Risale-i Nurda Bulunan Bazı Hatalar ve Yanlış Anlaşılan Bazı Konular

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM(Elhamdülillahi rabbil alemine vessalatü vesselamü ala rasuline Muhammedin ve ala ali vesahbihi ecmain) Risale-i Nurda Bulunan Bazı Hatalar ve Yanlış Anlaşılan Bazı Kapalı Konuların Açıklamasıyla ilgili İKAZNAME VE DİYALOĞA DAVETÜSTAT BEDİUZZAMANIN EN MUKADDES MAKSADIM DEDİĞİ; DAVASI,GAYESİ NEDİR ?REJİMLE İLGİLİ ÜSTADIN İTİKADI NEDİR? ÜSTADIN DAVASINDAN YANÇİZEN, SAPANLAR VARMIDIR? OYUNA GELEREK SAPITACAKLAR HAKKINDA ÜSTADIN İŞARETİ VARMIDIR? İlahiyatçı bir ilim adamı, demokrasiyi tasdik edip savunanlar için:”Bunlar R.Nur Talebesi olamaz, olsa olsa DEMOKRASİ TALEBESİ olabilir. “ demişti. İslami terminolojiye yeni bir terim kazandırmıştı. 1970’lerde Risale-i Nuru tanıdım ve o zamandan beri Risale-i Nuru okuyorum ve o camianın içindeyim. Risale-i Nurda gördüğüm bazı hatalar ve yanlış anlaşılan bazı önemli konuları maddeler halinde kısa, özet olarak anlatmayı şimdilik üzerime bir vecibe telakki ettim. İleride konu hakkında inşallah kitap yazmayı düşünüyorum. “Üstat hiç kusur işlememiş ve kitaplarında hiçbir hata, kusur yoktur, tenkit edilemez, şimdiye kadar hiç kimse tenkit etmemiştir ve edemez, tenkit edenler kötü niyetli Risale-i Nura muarız, ajan, sapık, Risale-i Nur düşmanı vs.” gibi İslam’ın temel prensiplerine uymayan bu görüş ve düşüncelerin bazı fanatik, müfrit kişilerce(kendilerinin Nur talebesi olduğunu iddia eden) dile getirilmesi ve bu yanlış anlaşılan konuları karşılıklı oturup konuşalım diye defalarca yaptığım teklifleri kabul etmeyip geri çevirmeleri ve bunları yazıya dök demeleri,yani hoşgörü ve diyalogun olmayışı;, bu yazıyı yazmama sebep olmuştur. Bilakis üstat kendisi de risale-i nurlarda hata olduğunu itiraf etmiştir ve şöyle demiştir: “Evet bu hakikatle beraber insan; kusurdan nisyandan hali değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var, belki de fikrim karışmış risale-i nurlarda bazı hatalar olmuş.” (Sikke-i tasdik-i gaybi s:68 şualar s:622). Bu konuda bildiğimi söylemem, benim için bir emr-i bil maruf nehy-i anil münker vazifesidir. Bu vazifeyi yapanların insanların eza, cefa, hakaret ve saldırılarına maruz kalacağı, sonunda sabrettikleri zaman Allahın yardımıyla insanların eza ve cefalarının bu vazifeyi yapan kişiye zarar veremeyeceği ve Allahın bu kişiyi koruyacağını Cenab-ı Allah bildiriyor(Lokman-17), Maide suresinin 54. ayeti gereği, kınayanların kınamasından korkmayarak, Allah rızası için bu yazıyı yazıyorum. Zaten senelerce yaptığım bir çalışmam, araştırmam var idi.Bu çalışma ve araştırma neticesinde şu neticelere vardım:1.Bakara suresinin başında münafıklarla ilgili ayetlerin sayısı 12 olarak verilmiştir. Gerçekte ise 12 değil,13 tür. (İşarat-ül İcaz s:84). Ayrıca: “ Ahir zamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar; alnında haza kâfir yazılmış bulunur” hadisi eksik olup hadisin aslı şöyledir: “ Ahir zamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar alnında haza kâfir yazılmış bulunur. Okuma yazma bilmeyen her mümin onu okur.”2.Yahudilikte haram olan şarap içmenin haram oluşu(Prop V. Zuheyli Tefsiri-i Münir c:5 s :369)3.Hicrette geçen mağara Hira olarak gösterilmiştir. Mağara Hira değil Sevrdir. (Mektubat s: 148)Peygamberimizin hakkında beddua ettiği ve aslanın parçaladığı Utbe ibn-i Ebi Lehep değil, Uteybe İbn-i Ebi Leheptir. Utbe, Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuştur. 4.Nebatat ve hayvanat türleri 400.000 olarak verilmiştir. Bu o zamana ait bir sayıdır. Şu andaki sayısı ise milyonlarla ifade edilmektedir. (Külliyatın çok yerinde geçmektedir)5.Dünya Müslümanlarının nüfusu 400 milyon olarak gösterilmiştir. Şu anki sayı ise 1.5 milyar civarındadır.6. 4 partiden bahsedilmektedir. O zamanki bahsettiği 4 partinin karşılığını zamanımızdaki partilerde bulamamaktayız. (Emirdağ Lahikası-2 s:132) “İttihad-ı İslam partisi; %60-70 i tam mütedeyyin olmak şartıyla şimdiki siyasetin başına geçebilir.” Sözü de yanlış anlaşılmaktadır. Burada kastedilen %60-70 ümmetin değil parti yöneticilerinin %60-70’idir. İslam çoğunluğu esas almaz hakkı esas alır. Demokrasi ise hakkı değil çoğunluğu esas alır ve bu noktada İslam’dan ayrılır. Demokrasi; hayrın mümkün olmadığı yerde, zalim, totaliter rejimlerden kurtulmak için kerhen,ehven-i şer kabul edilerek ,zaruret sebebiyle araç olarak kullanılabilir,ama asla amaç olamaz. Enam 116 da :“ Eğer yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan onlar seni Allah yolundan saptırırlar çünkü onlar sırf zanna uyarlar ve yalnız kendi ölçülerine göre hüküm verirler” bu ayet, demokrasiyi reddetmektedir. Bazıları da Üstadın bu partileri sınıflandırmasında ve zamanında Demokrat Partiye oy vermesinden Üstadın demokrasiyi savunduğu fikrini çıkarmaktadır. Bu tamamen yanlıştır ve Üstat İslam’ın tatbikini ve Şer’i devleti savunmuştur. 7.Üstadın sigara içmesi, sakalı kesmesi ve tam boy fotoğraflarının çekilerek tarihçe-i hayat gibi bazı kitaplara konması kendi itiraf ettiği günahlardandır. (Emirdağ Lahikası-1 s:48) Bazıları risale-i nur dışında başka kitap okumadıkları için bu konuda hükümleri bilmemektedirler. Mesela; bazıları, sakal kesmeyi mubah kabul edip sakal bırakmamakta hiçbir beis görmemektedir. Hâlbuki sakalı kesmek Maliki ve Hanbeli mezhebine göre haram, Hanefi mezhebinin bazı müçtehitlerine göre tahrimen mekruh, bazılarına göre ise haramdır. Şafii mezhebinin de bazı müçtehitlerine göre haram, bazılarına göre mekruhtur. İmam şafiye göre de haramdır. Maksadımız; kimin sakalı bırakıp,bırakmadığı değil,İslam’ın bu konudaki hükmünün,doğru olarak bilinmesidir.Esasında bu maddelerde belirtilen hatalar önemli bir hata olmayıp:”Risale-i Nurda hiç hata yoktur, Üstat hiç hata yapmamıştır”(bu görüş Ehl-i Sünnet inancına aykırı olup Şia inancına aittir, Ehl-i Sünnet inancına göre peygamberlerden başka herkes âlim de olsa hata yapabilir) görüşünün yanlış olduğunu ispatlamak için buraya aldık.8.Abdulhamid’i müstebit olarak göstermesi ve İttihad ve Terakki Partisine destek vermesinin hata olduğunu da kendisi itiraf etmiştir.(Kastamonu Lahikası s:45-46) 9.Cehennemi suğra ve Kübra diye ikiye ayırması ve küçük cehennemi dünyanın merkezindeki kızgın ateş(magma tabakası) olduğu görüşü. (Mektubat s:6-7). Diğer İslami kaynaklarda böyle bir görüşe rastlanmamıştır. 10.”Risale-i Nur Kuran-ı Kerimin malıdır ve bir tefsiridir.” Bu görüş de birçok hataların sebebidir. Risale-i Nur Kuran-ı Kerimin çok az bir kısım ayetlerinin dirayet ve işari tefsiri olup tamamının tefsiri değildir. İşari tefsir ise İslami konularda kaynak ve delil olamaz. Bir kısım Nur talebeleri; Risale-i Nur Kuran-ı Kerimin tamamının tefsiridir” şeklinde anlayarak başka hiçbir tefsir okumamaktadırlar.11.”Risale-i Nuru anlayarak okuyan zamanın hakiki bir âlimi olur.” Bu sözü de yanlış anlaşılan bir sözdür. Bir defa tam anlayarak okuyan imani konularda bir âlim olabilir. İslam’ın diğer konularında olamaz. Hatta imanı konularda da anlayarak okumak şartı vardır. Anlamak için altyapı gerekir, altyapı ise; akaid, hadis, tefsir, fıkıh gibi ilimleri bilmektir. Bu ilimleri de bilmeyen imani konularda da âlim olamaz.12. Cevşen konusu: Cevşen hakkındaki hadislerin sıhhati konusunda bazı itirazlar vardır. Misak dergisi sahibi Yusuf Kerimoğlu Ağustos 2011 sayısında konuyu geniş olarak incelemiş gerek Kütüb-i Sitte gerekse Ehl-i şianın temel kitabı olan Kütüb-ü Erbaada cevşenle ilgili bir hadise rastlamadığını söylemiştir. Ama Cevşen; bir dua ve zikir kitabı olup İslam’ın temel prensiplerine karşı olmamak şartıyla -ki aykırı değildir- amel edilebilir. Mesela ben faydalı görüp okuyorum.13.Bazı ayetlerin Üstada ve Risale-i Nura işaret etme konusu: Bu da üstadın ayetlerden remzen işareten ilhamen ve ebcet yoluyla çıkardığı işaretlerdir ve kesin delil olmazlar. Mihenge(Kitap ve Sünnete) vurulması gerekir. (Sikke-i Tasdiki Gaybi s:83-101-171) 14.”Elbette nevi beşer ahir vakitte ulüm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ilmin eline geçecektir.” Sözünün de mana-i ismiye göre değil mana-i harfiye göre izah edilmesi gerekir. (Sözler:246)15.”Müslüman İseviler” tabirinin açıklanması gerekir. Burada Müslüman olan İsevileri eski dinlerinde de kalabileceği manası çıkmamalıdır. Eski dinlerini tamamen terk edip İslam’a girip Müslüman olmadıkça cennet ehli olamazlar.( Mektubat s:404)16.” Sen olmasaydın sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım” Hadis-i Şerifinin de sıhhat derecesine itiraz edilmektedir. Hadis sahih olsa dahi hadise bu şekilde mana vermek mana-i harfiyle değil mana-i ismiyle yorumlamadır. Hadisin mana-i harfiye göre; “seni yaratmasaydım seni yaratmasaydım kâinatı yaratmazdım” yani,” senin vesilenle kâinatı yarattım “olmalıdır. Sebeplere hakiki tesir verilmemelidir.17. “Şeriat da : %99’u ahlak, ibadet ve fazilete aittir. %1 nisbetinde siyasete mütealliktir. Ulul-emrlerimiz düşünsünler.” Bu söz de bazılarınca yanlış anlaşılan bir sözdür. Bu %1 halka nisbetle yöneticilerinin oranını ifade etmektedir. Yoksa İslam’ın tatbiki açısından değildir. İslam’ın emirlerinin büyük bir kısmının tatbiki bu %1lik dediğimiz ulul-emr ve İmam-i Kebire( İslami devlete) bağlıdır. İslam devlet dinidir devletsiz İslam tatbik edilemez.18.Bazı tahriflerin yapılması: Örnek-1: Mehdi hakkında ; “ bir asır sonra gelecek o zat” cümlesi bazı yayınevlerinin baskılarında yoktur. (Kastamonu lahikası s :58)Örnek-2: “Ben seyyit değilim Mehdi seyyit olacak” cümlesi bazı yayınevlerince çıkarılmıştır. “Şualar s: 347”Örnek-3: 2.mektupta evvelen ve saniyen, 3. mektupta evvelen, saniyen, salisen ve rabian kısımları 9.mektupta evvelen kısmı bir çok yayınevi tarafından çıkarılmıştır. Bunlar Üstadın Hulusi abiye yazdığı; onu methüsena ettiği, birinci talebem, hakiki varisim vs gibi sözlerle övdüğü mektuplardır.”Sarıklı küçük genç bir zat ise; Hulusiye omuz omuza verecek,beki geçeçek birisi naşirler ve talebeler içine girmeye namzettir.O genç kuvve-i velayetle atılacak bir zattır.”Üstat;istikbalde çok önemli bir vazife yapacak veli ve alim bir zata işaret etmektedir.Bu çok önemli ZAT, KİMDİR? Örnek-4: “istikbalde silah ve kılıç yerine hakiki medeniyet ve maddi terakki ve hak ve hakkaniyetin manevi kılıçları düşmanı mağlup edip dağıtacaktır” burada da” silah ve kılıç yerine “ifadeleri hutbe-i şamiyenin Arapça aslında yoktur. Buradan da bazıları zamanımızda maddi cihadın kalktığını anlamaktadır. Bu yanlış bir itikattır. Gizli Zındıka Komitesi de; yanlış anlamayı sağlamak için bu tahrifatı yapmış olabilir. Bu şer komitesinin telkin ve oyunu o kadar etili olmuş ki;bazısı: “Allah,nur talebelerine maddi cihadı nasip etmesin” diyerek, farz Oluşu;300 ayet ve yüzlerce hadisle sabit olan cihadı, kerih görüp,istememektedir.Bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır:”Kim,cihat etmeden veya cihada arzu ve niyet etmeden ölürse;bir nevi nifak üzerine ölmüş olur”(Müslim imare:158) Örnek-5:” laikrahefittin” ayetinin açıklaması da yanlış anlaşılmaktadır. Bazıları laikliğin ilanından sonra maddi cihadın kalktığını, bunun yerine manevi cihadı risale-i nurun yapacağına inanmaktadır. Hâlbuki Üstat; maddi cihadı yapmak İslam devletine farz olduğunu, laiklikle Osmanlı İslam devleti yıkıldığı için bu cihadı yapacak devlet olmadığından manevi cihadı risale-i nur talebelerinin yapmaya devam edeceklerini, ama farz olan maddi cihadın da devam edeceğini söylemiştir. Çünkü maddi cihadın farz oluşu; 300 küsür ayet, binlerce Hadisi Şerif, ümmetin icmaı ve peygamberimiz(asm) ve 4 halife döneminde küffara karşı yapılan(ki çoğunluğu Yahudi ve Hıristiyanlara karşı yapılmıştır.) 