Risale Açıklamalı 8 - Nev-i Beşerin Uyanışı

Huseyni

Müdavim
Esselamün aleyküm kardeşlerim.

Bir önceki yüzyıl ve içinde bulunduğumuz yüzyıl, dünyanın, tarihinde en çok değişimler geçirdiği bir zaman dilimi olması hasebiyle insanlar üzerindeki etkileri de elbette çok fazladır. Üstad Hazretleri, aşağıdaki sözlerle, dünyada cereyan eden hadiselerin insanoğluna nasıl etki ettiğini ve insanları nasıl bir arayışa ittiğini bizlere ders veriyor. Anladıklarımızı elden geldiği kadar paylaşmaya gayret gösterelim inşaallah.

Baki selam ve dua ile.



[NOT]Evvelâ: Leyle-i Kadîrde kalbe gelen pek uzun ve geniş bir hakikate, pek kısaca bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Nev-i beşer bu son Harb-i Umumînin eşedd-i zulüm ve istibdadıyla
ve merhametsiz tahribatıyla
ve bir düşmanın yüzünden yüzer masumu perişan etmesiyle
ve mağlûpların dehşetli meyusiyetleriyle
ve galiplerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhafaza
ve büyük tahribatlarını tamir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azaplarıyla
ve dünya hayatının bütün bütün fâni ve muvakkat olması
ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünmesiyle
ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidadatın ve mahiyet-i insaniyesinin umumî bir surette dehşetli yaralanmasıyla
edebperest hissiyat-ı bâkiye ve fıtrî aşk-ı insaniyenin heyecan içinde uyanmasıyla
ve gaflet ve dalâletin, en sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla
ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyasetin
rû-yi zeminde pek çirkin, pek gaddârâne hakikî sureti görünmesiyle,
elbette ve elbette, hiçbir şüphe yok ki:

Şimalde, garpta, Amerika’da emareleri göründüğüne binaen,
nev-i beşer, mâşuk-u mecazîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından,
fıtraten beşerin hakikî sevdiği ve aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak.

Sikke-i Tasdik-i Gaybi[/NOT]
 

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 18 - Nev-i Beşerin Uyanışı

“Nev'-i beşer bu son harb-i umumînin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadı ile ve merhametsiz tahribatı ile”diye başlayan uzun cümlede aşağıda sıralanan hususlara dikkat çekiliyor:

“Bu son harb-i umumînin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadı ile ve merhametsiz tahribatı.

Birtek düşmanın yüzünden yüzer mâsumu perişan etmesi.

Mağlûbların dehşetli me'yusiyetleri.

Galiblerin dehşetli telâşları.

Fıtrat-ı beşeriyyedeki yüksek istidadatın … yaralanması.

Siyaset-i ruy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakikî sûretinin görünmesi.

Nev-i beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviyye, böyle çirkin ve geçici olmasından fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, aradığı hayat-ı bâkıyyeyi bütün kuvvetiyle arayacağı.

Bin üçyüzaltmış senede, her asırda üçyüzelli milyon şâkirdi bulunan … Kur'an-ı Mu'cizül-Beyânın … hadsiz hüccetleriyle hayat-ı bâkıyeyi kat'iyyetle müjde ve saadet-i ebediyyeyi ders vermesi.

Nev-i beşerin, bütün bütün aklını kaybetmezse, maddi veya mânevî bir kıyamet başlarına kopmazsa… Kur'an-ı Mu'cizül-Beyânı arayacağı ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlariyle sarılacakları.

Bu hakikat noktasında kat'iyyen Kur'anın mislinin olmadığı ve olamayacağı ve hiçbir şeyin bu mu'cize-i ekberin yerini tutamayacağı.”

a- Bu uzun cümlede Üstad’ımız; özellikle, ahir zamanda beşerin, isyan, küfran ve tecavüzatının neticesi olarak meydana gelen harb-i umumi ve onun neticesinde hasıl olacak gelişmeler ve hadisatı nazara veriyor ve istikbalde insanlığın Kur’an hakikatleri ile buluşacağını müjdeliyor. Bu kısmın izahını yapar mısınız?

b- Üstadımız, bu cümleyi takip eden paragrafta “saniyen” diye başlayıp, Risale-i Nur’u ehemmiyetle nazara veriyor. Bunun hikmeti nedir?



Konunun tarihi ayrıntılarına girmeden, o gün olduğu gibi bu gün de tazeliğini koruyan, yarın da geçerli olabilecek olan temel mesajları şöyle sıralayalım:

İnsanlar ellerine fırsat geçince başkalarını ezmekten, haklarına tecavüz etmekten geri durmuyorlar.

