Risale-i Nur Soru Cevap 25 : Yedinci Lema - Fetih Süresi

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Bismillahirrahmanirrahim;




  • Derslerimize herkes katılabilir.
  • Soru sorabilir veya sorulan sorulara cevap verebilir.
  • Ders anlayışımız; "biz biliyoruz, öğretiyoruz" değil, "anladığımızı paylaşıyoruz." şeklindedir.
  • Açıklamalı dersler, birkaç yöneticinin kendi tekelinde gibi algılanmamalı.
  • Yöneticiler derslerin sadece takibini ve seri olarak açma vazifelerini üstlenmekteler.
  • Bunun dışında dersin gidişatı herkese açıktır.
  • Bundan dolayı bütün kardeşlerimizin derslere iştirak etmelerini arzu ediyoruz.

[BILGI]

Yedinci Lem’a

Sûre-i Feth’in âhirindeki âyetin yedi nevi ihbar-ı gaybîsine dairdir


besmele.jpg


لَقَدْ صَدَقَ اللهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا بِالْحَقِّ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَاۤءَ اللهُ اٰمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُؤُسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لاَتَخَافُونَ فَعَلِمَ مَالَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا هُوَ الَّذِى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفٰى بِاللهِ شَهِيدًا مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ اَشِدَّاۤءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاۤءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِى وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ وَمَثلُهُمْ فِى اْلاِنْجِيلِ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْئَهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ اٰمَنوُا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرةً وَاَجْرًا عَظِيمًا [SUB]1[/SUB]




SÛRE-İ FETH’İN bu üç âyetinin çok vücuh-u i’câzı vardır. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın on vücuh-u külliye-i i’câziyesinden ihbar-ı bilgayb veçhi, şu üç âyette, yedi sekiz vecihle görünüyor.




BİRİNCİSİ


[SUB]2[/SUB] لَقَدْ صَدَقَ اللهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا ilâ âhir. Feth-i Mekke’yi, vukuundan evvel kat’iyetle haber veriyor. İki sene sonra, haber verdiği tarzda vuku bulmuştur.[SUB]3[/SUB]


İKİNCİSİ


[SUB]4[/SUB] فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا ifade ediyor ki: Sulh-u Hudeybiye, çendan zâhirî İslâm aleyhinde görülmüş ve Kureyşîler bir derece galip görünmüş olduğu halde, mânen, Sulh-u Hudeybiye mânevî büyük bir fetih hükmünde olacak ve sair fütuhatın da anahtarı olacak diye ihbar ediyor.


Filhakika, Sulh-u Hudeybiye ile, çendan maddî kılıç kılıfına muvakkaten konuldu. Fakat Kur’ân-ı Hakîmin bârika-âsâ elmas kılıcı çıktı; kalbleri, akılları fethetti. Musalâha münasebetiyle birbiriyle ihtilât ettiler. Mehâsin-i İslâmiyet, envâr-ı Kur’âniye, inat ve taassubât-ı kavmiye perdelerini yırtarak hükmünü icra ettiler. Meselâ, bir dâhiye-i harp olan Hâlid bin Velid ve bir dâhiye-i siyaset olan Amr ibnü’l-Âs gibi, mağlûbiyeti kabul etmeyen zatlar, Sulh-u Hudeybiye ile cilvesini gösteren seyf-i Kur’ânî onları mağlûp edip,[SUB]5[/SUB] Medine-i Münevvereye kemâl-i inkıyad ile İslâmiyete gerdendâde-i teslim olduktan sonra, Hazret-i Hâlid, bir seyfullah şekline girdi ve fütuhat-ı İslâmiyenin bir kılıcı oldu.


MÜHİM BİR SUAL: Fahrü’l-Âlemîn ve Habib-i Rabbü’l-Âlemîn Hazret-i Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sahabelerinin, müşrikîne karşı Uhud’un nihayetinde ve Huneyn’in bidâyetinde mağlûbiyetinin hikmeti nedir?[SUB]6[/SUB]


Elcevap: Müşrikler içinde, o zamanda saff-ı Sahabede bulunan ekâbir-i Sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazret-i Hâlid gibi çok zatlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmet-i İlâhiye, hasenât-ı istikbaliyelerinin bir mükâfât-ı muaccelesi olarak mazide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlûp olmuşlar—tâ, o müstakbel Sahabeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehâmet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin.


ÜÇÜNCÜSÜ


لاَتَخَافُونَ [SUB]7[/SUB] kaydıyla ihbar ediyor ki: “Sizler emniyet-i mutlaka içinde Kâbe’yi tavaf edeceksiniz.” Halbuki, Ceziretü’l-Arabdaki bedevî akvam, çoğu düşman olmakla beraber, Mekke etrafı ve Kureyş kabilesi kısm-ı âzamı düşman iken, “Yakın bir zamanda, hiç havf hissedilmezken Kâbeyi tavaf edeceksiniz” ihbarıyla, Ceziretü’l-Arabı itaat altına ve bütün Kureyşi İslâmiyet içine ve emniyet-i tâmme vaz’edilmesine delâlet ve ihbar eder. Aynen haber verdiği gibi vukua gelmiştir.[SUB]8[/SUB]


DÖRDÜNCÜSÜ


هُوَ الَّذِۤى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ 9


kemâl-i kat’iyetle ihbar ediyor ki, “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği din, umum dinlere galebe çalacak.” Halbuki, o zamanda yüzer milyon tebaası bulunan Nasârâ ve Yahudi ve Mecusî dinleri ve Roma, Çin ve İran hükûmeti gibi yüzer milyon tebaası bulunan cihangir devletlerin edyân-ı resmîleri iken, kendi küçük kabilesine karşı tam galebe edemeyen bir vaziyette bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği din, umum dinlere galip ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbar ediyor. Hem gayet vuzuh ve kat’iyetle ihbar ediyor. İstikbal, o haber-i gaybîyi, Bahr-i Muhit-i Şarkîden Bahr-i Muhit-i Garbîye kadar İslâm kılıcının uzamasıyla tasdik etmiştir.


BEŞİNCİSİ


مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ اَشِدَّاۤءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاۤءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا [SUB]10 [/SUB]ilâ âhir. Şu âyetin başı, Sahabelerin enbiyadan sonra nev-i beşer içinde en mümtaz olduklarına sebep olan secâyâ-yı âliye ve mezâyâ-yı galiyeyi haber vermekle, mânâ-yı sarihiyle, tabakat-ı Sahabenin istikbalde muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtaz has sıfatlarını ifade etmekle beraber, mânâ-yı işarîsiyle, ehl-i tahkikçe vefat-ı Nebevîden sonra makamına geçecek Hulefâ-i Râşidîne hilâfet tertibiyle işaret edip, herbirisinin en meşhur medar-ı imtiyazları olan sıfât-ı hassayı dahi haber veriyor.[SUB]11[/SUB] Şöyle ki:


[SUB]12[/SUB] وَالَّذِينَ مَعَهُ maiyet-i mahsusa ve sohbet-i hassa ile ve en evvel vefat ederek yine maiyetine girmekle meşhur ve mümtaz olan Hazret-i Sıddık’ı gösterdiği gibi, [SUB]13[/SUB]اَشِدَّاۤءُ عَلَى الْكُفَّارِ ile, istikbalde küre-i arzın devletlerini fütuhâtıyla titretecek ve adaletiyle zalimlere sâika gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer’i gösterir. Ve [SUB]14[/SUB] رُحَمَاۤءُ بَيْنَهُمْ ile, istikbalde en mühim bir fitnenin vukuu hazırlanırken, kemâl-i merhamet ve şefkatinden, İslâmlar içinde kan dökülmemek için ruhunu feda edip teslim-i nefis ederek Kur’ân okurken mazlumen şehid olmasını tercih eden Hazret-i Osman’ı da haber verdiği gibi;


[SUB]15[/SUB] تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللهِ وَرِضْوَانًا


saltanat ve hilâfete kemâl-i liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde ve kemâl-i zühd ve ibadet ve fakr ve iktisadı ihtiyar eden ve rükû ve sücudda devamı ve kesreti herkesçe musaddak olan Hazret-i Ali’nin (r.a.) istikbaldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harpleriyle mes’ul olmadığını ve niyeti ve matlubu fazl-ı İlâhî olduğunu haber veriyor.


