Otuz Üçüncü Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz
Otuz Üç Penceredir

Bir cihette Otuz Üçüncü Mektup ve bir cihette Otuz Üçüncü Söz

besmele.jpg



سَنُرِيهِمْ اٰيَاتِنَا فِى اْلاٰفَاقِ وَفِىۤ اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ شَهِيدٌ
blank.gif
1


SUAL:
Şu iki âyet-i câmianın ifade ettiği vücub ve vahdâniyet-i İlâhiye ve evsâf ve şuûnât-ı Rabbâniyeye, âlem-i asgar ve ekber olan insan ve kâinatın vech-i delâletlerini, mücmel ve kısa bir surette beyanlarını isteriz. Çünkü münkirler pek ileri gittiler. “Ne vakte kadar
blank.gif
2 وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ deyip elimizi kaldıracağız?” diyorlar.

Elcevap: Yazılan bütün otuz üç adet Sözler, o âyetin denizinden ve ifaza ettiği hakikat bahrinden otuz üç katredir. Onlara baksanız, cevabınızı alabilirsiniz. Şimdilik, yalnız o denizden bir katrenin reşehâtına işaret nev’inden şöyle deriz ki:

Meselâ, nasıl ki bir zât-ı mu’ciznümâ, büyük bir saray yapmak istese, evvelâ temellerini, esaslarını, muntazaman, hikmetle vaz eder ve ilerideki neticelerine ve gayelerine muvafık bir tarzda tertip eder. Sonra menzillere, kısımlara maharetle


[NOT]Dipnot-1
“Onlara, gerek içinde yaşadıkları âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz—tâ ki Kur’ân’ın hak olduğu onlara iyice açıklanmış olsun. Rabbinin herşeye şahit olması yetmez mi?” Fussılet Sûresi, 41:53
Dipnot-2
“O herşeye kàdirdir.” Mülk Sûresi, 67:1.[/NOT]



bahr: denizbeyan: açıklama (bk. b-y-n)
evsaf ve şuûnât-ı Rabbâniye: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatları ve terbiye edicilikle ilgili nitelikleri (bk. v-ṣ-f; ş-e-n; r-b-b)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)ifâza: feyizlendirme, bereketlendirme (bk. f-y-ḍ)
katre: damlakâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
maharet: ustalık, hünermenzil: mekân, oda (bk. n-z-l)
muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)muvafık: uygun
mücmel: kısa, özet halinde (bk. c-m-l)münkir: inkârcı, inançsız (bk. n-k-r)
nev’: türreşahât: sızıntılar
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tertip etme: düzenleme
vaz etme: koyma, yerleştirmevech-i delâlet: delil olma yönü
vücub ve vahdâniyet-i İlâhiye: Allah’ın birliği ve varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-ḥ-d; e-l-h)zât-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren zât (bk. a-c-z)
âlem-i asgar ve ekber: en küçük ve en büyük âlem (bk. a-l-m; k-b-r)âyet-i câmia: geniş, kapsamlı âyet (bk. c-m-a)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 891

tefrik ve tafsil ediyor. Sonra o menzilleri tanzim ve tertip ediyor. Sonra nukuşlarla tezyin ediyor. Sonra elektrik lâmbalarıyla tenvir ediyor. Sonra, o muhteşem ve müzeyyen sarayda maharetini, ihsânâtını tecdit etmek için, herbir tabakada yeni yeni icadlar, tebdiller, tahviller yapıyor. Sonra, herbir menzilde kendi makamına merbut bir telefon raptedip birer pencere açarak, herbirinden onun makamı görünür.

Aynen öyle de,
blank.gif
1 وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى Sâni-i Zülcelâl, Hâkim-i Hakîm, Adl-i Hakem ve bin bir esmâ-i kudsiye ile müsemmâ Fâtır-ı Bîmisal, şu âlem-i ekber olan kâinat sarayının ve hilkat şeceresinin icadını irade etti. Altı günde, o sarayın, o şecerenin esâsâtını desâtir-i hikmet ve kavânin-i ilm-i ezelîsi ile vaz’ etti.
blank.gif
2 Sonra ulvî ve süflî tabakata ve dallara ayırıp, kaza ve kader desâtiriyle tafsil ve tasvir etti. Sonra, her mahlûkatın her taifesini ve her tabakasını, sun’ ve inâyet düsturuyla tanzim etti.
blank.gif
3 Sonra, herşeyi herbir âlemi, ona lâyık bir tarzda, meselâ semâyı yıldızlarla, zemini çiçeklerle tezyin ettiği gibi, süslendirip tezyin etti.
blank.gif
4 Sonra, o kavânin-i külliye ve desâtir-i umumiye meydanlarında esmâlarını tecellî ettirip tenvir etti. Sonra, bu kanun-u küllînin tazyikinden feryad eden fertlere, Rahmânü’r-Rahîm isimlerini hususî bir surette imdada yetiştirdi. Demek,


[NOT]Dipnot-1
“En yüce misaller Allah’a mahsustur.” Nahl Sûresi, 16:60.
Dipnot-2
bk. A’raf Sûresi, 7:54; Yûnus Sûresi, 10:3-6; Hûd Sûresi, 11:7; Furkan Sûresi, 25:59; Secde Sûresi, 32:4-6; Mücâdele Sûresi, 48:4-6; Kaf Sûresi, 50:38; Hadîd Sûresi, 57:4-6
Dipnot-3
bk. Bakara Sûresi, 2:29; Yûnus Sûresi, 10:2-3; Ra’d Sûresi, 13:2.
Dipnot-4
bk. Hicr Sûresi, 15:16-21; Sâffât Sûresi, 37:6; Fussilet Sûresi, 41:10-12; Kaf Sûresi, 50:6-8.
[/NOT]


Adl-i Hakem: haklıyı haksızı ayıran, hükmeden, her hakkı yerine getiren, sonsuz adalet sahibi olan Allah (bk. a-d-l; ḥ-k-m)Fâtır-ı Bîmisal: eşi benzeri olmayan ve herşeyi hârika ve üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; m-s̱-l)
Hâkim-i Hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve herşeyi hükmü altında tutan Allah (bk. ḥ-k-m)Rahmânü’r-Rahîm: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah (bk. r-ḥ-m)
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)desâtir: düsturlar, prensipler
desâtir-i hikmet: hikmet düsturları; Cenâb-ı Hakkın her şeyi belirli gaye ve faydalara yönelik olarak yaratma sıfatına ait kaideler (bk. ḥ-k-m)desâtir-i umumiye: genel prensipler
düstur: prensip, kuralesmâ: isimler (bk. s-m-v)
esmâ-i kudsiye: Cenab-ı Allah’ın mukaddes, her türlü kusur ve noksandan uzak isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s)esâsât: esaslar, temeller
feryad: bağırmahilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
hususî: özelicad: yapma, meydana getirme; var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ihsânât: bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n)imdad: yardım
inâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)irade etme: dileme, isteme (bk. r-v-d)
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)kanun-u küllî: genel ve kapsamlı kanun (bk. ḳ-n-n; k-l-l)
kavânin-i ilm-i ezelî: Cenâb-ı Allah’ın ezelî ilminin kanunları (bk. ḳ-n-n; a-l-m; e-z-l)kavânin-i külliye: genel ve kapsamlı kanunlar (bk. ḳ-n-n; k-l-l)
kaza: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması (bk. ḳ-ḍ-y)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)menzil: mekân, oda (bk. n-z-l)
merbut: bağlımuhteşem: ihtişamlı, görkemli
müsemmâ: isimlendirilen (bk. s-m-v)müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nukuş: nakışlar (bk. n-ḳ-ş)rabtetmek: bağlamak
semâ: gök (bk. s-m-v)sun’: san’at (bk. ṣ-n-a)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)süflî: alçak, aşağılık
tabakat: tabakalar, derecelertafsil: ayrıntılandırma
tahvil: dönüştürmetaife: grup, topluluk
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)tasvir: suret ve şekil verme (bk. ṣ-v-r)
tazyik: baskı, ağırlıktebdil: değiştirme
tecdit: yenilemetecellî: yansıma, görünme (bk. c-l-y)
tefrik: ayırma (bk. f-r-ḳ)tenvir: nurlandırma, aydınlatma (bk. n-v-r)
tertip: düzene koymatezyin: süsleme (bk. z-y-n)
ulvî: yüce, yüksekvaz’ etme: koyma, yerleştirme
zemin: yerâlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i ekber: en büyük âlem (bk. a-l-m; k-b-r)şecere: ağaç

