Üçüncü Lem'a

Ukbaa

Well-known member
Üçüncü Lem’a

Bu Lem’aya bir derece his ve zevk karışmış.
His ve zevkin coşkunlukları ise, aklın düsturlarını, fikrin mizanlarını çok dinlemediklerinden
ve müraat etmediklerinden, bu Üçüncü Lem’a mantık mizanlarıyla tartılmamalı.


besmele.jpg

كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
blank.gif
1
âyetinin meâlini ifade eden يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى
blank.gif
2
iki cümlesi, mühim iki hakikati ifade ediyorlar. Ondandır ki, Nakşîlerin rüesasından bir kısım, bu iki cümle ile kendilerine bir hatme-i mahsus yapıp muhtasar bir hatme-i Nakşiye hükmünde tutuyorlar. Madem o azîm âyetin meâlini bu iki cümle ifade ediyor. Biz bu iki cümlenin ifade ettiği iki hakikat-i mühimmenin birkaç nüktesini beyan edeceğiz.


BİRİNCİ NÜKTE
Birinci defa يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى bir ameliyat-ı cerrahiye hükmünde kalbi mâsivâdan tecrit ediyor, kesiyor. Şöyle ki:

İnsan, mahiyet-i câmiiyeti itibarıyla, mevcudatın hemen ekserîsiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet derc edilmiştir. Onun için, insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca


[NOT]
Dipnot-1 “Herşey helâk olup gidicidir—Ona bakan yüzü müstesnâ. Hüküm sadece Ona aittir; siz de Ona döndürüleceksiniz.” Kasas Sûresi, 28:88.

Dipnot-2 Bâkî kalan ancak Sensin, ey Bâkî. Bâkî kalan ancak Sensin, ey Bâkî.

[/NOT]


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Nakşî: Nakşibendî tarikatine bağlı olan</TD><TD>alâkadar: alâkalı, ilgili</TD></TR><TR><TD>ameliyat-ı cerrâhiye: cerrahî operasyon, ameliyat</TD><TD>azîm: büyük, yüce</TD></TR><TR><TD>beyan etme: açıklama</TD><TD>derc edilmek: yerleştirilmek</TD></TR><TR><TD>düstur: kural, kanun</TD><TD>ekserî: çoğunluk</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız</TD><TD>hakikat: doğru gerçek</TD></TR><TR><TD>hakikat-i mühimme: önemli gerçek</TD><TD>hatme-i Nakşiye: Nakşî tarikatı mensuplarının okuyup bitirdikleri belirli dualar</TD></TR><TR><TD>hatme-i mahsus: Kur’ân’dan veya hadisten alınan belirli duaları okuyup bitirmek</TD><TD>his: duygu</TD></TR><TR><TD>istidad-ı muhabbet: sevme kabiliyeti</TD><TD>itibarıyla: açısından</TD></TR><TR><TD>lem’a: parıltı </TD><TD>mahiyet-i câmiiyet/mahiyet-i câmia: pek çok özelliği üzerinde toplayan kapsamlı yapı</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>meâl: açıklama, anlam</TD></TR><TR><TD>mizan: ölçü, denge</TD><TD>muhabbet: sevgi</TD></TR><TR><TD>muhtasar: kısa, özet</TD><TD>mâsivâ: Allah’ın dışındaki varlıklar</TD></TR><TR><TD>müraat etme: uyma</TD><TD>nükte: ince ve derin mânâlı söz</TD></TR><TR><TD>rüesa: reisler, önde gelenler </TD><TD>tecrit etme: soyutlama, ayırma</TD></TR><TR><TD>umum: bütün</TD><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Üçüncü Lem'a - Sayfa 41

dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennete bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki, muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan daima azap çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir mânevî azaba medar oluyor.

O azabı çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünkü kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemâl-ı bâkiye mâlik bir Zâta tevcih etmek için verilmiş. O insan sûiistimal ederek o muhabbeti fâni mevcudata sarf ettiği cihetle kusur ediyor, kusurunun cezasını firâkın azabıyla çekiyor.

İşte bu kusurdan teberri edip o fâni mahbubattan kat-ı alâka etmek, o mahbuplar onu terk etmeden evvel o onları terk etmek cihetiyle Mahbub-u Bâkîye hasr-ı muhabbeti ifade eden يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى
blank.gif
1
olan birinci cümlesi, “Bâkî-i Hakikî yalnız Sensin. Mâsivâ fânidir. Fâni olan, elbette bâki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz” mânâsını ifade ediyor. “Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni bırakıp gidiyorlar. Onlar beni bırakmadan evvel ben onları يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى demekle bırakıyorum. Yalnız Sen bâkisin ve Senin ibkàn ile mevcudat bekà bulabildiğini bilip itikad ederim. Öyleyse, Senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller” demektir.


İşte bu hâlette kalb hadsiz mahbubatından vazgeçiyor. Hüsün ve cemalleri üstünde fânilik damgasını görür, alâka-i kalbi keser. Eğer kesmezse, mahbupları adedince mânevî cerihalar oluyor.

İkinci cümle olan يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى o hadsiz cerihalara hem merhem, hem tiryak oluyor. Yani, “يَا بَاقِى madem Sen bâkisin, yeter. Herşeye bedelsin. Madem Sen varsın, herşey var.”

Evet, mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle


[NOT]
Dipnot-1 Bâkî kalan ancak Sensin, ey Bâkî.

[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Mahbub-u Bâkî: sonsuz sevgili olan Allah</TD><TD>alâka: ilgi</TD></TR><TR><TD>alâka-i kalb: kalben bağlılık </TD><TD>azâp: acı, sıkıntı, ceza</TD></TR><TR><TD>bedel: karşılık</TD><TD>bekà: devamlılık, kalıcılık</TD></TR><TR><TD>bâki: devamlı, kalıcı</TD><TD>cemal: güzellik</TD></TR><TR><TD>cemâl-i bâki: devamlı ve kalıcı güzellik</TD><TD>ceriha: yara, hastalıklı uzuvlar</TD></TR><TR><TD>cihet: taraf, yön</TD><TD>ebed: sonsuzluk</TD></TR><TR><TD>ebedî: sonu olmayan, sonsuz</TD><TD>ezelî: başlangıcı olmayan, sonsuz</TD></TR><TR><TD>firâk: ayrılık</TD><TD>fâni: geçici olan, ölümlü</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız, sonsuz</TD><TD>hane: ev</TD></TR><TR><TD>hasr-ı muhabbet: sevgiyi bir şeye odaklama</TD><TD>hâlet: durum, hâl</TD></TR><TR><TD>hüsün: güzellik</TD><TD>ibkà: devamlılık özelliği verme</TD></TR><TR><TD>ihsan: bağış, iyilik, lûtuf</TD><TD>istidad-ı muhabbet: sevme kàbiliyeti</TD></TR><TR><TD>itikad etme: kesin inanma</TD><TD>kat-ı alâka: ilgiyi kesmek</TD></TR><TR><TD>kemal: mükemellik, olgunluk</TD><TD>mahbubat: sevilenler</TD></TR><TR><TD>mahbup: sevgili</TD><TD>medar: sebep, kaynak</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>muhabbet: sevgi</TD></TR><TR><TD>mâlik: sahip</TD><TD>mânevî: mânâya ait, maddî olmayan</TD></TR><TR><TD>mânâ: anlam</TD><TD>mâsivâ: Allah’tan başka varlıklar</TD></TR><TR><TD>sarf etme: harcama</TD><TD>sebeb-i muhabbet: sevginin sebebi</TD></TR><TR><TD>sû-i istimal: birşeyi kötüye kullanma</TD><TD>teberri etme: uzak durma</TD></TR><TR><TD>tevcih etme: yöneltme</TD><TD>tiryak: derman, ilâç</TD></TR><TR><TD>umumiyetle: genellikle</TD></TR></TBODY></TABLE><TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Üçüncü Lem'a - Sayfa 42

Bâkî-i Hakikînin hüsün ve ihsan ve kemâlâtının işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir, belki cilve-i Esmâ-i Hüsnânın gölgelerinin gölgeleridir.

İKİNCİ NÜKTE

İnsanın fıtratında bekàya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde, kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi bekà tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevâlini düşünse veya görse, derinden derine feryat eder. Bütün firaklardan gelen feryatlar, aşk-ı bekàdan gelen ağlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhüm-ü bekà olmazsa muhabbet edemez. Hattâ denilebilir ki, âlem-i bekànın ve ebedî Cennetin bir sebeb-i vücudu, şu mahiyet-i insaniyedeki o şiddetli aşk-ı bekàdan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu bekà ve bekà için fıtrî, umumî duadır ki, Bâkî-i Zülcelâl, o şedit, sarsılmaz, fıtrî arzuyu, o tesirli, kuvvetli, umumî duayı kabul etmiştir ki, fâni insanlar için bâki bir âlemi halk etmiş.

Hem hiç mümkün müdür ki, Fâtır-ı Kerîm, Hâlık-ı Rahîm, küçük midenin cüz’î arzusunu ve muvakkat bir bekà için lisan-ı hal ile duasını hadsiz envâ-ı mat’umat-ı leziziyenin icadıyla kabul etsin de, umum nev-i beşerin pek büyük bir ihtiyac-ı fıtrîden gelen pek şiddetli bir arzusunu ve küllî ve daimî ve haklı ve hakikatli, kàlli, halli, bekàya dair gayet kuvvetli duasını kabul etmesin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ! Kabul etmemek mümkün değildir. Hem hikmet ve adaletine ve rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakışmaz.

Madem insan bekàya âşıktır; elbette bütün kemâlâtı, lezzetleri, bekàya tâbidir. Ve madem bekà Bâkî-i Zülcelâle mahsustur. Ve madem Bâkînin esmâsı bâkiyedir. Ve madem Bâkînin âyineleri Bâkînin rengini, hükmünü alır ve bir nevi bekàya mazhar olur. Elbette insana en lâzım iş, en mühim vazife, o Bâkîye karşı alâka peydâ etmektir ve esmâsına yapışmaktır. Çünkü Bâkî yoluna sarf olunan herşey bir nevi bekàya mazhar olur.

<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Bâkî: varlığı devamlı olan Allah</TD><TD>Bâkî-i Hakikî: gerçek mânâda varlığı sonsuza kadar devam eden Allah</TD></TR><TR><TD>Bâkî-i Zülcelâl: Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden, sonsuz haşmet sahibi olan Allah</TD><TD>Fâtır-ı Kerîm: sonsuz kerem ve lütuf sahibi olan ve varlıkları benzersiz olarak yoktan yaratan Allah</TD></TR><TR><TD>Hâlık-ı Rahîm: herşeyi yaratan ve herbir varlığa özel rahmet tecellisi olan Allah</TD><TD>adalet: hak sahibine hakkını verme, haksızı cezalandırma</TD></TR><TR><TD>arzu-yu bekà: devamlı ve kalıcı olma arzusu, sonsuz yaşama isteği</TD><TD>aşk-ı bekà: ebedî hayata olan aşk ve sevgi</TD></TR><TR><TD>bekà: devamlılık, kalıcılık</TD><TD>cihet: taraf, yön</TD></TR><TR><TD>cilve-i Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimlerinin varlıklardaki yansıması, görüntüsü</TD><TD>cüz’î: az, küçük, ferdî</TD></TR><TR><TD>daimî: devamlı, sürekli</TD><TD>ebedî: sonsuz</TD></TR><TR><TD>envâ-ı mat’umat-ı leziziye: lezzetli, çeşit çeşit yiyecekler</TD><TD>esmâ: isimler</TD></TR><TR><TD>feryat: bağırıp çağırma</TD><TD>firâk: ayrılık</TD></TR><TR><TD>fâni: geçici olan</TD><TD>fıtrat: yaratılış, mizaç</TD></TR><TR><TD>fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen</TD><TD>hadsiz: sınırsız, sayısız</TD></TR><TR><TD>hakikat: asıl, esas, gerçek mahiyet</TD><TD>halk etmek: yaratmak</TD></TR><TR><TD>hikmet: herşeyin bir fayda ve gayeye yönelik olarak, tam yerli yerinde olma, yaratılma</TD><TD>hâşâ: asla öyle değil</TD></TR><TR><TD>icad: var etme, yaratma</TD><TD>ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen doğal ihtiyaç</TD></TR><TR><TD>işârât: işaretler, belirtiler</TD><TD>kemâlât: kusursuz özellikler, mükemmellikler</TD></TR><TR><TD>kudret: güç, iktidar</TD><TD>kuvve-i vâhime: olmayan birşeyi var gibi gösterme duygusu</TD></TR><TR><TD>kàl: söz</TD><TD>küllî: geniş ve kapsamlı</TD></TR><TR><TD>lisan-ı hal: hal ve beden dili</TD><TD>mahiyet-i insaniye: insanın öz yapısı</TD></TR><TR><TD>mahsus: özgü, has</TD><TD>mazhar: nail olma, erişme</TD></TR><TR><TD>muhabbet etmek: sevmek</TD><TD>muvakkat: geçici </TD></TR><TR><TD>nev: çeşit, tür</TD><TD>nev-i beşer: insanlar</TD></TR><TR><TD>nükte: ince ve derin anlamlı söz</TD><TD>peydâ etme: oluşturma, kazanma</TD></TR><TR><TD>rahmet: şefkat, merhamet, bağış</TD><TD>sarf olunan: harcanan</TD></TR><TR><TD>sebeb-i vücud: varlık sebebi</TD><TD>tevehhüm etmek: sanmak, zannetmek</TD></TR><TR><TD>tevehhüm-ü bekà: sonsuza kadar yaşayacağını sanmak</TD><TD>umum: bütün</TD></TR><TR><TD>umumî: genel</TD><TD>zevâl: geçicilik, yokluk</TD></TR><TR><TD>âlem: dünya, evren</TD><TD>âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Üçüncü Lem'a - Sayfa 43

İşte ikinci يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاق
blank.gif
1
cümlesi bu hakikati ifade ediyor. İnsanın hadsiz mânevî yaralarını tedavi etmekle beraber, fıtratındaki gayet şiddetli arzu-yu bekàyı onunla tatmin ediyor.


ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Şu dünyada zamanın fenâ ve zevâl-i eşyadaki tesiratı gayet muhteliftir. Ve mevcudat ise, mütedahil daireler gibi birbiri içinde iken, hükümleri zeval noktasında ayrı ayrı oluyor.

Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zâhiren birbirine benzer, fakat sür’atte birbirine muhaliftir. Öyle de, insandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir. Meselâ, cismin bekàsı, hayatı, vücudu, bulunduğu bir gün, belki bir saat olduğu ve mazi ve müstakbeli mâdum ve meyyit bulunduğu halde, kalbin hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar daire-i vücudu ve hayatı geniştir. Ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i hayatına ve vücuduna dahildir.

İşte bu istidada binaen, hayat-ı kalbî ve ruhîye medar olan marifet-i İlâhiye ve muhabbet-i Rabbâniye ve ubudiyet-i Sübhâniye ve marziyât-ı Rahmâniye cihetiyle, bu dünyadaki fâni ömür, bâki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve bâki bir ömrü intaç eder ve bâki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer.
blank.gif
2

Evet, Bâkî-i Hakikînin muhabbet, marifet, rızası yolunda bir saniye, bir senedir. Eğer Onun yolunda olmazsa, bir sene bir saniyedir. Belki Onun yolunda bir saniye lâyemuttur, çok senelerdir. Ve dünya cihetinde ehl-i gafletin yüz senesi bir saniye hükmüne geçer.
Meşhur böyle bir söz var ki,سِنَةُ الْفِرَاقِ سَنَةٌ وَسَنَةُ الْوِصَالِ سِنَةٌ Yani, “Firâkın


[NOT]Dipnot-1 Bâkî kalan ancak Sensin, ey Bâkî.
Dipnot-2 bk. Tevbe Sûresi, 9:111.

[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Bâkî-i Hakikî: gerçek mânâda sonsuza kadar varlığı devam eden Allah</TD><TD>arzu-yu bekà: devamlı ve kalıcı olma arzusu, sonsuz yaşama isteği</TD></TR><TR><TD>bekà: sonsuzluk</TD><TD>bâki: devamlı olan, kalıcı</TD></TR><TR><TD>cihet: taraf, yön</TD><TD>cisim: beden</TD></TR><TR><TD>daire-i azîme: büyük daire, alan</TD><TD>daire-i hayat: hayat alanı</TD></TR><TR><TD>daire-i vücud: varlık dairesi</TD><TD>ebedî: sonu olmayan, sonsuz</TD></TR><TR><TD>ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar</TD><TD>fenâ: geçici olma</TD></TR><TR><TD>firâk: ayrılık</TD><TD>fâni: geçici, ölümlü</TD></TR><TR><TD>fıtrat: yaratılış, mizaç</TD><TD>hadsiz: sınırsız, sayısız</TD></TR><TR><TD>hakikat: asıl, esas, gerçek mahiyet</TD><TD>hayat-ı kalbî ve ruhî: kalbin ve ruhun hayatı</TD></TR><TR><TD>intaç etme: sonuç verme</TD><TD>istidad: yetenek</TD></TR><TR><TD>lâyemut: ölümsüz</TD><TD>marifet: Allah’ı tanıma ve bilme</TD></TR><TR><TD>marifet-i İlâhiye: Allah’ı bilme ve tanıma</TD><TD>marziyât-ı Rahmâniye: Allah’ın rızasına uygun olan şeyler</TD></TR><TR><TD>mazi: geçmiş zaman</TD><TD>medar: dayanak noktası, kaynak</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>meyyit: ölü, cenaze</TD></TR><TR><TD>muhabbet: sevgi</TD><TD>muhabbet-i Rabbâniye: Allah sevgisi</TD></TR><TR><TD>muhalif: aykırılık gösteren</TD><TD>mâdum: yok, hiç olmuş</TD></TR><TR><TD>müstakbel: gelecek zaman</TD><TD>mütedahil: iç içe</TD></TR><TR><TD>mütefavit: çeşitli, farklı</TD><TD>nefis: maddî lezzetlere düşkün olan duygu</TD></TR><TR><TD>rıza: memnuniyet, hoşnutluk</TD><TD>sür’at: hız </TD></TR><TR><TD>tazammun etme: içine alma, kapsama</TD><TD>tesirat: tesirler, etkiler</TD></TR><TR><TD>ubudiyet-i Sübhâniye: bütün kusur ve noksanlıklardan uzak olan Allah’a edilen kulluk</TD><TD>zeval: sona erme, yokluk</TD></TR><TR><TD>zevâl-i eşya: varlıkların kaybolup gitmesi</TD><TD>zâhiren: dış görünüş itibariyle</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Üçüncü Lem'a - Sayfa 44

bir saniyesi bir sene kadar uzundur ve visâlin bir senesi bir saniye kadar kısadır.” Ben bu fıkranın bütün bütün aksine diyorum ki:

Visal, yani, Bâkî-i Zülcelâlin rızası dairesinde livechillâh bir saniye visal, değil yalnız böyle bir sene, belki daimî bir pencere-i visaldir. Gaflet ve dalâlet firâkı içinde değil bir sene, belki bin sene, bir saniye hükmündedir. O sözden daha meşhur şu söz var:
اَرْضُ الْفَلاَةِ مَعَ اْلاَعْدَاۤءِ فِنْجَانٌ سَمُّ الْخِيَاطِ مَعَ اْلاَحْبَابِ مَيْدَانٌ
blank.gif
1
hükmümüzü teyid ediyor.

Meşhur evvelki sözün sahih bir mânâsı budur ki: Fâni mevcudatın visâli madem fânidir; ne kadar uzun da olsa yine kısa hükmündedir. Senesi bir saniye gibi geçer, hasretli bir hayal ve esefli bir rüya olur. Bekàyı isteyen kalb-i insanî bir sene visalde, yalnız bir saniyecikte ancak zerre gibi bir zevkini alabilir. Firak ise, saniyesi bir sene değil, senelerdir. Çünkü firâkın meydanı geniştir. Bekàyı isteyen bir kalbe, firak, çendan bir saniye de olsa, seneler kadar tahribat yapar. Çünkü hadsiz firakları ihtar eder. Maddî ve süflî muhabbetler için bütün mazi ve müstakbel firakla doludur.

Şu mesele münasebetiyle deriz: Ey insanlar! Fâni, kısa, faydasız ömrünüzü bâki, uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır; Bâkî-i Hakikînin yoluna sarf ediniz. Çünkü Bâkîye müteveccih olan şey, bekànın cilvesine mazhar olur.

Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekàya âşıktır. Ve madem bu fâni ömrü bâki ömre tebdil eden bir çare var ve mânen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek.

İşte o çare budur: Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. Lillâh, livechillâh, lieclillâh rızası dairesinde hareket ediniz.
blank.gif
2
O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.




[NOT]
Dipnot-1 Düşmanla beraber sahrâ, bir fincan kadar dar; ahbapla beraber iğne deliği, bir meydan kadar geniştir. bk. İbnü’l-Cevzî, el-Müdhiş: 1:385; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 2:246.

Dipnot-2 bk. Tirmizî, Sünnet: 15; Ebû Dâvud, Kıyamet: 60; Müsned: 3:438, 440.

[/NOT]


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Bâkî-i Hakikî: gerçek anlamda varlığı sonsuza kadar devam eden Allah</TD><TD>Bâkî-i Zülcelâl: varlığı sonsuza kadar devam eden ve sonsuz heybet ve haşmet sahibi olan Allah</TD></TR><TR><TD>bekà: devamlılık, kalıcılık</TD><TD>bilfiil: fiilen, uygulamalı olarak</TD></TR><TR><TD>bâki: devamlı ve kalıcı olan</TD><TD>cilve: yansıma</TD></TR><TR><TD>daimî: sürekli</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>esefli: üzüntü ve acı verici</TD><TD>firâk: ayrılık</TD></TR><TR><TD>fâni: geçici olan</TD><TD>fıkra: kısa yazı</TD></TR><TR><TD>gaflet: sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın bildirdiği şeylerden habersiz davranma</TD><TD>hadsiz: sınırsız</TD></TR><TR><TD>hasretli: hasret dolu</TD><TD>iktiza etme: gerektirme</TD></TR><TR><TD>insaniyet: insanlık</TD><TD>kalb-i insanî: insan kalbi</TD></TR><TR><TD>lieclillâh: Allah rızası için</TD><TD>lillâh: Allah için</TD></TR><TR><TD>livechillâh: Allah için</TD><TD>mazhar olma: erişme, ulaşma</TD></TR><TR><TD>mazi: geçmiş zaman</TD><TD>mevcudat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>meyvedar: meyveli</TD><TD>muhabbet: sevgi</TD></TR><TR><TD>münasebet: ilişki, bağlantı</TD><TD>müstakbel: gelecek zaman</TD></TR><TR><TD>müteveccih olma: yönelme</TD><TD>pencere-i visal: kavuşmayı sağlayan pencere</TD></TR><TR><TD>rıza: memnuniyet, hoşnutluk</TD><TD>sahih: doğru, sağlıklı</TD></TR><TR><TD>sarf etme: kullanma, harcama</TD><TD>sukut etmek: düşmek, alçalmak, işlevini yitirmek</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, görünüş</TD><TD>süflî: alçak</TD></TR><TR><TD>tahribat: yıkıp bozma işlemleri</TD><TD>tebdil etmek: değiştirmek </TD></TR><TR><TD>tevfik-i hareket: uygun hareket</TD><TD>teyid etmek: desteklemek</TD></TR><TR><TD>visâl: ulaşma, kavuşma</TD><TD>zerre: atom</TD></TR><TR><TD>çendan: gerçi</TD></TR></TBODY></TABLE><TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Üçüncü Lem'a - Sayfa 45

Bu hakikate işareten, Leyle-i Kadir gibi birtek gece, seksen küsur seneden ibaret olan bin ay hükmünde olduğunu, nass-ı Kur’ân gösteriyor.
blank.gif
1
Hem bu hakikate işaret eden, ehl-i velâyet ve hakikat beyninde bir düstur-u muhakkak olan “bast-ı zaman” sırrıyla, çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı Miraç, bu hakikatin vücudunu ispat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor. Miracın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs’ati ve ihatası ve uzunluğu vardır. Çünkü, o, Miraç yolunda bekà âlemine girdi. Bekà âleminin birkaç dakikası, şu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir.


Hem şu hakikate bina edilen beyne’l-evliya kesretle vuku bulmuş olan bast-ı zaman hadiseleridir. Bazı evliya bir dakikada bir günlük işi görmüş, bazıları bir saatte bir sene vazifesini yapmış, bazıları bir dakikada bir hatme-i Kur’âniyeyi okumuş olduklarını rivayet edip ihbar ediyorlar. Böyle ehl-i hak ve sıdk, bilerek kizbe elbette tenezzül etmezler. Hem o derece hadsiz ve kesretli bir tevatürle bast-ı zaman HAŞİYE-1 hakikatini aynen müşahede ettikleri medar-ı şüphe olamaz.

Şu bast-ı zaman, herkesçe musaddak bir nev’i, rüyada görünüyor. Bazan bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, geçirdiği ahvâli, konuştuğu sözleri, gördüğü lezzetleri veya çektiği elemleri görmek için, yakaza âleminde bir gün, belki günler lâzımdır.

Elhasıl: İnsan çendan fânidir; fakat bekà için halk edilmiş ve bâki bir Zâtın âyinesi olarak yaratılmış ve bâki meyveleri verecek işleri görmekle tavzif edilmiş ve bâki bir Zâtın bâki esmâsının cilvelerine ve nakışlarına medar olacak bir suret verilmiştir. Öyleyse, böyle bir insanın hakikî vazifesi ve saadeti, bütün cihazatı


[NOT]
Dipnot-1 bk. Kadir Sûresi, 97:3.
Haşiye-1 قَالَ قاَئِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ [“İçlerinden söze başlayan biri, ‘Bu halde ne kadar kaldık?’ diye sordu. ‘Bir gün, yahut daha da az’ dediler.” Kehf Sûresi, 18:19] âyetiyleوَلَبِثُوا فِىكَهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَاَزْدَادُوا تِسْعًا âyetiyle [“Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar, buna dokuz yıl daha kattılar.” Kehf Sûresi, 18:25] âyeti tayy-ı zamanı gösterdiği gibi, وَاِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ[ “Rabbinin katında bir gün, sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir.” Hac Sûresi, 22:47] âyeti de bast-ı zamanı gösterir.

[/NOT]

<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Leyle-i Kadir: Kadir Gecesi</TD><TD>Zât: Allah</TD></TR><TR><TD>ahvâl: hâller, durumlar</TD><TD>bast-ı zaman: zamanın uzaması, bereketlenmesi; az bir zamanda çok uzun bir zaman yaşamış gibi olmak</TD></TR><TR><TD>bekà: devamlılık, kalıcılık</TD><TD>beyne’l-evliya: Allah’ın sevgili kulları arasında</TD></TR><TR><TD>bilfiil: fiilen, uygulamalı olarak</TD><TD>bina etme: üzerine kurma</TD></TR><TR><TD>bâki: devamlı, kalıcı</TD><TD>cilve: görünme, yansıma</TD></TR><TR><TD>düstur-u muhakkak: kesinlik kazanmış kural</TD><TD>ehl-i hak: hak ve doğru yolda olan kimseler</TD></TR><TR><TD>ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları</TD><TD>elhasıl: özet olarak</TD></TR><TR><TD>esmâ: isimler</TD><TD>fâni: geçici, ölümlü</TD></TR><TR><TD>hadise: olay</TD><TD>hadsiz: sayısız</TD></TR><TR><TD>halk edilmek: yaratılmak</TD><TD>hatme-i Kur’âniye: Kur’ân-ı Kerimi baştan sona okuyup bitirme</TD></TR><TR><TD>haşiye: dipnot</TD><TD>ihata: içine alma, kapsama</TD></TR><TR><TD>ihbar etmek: haber vermek</TD><TD>kesret: çokluk</TD></TR><TR><TD>kizb: yalan söyleme, uydurma</TD><TD>medar: dayanak noktası</TD></TR><TR><TD>medar-ı şüphe: şüphe kaynağı</TD><TD>musaddak: onaylanmış</TD></TR><TR><TD>müşahede etmek: gözlemlemek</TD><TD>nass-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açık ve kesin hükmü</TD></TR><TR><TD>nev: çeşit</TD><TD>rivayet: nakletme</TD></TR><TR><TD>saadet: mutluluk</TD><TD>suret: biçim, görünüş</TD></TR><TR><TD>sıdk: doğruluk</TD><TD>tavzif etmek: görevlendirmek</TD></TR><TR><TD>tayy-ı zaman: zamanın katlanması; çok uzun zamanı kısa bir zamanda yaşama</TD><TD>tazammun etme: içine alma, kapsama</TD></TR><TR><TD>tenezzül etmek: aşağı seviyeye düşmek, alçalmak</TD><TD>tevatür: yalanda birleşmeleri imkânsız olan topluluğun verdiği haber</TD></TR><TR><TD>vuku bulmak: meydana gelmek</TD><TD>vücud: varlık</TD></TR><TR><TD>vüs’at: genişlik</TD><TD>yakaza: uyanıklık hali</TD></TR><TR><TD>zaman-ı Miraç: Miracın gerçekleştiği zaman</TD><TD>âlem: dünya, kâinat</TD></TR><TR><TD>çendan: gerçi</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Üçüncü Lem'a - Sayfa 46

ve istidadatıyla o Bâkî-i Sermedînin daire-i marziyâtında esmâsına yapışıp, ebed yolunda o Bâkîye müteveccih olup gitmektir. Lisanı
يَا بَاقِۤى أَنْتَ الْبَاقِى
blank.gif
1
dediği gibi, kalbi, ruhu, aklı, bütün letâifi

هُوَ الْبَاقِى هُوَ اْلاَزَلِىُّ اْلاَبَدِىُّ هُوَ الْسَّرْمَدِىُّ هُوَ الدَّائِمُ هُوَ الْمَطْلُوبُ هُوَ الْمَحْبُوبُ هُوَ الْمَقْصُودُ هُوَ الْمَعْبُودُ
blank.gif
2
demeli.



سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
3

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَاۤ اِنْ نَسِينَاۤ اَوْ اَخْطَاْنَا
blank.gif
4


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]
Dipnot-1 Bâkî kalan ancak Sensin, ey Bâkî.

Dipnot-2 Varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî Odur; başlangıcı olmayan Ezelî ve sonu olmayan Ebedî Odur; Varlığı sürekli olan Daimî ve rızasına kavuşmak istenen Matlup Odur; sevilen Mahbub Odur; cemâliyle ve rızasıyla müşerref olunmak en büyük gaye olan Maksûd Odur; Kendisine ibadet ve mânevî kulluk hediyeleri takdim edilen Mâbûd Odur.

Dipnot-3 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-4 “Ey Rabbimiz, unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.
[/NOT]






<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Bâkî: varlığı devamlı ve kalıcı olan Allah</TD><TD>Bâkî-i Sermedî: varlığı sonsuz ve sürekli olan Allah</TD></TR><TR><TD>cihazat: organlar, donanım</TD><TD>daire-i marziyât: Allah’ın rızası dairesindeki şeyler</TD></TR><TR><TD>ebed: sonsuzluk</TD><TD>esmâ: isimler</TD></TR><TR><TD>istidadat: kabiliyetler, meziyetler</TD><TD>letâif: insan ruhundaki ince duygular ve ruhun dış dünyaya bakan pencereleri</TD></TR><TR><TD>müteveccih olmak: yönelmek</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 
Üst