ALTINCISI


[SUB]16[/SUB] ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ fıkrası, iki cihetle ihbar-ı gaybîdir.


BİRİNCİSİ: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gibi ümmî bir zâta nisbeten gayb hükmünde olan Tevrat‘taki evsâf-ı Sahabeyi haber veriyor.


Evet, Tevrat‘ta, On Dokuzuncu Mektupta beyan edildiği gibi, âhirzamanda gelecek Peygamberin Sahabeleri hakkında Tevrat‘ta bu fıkra var: “Kudsîlerin bayrakları beraberlerindedir.”[SUB]17[/SUB] Yani, onun Sahabeleri ehl-i taat ve ibadet ve ehl‑i salâhat ve velâyettirler ki, o vasıfları “kudsîler,” yani “mukaddes” tabiriyle ifade etmiştir.Tevrat‘ın pek çok ayrı ayrı lisanlara tercüme edilmesi vasıtasıyla o kadar tahrifat olduğu halde, şu Sûre-i Feth’in مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ [SUB]18[/SUB] hükmünümüteaddit âyâtıyla tasdik ediyor.


İKİNCİ CİHET ihbar-ı gaybî şudur ki: مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ fıkrasıyla ihbar ediyor ki, “Sahabeler ve Tâbiînler, ibadette öyle bir dereceye gelecekler ki, ruhlarındaki nuraniyet yüzlerinde parlayacak ve cephelerinde kesret-i sücuddan hâsıl olan bir hâtem-i velâyet nev’inde, alınlarında sikkeler görünecek.”


Evet, istikbal bunu vuzuhla ve kat’iyetle, parlak bir surette ispat etmiştir. Evet, o kadar acip fitneler ve dağdağa-i siyaset içinde, gece ve gündüzde Zeynelâbidin gibi bin rekât namaz kılan ve Tâus-u Yemenî gibi kırk sene yatsı abdestiyle sabah namazını edâ eden[SUB]19[/SUB] çok mühim pek çok zatlar مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ sırrını göstermişlerdir.


YEDİNCİSİ


وَمَثلُهُمْ فِى اْلاِنْجِيلِ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْئَهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ [SUB]20[/SUB] fıkrası, iki cihetle ihbar-ı gaybîdir.


BİRİNCİSİ: Nebiyy-i Ümmîye nisbeten gayb hükmünde olan İncil’in Sahabeler hakkındaki ihbarını ihbardır.
Evet, İncil’de, âhirzamanda gelecek Peygamberin (a.s.m.) vasfında [SUB]21[/SUB] مَعَهُ قَضِيبٌ مِنْ حَدِيدٍ وَ اُمَّتُهُ كَذَلِكَ gibi âyetler var. Yani, Hazret-i İsâ (a.s.) gibi kılıçsız değil, belki sahibüsseyf bir Peygamber gelecek, cihada memur olacak ve onun Sahabeleri dahi kılıçlı ve cihada memur olacaklardır. O kadîb-i hadid sahibi, Reis-i Âlem olacak. Çünkü, İncil’in bir yerinde der: “Ben gidiyorum, tâ Âlemin Reisi (a.s.m.) gelsin.”[SUB]22[/SUB] Yani, Âlemin Reisi geliyor.


Demek oluyor ki: İncil’in bu iki fıkrasından anlaşılıyor ki, Sahabeler çendan mebde’de az ve zayıf görünecekler; fakat çekirdekler gibi neşvü nemâ bularak yükselip, kalınlaşıp kuvvetleşerek, küffârın gayzlarını onlara yutkundurup boğduracak vakitte, kılıçlarıyla nev-i beşeri kendilerine musahhar edip, reisleri olan Peygamberin (a.s.m.) ise âleme reis olduğunu ispat edecekler. Aynen şu Sûre-i Feth’in âyetinin meâlini ifade ediyor.


İKİNCİ VECİH: Şu fıkra ihbar ediyor ki, Sahabeler çendan azlığından ve zaafından Sulh-u Hudeybiyeyi kabul etmişler; elbette, herhalde az bir zamandan sonra sür’aten öyle bir inkişaf ve ihtişam ve kuvvet kesb edecekler ki, rû-yi zemin tarlasında dest-i kudretle ekilen, nev-i beşerin o zamanda gafletleri cihetiyle kısa, kuvvetsiz, nâkıs, bereketsiz sümbüllerine nisbeten gayet yüksek ve kuvvetli ve meyvedar ve bereketli bir surette çoğalacaklar ve kuvvet bulacaklar ve haşmetli hükûmetleri gıptadan,hasetten ve kıskançlıktan gelen bir gayz içinde bırakacaklar. Evet, istikbal bu ihbar-ı gaybîyi çok parlak bir surette göstermiştir.


Şu ihbarda hafî bir ima daha var ki: Sahabeyi tavsifât-ı mühimme ile senâ ederken, en büyük bir mükâfâtın vaadi makamca lâzım geldiği halde, مَغْفِرَةً [SUB]23[/SUB] kelimesiyle işaret ediyor ki, istikbalde Sahabeler içinde fitneler vasıtasıyla mühim kusurlar olacak. Çünkü mağfiret kusurun vukuuna delâlet eder. Ve o zamanda Sahabeler nazarında en mühim matlup ve en yüksek ihsan, mağfiret olacak. Ve en büyük mükâfat ise, af ile, mücâzât etmemektir. مَغْفِرَةً [SUB]24[/SUB] kelimesi nasıl bu lâtif imayı gösteriyor; öyle de, sûrenin başındaki لِيَغْفِرَ لَكَ اللهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ [SUB]25 [/SUB]cümlesiyle münasebettardır. Sûrenin başı—hakikî günahlardan mağfiret değil; çünkü ismet var, günah yok—belki makam-ı nübüvvete lâyık bir mânâ ile Peygambere müjde-i mağfiret ve âhirinde Sahabelere mağfiret ile müjde etmekle, o imaya bir letâfet daha katar.


İşte, âhir-i Feth’in mezkûr üç âyeti, on vücuh-u i’câzından yalnız ihbar-ı gaybî veçhinin çok vücuhundan yalnız yedi veçhini bahsettik. Cüz-ü ihtiyarî ve kadere dair Yirmi Altıncı Sözün âhirinde, şu âhirki âyetin hurufatının vaziyetindeki mühim bir lem’a-i i’câza işaret edilmiştir. Bu âhirki âyet, cümleleriyle Sahabeye baktığı gibi, kayıtlarıyla dahi yine Sahabenin ahvâline bakıyor. Ve elfâzıyla Sahabenin evsâfını ifade ettikleri gibi,[SUB]26[/SUB] hurufâtıyla ve o âyetteki hurufâtın tekerrür‑ü adediyle yine Ashab-ı Bedir, Uhud, Huneyn, Suffe, Rıdvan gibi tabakat-ı meşhure-i Sahabede bulunan zatlara işaret ettikleri gibi, ilm-i cifrin bir nev’i ve bir anahtarı olan tevafuk cihetiyle ve ebced hesabıyla daha çok esrarı ifade ediyor.