Fen ve tekniğin gelişmesi, insanları daha medeni yapıp, birlikte daha huzurlu bir hayat geçirmelerine hizmet edeceğine, bu imkânlar, insanların birbirlerini öldürmelerinde kullanılıyor;“eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdada yardım ediyor”. Atılan bombalarla harbe katılmayan çocukların, yaşlıların, hastaların ve masum hayvanların da öldürülmesi en şiddetli bir zulümdür.

Medeniyetin imkânlarını böyle yanlış kullananlar, hem mağdur ettikleri toplulukları dünyadan nefret ettiriyorlar, hem de en büyük zararı kendi ruh âlemlerine veriyor ve fıtratlarındaki yüksek istidatları yaralıyorlar.

Böylece kendileri dünyada gerçek saadeti kaybettikleri gibi, başkalarını da dünya hayatından nefret ettiriyorlar.

Dünyanın bu keşmekeş, bu zulümlü, bu huzursuz hali, insanların kalplerini ebedi saadete çeviriyor.

Bu noktada, hakiki marifet ve gerçek teselli ancak Kur’an’da olduğundan, akıllarını bütün bütün kaybetmeyenler sonunda mutlaka Kur’anı bulacaklardır.

Üstadımızın beyan ettiği gibi, Kur’an-ı Kerimin dört ana maksadı vardır: Tevhid, nübüvvet, haşir, “adalet ve ibadet.”

Ebed için yaratılan insan kalbini öncelikle, Ezeli ve Ebedi olan Allah’a iman, ikinci derecede ise ahirete iman tatmin edebilir. “Necisin, nereden gelip, nereye gidiyorsun suallerine mukni, makbul cevap veren” ancak Kur’andır ve Onu beşere tebliğ eden de Allah Resulüdür (asm.).

Bir insan, kendisini ve bu âlemi Allah’ın yarattığına, halen de bütün ızdırarî işlerini Onun gördüğüne, ihtiyarî işlerde ise insana sadece bir meyil, bir tercih hakkı tanınıp, hayır olsun, şer olsun bütün fiilleri Allah’ın halk ettiğine, her azası ve her hissi hikmetle yaratılan insanın ölümle hiçliğe gömülmeyeceğine, böyle bir sonucun hem insanı hem de onu meyve veren kâinatı abes, hikmetsiz, manasız kılacağına inanırsa, başına gelen her türlü musibete karşı büyük bir dayanma gücü kazanır. Zira, kendisi sahipsiz olmadığı gibi, ölümün ötesi de hiçlik değildir. Bu dünya imtihanının bir yönü de belaları sabırla karşılayabilmektir. Belaların gelmemesi yahut giderilmesi için insan kendine düşen görevi eksiksiz olarak yerine getirecek, ondan sonra Allah’ın rahmetine ve hikmetine güvenerek Ona tevekkül edecektir.

“Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlar” ancak Allah’a imanla tatmin olur ve Onun mukaddes kitabında müjdesini verdiği ve yollarını bütün tafsilatıyla gösterdiği ebedi saadete iman ve o yolda çalışmakla saadete erebilir. Bu dünyada da her türlü meşakkat ve ızdıraba rağmen huzurlu bir hayat geçirebilirler.

“… Bu hakikat noktasında kat'iyyen Kur'anın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu'cize-i ekberin yerini tutamaz.”

b- Üstadımız, Nur Külliyatında istifademize sunduğu hakikatlerin, “hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyatı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda hazine-i Kur’an’iyye” den alındığını beyan etmekle, Nur derslerinin bu zamanın her türlü derdine deva, her türlü sorusuna cevap olduğunu haber veriyor.

Burada bir hususun önemle nazara alınması gerekiyor: Bütün dertlerin dermanı yeryüzünde serilmiş olan bitkilerde bulunmakla birlikte, biz onlardan doğrudan faydalanmaktan aciz olduğumuzdan, o bitkilerden yapılan ilaçları kullanmak üzere eczaneye müracaat ediyoruz.

Fetva konusunda da doğrudan Kur’andan hüküm çıkarmaktan aciz olduğumuz için müçtehitlere, imamlara, âlimlere müracaat ediyoruz.

