Rahmetli Hulusi Ağabey'e dair...

tuncerr

Active member
Ferman tozlu havada okunmaz" dedi. Ve hayatı boyun­ca bağrında yaşadığı cemiyetin hastalıklarıyla savaştı. Fedakâr­lığın en yüksek misalini gösterirken ihtiyat prensibini hiç ihmal etmedi.

Keşif ve kerametle alâkalı mes'elelerden daha çok imanı mevzulara ehemmiyet veriyor. "Risale-i Nur'un mesleği de budur" diyordu. O mektebin birinci şakirdi bu prensibin en musir takipçisi oluyordu. Siyaset mes'elelerine zerrece ehem­miyet vermeyişi de bundandır. 1960 ihtilâlinin en korkunç günlerinde Elaziz' de otelde ders yapmış, en sıkı günlerde defte­rine not ettiği imanı dersleri çayhanede oturanlara okumuştur.

Derslerine salavat-ı şerife ile başlar, ilgili ayeti tefsir eder, hadîs-i şerif okur, daha sonra da Risale-i Nur dersine geçerdi. Bu dersleri, hâtıra ve esprilerle canlı tutmaya çalışırdı. Pehlivan Çavuş'un ders esnasındaki marşları meşhurdur. Hulusi Bey bunu bildiği için ders orta yerde bölünüp, dikkatler dağılmasın diye, "Şimdi Pehlivan Çavuş ve Mızıka-i Hümâyûndan marşlar dinleyeceğiz" esprisiyle onların marş söylemelerine müsaade eder ve marşın bitiminde derse geçilirdi...
Camiye ve cemaate son derece riayetkardır. Bütün na­mazlarını evinin karşısındaki camide eda eder. Müftü ve hoca efendilerle münasebeti mükemmeldir. Elaziz müftüsü Ömer Efendi'nin, kendisine sorulan fetvalardan bir kısmını cevaplan­dırmak üzere Hulusi Ağabey'e gönderdiğini söyleyenler çoktur.
Etrafında bulunan talebeleri cemiyete teşvik eder, hizmet adına okulu bırakmaları yerine sınıfının ve okulunun en çalışka­nı olmaya gayret göstermelerini isterdi.
Edeb ve terbiyede mümtazdır. En küçük bir talebenin dahi gönlünü alır. Kendisini gündüz ziyaret eden ve gece otelde kal­dığını söyleyen bir muhibbini o günün akşamı, haber göndere­rek müsaade İster, iade-i ziyaretine gider... Bu yanı onu öylesi­ne yüceltir ki; geçtiği yolda herkes ayağa kalkarak ihtiramda bulunur. Bu ihtiramda Sünnîler kadar Alevîler de saygılıdır.
Ehl-i tarikat onun dersine diz çöker ve ondan manevî feyz alır. O dersten herkes manevî derinliği ölçüsünde istifade eder, onun ders halkası Rahmânî bir sofra gibi olurdu.

Fazileti her vicdanı tatmin edecek vüs'attedir. Tarikat şey­hinde bulunması lüzumlu vasıflara o kemâl manada sahiptir. Ondan Üstad'ın şu sözünü naklederler: "Kardeşim benim 12 tarikattan ders vermeğe selahiyetim var ama ben imamım, şeyh değilim."
Kalbin imana, gözlerin nura, aklın derse, hasta vücudun ilaca, muzdarip ruhun teselliye, zalim nefsin terbiyeye en çok muhtaç olduğu şu asrın derdini ve devasını en güzel şerheden büyük Üstad'ın o halis talebesi de, elbette şeyh değil­dir.
İkaz ve irşadı usulüne göre yapar. Üslûbu muhataba göre­dir. 1960 ihtilalinden sonra Millî Birlik Komitesi Başkanı Ce­mal Gürsel'e bir mektup yazar. Bu mektup ona bir ikaz mahiyetindedir.
O yıllardan sonra zahiren meydana gelen İhtilaflarla alâka­lı, bazı nur talebelerine ikaz ve tenbih mahiyetinde mektuplar gönderir. Bu ikazların tatlı bir üslubu vardır. Bazen bu ikazlar ders esnasında da cereyan eder. Yine bir bahçe dersinde ken­disinin içtiği sudan arta kalanı dağıtırlar. Bu esnada kendileri "mü'minin artığı mü'mine şifadır" der. Derste bulunan ehl-i ilim bir zat ise: "Her zaman, her yerde, her mü'mine, her halükârda şifa mıdır?" der. Bu suale Hulusi Bey "Biz işin te'viline gitmiyoruz. Bu kadar anlıyoruz" cevabında bulunur. Bu tatlı hatırasını nakleden profesör hocamız bu olayı nakletti­ğinde hâlâ o günün bütün heyecanını taşıdığı her halinden belli oluyordu.
 

Hakikat

Well-known member
Ferman tozlu havada okunmaz" dedi. Ve hayatı boyunca bağrında yaşadığı cemiyetin hastalıklarıyla savaştı. Fedakârlığın en yüksek misalini gösterirken ihtiyat prensibini hiç ihmal etmedi.