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَناَۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ [SUB]27[/SUB]​






Dipnot-1 “And olsun ki Allah, Resulünün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etti. İnşaallah hepiniz emniyet içinde ve saçlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak Mescid-i Harama gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir; onun için, Mekke’nin fethinden önce size yakın bir fetih daha ihsan etti. Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna şahit olarak Allah yeter. Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler. Sen onların rükû ve secde ettiklerini görürsün. Onlar Allah’ın lûtfunu ve rızasını ararlar. Yüzlerinde ise secde izi vardır. Onların Tevrat’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Onlar filizini çıkarmış, sonra git gide kuvvet bulmuş, kalınlaşmış ve gövdesi üzerinde yükselmiş bir ekine benzer ki, ekincilerin pek hoşuna gider. Allah’ın onları böylece çoğaltıp kuvvetlendirmesi, kâfirleri öfkeye boğmak içindir. Onlardan iman eden ve güzel işler yapanlara Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.” Fetih Sûresi, 48:27-29.
Dipnot-2 “And olsun ki Allah, Resulünün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etti.” FetihSûresi, 48:27.
Dipnot-3 bk. İbni Hişam, Sîretü’n-Nebeviyye: 5:69; İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ: 2:139, 146.
Dipnot-4 “Bundan önce size yakın bir fetih daha ihsan etti.” Fetih Sûresi, 48:27.
Dipnot-5 bk. İbni Hişam, Siretü’n-Nebeviyye: 4:7; İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ: 4:252.
Dipnot-6 bk. Buhârî, Meğâzi: 54, Cihad: 52:61, 97, 167; Müslim, Cihad: 79; Tirmizî, Cihad: 15
Dipnot-7 Fetih Sûresi, 48:27.
Dipnot-8 bk. İbni Hişam, Sîretü’n-Nebeviyye: 5:69; İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ: 2:139, 146.
Dipnot-9 “Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur.” Fetih Sûresi, 48:28.
Dipnot-10 “Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler. Sen onların rükû ve secde ettiklerini görürsün.” Fetih Sûresi, 48:29.
Dipnot-11 bk. Ahmed bin Hanbel, Fezâilü’s-Sahâbe: 1:434; Bağâvi, Maâlimü’t-Tenzîl: 4:206.
Dipnot-12 “Onunla beraber olanlar.” Fetih Sûresi, 48:29.
Dipnot-13 “Kâfirlere karşı şiddetli.” Fetih Sûresi, 48:29.
Dipnot-14 “Kendi aralarında merhametli.” Fetih Sûresi, 48:29.
Dipnot-15 Sen onların rükû ve secde ettiklerini görürsün. Onlar Allah’ın lûtfunu ve rızasını ararlar. bk. Fetih Sûresi, 48: 29.
Dipnot-16 Onların Tevrat’taki vasıfları budur. bk. Fetih Sûresi, 48: 29.
Dipnot-17 Kitâb-ı Mukkades (Türkçe tercüme), Eski Ahid, Tesniye, Bab: 33 Âyet:2; el-Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye: 1:218; Nebhânî, Hüccetullah ale’l-Âlemîn: 1:113.
Dipnot-18 “Onların Tevrat’taki vasıfları...” Fetih Sûresi: 48:29.
Dipnot-19 bk. Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn: 1:359; ez-Zehebî, Siyeru A’lâmü’n-Nübelâ: 4:547.
Dipnot-20 “İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Onlar filizini çıkarmış, sonra git gide kuvvet bulmuş, kalınlaşmış ve gövdesi üzerinde yükselmiş bir ekine benzer ki, ekincilerin pek hoşuna gider. Allah’ın onları böylece çoğaltıp kuvvetlendirmesi, kâfirleri öfkeye boğmak içindir.” Fetih Sûresi: 48:29.
Dipnot-21 “Onun demirden bir asâsı, yani kılıcı olacak ve onunla savaşacak. Ümmeti de onun gibi olacak.” Nebhânî, Hüccetullah ale’l-Âlemîn: 99:114.
Dipnot-22 Kitâb-ı Mukaddes (Türkçe tercüme), Yeni Ahid, Yuhanna, Bab: 16 Âyet: 7; el-Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye: 1:214.
Dipnot-23 “Bir mağfiret.” Fetih Sûresi: 48:29.
Dipnot-24 “Bir mağfiret.” Fetih Sûresi: 48:29.
Dipnot-25 “Tâ ki, Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın.” Fetih Sûresi, 48:2.
Dipnot-26 bk. Ahmed İbni Hanbel, Fezâilü’s-Sahâbe: 1:434; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr: 7:446; Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr: 7:544; Alûsî, Rûhu’l-Meânî: 26:129; Bağâvî, Maâlimü’t-Tenzîl: 4:206.
Dipnot-27 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” BakaraSûresi, 2:32.[/BILGI]

[DIKKAT]
Soru 1: Vücuh-u icazı ve vücuh-u külliye-i i’câziyesi nedemektir?
Soru 2: Kur'an-ı Kerimin ilmi tespitler neticesinde kırk vücuhu ile mucize olduğudur bununla beraber Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın on vücuh-u külliye-i i’câziyesi sözünü nasıl anlayabiliriz?
Soru 3: Resulullah a.s.v. efendimizin gördüğü rüya hakkında bilgi verir misiniz? Peygamber a.s.v.'ın gördüğü rüya neden ayet-i kerimede tasdik ediliyor?
Soru 4: Hudeybiye antlaşması kimler arasında ve neden imzalanmıştır. Bu antlaşma müslümanların aleyhinde görülen bu antlaşma neden fetih olarak nitelendiriliyor?
Soru 5: Hz. Muhammed a.s.v. hem kainatın efendisi hem de Allah'ın habibi olmasına rağmen neden sahabeleri müşrikler karşısında Uhud ve Huneynde mağlub olmuşlardır?
Soru 6: Emniyet-i mutlaka ne demek açıklar mısınız?
Soru 7: Galebe Çalmak ifadesi ile anlatılmak istenilen maksad nedir?
Soru 8: O zamanlarda dünya nüfusu iki yüz milyon muydu?
Soru 9: Beşincisi diye açıklanan ayeti kerimenin tefsirinde dört büyük halifenin mana-yı işarisiyle ifade edilmiş. Acaba sahabe-i kiram bu hususa dikkat edememişlermi ki halifelerin seçiminde anlaşmazlıklar ve savaşlar olmuştur?
Soru 10: Kur'an-ı Kerimin nazil olmasıyla hükmü kalkan Tevrat ve İncilden neden örnek verilmiştir?
Soru 11: Peygamber Efendimizi s.a.v.'ın ümmi olmasından neden söz edilmiştir?
Soru 12: Hz. İsa a.s.'ın kılıçsız olması Hz. Muhammed s.a.v. efendimizin kılıçlı olması hususunu açıklar mısınız?
Soru 13: "kılıçlarıyla nev-i beşeri kendilerine musahhar edip, reisleri olan Peygamberin (a.s.m.) iseâleme reis olduğunu ispat edecekler" meselesini nasıl anlayabiliriz? Çünkü kılıç zoruyla ve savaş ile birşeyleri elde etmek doğru mudur?
Soru 14: Yedinci Lem'a hangi konulardan bahsediyor? Fetih Süresinin son ayetleri başka hangi meselelerden haber veriyor?

