Şeytanlar hizmetin hadimleriyle çok uğraşır

uður1

Well-known member
Şeytanlar hizmetin hadimleriyle çok uğraşır
01 Kasım 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Bu Lem'a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı.
b424.gif
-1-
b700.gif
-1-
b701.gif
-2-
b702.gif
-3-
b703.gif
-4-
EY ÂHİRET KARDEŞLERİM ve ey hizmet-i Kur'âniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz:
Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas,
en büyük bir kuvvet,
en makbul bir şefaatçi,
en metin bir nokta-i istinad,
en kısa bir tarik-i hakikat,
en makbul bir duâ-i mânevî,
en kerametli bir vesile-i makasıd,
en yüksek bir haslet,
en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.
Madem ihlâsta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var. Ve madem bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid'alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur'âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli mesul oluruz.
b704.gif
(Benim ayetlerimi az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin. (Bakara Sûresi: 41) âyetindeki şiddetli tehditkârâne nehy-i İlâhîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşâne, sakîl, riyâkârâne bazı hissiyat-ı süfliye ve menâfi-i cüz'iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur'âniyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.
Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.
Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm
b705.gif
(Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder-ancak Rabbim rahmet ederse o başka.(Yusuf Sûresi: 12:53.) demesiyle, nefs-i emmâreye itimad edilmez. Enâniyet ve nefs-i emmâre sizi aldatmasın.
İhlâsı kazanmak ve muhafaza etmek ve mânileri def etmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun.
BİRİNCİ DÜSTURUNUZ
Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.
Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.
İKİNCİ DÜSTURUNUZ
Bu hizmet-i Kur'âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev'inden gıpta damarını tahrik etmemektir.
Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.
Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa'ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.
İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur'ân'ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.
Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.
Bu sırrın sırrı şudur ki:
Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. Haşiye (Evet, sırr-ı ihlâs ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi, korkulara, hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile, rıza-yı İlâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhları olduğundan, biri ölse, "Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum" diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve "O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum" der, rahatla yatar.)
ÜÇÜNCÜ DÜSTURUNUZ
Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz.
Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.
Evet, kuvvet hakta ve ihlâsta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu dâvâyı ispat eder ve kendi kendine delil olur.
Çünkü yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul'da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada, yedi sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul'da, burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garip, yarım ümmî; insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında, yedi sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakiyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine katiyen şüphem kalmadı.
Hem itiraf ediyorum ki, samimî ihlâsınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyâdan beni bir derece kurtardınız. İnşaallah tam ihlâsa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız.
Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (r.a.), o mu'cizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz.
Böyle mânevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz,
b706.gif
("Onları kendi nefislerine tercih ederler." (Haşir Sûresi: 59:9.) sırrıyla ihlâs-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ, en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü'mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer "Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim" arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir.
DÖRDÜNCÜ DÜSTURUNUZ
Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir.
Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi'ş-şeyh, fenâ fi'r-resul ıstılahatı var. Ben sufî değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi'l-ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.
Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü'l-esası, samimî ihlâstır.
Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.
Evet, yol iki görünüyor. Cadde-i kübrâ-i Kur'âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşaallah, Risale-i Nur yoluyla Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ihlâsa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
BİD'A : Dinin aslına uymayan âdet ve uygulamalar.
Binaen: -den dolayı, -den ötürü, -için, -dayanarak, yapılarak, bu sebepten.
CADDE-İ KÜBRÂ-İ KUR'ÂNİYE : Kur'ân'ın büyük, geniş ve sağlam caddesi. Kur'ân yolu.
CİVANMERT : İyiliksever. Cömert. Fedâkâr.
Çendan: Gerçi, o kadar, her ne kadar, pek o kadar.
DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma.
DUÂ-I MÂNEVÎ : Mânevî duâ. Sözle yapılan mânâ yüklü duâ.
ENÂNİYET : Benlik, gurur.
ESAS : Temel. Kök. Rükün. şart. Hakikat ve mahiyetler.
ESBÂB : Sebepler.
FÂZÎLET : Değer; meziyet, ilim, îmân ve irfan itibâriyle olan yüksek derece.
FENÂFİ'L-İHVAN : Kardeşlerinde fâni olmak. Kardeşlerinin sevinçleriyle sevinip acılarıyla üzülmek derecesinde onlarla bütünleşmek.
FENÂFİ'Ş-ŞEYH : Bütün mânevî kemâlatını şeyhin mânevî şahsiyetinden almak mânâsındaki tâbir.