Aynen bu iki konuda olduğu gibi, bu asrın yaralarını tedavi ve sorularına cevap vermek için de Kur’an’ın bir manevi tefsiri olan Nur Risalelerini okumak, anlamak ve muhtaç olanlara ulaştırmak durumundayız. Böylece, Kur’an’a ve imana en güzel şekilde hizmet etmiş oluruz.
Sorularla Risale
 

faris

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 18 - Nev-i Beşerin Uyanışı

Ustadımız Bediüzzaman burada yaşanmış bir hadiseyi yani ikinci dünya savaşındaki dünya hayatının zorluk ve çirkinliklerinden dolayı insan öyle bir hale girecek ki bütün kuvvetiyle yani eliyle aklıyla kalbiyle hissiyatıyla müktedir olduğu her kuvvet ile rahat ve lezzet içinde yaşayacaği baki bir hayatı arayacaktır. Burada mevzu bahis olunan devletler gayri müslim devletler ve zaman savaş meydanında yaptıklarını şimdi masa başında yapmaktalar o zaman ki güçleri silahları idi bu zamanki güçleri para. Nasıl ki savaşlar bir yere kadar istedikleri hayatları yaşamalarını sağladı ve bir zaman sonra savaş ile olmayacağını anlayıp özellikle BM, Nato vs. gibi kurumlar kurup bu savaşlara bir son vererek başka yollar ile istedikleri hayatları elde etmeye çalıştılar ise bu yeni yollar ise onlara hakiki lezzet ve saadeti verecek bir dünya hayatını tesis edemeyeceklerini de anlayacaklar işte o zaman yeniden bütün kuvvetleri ile profesörlerinden tutun bütün ihtisas alanlarındaki uzmanlarına kadar iktidarlarından muhaliflerine kadar avamdan havasa kadar her tabakadan insan ile baki bir hayatın tesisine çalışacaklar. Hatta ustadımız bediüzzaman sair risale de Avrupanın islama gebe olduğunu haber etmekdedir.
 

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 18 - Nev-i Beşerin Uyanışı

TESBİTLER:
A- AVRUPA VE OSMANLI DEVLETİNİN GELECEĞİ
Bugün yeryüzünde yaşayan bir milyarı aşan müslümanın sıkıntılarını giderebilmek ve bütün hasım cephelerinin saldırılarına karşı durabilmek ancak onlara doğru yolu göstermekle mümkündür. Bu da iyi bir tesbitten sonra gerçekleşir. İşte Bediüzzaman, İslâm ordularının en ön safında mücadele vermiş biri olarak Müslümanların içinde bulundukları meseleleri en iyi şekilde anlamış ve bir hekim hazakati içinde onların hastalıklarını teşhis ederek ilaçlarını vermiştir. Bunun en müşahhas misallerinden birini eski Ezher Rektörü Şeyh Bahid'e verdiği cevapta görebiliriz. Osmanlı'nın yıkılmaya yüz tutması ve buna karşılık Avrupa'da İslâm'ın intizarı karşısında Şeyh Bahid'in sorduğu "Avrupa ve Osmanlı'nın geleceği hakkında ne diyorsunuz ve fikriniz nedir?" sualine verdiği cevap bugünün yaşanan bir hakikatini en güzel şekilde ortaya koymaktadır. "Avrupa bir İslâm devletine hamiledir, günün birinde onu doğuracak; Osmanlı da Avrupaya hamiledir, o da onu doğuracak" sözleri karşısında Şeyh Bahid, "Bu gençle münazar edilmez, ben de aynı kanaatte idim, fakat bu kadar veciz bir tarzda ifade ancak Bediüzzaman'a hasdır."4 demek mecburiyetinde kalmıştır. Zaten Şeyh Bahid'in bu soruyu sormasındaki maksad, onun ummanlar gibi ilmini ölçmek değil, geleceğe ait ihatasının şiddetini ve âlemin idaresindeki siyasetini anlamak idi. Nitekim Bediüzzaman'ın dediği gibi; ihbaratın iki kutbu da tahakkuk etmiş, bir-iki sene sonra meşrutiyet devrinde şeair-i İslâmiye'ye muhalif çok âdât-ı ecnebiyi ahzetmek ve gittikçe, Türkiye'de yerleştirmek; ve şimdi Avrupa'da Kur'âna ve İslâmiyet'e karşı gösterilen hüsn-ü alaka ve bilhassa Amerika, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde fevc fevc İslâmiyet'i kabul etmek gibi hadiseler o ihbarı tamamıyla tasdik etmişlerdir.

