Sadeleştirme Analizi - Sekizinci Söz

Huseyni

Müdavim
Yirmi sekizinci cümle:


"İşte, şu adam, sû-i fehminden, akılsızlığından anlamıyor ki, bu adi bir iş değildir" O.M.

"İşte şu adam, anlayışsızlığından ve akılsızlığından, bunun basit bir iş olmadığını fark edemedi" S.M.


Bu cümlede tek anlaşılmayan terkib "sû-i fehminden" terkibidir. Bu da cümle içinde anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla bunun dışında yapılan değişiklikler, doğrudan tahrif ve tahrib hesabına geçmektedir ve öyle değerlendirilir.

1. "Sû-i fehm" terkibi "anlayışsızlık" olarak çevrilmiş. "Sû" nun manası "kötü", "fehm" in manası ise "anlayış" tır. Bu terkibin manası "kötü anlayış" tır. "Anlayışsızlık" akıl eksikliğinin neticesidir. "Kötü anlayış" ise insanın bakış açısıyla ilgili bir durumdur. Yani akılsızlıkla ilgili değildir. Orjinal metindeki "akılsızlık" "sû-i fehm" den kaynaklı bir akılsızlık olması muhtemeldir ki, hemen bu terkibin ardından kullanılmıştır. Yani o adam hakikatte akıllıdır, ancak aklını kötüye kullanmasından dolayı "akılsız" tabir edilmiştir Allahu alem. Ebu Cehil çok akıllı olmasına rağmen, aklını batıla kullanmasından dolayı "Cehaletin babası" ünvanını almıştır. İşte burdaki akılsızlık buna benzer bir akılsızlığı ifade eder. Tahrif edilmiş metinde ise adamın tamamen "akılsız" olduğu manası hakimdir. Bu ise manayı tamamen bozan bir değişikliktir.

2. "Anlamıyor ki" "fark edemedi" şeklinde çevrilmiş. Orjinal metinde "sû-i fehm ve akılsızlığın" ifadeleri "anlamıyor ki" yi gerekli hale getirmiştir. Tahrif edilmiş metinde ise "anlayışsızlık ve akılsızlığın" neticesi "fark edememek" olmuştur. "Anlamak" akılla, aklın kullanımıyla ilgili bir durumken, "fark etmek" sadece akılla ilgili bir durum değildir. Bu da manayı tamamen bozan bir değişikliktir.

3. Cümlenin son kısmı, muhtemelen ihanete, cinayete, tahrife ve tahribe bir delil daha olması için değiştirilmiştir. Çünkü "bu adi bir iş değildir" anlaşılmayan bir terkib değildir. Bunu "bunun basit bir iş olmadığını" şeklinde çevirmek, ters-düz yapmak, metni anlaşılır hale getirmek değildir.
 

Huseyni

Müdavim
Yirmi dokuzuncu, otuzuncu ve otuz birinci cümleler:

Bu işler tesadüfî olamaz. Bu acip işler içinde garip esrar var. Ve pek büyük bir işleyici var olduğunu intikal etmedi. O.M.

Bu tuhaf hadiselerin arkasında garip sırların ve pek büyük bir işleyicinin var olduğunu kavrayamadı; oysa bu işler tesadüfi olamaz. S.M.


Öncelikle bu cümlede anlaşılma ihtimali zor olan tek kelimenin "intikal" olduğunu belirtelim. Fakat bu kelimenin manasından başka şu kısımda değişmeyen yer kalmamış. Dolayısıyla anlaşılan diğer kısımları, anlaşılsın diye değiştirmek, bu işi yapanların niyetlerinin, samimi olduğuna inanmayı, imkansız hale getiriyor.

1. Yayıncı notundan:

"Anlamayı kolaylaştıracağı düşünülen yerlerde, kelimelerin bugünkü karşılıklarının seçilmesinin yanında, uzun cümleler bölündü ve aynı malzemeyle yeniden kuruldu."

Yayıncı kuruluşun yalanının en bariz ortaya çıktığı kısımlardan birisi de bu kısım. Güya anlamayı kolaylaştırsın diye uzun cümleleri kısaltıklarını, hem dahi kelime karşılıklarının verildiği yalanını ve aynı malzeme ile yeniden kurulduğunu söylüyorlar. Yaptıkları iş ise tersini söylüyor. Burada 3 tane kısa ve anlaşılır cümle, anlaşılmasın, iyice karışsın, bozulsun diye, uzun tek bir cümleye dönüştürülmüş. Ki 3 cümleyi ayrı ayrı okuduğunuzda anlama sorunu ile karşılaşmazsınız. Hem sadece kelime karşılıkları verilmiyor, cümleler resmen altüst ediliyor, tamamen keyfi ve lüzumsuz hiçbir fayda sağlamayan, aksine cümleyi daha da anlaşılmaz hale getiren şekillerde değiştiriliyor.

Bahsettiğimiz "intikal etmedi" ifadesi dahi, geriden gelen cümlelerden ve cümlenin içindeki olumsuzluk ifadelerinden gayet net bir şekilde anlaşılmaktadır. Tahrif edilmiş metinde ise farklı bir anlatım tarzı var. Cümleyi uzun bir cümle yaptıkları dahi yetmemiş, başıyla sonunu yer değiştirmek, ters-düz etmek suretiyle cümlelerin yapısını tamamen bozmuşlar. Tahrifçiler cümleyi uzatmakla hem fazladan ilavelere gerek duymuşlar, hem de anlaşılmasına en ufak bir katkı sağlamamışlardır.

