Risale-i Nur Soru Cevap 19 : Üçüncü Lem'a (Üçüncü Bölüm)

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Bismillahirrahmanirrahim

Beraber anlamak ümidiyle kardeşlerimiz çekinmeden istifadelerini paylaşabilirler.. Anlaşılmayan hususlar sorulabilir.

[BILGI]
ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Şu dünyada zamanın fenâ ve zevâl-i eşyadaki tesiratı gayet muhteliftir. Ve mevcudat ise, mütedahil daireler gibi birbiri içinde iken, hükümleri zeval noktasında ayrı ayrı oluyor.

Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zâhiren birbirine benzer, fakat sür’atte birbirine muhaliftir. Öyle de, insandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir. Meselâ, cismin bekàsı, hayatı, vücudu, bulunduğu bir gün, belki bir saat olduğu ve mazi ve müstakbeli mâdum ve meyyit bulunduğu halde, kalbin hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar daire-i vücudu ve hayatı geniştir. Ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i hayatına ve vücuduna dahildir.

İşte bu istidada binaen, hayat-ı kalbî ve ruhîye medar olan marifet-i İlâhiye ve muhabbet-i Rabbâniye ve ubudiyet-i Sübhâniye ve marziyât-ı Rahmâniye cihetiyle, bu dünyadaki fâni ömür, bâki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve bâki bir ömrü intaç eder ve bâki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer.
blank.gif
1

Evet, Bâkî-i Hakikînin muhabbet, marifet, rızası yolunda bir saniye, bir senedir. Eğer Onun yolunda olmazsa, bir sene bir saniyedir. Belki Onun yolunda bir saniye lâyemuttur, çok senelerdir. Ve dünya cihetinde ehl-i gafletin yüz senesi bir saniye hükmüne geçer.

Meşhur böyle bir söz var ki, سِنَةُ الْفِرَاقِ سَنَةٌ وَسَنَةُ الْوِصَالِ سِنَةٌ Yani, “Firâkın bir saniyesi bir sene kadar uzundur ve visâlin bir senesi bir saniye kadar kısadır.” Ben bu fıkranın bütün bütün aksine diyorum ki:

Visal, yani, Bâkî-i Zülcelâlin rızası dairesinde livechillâh bir saniye visal, değil yalnız böyle bir sene, belki daimî bir pencere-i visaldir. Gaflet ve dalâlet firâkı içinde değil bir sene, belki bin sene, bir saniye hükmündedir. O sözden daha meşhur şu söz var:

اَرْضُ الْفَلاَةِ مَعَ اْلاَعْدَاۤءِ فِنْجَانٌ سَمُّ الْخِيَاطِ مَعَ اْلاَحْبَابِ مَيْدَانٌ
blank.gif
2

hükmümüzü teyid ediyor.

Meşhur evvelki sözün sahih bir mânâsı budur ki: Fâni mevcudatın visâli madem fânidir; ne kadar uzun da olsa yine kısa hükmündedir. Senesi bir saniye gibi geçer, hasretli bir hayal ve esefli bir rüya olur. Bekàyı isteyen kalb-i insanî bir sene visalde, yalnız bir saniyecikte ancak zerre gibi bir zevkini alabilir. Firak ise, saniyesi bir sene değil, senelerdir. Çünkü firâkın meydanı geniştir. Bekàyı isteyen bir kalbe, firak, çendan bir saniye de olsa, seneler kadar tahribat yapar. Çünkü hadsiz firakları ihtar eder. Maddî ve süflî muhabbetler için bütün mazi ve müstakbel firakla doludur.

Şu mesele münasebetiyle deriz: Ey insanlar! Fâni, kısa, faydasız ömrünüzü bâki, uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır; Bâkî-i Hakikînin yoluna sarf ediniz. Çünkü Bâkîye müteveccih olan şey, bekànıncilvesine mazhar olur.

Dipnot-1
bk. Tevbe Sûresi, 9:111.

Dipnot-2
Düşmanla beraber sahrâ, bir fincan kadar dar; ahbapla beraber iğne deliği, bir meydan kadar geniştir. bk. İbnü’l-Cevzî, el-Müdhiş: 1:385; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 2:246.

[/BILGI]

[DIKKAT]Soru 1: "Öyle de, insandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir." hakikatini Bediüzzaman Said Nursi r.a. nasıl açıklamaktadır?

Soru 2:Bu dünyadaki fani ömür baki bir ömrü nasıl tazammun eder?