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 892

o küllî ve umumî desâtiri içinde hususî ihsânâtı, hususî imdatları, hususî cilveleri var ki, herşey, her vakit, her hâceti için Ondan istimdat eder, Ona bakabilir.
blank.gif
1 Sonra, her menzilden, her tabakadan, her âlemden, her taifeden, her fertten, herşeyden kendini gösterecek, yani vücudunu ve vahdetini bildirecek pencereler açmış. Her kalb içinde bir telefon bırakmış. Şimdi, şu hadsiz percerelerden, elbette haddimizin fevkinde olarak bahse girişemeyeceğiz. Onları ilm-i muhit-i İlâhîye havale edip, yalnız âyât-ı Kur’âniyenin lemeâtı olan Otuz Üç Pencereyi, Otuz Üçüncü Sözün Otuz Üçüncü Mektubunun, namazdan sonraki tesbihatın otuz üç aded-i mübarekine muvafık olmak için Otuz Üç Pencereye icmâlî ve muhtasar bir surette işaret edip, izahını sair Sözlere havale ederiz.
Birinci Pencere
Bilmüşahede görüyoruz ki, bütün eşya, hususan zîhayat olanların pek çok muhtelif hâcâtı ve pek çok mütenevvi metâlibi vardır. O matlapları, o hâcetleri, ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden, münasip ve lâyık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor.
blank.gif
2 Halbuki, o hadsiz maksudların en küçüğüne, o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz. Sen kendine bak: Zâhirî ve bâtınî hasselerin ve onların levazımatı gibi, elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et. İşte, bütün onlar, birer birer vücub-u Vâcibe şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, güneşin ziyası güneşi gösterdiği gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcibü’l-Vücudu, bir Vâhid-i Ehadi, hem gayet Kerîm, Rahîm, Mürebbî, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir. [NOT]Dipnot-1 bk. Bakara Sûresi, 2:186; Âl-i İmran Sûresi, 3:195; Enfâl Sûresi, 8:9; Yûsuf Sûresi, 12: 34; Enbiyâ Sûresi, 21:76, 84, 88, 90; Neml Sûresi, 27:62; Mü’min Sûresi, 40:60; Şûrâ Sûresi, 42:26. Dipnot-2 bk. Talâk Sûresi, 65:3.[/NOT]
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Müdebbir: ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. d-b-r)
Mürebbî: herşeyi terbiye eden, eğiten, yetiştiren Allah (bk. r-b-b)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
aded-i mübarek: mübarek sayı (bk. b-r-k)bilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
bâtınî: görünmeyen, içcilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)
desâtir: prensipler, kurallareşya: şeyler, varlıklar
fevkinde: üstündehad: sınır, yetki
hadsiz: sayısızhasse: duyu
heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)hususan: özellikle
hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
icmâlî: kısaca, özetle (bk. c-m-l)ihsânât: bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n)
ilm-i muhit-i İlâhîye: Allah’ın herşeyi kuşatan ve kapsayan ilmi (bk. a-l-m; e-l-h)imdat: yardım
istimdat: yardım dilemeizah: açıklama
keyfiyet: durum, nitelikkudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
küllî: bütün fertleri içine alan, kapsamlı (bk. k-l-l)lemeât: parıltılar
levazımat: gerekli şeylermaksud: kastedilen, istenen şey (bk. ḳ-ṣ-d)
matlap: istek (bk. ṭ-l-b)menzil: yer, durak (bk. n-z-l)
metâlib: istekler, arzular (bk. ṭ-l-b)muhtasar: kısa, özet
muhtelif: çeşitlimuvafık: uygun
münasip: uygun (bk. n-s-b)mütenevvi: çeşit çeşit
perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b)sair: diğer, başka
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)taife: grup, topluluk
tesbihat: tesbihler, Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)umumî: genel, herkese ait
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)vücub-u Vâcib: varlığı zorunlu olan Allah’ın varlığı (bk. v-c-b)
vücud: varlık (bk. v-c-d)ziya: ışık
zâhirî: görünen, dış (bk. ẓ-h-r)zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âlem: dünya (bk. a-l-m)âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın âyetleri
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 893

Şimdi, ey münkir-i cahil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmâneyi, basîrâneyi, rahîmâneyi neyle izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, âciz, câmid esbabla mı izah edebilirsin?
İkinci Pencere
Eşya, vücut ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddit, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken, birden bire gayet muntazam, hakîmâne öyle bir teşahhus vechi veriliyor ki, meselâ herbir insanın yüzünde, bütün ebnâ-yı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i farika o küçük yüzde bulunduğu ve zâhir ve bâtın duygularıyla, kemâl-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz, gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu ispat eder. Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni-i Hakîmin vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir. Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklit olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i samediyeti hangi destgâha havale edebilirsin?
Üçüncü Pencere
Zeminin yüzünde, dört yüz bin muhtelif taifedenHAŞİYE-1 ibaret olan bütün hayvânat ve nebâtat envâının ordusu, bilmüşahede ayrı ayrı erzakları, suretleri, silâhları, libasları, talimatları, terhisatları, kemâl-i mizan ve intizamla, hiçbir şey [NOT]Haşiye-1 Hattâ o taifelerden bir kısım var ki, bir senedeki efradı, zaman-ı Âdem‘den kıyamete kadar vücuda gelen bütün insan efradından ziyadedir.[/NOT]
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
alâmet-i farika: ayırt edici işaretbilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
bâtın: görünmeyen, içcihet: yön, şekil
câmid: cansızdestgâh: tezgâh, işyeri
ebnâ-yı cins: kendi cinsinden olanlarefrat: fertler (bk. f-r-d)
envâ: türler, çeşitlererzak: rızıklar, yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)eşya: şeyler, varlıklar
faaliyet-i hakîmane ve basîrâne ve rahîmâne: şefkat ve merhametle, görerek ve bilerek yapılan hikmetli işler, icraatlar (bk. ḥ-k-m; b-ṣ-r; r-ḥ-m)fâsık-ı gafil: âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan günahkâr kimse (bk. ğ-f-l)
hakîmâne: hikmetli biçimde (bk. ḥ-k-m)hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
haşiye: dipnot, açıklayıcı notheyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)
hâtem: mühür, damgaimkânat: olabilirlikler, varlığı ile yokluğu ihtimal dahilinde olanlar (bk. m-k-n)
izah: açıklamaizhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
kabil-i taklit: taklidi mümkünkemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i mizan ve intizam: mükemmel bir ölçü ve düzen (bk. k-m-l; v-z-n; n-ẓ-m)kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
libas: elbisemahsus: has, özel
mecmu: bütün, genel (bk. c-m-a)muhtelif: çeşit çeşit
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)münkir: inkârcı, inançsız (bk. n-k-r)
münkir-i cahil: cahil inkârcı (bk. n-k-r)mütehayyir: şaşkın, hayrete düşen
mütereddit: teredütte kalan, kararsıznebâtât: bitkiler
nihayetsiz: sonsuzsikke: mühür, işaret
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mühür (bk. v-ḥ-d)sikke-i samediyet: hiç kimseye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’a ait mühür, işaret (bk. ṣ-m-d)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
taife: grup, topluluktalimat: emirler, eğitimler (bk. a-l-m)
terhisat: görevlerin sona ermesiteçhiz: donatma
teşahhus: şahıslanma, belirlenmeteşahhusat: şahıslanmalar, belirlenmeler
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)vech: şekil
vücud: varlık (bk. v-c-d)zaman-ı Âdem: Âdem peygamberin zamanı
zemin: yerziyade: fazla, çok
zâhir: görünen, dış (bk. ẓ-h-r)âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 894

unutulmayarak, hiçbirini şaşırmayarak, bir surette tedbir ve terbiye etmek öyle bir sikkedir ki, hiçbir şüphe kabul etmez, güneş gibi parlak bir sikke-i Vâhid-i Ehaddir. Hadsiz bir kudret ve muhit bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin haddi var ki, o hadsiz derecede harika olan şu idareye karışsın? Çünkü, şu birbiri içinde girift olan envâları, milletleri, umumunu birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birisine karışsa, elbette karıştıracak. Halbuki,
blank.gif
1
فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرىٰ مِنْ فُطُورٍ sırrıyla, hiçbir karışık alâmeti yoktur. Demek ki hiçbir parmak karışamıyor.