FENAFİRRESUL : (Fenâ fir-resul) Tas: Bütün varlığını Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) manevî şahsiyetinde yok etmek mânasına gelir.
Gavs-ı âzam: 1-Tarikat kurucusu. 2-En büyük gavs, Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin nâmı.
Gaybi: Gayba ait, göze görünmeyenlere ait, gaybla ilgili, hazırda olmayan.
HÂDİM : Hizmet eden, hizmetkâr.
HAKAİK-I ÎMÂNİYE : Îmân hakîkatleri.
Hakk:1-Doğru, gerçek, hakikat. 2-Doğruluk.
HALÎLİYE : Samimî dostluk ve kardeşlik.
HASLET : Huy, tabiat, karakter, meziyet.
HÂSSA : Birşeye mahsus özellik, tesir, his, duygu.
Hazret: Saygı, ululama, yüceltme, övme maksadıyla kullanılan tabir.
HILLET : Samimî dost.
Himaye, himâyet: 1-Koruma, esirgeme, muhafaza etme. 2-Kayırma, elinden tutma.
HİSSİYÂT-I NEFSÂNİYE : Nefse âit duygular.
HİSSİYÂT-I SÜFLİYE : Alçaltıcı ve nefsin aşağılık istekleri, arzuları.
HODFURUŞ : f. Kendini beğendirmeğe çalışan. Övünen.
Hod-gâm, hod-kâm: Kendi keyfini düşünen, bencil.
HUSUSAN : Bilhassa, özellikle.
ISTILAHÂT : Terimler. Belli bir ilim veya mesleğe ait özel anlamlı kelimeler.
İ’tirâf: Başkalarının bilmediği gizli bir kusurunu söyleme, kendisi için iyi sayılmayacak bir hali gizlemeyip söyleme.
İdâme: Devam ettirme, sürdürme. Devamlı ve daimî kılma.
İFTİHÂR : Övünme; başkasının iyi bir hâli ile sevinme.
İHLÂS : Yapılan ibâdet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakîki ve esas gaye etmeyerek, yalnız ve yalnız Allah rızâsını esas maksat edinmek.
İhlâs:Hâlis, içten, samimi, riyasız, karşılıksız sevgi ve bağlılık
İHSANÂT-I İLÂHİ : Allah'ın iyilikleri, bağışları.
İKTİZÂ : Gerekme, gerektirme, lazım gelme, işe yarama, icab etme.
İltifât: Güzel sözler söyleyerek birini samimi olarak okşama.
İttihâd: Birleşme, birlik oluşturma, bir olma, birlik oluşturup ikiliği ortadan kaldırma, birlik.
KEDER : Üzüntü, tasa, kaygı.
KERÂMET : Allah'ın ihsanıyla velîlerin gösterdikleri adet dışı, olağanüstü haller.
Kerâmet: 1-Kerem, lutuf, ihsan, bağış. 2-İkram, ağırlama. 3-Allah'ın velî kullarında görülen olağanüstü haller veya tabiatüstü hadiseler. 4-Ermişçesine yapılan iş, hareket veya söylenen söz, fikir.
KUDSÎ : Mukaddes, yüce, temiz. Kusursuz ve noksansız.
LÂAKAL : En az, hiç değilse, en azından.
Lâtîf: 1-Allah'ın güzel isimlerinden. 2-Yumuşak, hoş, güzel, nazik, narin. 3-Cismani olmayan, ruhla ilgili, ruhanî. 4-Tatlı, şirin.
MÂBEYN : Ara; iki şey arası.
Mâbeyn: Ara, aralık, iki şeyin arası.
MAKBUL : Kabul edilmiş olan, geçerli.
Mânen: İç varlık bakımından, duyguca, gönülce, yürekçe, ruhça, mâna itibarıyle, mânaca.
MÂNİ : Engel.
Ma'sûm-âne:Masumca, masum olana yakışacak surette, suçsuz, günahsız bir şekilde.
MENÂFİ-İ CÜZ'İYE : Cüz'i, küçük menfaatler. Az bir fayda.
Menfaat: Fayda, kâr, gelir, ihtiyaç karşılığı olan şey.
MES'UL : Sorumlu.
MEŞREB : Âdet, huy, yaratılış, ahlâk; takip edilen usûl, yol.
MEZİYET : İyi ve doğru hareket; üstünlük vasıfları.
MEZKÛR : Sözü edilen, zikredilen, bahsedilen.
Mu'cize-vârî: Mucize gibi.
MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel.
Mukâbil: Karşı, karşılık, muâdil.
Muvaffakiyet: Allah’ın yardımıyla başarılı olma, muvaffak olma, başarma.
MUZIR : Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
MÜKELLEF : Yükümlü, vazifeli. Bir şeyi yapmaya mecbur olan.
MÜRİD : Tarîkat öğrencisi, bir şeyhe bağlı kişi.
Müteallikât: İlgili, alakalı.
NEFS-İ EMMÂRE : Kötülüğü teşvik eden, emreden nefis.
NEHY-İ İLÂHÎ : Allah'ın yasaklaması.
NOKTA-İ İSTİNAD : Dayanak noktası, dayanma yeri.
Nokta-i istinâd: Dayanak noktası, güvenme ve itimat noktası.
Rızâ-yı İlâhi: Allah’ın rızası, hoşnutluğu.
Riyâ:1-İki yüzlülük, yalandan gösteriş, samimiyetsizlik. 2-İnsanlardan sağlayacağı maddî veya manevî çıkar düşüncesiyle iyilik yapma veya iyi olma temayülü, eğilimi.
RİYÂKÂRÂNE : Gösteriş yaparcasına. İki yüzlüce.
SÂFÎ : Temiz, pâk, duru
SAKÎL : Ağır, can sıkıcı, çirkin.
Samîmiyet:1-Samimîlik, içtenlik. 2-Teklifsizlik.
SAVLET : Saldırı.
SIRR : Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
Sırr: Gizli tutulan, kimseye söylenmeyen şey, gizli iş veya söz.
SUFİ : (C.: Sufiyyun) Tasavvuf ehli. Sofu.
SUKÛT : Değerden düşme, düşüş, alçalış.
ŞÂKİRÂNE : Şükrederek.
ŞEFAATÇİ : Af için sebep ve vesîle olması ümit edilen.
ŞEREF : Yükseklik, yücelik. Büyüklük.
TAARRUZ : Sataşmak, ilişmek, saldırmak.
Tahattur:1-Hatırlama, hatıra getirme. 2-Unutulduktan sonra hatırlanan şey.
Tarassudât: Gözlemeler, gözetmeler
TARÎK-I HAKİKAT : Hak ve hakikat yolu.
TASAVVUF : Kalbi, dünyanın fâni işlerinden ayırıp, Allah sevgisi ile bağlamak.
TASAVVUR : Birşeyi zihinde şekillendirme; düşünce, tasarı; tasarlama.
TAZYİKAT : Baskılar, zorlamalar, sıkıştırmalar.
Tazyîkât: Tazyikler, baskılar, zorlamalar, sıkıştırmalar.
TECÂVÜZ : Haddini aşma; söz veya hareketle ileri gitme, saldırma.
TEFÂNÎ : Fikrî ve ahlâkî kaynaşmak, birbirine fani olmak kardeşinin meziyet ve hissiyatını fikren yaşamak.
Tercîh: Bir şeyi diğerlerinden üstün tutma, öne alma, seçme, daha çok beğenme.
Tesânüd: Dayanışma, birbirine dayanma, birbirinden destek alma, omuzdaşlık.
Tesellî: Avutma, acısını dindirme, güzel sözler söyleyerek rahatlatma.
Teveccüh: 1-Yüzünü bir yöne çevirme, yönelme, yöneliş. 2-Hoşlanma, güler yüz gösterme, iltifat etme.
Teveccüh: 1-Yüzünü bir yöne çevirme, yönelme, yöneliş. 2-Hoşlanma, güler yüz gösterme, iltifat etme.
UBÛDİYET : Kulluk, kölelik, kul olduğunu bilip Allah'a itaat etme.
UHREVÎ : Ahirete dâir, öteki dünyaya âit.
Uhuvvet-i hakîkiye: Hakikî, gerçek kardeşlik.
UMÛR-U HAYRİYE : Hayırlı işler.
Ümmî: Okuma yazması olmayan, okumamış.
ÜSSÜ'L-ESAS : Esasların esâsı, en büyük temel, hakiki ve sağlam temel.
Üstâd: Bir ilim veya sanatta üstün olan kimse. 2-Öğretici; muallim, öğretmen, usta, san'atkâr. 3-Maharetli, tecrübeli, usta.
Vâsıta: İki şeyi birbirine bitiştiren üçüncü. Aracı.
VAZİFE-İ ÎMÂNİYE : İmânla ilgili vazife.
VESÎLE-İ MAKASID : Asıl maksada götüren vesîle, vasıta.
Zâhir: Görünen, görünücü. Açık, belli, meydanda…
ZİYÂDE : Fazla, çok.
 