107 savaşla sabittir. Kıyamete kadar devam edecektir. Bazıları, farz olan maddi cihadı inkar etmekte olup, Afganistan ve Irakta tağutun, küfrün,ve Büyük deccalin jandarmalığını,temsilciliğini yapan A.B.D’ye karşı cihat eden Mücahitleri terörist olarak adlandırmaktadır.Örnek-6: Fatihanın tefsirinde,” gayrilmağdubialeyhimveladdallin” in tefsirinde(daalinin) sapıtanlar; tüm Hıristiyanlar olduğu halde araya “BİR KISIM” kelimesi ilave edilmiştir ve bu Arapça aslında yoktur. Bu küçük görünen iki kelime ise, manayı tamamen değiştirmiş, ehl-i sünnet inancı dışında bir itikadi görüşün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Yani hıristiyanların bir kısmı sapık bir kısmı hidayette manası anlaşılmaktadır.19. A.B.D’nin Müslümanların müttefiki olacağı görüşü,(Emirdağ Lahikası s:58) ile A.B.D nin Çin ve İngiltere ile beraber büyük deccali temsil ettikleri( Kastamonu lahikası s :50) görüşü çelişmektedir. Bunun açıklanması gerekir. A.B.D; Müslümanların müttefiki mi yoksa büyük deccalin müttefiki mi?20. Hz.İsa, Deccal ve Mehdi hakkındaki yanlış görüşler: Bazıları üstadın mehdi olduğunu kabul etmekte bazıları; Mehdinin bir şahs-ı manevi olduğu, hakiki şahıs olmadığını söylemektedir. Mehdinin 3 vazifesinden 2.si şeriatı tatbik etmek 3.sü hilafeti tesis etmektir. Bu 2 vazifeyi Bediüzzaman yapmadığına göre mehdi değildir. Zaten kendisi de “ben mehdi değilim mehdi seyyit olacak, bir asır sonra gelecek” diyor. Bu kısımların bazı yayınevlerinin kitaplarından çıkarılması, akla yine bu gizli komiteyi getiriyor. Burada gizli zındıka komitesinin çok sinsi bir oyunu vardır. Bu komite demek istiyor ki ; “ Üstat mehdi olduğuna göre şeriatı ve hilafeti tatbik etmediğine göre şeriatın ve hilafetin tatbikinden umudu kesin ve vazgeçin. Demokratik laik rejim İslam’a uygun bir rejim olup buna inanın, kabul edin ve destekleyin. Başka çareniz yoktur”.Bu konu çok uzun olup, bu yazımız gereği kısaca deriz ki; Deccal;büyük ve küçük olmak üzere iki çeşittir.Peygamberimiz (sav) bir Hadisi Şeriflerinde :“Ahir zamanın dehşetli sahsı sabah kalkar,alnında;”haza kafir”(bu adam kafirdir) yazılmış bulunur.Okuma yazma bilmeyen her mümin o yazıyı okur.’’ Allahüalem bu Hadisi Şerif; iki deccale mucizevi bir şekilde işaret etmektedir. Küçük deccal; zamanında kafirlik alameti sayılan(o zaman kafirlerin giydiği ve hiçbir Müslümanın giymediği) şapkayı bir gün karar verip, aynı gün kendisi giyecek. Kanun kuvveti ile de Müslüman halkına zorla giydirecek.Büyük deccal ise gizli zındıka örgütünün piramit şeklindeki ambleminin en üst tepesinde bulunan “C.F.R.’’dir. Bu örgüt o gizli zındıka komitesinin beyni olup, A.B.D.’yi ve dünyayı yöneten bir Yahudi teşkilatıdır. C harfi; Türkçede “K ’’olarak okunduğundan; “KEFERE” olarak okunur. Hadisi Şerife göre Allahu alem büyük deccal ;Bu gizli zındıka örgütü olup, özellikle de bu örgütün başı olan ve hem bu örgütü hem A.B.D.’yi hem de DÜNYAYI yöneten C.F.R.(Amerika Dış İşleri Konseyi) dir. Başında bulunan, o gizli şer örgütünün manevi şahsiyyetini ve cemaatini temsil eden büyük kafir olan baş hahama da denilebilir.21. “Kâfirler için yok olmaktansa cehennemde ebedi olarak yanmaları onlar için rahmettir” görüşü ehl-i sünnet inancına aykırıdır. Nebe:40, fatır:34, hakka:27, zühruf:77, furkan:13-14 ayetlerine göre kafirler cehennemde yanmayı değil yok olmayı istemektedirler.22. Kastamonu lahikası 76. 77. sayfalarda 2.dünya savaşında Avrupa’da mazlumen ve masumen ölen gayrimüslimlerin şehit olup cennete girebileceği görüşü: buradaki mazlum ve masum olarak ifadeleri geçmekte olup bunlar açıklanması gereken kavramlardır. Bu kelimelerle üstat; kendilerine tebliğ ulaşmayan bir nevi fetret döneminde olan gayrimüslimlerin cennetlik olabileceğini kastetmektedir.23. Bazılarının Üstadın, zamanında demokrat partiye oy vermesini ve parti büyüklerine yazdıkları mektupları yanlış yorumlayarak Üstadı laik demokratik rejimi savunuyor göstermeleri görüşü: Bu görüş de çok yanlış bir görüş olup Üstada yapılan en büyük hakaret ve iftiradır. Ahkam-ı islamiyeyi kabul etmeyen tağut olan demokrasiyi, İslam’ın ve Üstadın kabul etmesi mümkün değildir. Üstat; hayatı boyunca tağutlarla mücadele etmiş, ve İslam devletini ve şeriatı savunmuştur. Üstat o zamanın şartlarında risale-i nurun serbest olması için demokratlara, rüşvet-i kelam ve ilm-i siyaset gereği bazı övücü sözlerde bulunmuş olup, bunları kerhen yaptığını ve talebeleri tarafından bu şekilde anlamalarını tavsiye etmiştir. Üstadın bu konudaki sözleri de, bazı yayınevlerinin bastığı kitaplarda olup, bazılarında yoktur.24. “Risale-i Nur şakirtleri imanla kabre girecekler, imansız vefat etmezler.”( Şualar s:654, Sikke-i Tasdik-i gaybi s: 83) Bu da çok yanlış anlaşılan itikadi bir konudur. Bu konudaki itikat; ehl-i sünnete göre; mümin korkuyla ümit arasında olmalıdır. Peygamberimizin (sas) vahye dayanarak bildirdiği sahabenin dışında hiç kimseye imanla bu dünyadan göçme ve cennete gitme garantisi verilmemiştir. Ehl-i sünnete göre kim, kesin olarak cennete veya cehenneme gideceğine inanırsa kafir olur.(araf-98 yusuf-87 hicr-56 mearic-27,28) Allah’ın en büyük Salih ve veli kulları kendilerini imanla göçmeyi garanti görmeyip imansız gitmekten korkmuşlardır. Cennetle müjdelenen Hz.Ömer dahi: “tüm insanlar cennete gidecek bir kişi cehenneme gidecek deseler, cehenneme gidecek kişinin ben olmasından korkarım ve tüm insanlar cehenneme gidecek bir kişi cennete gidecek deseler, cennete gidecek olanın ben olmasını ümit ederim.” demiştir. Üstadın bu sözü ilhama ve ebcede dayanan dua ve temenni mahiyetinde söylediği bir sözdür. O zamanın zor şartlarında talebelerinin kuvve-i maneviyelerini yüksek tutmak için söylediği bir söz olup hüküm ifade etmez. 25. Bazı talebeleri; Üstadı hatasız, kusursuz, günahsız olduğuna, risale-i nurun da hatasız, kusursuz, eşi benzeri olmayan bir eser olup böyle bir eserin şu ana kadar yazılamadığını ve bundan sonra da yazılamayacağını, bu eserleri okumayanların imanlarını kurtaramayacakları görüş ve kanaatine sahiptirler. Yine bunlara göre risale-i nur dokunulamayan ilham mahsulü kutsal bir kitaptır, İslami her konu risale-i nurda vardır ve yeterlidir, akaid, hadis, tefsir, fıkıh gibi İslami ilimleri anlatan diğer İslam âlimlerinin kitaplarını okumaya gerek yoktur, risale-i nur İslam’ın tek kaynağıdır. Bu görüşe sahip olanların yanıldıkları nokta; vahiyle ilham arasında farkı idrak edememelerindendir. Üstadın da eserlerinin birçoğunda anlattığı gibi vahye dayanan bilgiler kesin, ilhama dayanan bilgiler kesin değildir, hata ve kusurdan da hali değildir. İşte bütün yanlış anlaşılmaların temeli bu görüşten kaynaklanmaktadır. Hâlbuki İslam’ın temel kaynakları 4 tür. 1-Kitap 2-Sünnet 3-İcma 4-Kıyas-ı Fukaha. Bu kişiler risale-i nuru, bu 4 kaynağın yerine ikame etmektedirler. Bu konuda Prof.dr Abdulaziz Bayındır ve son Osmanlı şeyhülislamı Mustafa Sabri’nin ağır tenkitleri vardır. Mesela: Süleyman Hilmi Tunahana;” niye hiçbir kitap yazmadınız dediklerinde:” duydum ki bazı talebeler üstatlarının yazdığı kitaplardan başka Kuran da dahil hiçbir kitap okumuyorlarmış; ben de kitap yazarsam talebelerimin bu duruma düşmesine korkuyorum” demiştir.26. “Zaman tarikat zamanı değil, iman lazım, İslamiyet lazım.” (Şualar s: 420) Bu da yanlış anlaşılan önemli bir konudur. Üstat bu sözü inkârcılığın çok yaygın olduğu bir zamanda, zamanın şartlarına göre söylemiş olup her zaman geçerli değildir. İmanı zayıf olan veya şüphede olan bir kişiye tarikat dersi verilemez. Üstat da bu sözle önce imanın kuvvetlenmesi, şüphelerin giderilmesi, ondan sonra tarikatın gelebileceğini kastetmiştir. Bunu anlamayan bazıları bu sözü cımbızlayarak ulu orta her topluluğun içinde okuyup ehl-i tarik olan bazı kişileri risale-i nurdan uzaklaştırmaktadır. Üstat eserlerin birçok yerinde hak tarikatları ve faydalarını uzun uzadıya anlatmış tüm hak tarikatlar; kuran ve sünnete dayanmaktadır demiştir. 27. Vesail ile makasıtın(Diğer bir tabirle mana-i ismiyle mana-i harfinin) karıştırılması konusu: Üstat Bediüzzamana ve risale-i nurlara vesile olarak değil amaç, gaye olarak bakılarak hata yapılmaktadır. Üstat ve risale-i nurlar amaç değil araçtır. Üstat bunu: “ risale-i nur dava değil dava içinde burhandır.”demiştir. (mektubat s:34 şualar s:645) Bu konuda değil Üstat, Efendimiz(sas) dahi gaye değil vesiledir. O dahi bizatihi kendi başına kimseye hidayet veremez. Bu konuda Cenab-ı Allah kasas-56 da : “doğrusu sen sevdiğine hidayet veremezsin, fakat Allah kimi dilerse ona hidayet verir. Hidayete erecekleri de o herkesten iyi bilir. Efendimiz(sas) de sahabeye ben sizi hidayete ulaştırdım demeyip: “benim vesilemle hidayete ulaştınız” demiştir. Bazıları: “Üstat ve risale-i nur olmasaydı insanların birçoğu imanını kurtaramazdı, küfür Kâbe’ye kadar girerdi, şu olurdu bu olurdu” gibi ifadeler kullanmaktadırlar. Bu da yanlış bir söz olup sebeplere tesir vermektir. Sebeplerin; yaratma, fayda verme, zararı defetme, şifa verme gibi konularda hakiki tesirleri olmayıp gerçek müessir-i hakiki Cenab-ı Allah’tır. Yukarıdaki sözler; esbaba tesir vermektedir,sebeplere mana-i ismiyle bakmaktır..28. İşarat-ül icazın tercümesinde büyük hatalar vardır. Mesela üstat 8.sayfasında: “evet, tashihe muhtaç yerleri vardır.” 4. sayfada da “ inşallah arabi tefsir, bu tercümenin ahirinde bir mani olmazsa neşredilecek, tercümedeki noksanlıklarını izale edecek.”.“ kâfir kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmişse de amelinin cezasını çektikten sonra, ateşle bir nevi ülfet peyda eder ve evvelki şiddetten azade olur.” ( İşarat-ül icaz s: 83) Bu yanlış tercümeden de anlaşılacağı üzere kâfirlerin azabının hafifleyeceği mesajı verilmektedir. Halbuki kafirlerin azabının hafiflemeyeceği konusunda birçok ayet-i kerime vardır.(bakara-86,162, ali İmran-77,nisa-56, nahl-85, fatır-36) Kadızadenin Büyük Amentü Şerhinde konu şöyle izah edilmektedir: “ Sual: kafirlerin azabı hafifler mi? Kafirken yaptıkları iyi işlerin onlara faydası olur mu? Cevap: kâfirlere küfürlerinden ötürü olan azap asla hafiflemez. Bunda âlimler birlik halindedirler. Bu azapta küfrün ayrılığı itibariyle kâfirler farklıdırlar. Fakat küfürden başka hataları için olan azaplarını dünyada yaptıkları iyi işleri sebebiyle hafifletip, hafifletilmemeleri konusunda ihtilaf vardır.”(s:288) yine aynı kitapta: “ velhasıl ahirete küfürle giden kâfirler asla azaptan kurtulamazlar. Küfür azabı kesilmeyip, hafifletilemez. Ama diğer günahları için, kâfirin azabına, iyilik sebebiyle hafifletme olur.”