Risale-i Nurları Anlama Metodları - Birinci Bölüm

Huseyni

Müdavim
1. BÖLÜM

RİSALE-İ NUR’U ANLAMADA BAKIŞ AÇIMIZ NE OLMALI?


1. Risale-i Nur’u anlamada orijinal metnin önemi

Kim bilir kaç yıldır Risale-i Nur okuyorsunuz. Belki çeyrek asır oldu bu iman hakikatleri hazinesiyle tanışalı, belki de yarım asır. Belki birkaç yıldır muhatapsınız ona, belki de bir ömür vakfettiniz. Bugüne değin bıkmadan usanmadan okudunuz, bu nur çeşmesinden kana kana içtiniz. Kim bilir kaç gece sabahlara kadar okuyup beyninizi çatlatırcasına düşündünüz, anlamaya çalıştınız. Nice derslere katıldınız, nice programlar yaptınız.

Hep daha okumak, daha çok istifade etmek, daha çok anlamak için çırpındınız. Yıllarınızı bu uğurda harcadığınız için, nice yeni tanıyan kimsenin okuyup anlamaya yönelik sorularıyla karşılaştınız. Belki kaç kez, “Anlayamıyorum; bunların sadeleştirilmişi yok mu?” şikâyetlerine şahit oldunuz.

Belki de ilk okuduğunuz yıllarda siz de benzer sıkıntıları yaşadınız, siz de dilinin ağır olduğundan yakındınız. Ama size, “Bunlar orijinal hâliyle okunur, sadeleştirilemez” gerçeği anlatıldı hep. Bir bir gerekçeleri de sıralandı haklı olarak. Ve siz ikna oldunuz, nicelerinizi de ikna ettiniz.

Nasıl bir metot izlesem?

Belki de Risale-i Nur’u henüz tanıdınız, yeni okuyorsunuz. Kim bilir bugüne kadar okul kitaplarının dışında herhangi bir eserle aranız iyi olmadı. Ama dünya ve ahiret hayatını ışıklandıracak, ufkunuzu aydınlatacak, sizi iman ve İslâm’ın sonsuz güzellikleriyle mutlu edecek iman derslerinin ne kadar lüzumlu olduğunu geç de olsa anladınız. Çölde suya hasret kalan bir kimsenin özlemiyle sarıldınız. Geçen yılların acısını çıkarmak, hiç değilse bundan sonraki zamanınızı değerlendirerek doyasıya okumak ve anlamak istiyorsunuz.

Ve soruyorsunuz: Hangisinden başlasam, günde kaç sayfa okusam, tam istifade edebilmek için nasıl bir metot izlesem, acaba hakkıyla anlayabilmek için hangi yollardan geçsem?

Haklısınız. Geçen yıllar geçmiştir. Hiç değilse bugünü ve geleceği kurtarmalısınız. Ecel ne zaman gelecek, bize verilen süre ne kadardır, bilmiyoruz. Ömrümüzü ebedîleştirecek iman ve İslâm hakikatlerini hiç değilse bundan sonra iyi okumak, iyi anlamak ve hayatınıza rehber yapmak istiyorsunuz.

Ya da gözünüzü açtığınız ortam hep Nurların okunup yaşandığı bir evdi. Küçükken kulağınıza hep buram buram iman kokan vecizeler söylendi. Hatta siz bunları ezberlediniz. Daha alfabeyi öğrenmeden imanî cümleler ezberleyip, büyüklerinizin takdir dolu bakışları üzerinizdeyken okudunuz. Alkışlandınız, ödüllendirildiniz.
 

Huseyni

Müdavim
Asırlar geçmiş gibi

Minik ayaklarınız oyun sahalarından önce dersanenin yolunu öğrendi. Okunanlardan bir şey anlasanız da anlamasanız da, “Baba beni de götür!” diye yalvardınız her akşam.

