Şia - Şii - Hz Ali - Ehli Beyt - CA'FERİYYE - CAFERİLİK

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Şia - Şii - Hz Ali - Ehli Beyt


Hz. Osmanın şehit edilmesinden sonra İslam aleminde büyük çalkantılar yaşanır. Şam valisi Hz. Muaviye, Hz. Osmanın katilleri bulunana kadar Hz. Aliye biat etmeyeceğini söyler. Gelişen olaylar zinciri sonucunda, müslümanlar arasında Cemel ve Sıffin savaşları olur. Bu savaşlarda binlerce müslüman hayatını kaybeder.

İşte bu çalkantılar, fitneler içinde Hz. Ali yanında yer alanlara, "taraftar" anlamında "şii" denilmiştir. Bu ilk şiilerin (şiay-ı ula) Hz. Ebubekir ve Hz. Ömeri reddetme gibi bir durumları yoktur. Fakat daha sonra şiilik yeni bir boyut kazanarak, ehl-i sünnet ve cemaatten ayrı müstakil bir fırka, hatta fırkalar görünümünü kazanmıştır. Bu fırkalardan bir kısmı Hz. Alinin nübüvvetine, hatta ilahlığına kadar işi götürmüşlerdir. Bunlara ğulat-ı şia denir.

İmamiye şiası "imamet nassla olur" görüşünü kabul eder. Onlara göre, Hz. Alinin ilk halife olması gerekirdi. Fakat bu hak kendisinden gasbedilmiştir. Günümüz şiileri ekseriya bu grupta yer alır.

Zeydiye, şii fırkalarının en mutedilidir. Bunlar Hz. Alinin ilk halife olması gerektiğini söylemekle beraber, diğer üç halifenin hilafetini reddetmezler. "Efdal varken mefdulün imameti caizdir" derler. Ehl-i sünnete en yakın şii fırkası olan Zeydiye, günümüzde Yemende devam etmektedir. (1)

Şiaya göre "imamet halka havale edilecek küçük bir maslahat meselesi olmayıp, bir usül meselesidir, dinin bir rüknüdür. Peygamberin böyle bir meseleden gaflet etmesi veya bunu ümmete havale etmesi caiz değildir. Dolayısıyla Hz. Peygamberden sonra yerine geçecek halife muayyendir ve bu nassla sabittir." (2)

İslam alimlerinin ekserisi ise, bu konuda nass olmadığını söylerler. Bazıları, Hz. Ebubekir hakkında hafi veya celi (gizli veya aşikar) nass olduğunu kabul eder ve Hz. Peygamberin vefatı öncesi namazda Hz. Ebubekiri imam yapmasını buna bir alamet olarak görürler. Şüphesiz bu büyük meselede açık bir nass olsa meşhur olurdu ve Hz. Peygamberin yakınında bulunan sahabelerce bilinirdi. O zaman bu meselede bir tereddütleri kalmaz, ihtilafa düşmezlerdi. (3)

Hz. Alinin ilk halife olması gerektiğini iddia eden şia, bazı nassları buna delil olarak kullanırlar. Mesela,
1-"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Şayet yapmazsan Onun risaletini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır." (4)

Ayetin ifadesinde Hz. Alinin hilafetiyle ilgili hiç bir şey yoktur. Şevkaninin de belirttiği gibi, ayet umum ifade etmektedir. (5) Yani, "rabbinden sana ne indirilmişse, hepsini tebliğ et" demektir. Nitekim Hz. Aişe, "her kim Muhammed kendisine indirilenlerden bir şey gizledi derse, yalan söylemiş olur" demiş ve üstteki ayeti okumuştur. (6)

Durum böyle iken, şia bazı zayıf ve uydurma rivayetlere dayanarak, (7) mezkur ayetin Hz. Alinin hilafetini bildirdiğini söyler. Halbuki bu iddialarıyla Hz. Peygamberi görevini tam yapmamakla itham etmektedirler. Zira ayet eğer onların anladığı gibiyse, Hz. Peygamber bunu tebliğ etmeden gitmiş demektir.

2-Hz. Peygamber bir sefere (Süyutinin rivayetinde Tebük seferine) giderken yerine Hz. Aliyi bırakır. Hz. Ali, "beni kadın ve çocuklarla mı bırakıyorsun?" deyince Hz. Peygamber şu cevabı verir: "Benimle Hz. Musa ve Harun misali olmak istemez misin? Ancak şu var ki, benden sonra peygamber yoktur." (8)

Hz. Peygamberin cevabında Hz. Musanın Tura gidiş olayına işaret vardır. Hz. Musa, yerine kardeşi Harunu bırakarak Tura gitmiştir. Hz. Harun da kardeşi Musa gibi bir peygamberdir.