(s:293) 29.Faizin haramlığı ve zekâtın farz oluşu ile ilgili bir paragrafın tercümesi hiç yapılmamıştır. Herhalde, sömürücü, tağuti bir zulüm düzeni olan kapitalizmi reddeden, İslam’ın bu iki temel kaidesi, o zındıka komitesini çok korkutmuş.( Abdülkadir badıllı s:337, Abdülmecit efendinin tercümesi s:114) ” Ey ehl-i kitap! İslamiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor.”(İşarat-ül icaz s :49) bu paragraftaki “ size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor” cümlesi Arapça aslında uygun olmayıp yanlış bir tercümedir.( ittihat yayıncılık abdülkadir badıllının tercümesi s..) bu yanlış tercüme dolayısıyla yanlış anlama ;çok büyük itikadi bir sapmaya sebep olmaktadır. Bazılarının bu cümleyi cımbızlayarak; “Yahudi ve Hıristiyanlar dinlerindeki bazı eksiklikleri tamamlayarak İslamiyete girmeden kendi dinlerinde kalarak cennete girebilirler” şeklinde anlamaları ve bu şekilde itikatları insanı küfre götürecek ehl-i sünnet dışı bir inanıştır. Kendilerine tebliğ ulaşan Yahudi ve Hıristiyanların eski dinlerini tamamen terk ederek İslam’a girip Müslüman olmalarıyla ancak cennete girip cehennemden kurtulabilirler. Bu ehl-i sünnet ulemasının tartışma kabul etmez şekilde müttefik oldukları bir hükümdür.. Paragrafa bir bütün olarak bakıldığında mana şöyledir:”ey ehl-i kitap; siz İslam’a girmekle dinlerinizi terk etmemiş olacaksınız. Çünkü ilahi dinlerin Allahtan geldiği şekilde özünü, imani esaslarını İslam aynen muhafaza etmiştir. Siz İslam’a girmekle eksikliklerinizi tamamlayıp dininizi tamamlamış olacaksınız. Çünkü İslamiyet en son en mütekamil ve cihanşumül bir dindir”. Yahudi ve Hıristiyanların şu andaki muharref ve hükmü kalkmış olan dinlerini terk edip İslam’a girip Müslüman olmakla ancak cennete girebileceklerdir. ( Kütüb-i sitte tercümesi cilt-2 İ.canan, s:23, İmam serahsinin siyer-i kebir cilt-1 s:156, tahavi fıkhının c:5 s:204-213, tecrid-i sarih c:1 s:52 hadis no.41) Konu bu eserlerde geniş biçimde anlatılmıştır. Ahmet Ziyaettin Gümüşhanevinin: -dürer- de zikredildiğine göre, ‘bugün Yahudi ve Hıristiyanlar ‘lailaheillallahmuhammederresulullah’ deseler dahi Müslüman sayılamazlar. Onlara gerçekten kabul ediyor musunuz diye sorulduğunda, sizin peygamberiniz olarak kabul ediyoruz derler. Bunların imanının kabul edilmesi için, mensup oldukları dinden sıyrılıp uzaklaşmaları gerekir. Şayet bir Hıristiyan, Kelime-i Tevhidin sadece ‘Lailaheillallah’ kısmını söyler ve dininden de uzaklaştığını söylerse, Müslümanlığı ile hüküm edilmez. ‘Ben Müslümanım’ dese de Müslüman sayılmaz. İslamın lügat manası teslimiyet demektir ki, bu söz Müslüman olmasını gerektirmez. Ancak, Müslümanlara ‘ben sizin gibi Müslümanım’ derse müslümandır”(Ehl-i Sünnet İtikadı s:71). Ayrıca fıkıh kitabı olan envarda c:2 s:320 de “ bir kimse, islamın dışında bir dini kabul edenin kâfir olduğuna hükmetmez veya kâfir olup olmadığı hususunda şüpheye düşerse veya Müslüman olmayanların yolunu doğru bulursa, o kimse kafir olur.” Aynı konuda Halil Gönenç Hoca da : “ Yahudi ve Hıristiyanlar cehennemlik midir değil midir diye şüpheye düşen mürted olur.”demiştir. (Fetvalar c:1 s:248).Üstat da bu konuda aynı şeyleri söylemekte olup, imanın 6 esasının bir bütün olup birbirinden ayrılamayacağını, Peygamberimiz (sas)i kabul etmeyen ve getirdiği şeriata tabi olmayan Yahudi ve Hıristiyanların Cennete giremeyeceklerini söylemiştir.(meyvenin 9.meselesi ve 26.mektubun 5.meselesi) Üstat Bediüzzaman itikatta eşari, fıkıhta Şafii mezhebine mensup ehl-i sünnete ait bir İslam âlimi olup ehl-i sünnetin inançlarını tavizsiz savunmuştur. 30. A.B.D’ni dost olarak kabul etme yanlışlığı: “bütün alem-i İslami arkasında ihtiyat kuvveti yapmak ve uhuvvet-i islamiye ile dört yüz milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi din lehinde ciddi çalışan muazzam bir devleti kendine hakiki dost yapmak, iman ve İslamiyet’le olabilir.”(Emirdağ lahikası-2 s:178) Üstadın buradaki A.B.D için hakiki dost tabirinin kullanması mümkün değildir. Bu tabiri buraya gizli zındıka komitesi sokmuş olabilir. Çünkü Kuran-i Kerimde birçok ayet ; Yahudi ve Hıristiyanların kafir olduğunu ve onları dost değil düşman edinmemizi emretmektedir.( bakara-98 aliimran-32, maide-51, nisa-10, ahzap-64, mümtehine-1,4) Bu sözü Üstadın söylediğini kabul etsek dahi bu sözü Üstat, laik Türkiye devleti için kullanmış olabilir. Yoksa Müslümanların kâfirleri dost edinmeleri yukarıdaki ayetlerde de belirtildiği gibi kesin olarak haramdır. Hatta laik devlet için dahi bu dostluk değil daha şer olan diğer devletlere karşı ehven-i şer olarak tercih edilen bir ittifaktır. Dostlukla ittifak karıştırılmamalıdır. Bazıları bunu anlamayarak: “ biz Hıristiyanlarla düşman olamayız dost olmamız gerekir, çünkü ilerde onlarla birleşeceğiz” demekle çok büyük bir ehl-i sünnet dışı itikadi bir hataya düşmektedirler. Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişebileceği mecellenin önemli bir kaidesidir. Bu değişme usulu-d dinde değil teferruattadır. Üstadın söylediği zaman o gizli zındıka komitesine karşı savaşan A.B.D ve batı, bugünse tamamen o gizli zındıka komitesinin kontrolüne geçmiştir. O zaman ehven-i şer olan A.B.D ve batı bugün İslam’ı ve İslam âlemini düşman ilan ederek, savaşarak(Irak ve Afganistan’ı işgal ederek) en büyük şer olduğunu göstermiştir.1990’larda, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra A.B.D, NATO ve İNGİLTERENİN en yetkili kişileri bunu açıkça ilan etmişlerdir.31. bazıları: “biz nurcular diğerlerinden farklıyı, üstünüz …” tabirini kullanmaktadır bu söz kibir, enaniyet, ucup ve tefrika gibi İslam’ın hoş görmediği sıfatları çağrıştırmaktadır. Hâlbuki Kuran-i Kerimde birçok ayette biz Müslümanız diye geçmektedir. Müslümanlar olarak Kuranda geçen tabiri kullanmamız gerekmektedir. Bu da bazılarının risale-i nuru okumakla büyük bir âlim olacağı inancından kaynaklanmaktadır. Bunlardan bazıları akaid, hadis, tefsir, fıkıh gibi İslami ilimleri okumadığı halde yalnız risale-i nuru okuyarak kendisini allame-i cihan zannetmektedir. Bunlardan bazıları risale-i nurun yanında bu ilimleri okutan büyük bir hocaefendiye:” boşver bunları okuma ve okutma risale-i nur yeter” demesi üzerine Hocaefendi o kadar kızmış olmalı ki bunun enaniyetten kaynaklandığını söylemiş ve buna “ENANİYETİ NURİYE”(risale-i nurun verdiği enaniyet) demiştir. Yalnız risale-i nur okuyup diğer İslami ilimleri okumayanlar, İslam’ın yalnız bir bölümünü anlamakta İslam’ı tam olarak anlayamamaktadırlar. Bu yanlış anlama yalnız bazı risale-i nur gruplarında değil diğer İslami cemaat ve tarikatlarda da mevcuttur. Bu gruplardan bazıları da kendi önderlerinin, ağabeylerinin yazdığı veya tavsiye ettiği kitapları okuyup diğer kitapları okumamaktadır. İslam’ın temel kitapları ve risale-i nur herhangi bir grubun, cemaatin, tarikatın malı olmayıp tüm Müslümanlara, ümmete aittir. Kuran-i Kerim Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği tavsiye edip tefrika ve ayrılığı yasaklamaktadır. Bilhassa grupların kendine ait kitaplarla övünmelerini yasaklamakta olup, Kuran-i Kerim buna mucizevî olarak işaret etmektedir. Rum suresi 32.ayette “ki o müşrikler dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her zümre de kendilerinde olanla övünmektedir.” Bu ayette kötülenen her ne kadar müşriklerin sıfatıysa da aynı sıfat bugün bazı İslami cemaat ve tarikatlarda mevcuttur. Bu konuyu (ali İmran 103, enam159, kasas 4,38,müminun52,53, hicr 90,91) geniş olarak açıklamakta adeta günümüz Müslümanlarını uyarmaktadır.32. Risale-i nurda işlenen her konu tam olarak açıklanmış ve tefsiri yapılmış olup ilave, açıklama ve şerhi yapılamaz görüşü: Bazıları her konunun tam tefsiri yapıldığına ilave ayet ve hadislerle dahi olsa konunun açıklanmasına karşı çıkmaktadırlar. Hâlbuki risale-i nurda bazı konular geniş açıklanmış olmakla beraber, bazı konular kısa mücmel ve kapalı olarak anlatılmıştır. Yanlış anlaşılmaların önlenmesi için mutlaka şerh ve izaha ihtiyaç vardır. Üstat risale-i nurda Kuran’ın üslubunu takip etmiştir. Kuran’ı Kerimde bazı konular geniş açıklanmakla beraber bazı konular kısa, mücmel ve kapalı olarak anlatılmıştır. Genellikle kısa, mücmel ve müphem konuları anlamak için bunları geniş olarak açıklayan diğer ayetlerin tefsirine bakmak gerekir. Gizli zındıka komitesi ve tağuti şer güçler; konuları mücmel ve kısa olarak anlatan ayetleri cımbızlayarak, Bektaşi usulü kendi nefsanî arzu ve kötü niyetlerine göre batıl ve fasit tefsir ve tevil yaparak Kuran’ın manalarını ve İslam’ın ana gayelerini tahrif etmektedirler. Cenab-ı Allah Kuran’ın lafzını koruyacağını vaadetmiş, manasının, batıl tefsir ve tevil edilerek tahrif edilmesine, koruma vaadi yoktur. Risale-i nurun ise, ne lafzının ne de manasının Allah tarafından korunacağına garanti yoktur. Lafızlarda hiçbir hata olmadığını farzetsek dahi lafızları gizli zındıka komitesi ve şer güçler tarafından tahrif edilebilir. Yukarıda da örneklerini verdiğimiz gibi bazı küçük kelimelerde tahrifat yapılarak manada ise büyük yanlışlar meydana gelmiştir. Her konunun tefsirinin tam yapıldığını ve ilave tefsir yapılmasına gerek yoktur görüşü tamamen yanlıştır. Üstadın da belirttiği gibi her asra bakan ve birçok vechi bulunan Kuran ayetlerinin risale-i nurda bazı vecihleri açıklanmıştır. Allah’ın kelamının sayısız mana ve tefsirleri vardır; Bunlar; birkaç mana ile sınırlandırılamaz.Bu durum göz önünde bulundurularak açıklanması gerekir. Üstadın: “ birinci talebem, varis-i hakikim, vekilim dediği Hulusi abi, risale-i nurda derse başlamadan önce üç hadis-i şerif okuyarak derse başlamış ve konuyu birçok ayet ve hadislerle şerh ve izah etmiştir. Muhammed Doğan Hoca ve bazı talebeler tarafından şerh ve izahı yapılmaktadır. Yanlış anlaşılmaların önlenmesi için bilhassa kısa ve mücmel geçen konuların mutlaka hadis, tefsir, fıkıh ve diğer muteber İslam âlimlerinin görüşleriyle açıklanması gerekir. Hulusi ağabey de bunu yapmıştır. Üstat da konuların şerh ve izah edilmesini bizzat kendisi istemektedir.(Mektubat-330,396, Barla lahikası-257) Bazıları mücmel ve kapalı konuların anlaşılabilmesi için İslam’ın temel kaynakları olan akaid, hadis, tefsir, fıkıh gibi İslami ilimlerin anlatıldığı kitaplara müracaat etmeye karşı çıkmaktadırlar. Adeta bu kitaplara itibar etmemektedirler ve ısrarla her konu risale-i nurda tam anlatılmış olup diğer İslami kitaplara gerek yoktur görüşünü savunmaktadırlar. İşte bütün yanlış anlaşılmaların temeli bu görüşe dayanmaktadır. Bu görüş de meslek ve meşrep taassubuna dayanmaktadır. Bunlar, risale-i nura ve İslam’a ayna olması gerekirken, perde olmaktadır. Mesela Üstadın 30 sene mücadele ettim dediği (tağutun) Üstat, bazı özelliklerini açıklamış olup bazı yönlerini açıklamamıştır. tağutun tam olarak anlaşılması için tağut ile ilgili bakara-256,257,nisa-51,60,7, maide-66, zümer-17 ve nahl-36 ayetlerinin mutlaka diğer muteber tefsir kitaplarından tefsirinin okunması gerekir. İtikadi konular; akait kitaplarında maddeler halinde açıklandığı gibi sistemli bir şekilde R.Nurda açıklanmamıştır. Elfaz-ı küfür ve şirk(İnsanı küfre ve şirke sokan lafızlar)konusu anlatılmamıştır. Hadis, Tefsir ve Fıkıh ilimleri zaten yoktur. Üstadın ve risale nurun en çok üzerinde durduğu Kelime-i Tevhidin açıklanması için yine bu tağut ile ilgili 8 ayetin tefsirinin mutlaka okunması gerekir. Kelime-i Tevhit; önce tağutu inkâr etmeyi gerektirir. Hatta tağutu inkar etmek farzdır.