Sikke-i Tasdik-i Gaybi 4. Ders - Medar-ı İbret Bir Hâdise

Eddaî2

Well-known member

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Açıklamalı risale derslerimiz devam ediyor. Anladıklarımızı paylaşalım. Selam ve dua ile.


[BILGI]Medar-ı ibret bir hâdise: Risale-i Nur naşirlerinin tazyiki yüzünden âmirlerinin yanında yüz bulmak niyetiyle Risale-i Nur naşirlerine ilişenlerin aksi maksadıyla tokat yediklerinin yüz hadiseden bir hadisesi şudur ki:

Sebepsiz, sırf bazı garazkârların keyfi için Risale-i Nur naşirlerine bir kulp takıp mahkemelerde süründürmek ve belki mahvetmek için sureten kendini dost gösterip gayet hâinâne bir riyakârlıkla dairemize sokulup, birtakım yalanlarla âmirlerini iğfal edip Risale-i Nur naşirlerine müthiş darbe gelmesine vesile olan bir adam, teveccüh ve makam kazanmak değil, bilâkis öyle bir tokat yedi ki, dünyada kaldıkça, vicdanı varsa vicdan azabı çektirecek. Hem o kolay vazifesinden müşkil bir vazifeye tahvil ettiler ve hem de ona yalancı nazarıyla baktılar. Ve hem nefret-i âmmeyi kazandı. Ve hem taharrî hadisesinden iki gün sonra bir ihtiyar adamı hanesinden çıkarıp yolda getirirken o ihtiyar zât füc’eten vefat edip hem mes’uliyet-i maddiyeye ve mâneviyeye mâruz kalmıştır. Evet, Risale-i Nur’a hücum edenler, vaktiyle kefenini boynuna takınmalı ve rezalete bürünmeli ve mânevî cehenneme dünyada girmeyi göze almalı.

Hem o musibet hadisesinden iki gün evvel, Risale-i Nur şakirtlerinden olmayan ve hiç bizimle zihnen meşgul olmayan biri rüyada görüyor ki: Isparta’nın altındaki ovada çok ormanlar bulunuyor. Kuvvetli bir sel geliyor, bu ormanın çok ağaçlarını deviriyor. Birden bire bir zelzele-i arz oluyor, Risale-i Nur naşiri, elbisesiyle heybetli bir surette yer yarılıp çıkıyor. (HAŞİYE) O da korkusundan uyanıyor. İki gün sonra Risale-i Nur’u tâtil ve mânen toprağa defnetmek niyetiyle küre-i arzı titretecek derecede bir hatâ ile Risale-i Nur’un eczalarını evrak-ı muzırra nev’inden taharrî edip, toplayıp merkez-i hükûmete, ta Dahiliye Vekâletine gönderir. Hiçbir daire kanunca mucib-i muaheze ve mes’uliyet birşey Risale-i Nur’da bulamadığından, o mânevî zelzele içinde öldürdük, defnettik zannettikleri Risale-i Nur, dirilip, yer yarılıp meydana çıktığı gibi yine o rüya işaret ediyor ki, bir zelzele-i azîme ve bir sel içinde Risale-i Nur bu vatan ve millete bir halâskâr, bir münci suretinde musibetzedelerin imdadına yetişecek.

Risale-i Nur şakirtlerinden

(Yıldırım) Süleyman Rüşdü

Sikke-i Tasdik-i Gaybi

Sorularla Risale | Risale-i Nur Külliyatı | Risale-i Nur'dan Parlak Fıkralar ve Bir Kısım Güzel Mektuplar

[/BILGI]


[TAVSIYE]Benzer derslerimiz: Açıklamalı Risale Dersleri 28 - Nurların Ehemmiyeti ve Nur Dershaneleri
Açıklamalı Risale Dersleri 38 - Kerametin İzharı ve Risale-i Nur


Diğer derslerimiz: Risale Açıklamalı
[/TAVSIYE]
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 48 - Medar-ı İbret Bir Hâdise

1947 senesinin son aylarında, Afyon'dan üç sivil polis memuru, güya memleket çapında gizli bir dinî cemiyetin faaliyetine âşina olmak için Emirdağı'na gelmişlerdi. Başta Said Nursî olarak Nur Talebelerini tesbit etmeğe çalışıyorlardı. Sudan bahaneler icad etmeğe tevessül ettiler. Bir nümunesi şudur:

