Üçüncü Şuâ

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Muvahhid1

Well-known member
Üçüncü Şuâ

Mukaddime

Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye
blank.gif
1
, vücub-u vücuda ve vahdâniyete delâlet ettiği gibi, hemdelâil-i kat’iye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delâlet eder. Hemhâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delâlet ve ispat eder. Hem kâinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü ispat eder.

Elhasıl, bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyenin herbir mukaddimesinin sekiz neticesi var. Sekizmukaddimelerin herbirinde, sekiz neticeyi delilleriyle ispat eder ki, bu cihette bu SekizinciHüccet-i İmaniyede yüksek meziyetler vardır.
Said Nursî



endOfSection.gif
endOfSection.gif



[BILGI]Dipnot-1 Sekizinci Hüccet-i İmâniye tabiri, Asâ-yı Mûsa mecmuasına giren imânî risalelerin sıraları itibariyledir. Bu Münâcat Risalesi Asâ-yı Mûsa’da sekizinci sıradadır.(Hazret-i Üstad’ın talebeleri)[/BILGI]





Hüccet-i İmaniye: iman deliliSaid Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
azamet: büyüklük, yücelikcihet: yön, taraf
delâil-i kat’iye: kesin delillerdelâlet: delil olma, işaret etme
ecza: kısımlar, bölümlerelhasıl: kısaca, özetle
hikmet: Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve yerli yerinde yaratma sıfatıhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
ihata: içine alma, kapsamakudret: güç, kuvvet ve iktidar
meziyet: üstün özellikmukaddime: başlangıç, giriş
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrububiyet: Rablık; Cenâb-ı Hakkın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz olması ve hiçbir ortağının bulunmamasıvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

 

Muvahhid1

Well-known member
Münâcât


Bu Risale-i Münâcât, hem vücûb-u vücud, hem vahdet, hem ehadiyet, hemhaşmet-i rububiyet, hem azamet-i kudret, hem vüs’at-i rahmet, hem umumiyet-i hâkimiyet, hem ihata-i ilim, hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı imaniyeyi hârika bir îcaz içinde fevkalâde bir kat’iyet ve hâlisiyet ve yakîniyetile ispat eder. Haşre işârâtı ve bilhassa âhirdeki şiddetli işârâtı çok kuvvetlidir.
besmele.jpg
إِنَّ فِى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِى تَجْرِى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنْزَلَ اللهُ مِنْ السَّمَاۤءِ مِنْ مَاۤءٍ فَأَحْيَا بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَاۤبَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاۤءِ وَاْلاَرْضِ َلاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
blank.gif
1
Üçüncü Şuâ olan bu Münâcât Risalesi, mezkûr âyetin bir nevi tefsiridir.
Yâ İlâhî ve yâ Rabbî,

Ben imanın gözüyle ve Kur’ân’ın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle ve ism-i Hakîmin göstermesiyle görüyorum ki, semâvâtta hiçbir deveranve hareket yoktur ki, böyle intizamıyla Senin mevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin.

[BILGI]

Dipnot-1 “Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden nice deliller vardır.” Bakara Sûresi, 2:164.
[/BILGI]


işârât: işaretler, belirtilerkat’iyet: kesinlik
mevcudiyet: varlıkmünâcât: Allah’a yalvarma, yakarma
semâvât: göklertalim: öğretme
umumiyet-i hâkimiyet: Allah’ın hükümranlığının
kuşatıcılığı
vahdet: Allah’ın birliği
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu,
var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vüs’at-i rahmet: rahmetin genişliği
yakîniyet: şüphesizlik; kesinlikyâ Rabbî: ey Rabbim
yâ İlâhî: ey İlâhım, ey Allah’ımâhir: son

şümul-ü hikmet: Allah’ın hikmetinin herşeyi kapsaması


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve
selâmı onun üzerine olsun
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Risale-i Münâcât: Münâcât Risalesi (Üçüncü Şuâ)azamet-i kudret: güç ve iktidarın büyüklüğü
delâlet etmek: işaret etmekdeveran: dönme, dolaşma
ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin
herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
esâsât-ı imaniye: imanın esasları
fevkalâde: olağanüstühaşmet-i Rububiyet: Allah’ın bütün varlıkları terbiye ve idare ediciliğinin büyüklüğü, görkemi
haşr: yeniden diriliş; insanların öldükten
sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması

hâlisiyet: samimilik
 

Muvahhid1

Well-known member
Ve hiçbir ecram-ı semâviye yoktur ki, sükûtuyla, gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, Senin rubûbiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın.

Ve hiçbir yıldız yoktur ki, mevzun hilkatiyle, muntazam vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümâselet ve müşabehet sikkesiyle Senin haşmet-i ulûhiyetine vevahdâniyetine işaret ve şehadette bulunmasın.Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki, hikmetli hareketiyle ve itaatlimusahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle Senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı ulûhiyetine işaret etmesin.

Evet, gökler sekeneleriyle, herbiri tek başıyla şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla,derece-i bedahette, ey zemin ve gökleri yaratan Yaratıcı, Senin vücub-u vücûduna öyle zâhirşehadet, ve ey zerrâtı muntazam mürekkebatıyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyareyıldızları manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren, Senin vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nuranî burhanlar ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler.

Hem bu sâfi, temiz, güzel gökler, fevkalâde büyük ve fevkalâde sür’atli ecramıylamuntazam bir ordu ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve herşeyi icad eden kudretinin azametinezâhir delâlet ve hadsiz semâvâtı ihâta eden hâkimiyetinin ve herbir zîhayatı kucağına alanrahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret ve bütün mahlûkat-ı semâviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taallûk eden ve avucuna alan, tanzim eden ilminin herşeye ihatasına vehikmetinin her işe şümûlüne şüphesiz şehadet ederler. Ve o şehadet ve delâlet o kadarzâhirdir ki, güya yıldızlar, şahit olan göklerin şehadet kelimeleri ve tecessüm etmiş nuranî delilleridirler.

Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise, mutî neferler, muntazamsefineler, harika tayyareler, acâip lâmbalar gibi vaziyetiyle, Senin saltanat-ı ulûhiyetininşâşaasını gösteriyorlar. Ve o ordunun efradından bir yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde vezeminimizdeki vazifelerinin delâlet ve ihtarıyla güneşin sâir arkadaşları olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz değiller; belki bâki olan âlemlerin güneşleridirler.




azamet: büyüklük, yücelikburhan: güçlü delil, sarsılmaz kanıt
cihet: şekil, yöndelâlet: delil olma, işaret etme
derece-i bedahet: apaçıklık derecesiecram: gök cisimleri, yıldızlar
ecrâm-ı semâviye: gök cisimleriehemmiyetli: önemli
fevkalâde: olağanüstühadsiz: sınırsız
haşmet: görkem, büyüklükhaşmet-i ulûhiyet: Allah’ın ilâhlığının büyüklüğü, haşmeti
heyet-i mecmua: hepsiyle beraber, bütün ferdlerin toplamıhikmet: fayda, gaye
hilkat: yaratılışhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
icad etmek: yoktan yaratmak, var etmekihata: içine alma, kapsama
intizamlı: düzenli, tertiplikeyfiyet: durum, nitelik, özellik
kudret: Allah’ın güç ve iktidarımahlûkat-ı semâviye: gökteki yaratıklar
manzum: düzenlimevzun: ölçülü, dengeli
muntazam: düzenli, intizamlımusahhariyet: boyun eğmişlik
mümaselet: benzerlikmürekkebat: bir bütünü oluşturan parçalar, birleşikler
müşabehet: benzeyişnuranî: nurlu, aydınlık
peyk: uydurahmet: İlâhî şefkat, merhamet
saltanat-ı Ulûhiyet: ortak kabul etmeyen Allah’ın saltanatı
sekene: sakinler, ikamet edenlersemâvât: gökler
seyyare: gezici, gezensikke: damga, mühür
sâfi: duru, temizsükût: sessiz kalma, sessizlik
sür’atli: hızlıtaallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmak
tanzim etmek: düzenlemektasdik etmek: doğrulamak, onaylamak
tedbir: idare etme, çekip çevirmevahdet: Allah’ın birliği
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşuvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
zemin: yerzerrât: zerreler
zâhir: açık, âşikarzîhayat: canlı, hayat sahibi
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmekşehadette bulunmak: şahit olmak, tanıklık etmek
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık
 

Muvahhid1

Well-known member
Ey Vâcibü’l-Vücûd, ey Vâhid-i Ehad,

Bu harika yıldızlar, bu acîp güneşler, aylar, Senin mülkünde, Senin semâvâtında, Senin emrinle ve kuvvetin ve kudretinle ve Senin idare ve tedbirinle teshir ve tanzim ve tavzif edilmişlerdir. Bütün o ecram-ı ulviye, kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden bir tekHalıka tesbih ederler, tekbir ederler, lisan-ı hal ile Sübhânallah, Allahu Ekber derler. Ben dahi onların bütün tesbihatıyla Seni takdis ederim.

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelâl, ey Kàdir-i Mutlak,Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tâlimiyle anladım: Nasıl ki gökler, yıldızlar Senin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet ederler. Öyle de, cevv-i semâ, bulutlarıyla ve şimşekleri ve ra’dları ve rüzgârlarıyla ve yağmurlarıyla, Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ederler.

Evet, câmid, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru, muhtaç olan zîhayatların imdadına göndermesi, ancak Senin rahmetin ve hikmetinledir; karışık tesadüf karışamaz.


Hem elektriğin en büyüğü bulunan ve fevâid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik eden şimşek ise, senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder.


Hem yağmurun gelmesini müjdeleyen ve koca fezayı konuşturan ve tesbihatının gürültüsüyle gökleri çınlatan ra’dat dahi, lisan-ı kàl ile konuşarak Seni takdis edip, rububiyetine şehadet eder.