(Elmalılı Hamdi Yazır c:2 s:871 de) konu tam olarak anlatılmıştır. Kesin olarak diyorum ki: risale-i nurda tefsiri yapılmayan tağutla ilgili bu 8 ayetin diğer muteber tefsir kitaplarından tefsiri okunmadan tağut ve Kelime-i Tevhit, tam olarak anlaşılamaz. Diğer bir misal;Üstat 30.sözde tefsiri yapılan ahzap suresinin 72. ayetinin tefsirinin bazı yönlerini yapmıştır.zaten kendisi de ayetin tefsirinin birçok yönlerinin olduğunu ve bazı yönlerinin tefsirini yaptığını ifade etmiştir. Diğer yönlerinden en önemli bir yönü de ayetin İslam’da devletin lüzumuna işaret etmesidir. Ayette geçen emanet; adaleti tatbik ve hilafet olup, bu da ancak İslam devleti ile olur. Üstat ayetin bu yönünün tefsirini o zamanın şartları gereği yapmamıştır. Ayetin işaret ettiği İslam devleti ve hilafetin lüzumu ve farziyeti: bakara: 30 -124-256-257,ali İmran:104,110,nisa:58-59-60, maide:1-2-8-42-44-49-50,enam:165,araf:29-172,rad:21-22-23-24-25,Nahl:76-90,enbiya:22,105,hud:84,müminun:8,şura:15,17,neml:34,62,isra:85,kehf:87,meariç:32,hicr:29,rahman:8-9,hucurat:9,hac:41,sad:26,zümer:17-20,tevbe:29-31,ahzap:36,araf:29-172, enfal:27, casiye:18, yunus:14-73 , enbiya:22-105, fatır: 39,Cuma:1 haşır:21, ,hadid:7-25,rahman:8-9,nas:2,ayetlerinin tefsiri muteber tefsir kitaplarından okunmadan (bu 64 ayetin tefsiri okunmadan) anlaşılmaz. Diğer bir misal şirk konusu: şirk genelde ikiye ayrılır; 1- Cenab-ı Allah’ın tekvini şeriatı ve kanunuyla ilgili şirk 2- teklifi şeriat ve kanunuyla ilgili şirk. Üstat zamanının şartları gereği birinci maddede belirtilen şirk üzerinde durmuş, şirk ve inkârcılığı tamamen çürütmüştür. İkinci maddede belirtilen şirk konusunu o zamanın şartları gereği mücmel ve kısa geçmiştir. Bu zamanın şartları gereği ikinci maddede belirtilen şirk konusunun mufassal olarak anlatılıp çürütülmesi gerekir. İkinci maddede belirtilen şirki Müslümanların tam olarak anlayabilmeleri için (fatiha:6 bakara-30,85,170,256,257,nisa:48,58,59,60,61,65,105,150,151,152,170,maide:44,45,47,49,50,56,64,enam-82,114,116,159,164, tevbe:29,30,31,32,33,63,64,65,66,67 yusuf:40,106, nahl:116, nur:47,48,49,50,51, ahzap-36,72, casiye:18,23, Muhammed:9,25 , mücadele:19,20,21,22, şura:21, sad:26 ,hac:41, müminun:8 ayetlerinin tefsirinin okunması gerekir. Risale-i nurun en çok üzerinde durduğu uluhiyet ve rububiyet kavramlarının tam olarak anlaşılması için yine yukarıdaki ayetlerin tefsirlerinin okunması gerektiği gibi özellikle ali İmran-64 nisa-60 ve tevbe-31 ayetlerinin tefsirlerinin mutlaka okunması gerekir. Görüldüğü gibi toplam bu 132 ayetin tefsirleri risale-i nurda yapılmamıştır. Zaten risale-i nurda tahminen 200-300 ayetin tefsiri yapılmış olup diğerlerinin tefsiri yapılmamıştır. Bu 200-300 ayetin tefsirinin okunarak Kuranın tamamının anlaşılamayacağı aklı selim sahibi herkesin kabul edeceği bir gerçektir. Daha bunun gibi birçok konunun tam anlaşılabilmesi için bu misallerde belirttiğimiz gibi birçok ayetin tefsirinin okunması gerekir. Üstadın belirttiği gizli zındıka komitesi ve tağuti şer güçler; İslam’ın tam anlaşılmaması için risale-i nur dışında akaid, tefsir, fıkıh gibi kitapların okunmamasını tavsiye etmektedirler. Bütün yanlış anlaşılmaların da kaynağı budur. Aynı komite Osmanlı devletinin sonlarına doğru da medreselerden fıkıh dersinin okutulmasını kaldırtmıştır. Fıkıh ilmi İslami ilimlerin temelidir. İslam’dan maksat ayet ve hadislerden fukahanın çıkardığı hükümler, kanunlar ve hukuktur. Buna şeriat da denilebilir. Bu ilmi bilmeyen İslam’ı tam olarak anlayamaz. Hz. Ali: “ insan bilmediği şeyin düşmanıdır” demiştir. İşte bu söz gereği fıkhı konuları okuyup bilmeyen; İslam’da cihat, devlet idaresi ve hukuk gibi konularda büyük hataya düşmektedirler. 33. Üstat Bediüzzamanın İslam devletini değil laik demokratik rejimi desteklediği şeklinde gösterilmesi görüşü: bu iddia da Üstat Bediüzzamana yapılacak en büyük hakaret ve iftiradır. Üstadın demokratik, laik rejim hakkında görüşleri şöyledir: “zira; en mukaddes maksadım, şeriatın ahkamını tamamen icra ve tatbiktir” (İçtimai reçeteler-2 s:50) “şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat adalet-i mahz ve fazilettir.” ( divan-ı harbi örfi s:41)“muvakkat bir rejime değil yalnız ben, bütün ehl-i vicdan muhaliftir.” (Emirdağ lahikası-2 s:127)“bu rejimi kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz.” ( Kastamonu lahikası s :207)“13 asır evvel şeriat-ı gara teessüs ettiğinden ahkâmda avrupaya dilencilik etmek, dini islama büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir. (içtima-i reçeteler-2 s:136)“ bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı islamdır” (içtima-i reçeteler-2 s:137)bu da İslam birliğidir ve halifeliğin kurulmasıdır.“Hz mehdinin cemiyet-i nuraniyesi, süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bidakaranesini tamir edecek.”(mektubat s:409)“cumhuriyet dedikleri; istibdad-ı mutlak, rejim dedikleri; irtidad-ı mutlak, medeniyet dedikleri; sefahat-ı mutlak, kanun dedikleri; cebr-i keyfi-i küfriye” ( şualar s:259)“ tekke ve zaviyelerin ve medreselerin kapatılması ve laikliğin kabulü, İslamiyet yerine milliyet esaslarının konulması, şapka giyilmesi(o zamanın şartlarında şapka küfür alametiydi) , tesettürün kaldırılması, Latin harflerinin huruf-u kuraniye yerine cebren kabulü, Türkçe ezan ve ikamet okunması, mekteplerde din derslerinin kaldırılması, kadınlara erkekler derecesinde irsiyet ve hak tanınması ve taaddüd-ü zevcadın kaldırılması gibi inkilab hareketleri, bidat, dalalet, ilhaddır(küfürdür,dinsizliktir)” (şualar s:391)“eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i ilahiye namına ve hakaik-i islamiye dairesinde mahkemeler açmazsa(şeriat mahkemeleri) maddi ve manevi kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, ye’cuc ve me’cuclere teslim-i silah edecekler diye kalbe ihtar edildi.” (içtimai reçeteler-2 s:132) görüldüğü gibi Üstat laik demokratik rejimin muvakkat bir süfyani rejim olduğunu söylemektedir. 1911’de yazdığı münazarat ve hutbe-i şamiye adlı eserlerinde bu süfyani demokratik laik rejimin ömrünün bir asır olduğu, asrın sonunda bir kumandan-ı azam olan ve maddi cihatla da vazifeli olan mehdi tarafından islamiyetin hâkimiyetinin başlatılacağını söylemiştir. Süfyaniyetin başlangıç tarihi bazı eserlerde de Hilafetin.Şeriatın kaldırıldığı medreselerin kapatıldığı,avrupadan küfür kanunlarının getirildiği 1924-26 yılları olarak belirtilmekte olup bundan bir asır sonra Kurana dayalı İslami bir devletin mutlaka kurulacağını bazı ayetlerden işari tefsir ve ebcet hesabıyla haber vermiştir. Tabi bunu söylerken de bunun kesin bir hüküm olmadığını bir işaret olduğunu söylemiş ve”allahu alem”tabirini kullanmıştır. Üstadın bu sözlerinden çıkan kesin netice; onun şeriatın hükümlerinin tatbik edilmesini kesin olarak istediğidir. Peki ya şeriat nedir? Yine üstadın ağzından şeriat: “ insanlardan sudur eden efal-i ihtiyariyeyi bir nizam ve intizam altına alıp tahdit eden kaidelerin hülasasıdır; veya devletin işlerini tanzim eden nizamların, düsturların, kanunların mecmuasıdır.” Bu konuda kesin netice ve hüküm; islamın birçok hükümlerinin, kaidelerinin, kanunlarının ve hukukunun tatbik edilmesi ancak İslami ve Şeri bir devletle mümkündür. Üstadın nihai hedefi ve gayesi islamın hükümlerini tatbik edecek İslami bir devletin kurulmasıdır. İşte bu gizli zındıka komitesi ve tağuti şer güçler üstadı bu gayesinden vazgeçirmek için bütün güçleriyle uğraşmışlar ve hayatında 18 defa zehirlemişlerdir. Hayatında bunu başaramayan şer güçler ölümünden sonra bazı cemaatlere sızarak; R.Nurun kapalı kısımlarını, batıl ve fasıt tefsir ve tevil yaparak ve bazı kısımlarında ilave ve çıkarmalar yaparak bu gayelerine ulaşmak için çalışmışlar ve halen de çalışmaktadırlar. Bu Gizli Zındıka ve Şer Komitesi;kısmen hedefine ulaşmıştır.Zira;bazıları Üstadın DAVASINDAN SAPMIŞTIR.Üstad, Lemaların 152.ci sayfasında şöyle diyor :“Evet yol iki görünüyor.Cadde-i Kübra-yı Kur’aniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etme ihtimali var.İNŞALLAH Risale-i Nur yoluyla Kuran-ı Muciz-ul Beyanın daire-i kutsiyesine girenler;daima nura,ihlasa.imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir’’. Üstad tan aynen aldığımız bu paragrafın da açıklanması gerekir. Allahu alem benim anladığım;Üstad burada bu gizli zındıka örgütünün bazı nur talebeleri içine sızarak onları kendi emelleri doğrultusunda kullanacağını işaret etmektedir. Bu iddiaları yalnız ben değil birçok çevre ve kişiler de yapmaktadır. Mesela tarihçi yazar Kadir Mısıroğlu, Bünyamin Ateş, Mustafa Kaplan,Burhan Bozgeyik, Hekimoğlu İsmail de benzer ifadeleri dile getirmektedir. Milli gazete yazarı m.şevket evgi de 4-5eylül 2004 tarihlerindeki yazılarında aynı iddiaları dile getirmektedir. Yine Üstat Bediüzzamanın birinci talebesi ve varisi olan Hulusi ağabeyin yanında yetişen ve büyük bir âlim olan Muhammed Doğan Hoca da bu konularla ilgili beş ciltlik Rumuzu-l Kuran, beş ciltlik Reddü-l Evham, üç ciltlik Mirat-ı Cihat ve diğer bazı eserlerinde bahsedilen konuları, geniş olarak anlatmaktadır. Bu söylediklerimiz kesin bir hüküm olmayıp iddia olup yukarıda da açıkladığımız gibi çok kuvvetli delillere ve kaynaklara dayanmaktadır. Yusuf suresi 76. ayette “ ve her bir ilim sahibinin üstünde bir bilen vardır” ve zümer suresi 18. ayette “ onlar ki sözü dinlerler sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar Allahın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir. Akıl sahibi olanlar da işte onlardır.” Ayeti Kerimeleri gereği bu iddiaların, ikazların araştırılması da islamın bir gereğidir.NETİCE:Yukarıda belirttiğimiz hataların büyük ekseriyeti küçük ve önemsiz olup, teville giderilebilecek ve düzeltilebilecek niteliktedir. Biz Müslümanlar; muteber İslam alimleri hakkında hüsn-ü zan besleriz ve tevili mümkün olan hataları tevil ederiz. Yukarıdaki hataların çoğu da tevili mümkün hatalardır. Ustat Bediuzzam;son yüzyılda gizli zındıka komitesi ve süfyanite ve deccaliyete ve hertürlü küfür ve şer güçlere.karşı islamı, kahramanca savunan bir mücahit,bir müceddit ve büyük bir İslam alimidir.Yazmış olduğu.Risale-i Nurlar da herkesin okuması gereken çok kıymetli İslami eserlerdir.Mihenge (Kitap ve Sünnete) vurarak okumayı herkese tavsiye ederim. Esas mesele mücmel ve kapalı konuların saptırılarak üstadın ana gayesinin ve hedefinin yanlış tanıtılması ve saptırılmasıdır. Bu yanlış anlaşılmaların sebepleri şunlardır: a) Risale-i Nurun dışında diğer İslami kitapların okunmaması b)Bu okumamaktan dolayı meydana gelen taassup c) Cemaat ve abilerin baskısı: “ bu yanlışları söylersem cemaat üyeleri ve abiler ne der?” yani cemaatten atılma, dışlanma korkusu d) Bu yanlışları söylemeye engel bir konu da enaniyettir. “ biz senelerce risale-i nuru okuduğumuz halde bu risale-i nuru yeni tanıyan ve bizden risale-i nuru daha az okuyanlar bu hataları nasıl bulup bize söylerler. e) Taklitçilik olup, tenkit hürriyetinin