Sikke-i Tasdik-i Gaybi 6. Ders: Risale-i Nur'da İmani Mevzular Neden Çok İşlenmiş..

Huseyni

Müdavim
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Eser:
Sikke-i Tasdik-i Gaybi
Konu: Risale-i Nur İmani Mevzular Üzerinde Neden Çok Duruyor ?

Açıklamalı risale derslerimiz devam ediyor.


  • Derslerimize herkes katılabilir.
  • Soru sorabilir veya sorulan sorulara cevap verebilir.
  • Ders anlayışımız; "biz biliyoruz, öğretiyoruz" değil, "anladığımızı paylaşıyoruz." şeklindedir.
  • Açıklamalı dersler, birkaç yöneticinin kendi tekelinde gibi algılanmamalı.
  • Yöneticiler derslerin sadece takibini ve seri olarak açma vazifelerini üstlenmekteler.
  • Bunun dışında dersin gidişatı herkese açıktır.
  • Bundan dolayı bütün kardeşlerimizin derslere iştirak etmelerini arzu ediyoruz.


Selam ve dua ile.



[BILGI]
Bugünlerde mânevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size bir kısa hülâsasını beyan edeyim.

Biri dedi:

Risale-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî techizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?

Ona cevaben dediler:

Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bâhusus avâm-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeâirlerin kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi Kur’ân’ın i’câzıyla ve geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor.

Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerrep ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın i’câz-ı mânevîsinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır, diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim.
[/BILGI]


[TAVSIYE]Diğer Sikke-i Tasdik-i Gaybi dersleri: Sikke-i Tasdik-i Gaybi
Diğer açıklamalı dersler: Risale Açıklamalı
[/TAVSIYE]
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Bugünlerde mânevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size bir kısa hülâsasını beyan edeyim.

Biri dedi:

Risale-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî techizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?[/NOT]

Risale-i Nurda Allah'ın varlığının ve birliğinin ve diğer iman rükünlerinin ispatı üzerinde sıkça durulmuş. Bazı risaleler var ki imanın bütün rükünlerini kat'i ispat etmiş. Böyle olmasına rağmen, külliyatın geneline baktığımızda, birbirine çok benzer, imani mevzuların tekrar ettiğini görüyoruz. Zamanın en dinsizlerini bile susturmak için bir Onuncu Söz ya da Ayetül Kübra ya da Tabiat risaleleri gibi bir tek risale kafi iken, bu kadar sık tekrarın sebebi ne olabilir ?
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Ona cevaben dediler:

Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bâhusus avâm-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeâirlerin kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi Kur’ân’ın i’câzıyla ve geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor.[/NOT]

Bu konuyla ilgili birkaç makaleyi meseleyi gayet güzel izah ettiğinden ve faydalı bulduğumdan ekliyorum. Okuyalım, istifade edelim Allah'ın izniyle..

Risâle-i Nûr’un tevhidle ilgili iki risâlesi, insaflı olan bir münkiri imana getirmeye kâfi geldiği hâlde, bununla yetinilmemiş, bu mevzûda pek çok risâleler telif edilmiştir.

Bu konu üzerinde çoklukla durmanın en mühim sebebi Risâle-i Nûr’un bütün Âlem-i İslâm için yazılmış olmasıdır. Türkiye Müslümanları batı medeniyetinden etkilendikleri gibi, bütün âlemi İslâm da batı medeniyetinden etkilenmiş durumdadır. Muhataplar ve tahribatlar çok olunca ister istemez, bu tahribatların tamiri için çeşitli ve çok ilaçlara ihtiyaç vardır.

Risâle-i Nûr imani mevzûlar içerisinde en çok tevhid üzerinde durur. 130 parça risâlenin, en mühimlerinden on dördü tevhidle ilgilidir. (*) Ayrıca diğer risâlelerde de, çokça tevhide temas edilir.