[/DIKKAT]
 

faris

Well-known member
[DIKKAT]Soru 1: Vücuh-u icazı ve vücuh-u külliye-i i’câziyesi nedemektir? [/DIKKAT]

[BILGI]SÛRE-İ FETH’İN bu üç âyetinin çok vücuh-u i’câzı vardır. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın on vücuh-u külliye-i i’câziyesinden ihbar-ı bilgayb veçhi, şu üç âyette, yedi sekiz vecihle görünüyor.[/BILGI]

Vücuh-u icazı: farklı manaları ihtiva etsede cümlenin akışına ve paragrafın içeriğine uygun olarak "mucizelik yönü" olarak değerlendirebiliriz.

Vücuh-u külliye-i i’câziyesi: yine cümlenin akışına göre ve başındaki sayı ifadesinden bu ifadeyi ise "geniş kapsamlı mucizelik yönleri" yani bu vücuhu icazilerin içinde daha başka vücuhu icazilerde vardır.

[DIKKAT]Soru 2: Kur'an-ı Kerimin ilmi tespitler neticesinde kırk vücuhu ile mucize olduğudur bununla beraber Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın on vücuh-u külliye-i i’câziyesi sözünü nasıl anlayabiliriz?[/DIKKAT]

Bir önceki sorumuzda vücuh-u külliye-i i’câziyeyi açıklamaya çalışmıştık. O açıklamadan anlıyoruz ki diğer mucizelik yönleri bu mucizelerin şubeleri ve unsurlarıdır.

[BILGI][Şuaat-ı Marifet-ün Nebi namındaki Türkçe bir risalede ve Ondokuzuncu Mektub'da ve şu sözde icmalen işaret ettiğimiz delail-i nübüvvet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) beyan etmişim. Hem onda Kur'an-ı Hakîm'in
vücuh-u i'cazı icmalen zikredilmiş. Yine "Lemaat" namında Türkçe bir risalede ve Yirmibeşinci Söz'de Kur'anın kırk vecihle mu'cize olduğunu icmalen beyan ve kırk vücuh-u i'cazına işaret etmişim. O kırk vecihte, yalnız nazımda olan belâgatı, "İşarat-ül İ'caz" namındaki bir tefsir-i arabîde kırk sahife içinde yazmışım. Eğer ihtiyacın varsa şu üç kitaba müracaat edebilirsin.]

Sözler ( 242 )[/BILGI]

Risale-i Nur'da Kur’an’ın bütün mucizevi yönleri özet olarak şöyle takdim ediliyor:

[NOT]KUR’AN’IN YEDİ KÜLLİ VECH-İ İ’CÂZI:

1. Lâfzındaki fesahat-i harikası
2. Nazmındaki cezalet-i harikası.
3. Câmiiyet-i harikulâdesi
4. Derece-i i’cazda belâğat-i Kur’âniye
5. Üslûp ve îcâzındaki câmiiyeti
6. İhbârât-ı gaybiyesi
7. Fezlekesi ve meseleleri özetlemesi.

[/NOT]
Ayrıca Kur’an içinde kırka yakın mucizeler ilmi bir titizlikle tespit ve tayin edilmiştir şöyle ki:
[NOT]
1.Mânâsındaki belâğatı
2. Nazmın cezaleti
3. Hüsn-ü metaneti
4. Üslûplarının bedâati
5. Garipliği
6. Müstahsenliği
7. Beyanının beraati
8. Fâik ve Üstünlüğü
9. Safveti
10. Maânîsinin kuvveti
11. Lâfzının fesahati
12. Selâseti
13. Lâfzındaki câmiiyeti
14. Mânâsındaki câmiiyeti
15. İlmindeki câmiiyeti
16. Mebâhisindeki câmiiyeti
17. Üslûp ve îcâzındaki câmiiyeti
18. Üslûb-u Kur’ân’ın cem’iyeti (bir tek sûre veya ayet, kâinatı içine alan bahr-i muhit-i Kur’ânîyi içine alır.)
19. Âyât-ı Kur’âniye’nin câmiiyeti.("İstediğin her şey için, Kur’ân’dan her ne istersen al”)
20. İ’câzkârâne îcâzı. Kâh olur ki, uzun bir silsilenin iki tarafını öyle bir tarzda zikreder ki, güzelce silsileyi gösterir.)
21. Câmi’ ve hârıktır
22. Makàsıd-ı câmiiyeti
23. Maânî-i câmiiyeti
24. Esâlib-i câmiiyeti
25. Letâif-i câmiiyeti
26. Mehâsin-i câmiiyeti
27. Mesâil-i câmiiyeti
28. Maziye ait ihbârât-ı gaybiyesi
29. İstikbale ait ihbârât-ı gaybiyesi
30. Hakaik-ı İlâhiye’ye dair ihbârât-ı gaybiyesi
31. Hakaik-ı kevniyeye dair ihbârât-ı gaybiyesi
32. Umur-u uhreviye’ye dair ihbârât-ı gaybiyesi
33. Kur’ân’ın şebâbeti
34. Tabakat-ı beşerin hususi hisse-i fehmi
35. Heyet-i mecmuasında râik bir selâset
36. Fâik bir selâmet
37. Metin bir tesanüd
38. Muhkem bir tenasüp
39. Meziyet-i i’câziye
40. Temsilat-ı Kur’aniye


[/NOT]Kur’an’ın yedi külli vech-i i’câzından birisi de ihbârât-ı gaybiyesidir.

[BILGI]"Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın on vücuh-u külliye-i i'câziyesinden ihbar-ı bilgayb veçhi, şu üç âyette, yedi sekiz vecihle görünüyor."(2)[/BILGI]

Risale-i Nurda tespit edilen vücuhu külliye-i icaziye yedi ise buradaki ifadede on vücuhu külliyei icaziye olarak kullanılmasından belki o kırk mucize yönlerinden üc mucizelik yönü külliye-i icaziye olarak ele alınmış olabilir. Kırk mucizeyi bu on külli mucizelerin şubeleri ya da dal ve budakları olarak değerlendirebiliriz.
 

faris

Well-known member
Soru 3: Resulullah a.s.v. efendimizin gördüğü rüya hakkında bilgi verir misiniz? Peygamber a.s.v.'ın gördüğü rüya neden ayet-i kerimede tasdik ediliyor?


Peygamber efendimiz s.a.v. o yılın zilkade ayının başında ashabının özlemlerine cevap taşıyan bir rüya gördü. O rüyada kendilerine bir korku ve tehlike söz konusu olmadan güvenlikle kabeye girdiklerini tavaf ettiklerini ve kurban keserek traş olduklarını görmüştü. Hiç şüphesiz ki bu rüya sadık rüyalardandır. Ancak hudeybiye antlaşmasının şartlarının zahirde müminlerin aleyhine olması ve kabeyi ziyaret edememeleri medineye geri döndüklerinde münafıkların dedikodusuna sebep olmuştu. Sebeblerden bir sebeb ve diğer herşeyi haber vermek gayesinde olan Allah medineye geri döndüklerinde fetih süresini nazil ederek :

FETİH 27 - Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinzi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.

Ayeti ile habibi Zişan a.s.v.'ı tasdik etmiş müminleri müjdelemiştir..
 

faris

Well-known member
Soru 4: Hudeybiye antlaşması kimler arasında ve neden imzalanmıştır. Bu antlaşma müslümanların aleyhinde görülen bu antlaşma neden fetih olarak nitelendiriliyor?

