Salih bey ve eşi...

Odanın ışıkları loş bir havada yanıyordu adeta…

Masada; yıllarını verdiği kitapları, 45’lik plaklarından birkaçı, kül tablası ve gözlüğü duruyordu.

Salih Bey, gene rutin geleneklerinden olan, -loş ışıkta kitap okuma- zevkine dalmıştı. Saatin akrep ve yelkovanı bir bir ilerliyor lakin Salih Beyin okuma zevkinden gram kadar azalma yaşanmıyordu. Ne buluyordu o kitaplarda? Neyi arıyordu da neyi bulma hevesindeydi? Bilinmez doğrusu…

Ancak bildiği bir şey vardı ki, o da yıllarını verdiği bu kitaplardan, öğrenim boyunca hiçbir surette sıkıntı, daralma vb. gibi hadiseler yaşamayıp aksine çok zevk aldığı aşikardı.

Artık zaman epey ilerlemiş ve gözlüğün arkasındaki gözler, artık iyice çökmeye başlamıştı Salih Beyin. Masasından kalkıp doğru odasına gitti ve tam yatağa uzanacağı sırada, komidinin üzerindeki, sol alt tarafında 1965-Stüdyo Kemal yazan fotoğrafı gördü. O fotoğraf Salih Bey’in HER ŞEYİ İDİ…

Her gece sessizce yatağa girdiğinde hep O hayalindeydi. Gündüzleri işe gittiğinde gene O hayalinde oluyor, eve geldiğindeyse O’nu görmekten haz aldığı biricik, yegane karıcığı, eşi, muhterem hanımı Mualla Hanımdı.


Mualla Hanım ile Salih Beyin tanışma anı okul yıllarında olmuştu.

Salih Bey; zengin, varlıklı ve soylu bir aileden yetişmiş idi. Ailesi bu durumdan ötürü, Salih Beyi özel bir okula vermişti. Ortaokul ve lise hayatı böyle varlık ve bolluk üzere geçen Salih Beyin, üniversite hayali de çok düşük değildi elbette. En çok okumayı istediği bölümse: kaliteli bir okulda Kimya Mühendisi olmaktı.

Nitekim böyle de oldu. Babasının canından çok sevdiği ve ailenin de tek çocuğu olması hasebiyle, Salih Bey üniversite hayatını yurtdışında sürdürmüş ve hem de Kimya Mühendisliği okuyarak…


Sene 1963 idi...

Salih Bey üniversite son sınıfa geçmiş ve bir gün kampüsün banklarından bir tanesine oturup keskin bakışlarla okulu süzdü. Düşündü bir ara: “Herkesin kolunda bir kız arkadaşı ve hepsi okumaya mı gelmiş yoksa arkadaşlığı başka boyuta taşımaya mı? Bilinmez?” dedi.

Banktan kalkıp öğleden önceki son dersine gitmeye karar verdi. Her ne kadar dersin hocasını sevmese de…

Salih Bey yurtdışında gayet iyi bir hayat sürüyordu, nitekim babası her ay yeteri miktarda oğluna para gönderiyor ve Salih Bey de bunu tasarruflu bir hal üzere kullanıyordu. Kaldığı ev ise, okula yaklaşık 2 km uzaklıkta ve şehrin en renkli yerlerindendi.

Gene bir gün okula yetişmek için alelacele otobüs durağına koştu ve otobüsün kaçtığını düşünen Salih Bey, duraktaki insanların üniversite otobüsünün hala gelmediğini söylemeleri üzerine, derin bir oh! Çekmişti. O gün yağmur geceden arta kalanlarını saydırıyor ve lap lap yere düşen yağmur damlaları bir anda çoğalmaya başladı.

Salih Beyin otobüsü ise, hala gelmemişti. Ancak o an durağa –biri- geldi?
Evet, dakikalardır beklediği otobüsü gelmemişti lakin belki de yıllardan beri gönül durağında beklediği HER ŞEYİ gelmişti.

Bir an içi pır pır etmiş ve heyecandan elindeki kitapları düşürmüştü Salih Bey…


Gelen bayan, başı örtülü, imkanları ölçüsünde tesettüre riayet eden, dinini azami ölçülerde yaşamaya muktedir, tevazu sahibi, hanım hanım ve gayet saygılı biriydi.