uður1

Well-known member
MESNEVİ-İ NURİYE DERSLERİ 2.2.MUKADDEME(DEVAMI)
RİSALE-İ NUR’UN BİR NEVİ ARABÎ MESNEVÎ-İ ŞERİF’İ HÜKMÜNDE OLAN BU MECMUANIN MUKADDEMESİ BEŞ NOKTA’DIR.(DEVAMI)
İKİNCİ NOKTA
Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) ve İmam-ı Gazâlî (r.a.) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için, herşeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp, lillâhilhamd, Eski Said Yeni Said’e inkılâp etmiş. Aslı Farisî, sonra Türkçe olan Mesnevî-i Şerif gibi o da Arapça bir nevi Mesnevî hükmünde Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu’le, Lem’alar, Reşhalar, Lâsiyyemalar ve sair dersleri ve Türkçede o vakit Nokta ve Lemeatı gayet kısa bir surette yazmış; fırsat buldukça da tab’ etmiş. Yarım asra yakın o mesleği Risale-i Nur suretinde, fakat dahilî nefis ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalâlete giden ehl-i felsefeye karşı, Risale-i Nur, geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçti.

ÜÇÜNCÜ NOKTA:

O Yeni Said’in münazarasıyla nefis ve şeytanın tam mağlûp edilmesi ve susturulması gibi, Risale-i Nur dahi yaralanmış tâlib-i hakikati kısa bir zamanda tedavi ettiği gibi, ehl-i ilhad ve dalâleti de tam ilzam ve iskât ediyor. Demek, bu Arabî Mesnevî mecmuası, Risale-i Nur’un bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir. Bu mecmuanın yalnız dahilî nefis ve şeytanla mücadelesi, nefs-i emmarenin ve şeytan-ı cinnî ve insînin şübehatından tamamıyla kurtarıyor. Ve o malûmat ise, meşhûdat hükmünde ve ilmelyakîn ise, aynelyakîn derecesinde bir itminan ve bir kanaat veriyor.

Lügatler :
Arabî : Arapça
aynelyakîn : bir mesele hakkında gözle görmek sûretiyle, kesin bilgi sahibi olma
dahilî : iç, içsel olan
dalâlet : hak yoldan sapkınlık inançsızlık
ehl-i felsefe : felsefe ilmini temel kabul eden kişiler
ehl-i ilhad ve dalâlet : dinsiz ve sapık olanlar
evham : kuruntular, şüpheler
evvel : önce
Farisî : Farsça
Habbe : “dâne, tohum” mânâsını taşıyan ve bu eserde yer alan bir risale
hariçte : dışarıda
Hubab : “su kabarcığı” mânâsını taşıyan ve bu eserde yer alan bir risale
hükmünde : yerinde; bir şeyle aynı hükmü alma
hükmüne geçmek : benzer bir şeyle aynı hükmü almak
ilmelyakîn : ilme, bilgiye ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
ilzam ve iskât etmek : muhataba üstün gelmek ve onu susturmak
inkılâp etmek : değişmek, dönüşmek
itminan : inanma, tatmin olma
ittifak : birlik, bütünlük
Katre : "damla" mânâsını taşıyan ve bu eserde yer yer alan bir risale
küllî : genel, kapsamlı
Lâsiyyemalar : bu eserde yer alan bir risale. Lâsiyyema
Lem'alar : "parıltılar" mânâsını taşıyan ve bu eserde yer alan bir risale
Lemeat : "parıltılar" mânâsını taşıyan ve Sözler’in sonunda yer alan bir risale
lillâhilhamd : Allah’a hamd olsun ki
malûmat : bilgiler, bilinen şeyler
mecmua : kitap hâlinde bir araya getirilmiş eser
Mesnevî mecmuası : kitap hâlinde bir araya getirilen Mesnevî-i Nuriye risalesi
Mesnevî/Mesnevî-i Şerif : her beyti ayrı kafiye olan manzum eser; içinde dinî ve ahlâkî nasihatlar bulunan Mevlânâ’nın Farsça eseri
Mesnevîler : Mesnevî tarzıyla kaleme alınan eserler
meşhûdat : görünen ve bilinen şeyler
münazara : karşılıklı tartışma
mütehayyir : şaşkın
nefis/nefs-i emmare : insanı daima kötülüğe, haram olan zevk ve is-teklere sevk eden duygu
nevi : çeşit, tür
Nokta : bu eserde yer alan bir risale
Reşhalar : "sızıntılar" mânâsını taşı-yan ve bu eserde yer alan bir risale
Şemme : "kokucuk ve güzel koku" mânâsını taşıyan ve bu eserde yer alan bir risale
şeytan-ı cinnî ve insî : cinlerden ve insanlardan olup da insanları şerlere sevketmeye çalışan şeytanlar
Şu'le : “ateşten çıkan ince sivri alev” mânâsını taşıyan ve bu eserde yer alan bir risale
şübehat : şüpheler, delil diye ileri sürülen tutarsızlıklar
tab etmek : yazmak, basmak
tâlib-i hakikat : varlıkların arkasın-daki hakikatlere ulaşmak isteyen
Zerre : "atom" mânâsını taşıyan ve bu eserde yer alan bir risale
Zühre : "çiçek" mânâsını taşıyan ve bu eserde yer alan bir risale


 

uður1

Well-known member
Selamün Aleyküm Muhterem Kardeşlerim.
42 gündür paylaştığımız bu eseri tamamlamış bulunuyoruz,ara vermeden bir başka küçük risale-i nur kitabıyla devam edeceğiz inşaallah.
Paylaşımını tamamladığımız bu Divan-ı Harb-i Örfi eserinin tamamı 470 KB boyutuyla ektedir.
Yine bu eseri web üzerinden lugatli olarak direkt okumak isterseniz
Sorularla Risale | Risale-i Nur Külliyatı | Divan-ı Harb-i Örfî
linkinden karşınıza gelen bölümleri açınız.
Kitabı okurken cümleleri açıklanmış haliyle istifade etmek için
Sorularla Risale | Ana Sayfa
linkinden karşınıza gelen bölümleri açınız.
Bu eseri sesli dinlemek ve indirmek için de
Nur Penceresi » Divan-ı Harb-i Örfi
linkinden yararlanmanız mümkün..
Allah çileyle ızdırapla fedâkarlıklarla vücuda gelen bu eserleri anlayabilmeyi ve dava edinebilmeyi cümlemize nasip eylesin....