Risâle-i Nûr’un tevhid üzerinde çokça durmasının en mühim sebeplerini kısaca şöyle sıralayabiliriz:


1. İmanı tahkikî hâle getirmek farzdır

Âlimler imanı taklidî ve tahkîkî olmak üzere iki kısma ayırırlar. Taklidi iman; kişinin delilsiz bir şekilde etrafından öğrenmiş olduğu şeylere iman etmesidir. Tahkikî iman ise delillerle, Allah’a âdeta görüyormuş gibi iman etmektir. Âlimler her Müslümanın imanını taklitten tahkike yükseltmesinin farz olduğunda, her ne kadar taklidî iman sahihse de imanını kuvvetlendirmeyenlerin günahkâr olacağında müttefiktirler. (Bkz. Aliyyü’l-Karî, Fıkh-ı Ekber Şerhi, s.383, Çağrı Yayınları)

Ömer Nasuhi Bilmen bu hususta şunları söyler:

“Her mümin için lazımdır ki tasdik-i kalbisini burhana mükarin kılsın, mesâili îtikadiyesini delilleriyle beraber öğrensin; maamafih bir kimse dinî hükümleri böyle nazar ve istidlal ile değil de mücerret taklit yoluyla –mesela pederinden mualliminden, sözüne itimad ettiği kimselerden işitmek sûretiyle– bilip cezmen tasdik etse gene imanı sahih ve bununla sevap kazanır. (…) Şu kadar var ki nazar ve istidlal (yani kâinata ibret nazarıyla bakıp onların sayesinde Allah’a imanını kuvvetlendirmek) farzdır. Herkes takatı miktarınca imanı nazarda bulunmakla mükelleftir. Âlimler Kur’ân’da kâinata nazar etmeyi emreden pek çok âyetten yola çıkarak ‘nazar’ yani kâinata bakarak imanı kuvvetlendirmek farzdır, demişlerdir. Binaenaleyh nazar ve istidlali terkedenler günahkâr olurlar.” (Muvazzah ilm-i Kelam: 105)

Kur’ân’ın pek çok âyeti kâinata ibretle nazar edip tefekkür ederek, insanların imanını tahkikî hâle getirmesini emretmekle beraber, bu hususa pek çok hadiste işaret etmektedir.

Mesela meşhur ‘ihsan’ hadisinde “İhsan, Allah’ı görür gibi ibâdet etmendir. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni görüyor” buyrulmuştur. Aynı mânayı ifade eden şöyle bir hadis de vardır: “İmanın en üstünü nerede olursan ol, Allah’ın seninle olduğunu bilmendir.”


2. Amelde ihlas, tahkikî imanla mümkündür

İnsanın nefsine uyarak günahlara gitmesinin, kendini günahlardan kurtaramamasının, ibâdet etmeyişinin veya ibâdet etse de ibâdetlerine riya, ucub gibi hislerin karışmasının temelinde iman zaafiyeti vardır. Nefsanî arzulardan kurtularak, ibâdetlerde ihlasa ermek imanın kuvvetlenmesiyle olur. Risâle-i Nûr da insanların imanını kuvvetlendirerek onların nefsani arzulardan kurtulmalarına ve ihlaslı amel işlemelerine vesile olmaktadır.

Bu hususta Bedîüzzaman Hazretleri şöyle der: “Riyaya insanları sevkeden esbâbın birincisi: Zaaf-ı imandır. Allah’ı düşünmeyen, esbaba perestiş eder, halklara hodfuruşlukla riyakârane vaziyet alır. Risâle-i Nûr şakirdleri, Risâle-i Nûr’dan aldıkları kuvvetli iman-ı tahkikî dersiyle; esbâba ve nâsa ubûdiyet noktasında bir kıymet, bir ehemmiyet vermiyor ki, ubûdiyetlerinde onlara gösterişle riya etsinler. (Kastamonu Lahikası)