olmayışı: “ biz abilerimizi, atalarımızı bu yolda bulduk” Hür adam, Bediüzzaman “ ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” demiş ve eserlerinin okunurken mutlaka mihenge vurulmasını tavsiye etmiştir. f)Cemaat içindeki statü ve mevkiini kaybetme endişesi. g)Tefritten, taassuptan uzak, hakperest, ehl-i vicdan ve ilim sahibi her Müslüman gerçekleri kabul eder.Bu ikazları yaptığımız zaman bazıları;” sizin maksadınız ne, sizi anlayamıyoruz “ demektedir ve gocunmaktadır.Yarası olan gocunur olmayan gocunmaz.Dikkat ederseniz,genel ifadesi kullanmadık,daima bazıları ifadesini kullandık ki ;herkes nasibini alsın..Maksadımız Allah’ın rızası ve emridir. Tebliğ yapmak, emr-i bil maruf yapmak bilen herkes için farzdır. Hep, bazısı ifadesini kullandık. Peygamberimiz (sav)de; hiç kimsenin hatasını yüzüne vurmamış, ortaya konuşmuştur ama herkes de nasibini almıştır. Bizim de yaptığımız budur. Zaten hitabımız,avama değil havassadır.Bildiğini gizleyenler Kuranda birçok ayette kınanmakta,azarlanmakta ve hatta lanetlenmektedir. Bir hadisi şerifte: “ bildiği şeyi söylemeyenin kıyamet gününde ağzına gem vurulacaktır.” buyrulmaktadır. Burada ikaz ettiğimiz hataların bir kısmı büyük olup itikatla ilgilidir. Bunlar da üstadın söylemediği yanlış anlaşılıp yorumlanan konulardır. Yani netice ve özet olarak; bu gizli zındıka komitesi ve tağuti şer güçlerin telkinleriyle; cihatsız, fıkıhsız, hukuksuz, devletsiz, laik demokratik rejime uygun bir İslam anlayışı, tüm Müslümanlara hakim kılmaya çalışılmaktadır. Bu şer güçlerin hedefi; örgüt ayrımı yapmadan bu sapık görüşlerini tüm Müslümanlara empoze etmektir. Maalesef cemaat ve tarikatların büyük ekseriyeti bu oyuna gelmektedir. Bunların ekserisi kendi cemaat ve tarikatlarının kitaplarını okuyup diğer İslami kitapları okumadıkları için, İslam anlayışları;”körün fili tarif edişi “ gibidir, eksiktir, yanlıştır. Cemaatler, kendi dar ve kısır dairesinden çıkıp, İslamın geniş dairesine girmelidir.Buluşma ve birleşme yeri de bu dairedir. Cemaatlerin bazıları; İslamın bazı yönlerini açıklayıp, bazı yönlerini ihmal etmektedir Genellikle ihmal ettikleri konu; İslamın devlet nizamıdır;cihatsız,fıkıhsız,şeriatsız,devletsiz içi boşaltılmış.tahrif olmuş;Hıristiyanlığa ve laikliğe uygun bir İslam anlayışı var.Tam da o gizli komitenin anlayışına uygun bir İslam anlayışı.Peki o gizli zındıka komitesi nasıl bir teşkilattır. Üstadın tabiriyle; Gizli İfsat ve Zındıka Komitesi: papaz ve çoğunluğu hahamlardan meydana gelen,300 kişilik,başında baş haham bulunan,gizli dünya devleti kurmayı hedefleyen, İslam ve insanlık alemi için en şerli ,gizli çalışan,kökü dışarıda,Siyonist bir örgüttür. Türkiye’de de şubesi vardır. Üstadın anlattığına göre onun zamanında bu şubenin başında 3 tane devlet büyüğü vardır. Bu şer örgütün amacını kısaca 4 maddede özetleyebiliriz:1-Yahudilik ve Hıristiyanlık Dinlerinin geçerli olduğu, Yahudi ve Hıristiyanların,İslama girip,Müslüman olmadan cennete girebilecekleri inancını, Müslümanlara kabul ettirmek.2-Tüm kafirlere ve özellikle Hıristiyan ve Yahudilere karşı silahlı cihadın bu zamanda geçerli olmadığı inancını Müslümanlara kabul ettirmek.3-İslamın devlet nizamının bu zamanda geçerli olmadığı;süfyani,deccalist ve tağuti bir rejim olan demokratik laik rejimin,İslamın kabul ettiği bir rejim olduğu safsatasını;saf,şuursuz ve cahil Müslümanlara kabul ettirmek 4-Cihat ederekİslam Devletini, Hilafeti ve İslam birliğini kuracak olan mehdi inancını inkar etmek, zayıflatmak,veya batıl ve fasıt tefsir ve yorumlarla saptırmaktır.Dikkat edin,bu şer komitesi;Müslümanların imanını istiyor.Baştan 3 maddenin hepsini veya birini,bilerek kabul eden;kafir olur.Bu maddeler birbirine bağlıdır Cihat ederek İslam devletini kuracak olan mehdidir.Yahudilik ve Hıristiyanlığın geçerli olduğu kabul edilirse;onlara karşı yapılacak cihat düşecektir.Maddi cihat inkar edilirse cihat yine düşecektir.Onun için İslam Devleti ve cihat edecek ordusu kurulmamalıdır,varsa yıkılmalıdır.Altı asır adaletiyle dünyaya nizam veren Osmanlı İslam Devletinin yıkılmasında bu gizli zındıka komitesinin rolü büyük olmuştur.Açıkça görüldüğü gibi,hedef tektir:NE YAPIP,YAPIP;ÇOK ÖNEMLİ BİR FARZ OLAN İSLAM DEVLETİNİ VE HALİFELiĞİ, MÜSLÜMANLARA KURDURTMAMAKTIR.İSLAM ÜLKELERİNDE İSLAMİ CUMHURİYETLER KURULSA VE DEVLET BAŞKANI OLARAK BİR HALİFE DE BAŞLARINDA BULUNSA VE BUNUN DA EMRİNDE 8-10 MİLYONLUK İSLAM ORDUSU BULUNSA; ABD VE TÜM KAFİRLER BİRLEŞSE;AFGANİSTAN VE IRAK GİBİ BİR İSLAM ÜLKESİNİ İŞGAL EDEBİLİRLER Mİ? İşgal etmeyi akıllarına bile getirmedikleri gibi korkudan ödleri kopar. Bu şer komitesi gayeleri için de, demokrasi ve laikliği; İslam’ın kabul ettiği bir rejim gibi sunmakta ve Müslümanlara dayatmaktadır. Bu sinsi şer proje, öyle tutmuş ki; dün:”laik olan Müslüman olamaz,Müslüman olan laik olamaz” diyenler,bugün;İslam ülkelerine laikliği tavsiye etmektedir.Demokrasinin kesin bir şartı olarak kabul edilen laiklik: İslam’ın devlet işlerini düzenleyen 400-500 kadar ayetini inkar edip,çağ dışı görür.Bu ise;kesin bir şirk ve küfürdür.Bu ülkede Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış o gizli zındıka komitesine mensup birisi:”devlet işlerini düzenleyen bu 400-500 ayetin hükmü bu zamanda geçerli değildir,bunları uygulayamayız” demiştir.Bu kişi bazı cemaatleri ve bazı Müslümanları gizli zındıka örgütü hesabına kandırdı ve uzun süre kullandı.Şimdi bu kandırılanlar; nasıl kandırılıp kullanıldıklarına hayret edip,pişman olarak:”bu kişi bizi nasıl kandırıp,kullandı” diyor.Onun için ikaz ediyoruz;Hadis-i Şerifte de belirtildiği gibi bazı Müslümanlar bir delikten ikinci defa sokulup.pişmanlık duyup,üzülmesinler. Esasen bu konuların bir araya gelip, enine boyuna tafsilatlı olarak görüşülmesi gerekir. Senelerce, ısrarla yaptığımız tekliflere rağmen, maalesef, bazılarının engellemesiyle DİYALOG gerçekleşemedi. Bu söylediklerimin çoğu zan ve tahmin olmayıp, bizzat görüp, işitip ve yaşadıklarıma dayanmaktadır. Burada muhatabım avam değil, havastır.Ama ben her zaman diyaloga hazırım.Üstat Bediuzzamanın tabiriyle :”Muharebe-i Bissuyufla değil,Mücadele-i Bilhurufla (vahşi bedevilerin metodu olan;kaba kuvvet,şiddet ,hakaret ve baskıyla değil,medenilerin metodu olan;nezaket,ilim,İkna ve ispat metoduyla) havastan olan herkesle uygun zaman ve mekanda görüşmeye ve DİYALOGA hazırım.(Cep:0 536 247 29 66). Bu yazı,bu kavramları uzun olarak anlatmaya müsait olmadığı için kısaca deriz ki:zamanımızda laiklik ve demokrasi;biri diğerinin mütemmimi ve şartı olarak kabul edilmektedir,aralarında küçük farklar olsa da,ikisi de;İslam Devletinin ve Hilafetin kurulmasını kabul etmez.Demokratik,Laik Rejimlerin hakim olduğu devletlerde,Hıristiyan ve Komünist Partisi dahil her çeşit parti kurulabildiği halde,İslam Partisi kurulamaz.Hatta adı İslam olmayan bir parti islamdan bahsetse veya İslamın bazı hükümlerini uygulayacağı ima ve işaretini verse dahi hemen kapatılır Bunun örneğini Türkiye’de tatbiki olarak gördük ve yaşadık..Hiç kimse mugalata,demagoji yaparak hiç kimseyi kandırmaya kalkmasın.Demokrasi ve laiklik;o gizli zındıka komitesinin İslami bir rejim gibi gösterip,Müslümanlara yutturmak istedikleri;kanun yapma, hüküm verme hakkını Allahtan alıp insanlara veren, çok sinsi,müşrik,münkir,TAĞUTİ BİR REJİMDİR.Zaruret varsa,baskıcı zalim rejimlerden kurtulmak için araç olarak kullanılabilir. Ama asla amaç olarak; meşruluğu ve doğruluğu tasdik edilemez, edilirse küfür olur. Yukarıda zikrettiğim 132 Ayetin bazıları direk, bazıları dolaylı olarak İslam Devletinin ve Halifeliğin kurulmasının farz olduğunu belirten ayetlerdir. Birçok haramların yasaklanması, farzların yerine getirilmesi vazifesi İmam-ı ire,Halifeye (İslam Devletine) aittir.Tüm akait ve fıkıh imamları bu konuda müttefiktir.”Mezhep imamları;ittifak ederek demişler ki;İmamet(İslam Devletini kurmak ve başına bir Halife seçmek);farzdır.Müslümanlar için dini şiarları yerine getiren,zalimden mazlumun hakkını alan bir İmamın(Devlet Başkanının) bulunası zorunludur.”(Mezahib-i Erbaa c:8, s:368).”Üzerimize İslam Devlet Başkanı olan İMAM-I Görmeden bir günün geçmesi caiz değildir.İmam;Devlet Başkanı olan halifedir.İmametin (İslam Devletinin) hak olduğunu kabul etmeyen kimse kafir olur.Çünkü dini hükümlerden bir kısmının caiz olması,İmamın (İslam Devletinin) varlığına bağlıdır,Cuma Namazı,Bayram Namazları,yetimleri evlendirmek gibi.v.s. İmamı (İslam Devletini) inkar eden,farzları inkar etmiş olur farzları inkar eden de kafir olur.”(İslam İnançları ve Mezhepleri Arasındaki .Görüş Farkları.Ebul-Muin En-NESEFİ.S:179).Benzer ifadeler;”Ömer Nesefi Metn-i Akait s:12). Hatta; İmam-ı Kebir-i (İslam Devletini) kerih gören, beğenmeyen de kafir olur. İslam Devleti de olur, laik, demokratik devletler de olur,fark etmez ikisi de eşittir diyen de müşrik olur ,kafir olur”(bunları bile bile söyleyen). Mümin ve Müslüman kavramlarının içinde bu hükümler mevcut olup bunları açıklayan ulama pek azdır. Üstat, bu kavramları külliyatta ilmi olarak açıklamıştır. Bu suretle hayra davet ve emr-i bil maruf,nehy-i anil münker yapacak bir ümmet ve İmamet teşkili (İslam Devletini kurmak ve başına bir Halife seçmek);Müslümanların imandan sonra ilk DİNİ FARİZAALARIDIR.”(Elmalı T.c:2s:1155).”İslam Dini;devlet dinidir.Bu sebeple devlet hayatını ilgilendiren bütün müesseselerin İslam’da yeri vardır.”( Kütüb-ü Sitte c:6,s:404,İ.Canan).”Bu zamanın en mühim farz vazifesi;ittihadı İslam’dır(Halifeliğin kurulmasıdır)(Üstat Bediüzzaman,İ.reçeteler -2 s:137).Elhasıl;kesin hüküm:İSLAM DEVLETİNİN VE HALİFELİĞİN KURULMASI;FARZDIR,ANAYASASI İSE,KURAN VE ŞERiATTIR.Bu zamanda Müslümanların ve İslami cemaatlerin aralarındaki meslek,meşrep ve metot farklarını koruyarak,(bu farklar normal olup,fıtratın gereğidir)ulemanın ittifak ettikleri İslam’ın ana ve temel konularında HOŞGÖRÜ VE DİYALOGLA Bir araya gelmeleridir.Gayr-i Müslimlere hoşgörü ve diyalogla yaklaşıp,bunu Müslümanlara karşı yapmayanlar,bu çelişkiyi izah edemezler ve bunun utancı ve ezikliği içinde yaşarlar.Haydi bakalım enaniyeti kırıp,ilk adımı hangi cemaat atacak ve sevabı alıp ALLAHIN RIZASINI kazanacak.Bu hoşgörü ve diyalog neticesinde Müslümanları temsil edecek, ana konularda ittifak etmiş bir heyetin meydana gelmesi temennimizdir.İşte böyle bir heyet;Yahudilik ve Hıristiyanlığa meşruluk kazandırmadan,yani,İslam’ın anaKaidelerinden taviz vermeden, tebliğ maksadıyla diyalog yapabilir ve yapması da lüzumludur. Bu yazıyı okuyanlara da okurken mihenge (Kitap ve Sünnete) vurmalarını, doğruları alıp, yanlışları bana söylemelerini isterim. Yanlışları söyleyenlere kızmam, bilakis onlara teşekkür eder, Allah razı olsun derim. Netice olarak ;Müslümanların temsilcisi olan ulemanın,tarikat ve cemaat liderlerinin İslam’ın ana ve temel konularında HOŞGÖRÜ VE DİYALOGLA bir araya gelip Ehl-i Sünnet inancı çerçevesinde birleşmelerini,ahkam-ı islamiyenin ve Şeriatın hükümlerinin tam olarak tatbik ve icra edilmesi için bütün gücüyle cihat etmelerini Cenabı Allahtan temenni ve niyaz ederim.Allah yardımcımız olsun,hamt, Allahın üzerine,salavat da Rasulünün üzerine olsun,amin.26.9.2011
 
