Sözler 8. Ders - Tükenmez Bir Hazine: Rahmet

Huseyni

Müdavim
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Eser:
Sözler/On Dördüncü Lem'a'nın İkinci Makamı/Altıncı Sır
Konu: Rahmete Ulaşmanın Çaresi; Sünnet-i Seniyyeye Tebaiyettir ve Salavattır.


Açıklamalı risale derslerimiz devam ediyor.


  • Derslerimize herkes katılabilir.
  • Soru sorabilir veya sorulan sorulara cevap verebilir.
  • Ders anlayışımız; "biz biliyoruz, öğretiyoruz" değil, "anladığımızı paylaşıyoruz." şeklindedir.
  • Açıklamalı dersler, birkaç yöneticinin kendi tekelinde gibi algılanmamalı.
  • Yöneticiler derslerin sadece takibini ve seri olarak açma vazifelerini üstlenmekteler.
  • Bunun dışında dersin gidişatı herkese açıktır.
  • Bundan dolayı bütün kardeşlerimizin derslere iştirak etmelerini arzu ediyoruz.

Selam ve dua ile.


[BILGI]ALTINCI SIR

Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçare insan! Rahmet ne kadar kıymettar bir vesile ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki:

O rahmet, öyle bir Sultan-ı Zülcelâle vesiledir ki, yıldızlarla zerrat beraber olarak, kemâl-i intizam ve itaatle beraber ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o Zât-ı Zülcelâlin ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-yı zâtîsi var. Ve istiğnâ-yı mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i Ale’l-Itlaktır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celâline karşı tezellüldedir.

İşte rahmet seni, ey insan, o Müstağnî-yi Ale’l-Itlak’ın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve O'na dost yapar ve O'na muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir.

Fakat nasıl sen güneşe yetişemiyorsun, çok uzaksın, hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat güneşin ziyası, güneşin aksini, cilvesini, senin âyinen vasıtasıyla senin eline verir. Öyle de, o Zât-ı Akdese ve o Şems-i Ezel ve Ebede biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat Onun ziya-yı rahmeti Onu bize yakın ediyor.

İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî, tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmasının çaresi, rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten li’l-Âlemîn ünvanıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmeten li’l-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise, salâvattır.

Evet, salâvatın mânâsı rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duası olan salâvat ise, o Rahmeten li’l-Âlemînin vüsulüne vesiledir.[SUP][SUP]1[/SUP] [/SUP] Öyle ise, sen salâvatı kendine, o Rahmeten li’l-Âlemîne vesile yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmân’a vesile ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li’l-Âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir kesretle, rahmet mânâsıyla salâvat getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir surette ispat eder.

Elhasıl: Hazine-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillâhirrahmânirrahîm’dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvattır.


اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ اَسْرَارِ « بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ » صَلِّ وَسَلَّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَبِحُرْمَتِهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ وَارْحَمْناَ رَحْمَةً تُغْنِيناَ بِهَا عَنْ رَحْمَةِ مَنْ سِوَاكَ مِنْ خَلْقِكَ اٰمِينَ[SUP][SUP]2[/SUP] [/SUP]

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ[SUP][SUP]3[/SUP]



[/SUP]
[SUP]1[/SUP] : Peygamber Efendimiz’e (a.s.m.) salât ü selâm getirmenin faziletine dair bk. Ahzâb Sûresi, 33:56
[SUP]2[/SUP] : Allahım! “Bismillâhirrahmânirrahîm”in hakkı için, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve bütün âl ve ashabına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır bir şekilde salât ve selâm et. Bize de, Senden gayrı, Senin mahlûkatından hiç kimsenin merhametine muhtaç olmayacağımız bir rahmet ile merhamet et.
[SUP]3[/SUP] : “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm ve Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.



Sözler[/BILGI]


[TAVSIYE]Diğer Sözler dersleri: Sözler
Diğer açıklamalı dersler: Risale Açıklamalı[/TAVSIYE]
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçare insan! Rahmet ne kadar kıymettar bir vesile ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki: [/NOT]