Bir sivil memur, bir kâğıda yazıyor: "Said'in hizmetçisi buradan Said'e rakı aldı." ve rakıcı dükkânında sarhoş ve aklı yerinde olmayan bir adama bu kâğıdın altına imza atmasını teklif ediyor. O adam diyor:

-Tövbeler olsun, bu yalanı kim imza eder? Sonra o kâğıdı imzalatmağa çalışan, fakat muvaffak olamayan memur; aynı gece acib bir hadisede, işlediği hatasının tokadını yiyor. Şöyle ki:

Beraber rakı içtiği adamlarla dere kenarında gezerken aralarında bir kavga cereyan eder. O bedbaht adama orada bir güzel dayak atıyorlar ve tabancasını da alıyorlar.


Tarihçe-i Hayat
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 48 - Medar-ı İbret Bir Hâdise

Ezcümle: Bir ay bizi tecessüs eden memurlar, bir şey bahane bulamadıklarından bir pusla yazıp ki: «Said'in hizmetkârı bir dükkândan rakı almış ona götürmüş.» O puslayı imza ettirmek için hiç kimseyi bulamayıp, sonra yabanî ve sarhoş bir adamı yakalamışlar, tehditkârâne, «Gel bunu imza et!» demişler. O da demiş: «Tövbeler tövbesi olsun! Bu acib yalanı kim imza edebilir?» Onları, puslayı yırtmağa mecbur etmiş.


Tarihçe-i Hayat
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 48 - Medar-ı İbret Bir Hâdise

İkinci bir nümune: Bilmediğim ve şimdi dahi tanımadığım bir zat, atını, beni gezdirmek için vermiş. Ben de rahatsızlığım için teneffüs kasdi ile, ekser günlerde, yazda bir iki saat gezerdim. O at ve araba sahibine elli liralık kitab vermeye söz vermiştim; tâ kaidem bozulmasın ve minnet altına girmeyeyim. Acaba bu işte hiçbir zarar ihtimali var mı? Halbuki, «O at kimindir?» diye, elli defa bizlerden hem vali, hem adliyeciler, hem zabıta ve polisler sordular. Gûya büyük bir hâdise-i siyasîye ve asayişe temas eden bir vâkıadır. Hattâ bu mânasız soruşların kesilmesi için iki zat hamiyyeten biri, «At benimdir» diğeri, «Araba benimdir» dedikleri için ikisini de benimle beraber tevkif ettiler. Bu nümunelere kıyasen, çok çocuk oyuncaklarına seyirci olup gülerek ağladık ve anladık ki, Risale-i Nur'a ve şâkirdlerine ilişenler maskara olurlar...


Tarihçe-i Hayat
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 48 - Medar-ı İbret Bir Hâdise

Benim ve Nurların gizli düşmanlarımız, benim istemediğim hakkımdaki teveccüh-ü âmmeyi kırmak ile Nurun fütûhatına sed çekilir diye, bazı safdil resmî memurları kandırıp, şahsımı millet nazarında çürütmek fikriyle, ihanetkârane böyle muameleye sevketmişler. Buna karşı inayet-i İlâhiyye, Nurların îman hizmetine mukabil, bir ikram olarak, o bir tek adamın ihanetine bedel, bu yüz adama bak! Hizmetinizi takdir ile şefkatkârane acıyarak alâkadarane sizi istikbal ve teşyî ediyorlar. Hattâ ikinci gün ben, müstantık dairesinde müddeiumumun suallerine cevap verirken hükûmet avlusunda mahkeme pencerelerine karşı bin kadar ahali kemal-i alâka ile toplanıp lisan-ı hal ile «Bunları sıkmayınız!» dediklerini, vaziyetleriyle ifade ediyorlar gibi göründüler. Polisler onları dağıtamıyordular. Kalbime ihtar edildi ki: Bu ahali, bu tehlikeli asırda tam bir teselli ve söndürülmez bir nur ve kuvvetli bir îman ve saadet-i bâkiyeye bir doğru müjde istiyorlar ve fıtraten arıyorlar ve Nur Risalelerinde aradıkları bulunuyor diye işitmişler ki, benim ehemmiyetsiz şahsıma, îmana bir parça hizmetkârlığım için, haddimden çok ziyade iltifat gösteriyorlar.