3. Diğer müminlerin imanını takviye etmek ve dinsizlerle mücadele etmek farzdır

Günümüzde pozitivist, materyalist bir alt yapıya oturtulmuş fenler, açıkça Allah’ı inkâr etmeseler de, zımnî olarak Allah’ın kâinata müdahâlesini reddederler. Bu fenler (astronomi, coğrafya, fizik, kimya, biyoloji vs) kâinatta meydana gelen bütün olayları; ya tabiata, ya sebeplere nisbet ederler, ya da meydana gelen olayların kendi kendine olduğunu iddia ederler. Dünyanın hareketleri, bulutların oluşumu, yağmurun yağması, deprem gibi bütün kevnî hadiseler, daima bu maddeci anlayışla izah edilir. Uzun yıllar okullarda bu fenleri okuyan insanlarda, ister istemez meydana gelen olaylara bu perspektiften bakmaya başlarlar ve zihinleri buna göre şekillenir. Bu eğitimin tesiriyle bir kısım insanlar küfre kolaylıkla gidebilirler. Küfre gitmeyen, ama eğitimin tesirinde kalanlar ise, -Aristonun tarif ettiği gibi- kâinata müdahâle etmeyen bir Allah anlayışına sahip olurlar. Bu ise –bazen- insanı bilmeden küfre götürecek bir anlayıştır. Çünkü Kur’ân’ın bize anlattığı Allah her an, zerrelerden güneşlere varıncaya kadar, kudreti her yerde tecelli eden bir Allah’tır. Allaha inanmak mühimdir ama bu inancınn da Kur’ân’a uygun olması şarttır.

Üstad Bedîüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle der: “Allah’ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rubûbiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’î ve küllî herşey onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat’î iman etmek ve mülkünde hiçbir şerîki olmadığına ve ‘Lâ ilâhe illallah’ kelime-i kudsiyesine, hakikatlarına iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa ‘Bir Allah var’ deyip, bütün mülkünü esbâba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hâşâ hadsiz şerikleri hükmünde esbâbı merci tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakikati onda yoktur.” (Emirdağ Lahikası)

Risâle-i Nûr, pek çok eczalarıyla, kuvvetli delillerle, Kur’ân’ın bize anlattığı, kudreti her an kâinatta tecelli eden Allah’tan bahsediyor. Günümüzde taklidî imana sahip Müslümanlar bu sayede imanlarını takviye ediyorlar veya şüphelere düşmüş olanlar şüphelerden kurtuluyor. Risâle-i Nûr imana, İslâm’a hücum eden dinsiz, ateist insanları da susturuyor.


4. Risâle-i Nûr’un bir vazifesi de âlem-i İslâm’daki tahribatları tamirdir

Risâle-i Nûr’un tevhidle ilgili iki risâlesi, insaflı olan bir münkiri imana getirmeye kâfi geldiği hâlde, bununla yetinilmemiş, bu mevzûda pek çok risâleler telif edilmiştir. Bu konu üzerinde çoklukla durmanın en mühim sebebi Risâle-i Nûr’un bütün Âlem-i İslâm için yazılmış olmasıdır. Türkiye Müslümanları batı medeniyetinden etkilendikleri gibi, bütün âlemi İslâm da batı medeniyetinden etkilenmiş durumdadır. Muhataplar ve tahribatlar çok olunca ister istemez, bu tahribatların tamiri için çeşitli ve çok ilaçlara ihtiyaç vardır.