B.ORTA ASYA, MISIR VE HİNDİSTAN'IN GELECEĞİ
Bediüzzaman'ın yaptığı tesbitlerin en çarpıcılarından biri de Tiflis'te Rus polisi ile yaptığı konuşmasıdır. Orada söyledikleri kısa zamanda gerçekleşmiş ve bugün aynıyla yaşanmaktadır. Rusya'nın yıkılışını ve İslâm ülkelerinin uyanışını anlatan bu meseleyi aynen vererek, tevili okuyucuların takdirine bırakmak istiyoruz:

"Bediüzzaman Tiflis'te Şeyh Sanan tepesine çıkar, oradan etrafı seyrederken Rus polisi ile aralarında şu konuşma geçer:

-Niye böyle dikkat ediyorsun?
-Medresemin plânını yapıyorum.
-Nerelisin?
-Bitlisliyim.
-Bu Tiflis'tir.
-Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir.
-Ne demek?
-Asya'da İslâm âleminde üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç karanlık inkişafa başlayacaktır. Şu zulüm perdesi yırtılacak, ben de gelip buraya medresemi (üniversite) yapacağım.
-Heyhat şaşarım senin aklına, ümidine..
-Ben de şaşarım senin aklına! Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir sabahı vardır.
-İslâm parça parça olmuş?
-Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm'ın müstaid bir çocuğudur, İngiliz mekteb-i idadisinde çalışıyor. Mısır, İslâm'ın zeki bir mahdumudur, İngiliz mekteb-i mülkiyesinde ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâm'ın iki bahadır oğullarıdır, Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar, ilâahir... Yahu şu asilzade evlad şehadetnamelerini (diplomalarını) aldıktan sonra her biri bir kıta başına geçecek, muhteşem adil pederleri olan İslâmiyet'in bayrağını âfâk-i kemalatta temevvüç ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilan edecektir."5

C- DOĞU OLAYLARI VE HAKİKİ REÇETESİ
Doğu Anadolu'da yürekleri sızlatan olaylar olmakta ve devlet olarak bunun üstesinden gelmede ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. Bu olaylara, birdenbire çıkmış nazarıyla bakmak hâdiseyi anlamamanın bir neticesidir. Senelerce biriken problemlerin bir sosyal patlama haline dönüşmesi olarak özetleyeceğimiz doğu olaylarının altında yanlış tahliller ve tedavilerin yattığını herkes kabul etmektedir. Ama bundan senelerce Önce hâdiseyi en doğru tesbit ve teşhisle birlikte tedavi yollarını da gösteren Bediüzzaman dinlenmemiş ve neticede bugünkü vahim duruma gelinmiştir. O tahlilinde Şarktaki cehalet sebebiyle eğer bu insanlardaki dinî duygular zayıflarsa ancak anarşist olabileceklerini ve devletin varlığı için çok büyük tehlike arzedeceklerini açıkça beyan ederek der ki: "Vilayet-i Şarkiye, âlem-i İslâm'ın bir nevi merkezi hükmündedir; yeni fertler yanında dini ilimler de lazımdır. Çünkü, ekser Peygamberlerin şarkta, ekser hükemanın garpta gelmesi gösteriyor ki, şarkın terakkiyatı dinle kaimdir. Başka vilayetlerde sırf yeni fenler okutsanız da, şarkın herhalde, millet, vatan maslahatı namına dinî ilimler esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan müslümanlar, Türk'e hakiki kardeşliği hissetmeyecek 6 ve bu da doğuda bir sosyal patlamayı getirecektir."

Onun doğu olayları tesbitlerine yapılan birkaç değerlendirme de şöyledir: "Evet, insanı, onun manevî yapısını, bölgenin hususiyetlerini ve hassas noktalarını bilmeyenlerin tedbirde de, teşhisde de isabet edemeyeceği ve netice alamayacağı açık bir gerçektir." Öyleyse isabetli teşhis için Bediüzzaman'ın şu sözlerine kulak vermeye mecburuz: "Hususan biz Şarklılar, Garblılar gibi değiliz. İçimizde kalblere hakim hiss-i dinîdir. Kader-i Ezelî ekser enbiyayı Şark'ta göndermesi işaret ediyor ki, yalnız hiss-i dinî Şark'ı uyandırır, terakkiye sevkeder."7

"Şarktaki cehalet sebebiyle, eğer bu insanlardaki dinî duygular zayıflarsa, ancak anarşist olabileceklerini ve böylesi insanların devletin varlığı için büyük tehlike teşkil edeceklerini gören asrın İdris-i Bitlisi'si Bediüzzaman, tâ II. Abdülhamid zamanından beri, bölge halkının dinî ilimlerle mücehhez kılınmasını ve bunun temini için de bu bölgede bir üniversite açılmasını ısrarla teklif etmiştir. Bu teklifini Sultan Reşad'a kabul etiren Bediüzzaman, aynı teklifi birinci B.M.M.'ne yapmış ve M. Kemal'in de içinde bulunduğu 163 mebusun imzasıyla şarkta bir Medresetü'z-Zehra adıyla üniversite açılması kararını çıkarttırmıştır. Bütün bu gayretlerin asıl sebebi, şarkı asırlarca Osmanlı ordularında gönüllü bölükler haline getiren ruhu tekrar ihya etmektir."8