Üstteki rivayetten Hz. Alinin faziletine istidlalde bulunmak son derece makuldür ve buna kimsenin bir itirazı da yoktur. Fakat bu rivayetten "ilk halife Hz. Ali olmalıydı" neticesine varmak tekellüflü bir tevildir. Zira Hz. Peygamber sefere giderken Hz. Aliden başkalarını da yerine bırakmıştır. Âmâ Abdullah b. Ümmi Mektum bunlardan biridir. (8)

3-"Bera b. Azib anlatıyor: "bir seferde ⁄adir-i Humda konakladık. Namaza nida olundu... Namazdan sonra Hz. Peygamber Hz. Alinin elini tuttu. "Ben kimin efendisiysem Ali de onun efendisidir. Allahım, ona dost olana dost, düşman olana düşman ol" dedi." (9)

Bu rivayet sahih olarak kabul edilse bile, buradan Hz. Alinin ilk halife olması lüzumunu anlamak mümkün değildir. (10) Çünkü Hz. Ali gerçekten müslümanlar içinde en seçkin kimselerden biridir. Cesaretiyle, Allahın Arslanı ünvanını taşır. Şah-ı velayet makamına sahiptir. Bunlar gibi seçkin özellikleri sebebiyle tarih boyunca bütün müslümanların efendisi olmuştur. Alusinin dediği gibi, şayet Hz. Peygamber yerine halife olarak Hz. Aliyi bırakmak istese, "ey insanlar! Bu, benden sonra idareciniz, emirinizdir. Dinleyin itaat edin" derdi. (11) Böyle bir emir ise, havada kalmaz, mutlaka yerine getirilirdi. "Anam babam sana feda olsun" diyen sahabilerin, böyle ciddi bir konuda Paygamberin sözünü dinlememeleri elbette düşünülemez. Nitekim, "benden sonra size Ömeri tavsiye ederim" diyen Hz. Ebubekirin isteği yerine getirilmiş, müslümanlar Hz. Ömere biat etmişlerdir. (12)

4-Şianın temessük ettiği rivayetlerden biri de şudur: "Hz. Peygamber, vefatı öncesi hastalığı ilerlediğinde "bana kalem kağıt getirin, size benden sonra sapmamanız için vasiyet yazdırayım" der. Hz. Ömer, "peygamberin rahatsızlığı şiddetlendi. Allahın Kitabı bize kafidir" deyince ileri geri konuşmalar olur. Hz. Peygamber, "kalkın yanımdan, der. Benim yanımda niza (çekişmek) yakışmaz." (13)

Şianın iddiasına göre Hz. Peygamber yerine Hz. Alinin geçmesini yazdırmak istemiş, Hz. Ömer ise buna engel olmuştur. (14) Halbuki, mezkur rivayette asla buna bir delalet yoktur. Rivayeti o tarzda değerlendirmek, tekellüftür, zorlamadır.

5-"De ki: Yaptığım tebliğe karşı ben sizden yakınlık sevgisi dışında bir ücret istemiyorum." (15)

Bir rivayette, ayet nazil olunca Hz. Peygambere "ya Rasulallah, sevmemiz vacip olan yakınların kimlerdir?" diye sorulmuş, Hz. Peygamber, "Ali, Fatıma ve oğulları" cevabını vermiş. (16)

Bu ayet şia tarafından Al-i Beyt sevgisine bir delil olarak zikredilir. Bunu işari bir mana olarak kabul etmek mümkün olmakla beraber, ayetin sarih manasında buna bir delalet yoktur.

İbn-i Abbasa bu ayetten sorulur. Daha cevap vermeden, orada bulunanlardan Said b. Cübeyr, "Al-i Muhammed" deyince, İbn-i Abbas "acele ettin, der. Çünkü Kureyşin hiçbir ailesi yoktur ki Hz. Peygamberin onlara akrabalık bağı olmasın. Ayetin manası "hiç olmazsa yakınlık hakkını gözetin" demektir." (17)

İbnu Kesir, ayetin yorumunda şu manaya dikkat çeker: "Bana yardım etmiyorsanız, hiç olmazsa aramızda olan akrabalık sebebiyle eziyet etmeyin." (18)

Kendisinin şu yorumu da gerçekten zikre şayan bir incelik arz eder: "Ayetten muradın "Hz. Ali, Fatıma ve oğullarıdır" şeklindeki rivayet senet olarak zayıftır. Ayrıca, sure Mekki surelerdendir. Mekkede ise Hz. Fatımanın çocukları yoktu. Hz. Ali ile evlilikleri hicretin ikinci yılında Bedir Savaşı sonrası olmuştur. Ancak bu rivayeti kabul etmemek, Al-i Muhammede sevgi beslememek anlamında değildir. Çünkü onlar temiz bir zürriyetten, fahr, hasep ve nesep noktasında yeryüzündeki en şerefli evden gelmişlerdir." (19)