ben demiyorum üstad bizzat kendi söylüyor hata olduğunu.kuran-ı kerim ve sahih hadisin dışında bütün konularda hata olabilir.yanlış anlaşılan konular hakkında düşüncen nedir.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Ben itiraf ediyorum ki: Böyle makbul bir eserin mazharı olmak, hiçbir vecihle o makama liyakatım yoktur.

Fakat küçük ehemmiyetsiz bir çekirdekten, koca dağ gibi bir ağacı halketmek;

kudret-i İlahiyenin şe'nindendir ve âdetidir ve azametine delildir. Ben kasemle temin ederim ki:

Risale-i Nur'u senadan maksadım, Kur'anın hakikatlarını ve imanın rükünlerini teyid ve isbat ve neşirdir. Hâlık-ı Rahîm'ime yüzbinler şükrolsun ki;

kendimi, kendime beğendirmemiş, nefsimin ayıblarını ve kusurlarını bana göstermiş ve o nefs-i emmareyi, başkalara beğendirmek arzusu kalmamış.

Kabir kapısında bekleyen bir adam, arkasındaki fâni dünyaya riyakârane bakması, acınacak bir hamakattır ve dehşetli bir hasarettir.


İşte bu halet-i ruhiye ile, yalnız hakaik-i imaniyenin tercümanı olan Risale-i Nur'un doğru ve hak olduğuna latif bir münasebet söyleyeceğim. Şöyle ki:

Celcelutiye, Süryanice bedî' demektir ve bedî' manasındadır. İbareleri bedî' olan Risale-i Nur, Celcelutiye'de mühim bir mevki tutup ekser yerlerinde tereşşuhatı göründüğünden, kasidenin ismi ona bakıyor gibi verilmiş.

Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde bana verilen Bedîüzzaman lâkabı, benim değildi; belki Risale-i Nur'un manevî bir ismi idi.

Zahir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş.

Demek, Süryanice bedî' manasında ve kasidede tekerrürüne binaen kasideye verilen Celcelutiye ismi işarî bir tarzda, bid'at zamanında çıkan bedîülbeyan ve bedîüzzaman olan Risale-i Nur'un;

hem ibare, hem mana, hem isim noktalarıyla bedî'liğine münasebetdarlığı ihsas etmesine ve bu isim bir parça ona da bakmasına ve bu ismin müsemmasında, Risale-i Nur çok yer işgal ettiği için, hak kazanmış olmasına tahmin ediyorum.