--
 

uður1

Well-known member
Dağ gibi bir çam ağacının cihazatını dokumak ve yetiştirmek için bir köy kadar yüz fabrika ve tezgâh yerine küçücük çekirdeği gösterir: "İşte bu ağaç bundan çıkmış" diye Saniinin o çamdaki gösterdiği bin mu'cizatı inkâr eder misillü bazı zahiri sebebleri irae eder. Halık'ın ihtiyar ve hikmet ile işlenen pek büyük bir fiil-i rububiyetini hiçe indirir. Bazan gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikata fenni bir nam takar. Güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, adileşti, hikmetsiz, manasız kaldı.
İşte gel! Belahet ve hamakatın nihayetsiz derecelerine bak ki: Yüz sahife ile tarif edilse ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-ı meçhuleye bir nam takar; malum bir şey gibi: "Bu budur" der.

(Bediüzzaman Said Nursi – 14. Sözden)

Lügatler
Âdi :basit, kıymetsiz, sıradan
Bazan :ara sıra, her zaman olmayan
Belahet :ahmaklık, düşüncesizlik, ne yaptığını bilmemek
Beyan :izah, açıklama, anlatma
Cihazat :cihazlar, organlar
Cihet :yön, taraf
Ehemmiyet: önem
Fenni :bilimsel
Fiil-i rububiyet : Cenab-ı Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan terbiye ve idare edicilik fiili
Gayet :çok, pek çok
Güya :sanki, farzet
Hakikat: gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti
Hakikat-i meçhule :bilinmeyen gerçek
Hâlık :yaratıcı, yaratan(Allah)
Hamakat :ahmaklık, aptallık
Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması

İhtiyar :seçmek, istek, arzu, seçilmek, irade
İnkâr : reddetmek, karşı çıkmak
İrae :göstermek, gösteriş, göz önüne koymak
Mahiyet : asıl,esas
Malum :bilinen, belli olan
Mana :anlam, iç, içyüz, bir söz veya bir şeyden anlaşılan
Misillü: gibi
Mu’cizat: mucizeler
Nam :isim, ad, lakap, ünvan
Nihayetsiz: sonsuz, sınırsız
Sahife :sayfa
Sâni’ : her şeyi mükemmel ve sanatla yaratan Allah
Tarif :inceden inceye anlatma, bildirme
Tezgâh :dokuma aleti, ticaret masası, işyeri
Zahirî :aşikar, açık, belirgin, görünüşte

 

uður1

Well-known member
. . . Bayram Paylaşmaktır
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfâk edeceğiniz mal; anne-baba, akrabâlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış garipler için olmalıdır…” (Bakara, 215)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Kim, bir Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman‘ın üzüntüsünü giderirse, Allah da Kıyamet Günü onun üzüntüsünü giderir...” (Buhari, Mezalim; 3)
Müslümanların, bayram öncesi yardımlaşma ve diğergamlık duygularını gösteren şu misal, ne güzeldir:
Yüz dinardan başka bir şeyi olmayan bir adam vardı. Bayram yaklaştığında, dostlarından biri ona mektup yazıp:
“Bayram geldi, ama çocukların ihtiyacını görecek hiçbir şeyimi yok” diyerek birşeyler istedi. Bunun üzerine o zat, yanında bulunan yüz dinarı bir keseye koyup ağzını da mühürleyerek arkadaşına gönderdi. Kese adama ulaştıkdan bir müddet sonra, ona da başka bir dostundan yazı geldi. O da elinin daraldığını ifadeyle bayramdaki ihtiyaçları için kendisine yardım etmesini istiyordu. Adam kendisine gelen keseyi olduğu gibi bu arkadaşına gönderdi. Adam kendisine gelen keseyi olduğu gibi bu arkadaşına gönderdi.
Keseyi ilk gönderen kişi, elinde bir şey kalmadığından o da başka bir arkadaşına mektup yazdı. Bu zat ise, dinarların ulaştığı üçüncü kişiydi. O da elindeki keseyi mühriyle birlikte dostuna gönderdi. Para kesesini alan adam, bunun kendi gönderdiği kese olduğunu görünce çok şaşırdı. Paraları yanına alarak dostuna gitti:
“-Bana gönderdiğin bu kesenin durumu nedir?” diye sordu.
O da durumu anlattı. Meselenin anlaşılması üzerine adam:
“-Haydi, diğer arkadaşımızın yanına gidiyoruz” dedi.
Keseyi alıp beraberce diğer arkadaşlarının yanına gittiler, aralarında konuştular ve keseyi açarak içindeki parayı paylaştılar. (Hatîp Bağdâdî, Târihu Bağdâd, XIV, 282)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Müteâlî: İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce olan, aklın alabileceği her şeyden çok yüce olan, noksanlıklardan uzak, yücelik, şan, şeref, kuvvet ve kudret sahibi olan demektir.
Kısa Günün Kârı
Kardeşlik bilincindeki müslüman, kendisi için sevdiğini, din kardeşi için de sever. Onun derdiyle dertlenir. Her zaman empati kurmalıyız.
Lügatçe
infâk: Geçindirme, nafakalandırma.
diğergam: Muhatabın yerine kendisini koyarak iletişim ve davranış içine girmeye denir.