Soru 3: Bir saniye nasıl bir sene ve bir sene nasıl bir saniye olabilir? Bu kıyaslama ile anlatılmak istenileni açıklar mısınız?

Soru 4: Visal ve Firakı açıklar mısınız?

Soru 5: Fani faydasız kısa ömrümüzü nasıl baki faydalı ve meyvedar yapabiliriz?[/DIKKAT]
 

akna

Well-known member
Saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı, saati ve günleri sayan daireleri görünüşte birbirine benzer. Fakat aslında birbirlerinden farklıdırlar. Herbirini birbiri içinde daireler olarak düşünürsek, dakikanın bir kere dairesini tamamlayabilmesi için, saniyenin 60 kez dairesini tamamlamış olması lazımdır.

İşte bunun gibi insandaki beden, nefs, kalb ve ruh daireleride birbirleri ile alakadar ve iç içe daireler gibidirler. Ama aslında mütefavittir yani farklı farklı, birbirlerinden ayrıdır. 1 saatin dairesinin tamamlandığı zaman diliminde, saniyenin dairesinin 3600 kez tamamlanması gibi, ceset için 1 gün, kalb için yılları tazammun edebilir. Yani kalb, içinde bulunduğumuz hazır günden, yıllar öncesine ya da yıllar sonrasına gidebilir. Ya da kişinin hayatı boyunca yaşadığı duyguları içinde barındırıp, hazır güne taşıyabilir. Aynı durum ruh ve nefs içinde söz konusu olabilir. Cismaniyetin, içinde sınırlı bulunduğu yarım saatçik bir zaman diliminde yapılan tefekkür ruha sanki yıllarca ibadet ediyormuş gibi lezzet verebilir. Ya da tam tersi aynı kısıtlı zamanda emmare olan nefsine uyarak, yıllardır işlediği tüm günahlardan daha da zarara girip, zillete düşebilir kişi.

6.Söz’de de izah edildiği üzere, Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sayısız cihazat ve istidadı O’na satarak, rızası doğrultusunda kullanarak, o fani ve yok olmaya mahkum istidatlar, bekaya kalbeder, lezzetli birer nimet halini alarak bir nevi ölümsüzleşir. Ya da tam tersi yaradılış amacına zıt kullanılarak, ebedi bir mücazat ile karşı karşıya kalmak da mümkün.

“Kalbler ancak Allah’ı cc anmakla mutmain olur” buyuruyor Cenab-ı Hakk. Nefs ise Allah’ı tanımak için verilmiş insana. Ne kadar kötülesek, ya da kötüye kullansakta çok ulvi bir vazifesi var aslında. Ruh deseniz zaten buraya ait değil, dünya hayatında gurbette olduğu için hassasiyet istiyor, dünyanın yalancı ve zeval yüzünde boğulmamak için ibadete, tefekküre çok muhtaç. Tüm bu istidatları kullanarak, Cenab-ı Hakkı cc tanımakla, sevmekle, O’nun bize nasip ettiklerine teslim olmakla, her arzumuzu O’ndan istemekle, her müşkülümüzde O’na iltica etmekle, kısacık, fani bir ömür, ölümsüzleşir, beka bulur. Ruhun ve kalbin hayat kaynağı budur.

“Ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekaya karşı arzusunu tatmin etmeyen,
Ve ona ihsanlar eden Zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu'cize-i kudret-i Samedâniye ve bir acûbe-i hilkat
Ve Kainatı içine alan ve ebede gitmek için yaratıldığına bütün cihazat-ı insaniyesi şehadet eden..”

Yani aslında kişi iman etsin ya da etmesin, farkında olsun ya da olmasın fıtrata öyle bir beka arzusu konmuşki, hiçbirşey insanı tatmin etmiyor ve dil söylemese de zerreler beka için her vakit niyazda. Bu ise ancak Baki-i Hakikiyi bulmak ile mümkün.
 

pendüender

Well-known member
Selamunaleyküm

Visal ve Firak'tan naçizane bana göre çıkarttığım sonuç;