2. "Bu işler tesadüfî olamaz" cümlesi orjinaldeki yerinden alınıp, sona getirilmiş ve "oysa bu işler tesadüfi olamaz" şeklinde değişime uğramış. Cümlelerin yapısını bozmak, başka değişiklikleri de gerekli hale getirdiği burdan anlaşılabilir. "Oysa" ilavesi bu lüzumsuz değişikliğin bir neticesidir.

3. "Bu acip işler içinde garip esrar var" "Bu tuhaf hadiselerin arkasında garip sırlar....var" şeklinde değiştirilmiş. "Acip" kelimesinin lugattaki karşılığı "tuhaf" değil, "hayret verici, şaşırtıcı şey" dir. Her tuhaf şeyin insanı şaşırttığı ve hayrete düşürdüğü söylenebilir mi ? Sonra "işler içinde" "hadiselerin arkasında" şeklinde değiştirilmesi ne kadar saçmadır, herkes anlayabilir. Öncelikle "işler ve içinde" kelimelerinin anlaşılmayan kelimeler olduğunu tahrifçi zihniyetten başka kim iddia edebilir ? Ve bunların yerine getirilen "hadise ve arka" kelimeleri bunlardan daha anlaşılır kelimeler midir ? Sonra "iş" in anlamı, "hadise" midir ? Hem "içinde" nin anlamı hangi lugatta "arkasında" diye geçer ? Birşeyin "içinde" olmakla "arkasında" olmak aynı şey midir ? Bu değişiklikler yapılırken sadeleştirme niyeti bile olmadığı açık ve net değil mi ? Ve bu niyetle yapılmadığı ortaya çıktıktan sonra, buna ihanet, tahrip, tahrif, cinayet, hıyanet, kıskançlık, cehalet isimlerinden birini vermek lazım gelmez mi ?
 

Huseyni

Müdavim
Otuz ikinci cümle:

Şimdi bunun kalbi ve ruh ve aklı şu elîm vaziyetten gizli feryad ü figan ettikleri halde, nefs-i emmâresi, güya birşey yokmuş gibi tecâhül edip, ruh ve kalbin ağlamasından kulağını kapayıp, kendi kendini aldatarak, bir bahçede bulunuyor gibi, o ağacın meyvelerini yemeye başladı. O.M.


Kalbi, ruhu ve aklı şu elemli vaziyetten içten içe feryat ettiği halde, nefs-i emmaresi, güya bir şey yokmuş gibi bilmezden gelerek ruhunun ve kalbinin ağlamasına kulağını tıkayıp kendini aldattı, adam sanki bir bahçedeymişçesine o ağacın meyvelerini yemeye başladı. S.M.

Bu uzun cümlede, anlaşılamayacak tek bir kelime "tecâhül" kelimesidir. Bunun dışındaki "elîm, feryad ü figan ve nefs-i emmâre" kelime ve terkibleri çok kullanılmasa da bilinen kelimelerdir. Buna rağmen cümlenin hemen her tarafı değiştirilmiş, tahrif edilmiştir.

1. Baştaki "şimdi bunun" kısmı kaldırılmış. Daha önce de bu değişikliğin tersine şahit olmuştuk. İşte tahrifçilerin keyfen bu işi yaptıklarına bir delil daha. Yirmi üçüncü, yirmi dördüncü ve yirmi beşinci cümleleri hatırlayalım..

Yirmi üçüncü ve yirmi dördüncü cümle:

"Başını kaldırmış, otuz arşın yukarıdaki ayağına takarrüp etmiş. Ağzı kuyu ağzı gibi geniştir." O.M.

"Ağzı, kuyu ağzı gibi geniş olan o ejderha başını kaldırmış, adamın otuz arşın yukarıdaki ayağına yaklaşmıştı." S.M.


Yirmi beşinci cümle:

"Kuyunun duvarına baktı, gördü ki, ısırıcı muzır haşarat,etrafını sarmışlar"

"
Sonra adam kuyunun duvarına baktı, gördü ki etrafını ısırıcı, zararlı böcekler sarmış"


Bu cümlelerde "adam" diye gerideki cümlelerde belirtilmesine rağmen, ayrıca belirtme gereği duydukları halde, bu otuz ikinci cümlede neden "şimdi bunun" terkibini kaldırmışlardır ? Bu yaptıkları tamamen keyiflerine göre davrandıklarını göstermiyor mu ? Müellifinin "adam" diye belirtmediği yerlerde belirteceksin, "adam" diye belirttiği yeri de kaldıracaksın, sonra da buna iyi niyet diyeceksin..İnsan iyi niyet beslediği, saygı duyduğu müellifin, nerde "adam" diye belirtip, nerde belirtmeyeceğine karışır mı ?

2. "Kalbi ve ruh ve aklı", "kalbi, ruhu ve aklı" şeklinde değiştirilmiş. Manayı çok, belki de hiç etkilemiyor olabilir, ama bir o kadar da gereksiz ve keyfi bir değişiklik olduğu aşikar bellidir.

3. "Elîm" yerine "elemli" kelimesi tercih edilmiş. Gayet kolay anlaşılabilecek bir kelimedir. Eğer ki bu kelime anlaşılmıyorsa, "elemli" de anlaşılmayan bir kelimedir.