Hem zîhayatların yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek venüfusları rahatlandırmak gibi çok vazifelerle tavzif edilen rüzgârlar dahi, cevvi âdeta birhikmete binaen “Levh-i mahv ve isbat” ve “yazar, ifade eder sonra bozar tahtası” suretine çevirmekle, Senin faaliyet-i kudretine işaret ve Senin vücûduna şehadet ettiği gibi, Senin merhametinle bulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi, mevzun, muntazamkatreleri kelimeleriyle Senin vüs’at-ı rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.

Ey Mutasarrıf-ı Fa’âl ve ey Feyyâz-ı Müteâl,


Senin vücub-u vücuduna şehadet eden bulut, berk, ra’d, rüzgâr, yağmur, birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirinemuhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik, birbiri içine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek haysiyetiyle, Senin vahdetine ve birliğine gayet kuvvetli işaret ederler.




eyyâz-ı Müteâl: hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan çok bereket ve bolluk veren yüce AllahMutasarrıf-ı Fa’âl: her zaman Zâtına has ve lâyık iş yapan, daima faaliyette bulunan, idâre eden ve tasarrufta bulunan Cenâb-ı Hak
azamet: büyüklük, yücelikberk: şimşek
binaen: dayanarakcevv: hava, gök boşluğu
câmid: cansız, katıfaaliyet-i kudret: Allah’ın sonsuz kudretiyle ortaya çıkan fiiller, işler
fevâid-i tenvir: aydınlatmanın, nurlandırmanın faydalarıfeza: uzay
haysiyet: itibarheyet-i mecmua: genel yapı, bütün
hikmet: gaye, fayda, sır; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapılmasıimdad: yardım
katre: damlakeyfiyet: durum, nitelik, özellik
kudret: Allah’ın güç ve iktidarılevh-i mahv, isbat: bir şeyin yıkılıp tekrar kuruluşunu gösteren manevî levha, yaz boz tahtası
lisân-ı kàl: sözlü ifademahiyet: nitelik, temel özellik, esas
mahşer-i acaip: hayret verici şeylerin toplandığı yermevzun: ölçülü
muhalif: aykırı, zıtmuntazam: düzenli, intizamlı
nüfus: nefislerrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
ra’d: gök gürültüsüra’dât: gök gürültüleri
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisuret: şekil, biçim
takdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmektasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak ve yönetmek
tavzif etmek: görevlendirmektenvir etmek: aydınlatmak
tesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözlerumum: bütün
vahdet: birlikvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vücûd: varlıkvüs’at-ı rahmet: rahmetin genişliği, büyüklüğü
zemin: yerzîhayat: canlı, hayat sahibi
âb-ı hayat: hayat suyuşefkat: acıma, merhamet
şehadet etmek: şahitlik etmekşuur: bilinç, anlayış
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık


 

Muvahhid1

Well-known member
Hem koca fezayı bir mahşer-i acâip yapan ve bazı günlerde birkaç defa doldurup boşaltanrububiyetinin haşmetine ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir levha gibi ve sıkar ve onunlazemin bahçesini sulattırır bir sünger gibi tasarruf eden kudretinin azametine ve herbir şeyeşümulüne şehadet ettikleri gibi, umum zemine ve bütün mahlûkata cevv perdesi altında bakan ve idare eden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsizgenişliklerine ve herşeye yetişmelerine delâlet eder.

Hem fezadaki hava o kadar hakîmâne vazifelerde istihdam ve bulut ve yağmur, o kadaralîmâne faidelerde istimâl olunur ki, herşeye ihâta eden bir ilim ve herşeye şâmil bir hikmetolmazsa, o istimal, o istihdam olamaz.

Ey Fa’âlün limâ Yürid,

Cevv-i fezadaki faaliyetinle her vakit bir nümune-i haşir ve kıyamet göstermek, bir saatte yazı kışa ve kışı yaza döndürmek, bir âlem getirmek, bir âlem gayba göndermek misillüşuûnatta bulunan kudretin, dünyayı âhirete çevirecek ve âhirette şuûnat-ı sermediyeyi gösterecek işaretini veriyor.

Ey Kadîr-i Zülcelâl,

Cevv-i fezadaki hava, bulut ve yağmur, berk ve ra’d Senin mülkünde, Senin emrin vehavlinle, Senin kuvvet ve kudretinle musahhar ve vazifedardırlar. Mahiyetçe birbirinden uzak olan bu feza mahlûkatı, gayet sür’atli ve âni emirlere ve çabuk ve acele kumandalara itaat ettiren Âmir ve Hâkimlerini takdis ederek rahmetini medh ü senâ ederler.

Ey arz ve semâvâtın Hâlık-ı Zülcelâli,

Senin Kur’ân-ı Hakîminin talimiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle iman ettim ve bildim ki:Nasıl semâvât yıldızlarıyla ve cevv-i feza müştemilâtıyla Senin vücub-u vücuduna ve Senin birliğine ve vahdetine şehadet ediyorlar. Öyle de, arz, bütün mahlûkatıyla ve ahvâliyle Seninmevcudiyetine ve vahdetine, mevcudatı adedince şehadetler ve işaretler ederler.


Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunFa’âlün limâ Yürid: dilediğini mükemmel şekilde yapan Allah
Hâkim: herşeye hükmeden, herşeyi hükmü altında tutan, herşeye galip olan AllahHâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı, Allah
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan AllahKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)ahvâl: haller, vaziyetler
alîmâne: herşeyi çok iyi bilerekarz: dünya
berk: şimşekcevv: hava boşluğu, gök
cevv-i feza: uzay boşluğudelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
feza: uzaygayb: bilinmeyen ve görünmeyen âlem
hadsiz: sınırsızhakîmâne: hikmetli bir biçimde
havl: güç, iktidarhikmet: kâinattaki ve yaratılıştaki İlâhî gaye ve fayda
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkihata etmek: kuşatmak, kapsamak
istihdam: çalıştırma, kullanmaistimâl: kullanma
kudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarımahiyet: nitelik, esas özellik
mahlûkat: yaratılmışlarmedh ü senâ: övme ve yüceltme
mevcudat: varlıklarmevcudiyet: varlık
misillü: gibimusahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmiş
müştemilât: içindekilernümune-i haşir: haşir nümunesi, dirilme örneği
rahmet: İlâhî şefkat, merhametra’d: gök gürültüsü
semâvât: göklersür’atli: hızlı
takdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmekvahdet: birlik
vazifedar: vazifelivücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
Âmir: emreden, yöneten, Allahâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat
şehadet etmek: şahitlik etmekşuûnat: işler, hâller, nitelikler
şuûnat-ı sermediye: sonsuza kadar sürüp giden işler, haller ve niteliklerşâmil: kapsayan
 

Muvahhid1

Well-known member
Evet, zeminde hiçbir tahavvül ve ağaç ve hayvanlarında her senede urbasını değiştirmek gibi hiçbir tebeddülcüz’î olsun, küllî olsun—yoktur ki, intizamıyla Senin vücuduna ve vahdetine işaret etmesin.

Hem hiç bir hayvan yoktur ki, zaafiyet ve ihtiyacının derecesine göre verilen rahîmânerızkıyla ve yaşamasına lüzumlu bulunan cihazatın hakîmâne verilmesiyle, Senin varlığına ve birliğine şehadeti olmasın.

Hem her baharda gözümüz önünde icad edilen nebatat ve hayvanâttan hiçbir tanesi yoktur ki, san’at-ı acîbesiyle ve lâtif ziynetiyle ve tam temeyyüzüyle ve intizamıyla ve mevzuniyetiyle Seni bildirmesin.

Ve zemin yüzünü dolduran ve nebatat ve hayvanat denilen kudretinin hârikaları vemu’cizeleri, mahdut ve maddeleri bir ve müteşabih olan yumurta ve yumurtacıklardan vekatrelerden ve habbe ve habbeciklerden ve çekirdeklerden yanlışsız, mükemmel, süslü,alâmet-i fârikalı olarak yaratılışları, Sâni-i Hakîmlerinin vücuduna ve vahdetine ve hikmetine ve hadsiz kudretine öyle bir şehadettir ki, ziyanın güneşe şehadetinden daha kuvvetli ve parlaktır.

Hem, hava, su, nur, ateş toprak gibi hiçbir unsur yoktur ki, şuursuzluklarıyla beraberşuurkârâne, mükemmel vazifeleri görmesiyle; basit ve istilâ edici, intizamsız, her yere dağılmakla beraber, gayet muntazam ve mütenevvi meyveleri ve mahsulleri hazine-i gaybdan getirmesiyle, Senin birliğine ve varlığına şehadeti bulunmasın.

Ey Fâtır-ı Kàdir, ey Fettâh-ı Allâm, ey Fa’âl-i Hallâk,

Nasıl arz bütün sekenesiyle Hâlıkının Vâcibü’l-Vücud olduğuna şehadet eder. Öyle de, Senin—ey Vâhid-i Ehad, ey Hannân-ı Mennân, ey Vehhâb-ı Rezzâkvahdetine ve ehadiyetine, yüzündeki sikkesiyle ve sekenesinin yüzlerindeki sikkeleriyle ve birlik ve beraberlik ve birbiri içine girmek ve birbirine yardım etmek ve onlara bakanrububiyet isimlerinin ve fiillerinin bir olmak cihetinde, bedahet derecesinde, Senin vahdetine ve ehadiyetine şehadet, belki mevcudat adedince şehadetler eder.

Hem nasıl, zemin bir ordugâh, bir meşher, bir talimgâh vaziyetiyle ve nebatat ve hayvanâtfırkalarında bulunan dört yüz bin muhtelif milletlerin ayrı ayrı cihazatları muntazamanverilmesiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve kudretinin herşeye yetişmesine delâlet eder. Öyle de, hadsiz bütün zîhayatın ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine, kuru ve basit bir topraktan,rahîmâne, kerîmâne verilmesi ve hadsiz o efradın kemâl-i musahhariyetle evâmir-i Rabbâniyeye itaatleri, rahmetinin herşeye şümulünü ve hâkimiyetinin herşeye ihatasını gösteriyor.


