan Sözler çok mühimdirler. Hususan İ'caz-ı Kur'ân ve kader Sözleri. İnşâallah ötekileri sana yazdıran, bunları dahi yazdıracak. Şimdiye kadar yazdığın Sözleri bir vakit gönder, güzelce tasih edip göndereceyim. Merhum Muallim Cudi'nin kasidesi mübarektir. Cenâb-ı Hak o zâtı şefâat-i Kur'ân'a mazhar etsin. Görmemiştim, (Sh: B-250)görmesinden memnun oldum. Allah senden razı olsun. Yazdığın salâvat-ı şerife ise, onun hususunda birşeye rasgelmedim. Fakat ondaki letâfet ve nuraniyet gösteriyor ki, o onun hakkında zikredilen cevaba ve fazilete lâyıktır. İşittim ki; Onuncu Söz'den sen kendi nüshanı pederinize göndermişsiniz. Ben ona mukabil bir nüshayı kardaşıma hediye ediyoerum. O nüshada, fehmi teshil eder çok yerlerinde çizgi çekilmi. Onu Şeyh Mustafa, Hakkı Efendi, Hüseyin Efendiye veriniz ve daha sâir bildiğinize gösteriniz. Tâ onlar yalnızlık vahşetinde Şeyh Mustafa, Hakkı Efendi, sen ve Hüseyin Efendi gibi nurlu dostlarla ünsiyet edip teselli bulupyorum. Cenâb-ı Hak beni de sizi de tarîk-ı Haktan şaşırtmasın. Âmin. Şeyh Mustafa ve Hakkı ve Hüseyin ve Edhem Efendilere selâm ile dua ederim. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Âhiret kardeşiniz Said Nursî208 (Hulûsi Bey'e hitabdır.)
 