Hudeybiye Antlaşması Kureyşliler ile İslam Devleti arasında Hicretin altıncı senesinde zilkade ayında miladi 628 yılında imzalanmıştır. Hz. Peygamber efendimiz a.s.v. ashabı ile beraber Kabeyi tavaf etmek niyeti ile sadece yolcu kılıçları ve kurbanlık oldukları belli olacak develeri ile yola çıkmaları üzere kureyşlilerin bu ziyareti engellemek ve can güvenliklerini tesis etmek için üç kişilik bir heyet ile barış görüşmelerinde bulunmalarını istemiştir. Çünkü Kureyşliler, Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın ashabından Rıdvan Biatını almalarından ve üzerlerine yürümelerinden korkmuş ve üç kişilik barış görüşmelerinde bulunmaları için bir heyet göndermeye karar vermişlerdi.

İslam akaidinde hükümler hususan peygamber efendimiz a.s.v. ahval ve akval ve efalini iki şekilde değerlendiririz. Birincisi zahire göre ikincisi batına göre ve bu şekilde hakikati görmek mümkündür. Ustad Bediüzzaman r.a. bazı yerlerde aklın zahire mübtela olduğunu ifade etmektedir. İşte Ashab-ı Kiram antlaşmanın imzalandığı anlarda o antlaşmayı zahiren hüküm vererek Müslümanların aleyhinde bir antlaşma olarak değerlendirmişler. Şu Hadis-i Şerifde geçen bu meselenin hakikatini ifade etmektedir :

[BILGI]Resûl-i Ekrem Efendimiz, Medine`ye doğru Ashabıyla gelirken bir Sahabînin,

"Beytullahı tavaftan alıkonulmuşuz, kurbanlıklarımızın Haremde kurban edilmelerine de mani olunmuştur. Müslüman olarak da bize gelip sığınanları Resûlullah onlara geri çevirmiştir. Bu nasıl ve ne biçim fetihdir?" d

ediği kendisine haber verildi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz,

"Bu, ne kötü bir sözdür"

buyurduktan sonra, Hudeybiye`nin büyük bir fetih olduğunu şöylece izah etti:

"Evet! Hudeybiye Sulhü en büyük fetihdir. Müşrikler, sizin kendi beldelerine gidip gelmenize ve işinizi görmenize râzı olmuş, gidip gelirken de emniyet içinde bulunmanızı istemişlerdir.

"Onlar şimdiye kadar hoşlanmadıkları İslâmiyeti de böylece sizlerden görecek, öğreneceklerdir. Allah, sizi, onlara galip getirecek, gittiğiniz yerden sağ salim ve kazançlı olarak geri döndürecektir! Bu ise, fetihlerin en büyüğüdür." ( İnsanü`l-Uyûn, 2:715.)

Hz. Resûlullahın böylesine kesin konuşmasından sonra Sahabîlerin de gönlüne bir ferahlık geldi. Sulhün bir fetih olduğunu şöyle itiraf ettiler:

"Vallahi, yâ Resûlallah, bizler, bunu senin düşündüğün gibi düşünmemiştik! Muhakkak ki sen, Allah`ın emirlerini bizden daha iyi bilirsin." (A.g.e., 2:715.)[/BILGI]

İşte bu meseleyi Ustadımı Bediüzzaman r.a. çok nezih bir ifade ile kılıç kınına girdi Kur'an hakikatleri ortaya çıktı ifadesiyle özetlemiştir. Çünkü bir davada dava sahibi davasını anlatmaktan çok muhatablarıyla kavga içinde olursa muhatabları onun davasının hak olduğunu anlayamacağı gibi dava sahibi davasında zahiren haksız durumada düşebilir. Nitekim dışarıdan birisi bu dava sahibini kavgacı göreceğinden davasına dahi bakmadan zahiren hüküm verecektir. Bir başka cihetlede yine bir savaş dâhisi olan Halid Bin Velid ile bir siyasi dehaya sahib Amr ibnül As gibi mağlubiyeti kabul etmeyen zatlar hudeybiye anlatşması ile manen Kuranın Kılıçı onları mağlub etmiş ve hakikatlerini tam kabul ederek Sahabe-i Kiramın kahramanlarından oldukları ve islamiyete çok büyük hizmet etmişlerdir.
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Soru 5: Hz. Muhammed a.s.v. hem kainatın efendisi hem de Allah'ın habibi olmasına rağmen neden sahabeleri müşrikler karşısında Uhud ve Huneynde mağlub olmuşlardır?

Ustad Bediüzzaman r.a. bu hikmeti daha hiç tarif edilmemiş bir tevil ile açıklıyor. Şöyle ki gelecekteki sahabeler geçmişteki sahabeleri mağlub ettiğinden, zahiren mağlubiyet ve galibiyet olsada hakikatte mağlub olanda galib olanda islamiyet ve sahabeleri olmuştur. Allah mutlak hikmet sahibidir hikmetinin tecellisi olarak sonrada İslamiyeti kabul edecek sahabe efendilerimizin izzetlerini tamamen kırmamak ve onların kılıç korkusuyla değilde islamiyetin hakikatlerini fehmederek islamiyeti tercih etmelerini istemeleri hikmeti gereğince zahirde galib ve mağlub olsada hakikatte yine islamiyet kazanmıştır.

Hem mesela görüyoruz ki Şiaların, Hz. Ömer r.a.'a olan kinlerinin nedeni geçmişte onunla savaşmaları ve kılıç zoruyla islamiyeti tercih etmelerinin bir farklı nevi ile sonralarda Hz. Ömer r.a. gibi zata kin ve hased etmişler. İşte bunun gibi birçok meselenin o farklı meselelerde farklı istidadları olan zatların izzetlerinin tamamen kırılıp içten içe bir kin ve hased olmaması için dahi Allah'ın hikmeti bu Uhud ve Huneynde gibi muharebelerde tecelli olmuştur..
 
Son düzenleme:

faris

Well-known member
[BILGI]ÜÇÜNCÜSÜ


لاَتَخَافُونَ [SUB]7[/SUB] kaydıyla ihbar ediyor ki: “Sizler emniyet-i mutlaka içinde Kâbe’yi tavaf edeceksiniz.” Halbuki, Ceziretü’l-Arabdaki bedevî akvam, çoğu düşman olmakla beraber, Mekke etrafı ve Kureyş kabilesi kısm-ı âzamı düşman iken, “Yakın bir zamanda, hiç havf hissedilmezken Kâbeyi tavaf edeceksiniz” ihbarıyla, Ceziretü’l-Arabı itaat altına ve bütün Kureyşi İslâmiyet içine ve emniyet-i tâmme vaz’edilmesine delâlet ve ihbar eder. Aynen haber verdiği gibi vukua gelmiştir.[SUB]8[/SUB][/BILGI]

Soru 6: Emniyet-i mutlaka ne demek açıklar mısınız?

Mesela birinci sözde bir örnek var "Bir adam gelip bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevketti ve cebren işlerde çalıştırdı.." İşte o örnekteki asker yüzler belki binler bir kişiye karşı hiç canından ve malından korkmadan devlete kaydolmasıyla onu muhafaza ve müdaafa edeceği anlaşılıyor. İşte burada emniyet söz konusudur. Lakin bu emniyet sadece o devletin sınırları ve kanunları içerisinde geçerlidir.