Fa’âl-i Hallâk: herşeyi devamlı olarak yaratan, dilediğini dilediği gibi yapan AllahFettâh-ı Allâm: herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve her şeye ayrı ayrı sûretler veren; Allah
Fâtır-ı Kàdir: herşeye gücü yeten yaratıcı; AllahHannân-ı Mennân: rahmetlerin en hoş cilvesini kullarına bağışlayan ve sonsuz minnete lâyık olduğunu gösterecek şekilde kullarını nimetlendiren Allah
Hâlık: her şeyi yaratan AllahSâni-i Hakîm: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allah
Vehhâb-ı Rezzâk: çok bağışta bulunan ve bütün yaratılmışların rızkını veren; AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allahalâmet-i farika: ayırt edici işaret
arz: yer, dünyacihâzât: donanım, cihazlar
cüz’î: az, birey, ferdehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
habbe: tane, tohumhadsiz: sınırsız
hakîmâne: hikmetli bir şekildehayvanât: hayvanlar
hazine-i gayb: gayb hazinesihikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
icad etmek: yoktan yaratmak, var etmekintizam: düzen, tertip
istilâ edici: kuşatıcıkatre: damla
kudret: güç ve iktidarküllî: tür, bütün fertler
lâtif: ince, güzel, hoşmahdut: sınırlanmış
mevzuniyet: ölçülü olmamuntazam: düzenli
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeymütenevvi: çeşitli
müteşâbih: birbirine çok benzeyennebatat: bitkiler
rahîmâne: şefkatli ve merhametli şekilderızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
san’at-ı acîbe: hayrette bırakan ve hayranlık veren san’attahavvül: değişim, başkalaşma
tebeddül: değişimtemeyyüz: benzerlerinden farklı, üstün olan
urba: elbisevahdet: Allah’ın birliği
vücud: varlık, var oluşzaafiyet: zayıflık, ihtiyaç hâli
zemin: yerziya: ışık, parlaklık
ziynet: süsşehadet: şahitlik
şuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekildeşuursuzluk: bilinçsizlik, idraksizlik
 

Muvahhid1

Well-known member
Hem zeminde değişmekte bulunan mahlûkat kàfilelerinin sevk ve idareleri, mevt ve hayatmünavebeleri ve hayvan ve nebatatın idare ve tedbirleri dahi, herşeye taallûk eden bir ilimle ve herşeyde hükmeden nihayetsiz bir hikmetle olabilmesi, senin ihata-i ilmine ve hikmetine delâlet eder.

Hem zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibiistidat ve mânevî cihazatla techiz edilen ve zemin mevcudatına tasarruf eden insan için, butalimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ı zeminde ve bu muvakkat meşherde bu kadarehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyat-ı rububiyet, bu hadsiz hitabât-ı Sübhâniye ve bu gayetsiz ihsanat-ı İlâhiye, elbette ve herhalde, bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fâni dünyaya sığışmaz. Belki, ancak başka ve ebedî bir ömür ve bâki bir dâr-ı saadet için olabildiği cihetinden, âlem-i bekàda bulunan ihsânat-ı uhreviyeye işaret, belki şehadet eder.

Ey Hâlık-ı Küllî Şey,

Zeminin bütün mahlûkatı, Senin mülkünde, Senin arzında, Senin havl ve kuvvetinle ve Seninkudretin ve iradetinle ve ilmin ve hikmetinle idare olunuyorlar ve musahhardırlar. Ve zeminyüzünde faaliyeti müşahede edilen bir rububiyet, öyle ihata ve şümul gösteriyor ve onun idaresi ve tedbiri ve terbiyesi öyle mükemmel ve öyle hassastır ve her taraftaki icraatı öyle birlik ve beraberlik ve benzemeklik içindedir ki, tecezzî kabul etmeyen bir küll ve inkısamı imkânsız bulunan bir küllî hükmünde bir tasarruf, bir rubûbiyet olduğunu bildiriyor. Hemzemin bütün sekenesiyle beraber, lisan-ı kàlden daha zâhir hadsiz lisanlarla Halıkını takdis vetesbih ve nihayetsiz nimetlerinin lisan-ı halleriyle Rezzâk-ı Zülcelâlinin hamd ve medh ü senâsını ediyorlar...

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından istitar etmiş olan Zât-ı Akdes,

Zeminin bütün takdisat ve tesbihatıyla, Seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ve bütüntahmidat ve senâlarıyla Sana hamd ve şükrederim.

Ey Rabbu’l-Berri ve’l-Bahr,

Kur’ân’ın dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle anladım ki:

Nasıl gökler ve feza ve zemin, Senin birliğine ve varlığına şehadet ederler. Öyle de, bahirler, nehirler ve çeşmeler ve ırmaklar, Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine bedahet derecesinde şehadet ederler.




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunHâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan AllahRabbu’l-Berri ve’l-Bahr: karaların ve denizlerin Rabbi olan Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Rezzâk-ı Zülcelâl: bütün yaratılmışların rızkını veren büyüklük ve azamet sahibi Allah
Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan uzak ve yüce olan Zât, Allahacz: acizlik, güçsüzlük
arz: dünyaazamet-i kibriyâ: büyüklüğünün sınırsız ve ebedî oluşu
bahir: denizbedahet: açıklık
bâki: devamlı ve kalıcıcihet: yön, taraf
dâr-ı saadet: mutluluk yurdu, âhiretfeza: uzay
hadsiz: sayısızhamd: övgü, minnet ve şükür
havl: güç, iktidarhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
ihata: içine alma, kapsamaihsânat-ı uhreviye: âhiretteki ihsanlar, bağışlar
inkısam: bölünme, kısımlara ayrılmairadet: istek, dileme, tercih
istitar etmek: gizlenmekkudret: güç ve iktidar
küll: bütün, genelküllî: bütün fertleri içine alan, kapsamlı
lisan: dillisan-ı hâl: hâl dili
lisan-ı kàl: söz ile anlatımmahlukât: yaratılmışlar
medh ü senâ: övme ve yüceltmemusahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmiş
müşahede etmek: görmek, gözlemlemeknihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisekene: sakinler, oturanlar
senâ: övme ve yüceltmetahmidat: Allah’ı öven ve Ona şükürlerini sunan sözler
takdis: kutsama, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmatakdisat: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmalar
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetmetecezzî: bölünme, parçalanma
tedbir: idare etme, çekip çevirmetesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce
tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tesbihat: tesbihlervahdet: Allah’ın birliği
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu,
var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
zemin: yeryüzü
zâhir: açık, âşikarâlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi
şehadet etmek: şahitlik etmekşerik: ortak
şiddet-i zuhur: açık-seçik olma ve açığa
çıkma derecesinin şiddeti ve kuvveti
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık
 

Muvahhid1

Well-known member
Evet, bu dünyamızın menba-ı acâip buhar kazanları hükmünde olan denizlerde hiçbirmevcut, hattâ hiçbir katre su yoktur ki, vücuduyla, intizamıyla, menfaatiyle ve vaziyetiyleHâlıkını bildirmesin.

Ve basit bir kumda ve basit bir suda rızıkları mükemmel bir surette verilen garipmahlûklardan ve hilkatleri gayet muntazam hayvanât-ı bahriyeden, hususan bir tanesi bir milyon yumurtacıklarıyla denizleri şenlendiren balıklardan hiçbirisi yoktur ki, hilkatiyle ve vazifesiyle ve idare ve iaşesiyle ve tedbir ve terbiyesiyle yaratanına işaret ve rezzâkına şehadet etmesin.

Hem denizde, kıymettar, hâsiyetli, ziynetli cevherlerden hiçbirisi yoktur ki, güzel hilkatiyle ve câzibedar fıtratıyla ve menfaatli hâsiyetiyle Seni tanımasın, bildirmesin.

Evet, onlar birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, beraberlik ve birbiri içinde karışmak ve sikke-i hilkatte birlik ve icatça gayet kolay ve efratça gayet çokluk noktalarından Senin vahdetine şehadet ettikleri gibi; arzı, toprağıyla beraber bu küre-i arzı kuşatan muhit denizlerini muallâkta durdurmak ve dökmeden ve dağıtmadan güneşin etrafında gezdirmek ve toprağı istilâ ettirmemek ve basit kumundan ve suyundan, mütenevvive muntazam hayvanâtını ve cevherlerini halk etmek ve erzak vesair umûrlarını küllî ve tam bir surette idare etmek ve tedbirlerini görmek ve yüzünde bulunmak lâzım gelen hadsizcenazelerinden hiçbirisi bulunmamak noktalarından, Senin varlığına ve Vâcibü’l-Vücudolduğuna mevcudatı adedince işaretler ederek şehadet eder.

Ve Senin saltanat-ı rububiyetinin haşmetine ve herşeye muhit olan kudretinin azametine pekzâhir delâlet ettikleri gibi, göklerin fevkindeki gayet büyük ve muntazam yıldızlardan, tâ denizlerin dibinde bulunan gayet küçücük ve intizamla iaşe edilen balıklara kadar herşeye yetişen ve hükmeden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine delâlet ve intizâmâtıyla ve faideleriyle ve hikmetleriyle ve mizan ve mevzuniyetleriyle, Senin herşeye muhit ilmine ve herşeye şâmil hikmetine işaret ederler.

Ve Senin bu misafirhane-i dünyada yolcular için böyle rahmet havuzların bulunması ve insanınseyr ü seyahatine ve gemisine ve istifadesine musahhar olması işaret eder ki, yolda yapılmış bir handa, bir gece misafirlerine bu kadar deniz hediyeleriyle ikram eden Zât, elbettemakarr-ı saltanat-ı ebediyesinde öyle ebedî rahmet denizleri bulundurmuş ki, bunlar onlarınfâni ve küçük nümuneleridirler. İşte denizlerin böyle gayet harika bir tarzda arzın etrafındavaziyet-i acibesiyle bulunması ve denizlerin mahlûkatı dahi gayet muntazam idare ve terbiye edilmesi, bilbedahe gösterir ki, yalnız Senin kuvvetin ve kudretinle ve Senin irade vetedbirinle, Senin mülkünde, Senin emrine musahhardırlar ve lisan-ı halleriyle Halıkını takdis edip Allahu Ekber derler.