Herkes sizi sevdi, görenler başınızı okşadı. Lâf olsun diye gitmediniz. Küçük hizmetler de yaptınız. Çay tabağı ve şeker dağıttınız. Gelenlere kapıyı açtınız. Ama sanki asırlar geçmiş gibi şimdi... Zamanla o nuranî iklimden koptunuz. Belki derse gitmeyi, yük kabul etmeye başladınız. Yazık ki, “Biliyorum” havasına kapıldığınız için sonraki gelişmelerden hep mahrum kaldınız. Evinizde kırmızı kaplı kitaplar hep başköşeyi süsledi, ama bir türlü içine girip uçsuz bucaksız iman ve ilim hazinesinden yararlanamadınız. Ancak bir gün içinizde küllenen korlar alevlendi.

Bir ilkbahar meltemi esti, külleri savurdu ve içinizdeki okuyup öğrenme ateşi tekrar tutuştu. “Hiç değilse bundan sonra...” diye düşündünüz. Öyle ya, zararın neresinden dönülse kâr değil mi? Hatayı anlayıp düzeltmeye çalışmak da en büyük erdem değil mi?

İyi, ama altı bin sayfalık bir ilim hazinesi olan Risale-i Nur, uçsuz bucaksız bir deniz gibi karşınızda duruyor. Belki içine girmeye cesaret edemiyorsunuz. “Nasıl başlasam, hangi yolu izlesem, ne kadar zamanımı ayırsam?”
diye tereddütler kemiriyor beyninizi.

Sistemli bir plânla ve şevkle çalışın

Evet, ister Nurları iyi tanıyın, ister ömrünüzü vakfedin, Risale-i Nur’u okumak ve anlamak önemli bir hedefiniz. Madem beşikten mezara kadar ilim öğrenmekle görevliyiz, elbette ebedî yurdumuza gidinceye kadar okuyup anlamanın kara sevdalısı olacağız.

İşte her hâlükârda Risale-i Nur’u okuma ve anlama teknikleri konusuna ihtiyacımız var. Her zaman bir hedef, bir ideal, bir yöntem peşinde olmalıyız. Çünkü hedefsiz ve yöntemsiz bir şekilde ne kadar zaman ayırsanız, ne kadar çaba sarf etseniz, bir yerde sonuçsuz kalmaya mahkûmsunuz.

Nurları okumayı ve anlamayı başarmak, sistemli bir plân çerçevesinde sürekli ve şevkli çalışmaya bağlı.
 

Huseyni

Müdavim
2. Risale-i Nur’u anlamanın ölçüsü nedir?

Acaba “Risale-i Nur’u okumak ve anlamak”tan ne anlıyoruz? Risale-i Nur’u hakkıyla anlayabildiğimizin ölçüsü nedir?

Hiç şüphesiz bu eserler Kur’an’ın manevî bir tefsiri olduğundan, İlâhî ve dinî kavramları açıkladığından, onu hakkıyla anlamanın bir sonu ve sınırı olamaz. Ama hiç değilse belirli bir mesafe aldığımızı ve mânâsını kavradığımızı gösteren bazı ölçüler vardır.


  • Söz gelişi; altı bin sayfanın genelinde hangi konuların hangi bölümlerde bulunduğunu özet muhtevalarıyla bilmek çok önemlidir.

  • Risalelerde geçen kelime ve terimlerin anlamlarına vâkıf olmak ciddî bir aşamadır.

  • Konular arasında irtibat kurmak, sentez yapmak, okurken başkasına açıklayabilmek de anlama yolunda mühim mesafeler alındığını gösterir.
Ancak okumanın ve anlamanın ölçüsüne bir de bu eserlerin yazarı olan Bediüzzaman Hazretlerinin gözüyle bakalım.


Âlim olmak, muhteşem bir hedef

Lem’alar’da yer alan İhlâs Risalesinde, “Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir” ifadesi vardır.

Bu, çok ciddî bir iddiadır. Bir kimsenin bir senede âlim olabilmesi, hedef açısından ciddî bir müjde, ancak ödenmesi gereken bedel bakımından da olağanüstü bir dikkat ve gayret demektir.

