Otuz Üçüncü Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 930

bütün yıldızlara sahip olmak lâzım gelir. Hem, Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfında izah ve ispat edildiği üzere, semâvâtın halk ve tesviyesine muktedir olmayan, beşerin simasındaki teşahhusu yapamaz.

Demek, bütün semâvâtın rabbi olmayan, birtek insanın simasındaki alâmet-i farika olan nakş-ı simâvîyi yapamaz. İşte, kâinat kadar büyük bir pencere ki, onunla bakılsa,

اَللهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ لَهُ مَقَالِيدُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ
blank.gif
1


âyetleri, büyük harflerle kâinat sahifelerinde yazılı olduğu gibi, akıl gözüyle de görülecek. Öyle ise, görmeyenin ya aklı yok, ya kalbi yok. Veya insan suretinde bir hayvandır.

Yirmi Dokuzuncu Pencere
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2


Bir bahar mevsiminde, garibâne, mütefekkirâne seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken, parlak bir sarıçiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sair memleketlerde gördüğüm o cins sarıçiçekleri derhatır ettirdi. Şöyle bir mânâ kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler Onun mühürleridir, sikkeleridir.

Şu mühür tahayyülünden sonra şöyle bir tasavvur geldi ki: Nasıl bir mühürle mühürlenmiş bir mektup, o mühür, o mektubun sahibini gösterir. Öyle de, şu çiçek bir mühr-ü Rahmânîdir. Şu envâ-ı nakışlarla ve mânidar nebâtat satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi, bu çiçek Sâniinin mektubudur. Hem şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahrâ ve ova, bir mektub-u Rahmânî hey’âtını aldı.

İşbu tasavvurdan şöyle bir hakikat zihne geldi ki: Herbir şey, bir mühr-ü Rabbânî


[NOT]Dipnot-1
“Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir. Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona aittir.” Zümer Sûresi, 39:62-63.
Dipnot-2
“Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.[/NOT]



Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)alâmet-i farika: ayırt edici işaret
beşer: insanlarderhatır: hatıra getirme
envâ-ı nakış: nakış çeşitleri, türleri (bk. n-ḳ-ş)garibâne: garip olarak
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)halk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
hey’ât: şekiller, suretlerkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mektub-u Rahmânî: sonsuz rahmet sahibi Allah’a ait herbiri birer mektup gibi mânâlar ifade eden varlıklar (bk. k-t-b; r-ḥ-m)muktedir: gücü yeten, iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
mânidar: mânâlı, anlamlı (bk. a-n-y)mühr-ü Rabbânî: Rabbe ait mühür (bk. r-b-b)
mühr-ü Rahmânî: sonsuz rahmet sahibi olan Allah’ı gösteren mühür (bk. r-ḥ-m)mütefekkirâne: tefekkür ederek, düşünerek (bk. f-k-r)
nakş-ı simâvî: yüzdeki nakış, her insanın yüzüne Allah tarafından konulan nakış (bk. n-ḳ-ş)nazar: dikkat, bakış (bk. n-ẓ-r)
nebâtat: bitkilerrab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
sahrâ: ova, meydansair: diğer, başka
semâvât: gökler (bk. s-m-v)sikke: metal gibi maddî şeyler üzerine vurulan mühür, işaret
sima: yüz, çehresuret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tahayyül: hayal etme (bk. ḥ-y-l)tasavvur: düşünme, zihinde tasarlama (bk. ṣ-v-r)
tesviye: düzenlemeteşahhus: şahıslanma, belirlenme
turra: padişahın mührü, imzasızemin: yer

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 931

hükmünde, bütün eşyayı kendi Hâlıkına isnad eder, kendi Kâtibinin mektubu olduğunu ispat eder. İşte, herbir şey öyle bir pencere-i tevhiddir ki, bütün eşyayı bir Vâhid-i Ehade mal eder.

Demek, herbir şeyde, hususan zîhayatlarda öyle harika bir nakış, öyle mu’cizekâr bir san’at var ki, onu öyle yapan ve öyle mânidar nakşeden, bütün eşyayı yapabilir. Ve bütün eşyayı yapan, elbette O olacaktır. Demek bütün eşyayı yapamayan, birtek şeyi icad edemez.

İşte, ey gafil! Şu kâinatın yüzüne bak ki, birbiri içinde hadsiz mektubât-ı Samedâniye hükmünde olan sahâif-i mevcudat ve herbir mektup üstünde hadsiz sikke-i tevhid mühürleriyle temhir edilmiş bütün bu mühürlerin şehadetlerini kim tekzip edebilir? Hangi kuvvet onları susturabilir? Kalb kulağıyla hangisini dinlesen “Eşhedü en lâ ilâhe illâllah”
blank.gif
1
dediğini işitirsin.