4. "Gizli feryad ü figan ettikleri halde" "içten içe feryat ettiği halde" şeklinde değiştirilmiş. Buradaki değişiklikler de yapılan işin samimiyetten ziyade keyfiyet olduğunu gösteriyor. Mesela "gizli" kelimesine "içten içe" şeklinde mana verilmiş. Cümle içindeki manası bu şekilde olması muhtemeldir, ancak "gizli" kelimesini anlamıyacak birinin, kitap okuyabildiğini de sanmıyorum. Ya da "gizli" kelimesini bilmeyen insan hangi kelimeleri biliyor olabilir ? Mesela bu cümledeki "vaziyet, ruh" gibi kelimeleri biliyor olabilir mi ?

Sonra "feryad ü figan" "feryad" mı demektir ? "Feryad" demek ise, orjinalinde kelimenin arkasına "ü figan" ilavesi boşuna mı yapılmış ? Ordaki "ü figan" ilavesi, Allahu alem, feryadın şiddetine bir vurgu manası taşır. Tahrif edilmiş metinde ise, sadece "feryat" denmekle bu mana daraltılmıştır.

Sonra "ettikleri halde" yerine "ettiği halde" tercih edilmiş. Bu da keyfiyetin delillerinden. Yani bu işte keyfiyet, samimiyetin önüne geçmiş, her satırda görüyoruz.

5. "Ruh ve kalbin ağlamasından kulağını kapayıp" "ruhunun ve kalbinin ağlamasından kulağını tıkayıp" şeklinde değiştirilmiş. Hem mana kısmen bozulmuş, hem tamamen lüzumsuz değişiklikler yapılmış. "Ruh ve kalbin ağlamasından" terkibi, misal verilen kişi üzerinden, onun gibi olanların haline atıfta bulunuyor. "Ruhunun ve kalbinin ağlamasından" terkibi ise, sadece kişinin kendine has olan bir halini belirtiyor. Bu da manayı kısmen bozan bir değişikliktir. Ve orjinal kısımda anlaşılmayan bir kelime olmadığı halde bu lüzumsuz değişiklikler yapılmıştır. Tamamen anlaşılması zor olan bir yerde, cümlenin manasına etki eden bir değişiklik, hata olmakla beraber, bir derece mazur görülebilir. Ancak hiç anlaşılmayan bir kelime olmadığı halde, hem değişiklik yapmak, hem de manaya etki etmek, iyi niyetli olduğunu söylemekle veyahut muhtelif mazeretlerle telafi edilemez.

Hem "kulağını kapayıp" yerine "kulağını tıkayıp" konulmuş. "Kapamak" fiil olarak, belki günde yüzlerce kez yaptığımız bir iştir. Ağzımızı kaparız, gözümüzü kaparız, kapıyı kaparız vs.. Tıkamak fiili ise o kadar hayatımızın içinde olan birşey değildir. Şimdi insaf ehline soralım. Burdaki "kapayıp" ı "tıkayıp" yapmanın kime nasıl bir faydası vardır ? Sadeleştirilmiş eseri savunanlardan biri çıksın desin ki, "ben "tıkayıp" şeklinde okuduğumda daha iyi anladım." İşte bariz keyfiyet misallerinden biri daha. Bu kadar basit kelimeleri sırf bişeyleri değiştirmiş olmak için değiştirenlere "samimiyet" kelimesi hiç mi hiç yakışmıyor..Hele ki "iyi niyetli" vasfı asla yakışmıyor. İnşaallah bu hatalarını kendileri de itiraf edip bu faaliyetlerinden vazgeçerler..

6. "Kendini aldatarak" "kendini aldattı" şeklinde değiştirilmiş. Bu değişiklikle hem cümlenin şekli şemali de bozulmuş ve hem de çok lüzumsuz bir iş yapılmış. Zira cümleyi bu şekilde değiştirmenin ekstradan bir fayda sağladığını kimse iddia edemez.

7. "Bir bahçede bulunuyor gibi" "adam sanki bir bahçedeymişçesine" şeklinde değiştirilmiş. Orjinalinde olmayan "adam" buraya konmuş. Cümlenin başında da tersi bir durum mevcuttu. Yine fazladan bir "sanki" ilave edilmiş. Ve "bahçede bulunuyor gibi" "bahçedeymişçesine" şeklinde değiştirilerek, katmerli bir tahrifat daha yapılmış. Oysa orjinal kısımda hem anlaşılmayan kelime yoktur, hem de gayet düzgün bir terkibtir. Tahrif edilmiş metinde ise hem fazladan ilaveler yapılmış ve hem de okuması bile sıkıcı olan çok saçma değişiklikler yapılmıştır.
 

Huseyni

Müdavim
Otuz üçüncü cümle:

Halbuki o meyvelerin bir kısmı zehirli ve muzır idi.
O.M.

Halbuki o meyvelerin bir kısmı zehirli ve zararlıydı. S.M.


Bu kısa cümledeki tek değişiklik "muzır" kelimesine "zararlı" manası verilmek suretiyle yapılmıştır. Sadeleştirme adı altında yapılan her fiilin hata olduğunu hatırlatmakla beraber, bu değişikliğin cümlenin manasını ya da yapısını bozmadan yapılan, ender değişikliklerden olduğunu söyleyebiliriz.
 

Huseyni

Müdavim
Otuz dördüncü cümle:
Bir hadis-i kudsîde Cenâb-ı Hak buyurmuş: اَناَ عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بِى Yani, “Kulum Beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim.” O.M.

Bir kutsî hadiste Cenâb-ı Hak اَناَ عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بِى yani “Kulum beni nasıl tanırsa ona öyle muamele ederim.” buyurmuş. S.M.


Cümle içinde bilinmeyen sadece "hadis-i kudsî" terkibi olabilir. Onun da manasının verilmediğini görüyoruz. Buna rağmen yine keyfi ve lüzumsuz değişikliklere gidilmiş..