Fahreddin Razi, "Ehl-i Beytim Nuhun gemisine benzer. Binen kurtulur" ve "Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uysanız hidayete erersiniz" (20) rivayetlerini nazara verip şu yorumu yapar:
"Şimdi biz mükellefiyet denizindeyiz. Şüphe ve şehvet dalgaları bize çarpmaktadır. Denizde yol alan iki şeye muhtaçtır:
1-Sağlam bir gemi.
2-Işık saçan yıldızlar.

İşte, böyle bir gemiye binen ve yıldızlara bakarak yol alanların kurtulma ümidi fazla olur. Ehl-i Sünnet, Ehl-i Beyte muhabbet gemisine binmiş, sahabe yıldızlarına bakarak yol almaktadır." (21)

Ehl-i Sünnetin Ehl-i Beyti sevmeme diye bir problemi yoktur. Her namazın teşehhüdünde onlara dua ederiz ve onları ciddi severiz. (22) Ehl-i Sünnet arasında "Ali, Hasan, Hüseyin, Fatıma..." gibi isimler son derece yaygındır.

İmam-ı Şafii bir beytinde şöyle der: "Al-i Muhammedi sevmek şayet rafizilikse, bütün ins ve cin şahit olsun ki, ben rafiziyim." (23)

Fakat Alusinin de dikkat çektiği gibi, insanların çoğu Ehl-i Beyt konusunda ya ifrat veya tefrittedir. Ortası ise, sırat-ı müstakimdir. (24)

Ehl- i Beyt Hz. Peygamberin aile efradıyla ilgili kullanılan bir ifade olup, hane halkı manası taşır. Bu kelime Kuranda iki ayette geçer: Bunlardan birisi Hz. İbrahimin hane halkıyla ilgilidir. (25) İkincisi ise, Hz. Peygamberin hanımlarına hitap eden ayetlerin devamında gelir ve şöyle der:
"Evlerinizde oturun ve evvelki cahiliyye tarzında açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin. Allaha ve Rasulüne itaat edin.

Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (26)

Hamdi Yazır, ayetin açıklamasında şianın ifrat bir durumuna şöyle dikkat çeker:

"Şia, ayetin mevzuunu teşkil eden ezvac- ı tahiratı (Hz. Peygamberin hanımlarını) dahi hesaba almayarak, Ehl-i Beytin Hz. Peygamberin kendisiyle, Hz. Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatımadan ibaret olduğunda israr etmek istemişler ve bu yüzden İslam tarihinde çok büyük gürültüler çıkarmışlardır. "Selman Bendendir, ehl-i beytimdendir"(27) hadisiyle özel intisapla Selman-ı Farisi bile Ehl-i Beytten sayıldığı halde, Peygamberle beraber beytutet eden hanımlarının Ehl-i Beytten hariç sayılması ne garip bir taassuptur." (28)

Hz. Peygamber, Ehl-i Beytiyle ilgili bir sözünde şöyle der: "Size iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe asla sapmazsınız: Allahın Kitabı ve Ehl-i Beytim." (29)

Said Nursi, risalet vazifesi noktasında Ehl-i Beytten muradın Hz. Peygamberin sünnet-i seniyyesi olduğunu söyler. "Çünkü sünnet-i seniyyeye ittibaı terkeden hakiki Al- Beytten olmadığı gibi, Al- Beyte hakiki dost da olamaz." (30)

Hz. Peygamberin, kızı Fatımaya "ey Fatıma! Amelinle kendini ateşten kurtar. Yoksa ben de seni ateşten kurtaramam" şeklindeki hatırlatması unutulmamalıdır. (31) Nitekim, Hz. Nuh ve Hz. Lutun hanımları iman etmedikleri için kurtulamamışlardır. (32) Keza, Nuhun oğullarından biri iman etmeyince, Tufanda boğulanlardan olmuştur. Cenab-ı Hak, Hz. Nuha "o senin ehlinden değildir" der. (33) Şüphesiz bu, nesep itibariyle değil, inanç yönündendir. Peygamber hanımı ve oğlu olmak kurtulmak için yeterli değilse, sadece Al-i Beytten olmakla insanların kurtulacağı elbette iddia edilemez.