Bu hususta da Üstad Bedîüzzaman Hazretleri şöyle der: “Risâle-i Nûr, yalnız bir cüz’î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhît kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor. Belki, bin seneden beri tedarik ve terâküm edilen müfsid âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bâhusus avâm-ı mü’minînin de istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeâirlerin kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyi, Kur’ân’ın i’câzıyla ve geniş yaralarını Kur’ân’ın ve imanın ilaçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilaçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın i’câz-ı mânevisinden çıkan Risâle-i Nûr o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî)


5. İslâm’ın cihanşumulluğunu tahakkuk ettirmek Müslümanların vazifesidir

İslâmiyet cihanşumul (evrensel) bir dindir ve Müslümanlar da bu cihanşumulluğu tahakkuk ettirmekle mükelleftirler. Kur’ân’da bu ümmete şöyle hitap edilir: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten de nehyedersiniz ve Allah’a da iman edersiniz.” (Ali İmran, 110) “Fitne kalmayıncaya ve din sadece Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer (küfürden) vazgeçerlerse, zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur. Dünyada kapılar bu anahtarlarla açılırken âhiret ve cennetin kapılarının açılması da böyledir. Yani, nasıl bu hayatta anahtarlar varsa cennetin de anahtarı olduğunu Habib-i Ekrem Efendimiz (asm), Muâz Bin Cebel (ra)’ı Yemen’e vali gönderirken “Ey Muâz, Yemen’e vardığında yanına Kitap ehli kimseler gelip sana muhakkak “Cennetin anahtarı nedir?” diye soracaklardır. (Bakara, 193)

İslâm’ın bu cihanşumulluğunu gerçekleştirebilmek dinimizi anlatırken, muhataplarımızın aklına hitap edip, delil ve ispatla, onları ikna etmemizle mümkündür.

Bedîüzzaman Hazretleri, “Medenîlere galebe ikna iledir” der. Biz, Allah’ın varlığını kabul ediyor olabiliriz, fakat Allah’ı inkar eden insanlara, “Allah’ı kabul edin” demekle onlar Allah’ı kabul edecek değiller. Biz ancak Allah’ın varlığını (ve diğer iman esaslarını) ispat etmekle onların hidâyete gelmesine vesile olabiliriz.

Üstad Bedîüzzaman, imanı Müslümanları ilgilendiren bir mevzû olarak değil, insanı ilgilendiren bir mevzû olarak ele alır. İmani konuları ortaya koyarken, her insanın aklına takılan, “Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” sorularını cevaplandırır, insanın fıtratında var olan aczi, fakri, insanın geçmiş ve gelecekle irtibatını, insanı mahzun eden zeval, firak ve ölümü nazara vererek, dünyada mutlu bir hayat sürebilmenin ancak Kur’ân’ın tarif ettiği şekilde olacağını güçlü delillerle ortaya koyar. Bunları da oldukça yumuşak, dengeli bir üslupla yapar.

Risâle-i Nûr’un, yalnızca Müslümanlara değil bütün insanlara hitab eden bu uslubu, batı âleminde oldukça etkili olmuş, birçok insan Risâle-i Nûr sayesinde müslüman olmuştur.


(*) Doğrudan tevhidle ilgili risâleler:

22. Söz,
30. Söz (Ene ve Zerre),
32. Söz (Mevkıfler),
20. Mektup, 33. Mektup (Pencereler),
23. Lem’a (Tabiat Risâlesi),
29. Lem’a (Tefekkürnâme),
30. Lem’a (Esma-i Sitte),
2. Şua’, 3. Şua’ (Münâcât),
4. Şua’ (Hasbiye), 7. Şua’ (Âyete’l-Kübra),
15. Şua’ (Elhüccetüz Zehra),
Nokta Risâlesi.


irfanmektebi.com
 

Huseyni

Müdavim
Bu asırda nefsin yalpasından daha dehşetli bir yalpa, nefsanî arzuların taslitinden daha korkunç bir tahrip, yıkım ve ihanet küfrü mutlaktan, anarşiden ve mülhitlikten gelmektedir.

İslam’a tecavüz ve taarruz, ihanet ve hıyanet, sinsi ve şuurlu bir biçimde gençliğe ya uyutucu hevesat içinde takdim edilmekte, ya ilim kâsesi içinde içirilmekte, ya da felsefî düşünceler buketinde sunulmaktadır.