Otuzuncu Pencereلَوْ كَانَ فِيهِمَاۤ اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا
blank.gif
2كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
blank.gif
3


Şu Pencere, imkân ve hudûsa müesses umum mütekellimînin penceresidir ve ispat-ı Vâcibü’l-Vücuda karşı caddeleridir. Bunun tafsilâtını, Şerhu’l-Mevâkıf ve Şerhu’l-Makàsıd gibi, muhakkiklerin büyük kitaplarına havale ederek, yalnız Kur’ân’ın feyzinden ve şu pencereden ruha gelen bir iki şuaı göstereceğiz. Şöyle ki:

Âmiriyet ve hâkimiyetin muktezası, rakip kabul etmemektir, iştiraki reddetmektir,



[NOT]Dipnot-1
“Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehâdet ederim.” Buhârî, Ezan 148, Cuma 23; Müslim, Îman 44-45, Salat 6; Ebû Dâvud, Taharet 64, Salat 28; Tirmizî, Taharet 41, Îman 17; Nesâî, Ezan 3; İbni Mâce, İkame 24.
Dipnot-2
“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi.” Enbiyâ Sûresi, 21:22.
Dipnot-3
“Herşey helâk olup gidicidir—Ona bakan yüzü müstesna. Hüküm ve hükümranlık Onundur; siz de Ona döndürüleceksiniz.” Kasas Sûresi, 28:88.[/NOT]



Eşhedü en lâ ilâhe illâllah: “Şehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir İlâh yoktur” (bk. ş-h-d; e-l-h)Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Kâtib: Yazar, bütün varlıkları bir kitap yazar gibi, mükemmel bir şekilde yaratan Allah (bk. k-t-b)Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
eşya: şeyler, varlıklarfeyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)hadsiz: sayısız, sınırsız
hudûs: sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanma (bk. ḥ-d-s̱)hususan: özellikle
hâkimiyet: hükmedicilik, egemenlik (bk. ḥ-k-m)icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
imkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu ihtimal dahilinde olan (bk. m-k-n)isnad etme: dayandırma (bk. s-n-d)
ispat-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah’ın ispatı (bk. v-c-b; v-c-d)iştirak: ortaklık
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)mektubat-ı Samedâniye: adeta Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. ṣ-m-d)
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen alimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)mukteza: bir şeyin gereği
mu’cizekâr: mu’cizeli (bk. a-c-z)mânidar: mânâlı, anlamlı (bk. a-n-y)
müesses: kurulmuşmütekellimîn: kelâm âlimleri (bk. k-l-m)
pencere-i tevhid: Cenâb-ı Hakkın birliğini gösteren pencere (bk. v-ḥ-d)sahâif-i mevcudat: varlık sahifeleri (bk. v-c-d)
sikke-i tevhid: Cenâb-ı Hakkın birliğini gösteren mühür (bk. v-ḥ-d)tafsilât: ayrıntılar
tekzip: yalanlamatemhir: mühürleme
umum: bütünzîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âmiriyet: âmirlik, yöneticilikŞerhu’l-Makàsıd: büyük kelâm âlimi Sadettin Taftazanî’nin meşhur eseri
Şerhu’l-Mevâkıf: meşhur kelâm âlimlerinden Seyyid Şerif Cürcânî’nin eserişehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şua: ışık, parıltı

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 932

müdahaleyi ref etmektir. Onun içindir ki, küçük bir köyde iki muhtar bulunsa, köyün rahatını ve nizamını bozarlar. Bir nahiyede iki müdür, bir vilâyette iki vali bulunsa, hercümerc ederler. Bir memlekette iki padişah bulunsa, fırtınalı bir karma karışıklığa sebebiyet verirler.

Madem hâkimiyet ve âmiriyetin gölgesinin zayıf bir gölgesi ve cüz’î bir nümunesi, muavenete muhtaç, âciz insanlarda böyle rakip ve zıddı ve emsalinin müdahalesini kabul etmezse, acaba saltanat-ı mutlaka suretindeki hâkimiyet ve rububiyet derecesindeki âmiriyet, bir Kadîr-i Mutlakta ne derece o redd-i müdahale kanunu ne kadar esaslı bir surette hükmünü icra ettiğini kıyas et. Demek, ulûhiyet ve rububiyetin en kat’î ve daimî lâzımı, vahdet ve infiraddır.

Buna bir burhan-ı bâhir ve şahid-i kâtı’, kâinattaki intizam-ı ekmel ve insicam-ı ecmeldir. Sinek kanadından tut, tâ semâvât kandillerine kadar öyle bir nizam var ki, akıl onun karşısında hayretinden ve istihsanından “Sübhanallah, maşaallah, bârekâllah” der, secde eder. Eğer zerre miktar şerike yer bulunsaydı, müdahalesi olsaydı,
blank.gif
1
لَوْ كَانَ فِيهِمَاۤ اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا âyet-i kerimesinin delâletiyle, nizam bozulacaktı, suret değişecekti, fesadın âsârı görünecekti. Halbuki,


فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئًا وَهُوَ حَسِيرٌ
blank.gif
2


delâletiyle ve şu ifade ile, nazar-ı beşer, kusuru aramak için ne kadar çabalasa, hiçbir yerde kusuru bulamayarak, yorgun olarak, menzili olan göze gelip, onu gönderen münekkit akla diyecek: “Beyhude yoruldum, kusur yok” demesiyle gösteriyor ki, Nizam ve intizam gayet mükemmeldir. Demek, intizam-ı kâinat, vahdâniyetin kat’î şahididir.