Niçin? Çünkü âlim olmak, çok büyük ve çok muhteşem bir hedeftir. Hadis-i şeriflerde belirtildiği gibi, “âlimler peygamberlerin vârisleridir,” “bu ümmetin âlimleri İsrailoğullarının peygamberleri gibidir,” “âlim, uykusu bile ibadet olan, yüzüne bakmak bile insana sevap kazandıran kimsedir.”

Elbette âlim olmanın da mertebeleri vardır. Her âlim, bir İmam-ı Gazalî, bir İmam-ı Rabbanî olamaz. Ancak en alt mertebesinin bile çok büyük fazilet ve meziyetleri vardır.


On yılda bile âlim olunamıyorsa...

Ayet ve hadislerde nice faziletleri sayılan âlimlik makamına ulaşmak için Üstat Hazretlerinin şartı, Risale-i Nur’u bir yıl okumaktır.
Risale-i Nur’u değil bir yıl, belki 10 yıldır okuyor olabiliriz. Ancak bir türlü âlim olamıyorsak, Üstadın müjdesi isabetsiz değil, bizim uygulamamız yanlış ya da eksiktir.

Evet, âlim olmak, hem de bu zamanın mühim ve hakikatli bir âlimi olmak için bir yıl okumak yeterlidir. Ancak iki önemli şart daha var: Kabul ederek ve anlayarak okumak.

Demek, Risale-i Nur’u anlamamızın derecesini ölçmede önemli bir kriter budur. Oysa bırakın Risale-i Nur’un âlimi olmayı, yıllardır okumaya çalıştığı hâlde temel kelime ve terimlerin anlamlarını bile bilmeyenimiz olmuştur.

Birlikte yıllarca risale okuduğumuz bir arkadaşımızın, bir ders esnasında, “Yahu ihlâs ne demektir?” sorusuyla karşılaşmıştık. Belki de o, bir hazine kadar geniş anlamı olan bu terimin çok derin ve kapsamlı anlamını kast ediyordu.

Her şeye rağmen Risale-i Nur’u anlamanın ilk basamağı olan kelime ve terim bilgisinde yeteri kadar mesafe alamadığımız bir gerçektir.

Evet, Risale-i Nur’u çok iyi okumak ve anlamak zorundayız. Ona her insan muhtaç. Ama biz de muhtacız ve öncelikli olarak anlamakla sorumlu ve görevli olan biziz. Çünkü yıllardır elimizde ve tanıyoruz.

Oysa bu eserleri anlamak bakımından çok dikkat çekici gerçeklerle yüz yüzeyiz. Nice kitaba zor olduğu için başlayamamışızdır. Meselâ Mesnevî-i Nuriye, İşârâtü’l-İ’caz ve Muhakemat gibi...

Sadece bunlar mı? Kader Risalesini, İkinci Şua’yı, ism-i Hay ve Kayyum’u hakkıyla anlayabiliyor muyuz? Bırakın onları, Küçük Sözler’i hakkıyla anlayabildiğimizden emin miyiz?
 

Huseyni

Müdavim
Anlayıp yaşayabilseydik...
Denizli’de Üstadın bedeline vefat eden merhum Hasan Feyzi, Altıncı Söz için, “Beni benden aldı!” diyor. Onu okuyunca hayran oluyor, sarsılıyor, büyük bir etki altında kalıyor. Bize Küçük Sözler, “kolay anlaşılır ve sıradan” gibi geliyor.

Hiç sanmıyorum. Eğer anlayıp yaşayabilseydik, ferdî hayatımızda olağanüstü inkılâplar olur, ülke ve dünya genelinde de yer yerinden oynardı.

Elbette anlamanın dereceleri var ve büsbütün hissesiz kalmıyoruz. Çocuklar bile bir şeyler anlıyor. Üstelik müellifinin iddiası, “okuyan herkesin kabiliyeti ve gayreti nispetinde anlayabileceği” şeklinde. Hatta Üstat Hazretleri, İbn-i Sina’nın “Akıl bu yolda gidemez” dediği haşir meselesini çok kolay ispatladığını yazıyor, Sad-ı Taftazanî’nin bir ciltte anlattığı kader meselesini iki sayfada çözdüğünü belirtiyor.