“Ey Rasulüm! Onlara o vakti hatırlat, hani Rabbin, Ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? dedi Onlar da: Evet, sen bizim Rabbimizsin dediler (Onlarla birlikte Biz ve meleklerimiz buna) şahitlik ettik ki, kıyamet günü: Biz bundan gafildik, haberimiz yoktu demeyesiniz Yahut, bizden önce babalarımız Allah’a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik; onların izinden gittik Batıla dalanların yüzünden bizi helak mi edeceksin? şeklinde küfrünüze mazeret ileri sürmeyesiniz diye böyle yaptık” (A’raf/172-173) Evet BEZM-İ ELEST LE yemin ettik ,sonra dünyaya getirildik ki bu Firak tır.Visal ise ruhun bedendeki tutsaklığından kurtulması (Mevlana Hz leri buna Şeb-i Ruz der)ve Ruz-ı Mahşerdeki büyük buluşma iledir.
 

murmur

Yeni Üye
“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktizâ eder... ve yukarıda da ifade ettiği gibi : hayat-ı kalbî ve ruhîye medar olan marifet-i İlâhiye ve muhabbet-i Rabbâniye ve ubudiyet-i Sübhâniye ve marziyât-ı Rahmâniye cihetiyle, bu dünyadaki fâni ömür, bâki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve bâki bir ömrü intaç eder ve bâki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer.
 

teblið

Vefasýz
Soru 5: Fani faydasız kısa ömrümüzü nasıl baki faydalı ve meyvedar yapabiliriz?

Zaman en kıymetli sermayedir. Ömür sermayemiz gidiyor. Rüzgâr gibi uçuyor, su gibi akıyor. İnsan ise bu dünyaya yalnız güzel yaşamak, rahat ve safa ile ömür geçirmek için geldiğini sanıyor, aldanıyor.

Halbuki ömür sermayesiyle burada âhiret ticareti yapmak, ebedî ve daimî bir hayatın saadeti için çalışmak lâzımdır. İnsanın dünya pazarına gönderiliş gayesi budur. Elimizdeki ömür sermayesi bunun için verilmiştir.

Bilirsiniz ki: "İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder."

Cenab-ı Hak yoktan var ettiği ve dünyaya ticaret için gönderdiği insana her iki hayatı kazanmak için kısa fakat çok kıymetli bir ömür vermiştir. İnsan çok kere o sermayenin kıymetini bilmediği ve gaflet ettiği için tamamım bu fânî ve geçici hayata sarfediyor.

Halbuki ömrün, zamanın en az onda birini dünya hayatına, dokuzunu sonsuz hayata sarfetmek gerektir.


 

faris

Well-known member
Soru 3: Bir saniye nasıl bir sene ve bir sene nasıl bir saniye olabilir? Bu kıyaslama ile anlatılmak istenileni açıklar mısınız?


“Rüyada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun. Eğer o saatte o işlere bedel Kuran okumuş olsa idin birkaç hatim okumuş olurdun. Bu hâlet, evliya için hâlet-i yakazada inkişaf eder. Mesele ruhun dairesine yaklaşır. Ruh zaten zaman ile mukayyet değildir. Ruhu cismâniyetine galip olan evliyanın işleri, fiilleri, sürat-ı ruh mîzanıyla cereyan eder.” ( Mesnevî-i Nuriye)

Rabbi rahimim dağlarla yeryüzünü genişlettiği gibi kabarcıklarlada mideyi genişletebilmekte hatta akciğer açılsa 250 metrekarelik yer kapladığı bilinmekte. Cenabı Hak böyle mekan içinde mekan yaratırken elbette zaman içinde zamanda yaratabilir. Ve zaman denilen mesele her bir mevcud için ayrı ayrıdır.

Dünyamızdaki zaman kavramı dünyanın kendi yörüngesinde bir tur atmasıyla bir gün güneş etrafında tur atmasıyla mevsimler ve yıllar ve ayın dünya etrafında dönmesiylede aylar oluşmakta halbuki başka galaksilerde bu zaman kavramı daha farklı mesele yeni tespit edilen bir galakside bizim bir yılımızın tamamlanması için gereken güneşin etrafındaki bir tur dönüş bizim zamanımıza göre o galakside 2.5 saate tekabül etmekte..

İşte zamanın böyle farklı farklı boyutları bulunduğu bilim ile dahi sabit iken Allahın kainatta sergilediği bu mucizeyi, ruhu cesedine galip gelmiş bir sevgili kulunda da gösterebilir.

Mesela Peygamberimiz a.s.v. efendimizin mirac hadisesinin bir kaç dakikada cereyan etmesi..

Mesela rüya halinde saniyelerin saatler kadar sürmesi..

Mesela bazı evliyaların bir dakika gibi bir zamanda Kur'anı Kerimi hatmetleri..