Ama emniyet-i mutlaka da ise Allah'ın emniyet vermesi vardır ki, Allah'ın kanunları ise bütün kainatta geçerli olacağından ondan daha üstün emniyet verici ondan daha üstün herşeye kadir olan olamaz. İşte bu meselede Allah müjde ve haber veriyor:

“Yakın bir zamanda, hiç havf hissedilmezken Kâbeyi tavaf edeceksiniz” ihbarıyla, Ceziretü’l-Arabı itaat altına ve bütün Kureyşi İslâmiyet içine ve emniyet-i tâmme vaz’edilmesine delâlet ve ihbar eder. Aynen haber verdiği gibi vukua gelmiştir.
 

faris

Well-known member
[BILGI]DÖRDÜNCÜSÜ


هُوَ الَّذِۤى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ 9


kemâl-i kat’iyetle ihbar ediyor ki, “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği din, umum dinlere galebe çalacak.” Halbuki, o zamanda yüzer milyon tebaası bulunan Nasârâ ve Yahudi ve Mecusî dinleri ve Roma, Çin ve İran hükûmeti gibi yüzer milyon tebaası bulunan cihangir devletlerin edyân-ı resmîleri iken, kendi küçük kabilesine karşı tam galebe edemeyen bir vaziyette bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği din, umum dinlere galip ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbar ediyor. Hem gayet vuzuh ve kat’iyetle ihbar ediyor. İstikbal, o haber-i gaybîyi, Bahr-i Muhit-i Şarkîden Bahr-i Muhit-i Garbîye kadar İslâm kılıcının uzamasıyla tasdik etmiştir.[/BILGI]


Soru 7: Galebe Çalmak ifadesi ile anlatılmak istenilen maksad nedir?

Galebe çalmak kelime olarak, galib olmak üstün gelmek olsa da, bu galibiyet ve üstünlük her yönde verilecek bir mücadele ile görülecek ve elde edilecek ifadesini anlamak mümkündür. Nitekim İslamiyet yeni doğduğunda hakikatleri güneş gibi parlak olsa da insanlık tarafından hemen kabul edilmemiş diğer dinlerden üstünlüğünün anlaşılması üzerine kabul edilmiştir..

Burada ki ince husus ise müminlere sabrı ve müjdeyi haber vererek motive etmektedir. Nasıl ki bu ayeti kerime hem o zamana bakarak sahabe-i kiramı endişe içinde bırakmadan motive ediyor ise bugün günümüzde dahi Müslümanları motive etmektedir..

Soru 8: O zamanlarda dünya nüfusu iki yüz milyon muydu?

Risale-i Nur, Kur'anı Kerimin tefsiri olduğu için diğer müsbet ilimlere bakışı tebeidir yani o ilme ait meseleyi ifade ederken bilimsel verilere değil yüzeysel ifadeleri kullanmaktadır. Mesela Ustad Bediüzzaman o zamanın nüfusu için trilyon dese belki hata edecek hoş o ilim ile meşgul olmadığı için hata etse dahi hesaba çekilmez, çünkü onun ilmi sahası değil ki hesaba çekilsin.

Her neyse işte o zamanın şartlarına nüfusuna en uygun astronomik rakam bir milyon ya da yüz milyon olabilmektedir, onun için risale-i nurda bu rakamların hepsini içine alacak yüzer milyon ifadesini kullanmaktadır..
 

teblið

Vefasýz
SORU;Hz. Muhammed a.s.v. hem kainatın efendisi hem de Allah'ın habibi olmasına rağmen neden sahabeleri müşrikler karşısında Uhud ve Huneynde mağlub olmuşlardır?

Dersimizdeki sorulara bakınırken ,yüreğime en çok dokunan bam telimi sızlatan bu soruya değinmek istedim..Her müslümanın mahsunlaştığı ve hüzünlendiği bir konu mutlaka vardır ..Benim de Efendimizin(sav) hayatında en çok etkiliyen konulardan biri uhudun kaybı..Peş peşe acılar deryası uhud.Medinede ki günlerim ve uhud gözümün önüne geldi ..Uhudun mahsunluğu uhudun yanlızlığı uhudun şanlı şerefli şehidleri..Ve uhudun mubarekliği..fendimizin de (sav) dediği gibi BİZ UHUDU SEVERİZ UHUD BİZİ SEVER..

nEDEN KAYBEDİLDİ UHUD????

OKUDUĞUM TÜM KİTAPLARDA ;özetle şöyle diyebilirim :Analadığım kadarıyla ;

Müslümanlar, bu savasta birinci safhada üstünlük saglamislar, gaflet ve dikkatsizlik neticesinde ikinci safhada ilahî bir imtihana ugratilarak maglubiyet acisi kendilerine tattirilmis,
 

faris

Well-known member
[BILGI]

BEŞİNCİSİ


مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ اَشِدَّاۤءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاۤءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا [SUB]10 [/SUB]ilâ âhir. Şu âyetin başı, Sahabelerin enbiyadan sonra nev-i beşer içinde en mümtaz olduklarına sebep olan secâyâ-yı âliye ve mezâyâ-yı galiyeyi haber vermekle, mânâ-yı sarihiyle, tabakat-ı Sahabenin istikbalde muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtaz has sıfatlarını ifade etmekle beraber, mânâ-yı işarîsiyle, ehl-i tahkikçe vefat-ı Nebevîden sonra makamına geçecek Hulefâ-i Râşidîne hilâfet tertibiyle işaret edip, herbirisinin en meşhur medar-ı imtiyazları olan sıfât-ı hassayı dahi haber veriyor.[SUB]11[/SUB] Şöyle ki:


[SUB]12[/SUB] وَالَّذِينَ مَعَهُ maiyet-i mahsusa ve sohbet-i hassa ile ve en evvel vefat ederek yine maiyetine girmekle meşhur ve mümtaz olan Hazret-i Sıddık’ı gösterdiği gibi, [SUB]13[/SUB]اَشِدَّاۤءُ عَلَى الْكُفَّارِ ile, istikbalde küre-i arzın devletlerini fütuhâtıyla titretecek ve adaletiyle zalimlere sâika gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer’i gösterir. Ve [SUB]14[/SUB] رُحَمَاۤءُ بَيْنَهُمْ ile, istikbalde en mühim bir fitnenin vukuu hazırlanırken, kemâl-i merhamet ve şefkatinden, İslâmlar içinde kan dökülmemek için ruhunu feda edip teslim-i nefis ederek Kur’ân okurken mazlumen şehid olmasını tercih eden Hazret-i Osman’ı da haber verdiği gibi;


[SUB]15[/SUB] تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللهِ وَرِضْوَانًا


saltanat ve hilâfete kemâl-i liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde ve kemâl-i zühd ve ibadet ve fakr ve iktisadı ihtiyar eden ve rükû ve sücudda devamı ve kesreti herkesçe musaddak olan Hazret-i Ali’nin (r.a.) istikbaldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harpleriyle mes’ul olmadığını ve niyeti ve matlubu fazl-ı İlâhî olduğunu haber veriyor.

[/BILGI]

Soru 9: Beşincisi diye açıklanan ayeti kerimenin tefsirinde dört büyük halifenin mana-yı işarisiyle ifade edilmiş. Acaba sahabe-i kiram bu hususa dikkat edememişlermi ki halifelerin seçiminde anlaşmazlıklar ve savaşlar olmuştur?


Bu hususta izah edilmesi gereken bir kaç mesele vardır:

Öncelikle şu hususu çok iyi ayırt etmeliyiz dört büyük halife arasında bir çekişme ve ihtilaf olmamış meşru bir şekilde seçilmelerinden sonra diğer sahabe efendilerimizde gönül rızasıyla kabul etmişlerdir. Sonrasında vuku bulan hadiseler nifak ve içtihad farklılıklarından ortaya çıkmıştır. Mesela Hz. Ali r.a. döneminde cemel ve sıffin gibi vakıalar içtihad farklılıklarından ortaya çıkmıştır. Ve buna benzer diğer meseleler nifak ile vukuu bulmuştur.