1. "Hadis-i kudsî" "kutsî hadis" şeklinde değiştirilmiş. Her iki şekilde de aynı manayı verdiğinden ve aynı şekilde anlaşıldığından, lüzumsuz bir değişiklik olmuş.

2. "Buyurmuş" fiili cümlenin ilk kısmından kaldırılıp, sonuna konulmuş. Tamamen keyfi ve lüzumsuz bir değişiklik daha.

3. Orjinalindeki "onunla" "ona" şeklinde değiştirilmiş. Müellifini yanlış yazmakla itham eden ya da dikkatsizlik sonucu ortaya çıkan bir bir değişiklik olsa gerek.
 

Huseyni

Müdavim
Otuz beşinci cümle:

İşte bu bedbaht adam, sûizan ve akılsızlığıyla,
gördüğünü adi ve ayn-ı hakikat telâkki etti ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek. O.M.


İşte bu talihsiz adam, su-i zannı ve akılsızlığı yüzünden şahit olduğu hadiseleri basit ve hakikat zannetti, öyle de muamele gördü, görüyor ve görecek! S.M.

Cümle içinde bilinmeyen ya da az bilinen kelimeler: "bedbaht, sûizan, ayn-ı hakikat, telâkki" kelimeleridir. Dolayısıyla bu kelimelerin manaları verildiğinde, en az hata ile, hata olan sadeleştirme maksadı yerine gelmiş olur. Demek ki fazladan yapılan değişiklikler, sadeleştirmeden başka gayelerin de olduğunu gösteriyor.

1. "Sûizan ve akılsızlığıyla" "su-i zannı ve akılsızlığı yüzünden" şeklinde değiştirilmiş. Orjinalinde anlaşılmayan birşey var mıdır soruyoruz ? Ve tahrif edilmiş metinde, hem kelimelere ilave koymak, hem de orjinalinde olmayan "yüzünden" ilavesini koymak, hangi hikmete binaendir ? "Sûizan" kelimesinin bile anlamı verilmezken, diğer değişikliklerle bu kısmın daha iyi anlaşılacağı nasıl söylenebilir ?

2. "Gördüğünü" "şahit olduğu hadiseleri" şeklinde değiştirilmiş. Yine soruyoruz; orjinalinin neresi anlaşılmıyor ve "görmek" fiili mi yoksa "şahit olmak" fiili mi daha çok bilinir, tahrifçiler ve onları savunanlar, ellerini vicdanlarına koyup cevap versinler ? En iyi bildiğimiz tek bir kelimeyi, daha az bilinen kelimelerle uzatmaktaki maksad nedir ?

3. "Ve ayn-ı hakikat telâkki etti" "ve hakikat zannetti" şeklinde değiştirilmiş. "Ayn-ı hakikat" "gerçeğin, hakikatin ta kendisi, hakikatın aynısı" manasındadır. Demek ki bu işi yaparken, azami dikkat ve titizlik gösterilmemiştir. Ve bu söyledikleri söz bir yalandan ibarettir.

4.

"Ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek."

"öyle de muamele gördü, görüyor ve görecek!"


Yine soruyoruz, buradaki "ve" bağlaçlarının ne zararı vardı ki, ya da metnin anlaşılmasına ne manisi vardı ki kaldırıldı ? "Çok önemli bir değişiklik değil" diyenlere cevabımız; Önemli değilse neden değiştirildi ?
 

Huseyni

Müdavim
Otuz altıncı cümle:

Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor; böylece azap çekiyor. O.M.

Ne ölüp kurtuluyor ne de yaşıyor, böylece azap çekiyor. S.M.

Bu cümlede anlaşılmayan tek bir kelime dahi yoktur. Buna rağmen cümlede değişikliğe gidilmesindeki maksat nedir ? Maksat anlamaksa buyrun anlaşılan bir cümle karşımızda duruyor, o halde neden değiştirilsin ?

1. "Ne ölüyor ki kurtulsun" "ne ölüp kurtuluyor" şeklinde değiştirilmiş. Orjinalinde anlaşılmayan nedir ve yerine getirilen terkibin anlaşılması için getirdiği fayda nedir ?
 

Huseyni

Müdavim
Otuz yedinci ve otuz sekizinci cümle:

Biz de şu meş’umu bu azapta bırakıp döneceğiz. Ta öteki kardeşin halini anlayacağız. O.M.

Biz de şu uğursuzu azap içinde bırakıp öteki kardeşin haline bakacağız: S.M.

Bu iki cümlede anlaşılması zor olan tek kelime "meş'um" kelimesidir. Dolayısıyla bu kelimenin manası verildiğinde, anlaşılmaya yönelik gaye yerine gelmiş olacaktır. O halde sadece bu kelime için yapılan tahrifata göz atalım ki tek gayenin anlaşılması olmadığını bir kez daha görelim..

1. "Bu azapta bırakıp" "azap içinde bırakıp" şeklinde değiştirilmiş. Orjinalinde anlaşılmayan ne var ki böyle bir değişikliğe gerek duyulmuştur ?

2. 2 cümleyi tek cümle yapmakta nasıl bir faide vardır ? Hem bu kolay olanı zorlaştırmak değil midir ? Ki zaten Yayıncı Notu nda burada yapılanın tersini, yani uzun cümlelerin bölündüğünü söyleyenler siz değil miydiniz ?

3. "Ta" işaret sıfatının kaldırılmasındaki hikmet nedir ?