: Kur'an'dan Bir Mesaj : . . . " Şu muhakkak ki Allah Kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında affeder. Kim Allah'a ortak icad ederse müthiş bir iftira etmiş, çok büyük bir günah işlemiştir." [Nisa Suresi 4,48]
 

uður1

Well-known member
HUTUVÂT-I SİTTE 1.1.TAKDİM
Bu Hutuvât-ı Sitte adlı eser, Üstad Bediüzzaman Said Nursî tarafından 1920-1923 yıllarında İstanbul’un işgali sırasında yazılıp işgalcilere karşı gizlice neşredilmiş ve el altından dağıtılmıştır.

Eser, aynı zamanda Arapça olarak da “Evkâf-ı İslâmiye Matbaası”nda 1336 Rumî ve 1338 Hicrî 1920 yılında tabedilen Sünûhat adlı eserin son kısmına konularak neşredilmiştir.

O dehşetli günlerde Anadolu’nun dört bir yanı işgalci kuvvetlerle sarıldığı
bir sırada, başta İngiliz olarak istilacıların yüzlerine tükürürcesine matbaa lisânıyla, İslâmın izzet ve şerefini haykıran ve şehâmet-i imaniyesini çekinmeden izhar eden kahraman Üstadın, binler mehasin-i ulviye ve hizmet-i âliyesine yalnız şu küçük kitap dahi bir parlak âyinedir.

Bu tarihten sonra başta Anadolu ve âlem-i İslâmda ve ta âlem-i insaniyetin her tarafında iman ve Kur’ân hakikatlerini delâil-i akliye ve mantıkiye ile ispat ve izah eden ve “Kur’ân-ı Hakîmin bu asrın fehmine bir dersi olan Risale-i Nur’u telif ve neşredecek olan Hazret-i Bediüzzaman’ın, bu Hutuvât-ı Sitte’yi telifinden evvel, Birinci Harb-i Umumî’ye şarkta talebeleriyle birlikte gönüllü alay kumandanı olarak iştirak edip, Rus ve Ermenilere karşı çetin muharebeler yapıp, talebelerinin kısm-ı âzamını şehid verdikten ve iki sene kadar Rusya’da esir kaldıktan sonra esaretten dönüp İstanbul’da Erkân-ı Harbiye Riyasetinin iş’arıyla Dârü’l-Hikmeti’l İslâmiye azalığında bulunup ve bu arada, Arapça Mesnevî-i Nuriye’de cem edilen Arabî risalelerini, Türkçe, manzum Lemeat ve Nokta gibi risaleleri telif ve neşrettikten sonra, bilahâre bu Hutuvât-ı Sitte eserini işgalcilere karşı gizlice tab ve neşretmiştir.


Lügatler :
âlem-i insaniyet : insanlık âlemi
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
Arabî : Arapça
âyine : ayna
aza : üye
âzam : büyük
cem edilen : toplanan, bir araya getirilen
Dârü'l-Hikmeti’l-İslâmiye : 1918-1922 yılları arasında Şeyhülislamlığa bağlı olarak faaliyet gösteren, Bediüzzaman’ın da görev yaptığı İslâm akademisi hüviyetinde ilmi kuruluş
delâil-i akliye ve mantıkiye : aklî ve mantıkî deliller
Erkân-ı Harbiye Riyaseti : Genel Kurmay Başkanlığı
esaret : esirlik
fehim : anlayış, kavrayış
hakikat : asıl, esas, gerçek
Harb-i Umumî : Dünya Savaşı
hizmet-i âliye : yüce hizmet
Hutuvât-ı Sitte : “Altı Adım” anlamına gelen bu risalenin adı
istilacı : kuşatıcı
iş’ar : işaret etme, belirtme
iştirak etmek : katılmak
izah eden : açıklayan
izhar etme : açığa çıkarma, gösterme
izzet : değer, itibar, yücelik
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Lemeât : parıltılar; bir kısmı Sözler kitabının sonunda yer alan bazı ölçüler
lisân : dil
manzum : düzenli; şiir gibi yazılmış
mehasin-i ulviye : yüksek güzellikler
muharebe : harp, savaş
neşredilmek : yayınlamak, yaymak
neşretmek : yaymak
Nokta : bir kısmı Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer alan bir bölüm
risale : kitap; Risale-i Nur’dan her bir bölüm
Sünûhat : kalbe doğan mânâ ve hakikatler anlamına gelen Üstad Bediüzzaman’ın bir eseri
şark : doğu
şehâmet-i imaniye : imandan gelen cesaretlilik
şehid : Allah yolunda canını feda eden Müslüman
telif : yazma, kaleme alma


 

uður1

Well-known member
Birer irade-i külliye ve birer ihtiyar-ı amm ve birer hâkimiyet-i nev'iyenin ünvanları bulunan ve "adetullah" namıyla yadedilen fıtri kanunların birisine, hususi ve kasdi bir hadise-i rububiyeti irca' eder. O irca' ile onun nisbetini irade-i ihtiyariyeden keser; sonra tutar tesadüfe, tabiata havale eder. Ebucehil'den ziyade muzaaf bir eçheliyet gösterir. Bir neferin veya bir taburun zaferli harbini bir nizam ve kanun-u askeriyeye isnad edip; kumandanından, padişahından, hükumetinden ve kasdi harekâttan alakasını keser misillü asi bir divane olur.

(Bediüzzaman Said Nursi – 14. Sözden)

Lügatler
Âdetullah : Allah’ın tabiatta yürürlükte olan kanun ve kuralları
Alâka :ilgi, münasebet
Asi :isyan eden, başkaldıran
Divane :deli, aklı başında olmayan
Ebu Cehil :cehaletin cahilliğin babası
Eçheliyet :son derece câhillik
Fıtrî :yaratılıştan gelen, yapıyla alakalı, doğal
Hadise-i rububiyet : herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın gerçekleştirdiği hadise
Hâkimiyet-i nev’iye : bir sınıfın üstün olduğu egemenlik
Harb :savaş
Harekât: hareketler
Havale :ısmarlama, işi veya şeyi başkasına bırakma
Hususi :özel, bir şeye ait olan
Hükûmet :bir memleketi idare edenler, vekiller heyeti
İhtiyar-ı amm : Allah’ın herşeyi kuşatan iradesi, seçme ve tercih gücü
İrade-i ihtiyariye :hür tercih, hür seçim
İrade-i külliye :herşeyi kuşatan irade
İrca’ :döndürme, yönlendirme