"Ve şimdi orta şarkta sulh-u umuminin temel taşı ve birinci kal'ası olan bu üniversiteyi yine mesail-i azime-yi siyasiye içinde yeniden nazara alması, elbette hu vatana, bu devlete, bu millete, bu azim, faideli hizmeti netice verecek ulûm-u diniye, o üniversitede esas olacak. Çünkü, hariçteki kuvvet tahribatı manevîdir, İmansızlıktır. O manevî tahribata karşı atom bombası, ancak manevî cihetin de maneviyattan kuvvet alıp, o tahribatı durdurabilir". Bediüzzaman bu ve bunun gibi müracaatlarla kalmamış, bunun dışında görüşlerini çeşitli vesilelerle ortaya koymuş ve küfrün, ırkçılığı alet ederek meydana getireceği tehlikelere dikkat çekmekten geri kalmamıştır.9 Hâdiseleri teşrih masasına yatırıp en ince ayrıntılarına kadar incelerseniz, Bediüzzaman'ın tahlillerinden ve tedavi usullerinden ayrı en ufak bir şey gösteremezsiniz. Bu da onun, gelecek devirlere akseden sosyolojik değişmeleri tesbit etmede ne kadar isabetli olduğunu gösteren muhteşem, bir delildir.
D- SINIFLAR MÜCADELESİ VE İNSANLIĞIN GELECEĞİ
Bediüzzaman, insanlığın dünyaya gelişinden günümüze kadar geçirmiş bulunduğu hayat devreleri ve bunların hususiyetleri üzerinde durmuş, getirdiği muazzam tahlille daha o günden Karl Marks'ın iddialarının boşa çıkacağını bilmiştir. Karl Marks'ın, bu afakî doğruluğa, sahip tesbitler karşısında devrilen "Marks'ın maddecilik fikri izah edilirken: İnsan cemiyetlerinin temeli ne hukuk, ne siyaset, ne din, ne felsefe, ne de herhangi bir içtimaî şuur ve düşüncedir. Bu temel maddî şartlardır ki, yalnız iktisadî şartlarda aranabilir"10 denilmiştir.

Bunun böyle olduğu isbat edilmedikçe veya böyle olmadığı, isbat edilince Marksizm çöker. Bunun böyle olduğu isbat edilmiş midir? Hayır. Çünkü Marks'ın devrinde ibtidaî bir halde bulunan Antropoloji bize ilk insan faaliyetlerinin sadece iktisadî olduğuna dair hiçbir delil vermemiştir. Burada Marks tamamıyle tahmin ve hayale dayanmaktadır.11

Marks'ın ihtilalinin en ileri sanayi memleketinde olacağı iddiası da yanlıştır. Bilakis, Rusya'da komünizme benzer bir ihtilal olduğu zaman bu memleket en geri sanayi memleketlerinden biri idi.12

Bediüzzaman yaptığı tesbitte "Beşerin edvar-ı hamsesi var" diyerek, o beş devreyi bu şekilde tasnif etmiştir. "Vahşet ve bedeviyet devri memlukiyet devri, esirlik devri, ecir (ücretlilik) devri, malikiyet ve serbestiyet devri"13 "Bediüzzaman tarafından yapılan bu tasnifin zamanla en isabetli görüş olarak ortaya çıktığına burada bilhassa işaret etmek gerekir. Çünkü aynı yolda bir tasnif, geçen asırda Marks tarafından da yapılmış, fakat o son devir için malikiyet ve serbestiyet devrini kabul etmeyerek, bu son devrenin sosyalizm ve bunu takiben komünizm dönemi olacağını iddia etmişti. Halbuki, bilhassa, 19. asırdan itibaren görülmeye başlayan sanayileşme hareketi, Marks'ın iddialarının aleyhine, Özel mülkiyete dayalı, hürriyetlere sahip insanların orta sınıf halinde geliştiği bir toplum yapısı geliştirmiştir. Böylece Marksizm'in proleterya diktatörlüğü bekleyen sınıfsız toplum görüşü tatbikatla imkansız hale gelmiş ve günümüzde terkedilmeye başlanmıştır. Prensipte kabul edilen proleterya diktatörlüğü, komünist liderlerin istibdadı altında sadece teoride 60-70 yıl devam ettirile-bilmiş ve sonunda yıkılıp gitmiştir. Bütün bu gelişmeler, beşerî yaşama safhasının sonuncusu olan malikiyet ve serbestiyet devresinin geçerliliğini isbatlamış olmaktadır. Böylece kitlelerin sosyal gelişme çizgisinde görülen neticeler Bediüzzaman'ın teşhisini doğrulamıştır."14