Dördüncü Pencere


İstidat lisanıyla bütün tohumlar tarafından; ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla bütün hayvanlar tarafından; ve lisan-ı ıztırarî ile bütün muztarlar tarafından edilen duaların makbuliyetidir.
blank.gif
2
İşte, bu nihayetsiz duaların bilmüşahede kabul ve icabeti, herbiri vücuba ve vahdete şehadet ve işaret ettikleri gibi, mecmuu, büyük bir mikyasta, bilbedâhe, bir Hâlık-ı Rahîm ve Kerîm ve Mücîbe delâlet eder ve baktırır.

Beşinci Pencere


Görüyoruz ki, eşya, hususan zîhayat olanlar, def’î gibi âni bir zamanda vücuda gelir. Halbuki, def’î ve âni bir surette, basit bir maddeden çıkan şeyler gayet basit, şekilsiz, san’atsız olması lâzım gelirken, çok maharete muhtaç bir hüsn-ü san’atta, çok zamana muhtaç ihtimamkârâne nakışlarla münakkâş, çok âlâta muhtaç acip san’atlarla müzeyyen, çok maddelere muhtaç bir surette halk olunuyorlar. İşte, bu def’î ve âni bir surette bu harika san’at ve güzel heyet, herbiri bir [NOT]Dipnot-1 “Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun?” Mülk Sûresi, 67:3. Dipnot-2 bk En’âm Sûresi, 6:63; İsrâ Sûresi, 17:67; Neml Sûresi, 27:62.[/NOT]
Hâlık-ı Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḥ-l-ḳ; r-ḥ-m)Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)
Mücîb: bütün dualara cevap veren Allah (bk. c-v-b)acip: şaşırtıcı, hayranlık verici
bilbedâhe: ap açık bir şekildebilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
def’î: birden bire, ânidelâlet etme: delil olma, işaret etme
envâ: türler, çeşitlergayet: çok
girift: karmaşık, iç içehad: yetki
hadsiz: sınırsız, sayısızhalk etme: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
heyet: şekil, yapıhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hususan: bilhassa, özelliklehüsn-ü san’at: san’at güzelliği (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a)
icabet: cevap verme, kabul etme (bk. c-v-b)ihtimamkârâne: özen göstererek
ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen doğal ihtiyaç (bk. ḥ-v-c; f-ṭ-r)istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)lisan: dil
lisan-ı ıztırarî: çaresizlik ve mecburiyet dilimaharet: beceri, ustalık
makbuliyet: kabul edilmiş olmamecmu: bütün, hepsi (bk. c-m-a)
mikyas: ölçekmuhit: kapsamlı, kuşatıcı
muztar: çaresizmünakkaş: nakışlanmış, süslenmiş (bk. n-ḳ-ş)
müzeyyen: süslenmiş (bk. z-y-n)nihayetsiz: sonsuz
sikke: mühür, işaretsikke-i Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği herbir şeyde görülen Allah’ı gösteren mühür (bk. v-ḥ-d)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tedbir: idare etme, ihtiyacını karşılama (bk. d-b-r)
terbiye etme: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, yetiştirme (bk. r-b-b)umum: bütün
vahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)vücub: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b)
vücud: varlık (bk. v-c-d)zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âlât: âletlerşehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 895

Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna şehadet ve vahdet-i rububiyetine işaret ettikleri gibi, mecmuu, gayet parlak bir tarzda, nihayetsiz Kadîr, nihayetsiz Hakîm bir Vâcibü’l-Vücudu gösterir.

Şimdi, ey sersem münkir! Haydi, bunu neyle izah edersin? Senin gibi sersem, âciz, cahil tabiatla mı? Veyahut, hadsiz derece hata ederek, o Sâni-i Mukaddese “tabiat“ ismini verip, onun mu’cizât-ı kudretini, o tesmiye bahanesiyle tabiata isnad edip, bin derece muhali birden irtikâp etmek mi istersin?

Altıncı Pencere

اِنَّ فِى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِى تَجْرِى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَاۤ اَنْزَلَ اللهُ مِنَ السَّمَاۤءِ مِنْ مَاۤءٍ فَاَحْيَا بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَاۤبَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاۤءِ وَاْلاَرْضِ َلاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
blank.gif
1


Şu âyet, vücub ve vahdeti gösterdiği gibi, bir İsm-i Âzamı gösteren gayet büyük bir penceredir. İşte şu âyetin hülâsatü’l-hülâsası şudur ki:

Kâinatın ulvî ve süflî tabakatındaki bütün âlemler, ayrı ayrı lisanla birtek neticeyi, yani birtek Sâni-i Hakîmin rububiyetini gösteriyorlar. Şöyle ki:

Nasıl göklerde-hattâ kozmoğrafyanın itirafıyla dahi-gayet büyük neticeler için gayet muntazam hareketler, bir Kadîr-i Zülcelâlin vücud ve vahdetini ve kemâl‑i rububiyetini gösterir. Öyle de, zeminde, bilmüşahede—hattâ coğrafyanın


[NOT]Dipnot-1
“Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için nice deliller vardır.” Bakara Sûresi, 2:164.[/NOT]



Hakîm: herşeyi bir maksat ve gayeye uygun olarak faydalı ve yerli yerinde yaratan, hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m)Kadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi, herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r)
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
Sâni-i Mukaddes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḳ-d-sVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
bilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)gayet: çok
hadsiz: sınırsız, sonsuzhülâsatü’l-hülâsa: özün özü
irtikâp: kötü iş işlemeisnad: dayandırma (bk. s-n-d)
izah: açıklamakemâl-i rububiyet: rububiyetin mükemmelliği (bk. k-m-l; r-b-b)
kozmoğrafya: gökbilimi, astronomikâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lisan: dilmecmu: bütün, hepsi (bk. c-m-a)
muhal: imkânsızmuntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
mu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)münkir: inkârcı, inançsız (bk. n-k-r)
nihayetsiz: sonsuzrububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
süflî: aşağıtabakat: tabakalar, katmanlar
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)tesmiye: isimlendirme (bk. s-m-v)
ulvî: yüce, yüksekvahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vahdet-i rububiyet: Allah’ın varlıkları terbiye ve idare etmesindeki birlik (bk. v-ḥ-d; r-b-b)vücub: zorunlu olma (bk. v-c-b)
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)vücud: varlık (bk. v-c-d)
zemin: yerâciz: güçsüz, zavallı (bk. a-c-z)
âlem: dünya (bk. a-l-m)İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 896

şehadetiyle ve ikrarıyla—gayet büyük maslahatlar için, mevsimlerdeki gibi gayet muntazam tahavvülâtlar dahi, aynı o Kadîr-i Zülcelâlin vücub-u vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.

Hem nasıl berde ve bahirde kemâl-i rahmetle rızıkları verilen ve kemâl-i hikmetle muhtelif şekiller giydirilen ve kemâl-i rububiyetle türlü türlü duygularla teçhiz edilen bütün hayvânat, birer birer yine o Kadîr-i Zülcelâlin vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla, gayet geniş bir mikyasta azamet-i ulûhiyetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir. Öyle de, bağlardaki muntazam nebâtat ve nebâtâtın gösterdikleri müzeyyen çiçekler ve çiçeklerin gösterdikleri mevzun meyveler ve meyvelerin gösterdikleri müzeyyen nakışlar, birer birer yine o Sâni-i Hakîmin vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, külliyetleriyle, gayet şâşaalı bir surette cemâl-i rahmetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.

Hem nasıl cevv-i semâdaki bulutlardan mühim hikmetler ve gayeler ve lüzumlu faideler ve semereler için tavzif edilen ve gönderilen katreler, katreler adedince yine o Sâni-i Hakîmin vücubunu ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir. Öyle de, zemindeki bütün dağların ve dağlar içindeki madenlerin, ayrı ayrı hâsiyetleriyle beraber, ayrı ayrı maslahatlar için ihzar ve iddiharları, dağ metanetinde bir kuvvetle, yine o Sâni-i Hakîmin vücub ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.