İsnad :bir nesneye bir kimseye dayanmak, nispet edilmek
Kanun :herkesin uyması için konmuş kaide, kural, emir, yasak ve nizamlar
Kanun-u askeriye :askerlik kanunu
Kasdi : bilerek ve isteyerek yapılan, niyet ederek yapılan
Kumandan :yöneten, komuta eden, idare eden
Misillü: gibi
Muzaaf :kat kat
Nam :isim, ad, lakap, ünvan
Nefer :asker, kişi, er
Nisbet :oran, ölçü, kıyas
Nizam :düzen, kanun
Padişah :büyük hükümdar, sultan
Tabiat : doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem
Tabur :bölüklerden oluşan askeri birlik
Tesadüf : rast gelmek, kendiliğinden olmak, tedbirsiz meydana gelmek
Ünvan :isim, nam
Yâd :anmak, zikretmek, hatır yapmak, hatırda tutmak, hatır, gönül
Zafer : Düşmanı yenme, üstün gelme. Başarma
Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla



 

uður1

Well-known member
MESNEVİ-İ NURİYE DERSLERİ 2.3.MUKADDEME(DEVAMI)
RİSALE-İ NUR’UN BİR NEVİ ARABÎ MESNEVÎ-İ ŞERİF’İ HÜKMÜNDE OLAN BU MECMUANIN MUKADDEMESİ BEŞ NOKTA’DIR.(DEVAMI)
DÖRDÜNCÜ NOKTA
Eski Said, ilm-i hikmet ve ilm-i hakikatin çok derin meseleleriyle meşgul olması ve büyük ulemâlarla derin meseleler üzerinde münazarası ve medresenin yüksek derslerini gören eski talebelerinin fehimlerinin derecesine göre yazması ve Eski Said’in de terakkiyat-ı fikriye ve kalbiyesinde, yalnız kendisi anlayacak bir sûrette, gayet kısa cümlelerle ve gayet muhtasar bir ifadeyle uzun hakikatlere kısa kelimelerle işaretler nev’inde, o mecmuayı yazdığı için, bir kısmını en müdakkik âlimler de zorla anlayabilir. Eğer tam izah olsaydı, Risale-i Nur’un mühim bir vazifesini görecekti.

Demek o fidanlık Mesnevî, turuk-u hafiye gibi enfüsî ve dahilî cihetinde çalışmış, kalb ve ruh içinde yol açmaya muvaffak olmuş. Bahçesi olan Risale-i Nur, hem enfüsî, hem ekseri cihetinde turuk-u cehriye gibi âfâkî ve haricî daireye bakıp marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış. Adeta Mûsâ Aleyhisselâmın asâsı gibi nereye vurmuş ise su çıkarmış...

Hem Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’ân’ın bir i’câz-ı mânevîsiyle, herşeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.

BEŞİNCİ NOKTA:

Eski Said’in Yeni Said’e inkılâp etmesi zamanında, yüzer ilimlerle alâkadar binler hakikatler, ayrı ayrı birer risaleye mevzu olacak kıymette iken, o Said telif ederken, meselelerin başında “i’lem, i’lem, i’lem”lerle, herbir hakikatı—ki, bir risale olacak derecede ehemmiyetli iken—birkaç satırda, bazan bir sahifede, bazan bir iki satırda zikrediyorlar. Adeta herbir “i’lem” bir risalenin şifresidir.

Hem “i’lem”ler, birbirine bakmayarak muhtelif ilimlerin ve hakikatlerin fihristleri hükmünde yazıldığından, o mecmuayı okuyanlar, bu noktaları nazara alıp itiraz etmesinler.

Said Nursî

Lügatler :
âfâkî : dış dünyaya ait
alâkadar : alâkalı, ilgili
asâ : baston, değnek
cihet : yön
dahilî : iç, içsel
ehemmiyetli : önemli
ehl-i inat : dinsizlik ve inkarcılıkta inat edenler, direnenler
ekseri : çoğunlukla
enfüsî : iç dünyamıza ait
fehim : anlayış, kavrayış
fihrist : kitabın içindekiler bölümü
galebe etmek : yenmek; üstün gelmek
gayet : çok
hadsiz : sonsuz, sınırsız
haricî : dışa ait
hükema : aklî ilimlerde ve felsefede ileri seviyelere ulaşanlar
hükmünde : yerinde, bir şeyle aynı hükmü alma
i'câz-ı mânevî : mânevî yönde görünen mu'cizeler
i'lem : "bil ki!" mânâsında kullanılan uyarı ifadesi
ilm-i hakikat : hakikat ilmi; bir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyetini ortaya koyan ilim
ilm-i hikmet : felsefe ilmi; varlıkların mahiyet, nitelik ve özelliklerinden bahseden ilim
inkılâp etmek : değişmek, dönüşmek
mahsus : has, özel
marifetullah : Allah’ı bilme ve tanıma
mecmua : derlenmiş eser
medrese : İslâm tarihi boyunca üniversite seviyesinde eğitim ve öğrenim yapılan müessese
Mesnevî : Mesnevî-i Nuriye risalesi
mevzu : konu, bahis
muhtasar : kısa, özet
muhtelif : çeşitli
müdakkik : dikkatli; meseleleri bütün incelikleriyle ele alan
münazara : ilmî tartışma
nazara almak : göz önünde tutmak, dikkate almak
nev'inde : şeklinde, türünde
pencere-i marifet : Allah’ı bilme ve tanımaya yönelik bir pencere gibi açılan vasıta
risale : Risale-i Nur’dan herhangi bir bölüm
sûret : şekil, biçim
telif etmek : yazmak
terakkiyat-ı fikriye ve kalbiye : fikren ve kalben ilerlemeler
turuk-u cehriye : zikirlerini âşikâr ve sesli yapan tarîkatler
turuk-u hafiye : gizli ve sessiz zikri temel alan tarikatlar, Nakşibendîlik gibi
ulema : âimler
zikretmek : anmak, belirtmek


 

uður1

Well-known member
Kur'an-ı Kerim'den...
"Şüphesiz biz sana Kevseri verdik. O Halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes."