Bunlar gerçekten doğru şeyler. Ancak bir başka doğruyu da yukarıda anlatmış olduk.

Yarım asrı aşkın bir zamandır şifahî (sözlü) bir kültür olarak devam eden Nurları okuma ve anlama faaliyetinin sistemli bir şekilde yazıya dökülmesi, izahları ve şerhlerinin yapılarak Risale-i Nur’u anlama metodolojisinin ortaya konması gerekiyor.

Bu arada, Risale-i Nur’u anlama konusunda sık sık sözü edilen dil problemi ve sadeleştirme tartışmaları açısından da meseleye bakmamız gerekir.


Sadeleştirmek çözüm değil
Bu da ayrıca ele alınması gereken bir konudur. Ancak risaleleri anlamak için sadece sadeleştirme yolunu düşünmek, anlamayı fazla kolaylaştırmaz, üstelik mânâyı kısırlaştırır. Zaten bir “terimler hazinesi” olan Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi de kolay değildir.

Genelde Kur’anî ve İslâmî olan terimleri nasıl sadeleştireceksiniz? Söz gelişi, “tesbih, tahmid, tefekkür, arş, haşir, sırat” gibi terimlerin Türkçesi var mı? Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını nasıl sadeleştireceksiniz? Bu kelimeleri anlamanın yolu kesinlikle sadeleştirmek olamaz. Ancak mânâlarını öğrenerek anlayabilirsiniz.


Kelimeleri bilmek yeterli mi?
Risaleleri anlamada “kelimelere vâkıf olma”nın önemli bir yeri vardır mutlaka. Dil probleminin nasıl çözüleceği konusu çok önemli bir meseledir ve mutlaka halledilmesi gerekir. Ancak onu anlamak için kelimeleri bilmek tek başına yeterli değildir. Çünkü bu eserler bir lügat değil, bütün İslâmî ilimleri ihtiva eden imanî bir tefsirdir. Bir kelimenin ilgili olduğu ilme göre hangi anlamı veya anlamları taşıdığını bilmek şarttır.

Meselâ “vacip” kelimesi günlük konuşmada “gerekli” anlamında iken, fıkıh ilminde Şafiîlerde “farz,” Hanefîlerde “farzdan daha aşağı derecede, ama yapılması gereken” mânâsındadır. Aynı kelime kelâm ilminde Cenab-ı Hak için “varlığı mutlak, kesin gerekli ve şart olan” mânâsında kullanılır. Üstelik verdiğimiz bu anlamlar, çok kısadır ve çok daha geniş mânâları vardır.

Bu misal gibi, her terimin kullanıldığı ilim dalına göre çok geniş ve kapsamlı anlamları vardır. Bu anlamları tam ve hakkıyla bilmeden Risale-i Nur’u anlamaya yönelik çabalarımız eksik ve hatalı olacaktır.
 

Huseyni

Müdavim
3. Risale-i Nur’u anlamada bütünlük ve denge boyutu

“Risale-i Nur’u anlamak’tan neyi anlamamız gerektiği” sorusu son derece mühimdir ve meselenin ana merkezini oluşturmaktadır.

Burada, “Risale-i Nur’u anlamak” yerine “Bediüzzaman’ı anlamak” ifadesini de kullanabiliriz. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur’daki hakikatleri kemal mertebede yaşayan bir şahsiyettir. Bir bakıma Risale-i Nur da, onun yaşadığı İslâm’ın yazıya dökülmüş şeklidir. Ona “mücessem bir Risale-i Nur” denebileceği gibi, “şahsî yaşayışının, hâl ve harekâtının yazdığı eserin bir tefsiri olduğu”nu söylemek de mümkündür.

Risale-i Nur’u anlamaktan kastımız sadece kelimelerin karşılığını bilmekten ibaret değildir. Çünkü bir eserin içindeki mevzuları sadece ilim bazında anlamak, onun mânâ ve ehemmiyetini kavramak ve verdiği mesajı idrak etmek için yeterli değildir.