Hem nasıl sahrâlarda ve dağlardaki küçük küçük tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmeleri, herbiri bir Sâni-i Hakîmin vücubuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla haşmet-i saltanatını ve kemâl-i rububiyetini gösterir. Öyle de, bütün otlarda ve ağaçlardaki bütün yaprakların türlü türlü eşkâl-i muntazamaları ve ayrı ayrı vaziyetleri ve cezbekârâne mevzun hareketleri, yapraklar adedince, yine o Sâni-i Hakîmin vücub-u vücudunu ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.


Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
azamet-i ulûhiyet: Allah’ın ilâhlığının büyüklük ve ihtişamı (bk. a-ẓ-m; e-l-h)bahir: deniz
ber: karacemâl-i rahmet: Allah’ın rahmetinin güzelliği (bk. c-m-l; r-ḥ-m)
cevv-i semâ: gökyüzü (bk. s-m-v)cezbekârâne: kendinden geçmiş bir şekilde
eşkâl-i muntazama: düzenli şekiller (bk. n-ẓ-m)hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
haşmet-i saltanat: saltanatın görkemi (bk. s-l-ṭ)heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hâsiyet: özellik, hususiyet
iddihar: depolamaihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
ikrar: kabul etme, doğrulamakatre: damla
kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)kemâl-i rahmet: mükemmel bir şefkat ve merhamet (bk. k-m-l; r-ḥ-m)
kemâl-i rububiyet: mükemmel terbiye ve idare (bk. k-m-l; r-b-b)külliyet: genişlik, kapsamlılık (bk. k-l-l)
maslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ)metanet: sağlamlık
mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)mikyas: ölçek
muhtelif: çeşitlimuntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)nebâtat: bitkiler
sahrâ: ova, meydansemere: meyve, netice
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tahavvülât: değişimler, dönüşümler
tavzif edilen: görevlendirilenteçhiz edilen: donatılan
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)vücub: zorunlu olma (bk. v-c-b)
vücub-u vahdet: Allah’ın birliğinin zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-ḥ-d)vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)zemin: yeryüzü
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)şâşaalı: gösterişli, göz alıcı

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 897

Hem nasıl bütün ecsâm-ı nâmiyede, büyümek zamanında muntazaman hareketleri ve türlü türlü âlâtla teçhizleri ve çeşit çeşit meyvelere şuurkârâne teveccühleri, herbiri ferden ferdâ yine o Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret eder; ve heyet-i mecmuasıyla, gayet büyük bir mikyasta, ihata-i kudretini ve şümul-ü hikmetini ve cemâl-i san’atını ve kemâl-i rububiyetini gösterir. Öyle de, bütün hayvanî cesetlerde kemâl-i hikmetle nefislerini, ruhlarını yerleştirmek, türlü türlü cihazatla kemâl-i intizamla teslih etmek, türlü türlü hizmetlerde kemâl-i hikmetle göndermek, hayvânat adedince, belki cihazatları sayısınca, yine o Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ve işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, gayet parlak bir surette cemâl-i rahmetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.

Hem nasıl bütün kalblere, insan ise her nevi ulûm ve hakikatleri bildiren, hayvan ise her nevi hâcetlerinin tedarikini öğreten bütün ilhâmât-ı gaybiye bir Rabb-i Rahîmin vücudunu ihsas eder ve rububiyetine işaret eder. Öyle de, gözlere kâinat bostanındaki mânevî çiçekleri toplayan şuâât-ı ayniye gibi zâhirî ve bâtınî bütün duyguların ayrı ayrı âlemlere herbiri birer anahtar olmaları, yine o Sâni-i Hakîm, o Fâtır-ı Alîm, o Hâlık-ı Rahîm, o Rezzâk-ı Kerîmin vücub-u vücudunu ve vahdet ve ehadiyetini ve kemâl-i rububiyetini güneş gibi gösterir.

İşte, şu yukarıda geçen on iki ayrı ayrı pencerelerden, on iki vecihten bir pencere-i âzam açılıyor ki, on iki renkli bir ziya-yı hakikatle Cenâb-ı Hakkın ehadiyetini ve vahdâniyetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.




Fâtır-ı Alîm: herşeyi bilen ve harika üstün san’atıyla yaratan, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. f-ṭ-r; a-l-m)Hâlık-ı Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan yaratıcı, Allah (bk. ḫ-l-ḳ; r-ḥ-m)
Rabb-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi terbiye ve idare eden Allah (bk. r-b-b; r-ḥ-m)Rezzâk-ı Kerîm: bütün varlıkların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m; r-z-ḳ)
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)bostan: bahçe
bâtınî: iç, görünmeyencemâl-i rahmet: Allah’ın rahmetinin güzelliği (bk. c-m-l; r-ḥ-m)
cemâl-i san’at: Allah’ın san’atının güzelliği (bk. c-m-l; ṣ-n-a)cihazât: cihazlar
ecsâm-ı nâmiye: büyüyen cisimler, gelişen varlıklarehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta kendi varlığına ve sıfatlarına işaret eden birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)
ferden ferdâ: birer birer (bk. f-r-d)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)
hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)ihata-i kudret: Allah’ın kudretinin herşeyi kuşatması (bk. ḳ-d-r)
ihsas: hissettirmeilhâmât-ı gaybiye: gayb âleminden gelen ilhamlar; Cenâb-ı Hakkın ihtiyaçlarını temin etmeleri için varlıklara vermiş olduğu duygu (bk. ğ-y-b)
kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. ḥ-k-m; k-m-l)kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kemâl-i rububiyet: mükemmel terbiye ve idare (bk. k-m-l; r-b-b)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mikyas: ölçekmuntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)
nefis: can, hayat (bk. n-f-s)nevi: çeşit, tür
pencere-i âzam: çok büyük pencere (bk. a-ẓ-m)rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tedarik: elde etme
teslih etme: silahlandırmateveccüh: yönelme
teçhiz: cihazlanma, donanmaulûm: ilimler (bk. a-l-m)
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)vahdâniyet: Allah’ın birliği, ortağının ve benzerinin olmayışı (bk. v-ḥ-d)
vecih: yön, tarafvücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)ziya-yı hakikat: hakikat ve gerçeğin ışığı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
zâhirî: dış, görünen (bk. ẓ-h-r)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlât: aletlerşehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekilde (bk. ş-a-r)şuâât-ı ayniye: gözdeki ışık hüzmeleri, göz feri
şümul-ü hikmet: Allah’ın hikmetinin herşeyi kapsaması (bk. ḥ-k-m)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 898

İşte, ey bedbaht münkir! Şu daire-i arz kadar, belki medar-ı senevîsi kadar geniş olan şu pencereyi neyle kapatabilirsin? Ve güneş gibi parlak olan şu maden-i nuru neyle söndürebilirsin? Ve hangi perde-i gaflette saklayabilirsin?

Yedinci Pencere

Şu kâinat yüzünde serpilen masnuatın kemâl-i intizamları ve kemâl-i mevzuniyetleri ve kemâl-i ziynetleri ve icadlarının suhuleti ve birbirine benzemeleri ve birtek fıtrat izhar etmeleri, nasıl ki bir Sâni-i Hakîmin vücub-u vücudunu ve kemâl-i kudretini ve vahdetini gayet geniş bir mikyasta gösteriyorlar. Öyle de,

● câmid ve basit unsurlardan hadsiz ve ayrı ayrı ve muntazam mürekkebâtın icadı, mürekkebat adedince yine o Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber,
● heyet-i mecmuasıyla, gayet parlak bir tarzda, kemâl-i kudretini ve vahdetini gösterdiği gibi,
● terkibât-ı mevcudat tabir edilen terkip ve tahlil hengâmındaki teceddütte, nihayet derecede ihtilât ve karışma içinde nihayet derecede bir imtiyaz ve tefrik ile, meselâ topraktaki tohumların ve köklerin çok karışık olduğu halde hiç şaşırmayarak, bir surette sünbüllenmelerini ve vücutlarını temyiz ve tefrik etmek ve ağaçlara giren karışık maddeleri yaprak ve çiçek ve meyvelere tefrik etmek ve hüceyrât-ı bedene karışık bir surette giden gıdaî maddeleri kemâl-i hikmetle ve kemâl-i mizanla ayırıp tefrik etmek, yine o Hakîm-i Mutlak ve o Alîm-i Mutlak ve o Kadîr-i Mutlakın vücub-u vücudunu ve kemâl-i kudretini ve vahdetini gösterdiği gibi,
● zerreler âlemini hadsiz ve geniş bir tarla hükmüne getirip, her dakikada kemâl-i hikmetle ekip, biçip, yeni yeni kâinatlar mahsulatını ondan almak ve o câmide,