Kevser Suresi 1-2 Ayet Meali


Allah Resulünden (asm)...
Hasan bin Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Kim ki gönül hoşluğuyla ve kestiği kurbanın sevabını Allah'tan umarak kurban keserse bu onun için cehennem ateşine karşı perde olur.
Hadis-i Şerif Meali - Camiü's-sağir - 8825

Risale-i Nur Külliyatı'ndan...
Aziz, sıddık kardeşlerim,

Ruh u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşaallah, âlem-i İslâmın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin kudsî kanun-u esasiyelerinin menbaı olan Kur’ân-ı Hakîm, istikbale tam hâkim olup beşeriyete tam bir bayramı getireceğine çok emareler var.
Cemahir-i müttefika-i İslâmiye : Birleşik İslâm Cumhuriyetleri | kanun-u esasî : temel kanun, anayasa | Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Emirdağ Lâhikası | Emirdağ Lâhikası - 2 | ( 67 )

KURBAN BAYRAMI GELİRKEN

Teşrik Tekbirleri Nedir, Ne Vakit Söylenir?
Arefe gününün sabah namazından itibaren bayramın 4. günü ikindi namazına kadar 23 vakit farz namazını müteâkib birer defa Allahü Ekber Allâhü Ekber Lâ ilâhe İllâllahü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber ve Lillâhi'l-Hamd şeklinde tekbir alınır. Bunlara teşrik tekbirleri denir. Teşrik tekbirleri namaz kılmakla mükellef herkes için vâcibtir.





Arefenin yeri başkadır...
Bugünlerde oruç tutup, gündüzünü ve gecelerini de ibadetle geçirmek hem affa, hem de büyük sevaplar elde etmeye vesile olur. Bu on gün içinde Arefe gününün yeri ise bambaşkadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Arefe günü tutulan oruç hakkında şöyle buyurmaktadır: Arefe günü tutulan oruç, geçmiş bir senenin ve gelecek senenin günahlarına keffaret olur.(Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 457)


Kurban Bayramı Gelirken
Kurban nedir, kurbanın dinî hükmü nedir, kurban kesmenin hikmetleri, kurban kesmek kimlere vâcibtir, kurban kesmenin sahih olmasının şartları nelerdir, çok ayıp sayılan özürler nelerdir, az kusurlu sayılan haller nelerdir, kurban edilecek hayvanlar ve vasıfları nelerdir?
Sitemize Yeni Eklenenler...
[h=3]Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın Belâğat Sahiplerine Meydan Okuması[/h] http://www.nurpenceresi.com/index.php?oku=2050 "İKİNCİ NÜKTE: Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın zamanında sihrin revacı olduğundan, mühim mu’cizâtı ona benzer bir tarzda geldiği; ve Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın zamanında ilm-i tıp revaçta olduğundan, mu’cizâtının galibi o cinsten geldiği gibi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dahi zamanında Ceziretü’l-Arabda en ziyade revaçta dört şey idi:"
Yer:
Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | On Sekizinci İşaret | İkinci Nükte
Açıklayan: Mustafa Karaman
(03-Kasım-2011)

[h=3]Günahlar Asrındaki Gençlere Bediüzzaman'dan Tavsiyeler 2. Bölüm[/h] http://www.nurpenceresi.com/index.php?oku=2049 "Birgün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak isteyen bu gençlere, ben de, eskiden Risale-i Nur’dan medet isteyen gençlere dediğim gibi, dedim ki:"
Yer:
Sözler | On Üçüncü Söz | İkinci Makam | Tenbih
Açıklayan: Dr. Ahmet Çolak
(29-Ekim-2011)

[h=3]İsm-i Hakem (Otuzuncu Lem'a, Üçüncü Nükte, Beşinci Nokta)[/h] http://www.nurpenceresi.com/index.php?oku=2048 "Sâni-i Zülcelâl, ism-i Hakîmin muktezasıyla, herşeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip ettiği gösteriyor ki, israf, abesiyet, faydasızlık, fıtratta yoktur. İsraf ise, ism-i Hakîmin zıddı olduğu gibi, iktisat onun lâzımıdır ve düstur-u esasıdır."
Yer:
Otuzuncu Lem'a | Üçüncü Nükte | Beşinci Nokta
Açıklayan: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi
(31-Ekim-2011)

[h=3]Müfessirlerce Verilen Ayrı Ayrı Manaların Bir Kısmı Neden Birbirine Muhaliftir?[/h] http://www.nurpenceresi.com/index.php?oku=2047 "S - Kur’ân, zaruriyat-ı diniyedendir. Zaruriyatta ihtilâf olamaz. Halbuki müfessirlerce verilen ayrı ayrı mânâların bir kısmı birbirine muhaliftir.
C - Azizim! Kur’ân’ın herbir kelâmı, üç kaziyeyi müştemildir.
Birincisi: Bu, Allah’ın kelâmıdır.
İkincisi: Allah’ca murad olan mânâ, haktır.
Üçüncüsü: Mânâ-yı murad, budur."
Yer:
İşaratü'l-İ'caz | Bakara Sûresi | 6. âyetin Tefsiri | Sual
Açıklayan: Sinan Yılmaz
(29-Ekim-2011)

Esma-ül Hüsna
El-Gafûr: Sonsuz rahmetiyle dilediğinde küçük büyük bütün günahları bağışlayan

Eş-Şekûr: Bütün kullarının bütün şükür ve sâlih amellerinden haberdar olan, şükredenlerin nimetlerini arttıran; en küçüğünü dahi zayi etmeksizin bütün iyiliklere bol bol sevaplar ihsan eden.

Cevşen-ül Kebir'den...
Dünyadan ayrılırken son nefesimizi saâdet, şehâdet, ikram ve müjdeyle vermemizi nasip eyle!
Bizim adımıza Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı lâyık ve müstahak olduğu şeylerle mükâfatlandır. Gözümüzü açıp kapayıncaya kadar bizi ne nefsimize, ne de yaratıklarından hiç birine havâle etme! İşlerimizi ıslah edip, yoluna koy! Bizi, hiç zâil olmayan ilim ve sıyânetinle himâye eyle! Ayrı yaşanamayan desteğinle bizleri muhâfaza eyle, ey Celâl ve İkram Sahibi!

Bizden ve bu isimleri üzerinde taşıyan kimselerden cin, insan ve şeytanlardan gelecek âfetleri, yer sarsıntılarını ve Allah korkusundan meydana gelen dağ parçalanışlarını, tâun ve vebâ musîbetlerini, kem gözleri, vücut ağrılarını ve diğer felâketleri def eyle! Bizi bütün şer ve kötülüklerden muhâfaza et. Rahmetinle bize dünyada ve âhirette selâmet, âfiyet ve hayır nasip eyle, ey merhametlilerin en merhametlisi!