[NOT]
Dipnot-1
Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi.” Enbiyâ Sûresi, 21:22.
Dipnot-2
“Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun? Sonra tekrar tekrar gözünü çevir. Kusur bulamaz, hor ve hakir sana döner; o göz bitkindir artık.” Mülk Sûresi, 67:3-4.[/NOT]



Kadir-i Mutlak: herşeye gücü yeten sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)beyhude: boşuna
burhan-ı bâhir: açık delilbârekallah: “Allah ne mübarek yaratmış” (bk. b-r-k)
cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)delâlet: delil olma, işaret etme
emsal: eşler, benzerler (bk. m-s̱-l)fesad: bozulma
hercümerc: karma karışıkicra: yürütme, yerine getirme
infirad: tek başına olma (bk. f-r-d)insicam-ı ecmel: çok güzel düzgünlük, uyumluluk (bk. c-m-l)
intizam: düzen, tertip (bk. n-ẓ-m)intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzen, tertip (bk. n-ẓ-m; k-m-l)
intizam-ı kâinat: kâinattaki düzen (bk. n-ẓ-m; k-v-n)istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)
kat’î: kesinkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lâzım: gereklilikmaşaallah: “Allah dilemiş ve ne güzel yapmış”
menzil: yer, mekân (bk. n-z-l)muavenet: yardımlaşma
münekkit: tenkitçinahiye: bucak
nazar-ı beşer: insanın bakışı (bk. n-ẓ-r)nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
nümune: örnekredd-i müdahele: müdahele kabul etmeme
ref etmek: ortadan kaldırmakrububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
saltanat-ı mutlaka: sınırsız egemenlik (bk. s-l-ṭ; ṭ-l-ḳ)semâvat: gökler (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” (bk. s-b-ḥ)
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)zerre: atom
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)âsâr: eserler
âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi (bk. k-r-m)şahid-i kâtı: kesin şahit (bk. ş-h-d)
şerik: ortak

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 933

Gel gelelim hudûsa. Mütekellimîn demişler ki: “Âlem mütegayyirdir. Her mütegayyir hâdistir. Herbir hâdisin bir muhdisi, yani mucidi var. Öyle ise bu kâinatın kadîm bir mucidi var.”

Biz de deriz: Evet, kâinat hâdistir. Çünkü, görüyoruz, her asırda, belki her senede, belki her mevsimde bir kâinat, bir âlem gider, biri gelir. Demek bir Kadîr‑i Zülcelâl var ki, bu kâinatı hiçten icad ederek, her senede, belki her mevsimde, belki her günde birisini icad eder, ehl-i şuura gösterir ve sonra onu alır, başkasını getirir, birbiri arkasına takıp zincirleme bir surette zamanın şeridine asıyor. Elbette, bu âlem gibi birer kâinat-ı müteceddide hükmünde olan, her baharda gözümüzün önünde hiçten gelen ve giden kâinatları icad eden bir Zât-ı Kadîrin mu’cizât-ı kudretidirler. Elbette, âlem içinde her vakit âlemleri halk edip değiştiren Zât, mutlaka şu âlemi dahi o halk etmiştir ve şu âlemi ve rû-yi zemini o büyük misafirlere misafirhane yapmıştır.

Gelelim imkân bahsine. Mütekellimîn demişler ki: “İmkân, mütesâviyü’t-tarafeyndir. Yani, adem ve vücud, ikisi de müsavi olsa, bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mucid lâzımdır. Çünkü, mümkinat birbirini icad edip teselsül edemez. Yahut o onu, o da onu icad edip devir suretinde dahi olamaz. Öyle ise bir Vâcibü’l-Vücud vardır ki bunları icad ediyor” Devir ve teselsülü, on iki burhan, yani arşî ve süllemî gibi namlarla müsemmâ, meşhur on iki delil-i kat’î ile devri iptal etmişler ve teselsülü muhal göstermişler; silsile-i esbabı kesip Vâcibü’l-Vücudun vücudunu ispat etmişler.

Biz de deriz ki: Esbab, teselsülün berâhiniyle âlemin nihayetinde kesilmesinden ise, herşeyde Hâlık-ı Külli Şeye has sikkeyi göstermek daha kat’î, daha kolaydır. Kur’ân’ın feyziyle, bütün Pencereler ve bütün Sözler o esas üzerine gitmişler. Bununla beraber, imkân noktasının hadsiz bir vüs’ati var; hadsiz cihetlerle Vâcibü’l-Vücudun vücudunu gösteriyor. Yalnız mütekellimînin teselsülün kesilmesi yoluna—elhak


Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)Zât-ı Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Zât, Allah (bk. ḳ-d-r)
adem: yoklukarşî ve süllemî: devir ve teselsülü inkâr maksadıyla yukarıya doğru gittikçe daralan ve tek bir yaratıcının varlığına dayanan mantıkî delil
berâhin: güçlü, mantıkî delillerburhan: güçlü, mantıkî delil
cihet: yöndelil-i kat’î: kesin delil
ehl-i şuur: şuur ve bilinç sahibi kimseler (bk. ş-a-r)esbab: sebepler (bk. s-b-b)
feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)hadsiz: sınırsız
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)hudûs: sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanma (bk. ḥ-d-s̱)
hâdis: sonradan olan (bk. ḥ-d-s̱)icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
imkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu ihtimal dahilinde olan (bk. m-k-n)kadîm: varlığının öncesi ve başlangıcı olmayan (bk. ḳ-d-m)
kat’i: kesinkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kâinat-ı müteceddide: devamlı yenilenen kâinat, evren (bk. k-v-n)mucid: icad eden, var eden (bk. v-c-d)
muhal: imkânsızmuhdis: meydana getiren, sonradan var eden (bk. ḥ-d-s̱)
mu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)mümkinât: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah’ın var etmesine bağlı olanlar (bk. m-k-n)
müsavi: eşit, denkmüsemmâ: isimlendirilen (bk. s-m-v)
mütegayyir: değişenmütekellimîn: kelâm âlimleri (bk. k-l-m)
mütesâviyü’t-tarafeyn: iki tarafı birbirine denk olan; varlık veya yokluk konusunda eşit durumda olannam: ad, ünvan
nihayet: sonrû-yi zemin: yeryüzü
sikke: mühür, işaretsilsile-i esbab: sebepler zinciri (bk. s-b-b)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tahsis edici: ayırıcı, bir tarafa ait kılıcı
teselsül: zincirleme devam etme, ard arda gelmevücud: varlık (bk. v-c-d)
vüs’at: genişlikâlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 934