Alîm-i Mutlak: ilmi herşeyi kuşatan, sınırsız ilim sahibi Allah (bk. a-l-m; ṭ-l-ḳ)Hakîm-i Mutlak: herşeyi hikmetle yapan, sınırsız hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
Kadîr-i Mutlak: kudreti herşeyi kuşatan, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
bedbaht: kötü talihli, talihsizcâmid: cansız
daire-i arz: yerküre, dünyafıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
gıdaî: gıdayla ilgilihadsiz: sayısız
hengâm: zaman, ânheyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)
hüceyrât-ı beden: bedenin hücreleriicad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ihtilât: karışıklıkimtiyaz: ayrılma, farklılık
izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i intizam: kusursuz düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)kemâl-i kudret: Allah’ın kudretinin mükemmelliği (bk. ḳ-d-r; k-m-l)
kemâl-i mevzuniyet: mükemmel derecede ölçülü olma (bk. k-m-l; v-z-n)kemâl-i mizan: mükemmel ve kusursuz bir ölçü (bk. k-m-l; v-z-n)
kemâl-i ziynet: mükemmel süs (bk. k-m-l; z-y-n)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
maden-i nur: nur kaynağı (bk. n-v-r)mahsulat: ürünler
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)medar-ı senevî: dünyanın güneş etrafında dönerken bir sene içinde çizdiği yörünge
mikyas: ölçekmuntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
münkir: inkârcı, inançsız (bk. n-k-r)mürekkebat: bir bütünü oluşturan parçalar
nihayet: sonperde-i gaflet: gaflet perdesi (bk. ğ-f-l)
suhulet: kolaylıksuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tabir edilen: adlandırılan (bk. a-b-r)tahlil: ayırma, çözümleme
teceddüt: yenilemetefrik: ayırma (bk. f-r-ḳ)
temyiz: ayırt etmeterkibât-ı mevcudat: varlıkların değişik elementlerin birleşmesiyle meydana gelişleri (bk. v-c-d)
terkip: birleştirmeunsur: element
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
zerre: atom, en küçük madde parçasıâlem: dünya (bk. a-l-m)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 899

âcize, cahile olan zerrâta gayet şuurkârâne ve gayet hakîmâne ve muktedirâne hadsiz muntazam vazifeleri gördürmek, yine o Kadîr-i Zülcelâlin ve o Sâni-i Zülkemâlin vücub-u vücudunu ve kemâl-i kudretini ve azamet-i rububiyetini ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.

İşte, bu dört yolla büyük bir pencere marifetullaha açılır ve büyük bir mikyasta, bir Sâni-i Hakîmi akla gösterir. Şimdi, ey bedbaht gafil! Şu halde Onu görmek ve tanımak istemezsen, aklını çıkar at, hayvan ol, kurtul!


Sekizinci Pencere


Nev-i beşerdeki bütün ervâh-ı neyyire ashabı olan enbiyalar (aleyhimüsselâm), bâhir ve zâhir mu’cizatlarına istinad ederek; ve bütün kulûb-u münevvere aktâbı olan evliyalar, keşif ve kerametlerine itimad ederek; ve bütün ukûl-u nuraniye erbabı olan asfiyalar, tahkikatlarına istinad ederek, birtek Vâhid-i Ehad, Vâcibü’l-Vücud, Hâlık-ı Külli Şeyin vücub-u vücuduna ve vahdetine ve kemâl-i rububiyetine şehadetleri, pek büyük ve nuranî bir penceredir; hem her vakit o makam-ı rububiyeti göstermektedir.

Ey biçare münkir! Kime güveniyorsun ki bunları dinlemiyorsun? Veyahut gündüz içinde gözünü kapamakla, dünyayı gece mi oldu zannediyorsun?

Dokuzuncu Pencere


Kâinattaki ibâdât-ı umumiye, bilbedâhe bir Mâbud-u Mutlakı gösteriyor.Evet, âlem-i ervaha ve bâtına giden ve ruhanî ve meleklerle görüşen zâtların


Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
Mâbud-u Mutlak: ibadete layık tek varlık olan Allah (bk. a-b-d; ṭ-l-ḳ)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
Sâni-i Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; k-m-l)Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)aleyhimüsselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsun (bk. s-l-m)
asfiya: Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve velâyet sahibi büyük zâtlar (bk. ṣ-f-y)azamet-i rububiyet: rububiyetin büyüklüğü; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; r-b-b)
bedbaht: kötü talihli, talihsizbilbedâhe: ap açık bir şekilde
bâhir: açık, aşikârbâtın: görünmeyen taraf, mânâ âlemi
câmide: cansızenbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
ervâh-ı neyyire ashabı: nur saçan ruh sahipleri (bk. r-v-ḥ; n-v-r)evliya: veliler (bk. v-l-y)
gafil: Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)hadsiz: sınırsız
hakîmâne: hikmetli biçimde (bk. ḥ-k-m)ibâdât-ı umumiye: bütün varlıkların yaptığı ibadetler (bk. a-b-d)
istinad: dayanma (bk. s-n-d)itimad: güvenme
kemâl-i kudret: Allah’ın kudretinin mükemmelliği, mükemmel iktidar (bk. k-m-l; ḳ-d-r)kemâl-i rububiyet: rububiyetin mükemmelliği, mükemmel terbiye ve idare (bk. k-m-l; r-b-b)
keramet: Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hal (bk. k-r-m)keşif: Allah tarafından ilham olunmasıyla gizli bir şeyin meydana çıkarılması (bk. k-ş-f)
kulûb-u münevvere aktâbı: nurlu kalb sahiplerinin en önde gelenleri, büyük velîler gibi (bk. n-v-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
makam-ı rububiyet: rububiyet makamı (bk. r-b-b)marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
mikyas: ölçekmuktedirâne: tam bir güç ve iktidarla (bk. ḳ-d-r)
muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)mu’cizât: insanların yapmada âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere verilen olağanüstü hal ve hareketler (bk. a-c-z)
münkir: inkârcı, inançsız (bk. n-k-r)nev-i beşer: insanlar, insanlık türü
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)ruhanî: ruh âlemine ait varlık (bk. r-v-ḥ)
tahkikat: araştırmalar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)ukul-u nuraniye erbabı: aydınlanmış akıl sahipleri (bk. n-v-r)
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
zerrât: atomlarzâhir: açık, görünür (bk. ẓ-h-r)
âcize: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)âlem-i ervâh: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)şuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekilde (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 900

şehadetleriyle sabit olan umum ruhanî ve melâikelerin kemâl-i imtisal ile ubûdiyetleri ve bilmüşahede bütün zîhayatların kemâl-i intizamla ubûdiyetkârâne vazifeler görmeleri ve, bilmüşahede, anâsır gibi bütün cemâdâtın kemâl-i itaatle ubûdiyetkârâne hizmetleri, bir Mâbud-u Bilhakkın vücub-u vücudunu ve vahdetini gösterdiği gibi, herbir taifesi icmâ ve tevatür kuvvetini taşıyan bütün âriflerin hakikatli marifetleri, bütün şâkirler taifesinin semeredar şükürleri ve bütün zâkirlerin feyizli zikirleri ve bütün hâmidlerin nimet arttıran hamdleri ve bütün muvahhidlerin burhanlı tevhidleri ve tavsifleri ve bütün muhiblerin hakikî muhabbet ve aşkları ve bütün mürîdlerin sadık irade ve rağbetleri ve bütün müniblerin ciddî talep ve inâbeleri, yine Mâruf, Mezkûr, Meşkûr, Mahmud, Vâhid, Mahbub, Mergub, Maksud olan o Mâbud-u Ezelînin vücub-u vücudunu ve kemâl-i rububiyetini ve vahdetini gösterdiği gibi, kâmil insanlardaki bütün makbul ibâdâtın ve o makbul ibâdâtın neticesinden hasıl olan füyuzat ve münacat, müşahedat ve keşfiyat, yine o Mevcud-u Lemyezel ve o Mâbud-u Lâyezâlin vücub‑u vücudunu ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.