Evet, nefsin yalpası insanı hata ve kusurların içine yuvarlayabilir; istikameti kırıp, ifrat ve tefrit cehennemine insanı düşürebilir. Ama anarşizm, küfr-ü mutlak ve ateizmin karanlık ve kirli elleri genç kuşakları darmadağın etmekte, imanları sarsıp, itikatları uçurmaktadır. Fıtratları çürüten, ebedi hayatı bombardıman eden; kalbe, imana ve itikada yönelik, ihanet ve senaryolar; küfür üreten tezgâhlar, derin ve karanlık odakların sergilediği tuzak ve ihanetler, nefsin yalpasından belki bin derece daha dehşetli, daha korkunç ve daha tahripkârdır. Bu dehşetli tahrip, bilgisayarlara musallat olan virüsler misali itikat sistemini çökertmektedir.

Ateizmden, materyalist felsefe ve zındık fikirlerden kaynaklanan dehşetli yıkım ve tahribatlara karşı, manevî bir sedd-i Kur’anî oluşturmak ve o nuranî rasih sed ile ehl-i imanı muhafaza etmeye çalışmak, tebliğ adına zaruri olduğu gibi; akıl, hikmet ve müdebbiriyet adına da lazım ve elzemdir.

İşte, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu sorumluluğu, bütün hayatı boyunca tam omuzuna almış, âlem-i İslam’ın yaralarına, derd ve sıkıntılarına cevap verebilecek bir iman seti hazırlamış; Risale-i Nur Külliyatı’nı umum insanlığın, hususan ihtiyacını hissedenlerin nazarlarına sunmuştur.

Evet, Risale-i Nur, küfr-ü mutlakın ihanet ve karanlığına, batıdan gelen felsefî rüzgarların ve habis fikirlerin taslitine, sefahatin yakıcı ateşine ve cehaletin karanlığına karşı, iman hakikatlerini Güneş gibi göstermiş, şek ve şüpheleri izale etmiştir.


cevaplar.org
 

Huseyni

Müdavim
M. Ali KAYA

Giriş:

19. Asır dünyada büyük değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. İlimde, fende, teknik ve teknolojide büyük aşamalar kaydetti. Makinenin icadı ve ateşli silahların gelişmesi ile dünyada büyük savaşlar ve istilalar yaşandı. Matbaanın icadı ile ilmî ve fikri olarak büyük değişimler yaşandı. Devletlerarasında yaşanan savaşlar sınıflar arasında yaşanmaya başladı. İlimde ve teknikte yaşanan gelişmeler akla verilen önem dinin ikinci derecede kalmasına ve kapitalizm ile komünizm mücadelesini netice verdi. Diğer taraftan ırkçılık, devletçilik ve buna dayanan istibdat ile buna karşı ezilmişlerin hak arama mücadeleleri de Hürriyet ve Demokrasinin gelişimine sebep oldu. Devletlere hâkim olan dinsizlik ve ırkçılık dini dışlamayı ve seküler bir anlayışın devletlere hâkim olmasına o da lâikliğin devletlerde bir esas olarak kabul edilmesine sebep oldu. Din yasaklandı ve önemsiz hale geldi. Bilhassa Komünizm dinle mücadeleyi kendisine prensip edindi ve bütün dini ve manevi değerleri yıkmayı hedefleyerek büyük bir derecede başarılı oldu. Mevcut din adamları olan ulema ve maneviyat büyükleri olan tarikat şeyhleri bütün bunlara mukabil geleneği korumak dışında dini müdafaa için yapacak bir şeyleri yoktu. Kendilerini dahi koruyamadılar ve “Medreseler ve Tekkeler” kapatıldı.