Keşif ve kerametle alâkalı mes'elelerden daha çok imanı mevzulara ehemmiyet veriyor. "Risale-i Nur'un mesleği de budur" diyordu. O mektebin birinci şakirdi bu prensibin en musir takipçisi oluyordu. Siyaset mes'elelerine zerrece ehemmiyet vermeyişi de bundandır. 1960 ihtilâlinin en korkunç günlerinde Elaziz' de otelde ders yapmış, en sıkı günlerde defterine not ettiği imanı dersleri çayhanede oturanlara okumuştur.

Derslerine salavat-ı şerife ile başlar, ilgili ayeti tefsir eder, hadîs-i şerif okur, daha sonra da Risale-i Nur dersine geçerdi. Bu dersleri, hâtıra ve esprilerle canlı tutmaya çalışırdı. Pehlivan Çavuş'un ders esnasındaki marşları meşhurdur. Hulusi Bey bunu bildiği için ders orta yerde bölünüp, dikkatler dağılmasın diye, "Şimdi Pehlivan Çavuş ve Mızıka-i Hümâyûndan marşlar dinleyeceğiz" esprisiyle onların marş söylemelerine müsaade eder ve marşın bitiminde derse geçilirdi...

Camiye ve cemaate son derece riayetkardır. Bütün namazlarını evinin karşısındaki camide eda eder. Müftü ve hoca efendilerle münasebeti mükemmeldir. Elaziz müftüsü Ömer Efendi'nin, kendisine sorulan fetvalardan bir kısmını cevaplandırmak üzere Hulusi Ağabey'e gönderdiğini söyleyenler çoktur.

Etrafında bulunan talebeleri cemiyete teşvik eder, hizmet adına okulu bırakmaları yerine sınıfının ve okulunun en çalışkanı olmaya gayret göstermelerini isterdi.

Edeb ve terbiyede mümtazdır. En küçük bir talebenin dahi gönlünü alır. Kendisini gündüz ziyaret eden ve gece otelde kaldığını söyleyen bir muhibbini o günün akşamı, haber göndererek müsaade İster, iade-i ziyaretine gider... Bu yanı onu öylesine yüceltir ki; geçtiği yolda herkes ayağa kalkarak ihtiramda bulunur. Bu ihtiramda Sünnîler kadar Alevîler de saygılıdır.
Ehl-i tarikat onun dersine diz çöker ve ondan manevî feyz alır. O dersten herkes manevî derinliği ölçüsünde istifade eder, onun ders halkası Rahmânî bir sofra gibi olurdu.

Fazileti her vicdanı tatmin edecek vüs'attedir. Tarikat şeyhinde bulunması lüzumlu vasıflara o kemâl manada sahiptir. Ondan Üstad'ın şu sözünü naklederler: "Kardeşim benim 12 tarikattan ders vermeğe selahiyetim var ama ben imamım, şeyh değilim."
Kalbin imana, gözlerin nura, aklın derse, hasta vücudun ilaca, muzdarip ruhun teselliye, zalim nefsin terbiyeye en çok muhtaç olduğu şu asrın derdini ve devasını en güzel şerheden büyük Üstad'ın o halis talebesi de, elbette şeyh değildir.
İkaz ve irşadı usulüne göre yapar. Üslûbu muhataba göredir. 1960 ihtilalinden sonra Millî Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel'e bir mektup yazar. Bu mektup ona bir ikaz mahiyetindedir.
O yıllardan sonra zahiren meydana gelen İhtilaflarla alâkalı, bazı nur talebelerine ikaz ve tenbih mahiyetinde mektuplar gönderir. Bu ikazların tatlı bir üslubu vardır. Bazen bu ikazlar ders esnasında da cereyan eder. Yine bir bahçe dersinde kendisinin içtiği sudan arta kalanı dağıtırlar. Bu esnada kendileri "mü'minin artığı mü'mine şifadır" der. Derste bulunan ehl-i ilim bir zat ise: "Her zaman, her yerde, her mü'mine, her halükârda şifa mıdır?" der. Bu suale Hulusi Bey "Biz işin te'viline gitmiyoruz. Bu kadar anlıyoruz" cevabında bulunur. Bu tatlı hatırasını nakleden profesör hocamız bu olayı naklettiğinde hâlâ o günün bütün heyecanını taşıdığı her halinden belli oluyordu.

O yıllardan sonra zahiren meydana gelen İhtilaflarla alâkalı, bazı nur talebelerine ikaz ve tenbih mahiyetinde mektuplar gönderir. Bu ikazların tatlı bir üslubu vardır.
 

OrhanCAN

Active member
Fazileti her vicdanı tatmin edecek vüs'attedir. Tarikat şeyhinde bulunması lüzumlu vasıflara o kemâl manada sahiptir. Ondan Üstad'ın şu sözünü naklederler: "Kardeşim benim 12 tarikattan ders vermeğe selahiyetim var ama ben imamım, şeyh değilim."
Kalbin imana, gözlerin nura, aklın derse, hasta vücudun ilaca, muzdarip ruhun teselliye, zalim nefsin terbiyeye en çok muhtaç olduğu şu asrın derdini ve devasını en güzel şerheden büyük Üstad'ın o halis talebesi de, elbette şeyh değildir.

Allah (CC) razı olsun kardeş,

Risale-i nurlara emeği geçen tüm ağabeylerimizin izinden gitmek nasip ve müyesser olur inşaallah..
 
Üst