geniş ve büyük olan o caddeye—münhasır değildir. Belki had ve hesaba gelmeyen yollarla Vâcibü’l-Vücudun marifetine yol açar. Şöyle ki:

Herbir şey, vücudunda, sıfâtında, müddet-i bekâsında hadsiz imkânat, yani gayet çok yollar ve cihetler içinde mütereddit iken, görüyoruz ki, o hadsiz cihetler içinde vücutça muntazam bir yolu takip ediyor. Herbir sıfatı da, mahsus bir tarzda ona veriyor. Müddet-i bekâsında bütün değiştirdiği sıfat ve haller dahi böyle bir tahsisle veriliyor. Demek bir muhassısın iradesiyle, bir müreccihin tercihiyle, bir Mucid-i Hakîmin icadıyladır ki, hadsiz yollar içinde hikmetli bir yolda onu sevk eder; muntazam sıfâtı ve ahvâli ona giydiriyor.

Sonra infiraddan çıkarıp, bir terkipli cisme cüz yapar; imkânat ziyadeleşir. Çünkü o cisimde binler tarzda bulunabilir. Halbuki, neticesiz o vaziyetler içinde, neticeli, mahsus bir vaziyet ona verilir ki, mühim neticeleri ve faideleri ve o cisimde vazifeleri gördürülüyor.

Sonra, o cisim dahi diğer bir cisme cüz yaptırılıyor; imkânat daha ziyadeleşir. Çünkü binlerle tarzda bulunabilir. İşte, o binler tarz içinde birtek vaziyet veriliyor, o vaziyetle mühim vazifeler gördürülüyor, ve hâkezâ... Gittikçe daha ziyade kat’î bir Hakîm-i Müdebbirin vücub-u vücudunu gösteriyor, bir Âmir-i Alîmin emriyle sevk edildiğini bildiriyor. Cisim içinde cisim, birbiri içinde cüz olup giden bütün bu terkiplerde, nasıl bir nefer, takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ordusunda, mütedahil o heyetlerden herbirisine mahsus birer vazifesi, hikmetli birer nisbeti, intizamlı birer hizmeti bulunuyor. Hem nasıl ki, senin gözbebeğinden bir hüceyre, gözünde bir nisbeti ve bir vazifesi var. Senin başın heyet-i umumiyesi nisbetine dahi hikmetli bir vazifesi ve hizmeti vardır. Zerre miktar şaşırsa, sıhhat ve idare-i beden bozulur. Kan damarlarına, his ve hareket âsablarına, hattâ bedenin heyet-i umumiyesinde birer mahsus vazifesi, hikmetli birer vaziyeti vardır. Binlerle imkânat içinde, bir Sâni-i Hakîmin hikmetiyle o muayyen vaziyet verilmiştir.


Hakîm-i Müdebbir: ilmiyle herşeyin sonunu görüp idare eden, ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. ḥ-k-m; d-b-r)Mucid-i Hakîm: herşeyi hikmetle yaratan, var eden Allah (bk. v-c-d; ḥ-k-m)
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)Vâcibü’l-Vücud: varlığı mutlaka gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
ahvâl: haller, vaziyetleralay: üç taburdan oluşan askerî topluluk
bölük: takımlardan oluşan askerî birlikcihet: yön
cüz: kısım, parça (bk. c-z-e)elhak: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
fırka: tümen (bk. f-r-ḳ)had ve hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmak
hadsiz: sayısız, sınırsızheyet: kısım, yapı
heyet-i umumiye: genel yapı, bütünhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hâkezâ: böylece, bunun gibiicad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
idare-i beden: bedenin idaresiimkânat: olabilirlikler, varlığı ile yokluğu ihtimal dahilinde olanlar (bk. m-k-n)
infirad: tek başına olma (bk. f-r-d)intizamlı: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
irade: tercih, dileme (bk. r-v-d)kat’î: kesin
mahsus: özelmarifet: bilme, tanıma (bk. a-r-f)
muayyen: belirlenmişmuhassıs: tahsis edici, ayırıcı, bir tarafa ait kılıcı
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)müddet-i bekà: devamlılık süresi (bk. b-ḳ-y)
münhasır: ait, mahsusmüreccih: tercih edici
mütedahil: iç içe, birbiri içindemütereddit: tereddütte kalmış, kararsız
nefer: asker, ernisbet: bağ (bk. n-s-b)
sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)tabur: dört bölükten meydana gelen askerî birlik
tahsis: bir tarafa ait kılma, ayırmatakım: en küçük askerî topluluk
terkip: bileşikvücub-u vücud: varlığının gerekli ve zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)zerre: atom
ziyade: fazla, çokziyadeleşmek: artmak, fazlalaşmak
Âmir-i Alîm: sonsuz ilim sahibi olan idareci, Allah (bk. a-l-m)âsab: sinirler