Hâlık: Yaratıcı, herşeyi yaratan AllahRezzâk: bütün canlıların rızıklarını veren Allah
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allaharz: dünya
azamet: büyüklük, yücelikcevher: asıl, öz
câzibedar: çekicidelâlet: delil olma, işaret etme
efrad: fertler, bireylererzak: rızıklar
fevkinde: üstündefıtrat: yaratılış, mizaç
hadsiz: sayısız, sınırsızhalk etmek: yaratmak
hayvanât: hayvanlarhayvanât-ı bahriye: denizde yaşayan hayvanlar
haşmet: görkem, büyüklükheyet-i mecmua: bütün ferdler; bireylerin tamamı
hilkat: yaratılışhususan: özellikle
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkhâsiyet: özellik, hususiyet
iaşe: besleme, yedirip içirmeintizam: düzen, tertip
intizâmât: düzenler, tertiplerkatre: damla
kudret: güç ve iktidarküllî: kapsamlı ve bütün fertleri içine alan
küre-i arz: yerküre, dünyakıymettar: kıymetli
mahlûk: yaratılmışmenba-ı acâip: hayrette bırakan kaynaklar
mevcudat: varlıklarmevcut: varlık
muallâk: asılı, boştamuhit: her tarafı kuşatan
muntazam: düzenli, intizamlımütenevvi: çeşitli
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
saltanat-ı Rububiyet: Rablık saltanatı; Allah’ın herşeyi kuşatan terbiye ve egemenliğisikke-i hilkat: yaratılış mührü
suret: şekiltedbir: idare etme, çekip çevirme, önlem alma
terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırmaumûr: işler
vahdet: Allah’ın birliğivaziyet: durum, hâl
vücud: varlık, var oluşziynet: süs
zâhir: açık, âşikarşehadet etmek: şahitlik etmek
 

Muvahhid1

Well-known member
Ey dağları zemin sefinesine hazineli direkler yapan Kadîr-i Zülcelâl,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin dersiyle anladım ki, nasıl denizler acâipleriyle Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar. Öyle de, dağlar dahi, zelzeletesiratından zeminin sükûnetine ve içindeki dahilî inkılâbat fırtınalarından sükûtuna ve denizlerin istilâsından kurtulmasına ve havanın gazât-ı muzırradan tasfiyesine ve suyunmuhafaza ve iddiharlarına ve zîhayatlara lâzım olan madenlerin hazinedarlığına ettiği hizmetleriyle ve hikmetleriyle Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar.

Evet, dağlardaki taşların envâından ve muhtelif hastalıklara ilâç olan maddelerin aksamından ve zîhayata hususan insanlara çok lâzım ve çok mütenevvi olan madeniyatın ecnâsından ve dağları, sahrâları çiçekleriyle süslendiren ve meyveleriyle şenlendiren nebatatın esnafından hiçbirisi yoktur ki, tesadüfe havalesi mümkün olmayan hikmetleriyle, intizamıyla, hüsn-ü hilkatiyle, faideleriyle, hususan madeniyatın tuz, limon tuzu, sulfato ve şap gibi sureten birbirine benzemekle beraber, tatlarının şiddet-i muhalefetiyle ve bilhassa nebatatın basit bir topraktan çeşit çeşitenvâlarıyla, ayrı ayrı çiçek ve meyveleriyle, nihayetsiz Kadîr, nihayetsiz Hakîm, nihayetsizRahîm ve Kerîm bir Sâniin vücub-u vücuduna bedahetle şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasındaki vahdet-i idare ve vahdet-i tedbir ve menşe ve mesken ve hilkat ve san’atça beraberlik ve birlik ve ucuzluk ve kolaylık ve çokluk ve yapılmakta çabukluk noktalarından,Sâniin vahdetine ve ehadiyetine şehadet ederler.

Hem nasıl ki dağların yüzünde ve karnındaki masnular, zeminin her tarafında, herbir neviaynı zamanda, aynı tarzda, yanlışsız, gayet mükemmel ve çabuk yapılmaları ve bir iş bir işemâni olmadan, sair nevilerle beraber karışık iken karıştırmaksızın icadları, Senin rububiyetininhaşmetine ve hiçbir şey ona ağır gelmeyen kudretinin azametine delâlet eder. Öyle de,zeminin yüzündeki bütün zîhayat mahlûkların hadsiz hâcetlerini, hattâ mütenevvihastalıklarını, hattâ muhtelif zevklerini ve ayrı ayrı iştihalarını tatmin edecek bir surette, dağların yüzlerini ve içlerini muntazam eşcar ve nebatat ve madeniyatla doldurmak ve muhtaçlara teshir etmek cihetiyle, Senin rahmetinin hadsiz genişliğine ve hâkimiyetininnihayetsiz vüs’atine delâlet ve toprak tabakatı içinde gizli ve karanlık ve karışık bulunduğu halde, bilerek, görerek, şaşırmayarak, intizamla, hâcetlere göre ihzar edilmeleriyle Senin herşeye taallûk eden ilminin ihatasına ve herbir şeyi tanzim eden hikmetinin bütün eşyayaşümulüne ve ilâçların ihzârâtı ve madenî maddelerin iddihârâtıyla rububiyetinin rahîmâne vekerîmâne olan tedâbirinin mehâsinine ve inâyetinin ihtiyatletâifine pek zâhir bir surette işaret ve delâlet ederler.

Hem bu dünya hanında misafir yolcular için koca dağları levâzımâtlarına ve istikbaldeki ihtiyaçlarına muntazam ihtiyat deposu ve cihazat ambarı ve hayata lüzumu olan çok definelerin mükemmel mahzeni olmak cihetinde işaret, belki delâlet, belki şehadet eder ki, bu kadar kerîm ve misafirperver ve bu kadar hakîm ve şefkatperver ve bu kadar kadîr verububiyetperver bir Sâniin, elbette ve herhalde, çok sevdiği o misafirleri için, ebedî bir âlemde, ebedî ihsânâtının ebedî hazineleri vardır. Buradaki dağlara bedel, orada yıldızlar o vazifeyi görürler.



Hakîm: her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan AllahKadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Kerîm: cömertlik ve ikram sahibi olan AllahRahîm: herbir varlığa özel rahmet ve merhamet tecellîsi olan Allah
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allahazamet: büyüklük, yücelik
bedahet: açıklıkcihet: yön, taraf
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
envâ: neviler, türlereşcar: ağaçlar
hadsiz: sayısız, sınırsızhaşmet: görkem, büyüklük
heyet-i mecmua: hepsi birden, fertlerin tamamıhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hilkat: yaratılışhususan: özellikle
hâcet: ihtiyaçhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
icad: var etme, yaratmaiddihârât: biriktirmeler, depolamalar
ihata: herşeyi kuşatmaihzar etmek: hazırlamak
ihzârât: hazırlamalarintizam: düzen, tertip
kerîmâne: lütufkâr ve cömert bir şekildekudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarı
madeniyat: madenlermahlûk: yaratık
masnu: san’at eseri varlıkmenşe: kaynak, kök
mesken: ev, mekânmuhtelif: çeşitli
muntazam: düzenli, intizamlımâni: engel
mütenevvi: çeşitlinebatat: bitkiler
nevi: çeşit, türnihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrahîmâne: merhamet ve şefkat ederek
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisair: diğer, başka
sulfato: sülfirik asit, tuz veya esterisuret: şekil, biçim
taallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmaktabakat: tabakalar, dereceler
tanzim etmek: düzenlemekteshir etmek: boyun eğdirmek
vahdet: Allah’ın birliğivahdet-i idare: idarenin tek elde olması
vahdet-i tedbir: bir elden yönetmevücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vüs’at: genişlikzemin: yeryüzü
zîhayat: canlı, hayat sahibişap: alüminyum ve potasyum sülfatından meydana gelen renksiz madde
şehadet etmek: şahitlik etmekşiddet-i muhalefet: birbirinden çok farklı ve zıt olması
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık



 

Muvahhid1

Well-known member
Ey Kàdir-i Külli Şey,

Dağlar ve içindeki mahlûklar Senin mülkünde ve Senin kuvvet ve kudretinle ve ilim vehikmetinle musahhar ve müdahhardırlar. Onları bu tarzda tavzif ve teshir eden Hâlıkını takdisve tesbih ederler.

Ey Hâlık-ı Rahmân ve ey Rabb-i Rahîm,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin dersiyle anladım:

Nasıl ki semâ ve feza ve arz ve deniz ve dağ, müştemilât ve mahlûklarıyla beraber Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar. Öyle de, zemindeki bütün ağaç ve nebatat, yaprakları ve çiçekleri ve meyveleriyle Seni bedâhet derecesinde tanıttırıyorlar ve tanıyorlar.

Ve umum eşcârın ve nebatatın cezbedârâne hareket-i zikriyede bulunan yapraklarından veziynetleriyle Sâniinin isimlerini tavsif ve tarif eden çiçeklerinden ve letâfet ve cilve-i merhametinden tebessüm eden meyvelerinden herbirisi, tesadüfe havalesi hiçbir cihet-i imkânı olmayan harika san’at içindeki nizam ve nizam içindeki mizan vemizan içindeki ziynet ve ziynet içindeki nakışlar ve nakışlar içindeki güzel ve ayrı ayrı kokular ve kokular içindeki meyvelerin muhtelif tatlarıyla, nihayetsiz Rahîm ve Kerîm bir Sâniin vücub-u vücuduna bedâhet derecesinde şehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasıyla, bütün zeminyüzünde birlik ve beraberlik, birbirine benzemeklik ve sikke-i hilkatte müşabehet ve tedbir ve idarede münasebet ve onlara taallûk eden icad fiilleri ve Rabbânî isimlerde muvafakat ve o yüz bin envâın hadsiz efradlarını birbiri içinde şaşırmayarak birden idareleri gibi noktalar, oVâcibü’l-Vücud Sâniin bilbedâhe vahdetine ve ehadiyetine dahi şehadet ederler.