İnsan nihayetsiz aciz ve fakir olduğundan en muhtaç olduğu şey rahmettir. Öyle ise her insan, Rabbinin rahmet ve merhametini nasıl celbeder, bunun vesilelerini aramak durumundadır. Aksi takdirde rahmet ve şefkat beklediği kişilerden tahkir görmeye mecbur kalacaktır. İnşaallah bu derste rahmete mazhariyete giden yolların neler olduğu üzerinde durmaya gayret göstereceğiz. Tüm kardeşlerimizin de derse katkılarını bekliyoruz.
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]O rahmet, öyle bir Sultan-ı Zülcelâle vesiledir ki, yıldızlarla zerrat beraber olarak, kemâl-i intizam ve itaatle beraber ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o Zât-ı Zülcelâlin ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-yı zâtîsi var. Ve istiğnâ-yı mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i Ale’l-Itlaktır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celâline karşı tezellüldedir.[/NOT]


Zerrelerden yıldızlara kadar bütün kainat bir nizam ve intizam içindedir. Bir dayanışma, yardımlaşma, birbirinin ihtiyacına cevap verme halindedir. Bir kelebeğin, bir böceğin rızkı bu dayanışma ile direkt alakalıdır. Mesela güneş olmazsa hayat sahibi olan canlıların büyük çoğunluğu rızıklanamaz. Hava olmazsa, su olmazsa hiçbir canlı rızıklanamaz, canlı diye birşeyden bahsedilemez. O halde küçük bir hayvanın bile rızkı için koca kainat işlettiriliyor, birbirinin halini ve ihtiyacını biliyor gibi bir surette vazifelerini ihmal etmiyorlar. Bu hal Rabbimizin sonsuz kudret ve rahmetinin bir tezahürüdür.

[TAVSIYE]Şu kâinattaki mevcudatın birbirine teâvünü, tecavübü, tesanüdü gösterir ki, umum mahlûkat birtek Mürebbînin terbiyesindedirler, birtek Müdebbirin idaresindedirler, birtek Mutasarrıfın taht-ı tasarrufundadırlar, birtek Seyyidin hizmetkârlarıdırlar.

Çünkü, zemindeki zîhayatları levazımat-ı hayatiyeyi emr-i Rabbânî ile pişiren güneşten ve takvimcilik eden kamerden tut, tâ ziya, hava, mâ, gıdanın zîhayatların imdadına koşmalarına
ve nebâtâtın dahi hayvânâtın imdadına koşmalarına
ve hayvânat dahi insanların imdadına koşmalarına,
hattâ âzâ-yı bedenin birbirinin muavenetine koşmalarına
ve hattâ gıda zerrâtının hüceyrât-ı bedeniyenin imdadına koşmalarına kadar

câri olan bir düstur-u teâvün ile, câmid ve şuursuz olan o mevcudat-ı müteâvine,
bir kanun-u kerem, bir namus-u şefkat, bir düstur-u rahmet altında,
gayet hakîmâne, kerîmâne birbirine yardım etmek,
birbirinin sadâ-yı hâcetine cevap vermek,
birbirini takviye etmek,

elbette, bilbedâhe, birtek, yektâ,
Vâhid-i Ehad,
Ferd-i Samed,
Kadîr-i Mutlak,
Alîm-i Mutlak,
Rahîm-i Mutlak,
Kerîm-i Mutlak
bir Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun hizmetkârları ve memurları ve masnuları olduklarını gösterir.


Sözler[/TAVSIYE]
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]İşte rahmet seni, ey insan, o Müstağnî-yi Ale’l-Itlak’ın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve O'na dost yapar ve O'na muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. [/NOT]

Allahın rahmeti sayesinde Ona dost ve muhatap oluyor ve huzuruna çıkıyoruz. Aslında her anımız Onun huzurunda bulunmaktır. Çünkü kainat, mülk her şey Onundur. Bizi seviyor, bize şefkat ediyor, bizi muhatap kılıyor ki mülkünden istifade ettiriyor. Hatta bu rahmetten kafirler dahi istifade ediyorlar rızık cihetinde. Bilhassa namazlarla bu muhatablık zirveye çıkıyor. Sevgili bir abd vaziyetine giriyoruz kıyamda, rükuda ve secdede bulunmakla..
 

teblið

Vefasýz
Şu hadsiz kainatı şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedahe, yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlukatı terbiye eden, bilbedahe, yine rahmettir.

Ve bir ağacın bütün hey'etiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kainatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muâvenetine koşturan, bilbedahe, rahmettir.

Ve bu hadsiz fezayı ve boş ve hali alemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu fani insanı ebede namzed eden ve ezeli ve ebedî bir zâta muhatap ve dost yapan, bilbedahe, rahmettir.


Hiç olurmuydu Rahmetin en büyüğünün yegane sahi Cenabı Allah Sonsuz inayet ve kerem sahibi birisinin, insanlığı ve mahlukatı yokluk kuyusuna atması...