İkinci Hakikat: Emniyeti ihlâl vehmiyle bize ihanet etmek ve teveccüh-ü âmmeyi kırmak kasdiyle tahkirkârane aldanmış mahdut adamların bed muamelelerine mukabil, hadsiz ehl-i hakikatın ve nesl-i atinin takdirkârane alkışlamaları var diye ihtar edildi. Evet komünist perdesi altında anarşistliğin emniyet-i umumiyeyi bozmağa dehşetli çalışmasına karşı Risale-i Nur ve Şâkirdleri, îman-ı tahkiki kuvvetiyle bu vatanın her tarafında o müdhiş ifsadı durduruyor ve kırıyor. Emniyeti ve âsâyişi temine çalışıyor ki, pek çok bir kesrette ve memleketin her tarafında bulunan Nur Talebelirinden, bu yirmi senede alâkadar üç dört mahkeme ve on vilâyetin zabıtaları, emniyeti ihlâle dair bir vukuatlarını bulmamış ve kaydetmemiş. Ve üç vilâyetin insaflı bir kısım zabıtaları demişler: «Nur talebeleri mânevî bir zabıtadır. Âsâyişi muhafazada bize yardım ediyorlar. Îman-ı tahkikî ile, Nur'u okuyan her adamın kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar. Emniyeti temine çalışıyorlar.» Bunun bir nûmunesi Denizli Hapishanesidir. Oraya Nurlar, ve o mahpuslar için yazılan Meyve Risalesi girmesiyle, üç-dört ay zarfında ikiyüzden ziyade o mahpuslar öyle fevkalâde itaatli, dindarane bir salâh-ı hâl aldılar ki, üç dört adamı öldüren bir adam, tahta bitlerini öldürmekten çekiniyordu. Tam merhametli, zararsız, vatana nâfi bir uzuv olmaya başladı. Hattâ resmî memurlar, bu hale hayretle ve takdirle bakıyordular. Hem daha hüküm almadan bir kısım gençler dediler: «Nurcular hapiste kalsalar, biz kendimizi mahkûm ettireceğiz ve ceza almaya çalışacağız; tâ onlardan ders alıp onlar gibi olacağız. Onların dersiyle kendimizi ıslâh edeceğiz.» İşte bu mahiyette bulunan Nur Talebelerini, emniyeti ihlâl ile itham edenler, herhalde ve gayet fena bir surette aldanmış veya aldatılmış veya bilerek veya bilmiyerek anarşistlik hesabına hükûmeti iğfal edip bizleri eziyetlerle ezmiye çalışıyorlar. Biz bunlara karşı deriz: Mâdem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapanmıyor ve dünya misafirhanesinde yolcular gayet sür'at ve telâşla kafile kafile arkasında, toprak arkasına girip kayboluyorlar; elbette pek yakında birbirimizden ayrılacağız. Siz zulmünüzün cezasını dehşetli bir surette göreceksiniz. Hiç olmazsa mazlum ehl-i îman hakkında terhis tezkeresi olan ölümün, îdam-ı ebedî dar ağacına çıkacaksınız. Sizin dünyada tevehhüm-ü ebediyetle aldığınız fâni zevkler, baki ve elîm elemlere dönecek.


Tarihçe-i Hayat
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 48 - Medar-ı İbret Bir Hâdise

Şiddetli hücûmlar ve taarruzlar, tâ Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri zamanında başlamıştı. O Aziz Üstâd’ımız kardeşlerim merak etmeyiniz hiçbir halt edemezler diyerek mümtaz ve sadâkat timsâli talebelerini teskîn etmişti. “Risâle-i Nûr’a ve şakirdlerine ilişenler, maskara olurlar.[1]” diyerek ilişenlerin sonunu haber vermişti. “Bize ilişenler âhirette şiddetli tokatlar yiyecekleri gibi, dünyada dahi bir kısmı çabuk çarpılır.[2]” da demişti. Hem de öyle olmuştu. “Hem bu defa, bize hücûmların aynı zamanında kış çok hiddet etti, şiddetli soğuk ve fırtına ile havanın kızdığını gösterdiği gibi,[3] diyerek de şu şiddetli kış ve soğukların altında da böyle bir hücûm mu var düşüncesini kalb ve rûhumuza yaşattı. Belki de hem geniş hem de dar dairedeki bu şiddetli kışın altında yatan hikmetleri daha tefekkürî düşünmek gerektiğini derhatır ettirdi. Çünkü Risâle-i Nûr, bütün kâinatla alâkadâr bir hizmettir. O’na hücûm zamanlarında ve ilişildiği dönemlerde arzî ve semâvî musîbetlerin geldiği satırlarını Risâle-i Nûr’dan okuyoruz.