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 935

Öyle de, bu kâinattaki mevcudat, herbiri kendi zâtıyla, sıfâtıyla, çok imkânat yolları içinde has bir vücudu ve hikmetli bir sureti ve faideli sıfatları, nasıl bir Vâcibü’l-Vücuda şehadet ederler. Öyle de, mürekkebâta girdikleri vakit, herbir mürekkepte daha başka bir lisanla, yine Sâniini ilân eder. Git gide, tâ en büyük mürekkebe kadar nisbeti, vazifesi, hizmeti itibarıyla Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna ve ihtiyarına ve iradesine şehadet eder. Çünkü, birşeyi, bütün mürekkebâta hikmetli münasebetleri muhafaza suretinde yerleştiren, bütün o mürekkebâtın Hâlıkı olabilir. Demek birtek şey binler lisanlarla Ona şehadet eder hükmündedir.

İşte, kâinatın mevcudatı kadar değil, belki mevcudatın sıfât ve mürekkebâtı adedince imkânat noktasından da Vâcibü’l-Vücudun vücuduna karşı şehadetler geliyor.

İşte, ey gafil! Kâinatı dolduran bu şehadetleri, bu sadâları işitmemek, ne derece sağır ve akılsız olmak lâzım geliyor, haydi sen söyle!


Otuz Birinci Pencere
لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِىۤ اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
blank.gif
1وَفِى اْلاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ وَفِىۤ اَنْفُسِكُمْ اَفَلاَ تُبْصِرُونَ
blank.gif
2


Şu Pencere insan penceresidir ve enfüsîdir. Ve enfüsî cihetinde şu pencerenin tafsilâtını binler muhakkıkîn-i evliyanın mufassal kitaplarına havale ederek, yalnız feyz-i Kur’ân’dan aldığımız birkaç esasa işaret ederiz. Şöyle ki:

On Birinci Sözde beyan edildiği gibi, insan öyle bir nüsha-i câmiadır ki, Cenâb-ı Hak, bütün esmâsını, insanın nefsiyle insana ihsas ediyor. Tafsilâtını başka Sözlere havale edip yalnız Üç Noktayı göstereceğiz.



[NOT]Dipnot-1
“Muhakkak ki Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık.” Tîn Sûresi, 95:4.
Dipnot-2
“Kesin olarak iman edenler için yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice deliller vardır. Hâlâ görmez misiniz?” Zâriyât Sûresi, 51:20-21.[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cihet: yönenfüsî: iç dünyamıza ait (bk. n-f-s)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)feyz-i Kur’ân: Kur’ân’ın verdiği ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihsas: hissettirmeihtiyar: irade, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)
imkânat: olabilirlikler, varlığı ile yokluğu ihtimal dahilinde olanlar (bk. m-k-n)irade: dileme, tercih (bk. r-v-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)lisan: dil
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mufassal: ayrıntılı
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)muhakkıkîn-i evliya: evliyadan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; v-l-y)
münasebet: bağlantı, ilişki (bk. n-s-b)mürekkebat: bir bütünü oluşturanlar, bileşikler
mürekkep: birden fazla unsurdan meydana gelmişnefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nisbet: bağ (bk. n-s-b)nüsha-i câmia: çok geniş ve kapsamlı nüsha, kopya (bk. c-m-a)
sadâ: sessuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)tafsilât: ayrıntılar
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)vücud: varlık (bk. v-c-d)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 936

BİRİNCİ NOKTA: İnsan, üç cihetle esmâ-i İlâhiyeye bir âyinedir.

Birinci vecih: Gecede zulümat nasıl nuru gösterir. Öyle de, insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor, ve hâkezâ, pek çok evsâf-ı İlâhiyeye bu suretle âyinedarlık ediyor. Hattâ hadsiz aczinde ve nihayetsiz zaafında, hadsiz a’dâsına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdan daima Vâcibü’l-Vücuda bakar. Hem nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hâcâtı içinde, nihayetsiz maksatlara karşı bir nokta-i istimdad aramaya mecbur olduğundan, vicdan daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahîmin dergâhına dayanır. Dua ile el açar. Demek her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdad cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîmin bârgâh-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir.

İkinci vecih âyinedarlık ise: İnsana verilen nümuneler nev’inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’, mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyatla, Kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rububiyetine âyinedarlık eder, onları anlar, bildirir. Meselâ, “Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum. Öyle de, şu koca kâinat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder,” ve hâkezâ...