4. "Halini anlayacağız" "haline bakacağız" şeklinde değiştirilmiş. Anlamakla bakmak aynı şey midir ? Dahası orjinalindeki hangi kelime anlaşılmıyor ki böyle saçma ve lüzumsuz bir değişikliğe gidilmiştir ?
 

Huseyni

Müdavim
Otuz dokuzuncu ve kırkıncı cümleler:

İşte şu mübarek akıllı zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. O.M.

İşte sağ yolda giden şu mübarek, akıllı adam, kardeşi gibi sıkıntı çekmez. S.M.

Orjinal cümlelerde anlaşılmayan tek kelime yoktur.

1. İki cümle tek cümleye dönüştürülmüş. Bu da Yayıncı Notu ndaki uzun cümleleri böldükleri yönündeki beyanatlara zıt bir durum. Aksine kısa olan yerleri uzattıklarına daha çok şahit oluyoruz.

2. Cümledeki anlatım tarzı tamamen değiştirilmiş. Aynı şeyi anlatsa da hiç lüzumu olmadığı halde üslub bozulup değiştirilmiş. Mesela orjinalinde birleşik olan "İşte şu" ile "mübarek" arasına "sağ yolda giden" gibi alakasız bir terkib konulmuş. Hatta orjinalinde hiç olmayan bir terkib bu aynı zamanda. Orjinal metinde mübarek akıllı zâtın gittiğinden bahsediliyor, tahrif edilmiş metinde ise sağ yolda gittiğinden bahsediliyor.

3. "Akıllı zât" "akıllı adam" olarak değiştirilmiş. "Zât" nasıl bilinmeyen kelimeler arasında olabilir hayret ?

4. "Fakat" bağlacı tamamen kaldırılmasında nasıl bir hikmet olabilir ya da bu bağlacı okuyanların cümleyi anlayamayacaklarını iddia edip kaldırana ahmak dense çok mu olur ?

5. Eğer "birader" bilinmeyen bir kelime olarak düşünülmüşse, "mübarek" ondan daha da çok bilinmeyen bir kelimedir, ama "mübarek" kelimesi olduğu gibi yerinde duruyor. Hatta İngilizce bilip Türkçeyi az çok bilen biri bile okusa, "birader" i anlar ama mübareği anlamayabilir. Çünkü İngilizcede "brother" "kardeş, erkek kardeş" gibi anlamlara gelir. Az çok bir çağrışım yapması mümkündür. Kısacası şu iki cümlede anlaşılmayan tek bir kelime olmadığı halde, yapılan değişiklikler ne ile izah edilebilir ?

6. "Sıkıntı çekmiyor" ile "sıkıntı çekmez" aynı şey midir ? En azından zaman olarak aynı manayı mı ifade ediyor ? Orjinal halinde anlaşılmayacak neresi var bu kısmın ? Fiillerin zamanları ile oynamak ve onları değiştirmek anlamayı nasıl kolaylaştırabilir ? Evet tahrifçiler bu saçmalıklarının hiçbirisine cevap veremezler. Çünkü bu konuda konuşsalar mantıklı izahı olmadığndan daha da maskara olacaklardır.
 

Huseyni

Müdavim
Kırk birinci cümle:

"Çünkü güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalar eder, kendi kendine ünsiyet eder." O.M.

"Güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyler düşünür, güzel hülyalar kurar, iç huzuruna erer." S.M.


Bu cümle içinde anlaşılması diğerlerine göre bir derece zor olan sadece "ünsiyet" kelimesidir. Haliyle bu kelimenin manası verildiğinde sadeleştirme dedikleri hatalı maksatları yerine gelmiş olacaktır. Ancak bu cümlede de öyle olmadığını görüyoruz. Belki anlaşılamayacak olan tek kelime o olmasına rağmen, cümlenin diğer anlaşılan kısımlarında da değişikliğe gidilmiştir hem de faydasından çok zararı olan değişiklikler. Demekki "anlaşılsın diye yapıyoruz" sözleri boşadır, doğru değildir.

1. "Çünkü güzel ahlaklı olduğundan" "güzel ahlaklı olduğundan" şeklinde değiştirilmiş. "Çünkü" bağlacı kaldırılmış ve mana kısmen bozulmuştur. Ve kaldırılma sebebinin, ne edebiyat kuralları çerçevesinde, ne de sadeleştirme mazereti altında hiçbir şekilde izahı mümkün değildir.

2. "Güzel şeyleri düşünür" "güzel şeyler düşünür" şeklinde değiştirilmiş. Haydi bunda hüsn-ü zan edelim, bir harf gözden kaçtı diyelim.

3. "Güzel hülyalar eder" "güzel hülyalar kurar" şeklinde değiştirilmiş. Hiçbirşekilde anlaşılmasına katkı sağlamayan bir değişiklik. Ve dahi "eder" anlaşılmayacak bir fiil değil. Hem dahi "kurar" ın manası "eder" değil.

4. "Kendi kendine ünsiyet eder" "iç huzuruna erer" şeklinde değiştirilmiş. İç huzuruna ermekle, kendi kendine ünsiyet etmenin, dostluk etmenin ne ilgisi var ? Anlaşılan tahrifçiler kelime manalarını vermeyi de bırakmışlar, cümleden anladıklarını yazmaya başlamışlar.
 

Huseyni

Müdavim
Kırk ikinci cümle:

Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor. O.M.

Hem kardeşi gibi zahmet ve zorluk çekmez.
S.M.