Kaynaklar:
1-Bkz. Eşari, Ebul- Hasen, Makalatul- İslamiyyin, Mektebetul- Asriyye, Beyrut, 1990, I, 65-66, 88-89 ve 131; Abdülhamid, İrfan, İslamda İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, Ter. M. Saim Yeprem, Marifet Yay. İst. 1981, s. 16-57; Kılavuz, Saim, İslam Akaidi ve Kelama Giriş, Ensar Neş. İst. 1993, s. 308-311
2-Şehristani, Muhammed b. Abdulkerim, El-Milel ven- Nihal, Tashih ve Talik: Ahmed Fehmi Muhammed, Darul- Kütübil- İlmiyye, Beyrut, 1992, s. 144-145
3-Taftezani, Saduddin, Şerhul-Makasıd, Alemül-Kütüb, Beyrut, 1989, V, 258-259
4-Maide, 67
5-Şevkani, Muhammed, Fethul- Kadir, Daru İhyait- Türasil- Arabi, Beyrut, ts. II, 59. Ayrıca bkz. Kurtubi, VI, 157
6-Buhari, Tefsir, 5/7; Şevkani, II, 59
7-Bkz. Şevkani, II, 59-60
8-Tirmizi, Menakıb, 20; Süyuti, Celaleddin, Tarihul Hulefa, Darul- Kütübil- İlmiyye, Beyrut, 1988, s. 133
9-Bkz. Hamidullah, Muhammed, İslamın Hukuk İlmine Yardımları, İst. 1962, s. 142-143
10-İbnu Hanbel, IV, 281; Süyuti, Tarihul- Hulefa, s. 134; Alûsî, VI, 192-193
11-Bkz. Onat, Hasan, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, TDV. Yay. Ankara, 1993, s. 24
12-Alûsî, Ebul-Fadl, Ruhul-Meani, Daru İhyait-Türasil-Arabi, Beyrut, 1985, VI, 195
13-Süyuti, Tarihul - Hulefa, s. 62-64
14-Buhari, Merda, 17; Müslim, Vesaya, 22; İbnu Hanbel, I, 325
15-Naim, Ahmet, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Diyanet Yay. Ankara, 1982, I, 108. Ahmet Naim, ilgili rivayetleri burada ve devamında çok güzel bir şekilde tahlil etmektedir. Geniş bilgi için oraya bakılabilir.
16-Şura, 23
17-Beydâvî, Kadı, Envarut-Tenzil ve Esrarut-Tevil, Darul-Kütübil-İlmiyye, Beyrut, 1988, II, 362
18-Kurtubi, XVI, 15-16; İbnu Kesir, VII, 187; Süyuti, Dürrül- Mensur, Darul - Mektebil- İlmiyye, Beyrut, 1990, V, 699
19-İbnu Kesir, VII, 187
20-Age. VII, 189
21-Aclûnî, I, 132
22-Râzî, XXVII, 167
23-Râzî, XXVII, 166
24-Alûsî, XXV, 32
25- Hud, 73
26- Ahzab, 33
27- İbnu Hişam, Siretun-Nebeviyye, Daru İhyait-Türasil-Arabi, Beyrut, 1971, III, 224; Hakim, Ebu Abdullah ( Nisaburi) Müstedrek, Matbaatul-İslamiye, Beyrut, II, 416
28- Yazır, Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, VI, 3892
29- Tirmizi, Menakıb, 31; İbnu Hanbel, III, 14, 17
30- Nursi, Lemalar, Sözler Yay. İst. 1990, s. 22
31- Müslim, İman, 348
32- Tahrim, 10
33- Hud, 45-46



Şadi Eren (Doç.Dr.)
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
CA'FERİYYE - CAFERİLİK

üzümsalkımı ' Alıntı:
ceferilik nedir? bilgi verirmisnniz?


CA'FERİYYE - CAFERİLİK

Hz. Ali'nin torunlarından Câ'fer-i Sâdık (ö. 148/765)'ın etrafında toplanan ve onun ictihadlarına göre amel eden müslümanların bağlı oldukları siyasi ve fıkhî mezhep.

İmâm Câ'fer, bütün Sünnîlerce, özellikle tasavvuf ehlince büyük bir velî olarak kabul edilir. O, kendisini ilme ve tefekküre vermiş, Ebû Hanîfe ve İmâm Mâlik gibi büyük müctehidler bile ondan faydalanmıştır. Hadîs âlimleri kendisinden hadîs rivayet etme konusunda tereddüt etmişlerse de, İmam Şâfiî ve Yahya b. Maîn gibi âlimler onu güvenilir bir muhaddis olarak kabul etmişlerdir. Mezheplerinde "imâm" ve "on iki imam" konusuna ağırlık verdikleri için bu mezhebe "İmamiyye" veya "İsnâ Aşeriyye" adı da verilmiştir.