Üçüncü vecih âyinedarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen esmâ-i İlâhiyeye âyinedarlık eder. Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfının başında bir nebze izah edilen insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyade esmâ vardır. Meselâ, yaratılışından Sâni, Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden Rahmân ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Lâtif isimlerini, ve


Ganiyy-i Rahîm: sınırsız zenginlik sahibi olan, şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. ğ-n-y; r-ḥ-m)Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Kadîr-i Rahîm: gücü herşeye yeten, rahmeti herşeyi kuşatan Allah (bk. ḳ-d-r; r-ḥ-m)Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Kâinat Mâliki: evrenin ve yaratılmış herşeyin gerçek sahibi olan Allah (bk. k-v-n; m-l-k)
Lâtif: çok lütuf ve ihsanda bulunan Allah (bk. l-ṭ-f)Rahmân: kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)Sâni: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
a’dâ: düşmanlarbasar: görme (bk. b-ṣ-r)
bârgâh-ı rahmet: merhamet ve şefkat dilenen yüce makam (bk. r-ḥ-m)cihet: yön
cüz’iyat: ferdî, küçük şeyler (bk. c-z-e)cüz’î: az, ferdî (bk. c-z-e)
dergâh: huzur, makamesmâ: isimler (bk. s-m-v)
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)evsâf-ı İlâhiye: Cenâb-ı Allah’ın Zâtını niteleyen yüce vasıflar (bk. v-ṣ-f; e-l-h)
fakr: fakirlik, muhtaçlık (bk. f-ḳ-r)gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y)
hadsiz: sınırsız, sayısızhâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
hâkezâ: böylece, bunun gibihâkimiyet: egemenlik (bk. ḥ-k-m)
hâkimiyet-i rububiyet: Rablığın egemenliği; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. ḥ-k-m; r-b-b)hüsn-ü takvim: en güzel şekil, en güzel kıvam (bk. ḥ-s-n)
hüsn-ü terbiye: terbiyenin güzelliği (bk. ḥ-s-n; r-b-b)izah: açıklama
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mahiyet-i câmia: kapsamlı mahiyet, içyapı, nitelik (bk. c-m-a)maksat: istek (bk. ḳ-ṣ-d)
mevkıf: bölüm, kısımmâlik: sahip (bk. m-l-k)
mâlikiyet: sahiplik (bk. m-l-k)naks: eksiklik, noksanlık
nebze: parçacık, az miktarnev’: tür
nihayetsiz: sonsuznokta-i istimdad: yardım alınan nokta
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)nümune: örnek
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)sem’: işitme (bk. s-m-a)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)vecih: yön
zaaf: zayıflık, kuvvetsizlikzulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
zâhir: açık, görünen (bk. ẓ-h-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 937

hâkezâ, bütün âzâ ve âlâtıyla, cihazat ve cevarihiyle, letâif ve mâneviyâtıyla, havas ve hissiyatıyla ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmâda bir İsm-i Âzam var; öyle de, o esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki, o da insandır.

Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.


İKİNCİ NOKTA: Mühim bir sırr-ı ehadiyete işaret eder. Şöyle ki:

İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki, bütün âzâsını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlâhiye cilvesi olan evâmir-i tekvîniye ve o evâmirden vücud-u hâricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve lâtife-i Rabbâniye olan ruh,
blank.gif
1
onların idaresinde, onların mânevî seslerini hissetmesinde ve hâcatlarını görmesinde birbirine mâni olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak, yakın, bir hükmünde; birbirine perde olmaz. İsterse çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ, çok nuraniyet kesb etmişse, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir.

Öyle de,
blank.gif
2
وَِللهِالْمَثَلُاْلاَعْلٰى Cenâb-ı Hakkın, madem Onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve âzâsında bu vaziyeti gösteriyor. Elbette, âlem-i ekber olan kâinatta, o Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına, hadsiz fiiller, hadsiz sadâlar, hadsiz dualar, hadsiz işler, hiçbir cihette Ona ağır gelmez, birbirine mâni olmaz, o Hâlık-ı Zülcelâli meşgul etmez, şaşırtmaz. Bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir. Yakın, uzak birdir. İsterse bütününü birinin imdadına gönderir. Herşey ile herşeyi görebilir, seslerini işitebilir. Ve herşey ile herşeyi bilir, ve hâkezâ...

ÜÇÜNCÜ NOKTA: Hayatın pek mühim bir mahiyeti ve ehemmiyetli bir vazifesi



[NOT]Dipnot-1
bk. İsrâ Sûresi, 17:85.
Dipnot-2
“En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl Sûresi, 16:60.[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah (bk. v-c-b; v-c-d)cevarih: organlar
cihazât: cihazlar, donanımcilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)
câmid: cansızcüz’: kısım, parça (bk. c-z-e)
ecza: kısımlar, parçalar (bk. c-z-e)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evâmir: emirlerevâmir-i tekvîniye: yaratılışla ilgili emirler (bk. k-v-n)
hadsiz: sayısız, sınırsızhavas: duygular
hissiyat: hisler, duygularhâcat: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
hâkezâ: böylece, bunun gibiirade-i külliye: Allah’ın herşeyi kuşatan iradesi (bk. r-v-d; k-l-l)
irade-i İlâhiye: Allah’ın iradesi, dilemesi (bk. r-v-d; e-l-h)kanun-u emrî: Cenâb-ı Hakkın doğrudan emrinden gelerek vasıtasız işleyen kanunu (bk. ḳ-n-n)
kesb etmek: kazanmakkudret-i mutlaka: Allah’ın sınırsız güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)letâif: lâtifeler, insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
lâtife-i Rabbaniye: doğrudan doğruya Allah ile bağ kuran Rabbâni duygu (bk. l-ṭ-f; r-b-b)mahiyet: öz nitelik, esas
mâneviyât: mânâ âlemine ait şeyler (bk. a-n-y)mâni: engel
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)nakş-ı âzam: büyük nakış (bk. n-ḳ-ş; a-ẓ-m)
nisbeten: oranla, kıyasla (bk. n-s-b)nukuş: nakışlar, işlemeler (bk. n-ḳ-ş)
nuraniyet: nur özelliği (bk. n-v-r)sadâ: ses
sırr-ı ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesinin sırrı (bk. v-ḥ-d)vücud-u haricî: varlık âlemine çıkmış olan; ilim dairesinden çıkıp varlıklar dünyasına geçmiş olan (bk. v-c-d)
âlem-i ekber: en büyük âlem (bk. a-l-m; k-b-r)âlât: aletler
âzâ: âzalar, organlarİsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 938