Evet, Bediüzzaman bütün dikkati mütecaviz dinsizliğin, komünizmin, ararşizmin üzerine çekmekte ve alakalıları ikaz ede-gelmektedir: "Şimdi küfrü mutlak, öyle cehennemi manevî neşrinde çalışıyor ki; kainatta hiçbir kafir, ona yanaşmamak, lazım geliyor. Kur'ân'ın rahmeten lil alemin olduğunun bir sırrı budur ki; nasıl Müslümanlara rahmetin, ahirete iman, Allah'a iman ihtimalini vermesiyle de bütün dinsizlere ve bütün aleme ve nev-i beşere rahmet olmasına bir nükte bir işarettir ki; o manevi cehennemden dünyada da onları bir derece kurtarmış." 15

E. İSLÂM'IN ÖNLENEMEZ GELİŞMESİ
Bediüzzaman yaptığı tesbitlerin hemen hemen hepsinde netice itibarı ile gelecek adına çok ümitvar olmuş, en karanlık devrelerde bile bu ümidini yitirmemiştir. Onun, İslâm aleyhine zulmet zulmet üstüne bindiği dönemlerde söylediği şu söz kuru ve mücerret bir dâvâ değil, aksine tahlil ve teşhisi yapılarak söylenen muhteşem bir sözdür: "Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabatı içinde en gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."16 Bu söze karşı olunup "İfrat ediyor ve hayali hakikat görüyorsun, zaman ahir zamandır ve gittikçe daha fenalaşacak."17 diyenlere verdiği enteresan cevapla da daha o günden, bugünkü İslâmi uyanışı görmüş ve bugünün insanlarına seslenip; "Ey yüksek asrın arkasına gizlenmiş ve Nur' un sakitane sözünü dinleyen Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yusuflar, Ahmedler vs.ler.. size hitab ediyorum. Ne yapayım acele ettim, kışta geldim. Sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen İslâm tohumları zemininizde çiçek açacaktır" diyerek ileri görüşünü o zamanlarda kayıt altına aldırmıştır. Gelecek görüşünü tarihe tevdi etmiştir.

F- IRKÇILIK VE ÇÖZÜM YOLLARI
Bediüzzaman'ın yaptığı tahlillerde rahatlıkla, gerçek ve ideal arasındaki sapmanın derecelerini yakalayabiliriz. Bunun en mühim sebebi ise, onun İslâmî bir model oluşturması ve bu modelde "Vahy"i esas almasıdır. Fakat neticeye gitmede sadece vahyi değil, aynı zamanda onun yol göstericiliğinde tarihi, istatistiği ve hatta gözlem ve deney gibi objektif unsurları da kullanmış ve tahlillerinde tam isabet sağlamıştır.18 Bunun en müşahhas misalini ırkçılık meselesi üzerindeki tahlilinde ve meseleye getirdiği çözümde görmekteyiz. O, ırkçılık ve kavmiyetçilik düşüncelerinin getirdiği menfî durumları ve kargaşaları ortadan kaldırmak için "Ancak inananlar kardeştir." (Hucurat 49/13) ayetinin geniş müsamaha iklimine sığınılması gerektiğini savunmuştur. Bu hususta verdiği ölçülerde bugünün yara ve problemlerini daha o günden görmüş ve şu güzel çözüm yollarını teklif etmiştir: "İslâmiyet'te ırkçılık yoktur. Kur'ân ve hadisler kati surette menfi milliyeti (ırkçılığı) kabul etmiyorlar. İslâm'da takva üstünlüğü esastır. İslâm sayesinde bugün bir milyar kardeşe sahip oluyoruz. Acaba hangi unsur var ki bir milyar vardır. Ve İslâmiyet yerine hangi unsuru koyabilirsin ki, bu kardeşliği tesis etsin. Evet, ırkçılığın tarihçe pek çok zararları görülmüştür.19 Onun bu görüşlerini teyid ederek, olması gerektiği şekli gösteren şu misali vermeden geçemeyeceğiz. Bediüzzaman Said Nursi, Hucurat Suresi'nin (13. ayeti) meali ve açıklamasıyla meselenin künhüne iniyor. "Sizi taife taife, kabile kabile, millet millet yaratmışız, tâ birbirinizi tanıyasınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetleri bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz". Şu ayeti kerimenin işaret ettiği tearüf ve teavün düsturunun beyanı için deriz ki; Nasıl ki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere, tâ takımlara kadar tefrik edilir. Tâ ki her neferin muhtelif ve müteaddit münasebâtı ve münasebâta göre vazifeleri tanınsın, bilinsin; tâ o ordunun efradları, düsturu teavün altında, hakiki bir vazife-i umumiye görsün ve hayat-i içtimaiyeleri a'danın hücumundan masun kalsın. Yoksa tefrik ve inkısam, bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir tabura karşı muhasemet etsin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin değildir. Aynen öyle de, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye büyük bir ordudur. Kabail ve tavaife inkısam edilmiş. Fakat binbir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Halikları, bir, Rezzaklan bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir, bir... binler kadar bir bir... İşte bu kadar birler, uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek kabail ve tavaife inkısam, şu âyetin ilan ettiği gibi tearüf içindir, teavün içindir, tenakür için değil, tehasum için değildir.20