İşte, şu üç cihette ziyadar büyük bir pencere, vahdâniyete açılır.

Onuncu Pencere

وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ وَسَخَّرَلَكُمُ الْفُلْكَ


Mahbub: bütün varlıklar tarafından sevilen Allah (bk. ḥ-b-b)Mahmud: bütün varlıklar tarafından hamd edilen Allah (bk. ḥ-m-d)
Maksud: bütün varlıkların rızasına ermeyi ve cemâlini görmeyi arzuladıkları Allah (bk. ḳ-ṣ-d)Mergub: bütün yaratılmışların Kendisinin rızasını istediği Allah
Mevcud-u Lemyezel: varlığı zevâl bulmayan, sürekli var olan Allah (bk. v-c-d; z-v-l)Mezkûr: herşeyin Kendisini zikrettiği, andığı Allah
Meşkûr: bütün varlıkların Kendisine şükrettiği Allah (bk. ş-k-r)Mâbud-u Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve ibadete lâyık olan Allah (bk. a-b-d; e-z-l)
Mâbud-u Lâyezâl: varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve ibadete layık tek ilâh olan Allah (bk. a-b-d; z-v-l)Mâbûd-u Bilhak: hakkıyla ibadete layık olan Allah (bk. a-b-d; ḥ-ḳ-ḳ)
Mâruf: herşeyi hakkıyla bilen ve yarattıkları tarafından bilinen Allah (bk. a-r-f)Vâhid: bir olan ve herbir varlıkta birliği görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
anâsır: unsurlar, elementlerbilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
burhan: güçlü delilcemâdât: cansız varlıklar
cihet: yönfeyiz: mânevî gıda, bereket (bk. f-y-ḍ)
füyuzât: feyizler, mânevî bolluk ve bereketler (bk. f-y-ḍ)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hamd: şükür ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hasıl: meydana gelmehâmid: hamd eden (bk. ḥ-m-d)
ibâdât: ibadetler (bk. a-b-d)icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)
inâbe: tevbe edip Allah’a yönelenirade: istek, arzu (bk. r-v-d)
kemâl-i imtisal: tam ve mükemmel bir şekilde emre uyma (bk. k-m-l)kemâl-i intizam: tam ve mükemmel bir düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kemâl-i itaat: tam ve mükemmel bir itaat (bk. k-m-l)kemâl-i rububiyet: mükemmel terbiye ve idare (bk. k-m-l; r-b-b)
keşfiyat: keşifler, mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme (bk. k-ş-f)kâmil: kemâl ve fazilet sahibi (bk. k-m-l)
makbul: kabul edilenmarifet: bilgi (bk. a-r-f)
melâike: melekler (bk. m-l-k)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhib: Allah’ı seven (bk. ḥ-b-b)muvahhid: Allah’ın birliğine inanan (bk. v-ḥ-d)
münacat: dua, yalvarma (bk. n-c-v)münib: tevbe edip Allah’a yönelen
mürîd: Allah’ın rızâsına kavuşmayı isteyen (bk. r-v-d)müşahedat: gözlemler (bk. ş-h-d)
ruhanî: maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlık (bk. r-v-h)sadık: doğru (bk. ṣ-d-ḳ)
semeredar: meyveli, verimlitaife: grup, topluluk
talep: istek (bk. ṭ-l-b)tavsif: vasıflandırma, özelliklerini anlatma (bk. v-ṣ-f)
tevatür: çeşitli kanallardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan habertevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)ubûdiyetkârâne: kulluk ederek (bk. a-b-d)
umum: bütünvahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
ziyadar: ışıklızâkir: zikreden, Allah’ı anan
zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)ârif: bilgide ileri olan (bk. a-r-f)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)şâkir: Allah’a şükreden (bk. ş-k-r)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 901

لِتَجْرِىَ فِى الْبَحْرِ بِاَمْرِهِ وَسَخَّرَلكُمُ اْلاَنْهَارَ وَسَخَّرَلَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَاۤئِبَيْنِ وَسَخَّرَلَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَاسَاَلْتُمُوهُ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللهِ لاَ تُحْصُوهَا
blank.gif
1



Şu kâinattaki mevcudatın birbirine teâvünü, tecavübü, tesanüdü gösterir ki, umum mahlûkat birtek Mürebbînin terbiyesindedirler, birtek Müdebbirin idaresindedirler, birtek Mutasarrıfın taht-ı tasarrufundadırlar, birtek Seyyidin hizmetkârlarıdırlar. Çünkü, zemindeki zîhayatları levazımat-ı hayatiyeyi emr-i Rabbânî ile pişiren güneşten ve takvimcilik eden kamerden tut, tâ ziya, hava, mâ, gıdanın zîhayatların imdadına koşmalarına ve nebâtâtın dahi hayvânâtın imdadına koşmalarına ve hayvânat dahi insanların imdadına koşmalarına, hattâ âzâ-yı bedenin birbirinin muavenetine koşmalarına ve hattâ gıda zerrâtının hüceyrât-ı bedeniyenin imdadına koşmalarına kadar câri olan bir düstur-u teâvün ile, câmid ve şuursuz olan o mevcudat-ı müteâvine, bir kanun-u kerem, bir namus-u şefkat, bir düstur-u rahmet altında, gayet hakîmâne, kerîmâne birbirine yardım etmek, birbirinin sadâ-yı hâcetine cevap vermek, birbirini takviye etmek, elbette, bilbedâhe, birtek, yektâ, Vâhid-i Ehad, Ferd-i Samed, Kadîr-i Mutlak, Alîm-i Mutlak, Rahîm-i Mutlak, Kerîm-i Mutlak bir Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun hizmetkârları ve memurları ve masnuları olduklarını gösterir.


[NOT]Dipnot-1
“Gökten de bir su indirdi ki, onunla sizin için rızık olarak meyvelerden bitirdi. Onun emriyle denizde seyretsinler diye gemileri sizin hizmetinize verdi. Nehirleri de yine sizin hizmetinize verdi. • Birbiri ardınca dönüp duran güneşi ve ayı da sizin hizmetinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin hizmetinize verdi. • O, sözünüz ve halinizle istediğiniz herşeyden size verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, saymakla bitiremezsiniz.” İbrahim Sûresi, 14:32-34.
[/NOT]



Alîm-i Mutlak: ilmi herşeyi kuşatan, sınırsız ilim sahibi Allah (bk. a-l-m; ṭ-l-ḳ)Ferd-i Samed: bir ve tek olan ve Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Ona muhtaç olan Allah (bk. f-r-d; ṣ-m-d)
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi olan ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)Kerîm-i Mutlak: lütuf ve cömertliği sınırsız olan Allah (bk. k-r-m; ṭ-l-ḳ)
Mutasarrıf: mülkünde dilediği gibi tasarruf eden Allah (bk. ṣ-r-f)Müdebbir: idare eden, ilmiyle herşeyin sonunu görüp, ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. d-b-r)
Mürebbî: herşeyi terbiye eden, eğiten, yetiştiren Allah (bk. r-b-b)Rahîm-i Mutlak: rahmeti herşeyi kuşatan, sınırsız şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m; ṭ-l-ḳ)
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
bilbedâhe: ap açık bir şekildecâmid: cansız
câri: geçerli, yürürlüktedüstur-u rahmet: rahmet prensibi (bk. r-ḥ-m)
düstur-u teavün: yardımlaşma kanunuemr-i Rabbânî: herşeyi terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah’ın emri (bk. r-b-b)
hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m)hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hizmetkâr: hizmetçihüceyrât-ı bedeniye: vücuttaki hücreler
kamer: aykanun-u kerem: cömertlik ve ikram etme kanunu (bk. ḳ-n-n; k-r-m)
kerîmane: lütufkâr ve cömert bir şekilde (bk. k-r-m)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
levazımat-ı hayatiye: hayat için gerekli şeyler (bk. ḥ-y-y)mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudat-ı müteâvine: birbiriyle yardımlaşan varlıklar (bk. v-c-d)muavenet: yardımlaşma
: sunamus-u şefkat: şefkat kanunu (bk. n-m-s; ş-f-ḳ)
nebâtât: bitkilersadâ-yı hâcet: ihtiyaç sesi (bk. ḥ-v-c)
seyyid: efenditaht-ı tasarruf: tasarrufu altında (bk. ṣ-r-f)
takviye: kuvvetlendirmeteavün: yardımlaşma
tecâvüb: birbirinin ihtiyacına cevap verme (bk. c-v-b)tesanüd: dayanışma (bk. s-n-d)
umum: bütünyektâ: tek, eşsiz
zemin: yeryüzüzerrât: zerreler, atomlar
ziya: ışıkzîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âzâ-yı beden: vücut organlarışuursuz: bilinçsiz (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 902

İşte, ey biçare müflis felsefî! Bu muazzam pencereye ne diyorsun? Senin tesadüfün buna karışabilir mi?