var. Fakat o bahis, Hayat Penceresinde ve Yirminci Mektubun Sekizinci Kelimesinde tafsili geçtiğinden, ona havale edip yalnız bunu ihtar ederiz ki:

Hayatta hissiyat suretinde kaynayan memzuç nakışlar, pek çok esmâ ve şuûnât-ı zâtiyeye işaret eder, gayet parlak bir surette Hayy-ı Kayyûmun şuûnât-ı zâtiyesine âyinedarlık eder. Şu sırrın izahı, Allah’ı tanımayanlara ve daha tam tasdik etmeyenlere karşı zamanı olmadığından, kapıyı kapıyoruz.

Otuz İkinci Pencereهُوَ الَّذِىۤ اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفٰى بِاللهِ شَهِيدًا
blank.gif
1قُلْ يَاۤ اَيُّهَا النَّاسُ اِنِّى رَسُولُ اللهِ اِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِى لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ يُحْيِى وَيُمِيتُ
blank.gif
2

Şu Pencere, semâ-i risaletin güneşi, belki güneşler güneşi olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın penceresidir. Şu gayet parlak ve pek büyük ve çok nuranî pencere, Otuz Birinci Söz olan Mirac Risalesiyle On Dokuzuncu Söz olan Nübüvvet-i Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) Risalesinde ve On Dokuz İşaretli olan On Dokuzuncu Mektupta ne derece nuranî ve zâhir olduğu ispat edildiğinden, o iki Sözü ve o Mektubu ve o Mektubun On Dokuzuncu İşaretini bu makamda düşünüp, sözü onlara havale edip, yalnız deriz ki:

Tevhidin bir burhan-ı nâtıkı olan Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, risalet ve velâyet cenahlarıyla, yani kendinden evvel bütün enbiyanın tevatürle icmâlarını ve ondan sonraki bütün evliyanın ve asfiyanın icmâkârâne tevatürlerini tazammun eden bir kuvvetle, bütün hayatında bütün kuvvetiyle vahdâniyeti gösterip



[NOT]Dipnot-1
“Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna şahit olarak Allah yeter.” Fetih Sûresi, 48:28.
Dipnot-2
“De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın gönderdiği peygamberim. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Dirilten de Odur, öldüren de.” A’râf Sûresi, 7:158.[/NOT]




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)Nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in peygamberliği (bk. n-b-e; ḥ-m-d)
Zât-ı Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti (bk. ḥ-m-d)asfiya: Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ilim ve velâyet sahibi büyük zatlar (bk. ṣ-f-y)
burhan-ı nâtık: konuşan delilcenah: taraf
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)hazret: saygıdeğer
hissiyat: hisler, duygularicmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)
icmâkârâne: fikir birliği ederek, topluca (bk. c-m-a)ihtar: hatırlatma
memzuç: karışık, karışmışnuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)semâ-i risalet: peygamberlik semâsı (bk. s-m-v; r-s-l)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tafsilî: ayrıntılı
tazammun: içine almatevatür: yalan söylemeyen topluluklardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan haberin aktarılması
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
velâyet: velîlik (bk. v-l-y)zâhir: açık, görünür (bk. ẓ-h-r)
şuûnât-ı zâtiye: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 939

ilân etmiş ve âlem-i İslâmiyet gibi geniş, parlak, nuranî bir pencereyi marifetullaha açmıştır. İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabbânî, Muhyiddin-i Arabî, Abdülkàdir-i Geylânî gibi milyonlar muhakkıkîn-i asfiya ve sıddıkîn o pencereden bakıyorlar, başkalarına da gösteriyorlar.

Acaba böyle bir pencereyi kapatacak bir perde var mı? Ve onu itham edip bu pencereden bakmayanın aklı var mı? Haydi, sen söyle.