Mesela Ustadımız Bediüzzamanın iki cuma gününde hapishane gibi bir ortamda ki bu eserlerin yazılmaması için hapsedildiği bir ortamda iken Asayı Musa gibi bir eserin yazılması ve sair risalelerin çok kısa zamanlar yazılması..
 

pendüender

Well-known member
İnsanoğlunun bulunduğu çevresini daraltması ve genişletmesi,Fani faydasız kısa ömrünü baki faydalı ve meyvedar yapabilmesi için evvela kendi ruhunu beslemesi ve ona bir lugat hazırlaması evla olacaktır.

Peki ne olacak bu lügatta?

Cevap yine Kur'an ı Azimüşşandan gelecektir:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir. (HADÎD suresi 20. ayet)

Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi! (ANKEBÛT suresi 64. ayet)

Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? (EN'ÂM suresi 32. ayet)

Tüm bu ayetler yukarıdaki düşüncemizi tasdiklerken Yüce Yaradanımızın Cömertliği ,kuluna Kasas Suresi 77.Ayetinde şöyle bir uyarıda da bulunur."Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma.”

Evet bu dünya hayatını bir Matemetik denklemine benzetecek olursak, ki bu denklemde sana ,çıkarma ve toplama işlemleri yaparsan sonuca ulaşacak ve zamandan tasarruf ederek sonuca ulaşırsın denilmiş ise o yolun kullanılması elbet evla olanı olacaktır.Aksi halde bölme çarpma işlemleri ile uğraşıp yok ben bunu farklı yollardan çözebilirim benim aklım kudretim buna yeter dendiği anda zarar ve ziyandan kurtuluşun olmayacağı da aşikar olacaktır.Bu durumdan da kurtulmanın yolu kulun acziyetinin her an farkında olması kendisine ait olan bineğin yani bedenin etten ve de kemikten olduğunu hatırlaması,ve de nefsin sadece bu et ve kemik yığınına hizmet için ruh ile harp etmesinin farkındalığında olup melek cevherini ön plana çıkartmasıyla asıl olan vücut zuhur edecektir.

Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekaya âşıktır. Ve madem bu fâni ömrü bâki ömre tebdil eden bir çare var ve mânen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek.

İşte o çare budur: Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. Lillâh, livechillâh, lieclillâh rızası dairesinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.

Ey nefsim! Mâdem öyledir, sen dahi kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki:

"Fânîyim, fânî olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem.

Rûhumu Rahmân'a teslim eyledim, gayr istemem.

İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim.

Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.

Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudâtı birden isterim."

YA BAKİ ENTEL BAKİ

(O'dur Baki, O'dur Ezeli ve Ebedi, O'dur Sermedi, O'dur daim, O'dur Matlûb, O'dur Mahbub, O'dur Maksud, O'dur Ma'bud)



 

pendüender

Well-known member
Soru 2:Bu dünyadaki fani ömür baki bir ömrü nasıl tazammun eder?

Dünya hayatı,kişinin sadece ömrü süresince dünyadan aldığı zevk ve tatlardan ibaret bir lezzetler meydanı değildir.Bu lezzetler meydanı, bazen tatlı bazen de son derece acıdır ki ;kişi her iki durumda da bunları neden tattığını farkeyliyor ve bunların hakiki bir sebebinin olduğunu düşünüyor ve ona göre davranıyorsa ve mihnete sabrı nimete şükrü bedeni ve ruhuyla yaşıyorsa kar elde edecektir ki fani ömründe baki ömrün hissedarı olabilsin.Bu da ancak nefsin ıslah edilmesi İlah-i kudretten ihsanını, inayetini ve de rızasını bıkmadan usanmadan talep etmekten geçer.Kalp bu talebi zikr halindeyken o pak suyla yıkanırken nefsin çığlıklarına elbet kulak asılmayacaktır,ve baki olan saadeti bulacaktır.Aksi halini düşünen ve yaşayan yahut yarımyamalak teslimiyette bulunan ve hem dünyalığı hem de baki olanı talep edip ikisini de bir arada götürmeyi yahut idare etmeye çabalayan şahıs mütemadiyen zararda olacaktır.,Çünki bilmelidir ki,nizamlı lezzetler meydanı sebebsiz bir nedenden zuhur etmemiştir,karşılıksız samimiyetsiz sonsuz saadet elde edilmeyecektir.
 

Livza

Well-known member
"Çünkü kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemâl-ı bâkiye mâlik bir Zât'a tevcih etmek için verilmiş." ifadesini açıklar mısınız?