Bu cümlede de anlaşılmayan bir kelime olmamasına rağmen cümlenin her yeri baltalanmış. Bir derece anlaşılma ihtimali olan, "meşakkat" kelimesi dahi cümle içinde "zahmet" kelimesine yakın bir manada olduğu anlaşılır ki, bilinmeyen bir kelime de değildir. "Birader" ise herkesin bildiği bir kelimedir.

Hele ki cümle sonundaki "çekme" fiili, orjinalinde şimdiki zamanla ifade edildiği halde, tahrif edilmiş metinde geniş zamanla ifade edilmesi, hiçbir mazeretle ifade edilebilecek bir şey değildir. Mazeret olmadığına göre, başka gayelere binaen bu faaliyete girişilmiştir.
 

Huseyni

Müdavim
Kırk üçüncü cümle:

Çünkü nizamı bilir, tebaiyet eder, teshilât görür. O.M.

Çünkü düzeni bilir, ona uyar, kolaylık görür.
S.M.

Bu cümlede "teshilât" kelimesi çoğul bir ifade iken, tahrif edilmiş metindeki karşılığı olan "kolaylık" kelimesi, tekil olarak ifade edilmiş.
 

Huseyni

Müdavim
Kırk dördüncü cümle:

Asayiş ve emniyet içinde serbest gidiyor. O.M.

Asayiş ve emniyet içinde serbestçe dolaşır. S.M.

Burada fazla söze hacet yok. Zira yapılan değişiklik o kadar lüzumsuzdur ki ve aynı zamanda manaya da etki eden bir değişikliktir.

1. "Gitmek" fiilinin karşılığı "dolaşmak" değildir.

2. "Gidiyor" şimdiki zamanı ifade ederken "dolaşır" geniş zamanı ifade etmektedir.

3. "Serbest" anlaşılmayan bir kelime ise, onu "serbestçe" yaparak anlaşılması sağlanmış olur mu ?
 

Huseyni

Müdavim
Kırk beşinci cümle:

İşte, bir bahçeye rast geldi. O.M.

Sonra bir bahçeye rast gelir.
S.M.

Burda da anlaşılmayan tek kelime olmadığı halde, cümle resmen katledilmiş.

1. "İşte" "sonra" şeklinde değiştirilmiş. Birisi işaret sıfatı olarak kullanılıp, bahçeyi nazara verirken, tahrif edilmiş metinde ise zamanı ifade eden alakasız bir "sonra" ifadesi kullanılmıştır.

2. "Rast geldi" "rast gelir" şeklinde değiştirilmiş. Ve yine her zamanki aynı zaman hatası yapılmıştır. Bu kadar sık ve nerdeyse bütün cümlelerde yapılan bu hatanın, iyi niyetten kaynaklanıyor olduğunu düşünemiyorum.


 

Huseyni

Müdavim
Kırk altıncı cümle:

İçinde hem güzel çiçek ve meyveler var; hem bakılmadığı için murdar şeyler de bulunuyor. O.M.

Bahçede hem güzel çiçek ve meyveler, hem de bakılmaması gereken pis, haram şeyler vardır.
S.M.

Burda da anlaşılmayan tek kelime bir ihtimal "murdar" olduğu halde, cümlenin tamamı resmen katledilmiş. Hem iki cümle birbirinden iki ayrı manaya geliyor.

1. "İçinde" "bahçede" şeklinde değiştirilmiş. Sadeleştirme maksadıyla zerre kadar ilgisi olamaz bu değişikliğin.

2. Orjinal metnin yapısı hiç bir menfaati olmaksızın bozulmuş. Bunun neticesi olarak lüzumsuz ilave ve eksiltmeler ortaya çıkmıştır.

3. "Hem bakılmadığı için" "hem bakılmaması gereken" şeklinde değiştirilmiş. Bu kısım cümlenin manasını bozmaya yetmiştir. Orjinal metinde bahçedeki bakımsızlığın neticesi olan murdar, pis şeylerden bahsederken, tahrif edilmiş metinde ise bu mana "bakılmaması gereken şeyler" olarak ifade ediliyor. İki mana birbirinden tamamen ayrıdır. Tafsilata lüzum yok.

4. "Murdar şeyler de bulunuyor" "pis, haram şeyler vardır" şeklinde değiştirilmiş. Bu da orjinal metinle alakası olmayan bir değişiklik. Orjinal metinde "haram" la ilgili tek bir kelime yokken, tahrif edilmiş metinde "murdar" a ilaveten "haram" manası da ilave edilmiştir. Bu da muhtemelen bir geride yaptıkları "bakılmaması gereken" hatasının neticesidir. Bunun dahi sadeleştirme dedikleri sahtelik ile ilgisi yoktur. Hem "bulunuyor" u "var" şeklinde ifade etmekte de hiçbir faide yoktur, ekstradan bir kazancı yoktur.
 

Huseyni

Müdavim
Kırk yedinci ve kırk sekizinci cümleler:

Kardeşi dahi böyle birisine girmişti. Fakat murdar şeylere dikkat edip meşgul olmuş, midesini bulandırmış, hiç istirahat etmeden çıkıp gitmişti. O.M.

Kardeşi de böyle bir yere girmişti; fakat pis şeylere dikkat edip onlarla meşgul olmuş, midesini bulandırmış, hiç istirahat edemeden çıkıp gitmişti.
S.M.

Bu iki cümlede yine anlaşılmayan ya da anlaşılması bir ihtimal zor olan tek kelime "murdar" kelimesidir. Buna rağmen cümle her zamanki gibi keyfi olarak bozulmuştur.