Otuz Üçüncü Pencere


اَلْحَمْدُ ِللهِ الَّذِىۤ اَنْزَلَ عَلٰى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِوَجًا قَيِّمًا
blank.gif
1الۤرٰ كِتاَبٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ
blank.gif
2



Bütün geçmiş Pencereler, Kur’ân denizinden bazı katreler olduğunu düşün; sonra Kur’ân’da ne kadar âb-ı hayat hükmünde olan envâr-ı tevhid var olduğunu kıyas edebilirsin. Fakat bütün o Pencerelerin menbaı ve madeni ve aslı olan Kur’ân’a gayet mücmel bir surette, gayet basit bir tarzda bakılsa dahi, yine gayet parlak, nuranî bir pencere-i câmiadır. O pencere ne kadar kat’î ve parlak ve nuranî olduğunu, Yirmi Beşinci Söz olan İ’câz-ı Kur’ân Risalesine ve On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci İşaretine havale ediyoruz. Ve Kur’ân’ı bize gönderen Zât-ı Zülcelâlin Arş-ı Rahmânîsine niyaz edip deriz:


رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَاۤ اِنْ نَسِينَاۤ اَوْ اَخْطَاْنَا
blank.gif
3 رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا
blank.gif
4
رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
blank.gif
5 وَتُبْ عَلَيْنَا اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ


[NOT]Dipnot-1
“Hamd o Allah’a mahsustur ki, kuluna kitabı dos doğru bir şekilde indirmiş ve o kitapta hiçbir tezat ve eğriliğe yer vermemiştir.” Kehf Sûresi, 18:1-2.
Dipnot-2
“Elif lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları inkâr karanlıklarından iman nuruna çıkarman için sana indirdik.” İbrahim Sûresi, 14:1.
Dipnot-3
“Ey Rabbimiz! Eğer unutur veya hata edersek bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.
Dipnot-4
“Ey Rabbimiz! Bizi hidayete eriştirdikten sonra kalblerimizi tekrar sapıklığa meylettirme.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:8.
Dipnot-5
“Ey Rabbimiz! Duamızı kabul buyur. Muhakkak ki Sen herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilensin.” Bakara Sûresi, 2:127.[/NOT]



Abdülkadir-i Geylânî: (bk. bilgiler)Arş-ı Rahmân: bütün yaratılmışları şefkat ve merhametle besleyip büyüten Rahmân isminin tasarruf dairesi, makamı (bk. a-r-ş; r-ḥ-m)
Muhyiddin-i Arabî: (bk. bilgiler)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
envâr-ı tevhid: Allah’ın birliğini gösteren nurlar (bk. n-v-r; v-ḥ-d)itham etmek: suçlamak
katre: damlakat’i: kesin
maden: kaynakmarifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
menba: kaynakmuhakkıkîn-i asfiya: Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ve hakikatleri delilleriyle bilen ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ṣ-f-y)
mücmel: kısa, özetlenmiş halde (bk. c-m-l)niyaz: dua etme, yalvarıp yakarma
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)pencere-i câmia: geniş, kapsamlı pencere (bk. c-m-a)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)âlem-i İslâmiyet: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
İmam-ı Gazâlî: (bk. bilgiler)İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)
İ’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 940

İhtar
Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektup, imanı olmayanı, inşaallah imana getirir. İmanı zayıf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana, bütün kemâlât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir, daha nuranî, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, “Bir pencere bana kâfi geldi, yeter” diyemezsin. Çünkü, senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise, kalbin de hissesini ister, ruhun da hissesini ister. Hattâ hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh, herbir Pencerenin ayrı ayrı faideleri vardır.

Mirac Risalesinde asıl muhatap mü’min idi; mülhid, ikinci derecede istimâ makamında idi. Şu risalede ise, muhatap, münkirdir; istimâ makamlarında mü’mindir. Bunu düşünüp öylece bakmalı.

Fakat, maatteessüf, mühim bir sebebe binaen şu Mektup gayet sür’atle yazıldığından ve hattâ müsvedde halinde kaldığından, elbette bana ait olan tarz-ı ifadede müşevveşiyet ve kusurlar olacaktır. Nazar-ı müsamaha ile bakmalarını ve ellerinden gelirse ıslahlarını ve mağfiret ile bana dua eylemelerini ihvanlarımdan isterim.

وَالسَّلاَمُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى وَالْمَلاَمُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهَوٰى
blank.gif
1سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ اٰمِينَ
blank.gif
3


endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1
Selâm, hüdâya tâbi olanların üzerine olsun! Levm ve itab da hevâya tâbi olanlara olsun!
Dipnot-2
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.
Dipnot-3
Allahım! Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm et. Âmin.[/NOT]



Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün mânevî âlemleri gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)binaen: –dayanarak
binaenaleyh: bundan dolayıihtar: hatırlatma
ihvan: kardeşlerinşaallah: Allah’ın izniyle
istimâ: dinleme (bk. s-m-a)kavî: güçlü, kuvvetli
kemâlât-ı hakikiye: hakikî, gerçek mükemmellikler ve üstünlükler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-m-l)kâfi: yeterli
maatteessüf: ne yazık kimarifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
mağfiret: bağışlama (bk. ğ-f-r)medar: dayanak noktası, kaynak
mülhid: dinsiz, inkârcımünkir: inkârcı, inançsız (bk. n-k-r)
müsvedde: karalama, ilk nüshamüşevveşiyet: karışıklık
nazar-ı müsamaha: hoşgörü bakışı (bk. n-ẓ-r)nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
tahkikî: araştırmaya dayanan (bk. ḥ-ḳ-ḳ)taklidî: araştırmaksızın taklide dayanan
tarz-ı ifade: ifade tarzıterakkiyat: ilerlemeler, yükselmeler
ıslah: iyileştirme, düzeltme (bk. ṣ-l-ḥ)

<tbody>
</tbody>


 
Üst