Câ'fer-i Sâdık, Medine'de Ebû Hanîfe ile ilk karşılaştıkları zaman ona şöyle dedi:

"Nûman! Babam bana, dedemden şöyle rivayet etti: -Din husûsunda re'yi ile kıyasa ilk başvuran İblîs'tir. Allah ona, Âdem'e secde et dedi. O da, Ben Âdem'den hayırlıyım, çünkü beni ateşten, onu topraktan yarattın' dedi. Kim dinde re'yi ile kıyas yaparsa Allah onu Kıyâmet günü İblîs'e arkadaş yapar. Çünkü o, kıyas yapmak suretiyle şeytana uymuştur."

Ebû Hanîfe şu cevabı verdi:

"Ne münasebet! şeytân Allah'ın emrine isyan için kıyas yaptı. Ben ise, Allah'ın emirlerine itaat yollarını bulmak için kıyas yapıyorum."

(M. Ebû Zehra, İslâm'da Fıkhî Mezhepler Târîhi, (çev. A. Şener) Ankara, 1968, s. 235; Ahmed Emin, Düha'l-İslâm, Kahire 1936, III, 261).

Temelde Ehl-i Sünnet'e yakın olan Câ'fer-i Sâdık'a ölümünden sonra birtakım iftiracılar birçok şeyi isnat etmişler ve bunları halk arasında yaymışlardır. İmâm Câ'fer, daha hayatta iken mezhep içinde bazı sapık görüşler ortaya atılmış ve bunları bizzat kendisi reddetmiştir. Bu sapıkların başında Ebû'l Hattâb Muhammed b. Ebî Zeyneb gelir. Ebû'l Hattâb, küfre düşmüş, peygamberlik davasında bulunmuş ve Câ'fer-i Sâdık'ın tanrı olduğunu öne sürmüştür. Haramları helâl saymış ve imamı tanıyan herkesin haramlardan muaf sayılacağını söylemiştir. Üstelik bu görüşleri Câ'fer-i Sâdık adına çıkarmıştır. Bunu haber alan Câ'fer, Ebû'l Hattab'a lânet etmiş, onunla hiçbir ilgisinin bulunmadığını, bütün talebe ve arkadaşlarına bildirmiş, İslâm ülkelerine mektuplar yazarak bu durumu her tarafa duyurmuştur. (İbnu'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, VIII, 9).

Zeydiye'den sonra Ehl-i Sünnet'e en yakın bir Şiî mezhebi olan Câ'ferîliğin bazı görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür:

İmâmiye'ye göre imâmet (devlet başkanlığı); nübüvvet gibi ilâhî bir makamdır. Peygamber gibi imâmı da Allah seçer. İnsanların imam tayin etme yetkisi yoktur. Hz. Muhammed (s.a.s) vefat etmeden önce, kendi yerine kimin imam (halife, müslümanların lideri) olacağını nass'la tayin etmiştir. Bu imam da kendinden sonra gelecek olanı aynı şekilde belirlemiştir. İmâmın zahir, meşhur ve meydanda olması caiz olduğu gibi; gaib, mestur ve gizli olması da mümkündür. Son imam Muhammed Mehdî onikinci imam olup, hâlen hayattadır, fakat gaibtir. İmâmın bulunmadığı bir zaman yoktur. Şimdi gaib olan Mehdî'ye naibler (âyetullahlar) vekâlet etmektedir.

Oniki imâm şunlardır:

1) Ali el-Murtaza,
2) Hasan el-Müctebâ (ö. 50/670),
3) Hüseyin eş-Şehid (ö. 61/681),
4) Ali Zeynelâbidin (ö. 94/713),
5) Muhammed Bâkır (ö. 113/731),
6) Câ'fer es-Sâdık (ö. 148/765),
7) Musa Kâzım (ö. 183/799),
8) Ali Rıza (ö. 192/808),
9) Muhammed Cevad (ö. 220/835),
10) Ali Hâdi (ö. 254/868),
11) Hasan Askerî (ö. 260/874),
12) Muhammed Mehdî (gizlendiği tarih 260/874).

Câferîlere göre imâmlık mertebesi, insan olmanın üstünde; fakat peygamberliğin altında bir makamdır. İmamlar peygamber gibi masum olup, yanılmazlar, günah işlemezler.

Câ'ferîler imamın masumiyetini şöyle açıklarlar:

"Ondan, büyük küçük, kasden veya yanlışlıkla unutarak, yahut ictihadında hata ederek, yahut da Allah'ın hataya sevketmesi sebebiyle olsun, hiçbir günah sadır olmaz. Bu imamın sözü dinlenir, korkusu kalpten çıkmaz bir kişi olması için böyledir. Onlardaki ismet sıfatı, Allah onların akıllarını kemâle erdirdiği andan itibaren ruhlarını kabzedene kadar onlardan ayrılmaz bir vasıftır.