Bayanın elinde defter-kitap olduğunu gören Salih Bey, bir an aklından: “Allah’ım inşallah aynı okulda okuyoruzdur.” Tahayyülü geçirdi. Neticede beklenilen üniversite otobüsü de gelmişti ve Salih Bey, gördüğü bayanın otobüse binmesiyle sevinmesi bir olmuştu adeta…

Okula vardıklarında, Salih Beyin kafasında kurduğu ciddi düşünce, bu bayanla ilerisi adına izdivaç fikrini muhayyel etmesiydi. Bir şekilde görüşüldü ve tanışıldı. Bayanın ismi Mualla’ydı.

Hayatı boyunca hem nefsi, hem de yaşantısı üzerine zikzaklar çizen ve bir türlü tam olarak hayatından mutmain olamayan Salih Bey, Mualla Hanımın bilgilerine güveniyor ve onunla yaşayacağı bir ömrün, geride kalan ömrünün apansızca delete tuşuna basılması gibi bir şey sanıyordu. Evet, silmek kolay değildi amma velakin Mualla Hanım gibi bilgili biri varsa, silmekte kolay geliyordu Salih Beye…


Mualla Hanım ise, Konya’nın Meram ilçesinde doğmuş ve çocukluk yılları oldukça zor şartlar altında geçmiş ve de ailesinin maddi durumunun neredeyse onu okutamayacak kadar kötü olması nedeniyle, okuma hevesli biri olan Mualla Hanım içinse bu atmosfer fena olsa gerekti.

Bu durumsa tabiatıyla Mualla Hanımı her daim üzüntüye gark ediyordu. Ancak bir işte azim varsa o iş –inşallah- başarıyla sonuçlanacaktır. Nitekim de Mualla Hanım, didindi, çalıştı ve lise okulunun müdürü Yahya Beyin aracılığıyla İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile görüşüldü.

Mualla Hanımın derslerinin oldukça başarılı olması sebebiyle, il Milli Eğitim Müdürlüğü, zamanın Milli Eğitim Bakanlığı ile görüşüp onu yurtdışına, bir nevi hedefine kavuşmasına vesile olacaklardı. Zira çok istiyordu Mualla Hanım ve istediği bölümse, Fizik Mühendisi olmaktı. Alanında başarılı, bilgili biri olmaktı. Sonucunda da yurtdışında okumaya gidecekti.


Salih Bey ve Mualla Hanım; okulun hem son yılı olması hem de birbirlerinden bu yönden dolayı ayrı düşeceklerini mütalaa ederekten, tez elden evlenme yoluna gitmeye karar verdiler.


Sene 1965 idi.

Salih Beyin oturduğu semt olan Beykoz’da hareketlilik vardı. Çünkü artık Salih Bey ve Mualla Hanım, ömürlerini bir yastıkta kocatmaya ant içiyorlardı adeta…

Mualla hanım, Salih Beye her şeyiyle yardım ediyor, Kur’an penceresinden olaylara çözümler sunup kocasının doğru istikamette emin adımlarla ilerlemesini murat ediyordu.

Salih Bey, işe gittiğinde eşini düşünür, bir an önce akşam olmasını ister ve tekrardan sabahki gibi yine eşimi göreyim derdi. Çok kere fabrikada sırf bu uç noktadaki sevgisi yüzünden işleri aksattığı olmuştur. Ne yapsın, eşine tutkuyla aşıktı ve onun her yanını tasvip eden bir sevgi yapısıyla ona bağlıydı.

Mualla Hanımsa, akşamları işten gelen kocasını kapıda karşılar ve ona türlü türlü sevdiği yemeklerden yaptığını söyleyince, karısına olan sevgisinin kat be kat arttığını fikrederdi Salih bey…


Seneler geçiyor ve hayatı boyunca Salih Beye karşı dürüst olan Mualla Hanım, eşinden bir şey saklıyordu. Sakladığı bu şeyi ona söylerse belki de seneler boyunca güzel bir rayda giden ilişkilerinin artık hazan mevsiminde dökülen bir yaprak misali gibi olacağını düşünüyordu. Artık söylemeli miydi? Doğruları konuşmanın vakti gelmiş miydi?

Mualla Hanımın kafası iyice karışmıştı. Yıllar boyu mutlu bir beraberliğin, bu hazin haber neticesinde son bulmasına içi elvermiyordu. Ancak yapmalıydı.

Fakat nasıl söylerdi kocasına: “Salih Efendi, BEN AKCİĞER KANSERİYİM.” Diye…

Akşam işten gelen Salih Bey, Mualla Hanımın çehresinden ters giden bir şeylerin olduğunu sezmişti. Neler olduğunu sordu ilk önce. Mualla hanım: “Cuma günü, namazdan sonra parka gidelim, sana söyleyeceklerim var.” dedi.