Anlamada asıl derinlik
Elbette bir eseri hakkıyla anlayabilmek için öncelikle bu gereklidir, fakat tek başına yeterli değildir. Risale-i Nur’u anlamaktan meramımız:


1. Risale-i Nur’un mahiyetini, hususiyetlerini, meziyetlerini ve üstünlüklerini idrak etmek,

2. Bu eserleri bir bütün olarak kabul etmek,


3. Verdiği mesajlardaki irtibatları iyi kurmak ve muvazeneyi korumak,

4. Ortaya konan esasların birini diğerine tercih veya feda etmemek,


5. Mânâ ve prensiplerine hakkıyla âyine olmaktır.


Aksi takdirde, işlenen mesaj ve esasların birini ön plâna çıkarıp diğerini ihmal etmek ya da bütün mesajları birinin rengiyle boyamak, Risale-i Nur’u anlamak değildir.

İşin doğrusu ve istikamet, işlenen konulara müellifinin verdiği kıymet ve ehemmiyet derecesinde nazar etmek, herhangi bir prensibe onun yüklemediği mânâ ve fonksiyonu yüklememektir.

Risale-i Nur’daki meseleler iman, ibadet, ahlâk, içtimaiyat, siyaset gibi ana konulara ayrılabilir. Bunlar arasında bilhassa imanla ilgili yüzlerce alt bölüm saymak mümkündür.
 

Huseyni

Müdavim
Bütününe dengeli bakabilmek
Risale-i Nur’u anlamak, bunların bütününü idrak etmek, “eserlerde verilen kıymet ve ehemmiyet kadar değer vermek” demektir.

Bunların biri diğerine tercih edilemeyeceği gibi birbirine mâni de değildir. Mâni gibi algılanması, ancak “dengenin korunamaması”yla açıklanabilir.

Bu eserlerin muhtevasında akıl, kalp, ruh, his ve nefis arasında mükemmel bir denge vardır. Bunları hakkıyla anlayıp ayna olabilen insanın yaşayışında da aynı denge görülür. Eğer herhangi biri öne çıkıyor veya birisi ihmal ediliyorsa, muhtevadaki muvazene korunamamış demektir.

İstifade ederken dengeyi koruyan kişi, gövdesi, dalları, yaprakları ve meyveleri ile dengeli ve uyumlu bir ağaç gibidir; dengeyi koruyamayan ise, hormonlu bitki gibi simetriden mahrumdur.

Bu meselede en güzel ölçü, yine müellifinin koyduğu prensiplerdir. O, icra ettiği hizmetin mahiyet ve hususiyetlerini, kendi meslek ve meşrebini anlatan yüzlerce prensip zikretmiştir. Bütün eserlerine serpiştirilen bu prensipler, Hizmet Rehberi isimli derlemede özetlenmiştir. Buradaki esasları, verilen kıymet ve ehemmiyeti derecesinde kavramak ve uygulamak, Risale-i Nur’u doğru anlamaya vesile olur.


Anlamada rehber, eserlerin yazarıdır
Bediüzzaman Hazretleri sadece prensip koymakla kalmamış, onların en güzel uygulayıcısı olmuştur. Dolayısıyla onun yaşayışını bütün yönleriyle bilmek, mesaisini hangi meselelere ayırdığını, hangi hizmetle ne kadar meşgul olduğunu kavramak, Risale-i Nur’u anlamak hususunda en müstakim, en sıhhatli, en kestirme yoldur. Kaynağını onun eserinden ve uygulamasından almayan tespit ve tavırlar ise, gerçeğin özü değil, kabuğudur; esası değil, şekli ve sloganıdır.

Öz ve esas yerini kabuğa ve slogana bıraktığı zaman iman hizmetinin ruhu gitmiş, kitleleri cezp etmesi gereken koca hareket dar bir alana hapsedilmiş olur.

Yaptığımız bu çalışma, inşallah Risale-i Nur’u doğru anlamaya ve hakkıyla yaşamaya katkıda bulunur. Hedefimiz, Risale-i Nur’a perde değil, ayna olabilmektir.
Cemil TOKPINAR
sorularlarisaleinur.com
 
Üst