Allah, Efendimiz Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.), onun âl ve Ashâbına sallât ve selâm eylesin!
Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.


http://sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=21054




http://nurpenceresi.com/wp.php?resim=resimler/1078.jpg


 

uður1

Well-known member
http://www.kuran-ikerim.org/
. . . : Kur'an'dan Bir Mesaj : . . . "Bak nasıl da Allah adına yalan uydurup O'na iftira ediyorlar! Bu da, onlara belli bir günah olarak fazlasıyla yeter!" [Nisa Suresi 4,50] Rabbimiz Kur'anda şöyle buyuruyor:
"De ki: "Dindarlık derecenizi siz mi Allah'a bildireceksiniz? Allah sanki bunu bilmiyor da sizin iddianıza mı bakacak? Halbuki Allah bunu bildiği gibi, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Evet, Allah herşeyi hakkıyla bilir."
Hucurat Suresi 16. Ayetin Meali
 

uður1

Well-known member
. . . : Kur'an'dan Bir Mesaj : . . . "Bak nasıl da Allah adına yalan uydurup O'na iftira ediyorlar! Bu da, onlara belli bir günah olarak fazlasıyla yeter!" [Nisa Suresi 4,50]
Teşrik tekbirlerini unutmayın
04 Kasım 2011 / 13:35
Her farzın arkasından olmak üzere, toplam 23 vakit bu tekbirleri getirmek vacip, bazı kaynaklara göre sünnet

"Allahu ekber Allahu ekber, Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber, Allahu ekber ve lillahi'l-hamd" şeklinde söylenen teşrîk tekbiri, arefe günü sabah namazından bayramın son günü ikindi namazına kadar devam eder. Her farzın arkasından olmak üzere, toplam 23 vakit bu tekbirleri getirmek vacip, bazı kaynaklara göre sünnet. Cemaatle de yalnız başına da söylenebilir.
Tekbirlerin unutulması kurban görevi açısından bir sorun oluşturmaz. Akla geldiği an kazası yapılabilir. Ancak bir yılın teşrîk günlerinde kazaya kalan bir namaz, yine o yılın teşrik günlerinden birinde kaza edilse, teşrik tekbiri alınır. Fakat başka günlerde veya başka yılın teşrîk günlerinde kaza edilse, teşrîk tekbiri alınmaz. Erkekler tekbiri açıktan getirirken, kadınlar gizlice getirir. Vitir ile bayram namazları sonunda tekbir getirilmez.
Prof. Dr. Hamdi Döndüren teşrîk tekbirinin başlangıcının Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etme olayına kadar uzandığını anlatıyor: "Hz. İbrahim gördüğü sahih rüya üzerine oğlunu Allah yolunda kurban etmeye karar verir. Hazırlıklar sırasında Cebrail gökten buna bedel olarak bir koç getirir. Dünya semasına ulaştığında yetişememe endişesiyle Cebrail "Allahu ekber Allahu ekber" diye tekbir getirir.
İbrahim bu sesi işitince başını gökyüzüne çevirir ve onun koçla geldiğini görünce; "Lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber" der. Bu tekbir ve tevhîd kelimelerini işiten ve kurban edilmeyi bekleyen İsmail; "Allahu ekber velillâhi'l-hamd" der. Böylece kıyamet gününe kadar sürecek büyük bir sünnet başlatılmış olur."
 

uður1

Well-known member
Güz Mevsiminden kareler
1 / 20 Sonraki
[Bismillahirrahmanirrahim] Zuhr zamanı ise, yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemâline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve işaret eder ve onlardaki tecelliyât-ı rahmeti ve füyuzât-ı nimeti hatırlatır.

RASTGELE GALERİLER
"Allah'ın Sadık Kulu: Barla" filminin galasına katılan Bediüzzaman Said Nursi'nin talebesi Mehmet Fırıncı her milletin saadeti dünyeviyesi için çalışan insanlar olduğunu fakat, Bediüzzaman Hazretlerinin insanların hem dünya hem de ahiret saadetini kazandırmak için çok çile çektiğini kaydetti.
Bediüzzaman'ın hayatının bir bölümünü film olarak göreceklerini söyleyen Fırıncı, "Bediüzzaman'ın insanımıza bilhassa gençlerimize tanıtılması, anlatılması lazım. Bununla beraber bütün İslam büyüklerini de tanıtmamız lazım. Biz Üstadı anlatmak için sempozyumlar yapıyorduk. Basının yarısı aleyhte, yarısı lehte haber yapardı. Bu sene yapılan sempozyumda hiç aleyhte olmadı. Demek ki, anlamaya başladılar. Vatan, millet için insanımız için hatta bütün dünya için en güzel saadetleri, medeniyetleri Risale-i Nur anlatıyor" dedi.


Bediüzzaman olmasa başımız derde girerdi

04 Kasım 2011 / 12:33
Kekili Bediüzzaman'ın aydınlık geleceğimizin bir parçasını o günlerde attığını söyledi


Sanatçı Murat Kekili Bediüzzaman'ın aydınlık geleceğimizin bir parçasını o günlerde attığını söyledi.
"Allah'ın Sadık Kulu. Barla" filminin galasına gelen sanatçı Murat Kekili filmin son derece başarılı ve duygusal yapıldığını kaydetti.
Beyazperdede izlemenin Bediüzzaman'ın hayatını dinlemekten, okumaktan farklı olduğunu ifade eden Kekili ise sözlerini şöyle tamamladı:
"Acıları daha iyi anladık. Kendinizi onun yerine koyunca ne kadar acı çektiğini ve zulüm gördüğünü anlıyoruz. Hayatının bir parçasını gösterdiler, gerçek çileli, yargılanma kısımları falan yok. Burada bile bundan sonra bizim toplum yaşantımızı çok derinden etkileyebilecek şeyler yakalanmış. İyi lanse edilebilirse, belki kitap okumayabilirler ama sinema filmi izlemek bu kadar zor değil. Şu kısmını okuyabilirlerse bugünlere nasıl gelindiğini anlayabilirler. Bizim aydınlık geleceğimizin bir parçası o günlerde atılmış. Bu tarz insanlar olmasaydı, başımız daha büyük derde girecek gibi hissediyorum."
 
Üst