Önceleri de bu parka sıklıkla giderlerdi, sessizdi, kafa dinlemeye birebirdi. Kocası Salih Bey, bunca zamandır kırmadığı eşinin bu isteğini de kıramazdı. İşimden birkaç saatlik izin alırım diye düşünerek ‘Tamam’ dedi ve Cuma günü için karara vardılar.

Perşembe gecesi, ikisinde de belirgin ama etrafa sezdirilmemeye çalışılan bir endişe havası hakimdi. Acaba yarın ne olacak ve ne anlatacaktı? Türlü türlü fikirleri daha şimdiden tasavvur eden Salih Bey, uyuyamıyor ve HER ŞEYİM dediği hanımı hakkında belki de o zamana kadar düşünmediği şeyleri düşünüyordu.

Bir sabah bu kadar mı uzun olurdu? Salih Bey için uzun olmuştu…

Sabahın ilerleyen vakitlerinde içerden bir ses: “Salih Efendi, haydi kalk, kahvaltı edelim.” Şeklinde Salih beyin kulaklarında çınlıyordu. Eşini kıramayan ve dün geceki hadiseyi unutmak isteyen Salih Bey, vakarlı bir biçimde eşine kahvaltıda eşlik etmişti.

Eşinin Cuma Namazı’ndan sonra kendisine söyleyecekleri olduğundan dolayı, işyerinden kısa süreli izin almıştı. Eve gelmişti ve karı-koca park için hazırlanmaya koyuldular.

Kıyafetlerini değiştirdiler. Salih Bey odadan hanımına: “Sen çıkadur, ben geliyorum.” Dedi ve dışarı için tam çıkmaya koyulacakken, beklenen olmuştu: Mualla Hanım, dairenin kapısının önünde bir çırpıda yere yığılmıştı ve son sözü “ALLAH’IM..!” olmuştu. Salih Beyin, üstünü değiştirmek için, odaya girmesiyle çıkması bir olmuştu adeta…

Kapıda, eşinin yerde yatmış halini görünce, “HAYATIM!” diye bağırdı ve ne yapacağını bilemeden sehpada duran kolonyayı eşine serpmişti fakat ne ala, Mualla Hanım buna tepki vermiyordu. Derhal paniklemeden kollarına aldığı eşini, arabasıyla en yakın hastaneye götürmüş ve güzel haberlerin gelmesi adına hastanede beklemeye koyulmuştu.

Eşini hastaneye getirdiği saatin üstünden tam 2 saat geçmişti fakat kimse net bir şey söylemiyor ve aleni bir izahat yapmıyordular. Sonunda odadan yaşlıca bir Doktor, Salih Beyin yanına vardı ve dudaklarından şunlar döküldü: “Nasıl söylesem Salih Bey bilmiyorum ki? Bu tür haberleri bizim söylememiz, mesleğimizin en zorlu yanı olsa gerek. Fakat hayatımızda bazı şeylerin açık surette gerçek olduğu da aşikardır.”

Salih Bey doktorun son cümlesi üzerine şaşkınca ve tasvip eden bir surette kafa sallamıştı.

Doktor sözlerine devam etti: “Bunda hemfikir olduğumuza göre, yaşantımızın bir gerçeği olan ölümü de kabullenmemiz gerekir.” Diyince, Salih beyin gözlerinde biriken damlalar, artık sonuna değin açılmış bir çeşme misali gibi durmuyor ve akıyordu. Salih Bey artık gözyaşları içinde dinliyor idi Doktoru…

Doktor: “öğleye doğru yaklaşık 10-11 sularında hastanemize getirdiğiniz eşinizi, erken teşhisin önceden konulamamış olması ve hastalığının evvelden bildirilememiş olması sebebiyle, arkadaşlarımla da yapmış olduğumuz müdahalelere rağmen maalesef ki kurtaramadık. Eşiniz Hakk Teala’nın rahmetine kavuşmuştur. Başınız sağ olsun.” Dediği anda;

Salih Beyin gözlerinin önüne adeta bir film şeridi gibi, Mualla Hanımı durakta ilk gördüğü an gelmişti. Sonra aynı otobüse bindiği andaki sevinci, sonraysa onun izdivaç teklifine “EVET!” diyişi.
Hele ki, akşamları eve geldiğinde: “Hoş geldin, Salih Efendi.” Diyişi yok muydu? Salih beyi bahtiyara gark ediyordu adeta…

Ancak Doktorun dediği gibi olan olmuştu ve kısa bir hayal döngüsünden sonra Salih Bey kendisine gelmiş ve yaşantımızın bir gerçeği-hakikati olan ÖLÜMÜ beyninin nöronlarına idrak ettirebilmişti.