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا

"Ey Rabbimiz !

unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme "

Bakara -286



Mektubat
 

kýzýl lale

Active member
peki siz abdulkadir badıllı abi ile konuştunuz mu hiç düşündüklerinizle ilgili...veya diğer üstadın hayatta olan bi talebesiyle..
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Ey tenkit gözlüğünü takan zevat-ı zavallı..., demek 1970'ten beri Risaleleri okuduğunu iddia ediyorsun. Peki o zaman Barla Lahikası'ndaki şu mektubu okumuş olmalısın..
"Bir seyyie, bir hata görünse de, sair hasenata karşı kalbi bulandırıp i'tiraz etmemektir. Hakaika dair mesailde külliyatları ve bazan da tafsilatları sünuhat-ı ilhamiye nev'inden olduğundan hemen umumiyetle şüphesizdir, kat'idir. Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz-ı telakkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduğuna dair değildir. Çünki, hakikat olduklarına tereddüdüm kalmıyor." (Barla Lahikası, Envar Neşriyat, sayfa 138)

Üstat güya hata olduğunu söylüyormuş öyle mi, ama bu mektupta öyle demiyor...

Bu mektupta Risalelerin umumiyetle sünuhat ve ilham eseri olduğunu, dolayısıyla kendi fikrinin mahsulü olmadığını beyan etmiştir.

En basitinden "...belki de fikrim karışmış risale-i nurlarda bazı hatalar olmuş" demesinden maksat, bu mektuba göre "siz fikrinizi karıştırırsanız hata edersiniz" demektir. Zira bu ifade yukarıdaki mektuba göre "ilam-ı malum" kabilindendir. Çünkü bu mektupta açık olarak talebelerine "bu yazdıklarım doğru mu, yanlış mı, hata var mı, yok mu diye sormuyor?" Sorduğu şey, okuyanlarda bıraktığı tesirlerdir. Talebelerine onu soruyor. Yoksa üstadın ifadesiyle risalelerin sünuhat ve ilham eseri olması dolayısıyla kendi fikrinin mahsulü olmayıp doğrudan doğruya Kur'an'ın malı olduğunu Mektubat kitabında zikrettiği gibi Tarihçe-i Hayatı 110. sayfada "hakîkat-i ihlas ile baktım, tashih yerini bulamadım. Demek, sünûhat-i Kur'aniye olduğundan, i'caz-ı Kur'aniye onu yanlışlardan himaye etmiş." Evet burada İşarat-ül İ'caz tefsirini kastederek söylemiş fakat bu hususiyet yukarıdaki mektup nazara alındığında bütün külliyat için geçerlidir. Çünkü bu ibarede "sünuhat-ı Kur'aniye olduğundan" kaydı düşülmüş. Üstad, risalelerin çok yerinde bu eserlerin sünuhat ve ilham eseri olduğunu söylüyor.

Kısa bir eleştiri de ben yapayım bu zevat-ı zavallılar hakkında... Bediüzzaman gibi 90 cilt kitabı hafızasında tutan ve sorulan bütün suallere tereddütsüz ve doğru olarak cevap verebilen bir dahinin ilmi nerede, kendi karihasının darlığından sünuhat ve ilham ile yazılan ve Kur'an'ın 33 ayetiyle tasdik edilen (evet burada durmak lazım, çünkü bu eserleri 33 ayetin işaretiyle Sahib-i Kainat tasdik etmiştir. Sahib-i Kainat tasdik ettikten sonra başkasının tenkidinden ne çıkar.) bir eseri tenkit etmeye çalışan ilmin nerede.... Heyhat! Eynes sera mines süreyya...

Senin misalin, üstadın tabiriyle gökteki bir yıldızı düşürmek için semaya taş atanın misaline benzer... Dikkatli at, başına düşmesin...
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Esselamu aleyküm muhterem kardeşlerim.

Bu dini ifsad etmeyin. Neleri tartısıyorsunuz!

Risale-i Nur'lar kul ürünüdür, hata olabilir, yok diyen akaid fakiridir. Ki Şualar'ı okuyanlar hataların okkalısını görür. Kuranla aynı kaynaktan (?) gelmiştir belki ne demek. Belki demek bunu aklamaz. Biz Kuranın Allah kelami olduğuna kadim olduğuna iman etmişizdir. İmanları kurtarıyoruz diye insanlari şirke sürüklemeyin.

Selam ve dua ile.
Mustafa TURGUT

Değerli Mustafa TURGUT;

Risale-i Nur eserleri sair mevzu bahis olabilecek herhangi bir eser gibi değil İslamın temel taşları olan iman hakikatlerinden bahsetmekte bu haseble islamiyete dair %90 mesele ayet ve sünneti seniyye ile sabit olduğundan tartışılmayacak mevzulardır ve risale-i nur bu hususlarda ictihad etmemiş bilakis hakikatleri insanların akıllarına yaklaştırmıştır. İslamiyeti yeniden yorumlama işine girişmemiştir. Geriye kalan %10 luk kısım ise ictihadi mevzulardır. Bu mevzular ise iman hakikatleri ile alakalı değil daha çok takva ile alakalıdır. Risale-i Nur eserlerinde bu ictihadi mevzular çok ihtiyaç olmadığı sürece ele alınmamıştır.

Şimdi gelelim kul yapısına eğer Bediüzzaman Said Nursi r.a. islam akaidinde olmayan mevzuları ele almışsa o zaman dediğiniz gibi bir tabir kullanmak mümkündür. Ama bazı eserler müstesna (Lahikalar gibi) diğer eserlerde iman hakikatleri ele alınmış. Zamanın soru ve ihtiyaçlarına cevap verilmiş. Bu meseleler hakkında parmak karıştırmanın ne sonuçlar olacağını elbette bu gibi zatlar hepimizden daha ziyade ehemmiyet vermektedir.

İkinci mesele imanları kurtarıyoruz iddiası kimsenin olamaz. Hidayeti ancak Allah verir bu meseledede kimsenin iddiası olmadığı halde yerinde olmayan bir tabir olmuş.

Üçüncü mesele ise Şirke sürüklemek tabiri çok yersiz bir tabir olmuş.

Dördüncü mesele ise eğer bizler bu gibi zatları mahalle imamları ile karıştırarak her ağzımıza geleni aklımızın mihengine vurmadan kalbimize tanışmadan araştırmadan vurgular isek en önce şeytanımızı sevindirmiş oluruz. Yoksa bu gibi zatları farklı yorumlamak onlardaki yüksek karakteri ne düşürür ne yükseltir..

Biraz daha istikamet dairesinde mevzuları ele almanızı rica ediyorum..
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Esselamu aleyküm muhterem kardeşlerim.

Bu dini ifsad etmeyin. Neleri tartısıyorsunuz!

Risale-i Nur'lar kul ürünüdür, hata olabilir, yok diyen akaid fakiridir. Ki Şualar'ı okuyanlar hataların okkalısını görür. Kuranla aynı kaynaktan (?) gelmiştir belki ne demek. Belki demek bunu aklamaz. Biz Kuranın Allah kelami olduğuna kadim olduğuna iman etmişizdir. İmanları kurtarıyoruz diye insanlari şirke sürüklemeyin.

Selam ve dua ile.
Mustafa TURGUT

Böyle bir safsataya cevap vermek istemiyorum. Zira bu söylenilen saçmalıkların hepsine cevap risalelerde var. Biraz zahmet edip aç bi oku derim. öyle işkembeden atma derim. "Hata olabilir" başkadır "hata vardır" başkadır. Her insan bir katli işleyebilir, o zaman her insan katildir diyebilir miyiz?
Bediüzzaman defalarca risalelerde" Risaleler benim malım değil, Kur'an'ın malıdır" demektedir ve bunu ispat etmektedir. Ayrıca "şahsımdaki kusurlar ona sirayet etmez" demekle şahsının eseri olmayıp şahsındaki kusurların Risaleleri lekedar edemeyeceğini beyan etmiştir. Yüzlerce mahkemeden beraet kazanmış, yüzlerce ehl-i vukufların teftişinden geçmiş, başta Diyanet İşleri Başkanlığının tetkikinden geçip bir yanlışı bulunmayan eserler hakkında "Hata olabilir" diyen ancak cahilliğini ispat etmiş olur. Öyle mahkemeler ki o mahkemelerde idam için yargılanıyorlardı, eğer bir yanlışı bulunsaydı hiç mümkün mü ki cezaya müstehak olmasınlar. Öyle görünüyor ki bu kadar ehl-i vukufların ve mahkemelerin ittifakını hangi akılla çürütmeye cesaret ediyorlar. Anlaşılan ilimden ve irfandan pek nasipleri yok veya risalelere muarız bazı kendi meşrebini seven zavallılardır. Onlar bu hücumu eskiden de yaptılar, şimdi de yapıyorlar. Yani yeni olan bir hücum değil. Vesselam
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Acıtasyon, demogoji yapıyorsunuz. Tagutun mahkemesini ve laik diyaneti mi referans gösteriyorsunuz. Sizin zavallı dediğiniz insanlar sizden çok Kuran, sünnet, fıkıh okuyor. Sizse tek kaynak okumanın taassubu ile bazı şeyleri göremiyorsunuz...

Mevzuya risale-i nur eserlerinden başlayıp okuyanlara kadar götürmeniz bu meselede haksızlığınızı göstermekten başka bir şey ifade etmez. Velevki bu cemiyet ehli sünnet vel cemaat bir cemiyet ise istikameti ve meşrebinde anlaşılamayan bazı hususlar olabilir ancak bu gibi meseleleri anlamak başkadır bütün bütün tahrifata, fitne ve fesada çalışmak başkadır.
 

mustafayomra

New member
Mevzuya risale-i nur eserlerinden başlayıp okuyanlara kadar götürmeniz bu meselede haksızlığınızı göstermekten başka bir şey ifade etmez. Velevki bu cemiyet ehli sünnet vel cemaat bir cemiyet ise istikameti ve meşrebinde anlaşılamayan bazı hususlar olabilir ancak bu gibi meseleleri anlamak başkadır bütün bütün tahrifata, fitne ve fesada çalışmak başkadır.

Ehli sünnet eserlerinde "yazdırıldı, geldi, indi, benim ihtiyarım dışında yazdırıldı, benim malım degil kuranın malıdır, yazdıklarım belki kuranin arşın üstündeki mertebesinden alınmıştır" şeklinde ifadeler var mıdır? Varsa örnek veriniz. En basitinden dört mezhep imamlarımızın ve talebelerinin eserlerinde var mıdır?

Lütfen bir örnek verin kardeşim.

Cifr olayı. Dinde yeri nedir? Madem ehli sünnet, eserleri için kuran ayetlerini bu şekilde delil getirmek için kullanmaya ne gerek vardı.
 

Huseyni

Müdavim
Kardeşim ben fitneci değilim. Bu kanıya nasıl vardın anlamadım.
Önceki yorumumu ne hikmetse yönetici onaylamamış. Eline ulaşmamış olması ihtimaline karşı tekrar gönderiyorum.

Değerli kardeşim;

Cevabın için Allah razı olsun ilminizi arttırsın.

Bahsettiğiniz noktalara katılıyorum. %90 değil %99'u okunması gereken ve faydalınalacak eserlerdir. Fakat %1’lik kısım varya…

Bir süre Risale-i Nur sohbetlerine katıldım. Bana hikaye gibi geldi, verimli olmadı hatta gevşeklik oldu. Sebebi uzun mevzu. Namaz bahsini anlatırken asıl anlatılması gereken konular esgeçilmiş sadece bir kurgu hikaye üzerinden konu ele alınmış. Yanlış anlaşılmasın buna bir itirazım yok. İtirazım bu dersler anlatılırken muhterem abiler ne ayet, ne hadis, ne de fıkıh konu etmeden sadece Risale-i Nur çerçevesinde olayı ele alıyor.

İman kurtarma meselesine gelince bu benim değil Risale-i Nur talebelerinin söylemidir. Risale-i Nurlarda da geçer.

Son olarak sizlere aşağıdaki paragrafı verip birkaç sorum olacak. Bektaşi gibi önünü arkasını kesmişsiniz demeyin, önü arkası belli.

Öyle de manevî bir elektrik olan Resâil-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.