Zaten Risâle-i Nûr’a hücûmlar ve ilişmeler hiç durmadı. Üstâd Hazretleri’nin vefatından sonra da hep devam etti. Halen de devam ediyor. Pekâlâ, bu hücûmlar esnasında nasıl davranmalıyız? Hareket noktamız nasıl olmalı? Susmalı mıyız yoksa görmezden mi gelmeliyiz? Hatta bu hücûmlara aldanan sûreten ve zâhiren ehl-i ilim ve ashâb-ı din ise ne yapmalıyız?

Buna cevâben Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri Emirdağ Lâhikası’nda;” O kendini bildirmeyen zat, O meçhûl zat” olarak ta’rîf ettiği; Kendisine ve Risâle-i Nûr’a “üç noktada şüphe edip bir nevî i’tirâz gibi yanlış mânâ verdiği için güya bizi îkaz ediyor.” dediği O zata “Meşrebimiz münâkaşa ve münâzara olmadığından ve kusûrumuzu hakîkî olarak gösterenlerden memnun olduğumuzdan, bu meçhûl zatın mektubunda üç esâsın hakîkatini gösterip yanlışını tashîh etmek istedim.[4]” şeklinde cevap vermiş ve o tashîhatları yapmıştır

Yine Kastamonu Lâhikası mektuplarının birinde “Mekke-i Mükerremede dahi-farz-ı muhal olarak-Risâle-i Nûr’un aleyhinde bir i’tirâz kutb-u âzamdan dahi gelse, Risâle-i Nûr şakirtleri sarsılmayıp, o mübârek kutb-u âzamın i’tirâzını iltifât ve selâm sûretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medâr-ı i’tirâz noktaları o büyük üstâdlarına karşı îzâh etmek, ellerini öpmektir.[5]” diyerek medâr-ı i’tirâz noktalarının muhakkak îzâh edilmesini söylemiştir. Demek ki böyle i’tirâz, hücûm ve ilişmeler esnasında susmak ve mes’eleye ilgisiz kalmak gerekmiyor. Üstâd’ın defaatle dikkat çektiği noktalara sadâkatle bağlı kalarak gerekli açıklamaların yapılması ve vazîfelerin derûhte edilmesi gerekiyo

Özellikle ehl-i dalâletin hücûm ve i’tirâzlarına karşı tatbîk edilen müsbet hareket düstûrları çerçevesinde yapılan hizmetleri yanlış anlayan “o kendini bildirmeyen zata” karşı verdiği cevap çok manidârdır. Bu gibi durumlarda tedâfü’, tevâzu’ ve mahviyet göstermeye kalkılırsa Üstâd’ın çok şiddetli îkazı ile karşılaşıyoruz. Şöyle ki;”Evet, bu zamanda dinsizlik hesâbına, benlikleri firavunlaşmış derecede ve îmâna ve Risâle-i Nûr’a hücûmları zamanında onlara karşı tedâfü’ vaziyetimizde tevâzu’ ve mahviyet göstermek büyük bir cinayet ve hıyânettir. Ve o tevâzu’, tezellül hükmünde bir ahlâk-ı rezîle olur. Onlara karşı izzet-i dînîyeyi ve şerâfet-i ilmiyeyi muhâfaza etmek için kahramancasına bir sebat, bir kuvve-i mânevîyeyi göstermek, acaba hiçbir vecihle hodfuruşluk olur mu? Hiçbir şöhretperestlik ve enâniyet olur mu ki, o zat öyle tevehhüm etmiş.[6] İşte şehâmetli olan salâbet-i îmâniyenin şecâati ve haykırışının tezâhürü böyle olmalıdır.

