"Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!" diyerek imana gelmişler.

Ahmet.1

Well-known member
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: "Ben, şu kâinat Hâlıkının meb'usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer'e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor." Ve hâkeza.. yüzer mu'cizatı böyle göstermiştir.
Resul-i Ekrem: En değerli ve en üstün , en şerefli peygamber (Hz. Muhammed(asm)).
Aleyhissalâtü Vesselâm: Salât ve selâm O'nun üzerine olsun.
Kâinat: Yaratılan bütün varlıklar, evren.
Hâlık: Yaratıcı Allah(cc).
Meb'us: Elçi, Allah(cc) tarafından gönderilen, peygamber.
Müstemir: Devamlı, sürekli, değişmez, devam eden.
Kamer: Ay.
Taam: Yemek.
Hâkeza: Bunlar gibi, bunun gibi.
Mu'cizat: Mucizeler.


Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu'cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef'ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sîmasını görmekle, "Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!" diyerek imana gelmişler.
Delail-i sıdk: Doğruluğun delilleri.
Berahin-i nübüvvet: Peygamberlik delilleri.
Münhasır: Mahsus, sınırlı, ait.
Ehl-i dikkat: Dikkatliler, inceleyenler.
Harekât: Hareketler.
Ef'al: Fiiller, işler.
Ahval: Haller, vaziyetler.
Akval: Sözler.
Etvar: Tavırlar, durumlar, davranışlar.
Sîret: Ahlâk.
Suret: Biçim, görünüş, tarz.
Sıdk: Doğruluk, doğru olma.
Ülema-i Benî İsrailiye: Yahudi alimleri.
Zât-ı Ekrem: En kerim olan zat, en cömert ve iyiliksever olan kişi.
Sîma: Yüz, çehre, görünüş.


Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Cevap: "Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!" diyerek imana gelmişler.

Allah'ı sevmek, onun marziyatını yapmaktır. Marziyatı ise, en mükemmel bir surette Zât-ı Muhammediyede (A.S.M.) tezahür ediyor. Lem'alar
 

Ahmet.1

Well-known member
Cevap: "Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!" diyerek imana gelmişler.

İşte o zat, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihayenin kâşifi ve ilancısı ve saltanat-ı rububiyetin mehasininin dellâlı, seyircisi ve künuz-u esma-i İlahiyenin keşşafı, göstericisi olduğundan; böyle baksan –yani ubudiyeti cihetiyle– onu bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insaniyet, en nurani bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin. Şöyle baksan –yani risaleti cihetiyle– bir bürhan-ı Hak, bir sirac-ı hakikat, bir şems-i hidayet, bir vesile-i saadet görürsün. Sözler
 
Üst