Sahabe-i Kiram efendilerimizin ise ayet-i kerimelerin içindeki gizli meseleleri göremediğine dair bir delil bulunmamakla beraber, böyle sırları keşfetmemeleri onların makamların ve faziletlerini eksiltmeyecektir. Burada akla acaba bu alimler, sahabeden daha mı üstün meselesi gelebilir. Bunu Ustad Bediüzzaman Yirmiyedinci Sözün Zeylinde çok net izah etmekte kısaca:

[NOT]Elcevab: Enbiyadan sonra nev'-i beşerin en efdali sahabe olduğu, Ehl-i Sünnet ve Cemaatın icmaı bir hüccet-i katıadır ki; o rivayetlerin sahih kısmı, fazilet-i cüz'iye hakkındadır. Çünki cüz'î fazilette ve hususî bir kemalde, mercuh racihe tereccuh edebilir. Sözler ( 489 )
[/NOT]

Yani genel veya bazı kaidelerde alimler sahabelerden sadece o noktalarda daha üstün olabilirler. Mesela Abdulkadiri Geylani gibi mübareklerin yüzbinlere ulaşan talebeleri olmuşken, sahabe efendilerimizin bir çoğunun bir kaç talebesi olmuştur. Bunun gibi hususi noktalarda üstün olmak genel olarak üstünlük sağlamaz.

Bir diğer husus ise dört büyük halifenin sırası sadece ayet-i kerimede değil hadis-i şeriflerde de çok açık olarak ifade edilmiştir. Mesela Ustad Bediüzzamandan önce bazı alimler bu konuyla alakalı eserler telif etmiştir. Ustad Bediüzzaman da bu keşfi ayet-i kerime ile ifade etmektedir..
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
[BILGI]ALTINCISI


[SUB]16[/SUB] ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ fıkrası, iki cihetle ihbar-ı gaybîdir.


BİRİNCİSİ: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gibi ümmî bir zâta nisbeten gayb hükmünde olan Tevrat‘taki evsâf-ı Sahabeyi haber veriyor.


Evet, Tevrat‘ta, On Dokuzuncu Mektupta beyan edildiği gibi, âhirzamanda gelecek Peygamberin Sahabeleri hakkında Tevrat‘ta bu fıkra var: “Kudsîlerin bayrakları beraberlerindedir.”[SUB]17[/SUB] Yani, onun Sahabeleri ehl-i taat ve ibadet ve ehl‑i salâhat ve velâyettirler ki, o vasıfları “kudsîler,” yani “mukaddes” tabiriyle ifade etmiştir.Tevrat‘ın pek çok ayrı ayrı lisanlara tercüme edilmesi vasıtasıyla o kadar tahrifat olduğu halde, şu Sûre-i Feth’in مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ [SUB]18[/SUB] hükmünü müteaddit âyâtıyla tasdik ediyor.


İKİNCİ CİHET ihbar-ı gaybî şudur ki: مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ fıkrasıyla ihbar ediyor ki, “Sahabeler ve Tâbiînler, ibadette öyle bir dereceye gelecekler ki, ruhlarındaki nuraniyet yüzlerinde parlayacak ve cephelerinde kesret-i sücuddan hâsıl olan bir hâtem-i velâyet nev’inde, alınlarında sikkeler görünecek.”


Evet, istikbal bunu vuzuhla ve kat’iyetle, parlak bir surette ispat etmiştir. Evet, o kadar acip fitneler ve dağdağa-i siyaset içinde, gece ve gündüzde Zeynelâbidin gibi bin rekât namaz kılan ve Tâus-u Yemenî gibi kırk sene yatsı abdestiyle sabah namazını edâ eden[SUB]19[/SUB] çok mühim pek çok zatlar مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ sırrını göstermişlerdir.
[/BILGI]


Soru 10:
Kur'an-ı Kerimin nazil olmasıyla hükmü kalkan Tevrat ve İncilden neden örnek verilmiştir?

O dönemde başta müşrikler olmak üzere yahudi ve hristiyanlar, Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın Kur'an-ı Kerimi kendi uydurduğunu ilahi ve kutsal bir kitap olmadıklarını iftiralı bir şekilde ifade ediyorlardı. Hatta halkları ondan soğutmak için toplandıklarında bir çok senaryolar üretmişler bu senaryolara o zaman müşriklerden olan bir müşrik hep itiraz ederek biz böyle söylersek halkın gözünde yalancı oluruz diye ifade de bulunmuşlar neticede ortaklaşa olarak kalbleri kabul etmediği halde sihirbaz olduğunu ifade etmişler. Hatta bu meseleyi Müddesir Süresinde beyan edilmektedir. İşte Ustad Bediüzzaman'ın çok kısa bir cevap ile bütün bu iftiraları çürütmüştür. Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın ümmi olması yani hiç okumamış ve yazmamış olması O a.s.v.'ın Tevrat ve İncildeki hakikatleri O a.s.v'a bir bildiren ilah olmadıkça nasıl bilebilirdi?

Burada akla hemen gelebilir bir yahudi veya hristiyandan duymuştur diye: Müşriklerin en çok zorlandığı ise O a.s.v.'a yalancılık istinadında bulundukları halde kendileri dahi inanmıyorlardı. Çünkü başta kendi kavmince El-Emin ünvanı verilmiş ve hayatı boyunca hiç yalan söylediğine bir şahit dahi çıkmamış. Eğer denildiği gibi bir yahudi veya hristiyandan duymuş olsaydı. Kendi dinlerinin kudsiyetini savunmak isteyenler elbette hemen bunu söyleyecek ve yayarak Kainatın Efendisi a.s.v.'ı yalanlayacaklardı..

Birde burada bir başka hususu var ki Tevrat ve İncil tahrif edildiği halde içinde bulunan bu meselelere dair insanlar arasında Sahabe-i Kiramdan başka bir topluluğu anlatmadığı çok açık ve nettir.

 

faris

Well-known member
[NOT]BİRİNCİSİ: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gibi ümmî bir zâta nisbeten gayb hükmünde olan Tevrat‘taki evsâf-ı Sahabeyi haber veriyor.

....

BİRİNCİSİ:
Nebiyy-i Ümmîye nisbeten gayb hükmünde olan İncil’in Sahabeler hakkındaki ihbarını ihbardır.[/NOT]



Soru 11:
Peygamber Efendimizi s.a.v.'ın ümmi olmasından neden söz edilmiştir?

O dönemin müşrikleri Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın getirdiği Kur'anî hakikatleri O'nun uydurduğunu ileri sürmekteydiler. Halbuki kendileri dahi biliyorlardı ki O ne okuma nede yazma biliyordu. Birde kavimleri içe kapalı bir kavimdi yani diğer dinlerle kültürel bir etkileşim yoktu. Hali ile hiç okumamış ve yazmamış, yazma ve okuma bilmeyen bir zatın böyle mücize bir kitabı kendi uydurması beklenmediği gibi söylentilerden etkilenmiş olması da düşünülemez.

Kur'an-ı Kerime baktığımız zaman onun içindeki hakikatlerin yayılmış söylentilerden çok uzak geçmişten verdiği haberlerde her detayı sadık ve kesin malumatın bulunması onun Allah kelamı olduğunun bir delilidir. Mesela Habeş Kralı Necaşi'den müşrikler sahabe efendilerimizi istemeye gittiklerinde, Sahabe-i Kiramdan Hz. Cafer r.a.'ın Kur'an-ı Kerimden Hz. İsa a.s. ve Hz Meryem'e dair okuduğu ayeti kerimeler neticesinde Habeş Kralı Necaşi bunların doğru olduğunu tasdik etmesi Kur'an-ı Kerimin; Allah kelamından başka kelam olmadığının bir delilidir.

Risale-i Nur'da Ustad Bediüzzaman bu meseleyi şöyle ifade etmekte :

[BILGI]Birinci Şavk:

Maziye ait ihbarat-ı gaybiyesidir.