Allah’ın yardımı, inayeti, affetmesi gibi cemal tecellilerinin menbaı rahmettir. Yani Allah rahmet sahibi olduğundan yardım eder, ihsan eder, bağışlar
 
Son düzenleme:

Huseyni

Müdavim
[NOT]Fakat nasıl sen güneşe yetişemiyorsun, çok uzaksın, hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat güneşin ziyası, güneşin aksini, cilvesini, senin âyinen vasıtasıyla senin eline verir. Öyle de, o Zât-ı Akdese ve o Şems-i Ezel ve Ebede biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat Onun ziya-yı rahmeti Onu bize yakın ediyor.[/NOT]

Güneş dünyamızdan milyonlarca km. uzaklıkta olduğu halde, eşyanın kabiliyetine göre tecellisiyle bizzat eşyanın içinde bulunabiliyor. Mesela gözbebeğimizin içinde bulunabiliyor. Ya da bir damla suya mukabil geldiğinde, suyun içinde, hem sıcaklığının tesiriyle ve hem de ışığıyla bulunuyor. Bir damla suya suyun kendisinden daha yakın olabiliyor. Peki nasıl oluyor ? Zatı ile değil bizzat sıfatlarıyla bulunuyor. Yani damlacık diyor ki; güneş ısıtıcı bir özelliğe sahiptir. Aynı zamanda güneş aydınlatıcı bir özelliğe de sahiptir ve güneşin şeffafiyeti vardır ki bana benden daha yakındır. Damlacık güneşin bu yakınlığına bakıp "ben de güneşe yakınım" diyemez. Çünkü yakınlığı güneşe değil, onun sıfatlarınadır. Zira güneş zatıyla bir damlanın içine yerleşemez.


Cenab-ı Hak'ta cc. bize bizden daha yakın. Mesela bedenimizin içinde olandan bitenden haberdar değiliz. Bütün vücut sistemlerimizi kendi irademiz dışında çalıştıran bir Rabbimiz var. Ama bizzat vücudumuzun içinde bulunmuyor. Çünkü Allah cc. mekandan münazzehtir. Aynen güneş misal, isim ve sıfatlarıyla bize bizden daha yakın bulunuyor. Mesela yediğimiz bir yemeğin ihtiyaç olan kısmını Adl, Alim gibi isimlerle gerekli olan yerlere dağıtıyor. Kalbimize bir hoşluk, rahatlık geldiğinde Rahim ismi tecelli ediyor. Yani bütün bedenimizde Allah'ın isim ve sıfatları her an faaliyet halinde. Ancak Allah bizzat zatı ile bedenimizde bulunmadığından, biz ona yakınlık dava edemeyiz..Fakat yine de bizim de Ona yakın olabileceğimiz bir vesile var. O vesile de Rabbimizin ziya-yı rahmeti..
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî, tükenmez bir hazine-i nur buluyor.[/NOT]


Rabbimizi bize muhatap yapan Onun rahmetidir. Bu rahmeti bulmakla Onun cc. sonsuz nur hazinelerinden istifade ediyoruz. Buradaki "tükenmez bir hazine-i nur buluyor" ne olabilir diye kısa bir araştırma yaptım. Elhamdülillah burası çıktı:

[TAVSIYE]Nasıl ki cin ve ins adedince selâma lâyık
ve cin ve ins adedince umumî tecdid-i bîatı takdim ediyoruz.
Öyle de, semâvat ehli adedince,
hazine-i rahmetten, herbirinin namına bir salâta lâyıktır.
Çünkü getirdiği nurla herbir şeyin kemâli görünür
ve herbir mevcudun kıymeti tezahür eder
ve herbir mahlûkun vazife-i Rabbâniyesi müşahede olunur
ve herbir masnudaki makasıd-ı İlâhiye tecellî eder.