Gerek dünyada gerekse İslam ülkesi olan Osmanlı devletinde üç yüz senede yapılmayan değişimler devrimler adı altında birkaç sene içinde yapıldı. Bu durumda “Dinde Tecdid” gerekiyordu. “Ulemanın Kitapları” ve “Maneviyat Büyüklerinin” manevi tasarrufları din ve maneviyat aleyhindeki havayı değiştirmeye yetmiyordu. Kur’ân-ı Kerimin bu asra hitabı anlaşılmalı ve buna uygun hareket edilmeliydi ki “Ümmet-i Muhammed” sıkıntıdan kurtulsun. Risale-i Nur’un Kur’ânın bir mucizesi olarak ortaya çıktı. Bediüzzaman “Dini ihya hareketi başlattı” ve bunu da “Risale-i Nurun” telifi ile başardı. Risale-i Nur bu bakımdan yeni bir açılım ve tecdit hareketidir. Bediüzzaman kapanan medreseleri ve kapatılan tarikatları savunmadı, korumaya çalışmadı ve yeniden diriltmeyi tavsiye etmedi. Kur’ân-ı Kerimi ve Asr-ı Saadeti esas alarak dini yeniden ihya etmeye başladı.


1. Bediüzzaman İman ve İslam Kalesini Yeniden İnşa Etmiştir:

Bediüzzaman “Risale-i Nur, yalnız cüz’î bir tahribatı, bir küçük hâneyi tamir etmiyor, belki külli bir tahribatı ve islamiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları buluna bir muhit kalayı tamir ediyor. Ve yalnız bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müdsit aletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumi ve efkâr-ı âmmeyi ve umûmun, bâhusus avam-ı mü’minînin istinadagahları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdân-ı umumiyi, Kur’ânın i’câzıyla o geniş yaralarını, Kur’ânın ve imanın ilaçları ile tedavi etmeye çalışıyor.

Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hasiyetinde mücerreb ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda, Kur’ân-ı Mu’cizu’Beyânın i’câz-ı mânevisinden çıkan Risale-i Nur o vazîfeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyât ve inkişâfa medardır” (Kastamonu Lâhikası, 1994, s.28) buyurarak Risale-i Nur’un bu tecdid vazifesine dikkatlerimizi çeker.

Bu bakımdan Risale-i Nur yeni bir milat ve yeni bir başlangıçtır. Çünkü “İman ve Tevhit Davasını” yeni baştan ele alarak izah ve ispat etmektedir.



2. Risale-i Nur İman Hizmetidir:


Risale-i Nur imana hizmeti, yani imani meseleleri izah ve ispatı esas aldığı için iman konusunda şüphesi olan bütün inananları, imanlarını güçlendirmek isteyen bütün mü’minleri ve imana muhtaç bütün insanlığa hitap etmekte ve onların sorularına ve ihtiyaçlarına cevap vermekte, akıllarını ikna ve kalplerini tatmin etmektedir. Bu nedenle Risale-i Nur doğrudan Kur’ân-ı Kerimin “İman Davasını” yine Kur’ânın manevi bir mucizesi ve tefsiri olarak ispat etmektedir. Tevhit, Nübüvvet, Haşir, İbadet ve Adalet konularında dinin bütün hakikatlerini ispat etmektedir. Bu nedenle Risale-i Nur bütün insanlığa Kur’ânın mesajını asrın idrakine uygun olarak veren bir manevi tefsirdir.


3. Risale-i Nur Tevhidi İspat Eder:


İslamiyet “Tevhit” dinidir. Tevhidin ispatı ile “Teslis” ve “Şirk” iptal edilmiş olmaktadır. Bu noktada Risale-i Nur Kur’ânın “Tevhit” davasını Kur’an namına ve hesabına ispat ettiği için “Kur’ânın dellalı” olmakta ve Kur’âna iman eden her mü’minin ona uyması, onu okuması ve onunla imanını kurtarması ve kuvvetlendirmesi gerekir.


fikirbahcesi.org
 
Üst