Bugün Bediüzzaman'ın getirmiş olduğu çözüm yollarına ne kadar muhtaç olduğumuzu, İslam dünyasının halini görüp onu tanıyan herkes tasdik etmektedir. Hâlâ, yanlış teşhis ve tedavi yollan ortaya atıp, onlarla İslâm âlemini oyalamak, gelecekte yeni yeni tehlikeleri vücuda getirecek ve içinden çıkılmaz kaoslar birbirini takip edip duracaktır.

G. YAPILACAK İŞLER VE NETİCE
Biz, sadece yukarıdaki mezkur tâhlilleri vererek, esas onun eserlerindeki bu muazzamlığı yakalamak isteyenleri, meselenin kaynağına çekmek ve eserler ile daha yakından tanıştırmak arzusunda olduğumuzdan, bütün tahlilleri burada vermeyi uygun görmedik. İnşallah ileride onun eserlerinin akademik tahlilleri yapılarak insanlığın istifadesine takdim edilir. Biz himmetlerin harekete geçmesini ümid ederek, meselemizi yine onun muhteşem bir cümlesi ile bitirmek istiyoruz: "Biz Kur'an talebeleri, delillere tabi oluyoruz. Akü, fikir, ilim ve fennin hükmettiği gelecekte, elbette aklî delillere dayanan ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek."21
Bu sözün tezahürünü ve hakkaniyetini bugün müşahhas bir şekilde görüyor ve hayret secdesine kapanıyoruz.
Ne mutlu bu yolun hakikat soluyan erlerine... Gelecek onlarındır..

DİPNOTLAR
1-Akademi, Zaman Gaz. 17.7.92
2- İhsan Sezai, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, sh.117.
3- Ö. Demir-M. Acar, Sosyal Bilimler Söz., sh, 332- 333.
4- Tarihçe-i Hayat, sh.55-56
5- A.g.e. sh.79-80 6-A.g.e. sh. 140
7- Bekir Berk, Doğu Olayları ve Tehlikenin Kaynağı, sh.59
8- Ahmet Akgündüz, Belgeler Gerçekleri Konuşuyor, IV, 42-43
9-Berk, a.g.e. sh.69
10- Peyami Safa, Sosyalizm-Komünizm-Marksizm, sh.37.
11-Safa, a.g.e. sh.38
12- Safa, a.g.e., sh.41
13- Mektubat (Osm.) sh.563, Sözler, sh.661
14- Safa Mürsel, B.S.Nursi ve Devlet Felsefesi, sh. 126
15-Berk, a.g.e. sh.73 16-Tarihçe-i Hayat, sh.76
17- A.g.e. sh.85
18- S.Yusufoğlu, Sorguluyorum (basılmamış kitap) sh.14
19-Mektubat, 330-345
20- Berk, a.g.e., sh.83,84
21- Tarihçe-i Hayat, sh.91


Cemal Doğan
 

müzahref

Member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 18 - Nev-i Beşerin Uyanışı