Câ'ferî'ye göre meleklere, kitaplara ve kadere iman Allah'a ve peygambere imanın içindedir. Onlara göre Hz. Muhammed (s.a.s)'den sonra halîfe olma hakkı Hz. Ali'nin idi. Bu konuda ayet ve hadîsler mevcuttur. Fakat Ashab-ı Kirâm'ın ileri gelenleri, kendi ictihadlarına dayanarak bu nass'ları tevil ettiler ve Hz. Ebu Bekir'i halife seçtiler. Hz. Ali ve ona tabi olan bir grup, bu seçimi kabul etmedi. Ancak fitne çıkmaması için Ebû Bekir'e bey'at ettiler. İlk üç halifede gördüğü ehliyet ve liyâkat sebebiyle Hz. Ali, hilâfet hakkından feragat etmişti. Ancak Muaviye'nin değil halife, vali olarak kalmasının bile zararlı olduğu kanaatine vardığı için Emevîlere karşı savaş ilân etmiştir. Câ'ferîler, ilk üç halifenin imâmlığını kabul etmemekle beraber onlara karşı saygılı oldukları halde, Muaviye ve oğlu Yezid'e lânet okurlar. (Muhammed Hüseyin, Kâşifu'l-Gıta, Aslu'ş-Şia ve Usulühâ, Kahire 1958. 126 vd.; Musevî, el-Muracaa, Beyrut 1393, 168).

Câ'feriye mezhebi mensupları, onikinci imam Muhammed'in evinde "sirdap" diye adlandırılan bir sığınağa girip gizlendiğine ve bir daha dönmediğine inanırlar. Ancak gizlenen onikinci imamın yaşı konusunda ihtilaf edilmiş ve bazıları gizlendiğinde yaşının dört olduğunu söylerken, bazıları da sekiz yaşında olduğunu ileri sürmüştür. Yine, gizlenen imamın vereceği hüküm konusunda ihtilaf olmuştur. Bazıları, kaybolduğu yaştayken, halifenin bilmesi gereken şeyleri bildiğini ve ona itaat etmenin vacip olduğunu öne sürerken; diğer bir kısmı da hüküm vermenin gizlenen imamın mezhebine bağlı âlimlere ait olduğunu iddia etmişlerdir.

İsna aşeriyye, diğer adıyla Câ'ferîye mezhebine göre din, Ehl-i Sünnet'te olduğu gibi iki ana bölümde ele alınır.
1) Usû-i Din,
2) Furû-i Din.

Usûlü Din (dinin asılları) beş esas üzerine kurulmuştur: Tevhîd, Nübüvvet, İmâmet, Mead (Ahiret), Adalet.

Tevhîd: Allah birdir (vâhid), tektir (ahad). Onun zatı her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Eşi,benzeri ve mahlûkatına benzer bir tarafı yoktur.

Nübüvvet: Peygamberlik, Allah'ın seçtiği kullarını Cebrâil vasıtasıyla ve vahy yoluyla ilâhî bir vazife ile mükellef kılmasıdır. Peygamberler Allah'ın emirlerini halka tebliğ eder ve onları doğru yola iletirler. Onlar insanların en üstünü ve kulların en hayırlısıdırlar. Emindirler, masumdurlar ve tebliğ vazifelerinde bir noksanlık ve hata bulunmaz. Peygamberler ilâhî bir lütuf ve hazinedir. Hz. Muhammed (s.a.s) bütün peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Onun en büyük mûcizesi Kur'an'dır.

İmâmet: İmân, dinin asıllarından olan imamete inanmakla tamamlanabilir. İmamiye, nübüvvetin nasıl Allah'tan bir lütûf olduğuna inanırsa, her asırda peygamberlerin vazifeleriyle vazifelenmiş, insanların hidayet ve irşadlarını üstlenmiş bir imamın varlığına da inanır.

Meâd (Ahiret): Bu, ölümden sonra ahiret hayatının hak olduğu esasıdır. Kıyamete dair Kur'an ve hadîslerde geçen mîzan, soru, hesap, sırat, şefaat, Cennet, Cehennem hepsi gerçektir, bunların hiçbiri akılla yorumlanamaz. Keyfiyetini de bilemeyiz. Fakat hepsinin gerçek olduğuna inanırız. Mead cismanîdir ve bunlara icmalen iman yeterlidir ve yorumsuz olarak kabul etmek gerekir.