Lem'alar[/TAVSIYE]
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî, tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmasının çaresi, rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten li’l-Âlemîn ünvanıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmeten li’l-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise, salâvattır.[/NOT]


İnsanı rahmete ulaştıran silsileyi görüyoruz bu satırlarda. Efendimiz aleyhissalatü vesselama getirdiğimiz salavatlar, bize Ona a.s.m. tabi olmanın ve sünnetine uymanın yolunu açıyor. Sünnetine uyduğumuz ve tabi olduğumuzda da Allah'ın rahmetini celbediyoruz. Çünkü ayet-i kerimede diyor: “ De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin“, Al-i İmran / 31. Allahın rahmetini celbetmekle de tükenmez nur hazineleri bulmuş oluyoruz. Ebedi, tükenmez nur hazinelerine ayrıca parantez açmak lazım, neler olabilir acaba ? Allahın cc. rahmetinde nasıl ebedi ve tükenmez nur hazineleri bulunuyor ?
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Evet, salâvatın mânâsı rahmettir.[/NOT]

Salavatın manası neden rahmet ? Çünkü rahmet Peygamberine (aleyhissalatü vesselam) dua ediyoruz. Çünkü ayet diyor:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ "(Ey Resûlüm!) (Biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik." Enbiya 107

Rahmet peygamberine getirilen salavat nasıl rahmet olmasın ? Rahmetin vesilesinin vesilesi olan yol da rahmettir.


[NOT]Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duası olan salâvat ise, o Rahmeten li’l-Âlemînin vüsulüne vesiledir.[SUP][SUP]1[/SUP] [/SUP] Öyle ise, sen salâvatı kendine, o Rahmeten li’l-Âlemîne vesile yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmân’a vesile ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li’l-Âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir kesretle, rahmet mânâsıyla salâvat getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir surette ispat eder.[/NOT]



Evet salavat bir rahmet duası. Peygamberimiz aleyhissalatü vesselam mücessem bir rahmet. Yani rahmetin vücud giymiş bir misali. Nasıl ki yağmura rahmet denir, öyle de Efendimiz aleyhissalatü vesselam aynı rahmetin en aşikar tezahürüdür. Hatta bir kudsi hadiste: لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلأَفْلاَكَ “Sen olmasaydın ben âlemleri yaratmazdım.” Ali el-Kâri, Şerhü’ş-Şifâ: 1:6; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 2:164. deniyor. Yani o olmasaydı, güneşte olmazdı, yağmurda olmazdı..


Salavat rahmet Peygamberine (a.s.m.) bir dua olduğu gibi, kendimiz içinde bir dua hükmünü taşıyor. Onun (asm.) dualarına amin demiş oluyoruz salavat getirmekle. Onun (a.s.m.) duası bütün ümmetini içine alıyor. Yani kendisi (a.s.m.) için istediği her ne var ise, bizim (ümmeti) içinde aynı şeyleri istiyor. Yani Efendimizin (aleyhissalatü vesselam) duası bizim duamız oluyor ve daha makbul bir dille dua etmiş oluyoruz bu sayede. Hem Onun (asm.) duasına amin diyen bütün ümmetin de dualarına ortak oluyoruz. Hatta hiç başka dua etmeyip, duaya ayırdığımız vakti sırf salavat okumakla geçirsek, bütün sıkıntılarımız ve günahlarımız için dua etmiş olmakla müjdeleniyoruz. Bir hadis-i şerifte:

Bir gün Ubey b. Ka'b -radıyallâhu anh- Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e sordu:
"- Yâ Rasûlallâh! Ben sana çok salavât-ı şerîfe getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir?".
"- Dilediğin kadar yap." buyurdu.
"- Duâlarımın dörtte birini salavât-ı şerîfeye ayırsam uygun olur mu?" diye sordum.
"- Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur." buyurdu.
"- Öyleyse duâmın yarısını salavât-ı şerîfeye ayırayım." dedim.
"- Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur." buyurdu.
Ben yine:
"- Şu hâlde üçte ikisi yeter mi?" diye sordum.

"- İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için iyi olur." buyurdu.
"- Öyleyse duâya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavât-ı şerîfe getirsem nasıl olur?" deyince:
"- O takdirde Allâh bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar." buyurdu." (Tirmizî, Kıyâmet, 23)



[TAVSIYE]Evet münacat-ı Ahmediye (A.S.M.) zamanından şimdiye kadar bütün ümmetin bütün salâtları ve salavatları onun duasına bir âmîn-i daimî ve bir iştirak-i umumîdir. Hattâ ona getirilen herbir salavat dahi, onun duasına birer âmîndir ve ümmetinin herbir ferdi, her bir namazın içinde ona salât ü selâm getirmek ve kametten sonra Şafiîlerin ona dua etmesi; onun saadet-i ebediye hususundaki duasına gayet kuvvetli ve umumî bir âmîndir. İşte bütün beşerin fıtrat-ı insaniyet lisan-ı haliyle, bütün kuvvetiyle istediği beka ve saadet-i ebediyeyi; o nev-i beşer namına Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) istiyor ve beşerin nuranî kısmı, onun arkasında âmîn diyorlar. Acaba hiç mümkün müdür ki, şu dua kabule karîn olmasın?