müdavim

Üye Sorumlusu
(BANA HİZMET EDEN KÜÇÜCÜK BİR RİSALE-İ NUR TALEBESİNİN ÇOKLAR NAMINA SORDUĞU SUALİNE CEVABDIR.)
Sual: Üstadım, yağmur duası ve namazın neticesi görünmedi, faidesiz kaldı; iki-üç defa bulut toplandı, yağmur vermeden dağıldı. Neden? Elcevab: Yağmursuzluk, bu çeşit dua ve namazın vaktidir, illeti ve hikmeti değil. Nasılki güneş ve ayın tutulması zamanında küsuf ve husuf namazı kılınır ve güneşin gurubuyla akşam namazı kılınır; öyle de yağmursuzluk, kuraklık, yağmur namazının ve duasının vaktidir. İbadet ve duanın sebebi ve neticesi, emir ve rıza-i İlahîdir; faidesi, uhrevîdir. Eğer namazdan, ibadetten dünyevî maksadlar niyet edilse, yalnız onlar için yapılsa, o namaz battal olur. Meselâ: Akşam namazı güneşin batmaması için ve husuf namazı ayın açılması için kılınmaz. Öyle de: Bu nevi ibadet, yağmuru getirmek için kılınsa, yanlış olur. Yağmuru vermek, Cenab-ı Hakk'ın vazifesidir. Biz vazifemizi yaptık, onun vazifesine karışmayız. Gerçi yağmur namazının zâhir neticesi yağmurun gelmesidir, fakat asıl hakikî, en menfaatli neticesi ve en güzel ve tatlı meyvesi şudur ki: Herkes o vaziyetle anlar ki, onun tayinini veren, babası, hanesi, dükkânı değil; belki onun tayinini ve yemeğini veren, koca bulutları sünger gibi ve zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir zât, onu besliyor, rızkını veriyor. Hattâ en küçücük bir çocuk da -daima aç olduğu vakit validesine yalvarmağa alışmışken- o yağmur duasında küçücük fikrinde büyük ve geniş bu manayı anlar ki: Bu dünyayı bir hane gibi idare eden bir zât; hem beni, hem bu çocukları, hem validelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor. O vermese, başkalarının faidesi olmaz. Öyle ise ona yalvarmalıyız der, tam imanlı bir çocuk olur. Bu münasebetle kısacık altı nokta beyan edilecek. Birinci Nokta: Nimet ve rahmet-i İlahiyenin fiatı, şükürdür. Biz, şükrü hakkıyla vermedik. Evet rahmetin fiatınışükürle vermediğimiz gibi; zulmümüzle, isyanımızla gazabı celbediyoruz.Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile nev'-i beşer, tam tokada kendini müstehak etti ve dehşetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak.İkinci Nokta: Hadîste var ki: "Hattâ deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zalimlerden şekva ediyorlar ki; onların yüzünden yağmur kesilir, hattâ bizim de nafakamız azalır" derler. Evet bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki; rahmet issh: » (E: 24)temeye yüzümüz kalmıyor; masum hayvanlar da azab çekerler.Üçüncü Nokta: Âyette vardır: Öyle musibetten kaçınız ki; geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar." Çünki musibet-i âmmeden masumlar hârika bir tarzda yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünki din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahü Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i âmmede masumlar da bela çekerler. Dördüncü Nokta: Şimdi malda ve rızıkta hileler ile, sû'-i istimal ile, rüşvetle çok haram karıştığı ve ekinciler kendi malına hakkıyla sahib olmadığı ve on adamdan iki-üçü tam rahmete müstehak ise, ekincilerin malından istifade edenlerden beş-altısı ya zulüm ile -haram karıştırmakla- ya şükürsüzlükle rahmete istihkakını kaybediyor. Beşinci Nokta: Risale-i Nur, bu Anadolu memleketine belaların def'ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasıl belayı def'ediyor, onun intişarı ve okunması küllî bir sadaka nev'inde semavî ve arzî belaların def'ine çok emareler ve çok hâdiselerle tebeyyün etmiş. Hattâ Kur'anın işaretiyle tahakkuk etmiş. Ve yazmasını ve intişarını men'etmek zamanlarında dört defa zelzelelerin başlaması ve intişarıyla durmaları ve Anadolu'da ekser okunması, İkinci Harb-i Umumî'nin Anadolu'ya girmemesine bir vesile olduğu Sure-i وَ الْعَصْرِ işaret ettiği, bu iki ay kuraklık zamanında mahkemenin Risale-i Nur'un beraetine ve vatana menfaatli olduğuna dair kararını Mahkeme-i Temyiz tasdik ederek tam bir serbestiyetle Risale-i Nur'un intişar ve okunmasını beklerken, bütün bütün aksine olarak men'edilmesi ve mahkemedeki risalelerin sahiblerine iade edilmemesi ve bizi de o cihetle konuşmaktan men'etmeleri cihetiyle, belaların def'ine vesile olan bu küllî sadaka-i maneviye karşı çıkamadı, günahımız neticesi kuraklık başladı. Altıncı Nokta: Yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yı amel bir azabdır. Buna karşı ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazînane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tövbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniye dairesinde, bid'alar karışmadan, şeraitin tayin ettiği tarzda dergâh-ıİlahiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir. Hem böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri, -kısm-ı azamı- tövbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def'olur. Biz Risale-i Nur şakirdleri dünyaya çok ehemmiyet vermesh: » (E: 25)diğimizden, dünyaya yalnız Risale-i Nur için baktığımızdan, bu yağmursuzlukta dahi o noktadan bakıyoruz. İşte Denizli'de mahkemeye verilen cüz'î bir kısım Risale-i Nur, sahiblerine iadesinin aynı zamanında, burada dahi bir kısım zâtlar yazmağa başlamaları aynı vaktinde, bu yağmursuzlukta bir derece rahmet yağdı, fakat Risale-i Nur'un serbestiyeti cüz'î olmasından, rahmet dahi cüz'î kaldı. İnşâallah yakında benim de risalelerim iade edilecek, tam serbest ve intişarı küllîleşecek ve rahmet dahi tam olacak.
 
Son düzenleme:
Üst