Hem nasıl ki, onlar Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ediyorlar.Öyle de, rû-yi zeminde dört yüz bin milletlerden teşekkül eden zîhayat ordusundaki hadsiz efradın yüz binler tarzda iaşe ve idareleri, şaşırmayarak karıştırmayarak mükemmel yapılmasıyla, Seninrububiyetinin vahdâniyetteki haşmetine ve bir baharı bir çiçek kadar kolay icad edenkudretinin azametine ve herşeye taallukuna delâlet ettikleri gibi; koca zeminin her tarafında,hadsiz hayvanatına ve insanlara, hadsiz taamların çeşit çeşit aksamını ihzar eden rahmetininhadsiz genişliğine ve o hadsiz işler ve in’âmlar ve idareler ve iaşeler ve icraatlar kemâl-i intizamla cereyanları ve herşey, hattâ zerreler o emirlere ve icraata itaat vemusahhariyetleriyle hâkimiyetinin hadsiz vüs’atine kat’î delâlet etmekle beraber; o ağaçların ve nebatların ve herbir yaprak ve çiçek ve meyve ve kök ve dal ve budak gibi herbirisinin herbir şeyini, herbir işini bilerek, görerek faidelere, maslahatlara, hikmetlere göre yapılmakla, Senin ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin herşeye şümulune pek zâhir bir surette delâlet ve hadsiz parmaklarıyla işaret ederler. Ve Senin gayet kemâldeki cemâl-i san’atına ve nihayet cemâldeki kemâl-i nimetinehadsiz dilleriyle senâ ve medhederler.



Kerîm: cömert, ikram sahibi AllahRabbânî: bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah’a ait
Rahîm: herbir varlıkta rahmet ve merhameti tecellî eden AllahSâni: herşeyi san’atla yaratan Allah
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allahaksam: kısımlar
azamet: büyüklük, yücelikbedâhet: açıklık, aşikâr olma
bilbedâhe: açık bir şekildecereyan: akım, hareket
cihet-i imkân: mümkün olma yönücilve-i merhamet: merhamet cilvesi, görüntüsü
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekefrad: fertler, bireyler
ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesienvâ: neviler, türler
hadsiz: sayısız, sınırsızhayvanat: hayvanlar
haşmet: görkem, büyüklükheyet-i mecmua: fertlerin tamamı; hepsi birden
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
iaşe: besleme, yedirip içirmeicad etmek: yoktan yaratmak, var etmek
ihata: içine alma, kapsamaihzar etmek: hazırlamak
in’âm: nimetlendirmekemâl-i intizam: mükemmel bir düzenlilik
kudret: güç, kuvvet ve iktidarletâfet: hoşluk, güzellik
maslahat: fayda, gayemizan: ölçü, denge
muhtelif: çeşit çeşitmusahhariyet: boyun eğmişlik
muvafakat: uygunlukmünasebet: bağlantı, ilişki
müşabehet: benzemenebat: bitki
nihayetsiz: sınırsız, sonsuznizam: düzen
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
rû-yi zemin: yeryüzüsikke-i hilkat: yaratılış mührü
taallûk: bağlantılı olmak, ait olmaktaam: yemek
tedbir: idare etme, çekip çevirmeteşekkül etmek: oluşturmak
vahdet: birlikvahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşu
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasıvüs’at: genişlik
zemin: yerzerre: atom, çok küçük parça
ziynet: süszîhayat: canlı, hayat sahibi
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek
 

Muvahhid1

Well-known member
Hem bu muvakkat handa ve fâni misafirhanede ve kısa bir zamanda ve az bir ömürde,eşcar ve nebatatın elleriyle, bu kadar kıymettar ihsanlar ve nimetler ve bu kadar fevkalâdemasraflar ve ikramlar, işaret belki şehadet eder ki, misafirlerine burada böyle merhametler yapan kudretli, keremkâr Zât-ı Rahîm, bütün ettiği masrafı ve ihsanı, kendini sevdirmek ve tanıttırmak neticesinin aksiyle, yani bütün mahlûkat tarafından “Bize tattırdı, fakat yedirmeden bizi idam etti” dememek ve dedirmemek ve saltanat-ı ulûhiyetini iskat etmemek ve nihayetsiz rahmetini inkâr etmemek ve ettirmemek ve bütün müştak dostlarını mahrumiyet cihetinde düşmanlara çevirmemek noktalarından, elbette ve herhalde, ebedî bir âlemde, ebedî bir memlekette, ebedî bırakacağı abdlerine, ebedî rahmet hazinelerinden,ebedî cennetlerinde, ebedî ve cennete lâyık bir surette meyvedar eşcar ve çiçekli nebatlar ihzar etmiştir. Buradakiler ise, müşterilere göstermek için nümunelerdir.

Hem ağaçlar ve nebatlar, umumen yaprak ve çiçek ve meyvelerinin kelimeleriyle Seni takdis ve tesbih ve tahmid ettikleri gibi, o kelimelerden herbirisi dahi ayrıca Seni takdis eder.Hususan meyvelerin bedî bir surette, etleri çok muhtelif, san’atları çok acip, çekirdekleri çok harika olarak yapılarak o yemek tablalarını ağaçların ellerine verip ve nebatların başlarına koyarak zîhayat misafirlerine göndermek cihetinde, lisan-ı hal olan tesbihatları, zuhurca lisan-ı kâl derecesine çıkar. Bütün onlar Senin mülkünde, Senin kuvvet ve kudretinle, Senin irade veihsanatınla, Senin rahmet ve hikmetinle musahhardırlar ve Senin herbir emrine mutîdirler.

Ey
şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey kibriya-yı azametinden tesettür etmiş olan Sâni-i Hakîm ve Hâlık-ı Rahîm,

Bütün eşcar ve nebatatın, bütün yaprak ve çiçek ve meyvelerin dilleriyle ve adediyle Seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ederek hamd ü senâ ederim.

Ey Fâtır-ı Kadîr, ey Müdebbir-i Hakîm, ey Mürebbî-i Rahîm,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ve iman ettim ki nasıl nebatat ve eşcar Seni tanıyorlar, Senin sıfât‑ı kudsiyeni ve Esmâ-i Hüsnânı bildiriyorlar. Öyle de, zîhayatlardan ruhlu kısmı olan insan ve hayvanattan hiçbirisi yoktur ki; cisminde gayet muntazam saatler gibi işleyen ve işlettirilen dahilî ve haricî âzâlarıyla ve bedeninde gayet ince bir nizam ve gayet hassas bir mîzan ve gayet mühim faidelerle yerleştirilen âlât ve duygularıyla ve cesedinde gayet san’atlı bir yapılış ve gayet hikmetli birtefriş ve gayet dikkatli bir muvazene içinde konulan cihazat-ı bedeniyesiyle, Senin vücûb-u vücuduna ve sıfatlarının tahakkukuna şehadet etmesin. Çünkü, bu kadar basîrâne nazik san’at ve şuurkârâne ince hikmet ve müdebbirâne tam muvazeneye, elbette kör kuvvet veşuursuz tabiat ve serseri tesadüf karışamazlar ve onların işi olamaz ve mümkün değildir. Ve kendi kendine teşekkül edip öyle olması ise, yüz derece muhâl içinde muhâldir. Çünkü, o halde herbir zerresi, herbir şeyini ve cesedinin teşekkülünü, belki dünyada alâkadar olduğu herşeyini bilecek, görecek, yapabilecek, âdeta ilâh gibi ihatalı bir ilim ve kudreti bulunacak, sonrateşkil-i ceset ona havale edilir ve “kendi kendine oluyor” denilebilir.




Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunEsmâ-i Hüsna: Cenâb-ı Hakkın en güzel isimleri
Fâtır-ı Kadîr: herşeye gücü yeten yaratıcı, AllahHâlık-ı Rahîm: herbir varlığa hususî rahmet ve merhamet tecellîsi olan yaratıcı; Allah
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ânMüdebbir-i Hakîm: herşeyi hikmetle yaratan ve herşeyi idare eden Allah
Mürebbî-i Rahîm: şefkat ve merhamet herbir varlık üzerinde görülen ve herşeyi yaratılış gayelerine göre terbiye eden AllahResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Sâni-i Hakîm: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allahacz: acizlik, güçsüzlük
alâkadar olmak: ilgili olmakbasîrâne: görerek, bilerek
cihazat-ı bedeniye: bedendeki organlardâhilî: iç
eşcar: ağaçlarhamd ü senâ: şükretme ve övme
haricî: dışhavale etmek: bir işi başka birine bırakma
hayvanat: hayvanlarheyet-i mecmua: hepsi birden, fertlerin tamamı
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmaihatalı: kuşatıcı, kapsayıcı
kibriya-yı azamet: büyüklüğün sonsuz ve daimî oluşukudret: güç, kuvvet ve iktidar
muhâl içinde muhâl: imkânsızlık içinde imkânsızlık, akla aykırılıkmuntazam: düzenli, intizamlı
muvazene: dengemîzan: tartı, ölçü
müdebbirâne: tedbirli bir şekilde, herşeyi önceden düşünereknebatat: bitkiler
nizam: düzen, kanunsıfât-ı kudsiye: kutsal vasıflar ve özellikler
tahakkuk: gerçekleşmetakdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmek
talim: öğretme, eğitmetefriş: döşeme
tesettür etmek: gizlenmek, örtünmekteşekkül: oluşma
teşkil-i ceset: cesedi oluşturma, meydana getirmevahdet-i idare: idare birliği
vahdet-i nev’iye: tür birliğivahdet-i tedbir: tedbir, idare birliği
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu ve var olmak için bir sebebe ihtiyacının olmayışızîhayat: canlı, hayat sahibi
âlât: âletler, organlarâzâ: uzuvlar, organlar
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmekşerik: ortak
şiddet-i zuhur: açık seçik olma ve açığa çıkma derecesinin şiddeti ve kuvvetişuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekilde
şuursuz: bilinçsiz

 

Muvahhid1

Well-known member
Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve vahdet-i idare ve vahdet-i nev’iye ve vahdet-i cinsiye ve umumun yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetinde müşahede edilen sikke-i fıtratta birlik ve herbir nev’in efradı simalarında görülen sikke-i hikmette ittihad ve iaşede ve icadda beraberlik ve birbirinin içinde bulunmak gibikeyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, Senin vahdetine kat’î şehadette bulunmasın ve herbir ferdinde kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakla, vâhidiyet içinde, Seninehadiyetine işareti olmasın.