Evet… Artık hayatında bundan böyle Mualla Hanım yoktu ve tabii ki Mualla Hanımın, kendisinin ayıplarını örten kıymettar bilgisi de…

Hayatını böyle sürdürecekti ve buna alışmalıydı. Onunlayken hep içi rahattı ve mutluydu da… Fakat bundan sonra eşi yoktu ve ondan öğrendiklerini hayata endeksleyebilirse, eşi varmış gibi veya eşinin bunca yıl kırmadığı isteklerinden birini daha yerine getireceğini düşünüyordu.

Mualla Hanım hayatta iken, her Cuma günü eşine Hadis-i Şerif ezberletirdi.

Salih Beyin, eşinin ölümünden sonra aklında kaldığı Hadis-i şeriflerden bazıları ise şunlardı:

1-) “(Cuma günü veya gecesi ölen mümine kabir azabı olmaz.)” [Tirmizi]

2-) “(Bir müminin kabrini ziyaret ederken, ‘Allahümme inni eselüke-bi-hürmeti Muhammed aleyhisselam en la tüazzibe hazelmeyyit’ denirse, o ölünün azabı kıyamete kadar kaldırılır.)” [Etfal-ül müslimin]

3-) “Kim kabristan'a girse ve Yasin suresini okusa, Allah oradaki yatanların yükünü hafifletir. Ve o ölüler sayısınca ona hasenat yazılır.” [İbn-i Abidin- Reddü'l Muhtar]

4-) “(Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allah-ü Teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.)”[Deylemi]

Ancak Salih Beyin aklında en çok kaldığı hadis ise, 3. olandı.

Eşinin kendisine hayatı boyunca, hakkını ödeyemeyeceği yegane armağanı olan Kur’an-ı Kerim’i öğretmesi, Salih Bey için su götürmez bir gerçekti.
Onun kabristanı başında her Cuma günü Yasin-i Şerif okumak Salih Beyi azda olsa sevince gark edecekti. Hüzünlerden arta kalan duygu yoğunluğu, sevinç ile buluşacaktı..!

O anda apansızca Salih Beyin -ölmeden önce eşiyle BİR CUMA günü parkta buluşacakları- aklına geldi. Fakat bu Hadis-i Şerif’i ezberletmesi ve HER CUMA kabristanlığa gidip onun için dualarda bulunması, zaten beklenen bir BULUŞMA DEĞİL MİYDİ..?

Yaşarken bile bir kez olsun eşini kırmayan Salih Bey, bundan böyle, öldükten sonrada hanımının sözünü dinleyip her Cuma günü namazdan sonra, kabristana gidecek ve eşinin başı ucunda ona, O Kutlu Ayetleri okuyacak, dua ve istiğfar ile eşinin yanında olduğunu ona hissettirecekti…
|| SON || (figo102009)
 
çok duygulandım okurken.Allah razı olsun..


Çok sağolun, minnettarım..



Allah razı olsun kardeşim...çok hoş bir öykü diyeyim,
acaba gerçekten yaşanmış bir hayat hikayesi mi diye düşündüm bir an....



Öncelikle belirteyim ki, yazdığım yazı öykü değil, KISA BİR ROMAN..
Bunu nedense, belirtmek istiyorum, saygısızlık olarak algılanmasın :)

Romanın konusuna gelecek olursak, yaşanmış bir olay değil fakat gecenin bi vakti muhayyelemde canlandırdığım bir hayat hikayesi, ideal yaşam perspektifi diyebilirim..

Hülasa; bir gece Word belgesini açtım ve sonunda yürekten gelenler aktı gitti :)
 

ebrar172

Well-known member
ilk başta okuduğumda size ait olduğunu anlamadım bir kitaptan alıntı olduğunu zannettim...
lakin yorumlara verdiğiniz cevapta ve sonradan yazının altında ki son yazısının yanına baktığımda gördüm ki size ait....

figo kardeşim zevkle okudum çok çok güzel bir hikaye...:048:
varsa bu tür başka yazılarınız bekliyoruz inşaAllah
selamlar...
 
Üst