On Birinci Pencereاَلاَ بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
blank.gif
1

Bütün ervah ve kulûbun dalâletten neş’et eden ıztırabat ve keşmekeş ve ıztırabattan neş’et eden mânevî elemlerden kurtulmaları, birtek Hâlıkı tanımakla olur. Bütün mevcudatı birtek Sânie vermekle necat buluyorlar, birtek Allah’ın zikriyle mutmain olurlar. Çünkü, hadsiz mevcudat birtek zâta verilmezse, Yirmi İkinci Sözde kat’î ispat edildiği gibi, o zaman her birtek şeyi hadsiz esbaba isnad etmek lâzım gelir ki, o halde birtek şeyin vücudu, umum mevcudat kadar müşkül olur.

Çünkü, Allah’a verse, hadsiz eşyayı bir zâta verir. Ona vermezse, herbir şeyi hadsiz esbaba vermek lâzım gelir. O vakit, bir meyve, kâinat kadar müşkülât peydâ eder, belki daha ziyade müşkül olur. Çünkü, nasıl bir nefer yüz muhtelif adamın idaresine verilse, yüz müşkülât olur. Ve yüz nefer bir zabitin idaresine verilse, bir nefer hükmünde kolay olur. Öyle de, çok muhtelif esbabın birtek şeyin icadında ittifakları, yüz derece müşkülâtlı olur. Ve pek çok eşyanın icadı birtek zâta verilse, yüz derece kolay olur.

İşte, mahiyet-i insaniyedeki merak ve taleb-i hakikat cihetinden gelen nihayetsiz ıztıraptan kurtaracak, yalnız tevhid-i Hâlık ve marifet-i İlâhiyedir. Madem küfürde ve şirkte nihayetsiz müşkülât ve ıztırabat var. Elbette o yol muhaldir, hakikati yoktur. Madem tevhidde, mevcudatın yaratılışındaki suhulete ve kesrete ve hüsn-ü san’ata muvafık olarak, nihayetsiz suhulet ve kolaylık var. Elbette o yol vâciptir, hakikattir.
blank.gif
2



[NOT]Dipnot-1
“Haberiniz olsun ki, kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur.” Ra’d Sûresi, 13:28.
Dipnot-2
bk. İsrâ Sûresi, 17:42; Enbiyâ Sûresi, 21:21; 99 ; Sâd Sûresi, 38:5.
[/NOT]



Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. s-n-a)
biçare: çaresizcihet: yön
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)elem: acı, keder, sıkıntı
ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ)esbab: sebepler (bk. s-b-b)
felsefî: felsefecihadsiz: sayısız
hakikat: gerçek, asıl ve esas (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hüsn-ü san’at: san’atın güzelliği (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)isnad: dayandırma (bk. s-n-d)
ittifak: birleşme, birlikkat’i: kesin
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)keşmekeş: karışıklık
kulûb: kalplerkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)mahiyet-i insaniye: insanın yaratılıştan sahip olduğu özellikler
marifet-i İlâhiye: Allah’ı bilme ve tanıma (bk. a-r-f; e-l-h)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)muhal: imkansız
muhtelif: çeşit çeşitmutmain: gönlü hoş, içi rahat
muvafık: uygunmüflis: iflas etmiş
müşkilât: zorluklar, güçlüklermüşkül: zor
müşkülât peydâ etmek: zorluk kazanmak, zorlaşmakmüşkülâtlı: zor, güç
necat: kurtuluş (bk. n-c-v)nefer: asker, er
neş’et: doğma, ortaya çıkmanihayetsiz: sonsuz
suhulet: kolaylıktaleb-i hakikat: gerçeği isteme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ṭ-l-b)
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)tevhid-i Hâlık: sadece bir Yaratıcının olduğuna, başka yaratıcıların olmadığına inanma (bk. v-ḥ-d; ḫ-l-ḳ)
umum: bütünvâcip: zorunlu olma (bk. v-c-b)
vücud: varlık (bk. v-c-d)zabit: subay
zikir: anmaziyade: çok, fazla
ıztırabat: ıztıraplar, sıkıntılarşirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 903

İşte, ey bedbaht ehl-i dalâlet! Bak, dalâlet yolu ne kadar karanlıklı ve elemli! Ne zorun var ki oradan gidiyorsun? Hem bak, iman ve tevhid yolu ne kadar kolay ve safâlı! Oraya gir, kurtul.

On İkinci Pencere

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ اْلاَعْلٰى اَلَّذِى خَلَقَ فَسَوّٰى وَالَّذِى قَدَّرَفَهَدٰى
blank.gif
1

sırrınca, umum eşyada, hususan zîhayat masnularda, hikmetli bir kalıptan çıkmış gibi, herşeye bir miktar-ı muntazam ve bir suret, hikmetle verildiği; ve o suret ve o miktarda, maslahatlar ve faideler için eğri büğrü hudutlar bulunması; hem müddet-i hayatlarında değiştirdikleri suret-i libasları ve miktarları yine hikmetlere, maslahatlara muvafık bir tarzda, mukadderât-ı hayatiyeden terkip ve tanzim edilen mânevî ve muntazam birer suret, birer miktar bulunması, bilbedâhe gösterir ki, bir Kadîr-i Zülcelâlin ve bir Hakîm-i Zülkemâlin kader dairesinde suretleri ve biçimleri tertip edilen ve kudretin destgâhında vücutları verilen o hadsiz masnuat, o Zâtın vücub-u vücuduna delâlet ve vahdetine ve kemâl-i kudretine hadsiz lisanla şehadet ederler.

Sen kendi cismine ve âzâlarına ve onlardaki eğri büğrü yerlerin meyvelerine ve faidelerine bak, kemâl-i hikmet içinde kemâl-i kudreti gör.

On Üçüncü Pencereوَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2


sırrınca, herşey lisan-ı mahsusuyla Hâlıkını yad eder, takdis eder. Evet, bütün



[NOT]Dipnot-1
“Herşeyden yüce olan Rabbinin ismini tesbih et. O Rabbin ki, herşeyi yaratıp düzene koydu. O Rabbin ki, herşeye lâyık bir şekil ve ölçü tayin ederek onu yaratılış gayesine yöneltti.” A’lâ Sûresi, 87:1-3.
Dipnot-2
“Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.[/NOT]




Hakîm-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi olan ve herşeyi hikmetle yaratan Allah (bk. k-m-l)Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)bedbaht: talihsiz, kötü bahtlı
bilbedâhe: ap açık bir şekildedalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
delâlet: delil olma, işaret etmeehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
eşya: şeyler, varlıklarhadsiz: sayısız
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hudut: sınır
hususan: özelliklekader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)kemâl-i kudret: kudretin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḳ-d-r)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)lisan: dil
lisan-ı mahsusa: kendine has dilmaslahat: fayda, gaye (bk. ṣ-l-ḥ)
masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
miktar-ı muntazam: düzenli bir miktar, ölçü (bk. ḳ-d-r; n-ẓ-m)mukadderât-ı hayatiye: kader kalemiyle yazılmış hayat programı (bk. ḳ-d-r; ḥ-y-y)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)muvafık: uygun
müddet-i hayat: yaşam süresi (bk. ḥ-y-y)safâlı: rahat, huzurlu
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)suret-i libas: elbise şekli, biçimi (bk. ṣ-v-r)
takdis: kutsama, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma (bk. ḳ-d-s)tanzim: düzenleme, düzene koyma (bk. n-ẓ-m)
terkip: birleştirme, senteztertip: düzenleme
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)umum: bütün
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
vücut: varlık (bk. v-c-d)yad etme: anma
zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)âzâ: organlar
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 904

mevcudatın lisan-ı hâl ve kal ile ettiği tesbihat, birtek Zât-ı Mukaddesin vücudunu gösteriyor.