Hem nasıl ki insan ile beraber hayvanatın, zeminin bütün yüzünde yayılan yüz bin envâı,muntazam bir ordu gibi teçhiz ve talimat ve itaat ve musahhariyetle ve en küçükten tâ en büyüğe kadar, rububiyetin emirleri intizamla cereyanlarıyla o rububiyetinin derece-i haşmetine ve gayet çoklukla beraber gayet kıymetli ve gayet mükemmel olmakla beraber gayet çabuk yapılmaları ve gayet san’atlı olmakla beraber gayet kolay yapılışlarıyla, kudretininderece-i azametine delâlet ettikleri gibi; şarktan garba, şimalden cenuba kadar yayılan mikroptan tâ gergedana kadar, en küçücük sinekten tâ en büyük kuşa kadar bütün onların rızıklarını yetiştiren rahmetinin hadsiz vüs’atine ve herbiri emirber nefer gibi vazife-i fıtriyesini yapmak ve zemin yüzü her baharda, güz mevsiminde terhis edilenler yerinde yeniden taht-ı silâha alınmış bir orduya ordugâh olmak cihetiyle, hâkimiyetinin nihayetsizgenişliğine kat’î delâlet ederler.

Hem nasıl ki hayvanâttan herbirisi kâinatın bir küçük nüshası ve bir misal-i musağğarı hükmünde gayet derin bir ilim ve gayet dakik bir hikmetle, karışık eczaları karıştırmayarak ve bütün hayvanların ayrı ayrı suretlerini şaşırmayarak hatasız, sehivsiz, noksansız yapılmalarıyla, ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin herşeye şümulüne, adetlerince işaretler ederler. Öyle de, herbiri birer mu’cize-i san’at ve birer harika-i hikmet olacak kadar san’atlı ve güzel yapılmasıyla, çok sevdiğin ve teşhirini istediğin san’at-ı Rabbâniyenin kemâl-i hüsnüne ve gayet derecede güzelliğine işaret ve herbirisi, hususan yavrular, gayet nazdar, nâzenin birsurette beslenmeleriyle ve heveslerinin ve arzularının tatmini cihetiyle, Senin inayetinin gayet şirin cemâline hadsiz işaretler ederler.


cenub: güneycereyan: akım, hareket
cihet: yön, tarafcilve: görüntü, yansıma
dakik: ince, derindelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
derece-i azamet: büyüklük derecesiderece-i haşmet: heybet ve görkemin derecesi
ecza: cüzler, parçalarefrad: fertler, bireyler
ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta görünen birlik tecellisiemirber: emre hazır
envâ: neviler, türlergarb: batı
hadsiz: sınırsızharika-i hikmet: hikmet harikası
hayvanat: hayvanlarhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkiaşe: besleme
icad: var etme, yaratmaihata: içine alma, kapsama
intizam: düzen, tertipittifak: birleşme
ittihad: birlikkemâl-i hüsün: mükemmel güzellik
keyfiyet: durum, asıl nitelik, asıl özellikkudret: güç, kuvvet ve iktidar
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmisal-i musağğar: küçültülmüş örnek
muntazam: düzenli, intizamlımusahhariyet: boyun eğmişlik
mu’cize-i san’at: san’at mu’cizesimüşahede etmek: görmek, gözlemlemek
nefer: asker, ernev’i: tür, cins
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzordugâh: ordunun barındığı yer
rahmet: şefkat, merhametrububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
san’at-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye edip idaresi altında bulunduran Allah’ın san’atısehivsiz: hatasız
sikke-i fıtrat: yaratılış mührüsikke-i hikmet: hikmet mührü
sima: yüzsuret: şekil
taht-ı silâh: silâh altıtalimat: bildiriler, emirler
terhis etmek: vazifeye son vermekteçhiz: cihazlanma, donanım
teşhir: ilân etme, duyurmaumum: bütün, genel
vahdet: birlikvahdet-i cinsiye: tür birliği
vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görevvâhidiyet: birlik
vüs’at: genişlikzemin: yer
şark: doğuşehadet: şahitlik, tanıklık
şimal: kuzeyşümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

 

Muvahhid1

Well-known member
Ey Rahmânürrahîm, ey Sâdıku’l-Va’di’l-Emîn, ey Mâlik-i Yevmiddîn,

Senin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmının tâlimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin irşadıyla anladım ki:

Madem kâinatın en müntehap neticesi hayattır. Ve hayatın en müntehap hülâsası ruhtur. Vezîruhun en müntehap kısmı zîşuurdur. Ve zîşuurun en camii insandır. Ve bütün kâinat ise hayata musahhardır ve onun için çalışıyor. Ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır; onlar için dünyaya gönderiliyorlar. Ve zîruhlar insanlara musahhardır; onlara yardım ediyorlar. Ve insanlar fıtraten Hâlıkını pek ciddî severler ve Hâlıkları onları hem sever, hem kendini onlara her vesile ile sevdirir. Ve insanın istidadı ve cihazat-ı mâneviyesi, başka bir bâki âleme veebedî bir hayata bakıyor. Ve insanın kalbi ve şuuru, bütün kuvvetiyle bekà istiyor ve lisanı,hadsiz dualarıyla bekà için Hâlıkına yalvarıyor. Elbette ve herhalde, o çok seven ve sevilen vemahbub ve muhib olan insanları dirilmemek üzere öldürmekle, ebedî bir muhabbet için yaratılmış iken, ebedî bir adâvetle gücendirmek olamaz ve kàbil değildir.

Belki, başka bir ebedî âlemde mes’udâne yaşaması hikmetiyle, bu dünyada çalışmak ve onu kazanmak için gönderilmiştir. Ve insana tecellî eden isimlerin, bu fâni ve kısa hayattakicilveleriyle âlem-i bekàda onların âyinesi olan insanların, ebedî cilvelerine mazhar olacaklarına işaret ederler.

Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî olacak. Ve bâkinin âyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir.

Hayvanların ruhları bâki kalacağını ve hüdhüd-ü Süleymanî (a.s.) ve Neml’i ve Nâka-i Salih (a.s.) ve kelb-i Ashâb-ı Kehf
blank.gif
1
gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceği ve herbir nev’in, arasıra istimâl için birtek cesedi bulunacağı, rivâyet-i sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rubûbiyet öyle iktiza ederler.

Ey Kàdir-i Kayyûm,

Bütün zîhayat, zîruh, zîşuur, Senin mülkünde, yalnız Senin kuvvet ve kudretinle ve ancak Senin irade ve tedbirlerinle ve rahmet ve hikmetinle, rububiyetinin emirlerine teshir ve fıtrîvazifelerle tavzif edilmişler. Ve bir kısmı, insanın kuvveti ve galebesi için değil, belki fıtrateninsanın zaafı ve aczi için rahmet tarafından ona musahhar olmuşlar. Ve lisan-ı hal ve lisan-ı kàl ile Sânilerini ve Mâbudlarını kusurdan, şerikten takdis ve nimetlerine şükür ve hamd ederek, herbiri ibadet-i mahsusasını yapıyorlar.



Dipnot-1
bk. Alûsî, Ruhu’l-Beyân: 5:226; Kurtubî: 1:372.




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Hâlık: her şeyi yaratan Allah
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ânMâlik-i Yevmiddîn: kıyamet gününün sahibi olan Allah
Neml: karınca, Hz. Süleyman’ın karıncasıRahmânü’r-Rahîm: herbir kuluna karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Sâdıku’l-Va’di’l-emîn: vaad ve sözünde mutlaka duran, vaadinin doğruluğundan emin olunan Allah
adâvet: düşmanlıkbekà: devamlılık, kalıcılık
bâki: devamlı, kalıcı, sonsuzcami: kapsamlı
cemâl: güzellikcihet: yön, taraf
cihâzât-ı mâneviye: mânevî donanım, cihazlarcilve: görüntü, yansıma
ebedî: sonu olmayan, sonsuzfâni: geçici, yok olucu
fıtraten: yaratılış itibariylehadsiz: sayısız, sınırsız
hikmet: gayehususan: özellikle
hüdhüd-ü Süleymânî: Hz. Süleyman’ın emri altında çalışan kuşhülâsa: özet
inayet: Allah’ın herşeyi düzen altına alıp huzur ve saadet veren sıfatıirşad: doğru yolu gösterme
istidad: yetenek, ruha konulmuş özellikkàbil: mümkün
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarlisan: dil
mahbub: sevgilimazhar olmak: erişmek, nail olmak
mes’udâne: mutlu bir şekildemuhabbet: sevgi
muhib: sevenmusahhar: boyun eğdirilmiş, itaat ettirilmiş
müntehap: seçilmişnazdar: nazlı
nâzenin: ince, nâziksadık: doğru, dürüst
suret: şekiltalim: öğretme, eğitme
tecellî: yansıma, görünmezîhayat: canlı, hayat sahibi
zîruh: ruh sahibizîşuur: şuur sahibi, bilinçli
âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemiâyine-i zîşuur: şuur sahibi ayna
şuur: bilinç, anlayış
 