“Perde altındaki düşmanımız münâfıklar, şimdiye kadar yaptıkları gibi, adliyeyi ve siyâset ve idâreyi zahirî dinsizliğe âlet edip, bize hücûmları akîm kaldığı; ve Risâle-i Nûr’un fütûhâtına menfâati olan eski plânlarını bırakıp daha münâfıkane ve şeytanı da hayrette bırakacak bir plân çevirdiklerine dair buralarda emâreleri göründü.[7]” diyen Üstâd Hazretleri bu planı bir başka mektubunda şöyle ifâde ediyor. “Risâle-i Nûr’a, daha vatana, idâreye zararı dokunmak bahanesiyle tecâvüz edilmez; daha kimseyi o bahaneyle inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi altında bazı safdil hocaları veya bid’a taraftarı veya enâniyetli sofi meşreplileri bazı kurnazlıklarla Risâle-i Nûr’a karşı-iki sene evvel İstanbul’da ve Denizli civarında olduğu gibi-istimâl etmek ve Risâle-i Nûr’a ve şakirtlerine ayrı bir cephede tecavüz etmeye münâfıklar çabalıyorlar. İnşâallah muvaffak olamazlar. Risâle-i Nûr şakirtleri, tam ihtiyatla berâber, bir taarruz olduğu vakitte münâkaşa etmesinler, aldırmasınlar. Aldanan ehl-i ilim ve îmânsa, dost olsunlar, “Biz size ilişmiyoruz. Siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i îmânla kardeşiz” deyip yatıştırsınlar.[8]” İşte biz Nûr talebelerini teyakkuza sevk eden mektuptan harîka düstûrlar.

Bu dehşetli dinsizlik komiteleri, öyle dehşetli hücûmları ve desîseleri yapıyorlardı ki, bunlara karşı gelmek için âzamî fedâkârlık yapmak ve harekât-ı dîniyesini rızâ-i İlâhîden başka hiç bir şeye âlet yapmamak lâzım geliyor.[9] Demek Risâle-i Nûr’un, ekseriyet-i mutlaka eczalarına ilişenler herhalde bilerek veya bilmeyerek anarşilik hesabına vatana ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyânet ederler.[10] Risâle-i Nûr’a ilişenler kat’iyen bilsinler ki, onların ilişmesi, anarşilik hesâbına, vatan ve millete ve asâyişe düşmanlıktır.[11]

Evet, Risâle-i Nûr’a ilişenler tokatlar yerler; yüzer vukû’ât şahittir. Fakat Risâle-i Nûr, tokatlarda istimâl edilmez ve niyet ve kasıtla tokatlar gelmez. Çünkü sırr-ı ihlâs ve sırr-ı ubûdiyete münâfîdir. Bizler, bize zulmedenleri, bizi himâye eden ve Risâle-i Nûr’da istihdâm eden Rabbimize havale ediyoruz.[12] Görüldüğü gibi Üstâd Hazretleri bütün mes’elelere temas etmiş ve gerekli îzâhatları yaparak talebelerine yol göstermiştir. Öyleyse, Risâle-i Nûr’a yapılan hücûmlarda ve ilişmelerde Üstâd’ın gösterdiği metod ile hareket edilmesi gerekiyor ki aksü’l âmel olmasın ve rızâ-i ilâhiye ulaşılmış olsun.


Bâkî ÇİMİÇ
bakicimic@hotmail.com

———————-

[1] Lem’alar,2005,s:568

[2] Emirdağ Lâhikası(1),2006,s:494
[3] Emirdağ Lâhikası(1),2006,s:494
[4] Emirdağ Lâhikası(2),2006,s:731
[5] Kastamonu Lâhikası,2006,s:278
[6] Emirdağ Lâhikası(2),2006,s:732
[7] Emirdağ Lâhikası(1),2006,s:216
[8] Emirdağ Lâhikası(1),2006,s:218
[9] Hanımlar Rehberi, s:26
[10] Şualar,2005,s:549
[11] Kastamonu Lâhikası,2006,s:347
[12] Kastamonu Lâhikası,2006,s:382


Risâle-i Nûr’a Yapılan Hücûmlar ve ilişmeler | Feyz-i Nûr
 
Son düzenleme:
Üst