Soru: Ben cahilim, ilmim zayıftır, bazı şeyleri bilemediğim için bana okumam tavsiye edilen şeyleri okur kabul ederim. Çünkü okumam tavsiye edilen şeylerin Allah'ın izni ile imanımı kurtaracağı telkin edilmiştir.

Peki, yukarıdaki paragrafı okuduğumda şu sonuçları çıkarırsam.

1. Risale-i Nurlar Kuran'ın arşın üstündeki mertebesinden alınmış. Yani Kuran'la aynı kaynaktan gelmiş... (sümme haşa)

2. Öyleyse Kuran'dan sonra bir ilahi kitap daha gelmiş... Çünkü aynı kaynaktan geliyor... (sümme haşa)

3. Kitaplar da peygamberlere gönderildiğine göre Said-i Nursi peygamberdir... (sümme haşa)

4. Bu da yeni bir şeriat gelmiş demektir... (sümme haşa)

Kusura bakmayın ifadeler sizlere de ağır gelebilir. Bu noktada benim kadar hassas olduğunuzu ve bunları kabul edemeyeceğinizi biliyorum. Söclerin ucu tam da buraya gidiyor.

Bu noktada, bu ifadelerin ne demek olduğunu Risale-i Nur talebelerine soruyorum. Aldığım cevaplar beni tatmin etmiyor, belki sizler tatmin edersiniz. Keşke bu kadar olsa. Daha yüzlerce böyle ifade var. Örnek vermek istiyorum. Ayet-i Kübra tefsiri yapılıyor. Sonunda kullanılan ifade özetle şu. “Bu gelen mukaddime lüzumundan uzun olması ihtiyarımız dışında gerçekleşti”. Doğrudur insanlar gayri ihtiyari bazı şeyler yazabilir. Ama beğenmemişse dönüp geri okuyup düzeltmeler ekleme çıkartmalar yapma imkanı var değil mi? Ama bu noktada Said-i Nursi bunu kabul etmeyen sözleri de vardır. Çünkü gelmiş ve olduğu gibi kalmalı, kendi fikri karışmamalıdır.

Bir de anlamadığım nokta; Neden Risale-i Nur talebeleri içerisinde birçok şüpheli (ki bazıları çok ağır sözler, yukarıdaki gibi) söz bulunan bu eserleri bu kadar çok savunuyor. Bu emeğinizi şeriat için, hilafet için harcasaydınız şu an belki Türkiye'de durum çok farklı olurdu. Harcıyoruz demeyin, yıllardır bu yapının içine girip çıktım, Risale-i Nur'ları kendilerine hedef edinmiş bir cemaat haline geldi.

Kardeşim, sizden son isteğim. Allah rızası için yazdıklarımı Risale-i Nur talebesi olarak değil de sıradan biri olarak okuyun.

Selam ve dua ile.

Mustafa TURGUT

Kendi kendinize çelişiyorsunuz. Yüzde 99 faydalı eserlermiş, sonra da vay efendim şirke götürürmüş. Said Nursi peygambermiş, yok efendim yeni kitap gelmiş filan. Ne kadar saçmaladığınızın farkında mısınız ? Bi kitap bi müslümanın 100 de 99 faydasına iken aynı zamanda da son peygamberi a.s.m. inkar edecek, kendiniz inanıyor musunuz buna ?

Namaz bahsini ayetle hadisle anlatan yazılı ve görsel sohbetleri istediğiniz yerde bulabilirsiniz. Sitemizde de mevcuttur. Zaten Namaz bahislerini yaparken, ayetler üzerinden konuyu anlatır ve hakikati bir temsille akla yaklaştırma metodu kullanılır. Okuyup amel edenler anlıyorsa siz anlamıyorsanız, ters geldiyse bi tarafı, kendi kısır anlayışınızda sorun arayın.

Üstad bu ilham meselesine de Risale-i Nurda cevap vermiş. Hayvanda bile ilham olduğunu söylüyor ki siz bunu vahiyle nitelendirip akılları karıştırıyorsunuz. Ne yani milyonlarca hayvanlara gelen ilhama da vahiymi deiyeceksiniz o halde ? Ki insan kainatın en şerefli varlığı ve hayvanatın da sultanıdır -insan olursa- hal böyle iken hayvanda olan ilham, insan da daha ileri boyutta olması size garip geliyosa, aklınızla ilgili probleminizi gidermek için tc de yeterince psikiyatrist var.

Hem Üstad bu meselede çoğu yerde bu eserler Rabbimin fazlındandır demiş. Yani yazıdırıldı demesi kendi ilminin ve kudretinin kifayetsizliğini anlatmak içindir, yoksa ayet dediğine hiçbi yerde rastlayamazsınız. Allah'ın özel yardımı olmadan bir kişinin bu tür bir eseri ortaya koyamayacağını anlatmış olduğunu yine çok risalelerde görebilirsiniz. İşaratül İcaz bile buna bir misal olarak yeter. Bu klasik soruların heryerde çok fazla cevabı var, merak ederseniz araştırıp bulabilirsiniz.

Kur'an dan iktibas demekle de Kur'an dan süzülmüş hakikatler yani onun tefsiri manasında olduğunu da çok yerde söylemiş.

Eserleri okuduysanız sorularınızın cevaplarını da içinde bulacaksınız. Yok okumadıysanız okumadığınız eser hakkında üç beş satır alıp nerde cevab olduğunu bilmeden kafanıza göre yorum yapmayın.

İman kurtarmanın şirke sürüklemekle eş anlamlı olması da cehalete yakışır bir tanımlama. Ki o imanları kurtarma meselesinde Üstad dahil kimse ben çıkıp şunun imanını kurtardım demiyor. İmani konularda tesirli bir eser olduğundan iman kurtarma vesilesi olduğu anlatılıyor. Vesileliği de inkar etmiyeceksiniz herhalde.. Bir kişinin hidayetine vesile olmakla ilgili birçok hadis var. İmani mevzular üzerinde ısrarla duran Risale-i Nurların imana ve hidayete vesile olmasının neresi şirk oluyor ? Şirk Allaha eş koşmaktır, imana vesile olmak Allaha eş koşmak mıdır ?

Meydan boş sallayın işkembeden, saptırın her okuduğunuzu..Ceza da mükafat da boşa değil ne de olsa. Cahilane yazdıklarınızın mesuliyeti, Risale-i Nurda varsaydığınız hataların mesuliyetinden daha ağırdır. Bütün cemaati insanları şirke sürüklemekle suçlayacak kadar, hak hukuk konusuna riayetsiz davranıyorsunuz. Derdiniz varsa mesajlarınızın mesuliyetinin derdine düşün. Üstad hesabını kendi verir, onun hesabını size sormazlar..
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Risalelerin vahiy değil ve olamayacağı defalarca söylenmiş ve denilmiş ki olsa olsa ilham ve istihracdır. Buna rağmen kıt akıllarıyla risaleler için yok efendim şuradaki ifade ayetin kaynağından geldiğini gösteriyormuş da mış da bilmem neymiş de filan deyip mugalata ve safsata ile hakikati saptırmak akaid ise demek ki bizim bu akaidi okumamız lazım (!) Bu yapılan şeye akaidde "cerbeze" denilir. Aklın ifrat mertebesi olup hakikat ancak böyle saptırılır. Bir islam alimine ki kendisi risalelerin defalarca vahiy eseri olamayacağını söylediği halde, aksi ile ittiham etmek olsa olsa garazın eseridir. Zaten yukarıdaki iftiraları atanın iyi niyetli olmadığı aşikardır. Burada kendisine çok yer bulamayacağı da aşikardır. Herhalde kendini akıllı, bizi birşeyleri bilemeyecek filan mı zannediyor nedir anlayamadım.
 

Huseyni

Müdavim
Kardeş siz aynı şeyleri tekrar ediyorsunuz. Mesela ilham mevzusunda bi izah yapmama rağmen vahiyle iltibas ediyorsunuz. Ne demek Peygambere s.a.v. gelmeyen vahiy Bediüzzamana mı r.a. ilham edildi ? Birincisi, ikisi bir değildir, ikincisi vahiy ve hadisler ve din tarih boyunca İslam Alimleri tarafından yorumlanmış ve tefsir edilmiştir. Dolayısıyla buna ilham demekte nasıl bir sakınca vardır ? Yani mesela ben islamı çok güzel anlatan bir şiir yazdım, sonra dedim ki "bu bana Allahın bir lütfudur, bana o ilham etti.." Yani sahiplenmiyorum, enaniyet yapmıyorum, "Allah cc. ilham etti" diyorum. Bunu demekle, Peygamber efendimiz aleyhissalatü vesselama gelmeyen vahiy bana ilham mı olmuş olur ? Bu nasıl yorum ? Hangi akaid kitabında vahiyle ilham bu şekilde karıştırılıyor söyler misiniz ? O halde bütün alimlerin eserlerini yok mu saymalıyız ya da bir alim bi eser yazdığında bu benim eserim, ilham milham değil, kendi ilmimle yazdım diye enaniyet mi yapmalı ?

Aklın ifratı diye birşey Risale-i Nurda var. Üstad da ehli sünnet alimlerden biridir. Aklın ifratı cerbeze, tefriti saflık, bönlük, vasatı da aklı rızai ilahi yolunda kullanmaktır. Herşeyin ifratı, tefriti ve vasatı vardır. İslam vasat olanını tavsiye eder.

Üstad hazretlerinin yaşadığı hayatı okuyanlar çok iyi biliyorlar. Cehennem ve cennet hakkındaki sözü amelle ilgili bir söz değil. Yani hep birlikte cehenneme gidelim orası daha güzel, ya da ben cehennem için çalışıyorum gibi bir söz değil. Bu sözüyle hayatını, ikisini bir düşündüğünüzde sözün ne maksatla söylendiğini kavrayabilirsiniz. Sözde mevzu olan milletin imanının selametidir. Bu milletin imansız gitmesinden duyduğu endişeyi dile getirmiş. Cehenneme olan arzusundan değil, milletine olan şefkatinden sadır olmuş bir sözdür. Sözün mesuliyeti kendisine aittir. Ve o sözün içinde cehennem için çalışmaya, en ufak bir ima dahi yoktur. Avamdan biri dahi okusa ne demek istendiğini anlar.

Bunlar gibi eskiden beri Risale-i Nur'a ve Bediüzzaman'a yönelik itiraz ve ifrat derecede iddialar öne sürülmüş. Bunlara yönelik cevaplara Sorularla Risale | Bediüzzaman Said Nursi'ye Yönelik İtirazlar ve Cevaplar
Sorularla Risale | Risale-i Nur Külliyatı'na Yönelik İtirazlar ve Cevaplar
ve Risale-i Nur'a ve Bediüzzaman'a Gelen İtirazlar bu adreslerden bakabilirsiniz.

Bir de şu geleneksel, nurcular Risale-i Nurdan başka eser okumaz, -hatta Kur'an dahi okumazlar diyenler de var- gibi yaklaşımlarınızdan vazgeçin. Hiçte gerçekçi değil. Şahit olduğunuz birkaç numuneyi bütün cemaate şamil kılamazsınız. Hakka girmiş olursunuz. Hangi yol olursa olsun, ister tasavvuf ister cemaat mutlaka içinde hoşa gitmeyen tavırları sergileyen kişiler bulunabilir. Bu bütün o yoldakileri bağlamaz. Ki sadece Risale-i Nur okumaktan kasıt, imani mevzular için yeterliliğindendir. O konuda başka eserlere müracaata gerek bırakmayacak kadar yeterlidir. Bu Kur'an okumayın, cevşen okumayın, siyer okumayın, hadis okumayın, tarih okumayın demek değildir. Tersine Risale-i Nurlardan istifade ile iman-ı billah, Resülullaha a.s.m., kitaplara ve meleklere v.s. iman mevzularında tatmin olan bir kişi, elbette o mevzular hakkındaki malumatı da elde etme gayretini gösterecektir. Peygamber efendimizin aleyhissalatü vesselamın hak ve hakikat olduğunu bilip, sünnetinin güzelliğinin farkına varıp, onun hayatından gafil olmak, hadislerinden hiçbirşey bilmemek, akıl işi midir ? Allah'ı bilip Kur'anını okumamak, marziyatı nedir anlamamak akıl işi midir ? İmani mevzular konusunda kaynağımız, Risale-i Nur'dur. Diğer eserlerden de elbette istifade edilebilir ve ediliyor da. Risale-i Nur'un hizmetinde bulunmakla okunan kitaplar meselesini karıştırmayın.
 
Üst