Muvahhid1

Well-known member
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından perdelenmiş olan Zât-ı Akdes,

Bütün zîruhların tesbihatıyla seni takdis etmek, niyet edip

سُبْحَانَكَ يَا مَنْ جَعَلَ مِنَ الْمَاۤءِ كُلَّ شَىْءٍ حَىٍّ
blank.gif
2
diyorum.Yâ Rabbe’l-Âlemîn, yâ İlâhe’l-Evvelîne ve’l-Âhirin, yâ Rabbe’s-Semâvâti ve’l-Aradîn,Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ve iman ettim ki:

Nasıl sema, feza, arz, berr ve bahr, şecer, nebat, hayvan, efradıyla, eczasıyla, zerrâtıyla Seni biliyorlar, tanıyorlar ve varlığına ve birliğine şehadet ve delâlet ve işaret ediyorlar. Öyle de, kâinatın hülâsası olan zîhayat ve zîhayatın hülâsası olan insan ve insanın hülâsası olanenbiya, evliya, asfiyanın hülâsası olan kalblerinin ve akıllarının müşahedat ve keşfiyat veilhamat ve istihracatıyla yüzer icma ve yüzer tevatür kuvvetinde bir kat’iyetle, Senin vücub-u vücuduna ve Senin vahdâniyet ve ehadiyetine şehadet edip ihbar ediyorlar, mu’cizat vekerâmât ve yakînî burhanlarıyla haberlerini ispat ediyorlar.


Evet, kalblerde, perde-i gaybda ihtar edici bir Zâta bakan hiç bir hâtırat-ı gaybiye ve ilhamedici bir Zâta baktıran hiç bir ilhâmât-ı sâdıka; ve hakkalyakîn sûretinde sıfât-ı kudsiye veEsmâ-i Hüsnânı keşfeden hiçbir itikad-ı yakîne; ve enbiya ve evliyada, bir Vâcibü’l-Vücudunenvârını aynelyakîn ile müşahede eden hiçbir nuranî kalp; ve asfiya ve sıddîkînde, bir Hâlık-ı Küll-i Şey’în âyât-ı vücubunu ve berâhin-i vahdetini ilmelyakîn ile tasdik eden, ispat eden hiçbir münevver akıl yoktur ki, Senin vücub-u vücuduna ve sıfât-ı kudsiyene ve Seninvahdetine ve ehadiyetine ve Esmâ-i Hüsnâna şehadet etmesin, delâleti bulunmasın ve işareti olmasın.


Ve bilhassa, bütün enbiya ve evliya ve asfiya ve sıddîkînin imamı ve reisi ve hülâsası olanResûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ihbarını tasdik eden hiçbir mu’cizat-ı bâhiresi ve hakkaniyetini gösteren hiç bir hakikat-i aliyesi ve bütün mukaddes vehakikatli kitapların hülâsatü’l-hülâsası olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın hiçbir âyet-i tevhidiye-i kàtıası ve mesâil-i imaniyeden hiçbir mesele-i kudsiyesi yoktur ki, Senin vücûb-u vücûduna vekudsî sıfatlarına ve Senin vahdetine ve ehadiyetine ve esmâ ve sıfâtına şehadet etmesin vedelâleti olmasın ve işareti bulunmasın.


Dipnot-2 “Ey su ile herşeyi canlandıran Zât-ı Akdes, Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim.”



Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunEsmâ-i Hüsna: Cenâb-ı Hakkın en güzel isimleri
Hâlık-ı Küll-i Şey: herşeyin yaratıcısı olan AllahResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allaharz: dünya
asfiya: Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takvâ sahibi hâlis kullaraynelyakîn: gözle görerek kesin bilgi edinme
bahr: denizberr: kara
berâhin-i vahdet: birlik delilleribilhassa: özellikle
burhan: güçlü delil, sarsılmaz kanıtdelâlet: delil olma, işaret etme
ecza: cüzler, parçalarefrad: fertler, bireyler
ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesienbiya: nebiler, peygamberler
envâr: nurlar, ışıklarevliya: veliler, Allah dostları
feza: uzayhakkalyakîn: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme
hâtırat-ı gaybiye: gayptan gelen hatıralar, mânevî bilgilerhülâsa: özet
icmâ: fikir birliğiihbar etmek: haber vermek
ihtar: hatırlatma, ikazilham: kalbe gelme, gönüle doğma
ilhamat: ilhamlarilhâmât-ı sâdıka: doğru ilhamlar
ilmelyakîn: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenmeistihracat: çıkarmalar
itikad-ı yakîn: şüphesiz ve kesin olarak inanmakat’iyet: kesinlik
kerâmât: kerametler, Allah’ın bir ikramı olarak veli kullarında görülen olağanüstü hal ve hareketlerkeşfetmek: gizli bir şeyi açığa çıkarmak
keşfiyat: keşifler, mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri gözlemlememu’cizât: insanların benzerini yapmada âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere verilen olağanüstü hâl ve hareketler
münevver: nurlu, aydın, aydınlanmışmüşahedat: gözlemler
müşahede etmek: görmek, gözlemlemeknebat: bitki
perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perdesemâ: gök
suret: tarz, biçimsıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere çok sâdık olanlar
sıfât-ı kudsiye: kutsal sıfatlar, kusursuz özelliklertasdik etmek: doğrulamak, onaylamak
tevatür: yalan söylemesi mümkün olmayan topluluklardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan habervahdet: birlik
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşuvücub-u vücud: varlığın zorunlu oluşu ve var olmak için bir sebebe ihtiyacın olmayışı
yakînî: kesin, şüphesizzerrât: zerreler
zîhayat: canlı, hayat sahibiâyât-ı vücub: varlığının vacip ve zorunlu olduğunu gösteren âyetler, deliller
şecer: ağaçşehadet: şahitlik, tanıklık

 

Muvahhid1

Well-known member
Hem nasıl ki bütün o yüz binler muhbir-i sâdıklar, mu’cizatlarına ve keramâtlarına vehüccetlerine istinad ederek, Senin varlığına ve birliğine şehadet ederler. Öyle de, herşeyemuhit olan Arş-ı Âzamın külliyat-ı umurunu idareden, tâ kalbin gayet gizli ve cüz’î hâtırâtını ve arzularını ve dualarını bilmek ve işitmek ve idare etmeye kadar cereyan eden rububiyetininderece-i haşmetini ve gözümüz önünde hadsiz muhtelif eşyayı birden icad eden, hiçbir fiil bir fiile, bir iş bir işe mâni olmadan, en büyük bir şeyi en küçük bir sinek gibi kolayca yapankudretinin derece-i azametini, icmâ ile, ittifak ile ilân ve ihbar ve ispat ediyorlar.

Hem nasıl ki, bu kâinatı, zîruha, hususan insana mükemmel bir saray hükmüne getiren ve Cenneti ve saadet-i ebediyeyi cin ve inse ihzar eden ve en küçük bir zîhayatı unutmayan ve enâciz bir kalbin tatminine ve taltifine çalışan rahmetinin hadsiz genişliğini ve zerrattan tâseyyarata kadar bütün envâ-ı mahlûkatı emirlerine itaat ettiren ve teshir ve tavzif edenhâkimiyetinin nihayetsiz vüs’atini haber vererek, mu’cizat ve hüccetleriyle ispat ederler. Öyle de, kâinatı, eczaları adedince risaleler içinde bulunan bir kitab-ı kebir hükmüne getiren ve Levh‑i Mahfuzun defterleri olan İmam-ı Mübîn ve Kitab-ı Mübînde, bütün mevcudatın bütünsergüzeştlerini kaydedip yazan ve umum çekirdeklerde umum ağaçlarının fihristlerini ve programlarını ve zîşuurun başlarında bütün kuvve-i hâfızalarda, sahiplerinin tarihçe-i hayatlarını yanlışsız, muntazaman yazdıran ilminin herşeye ihatasına ve herbir mevcuda çokhikmetleri takan, hattâ herbir ağaçta meyveleri sayısınca neticeleri verdiren ve herbirzîhayatta âzâları, belki eczaları ve hüceyratları adedince maslahatları takip eden, hattâ insanın lisanını çok vazifelerde tavzif etmekle beraber, taamların tatları adedince zevkî olan mizancıklarla teçhiz ettiren hikmet-i kudsiyenin herbir şeye şümulüne; hem bu dünyadanümuneleri görülen celâlî ve cemâlî isimlerinin tecellileri daha parlak bir surette ebedü’l-âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde nümuneleri müşahede edilen ihsanatının dahaşâşaalı bir surette dâr-ı saadette istimrarına ve bekàsına ve bu dünyada onları görenmüştakların ebedde dahi refakatlerine ve beraber bulunmalarına bi’l-icmâ, bi’l-ittifak şehadetve delâlet ve işaret ederler.