Evet, Kur'an-ı Hakîm bil'ittifak ümmi ve emin bir Zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem'den tâ Asr-ı Saadete kadar enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitabların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor.

Kütüb-ü Sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilaf ettikleri bahislerde, musahhihane hakikat-ı vakıayı faslediyor.


Demek Kur'anın nazar-ı gayb-bînisi, o Kütüb-ü Sâlifenin umumunun fevkınde ahval-i maziyeyi görüyor ki, ittifakî mes'elelerde musaddıkane onları tezkiye ediyor. İhtilafî mes'elelerde musahhihane onlara faysal oluyor.

Halbuki Kur'anın vukuat ve ahval-i maziyeye dair ihbaratı aklî bir iş değil ki, akıl ile ihbar edilsin. Belki, semaa mütevakkıf nakildir. Nakil ise, kıraat ve kitabet ehline mahsustur. Dost ve düşmanın ittifakıyla kıraatsız, kitabetsiz, emanetle maruf, ümmi lâkabıyla mevsuf bir zâta nüzul ediyor.

Hem o ahval-i maziyeyi öyle bir surette ihbar eder ki, bütün o ahvali görür gibi bahseder. Çünki uzun bir hâdisenin ukde-i hayatiyesini ve ruhunu alır, maksadına mukaddeme yapar. Demek Kur'andaki fezlekeler, hülâsalar gösteriyor ki, bu hülâsa ve fezlekeyi gösteren, bütün maziyi bütün ahvali ile görüyor.

Zira bir zâtın bir fende veya bir san'atta mütehassıs olduğu; hülâsalı bir sözle, fezlekeli bir san'atçıkla, o şahısların meharet ve melekelerini gösterdiği gibi, Kur'anda zikrolunan vukuatın hülâsaları ve ruhları gösteriyor ki, onları söyleyen, bütün vukuatı ihata etmiş, görüyor, (tabir caiz ise) bir meharet-i fevkalâde ile ihbar ediyor.

Sözler ( 404 - 405 )[/BILGI]
 

faris

Well-known member
[BILGI]Evet, İncil’de, âhirzamanda gelecek Peygamberin (a.s.m.) vasfında [SUB]21[/SUB] مَعَهُ قَضِيبٌ مِنْ حَدِيدٍ وَ اُمَّتُهُ كَذَلِكَ gibi âyetler var. Yani, Hazret-i İsâ (a.s.) gibi kılıçsız değil, belki sahibüsseyf bir Peygamber gelecek, cihada memur olacak ve onun Sahabeleri dahi kılıçlı ve cihada memur olacaklardır. O kadîb-i hadid sahibi, Reis-i Âlem olacak. Çünkü, İncil’in bir yerinde der: “Ben gidiyorum, tâ Âlemin Reisi (a.s.m.) gelsin.”[SUB]22[/SUB] Yani, Âlemin Reisi geliyor.

Dipnot-21 “Onun demirden bir asâsı, yani kılıcı olacak ve onunla savaşacak. Ümmeti de onun gibi olacak.” Nebhânî, Hüccetullah ale’l-Âlemîn: 99:114.
Dipnot-22 Kitâb-ı Mukaddes (Türkçe tercüme), Yeni Ahid, Yuhanna, Bab: 16 Âyet: 7; el-Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye: 1:214.
[/BILGI]


Soru 12: Hz. İsa a.s.'ın kılıçsız olması Hz. Muhammed s.a.v. efendimizin kılıçlı olması hususunu açıklar mısınız?

Öncelikle burada iki hususun altını çizmemiz gerekecek. Birincisi Kılıç, ikincisi cihad. Kılıçtan maksadın siyasi ve askeri gücün olması cihaddan maksad ise dahilde manevi hariçte ise maddi ve manevi mücadele olarak anlamalıyız.

Ustad Bediüzzaman Cihad Meselesini şu şekilde ifade etmektedir:

[BILGI]
Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve Küre-i Arz ve nev'-i beşer dairesinden tut.. tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasib- vazifeler bulunabilir.

Asa-yı Musa ( 20 )


İttihadın hedefi ve maksadı i'lâ-yı Kelimetullah ve mesleği de kendi nefsiyle cihad-ı ekber ve başkalarını irşaddır.

Hutbe-i Şamiye ( 95 )


Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekber ile mükelleftir.

Divan-ı Harb-i Örfi ( 55 )
[/BILGI]


İşte bu sebeble Cihadı sadece düşmanla muharebe etmek seviyesine indirgemek çok büyük hata olacaktır. En küçük daireden en büyük daireye kadar çeşitli cihadlar bulunmaktadır.

Harb olarak anlaşılan cihadı ise islam alimleri küçük cihad olarak ele alarak bunun ise ancak devlet ve ordu eliyle olabileceğini ifade etmektedirler. Şayet devlet ve ordu islam adına değilse bunada cihad denilmez.


Nitekim Hz. İsa a.s. ile Asr-ı Saadet dönemine baktığımızda Hz. İsa a.s.'ın ne siyasi nede askeri bir güce kavuştuğunu göremediğimiz gibi bir ordu ve devlette kuramamıştır. Dolayısıyla İncildeki o ayetlerin haber verdiği peygamber ve sahabesi ancak Resulu Zişan a.s.v. ve Ashab-ı Kiramdan başkası olamayacağı ortadadır.
 
Z

Zübeyir Güleryüz

Misafir
Soru 13: "kılıçlarıyla nev-i beşeri kendilerine musahhar edip, reisleri olan Peygamberin (a.s.m.) ise âleme reis olduğunu ispat edecekler" meselesini nasıl anlayabiliriz? Çünkü kılıç zoruyla ve savaş ile birşeyleri elde etmek doğru mudur?

İslamiyetin doğuşu ve yayılışından hicretin ilk yıllarına kadar müslümanlar bir çok zulüm ve şiddete maruz kalmakla beraber çok işkencelerde görmüşlerdir. Hatta memleketlerinden hicret etmek zorunda kalmışlardır bu kadar uzun bir süre boyunca ne kafirler ile nede müşrikler ile ne harb edilmiş ne de mukavvamet gösterilmiş. Ta ki müşriklerin peygamber efendimiz a.s.v. ve sahabelerini ve getirdiği islamiyeti ortadan kaldırmak için hepsini öldürmek istemelerine kadar, buna mukabil elbette müslümanların güçlenmesi ve onlarla mücadele edebilmesi gerekmektedir. Bütün yapılan seriye, gaza, sefer ve harblere baktığımızda her daim müslümanlar zalimler ile mücadele etmiş masumlara, çocuklara, kadınlara ve yaşlılara merhamet göstermişler.

İslam tarihine baktığımızda görüyoruz ki gerek Asr-ı Saadet döneminde gerek ise sonraki dönemlerde müslümanlar harb etmeyi en son seçenek olarak bırakmışlar ve her daim öncelikli olarak islama davet etmişlerdir. Bu meseleyi Ziya Paşanın beyitleri çok güzel izah etmekte : "Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir. Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir."

"İslâm orduları Suriye'yi fethettikleri, yahut muzaffer bayraklarını Afrika'ya diktikleri, yahut Karadeniz'e vardıkları zaman, Kur'an hep beraberlerinde idi. Bundan dolayıdır ki, Müslümanlar fethettikleri memleketlerde mezalim irtikâb etmemişler ve bir millete Müslümanlığı kabul ettirmek için onu kılıçtan geçirmemişlerdir." (Bolinson)

Son olarak Bediüzzaman r.a.'ın şu tesbiti meseleyi özetlemektedir :

"Aç canavara karşı tahabbüb; merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister. Mektubat ( 471 )"
 
Üst