Adalet: İsna aşeriyye'ye göre dinin beşinci aslı ve dolayısıyla inanç esaslarından olan adalet, Allah'ın adil; kulun da iradesinde ve fiillerinde hür ve muhtar oluşudur. Onun, iyiye iyiliğine karşılık mükâfatta, kötüye kötülüğüne karşılık mücazatta bulunması adaletinin zarurî bir icabıdır. Kul, fiillerinde hür ve muhtardır.

İsna aşeriyye, şer'i hükümlerin kaynağı olarak dört esası kabul eder.Bunlar, kitap, sünnet, icma ve akıldır. Ayrıca füru-u din ikiye ayrılır: 1) İbâdât, 2) Muamelât.

İbâdât: Namaz, oruç, hacc, zekât, humus, cihat, emri bi'l ma'ruf nehyi ani'l-münker, Tevellâ ve Teberrâ'dan oluşan bir bütündür.

Muamelât: Ticaret hayatı, şahıs hukuku, cezalar, evlenme, miras ve benzeri hususlardır.

Görüldüğü gibi İsna aşeriyye, usûl-i din dediğimiz inanç esasları ve fer'i hükümlerde, yani fıkhî konularda Ehl-i Sünnet'ten çok farklı düşüncelere sahip bulunmamaktadır. Ancak Tevhîd, Nübüvvet ve Ahiret gibi üç büyük esasta Ehl-i Sünnet ile birleşmiş olmalarına rağmen; İmametin dinin esasları arasında zikredilmesi dolayısıyla Hz. Peygamberden sonra belIi kişilerin peygamber gibi "ismet" sıfatına ve başkalarında bulunmayan "özel bir bilgi"ye sahip bulundukları hususlarının kabul edilmesiyle Ehl-i Sünnet'ten ayrılmaktadır. Ayrıca takiyye ve bedâ, Câ'ferîlik'te önemli iki inanç konusudur. Onlar, cebir ve zor karşısında bir Şiî'nin inancını gizlemesine "takiyye"* adını verirler. Hz. Muaviye'nin baskısı altında inançlarını gizleyen Şiî'ler Mekke döneminde sahabenin de müşriklerin baskısından kurtulmak için bu prensibe başvurduklarını söylerler. Onlara göre, takiyye bazen farz, bazen caiz, bazen da haram olur.

Bedâ ise, Cenâb-ı Hakk'ın Levh-i Mahfuz'a* yazdığı bir şeyi vahiyle peygamberine bildirdikten sonra değiştirmesidir. Bu durum, velî ve imamlar için de söz konusudur. İslâm şerîatının önceki şerîatları neshetmesi veya İslâm şerîatında bazı ayetlerin diğer ayetleri neshetmesi de bedâ kavramına yakındır. (Muhammed Hüseyin, a.g.e., 131).

Câ'ferîlik bugünkü İran'da çoğunluğun ve İran İslâm devletinin resmî mezhebidir. İran'dan başka, Türkiye'de Kars ve çevresinde çok az olmak üzere Irak, Suriye, Lübnan, Afganistan ve Hindistan'da Câferîler vardır. İmâm Câ'fer'den sonra yüzyıllar boyunca yapılan ictihadlarla bir hayli genişleyen Câferîye fıkhı, yukarıda zikredilen yerlerde ve bir kısım Ortadoğu ülkelerindeki küçük cemaatler halinde bulunan Şiîler arasında tatbik edilmektedir.

Hamdi DÖNDÜREN
 
cevabıeşekkür ederim anca ben şunu da öğrrenmek istiyorum benim bir arkadaşım bir beyle tanıştı ve belli bir süre görüşme sonunda beyfendi kız arkadışıma caferi olduğunu söylemiş ve arkadaşım hanefi caferiliğin hakikat noktasındaki durumu ndir ve böyle bir evlilik hakkında ne dersiniz? yardımcı olursanız çok seviniriz teşekkürler
 
T

Tarihci19

Misafir
...



Yavuz Sultan Selim şiiler için fetva istediğinde Mevlana Sarı gürz ve Ahmet ibn Kemal Paşa (Zamanın Şeyhülislamı meşhur Kemalpaşazade) şu fetvayı vermişlerdir:

Safeviler(şiiler) irtidat etmişlerdir, malları helal nikahları batıl katlleri caizdir bunlarla savaşılabilir..
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Tarihci ' Alıntı:
...



Yavuz Sultan Selim şiiler için fetva istediğinde Mevlana Sarı gürz ve Ahmet ibn Kemal Paşa (Zamanın Şeyhülislamı meşhur Kemalpaşazade) şu fetvayı vermişlerdir:

Safeviler(şiiler) irtidat etmişlerdir, malları helal nikahları batıl katlleri caizdir bunlarla savaşılabilir..

Safeviler ile şiiler karıstırılmamalıdır...