Hem yüzer mu’cizât-ı bâhiresine ve âyât-ı kàtıasına istinaden, başta Resul-i EkremAleyhissalâtü Vesselâm ve Kur’ân-ı Hakîmin olarak, bütün ervâh-ı neyyire ashâbı olanenbiyalar ve kulûb-u nuraniye aktâbı olan evliyalar ve ukul-ü münevvere erbabı olan asfiyalar, bütün suhuf ve kütüb-ü mukaddesede, Senin çok tekrar ile ettiğin vaadlerine ve tehditlerineistinaden ve Senin kudret ve rahmet ve nayet ve hikmet ve celâl ve cemâlin gibi kudsî sıfatlarına ve şe’nlerine ve izzet‑i celâline vesaltanat-ı rububiyetine itimaden ve keşfiyat ve müşahedat ve ilmelyakîn itikadlarıyla saadet-i ebediyeyi cin ve inse müjdeliyorlar ve ehl-i dalâlet için Cehennem bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar ve iman edip şehadet ediyorlar.


bekà: devamlılık, kalıcılıkbi’l-icmâ: ittifakla, fikir birliğiyle
bi’l-ittifak: ittifaklacelâl: büyüklük, haşmet
cemâl: güzellikdelâlet: delil olma, işaret etme
dâr-ı saadet: mutluluk yurdu, âhiretebed: sonsuzluk
ebedü’l-âbad: sonsuzların sonsuzu, âhiretecza: cüzler, parçalar
enbiya: nebiler, peygamberlerervâh-ı neyyire ashabı: nur saçan ruh sahipleri—peygamberler gibi
evliya: veliler, Allah dostlarıfihrist: indeks, içindekiler
fâni: geçici, yok olucuhikmet: fayda, gaye; ilim, yüsek bilgi
hikmet-i kudsiye: mukaddes, kusursuz ve eksiksiz hikmethüceyrât: hücreler
ihata: içine alma, kapsamaihsanat: ihsanlar, iyilikler, bağışlar
istimrar: devamlılıkistinaden: dayanarak
kudret: güç ve iktidarkulûb-u nuraniye aktabı: nuranî kalp sahiplerinin kutupları, en önde gelenleri—velilerin ileri gelenleri gibi
kuvve-i hafıza: hafıza duygusu, bellekkütüb-ü mukaddese: kutsal olan kitaplar—Tevrat, Zebur, İncil, Kur’ân-ı Kerim
lisan: dilmaslahat: fayda, gaye
mevcud: varlıkmevcudat: varlıklar
muntazaman: düzenli olarakmu’cizat-ı bâhire: ap açık mu’cizeler
müşahede etmek: görmek, gözlemlemekmüştak: arzulu, çok istekli
nümune: örnek, misalrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
refakat: arkadaşlıksergüzeşt: serüven, biyografi
suhuf: bâzı peygamberlere gelen sahife halindeki kitaplarsuret: biçim, şekil
taam: yemektarihçe-i hayat: hayat hikayesi
tavzif etmek: vazifelendirmektecelli: görünme, yansıma
teçhiz etmek: donatmakukul-ü münevvere erbabı: nurlu akıllar, aydınlanmış akıl sahipleri
umum: bütünzîhayat: canlı, hayat sahibi
zîşuur: şuur sahibi, bilinçliâyât-ı kàtıa: kesin âyetler, deliller
âzâ: uzuvlar, organlarİmâm-ı Mübîn: İlâhî ilim ve emirlerin, eşyanın geçmiş ve geleceğe ait kaidelerinin yazıldığı kader defteri
şehadet: şahitlik, tanıklıkşâşaa: gösteriş, göz alıcılık
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık
 

Muvahhid1

Well-known member
Ey Kadîr-i Hakîm, ey Rahmân-ı Rahîm, ey Sâdıku’l-Va’di’l-Kerîm, ey izzet ve azamet vecelâl sahibi Kahhâr-ı Zülcelâl,

Bu kadar sadık dostlarını ve bu kadar vaadlerini ve bu kadar sıfât ve şuûnatını tekzip edip,saltanat-ı rububiyetinin kat’î mukteziyatını ve sevdiğin ve onlar dahi Seni tasdik ve itaatle kendilerini Sana sevdiren hadsiz makbul ibâdının hadsiz dualarını ve dâvâlarını reddederek,küfür ve isyan ile ve Seni vaadinde tekzip etmekle Senin azamet-i kibriyana dokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulûhiyetinin haysiyetine ilişen ve şefkat-i rububiyetini müteessir edenehl-i dalâlet ve ehl-i küfrü, haşrin inkârında tasdik etmekten yüz bin derece mukaddessin vehadsiz derece münezzeh ve âlîsin. Böyle nihayetsiz bir zulümden, bir çirkinlikten, Seninnihayetsiz adaletini ve cemâlini ve rahmetini takdis ediyorum.

blank.gif
1
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَبِيرًاâyetini, vücudumun bütün zerrâtı adedince söylemek istiyorum. Belki, Senin o sadıkelçilerin ve doğru dellâl-ı saltanatının hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn suretinde Senin uhrevî rahmet hazinelerine ve âlem-i bekàda ihsanatının definelerine ve dâr-ı saadette tamamiyle zuhur eden güzel isimlerinin harika güzel cilvelerine şehadet, işaret, beşaret ederler. Ve bütün hakikatlerinmercii ve güneşi ve hâmîsi olan Hak isminin en büyük bir şuâı, bu hakikat-ı ekber-i haşriyeolduğunu, iman ederek Senin ibâdına ders veriyorlar.

Ey Rabbu’l-Enbiyâ ve’s-Sıddıkîn,

Bütün onlar Senin mülkünde, Senin emrin ve kudretinle, Senin irade ve tedbirinle, Senin ilmin ve hikmetinle musahhar ve muvazzaftırlar. Takdis, tekbir, tahmid, tehlil ile küre-i arzı bir zikirhâne-i âzam, bu kâinatı bir mescid-i ekber hükmünde göstermişler.

Yâ Rabbî ve yâ Rabbe’s-Semâvâti ve’l-Aradîn, yâ Halıkî ve yâ Halık-ı Küll-i Şey,

Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir edenkudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi banamusahhar eyle ve matlubumu bana musahhar kıl. Kur’ân’a ve imana hizmet için, insanların kalblerini Risale-i Nur’a musahhar yap. Ve bana ve ihvanıma iman-ı kâmil ve hüsn-ü hâtimever. Hazret-i Mûsa Aleyhisselâma denizi ve Hazret-i İbrahim Aleyhisselâma ateşi ve Hazret-i Dâvud Aleyhisselâma dağı, demiri ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâma cinni ve insi ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma şems ve kameri teshir ettiğin gibi, Risale-i Nur’a kalbleri ve akılları musahhar kıl. Ve beni ve Risale-i Nur Talebelerini nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennetü’l-Firdevste mes’ut kıl. Âmin, âmin, âmin.



Hâlık-ı Küll-i Şey: herşeyin yaratıcısı olan AllahRabbe’s-Semâvâti ve’l-Aradîn: göklerin ve yerlerin
Rabbi olan Allah
Rabbu’l-Enbiyâ ve’s-Sıddıkîn: daima doğruluk üzere,
Allah’a ve peygambere çok sâdık olanların ve peygamberlerin Rabbi
aynelyakîn: gözle görür derecesinde kesin bilgi edinme
beşaret etmek: müjdelemekcilve: görüntü, yansıma
dâr-ı saadet: mutluluk yurdu, Cennethakikat-ı ekber-i haşriye: büyük haşir gerçeği
hakkalyakîn: bizzat yaşamak suretiyle, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilmehikmet: herşeyin belirli bir gaye ve faydaya yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde olması
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkhâmî: koruyucu
hüsn-ü hâtime: güzel son, imanlı bir şekilde ölmeibâd: kullar
ihsanat: ihsanlar, iyilikler, bağışlarihvan: kardeşler
ilmelyakîn: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilmeiman-ı kâmil: tam ve mükemmel iman
irade: dileme, tercihiradet: istek, dileme, tercih
keyfiyat: özellikler, niteliklerkudret: güç, kuvvet ve iktidar
küre-i arz: yerküre, dünyamahlukât: yaratılmışlar
matlub: istek, arzumerci: kaynak, başvurulacak yer
mescid-i ekber: en büyük mescidmusahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmiş
muvazzaf: vazifeli, görevlimüştemilât: içindekiler
nefis: kişinin kendisi; insanı hazır zevk ve isteklere sevk eden kuvvetrahmet: şefkat, merhamet
suret: şekiltahmid: Allah’ı övme ve Ona şükürlerini sunma
takdis: kutsama, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmatedbir: idare etme, çekip çevirme
tehlil: “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” mânâsındaki “lâ ilâhe illallah” sözünü söylemektekbir: “Allah en büyüktür” mânâsında “Allahu Ekber” demek
teshir etmek: boyun eğdirmekuhrevî: âhirete ait
yâ Halıkî: ey Yaratıcımyâ Rabbî: ey bütün varlıkları terbiye ve idare eden Allah’ım
zemin: yerzikirhâne-i âzam: çok büyük zikir yeri
zuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmekâlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi
şehadet: şahitlik, tanıklıkşuâ: ışık kaynağından çıkan ışık telleri, ışın
 

Muvahhid1

Well-known member
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
1
وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ أَنِ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
blank.gif
2
Kur’ân’dan ve münâcât-ı Nebeviye olan Cevşenü’l-Kebîrden aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-ı Rahîmimin dergâhına arz etmekte kusur etmişsem, kusurumun affı için Kur’ân’ı ve Cevşenü’l-Kebîri şefaatçi ederek rahmetinden affımı niyaz ediyorum.


Said Nursî
endOfSection.gif
endOfSection.gif



[BILGI]
Dipnot-1 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.
Dipnot-2 “Duâları ise şu sözlerle sona erer: ‘Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Yûnus Sûresi, 10:10.[/BILGI]




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunCennetü’l-Firdevs: Firdevs Cenneti; Cennetin en yüksek yeri
Cevşenü’l-Kebir: Peygamberimize Cebrâil’in (a.s.) getirdiği ve “Zırhı çıkar, bu duâyı oku” dediği meşhur duâRabb-i Rahîm: varlıklara özel rahmet ve merhamet tecellîsi bulunan ve herşeyin Rabbi olan Allah
Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)cin ve ins: cinler ve insanlar
ibadet-i tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme ibadetikamer: ay
mes’ud: mutlumusahhar etmek: boyun eğdirmek, hizmetine vermek
münâcât-ı Nebeviye: Peygamberimizin (a.s.m.) Cenâb-ı Allah’a duasınefis: insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
niyaz etmek: yalvarmak, dua etmekrahmet: şefkat, merhamet
teshir etmek: boyun eğdirmekâmin: “Allahım kabul eyle”
şems: güneşşer: kötülük, fenalık
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst