Tevekkül Hakında

Ahmet.1

Well-known member
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. "Tevekkeltü alallah" der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak'ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennet'e uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i safilîne çeker. Demek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telakki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak'tan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnetdar olmaktan ibarettir.

Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer:
Vaktiyle iki adam hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup nezaret eder. Diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi: "Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et." O dedi: "Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi' olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim." Yine ona denildi: "Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi eğer seni bu halde görse, ya divanedir diye seni tardedecek. Ya haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapis edilsin, diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünki ehl-i dikkat nazarında, za'fı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyayı ve zilleti gösteren tasannuun ile kendini halka mudhike yaptın. Herkes sana gülüyor." denildikten sonra o bîçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. "Oh!.. Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum." dedi.

İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekavet-i uhreviyeden ve tazyikat-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.



Said Nursi


Hâdisat: Hadiseler, olaylar.
Tevekkeltü alallah: Allah’a(cc) tevekkül ettim, Allah’a(cc) güvendim ve sığındım.
Sefine-i hayat: Hayat gemisi.
Kemal-i emniyet: Tam bir emniyet, tam ve mükemmel bir güven.
Dağlarvari: Dağlar gibi.
Seyran: Gezme, gezinme.
Kadîr-i Mutlak: Sınırsız ve sonsuz kudret sahibi Allah(cc).
Yed-i kudret: Kudret eli, güç ve kuvvet eli.
Berzah: Ölenlerin ruhlarının kıyamete kadar kaldıkları alem.
İstirahat: Rahatlamak, dinlenme.
Saadet-i ebediye: Ebedi saadet, bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Tevekkül: Allah’a(cc) güvenmek, Allah’a(cc) dayanmak, yapılması gerekenleri elinden geldiğince yapıp gerisini Allah’a(cc) bırakma.
Esfel-i safilîn: Alçakların en alçağı, aşağıların en aşağısı.
Tevhid: Birleme, birlik, bir tek Allah’tan(cc) başka ilah olmadığına inanmak.
Saadet-i dareyn: İki dünya saadeti, dünya ve ahiret mutluluğu.
İktiza: Gerekme, lazım gelme.
Esbab: Sebepler.
Dest-i kudret: Allah’ın(cc) sonsuz güç ve kuvveti.
Riayet: Uyma, hürmet etme, saygı gösterme.
Teşebbüs: Girişimde bulunma, girişim, başvurma, girişme.
Nevi: Çeşit, tür.
Dua-i fiilî: Fiili dua, Yani: istenilen şeyin sebeplerini yerine getirmeye çalışmak.
Telakki: Kabul etmek, karşılamak. Kişisel anlayış ve görüş.
Müsebbebat: Neticeler, sebeplerin sonuçları.
Minnetdar: İyiliklere karşı şükür hissi içinde olmak.
İbaret: Meydana gelmiş.


Misaller: Örnekler.
Sefine: Gemi.
Nezaret: Bakma, gözetme, kontrol.
Ahmak: Pek akılsız, sersem, anlayışsız.
Mağrur: Gururlu, kibirli, kendini beğenen, kendine güvenen.
Zayi': Kayıp, ziyan.
Muhafaza: Koruma.
Sefine-i sultaniye: Padişahın gemisi.
Ziyade: Fazla, çok.
Tâkat: Güç, kuvvet.
Divane: Deli.
Tard: Kovma.
İttiham: Suçlama.
İstihza: Alay etme, gülünç duruma düşürme.
Ehl-i dikkat: Dikkat ehli, dikkatliler, inceleyenler.
Za'fı: Zayıflığı.
Tekebbür: Kibirlenmek, büyüklenmek, kendini büyük görmek.
Acz: Güçsüzlük, kuvvetsizlik.
Riya: Gösteriş, iki yüzlülük.
Zillet: Aşağılık, alçaklık.
Tasannu: Sun’i hareket, yapmacık hareket.
Mudhike: Gülünç şey, gülünecek şey, maskara.
Bîçare: Çaresiz.


Hâdise: Olay.
Hodfüruş: Kendini beğendirmeye çalışan, öğünen.
Şekavet-i uhreviye: Ahiretle ilgili her türlü bela, kötülük ve sıkıntılara düşmek.
Tazyikat-ı dünyeviye: Dünyanın baskıları ve sıkıntıları.
 

Ahmet.1

Well-known member
İkinci Lem'a / 5. Nükte 'den

İkinci Mes'ele:
Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ: Gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehacüm göstermeleri, lâkayd kaldıkça dağılmaları gibi; maddî musibetlere de büyük nazarıyla ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesedden geçerek kalbde de kökleşir, bir manevî musibeti dahi netice verir; ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazaya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi maddî musibet hafifleşe hafifleşe kökü kesilmiş ağaç gibi kurur gider. Bu hakikatı ifade için bir vakit böyle demiştim:

Bırak ey bîçare feryadı, beladan kıl tevekkül.

Zira feryad bela-ender, hata-ender beladır bil.

Eğer bela vereni buldunsa, safa-ender, atâ-ender beladır bil.

Eğer bulmazsan bütün dünya cefa-ender, fena-ender beladır bil.

Cihan dolu bela başında varken, ne bağırırsın küçük bir beladan, gel tevekkül kıl!

Tevekkül ile bela yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.


Nasılki mübarezede müdhiş bir hasma karşı gülmekle; adavet musalahaya, husumet şakaya döner, adavet küçülür mahvolur. Tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.
 

Ahmet.1

Well-known member
İ'lem Eyyühel-Aziz!

Nefis daima ızdırablar, kalâklar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor. Hükm-ü Kadere razı olmuyor. Halbuki şemsin tulû' ve gurubu muayyen ve mukadder olduğu gibi, insanın da bu dünyada tulû' ve gurubu ve sair mukadderatı, kalem-i kader ile cebhesinde yazılıdır. İsterse başını taşa vursun ki, o yazıları silsin; fakat başı kırılır, yazılara bir şey olmaz hâ!

Ve illâ muhakkak bilsin ki: Semavat ve Arz'ın haricine kaçıp kurtulamayan insan, Hâlık-ı Külli Şey'in rububiyetine muhabbetle rıza-dâde olmalıdır.


Mesnevi-i Nuriye
 

Ahmet.1

Well-known member
Madem bizi çalıştıran Hâlıkımız Rahîm ve Hakîm'dir; başa gelen herşeyi rıza ile, sevinç ile, rahmetine, hikmetine itimad ile karşılamalıyız. Şuâlar
 

Ahmet.1

Well-known member
Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi "Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler" de, pencerelerden seyret, içlerine girme.- Mektubat
 
Üst