1. "Kardeşi dahi böyle birisine girmişti" "Kardeşi de böyle bir yere girmişti" şeklinde değiştirilmiş. İlk olarak bu kısa cümlede "dahi" yerine "da" getirilmiş. "Birisine" yerine "bir yere" tercih edilmiş. Bu tercihlerin ne kadar manasız ver yersiz olduğunu çocuklar da anlayabilir.

2. Klasik tezatları olan iki ayrı cümleyi yine manasız bir şekilde tek cümle haline getirmişler.

3. "Meşgul olmuş" "onlarla meşgul olmuş" şeklinde değiştirilmiş. Buradaki "onlarla" ilavesi de manasız ve ekstradan anlayışı kolaylaştıran birşey değildir. Ki zaten cümle anlaşılır bir cümledir.

4. "Hiç istirahat etmeden" "hiç istirahat edemeden" şeklinde değiştirilmiş. Bu kısım manayı kısmende olsa bozan bir değişikliktir, çünkü; "etmeden" dendiğinde kişinin kendi tercihi anlaşılırken, "edemeden" dendiğinde ise başkaları ya da bazı sebebler yüzünden bu istirahatten mahrum olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Oysa orjinal metinde bahsedilen kişi kendi tercihiyle bu istirahatten mahrum kalmıştır. Tahrif edilen metinde bu mana tersine döndürülmüştür.
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
1. "Kardeşi dahi böyle birisine girmişti" "Kardeşi de böyle bir yere girmişti" şeklinde değiştirilmiş. İlk olarak bu kısa cümlede "dahi" yerine "da" getirilmiş. "Birisine" yerine "bir yere" tercih edilmiş. Bu tercihlerin ne kadar manasız ver yersiz olduğunu çocuklar da anlayabilir.

Birisine ve Bir yere kelimeleri;

Bir çok edebiyat profesörlerine sorduğumuzda edebiyata yeni bir ivme vermek yerine zaman geçtikce Türk Edebiyatının kısırlaştığı basitleştiği ortaya çıktığı ifade edilmekte. Ve asrımızın en önemli ve Tarihinde böyle bir edebi bir metine rastlanmayan bir eser olarak kabul görülen Risale-i Nurların edebi ve belagat özelliği ise maalesef böyle katiller tarafından katlediliyor, setrediliyor..

O iki kelimenin edebi belagat özelliği olduğu ve bunun yanısıra kişinin beynini öldürmek yerine kullanmasını sağladığı ise çok aşikardır. Çünkü bir cümlede biryere girdi kelimesi kullanılsa kişi beynini kullanmayacak ezbere iş görecektir. Amma birisine girmişti denilse beynini kullanacaktır nedemek diyecektir. Heyhat..
 

Huseyni

Müdavim
Kırk dokuzuncu, ellinci ve elli birinci cümleler:


Bu zât ise, “Herşeyin iyisine bak” kaidesiyle amel edip, murdar şeylere hiç bakmadı. İyi şeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çıkıp gidiyor. O.M.

Bu adam ise “Her şeyin iyisine bak” kaidesince amel edip helâl olmayan şeylere hiç bakmaz, iyi şeylerden faydalanır, güzelce istirahat ederek bahçeden çıkıp gider.
S.M.

Bu üç cümlede de "murdar" haricinde anlamada zorlanılabilecek ikinci bir kelime yoktur. Ki bu peşpeşe gelen cümlelerde "murdar" kelimesinin iyi ve güzel bir şey olmadığı aşikar belli oluyor. Bir de meselenin bakmak ile ilgili olmasını nazara alırsak, "murdar" ın göze hiçte hoş gelmeyen şeyler olduğu ve haliyle pis veya çirkin şeyler olduğu çok kolay anlaşılabilir. Netice olarak bu cümleler de bir çokları gibi katledilmiştir.

1. "Bu zât ise" "bu adam ise" şeklinde değiştirilerek her zamanki gibi manasız bir değişiklik yapılmış.

2. "Kaidesiyle amel edip" "kaidesince amel edip" şeklinde değiştirilmiş. Bunun orjinal metinden daha anlaşılır olduğunu iddia etmek mantık sınırları içinde mümkün değildir.

3. "Murdar şeylere hiç bakmadı" "helâl olmayan şeylere bakmaz" şeklinde değiştirilmiş. "Murdar" kelimesine "helal olmayan şeyler" manası verilmiş. Halbuki bu kelimenin manası "pis" tir. Ki bir önceki cümlede bu kelimeyi "pis" olarak değiştirirlerken, burada "helal olmayan şeyler" olarak değiştirmişlerdir. Bu hem ne kadar istikrarsız ve dikkatsiz olduklarını gösteriyor ve hem de bu çeviriye göre aklımıza pis olarak gelen herşeyin haram olduğu kanaatini veriyor. Acaba öyle midir ?

4. "İyi şeylerden iyi istifade etti" "iyi şeylerden faydalanır" şeklinde değiştirilmiş. Bu kısacık değişiklikte birçok hata var. 1. "İstifade" herkesin malumu olan bir kelimedir. 2. Bu kelimenin buradaki manasının karşılığı verilse dahi bu "faydalanır" değil, "faydalandı" olması gerekirdi. Her zamanki gibi fiilleri sadece orjinalliğini bozmakla değil, aynı zamanda, zaman olarakta bozduklarını gösteren başka bir misal daha. 3. "İyi istifade etti" "istifade etti" şeklinde değiştirilmiş. Bu da hatalı bir değişikliktir. Orjinal metindeki "iyi" yi çıkarmak manayı doğrudan bozan bir eksiltmedir. Çünkü öyle iyi şeyler vardır ki, bunlardan kötü de istifade edileilir. Burada "iyi" kaldırılmakla hangi şekilde istifade edildiği manası muallak bırakılmıştır.