üzümsalkımı ' Alıntı:
cevabıeşekkür ederim anca ben şunu da öğrrenmek istiyorum benim bir arkadaşım bir beyle tanıştı ve belli bir süre görüşme sonunda beyfendi kız arkadışıma caferi olduğunu söylemiş ve arkadaşım hanefi caferiliğin hakikat noktasındaki durumu ndir ve böyle bir evlilik hakkında ne dersiniz? yardımcı olursanız çok seviniriz teşekkürler

Yukarıda özetle bir paragrafda şiileri anlatmaya calısmıs hocamız binaaleyh sorunuzun diğer bir kısmı fetvaya girdiğinden ve fetva makamı olmadığımız için sorunuzu www.sorularlaislamiyet.com web adresindeki diğer sitemizden ehil olan hocalarımıza sorabilirsiniz..
 

Tarihci

Marmara Tarih
abi o fetva Şah İsmail ve şiiler için verilmişti.. Hocamız böyle anlattı..(hocam ehli sünnetten dir.. Marmara universitesi Tarih bölümünde Professördür)

ancak bu gunki caferiler in itikadi durumu nedir onlarda bu fetvayı hak edecek durumdalarmıdır bilmiyorum... ancak hocamız
fetvayıda açıklarken şunları sölemişti: Hz.Ali den yana olup Hz.Ömere Osman a ve Ebubekr e küfr etmek olmaz ashab ın imanına şüphe edilmez onlara kafir diyen anında kafir olur lakin küfr isnadı boşa çıkmaz (bu sebebten)
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
abi o fetva Şah İsmail ve şiiler için verilmişti.. Hocamız böyle anlattı..(hocam ehli sünnetten dir.. Marmara universitesi Tarih bölümünde Professördür)

ancak bu gunki caferiler in itikadi durumu nedir onlarda bu fetvayı hak edecek durumdalarmıdır bilmiyorum... ancak hocamız
fetvayıda açıklarken şunları sölemişti: Hz.Ali den yana olup Hz.Ömere Osman a ve Ebubekr e küfr etmek olmaz ashab ın imanına şüphe edilmez onlara kafir diyen anında kafir olur lakin küfr isnadı boşa çıkmaz (bu sebebten)

Kafir demek başkadır tanımama başkadır. Kafir dediklerini hiç duymadım. Sadece tanımıyorlar. tanımak veya tanımamak kabul etmek veya etmemek imani bir mesele olmadığından bu kardeşlerimize tarafigirane sürtüşmek yerine tevhid noktasında ele alınmalı ve tevhid hususunda muhabbet edilmeli..
 

Tarihci

Marmara Tarih
Kafir demek başkadır tanımama başkadır. Kafir dediklerini hiç duymadım. Sadece tanımıyorlar. tanımak veya tanımamak kabul etmek veya etmemek imani bir mesele olmadığından bu kardeşlerimize tarafigirane sürtüşmek yerine tevhid noktasında ele alınmalı ve tevhid hususunda muhabbet edilmeli..


ben de bu fikirdeyim ama umarım kafir demiyorlardır..
 

Yeltegiyan

Elfidam
geçen yıl şia yı bir şii olarak sunmuştum karsımda da 2 ehl_i sünnet vardı çok güzel bir sunum olmuştu.irticali bir sunum olduğundan toparlayıp buraya aktaramıyorum ama caferiliğin sitesi var ordan derin bilgi alabilirsiniz. halifelere küfür ithamı falan yok sadece hak olan hz.Ali idi önceliğin onlara verilmesi vs problem olmuş.
 

Yeltegiyan

Elfidam
ya günümüz yaşayışı ile kıyaslamayalım şu anda ehl_i sünnet ne kadr kendi çizgisinde ki şia dan caferiliktende özünde olmalarını bekleyelim. ama türkiye caferiler sitesine bir göz atın bence;)
 

Tarihci

Marmara Tarih
ya günümüz yaşayışı ile kıyaslamayalım şu anda ehl_i sünnet ne kadr kendi çizgisinde ki şia dan caferiliktende özünde olmalarını bekleyelim. ama türkiye caferiler sitesine bir göz atın bence;)


ehli sünnet itikad olarak 1200 sene önce neyse şimdi de o değil mi? ehli sünnet olanlarda uygulama da gevşeklikten bahsetmiyorum..

neyse yahu bunlarla vakit harcamamak lazım.
 

Yeltegiyan

Elfidam
tamam işte esasa göre hüküm verilecekse bir bakın diyorum yanlışlık yok demiyorum ama abartıldığı kadar küfürle itham edilecek kadr esasları yok uygulayanlarda problem var o da her itikadi mezhepte var.......... haklısınız saygılar
 
Üst