Sözler[/TAVSIYE]

Elhasıl; Efendimiz aleyhisalatü vesselama yapmış olduğumuz salavat duası, Allahın da cc. da rahmetine bir vesile oluyor.


 
Son düzenleme:

Huseyni

Müdavim
[NOT]Elhasıl: Hazine-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillâhirrahmânirrahîm’dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvattır.[/NOT]


Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam için, Rabbimizin rahmet hazinelerinin en kıymettar pırlantası ve o hazinenin kapıcısı ifadesini kullanmış Üstad Hazretleri. Yani Allahın rahmetinden azami istifade isteyen Ona (sav) müracaat etmeli. Yie bu hazinenin en birinci anahtarı da Bismillahirrahmanirrahim'dir. Geçmiş Birinci Sözde ve altı sırda bu hakikat geniş şekilde izah edilmiş. Yani yeryüzünde hem Allahın adıyla hareket etmek, hem Onun cc. kainattaki rahmet eserlerini okumakla insan o hazinenin kapılarını aralayabilir. Ancak yine de Allah cc. kullarının o rahmetten azami şekilde istifade edebilmeleri için, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed sallallahü aleyhi vesellemi bir vesile kılmış. Çünkü O (sav) Bismillahirrahmanirrahimin sırlarına beşer olarak, en vakıf olan ve o sırlar kendinden en bariz şekilde tezahür eden ALLAH cc. ın mümtaz kıldığı bir şahsiyettir. Bu yüzden Ona (asm) şefkat peygamberi diyoruz. Madem getirdiğimiz salavatlar Onun (sav) dualarına da bir amin hükmünü taşımaktadır. Öyleyse o sırlara ve rahmete liyakat kazanmanın en kolay yolu, Ona (sav) salavat getirmektir. Çünkü Allah Habibini (sav) sever. Habibini sevdiği gibi Ona itaati emreder. Ve en çokta Onu (sav) sevenleri sever. Kısacası, Allahın rahmetine giden yol, Rahmet Peygamberi olan Efendimize (asm) getirilen (rahmet duası olan) salavatla açılır..
 

Huseyni

Müdavim
اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ اَسْرَارِ « بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ » صَلِّ وَسَلَّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَبِحُرْمَتِهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ وَارْحَمْناَ رَحْمَةً تُغْنِيناَ
بِهَا عَنْ رَحْمَةِ مَنْ سِوَاكَ مِنْ خَلْقِكَ اٰمِينَ



Allahım! “Bismillâhirrahmânirrahîm”in hakkı için, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve bütün âl ve ashabına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır bir şekilde salât ve selâm et. Bize de, Senden gayrı, Senin mahlûkatından hiç kimsenin merhametine muhtaç olmayacağımız bir rahmet ile merhamet et.
 

BiÇaRe4

New member
Fakat nasıl sen güneşe yetişemiyorsun, çok uzaksın, hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat güneşin ziyası, güneşin aksini, cilvesini, senin âyinen vasıtasıyla senin eline verir. Öyle de, o Zât-ı Akdese ve o Şems-i Ezel ve Ebede biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat Onun ziya-yı rahmeti Onu bize yakın ediyor.

İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî, tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmasının çaresi, rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten li’l-Âlemîn ünvanıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir.

Evet çok güzel ve yerinde bir tespit...bizler nasıl güneşi görüp güneşe ulaşamadığımız gibi Şems-i Ezel ve Ebed'e de o şekilde uzağız ve ulaşmanın yolu Resul Aleyhisselam ve sünnetten geçmekte...
günümüzde "hanif din" diye yeni bir akım yapmak isteyenler kitap bize yeter diyerek Kuranı kabul edip sünneti reddetme yoluna gitmektedirler..bu çok tehlikeli bir akımdır ve malesef fazlaca bilgisi ve dikkati olmayan insanlar bu akıma tv de izledikleri dinci proflar !! sayesinde kapılmaktadırlar...

Allah bu tür insanların çıkacağını bildiğinden öyle ince nüanslar kullanmıştır ki aklı olan herkes bunları çok net görür...
Dinin direği namaz olarak bilinmesine rağmen ayetlerde bir çok kez namazı emretmesine rağmen..namazın nasıl kılınacağını asla tarif etmemiştir Kuran . Bu görevi bir öğretici olarak Resule bırakmıştır...bu da dikkate şayandır..
 
Üst