5. "Çıkıp gidiyor" "bahçeden çıkıp gider" şeklinde değiştirilmiş. Orjinal terkib gayet anlaşılır olduğu çocuklarca dahi malumdur. Demek ki tahrifçi girişimciler okuyucularını çocuklar kadar da, zeka yönünden gelişmemiş olduğunu ima ediyorlar. Öyle değilse, diğer sıralanacak maksatlar da bundan daha aşağı kalır cinsten olmayacaktır. Bu kısımda orjinalinde olmayan ve hiç lüzumda olmayan "bahçeden" ilavesi konmuştur. Bununla yetinilmemiş; "gidiyor" "gider" şeklinde değiştirilerek, fiildeki zaman değiştirilmek suretiyle bu kısım tahrif edilmiştir.

6. Yayıncı Notu nda uzun cümlelerin bölünüp aynı malzeme ile yeniden kurulduğunu iddia ettikleri halde, burada da peşpeşe üç cümleyi, dediklerinin aksi yönünde birleştirip tek cümle haline getirerek uzatmışlardır.
 

Huseyni

Müdavim

Elli ikinci cümle:

Sonra, git gide, bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahrâ-i azîmeye girdi. O.M.

Sonra o da kardeşi gibi büyük bir ovaya varır. S.M.


Cümleye baktığımızda bize yabancı olan sadece "sahrâ-i azîme" terkibi var. Maksat sadece -Risale-i Nurun, Müellifinin ve Varislerinin kabul etmediği- sadeleştirme olsa, bu terkibin manasını vermekle maksat hasıl olmuş olurdu. Demek ki bunun haricindeki değişiklikler, sadeleştirme ihanetinden öte cinayettir, tahriftir. Bu cümle yapılan eksiltmeler ve hatalı değişikliklerle tamamen farklı bir manaya çevrilmiştir.

1. "Sonra, git gide" terkibindeki "git gide" kaldırılmış. Bundan önceki iki yerde "git gide" yi "gide gide" şeklinde değiştirenler, bu cümlede ona da tenezzül etmemişler. Tezat bir görüntü daha sergilemişler.

2. "Bu dahi evvelki biraderi gibi" "o da kardeşi gibi" şeklinde değiştirilmiş. "Bu dahi" yi "o da", "biraderi" yi "kardeşi" şeklinde çevirmek gibi manasız ve mantığa-mizana sığmayacak değişiklikler yapılmış ki, bunlar çocukların dahi anlayabileceği kelimelerdir. Ayrıca bu terkib içindeki "evvelki" kelimesi tamamen kaldırılmıştır. Kısacası şu kısacık terkibin içinde "gibi" den başka orjinal hiçbirşey bırakılmamış. Maksat sadece sadeleştirme cinayetiyle sınırlı kalmadığı aşikare görünmüyor mu ?

3. "Bir sahrâ-i azîmeye girdi" "büyük bir ovaya varır" şeklinde değiştirilmiş. Burda ki "sâhra-i azîme" terkibinin manasını sadece "büyük ova" ile sınırlamak hatadır. Çünkü "sahra" sadece "ova" demek değildir, "çöl ve meydan" gibi manaları da vardır. Bu kelimelerin hepsini birden vermek okuyucuya bir keyif vermeyeceğinden, orjinali ile bırakıp, okuyucuya kelime öğretmek, lugat zenginliği kazandırmak herhalikarda en sıhhatli yoldur. Ayrıca bu terkibin fiili olan "girdi" nin manası hangi lugatta, hangi TDK sözlüğünde "varır" olarak geçmektedir ? Bu kadar cahilane ya da kasıtlı bir değişiklik olur mu ? Fiilin zamanı değişmekle kalmamış, üstüne bir de tamamen farklı bir fiil getirilmiş. Bir yere varmak oraya girmeyi gerektirir mi ?
 

Huseyni

Müdavim
Elli üçüncü ve elli dördüncü cümleler:

Birden, hücum eden bir arslanın sesini işitti, korktu. Fakat biraderi kadar korkmadı. O.M.

Birden, hücum eden bir aslanın sesini işitir ve korkar, fakat kardeşi kadar değil. S.M.


Bu cümlelere baktığımızda anlaşılmayan tek bir kelime dahi olmadığını görüyoruz. Yapılan değişiklikler:

1. "Sesini işitti, korktu" "sesini işitir ve korkar" şeklinde çevrilmiş. Orjinal kısım gayet net anlaşılmasına rağmen değiştirilmiş ve dahi hatalı çevrilmiştir. Fiillerdeki zaman değiştirilmiş ve metnin anlaşılmasında zerre kadar bir kolaylık sağlamayan "ve" bağlacı konmuştur.

2. "Birader" kelimesi bilinen bir kelime olmasına rağmen yine değiştirilmiş.

3. "Biraderi kadar korkmadı" "kardeşi kadar değil" şeklinde çevrilmiş. Tahrif edilmiş metinde "korkmadı" kısmı tamamen kaldırılmış. Böyle bir değişikliğin metni daha anlaşılır hale getirmekle ne ilgisi olabilir ?

4.
Yayıncı Notu nda uzun cümlelerin bölünüp aynı malzeme ile yeniden kurulduğunu iddia ettikleri halde, burada da peşpeşe iki cümleyi, dediklerinin aksi yönünde birleştirip tek cümle haline getirerek uzatmışlardır.
 
Üst