Allah insana kendi cemal ve kemalini sevecek ve fani güzelliklerle tatmin olmayacak genişlikte ve keskinlikte bir kalp vermiştir. İnsanın bu geniş kalbi, ancak ebedi ve solmayan bir güzellik ile tatmin olabilir.

Oysa kainatın ve içindeki bütün güzelliklerin üzerinde fena ve fanilik damgası vardır. Sevdiğimiz o güzellik, ya eskir ya pörsür ya da bize karşılık vermez, verse de bizim meftun olduğumuz o güzellik çabuk söner. Demek bize verilen bu kalp o fena ve fani güzellikler için değil, o fani güzelliklerin kaynağı ve membaı olan ebedi ve solmayan bir güzelliği sevmek için tahsis edilmiştir.

Biz suistimal edip, Allah’a tahsis edilmiş kalbimizi fani mahlukata tevcih edersek, bunun tokadını hem burada, hem ahirette yeriz. Kalbimizdeki bu hastalığı tedavi etmenin yolu ise iman ve tefekkür üzerinde yoğunlaşıp, o güzellikler üzerinde fanilik damgalarını okuyarak, sevgi ve aşkımızı gerçek sahibine tevdi etmektir.

Kainatta aşka (muhabbete) sebep olan üç faktör vardır. Bunlar cemal, kemal ve ihsandır. İnsan bu sebeplerden dolayı aşık olur, ya da birisini sever. Halbuki kainattaki bütün güzellikler, mükemmellikler, ikram ve ihsanların membaı ve esası Allah’ın isim ve sıfatlarıdır.

Kainattaki bütün güzellikleri toplasak, Allah’ın cemali yanında okyanustan bir damla mesabesinde kalır. Üstelik bu güzellik ebedidir. Öyle ise neden damla ile oyalanıp, acı ve elem çekelim, asıl güzellik kaynağına kalbimizi tevcih edip tatmin olmak varken.

Mesela çok susamış bir adam düşünelim. Ağzı susuzluktan kavrulur bir vaziyette iken, bir baraja rast gelir, barajın bendinin bu tarafında toprak üzerinde az bir ıslaklık var, ama arkasında ise nezih ve leziz büyük bir gölet var. Şu şaşkın adam, kavrulmuş ağzını toprak üzerindeki ıslaklığa dayamış, kanmaya çalışıyor. Halbuki arkasında büyük bir gölet var.

İşte biz de sonsuz güzellik sahibi olan Allah varken, gidip ıslaklık mesabesinde fani ve adi güzelliklere kalp dudağımızı yapıştırıp kanmaya çalışıyoruz. Üstelik o güzellikler Allah’ın güzelliğinden zaif ve çok perdelerden geçmiş bir sızıntısı konumundalar. Biz nazarımızı ve kalbimizi o mecazi sevgiliden hakiki sevgiliye, yani Allah’a çevirirsek, hem o beladan kurtuluruz hem de gerçek güzelliği bulmuş oluruz.
sorularlarisale
 
K

Kayýtsýz Kullanýcýlar

Misafir
"Ey insanlar! Fâni, kısa, faydasız ömrünüzü bâki, uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır;"

İstemek insaniyetin iktizasıysa neden çoğu insanlar istemiyor?Bu sözden çıkan netice nedir?İstiyorlarsa neden aksi yönde bir hayat yaşıyor olabilirler?
 

faris

Well-known member
"Ey insanlar! Fâni, kısa, faydasız ömrünüzü bâki, uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır;"

İstemek insaniyetin iktizasıysa neden çoğu insanlar istemiyor?Bu sözden çıkan netice nedir?İstiyorlarsa neden aksi yönde bir hayat yaşıyor olabilirler?

İnsan aklı ve kalbi ile mukayyeddir. Yani akıl ve kalb insanın dairesini büyütebilir, küçültebilir. Bir küçük bahçeyi isteyebileceği gibi bir büyük cennet bahçesini dahi isteyebilir. Çünkü kalbi ve aklı ne ile meşgul ise o kadarını isteyebilecektir. Ustad Bediüzzaman r.a. ise risale-i nurlar ile insanın akıl ve kalb dairesinin istikametini göstermekte ve dairesini genişlettirmektedir. Nitekim bu sözde ise bunu görebilmekteyiz. Bu meseleyi okuyan ehli dünya eğer aklı ve kalbi ölmemiş ise küçük bir bahçeyi bırakıp bir cennet bahçesini istemesi mümkündür..
 
Üst