F- IRKÇILIK VE ÇÖZÜM YOLLARI
Bediüzzaman'ın yaptığı tahlillerde rahatlıkla, gerçek ve ideal arasındaki sapmanın derecelerini yakalayabiliriz. Bunun en mühim sebebi ise, onun İslâmî bir model oluşturması ve bu modelde "Vahy"i esas almasıdır. Fakat neticeye gitmede sadece vahyi değil, aynı zamanda onun yol göstericiliğinde tarihi, istatistiği ve hatta gözlem ve deney gibi objektif unsurları da kullanmış ve tahlillerinde tam isabet sağlamıştır.18 Bunun en müşahhas misalini ırkçılık meselesi üzerindeki tahlilinde ve meseleye getirdiği çözümde görmekteyiz. O, ırkçılık ve kavmiyetçilik düşüncelerinin getirdiği menfî durumları ve kargaşaları ortadan kaldırmak için "Ancak inananlar kardeştir." (Hucurat 49/13) ayetinin geniş müsamaha iklimine sığınılması gerektiğini savunmuştur. Bu hususta verdiği ölçülerde bugünün yara ve problemlerini daha o günden görmüş ve şu güzel çözüm yollarını teklif etmiştir: "İslâmiyet'te ırkçılık yoktur. Kur'ân ve hadisler kati surette menfi milliyeti (ırkçılığı) kabul etmiyorlar. İslâm'da takva üstünlüğü esastır. İslâm sayesinde bugün bir milyar kardeşe sahip oluyoruz. Acaba hangi unsur var ki bir milyar vardır. Ve İslâmiyet yerine hangi unsuru koyabilirsin ki, bu kardeşliği tesis etsin. Evet, ırkçılığın tarihçe pek çok zararları görülmüştür.19 Onun bu görüşlerini teyid ederek, olması gerektiği şekli gösteren şu misali vermeden geçemeyeceğiz. Bediüzzaman Said Nursi, Hucurat Suresi'nin (13. ayeti) meali ve açıklamasıyla meselenin künhüne iniyor. "Sizi taife taife, kabile kabile, millet millet yaratmışız, tâ birbirinizi tanıyasınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetleri bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz". Şu ayeti kerimenin işaret ettiği tearüf ve teavün düsturunun beyanı için deriz ki; Nasıl ki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere, tâ takımlara kadar tefrik edilir. Tâ ki her neferin muhtelif ve müteaddit münasebâtı ve münasebâta göre vazifeleri tanınsın, bilinsin; tâ o ordunun efradları, düsturu teavün altında, hakiki bir vazife-i umumiye görsün ve hayat-i içtimaiyeleri a'danın hücumundan masun kalsın. Yoksa tefrik ve inkısam, bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir tabura karşı muhasemet etsin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin değildir. Aynen öyle de, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye büyük bir ordudur. Kabail ve tavaife inkısam edilmiş. Fakat binbir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Halikları, bir, Rezzaklan bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir, bir... binler kadar bir bir... İşte bu kadar birler, uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek kabail ve tavaife inkısam, şu âyetin ilan ettiği gibi tearüf içindir, teavün içindir, tenakür için değil, tehasum için değildir.

Yukarıdaki meselede ve bu meseleye konu olan ayette genel bir ifade varken açıklamasında neden sadece müslümanların nazara verildiğini merak etmiştim. Bu soruya şöyle cevap verilmiş:

"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda (Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır. Muhakkak ki Allah herşeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır." Hucurat, 49/13

Irkçılık illeti en çok İslam alemine zarar vermiş ve halen de vermektedir. Bu yüzden Üstad Hazretleri ayeti tefsir ederken birinci ve öncelikli hedefini alem-i İslam olarak alıyor. Üstelik bu hastalığı içimizde uyandıranlar da Avrupalı zalimlerdir. Zaten kafirlerin küfrü bu ayeti dinleyip ondan bir hisse almasına manidir. Dolayısı ile ayetin birinci hedefi ve asıl ikazı İslam kavimleri içindir ki Üstad Hazretleri de bu inceliğe göre hareket ediyor.

Esasında ayetin manası umumi olup kafir toplumlar için de geçerlidir. Şayet kafirler bu ayeti kendilerine rehber alsalardı birinci ve ikinci dünya savaşları yaşanmaz milyonlarca masumun hayatı heder olmazdı.

Hem ayetin umumi üslubu içinde hususi ikaz ve işaretler olabilir. Bu Kur’an’ın eşsiz belagatlerindendir. Hatta öyle ki çok külli ve umumi ayetler içinde hususi hatta ferdi remizler bile bulunabiliyor ki bu tefsir ilminde ve usulünde mukadder bir kaidedir. Ayetin zahiri ve sarih manasının dışında batini ve remzi manalarda bulunmaktadır yani.

Sorularla Risale Editör
 
Üst