Evet, fıtratın şehadeti reddedilmez. Delâlet-i hal ise, hususan çok cihetlerle gelse, şüphe getirmez. Bak, hadsiz fıtrî şehadeti tazammun eden ve nihayetsiz tarzlarda lisan-ı hâl ile delâlet eden ve mütedahil daireler gibi birtek merkeze bakan şu mevcudatın muntazam suretleri, herbiri birer dildir; ve mevzun heyetleri, herbiri birer lisan-ı şehadettir; ve mükemmel hayatları, herbiri birer lisan-ı tesbihtir ki, Yirmi Dördüncü Sözde kat’î ispat edildiği gibi, o bütün dillerle pek zâhir bir surette tesbihatları ve tahiyyâtları ve birtek Mukaddes Zâta şehadetleri, ziya güneşi gösterdiği gibi, bir Zât-ı Vâcibü’l-Vücud’u gösterir ve kemâl-i ulûhiyetine delâlet eder.

On Dördüncü Pencere

قُلْ مَنْ بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ
blank.gif
1 وَاِنْ مِنْ شىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَاۤئِنُهُ
blank.gif
2 مَا مِنْ دَاۤبَّةٍ اِلاَّ هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا
blank.gif
3 اِنَّ رَبِّى عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ حَفِيظٌ
blank.gif
4


sırlarınca, herşey, herşeyinde ve her şe’ninde tek bir Hâlık-ı Zülcelâle muhtaçtır.

Evet, kâinattaki mevcudata bakıyoruz ve görüyoruz ki, zaaf-ı mutlak içinde bir kuvvet-i mutlaka tezahürâtı var; ve acz-i mutlak içinde bir kudret-i mutlakanın âsârı görünüyor: meselâ, nebâtâtın tohumlarında ve köklerindeki ukde-i hayatiyelerinin intibahları zamanında gösterdikleri harika vaziyetleri gibi.


[NOT]Dipnot-1
“De ki: Herşeyin mülk ve tasarrufu kimin elindedir?” Mü’minun Sûresi, 23:88.
Dipnot-2
“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın.” Hicr Sûresi, 15:21.
Dipnot-3
“Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın.” Hûd Sûresi, 11:56.
Dipnot-4
“Muhakkak ki benim Rabbim herşeyi hakkıyla koruyucudur.” Hûd Sûresi, 11:57.[/NOT]



Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz heybet ve haşmet sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)Zât-ı Mukaddes/Mukaddes Zât: her türlü noksanlık ve çirkinlikten yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah (bk. v-c-b; v-c-d)acz-i mutlak: son derece güçsüzlük (bk. a-c-z; ṭ-l-ḳ)
cihet: yön, tarafdelâlet: delil olma, işaret etme
delâlet-i hal: halin işareti, delil olmasıfıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
fıtrî: yaratılıştan gelen (bk. f-ṭ-r)hadsiz: sayısız, sınırsız
heyet: genel yapı, şekilhususan: özellikle
intibah: uyanışkat’î: kesin
kemâl-i ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye layık olmanın, ilâhlığın mükemmelliği (bk. k-m-l; e-l-h)kudret-i mutlaka: sınırsız güç ve kuvvet (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kuvvet-i mutlaka: sınırsız kuvvet (bk. ṭ-l-ḳ)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lisan-ı hâl: hal dililisan-ı hâl ve kal: hal ve konuşma dili
lisan-ı tesbih: Allah’ı tesbih eden, şânına lâyık ifadelerle anan dil (bk. s-b-ḥ)lisan-ı şehadet: şahitlik eden dil (bk. ş-h-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)mütedahil: iç içe, birbiri içinde
nebâtât: bitkilernihayetsiz: sonsuz
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tahiyyat: selamlar ve dualar (bk. ḫ-y-y)
tazammun: içine alma, kapsamatesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tezahürât: görünümler (bk. ẓ-h-r)ukde-i hayatiye: hayat düğümü, çekirdeği (bk. ḥ-y-y)
vücud: varlık (bk. v-c-d)zaaf-ı mutlak: son derece zayıflık (bk. ṭ-l-ḳ)
ziya: ışıkzâhir: açık (bk. ẓ-h-r)
âsâr: eserlerşehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şe’n: durum, hal, iş (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 905

Hem fakr-ı mutlak ve kuruluk içinde bir gınâ-yı mutlakın tezahürâtı var: kıştaki toprağın ve ağaçların vaziyet-i fakirâneleri ve baharda şâşaalı servet ve gınâları gibi.

Hem cumûd-u mutlak içinde bir hayat-ı mutlakanın tereşşuhâtı görünüyor: anâsır-ı câmidenin zîhayat maddelere inkılâbı gibi.

Hem bir cehl-i mutlak içinde muhit bir şuurun tezahürâtı görünüyor: zerrelerden yıldızlara kadar herşeyin harekâtında nizâmât-ı âleme ve mesâlih-i hayata ve metâlib-i hikmete muvafık bir tarzda hareket etmeleri ve şuurkârâne vaziyetleri gibi.

İşte, bu acz içindeki kudret; ve zaaf içindeki kuvvet; ve fakr içindeki servet ve gınâ; ve cumud ve cehil içindeki hayat ve şuur, bilbedâhe ve bizzarure, bir Kadîr-i Mutlak ve Kaviyy-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyûm bir Zâtın vücub-u vücuduna ve vahdetine karşı her taraftan pencereler açar, heyet-i mecmuasıyla, büyük bir mikyasta, bir cadde-i nuraniyeyi gösterir.

İşte, ey tabiat bataklığına düşen gafil! Eğer tabiatı bırakıp kudret-i İlâhiyeyi tanımazsan, herbir şeye, hattâ herbir zerreye hadsiz bir kuvvet ve kudret ve nihayetsiz bir hikmet ve maharet, belki ekser eşyayı görecek, bilecek, idare edecek bir iktidar, herşeyde bulunduğunu kabul etmek lâzım gelir.

On Beşinci Pencere

اَلَّذِى اَحْسَنَ كُلَّ شىْءٍ خَلَقَهُ
blank.gif
1


sırrınca, herşeye, o şeyin kabiliyet-i mahiyetine göre kemâl-i mizan ve intizamla


[NOT]Dipnot-1
“O herşeyi en güzel şekilde yaratandır.” Secde Sûresi, 32:7.[/NOT]



Alîm-i Mutlak: ilmi herşeyi kuşatan, sınırsız ilim sahibi Allah (bk. a-l-m; ṭ-l-ḳ)Ganiyy-i Mutlak: sınırsız zenginliğe sahip olan Allah (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)
Hayy-ı Kayyûm: her an diri olan ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
Kaviyy-i Mutlak: sınırsız kuvvet sahibi olan Allah (bk. ṭ-l-ḳ)acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
anâsır-ı câmide: cansız elementlerbilbedâhe: ap açık bir şekilde
bizzarure: zorunlu olarakcadde-i nuraniye: nurlu, aydınlık cadde (bk. n-v-r)
cehil: cahillikcehl-i mutlak: tam bir cahillik (bk. ṭ-l-ḳ)
cumud: cansızlıkcumûd-u mutlak: tam anlamıyla cansızlık (bk. ṭ-l-ḳ)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)eşya: şeyler, varlıklar
fakr: fakirlik (bk. f-ḳ-r)fakr-ı mutlak: son derece fakirlik (bk. f-ḳ-r; ṭ-l-ḳ)
gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y)
gınâ-yı mutlak: sınırsız zenginlik (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)hadsiz: sınırsız
harekât: hareketlerhayat-ı mutlaka: sınırsız bir hayat (bk. ḥ-y-y; ṭ-l-ḳ)
heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)hikmet: ilim, yüksek bilgi (bk. ḥ-k-m)
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)inkılâb: değişim, dönüşüm
kabiliyet-i mahiyet: mahiyetindeki kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)kemâl-i mizan ve intizam: tam bir düzen ve ölçü (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r; e-l-h)
maharet: hüner, ustalıkmesâlih-i hayat: hayata ait faydalar (bk. ṣ-l-ḥ; ḥ-y-y)
metâlib-i hikmet: İlâhî hikmetin istekleri, gerekleri (bk. ṭ-l-b; ḥ-k-m)mikyas: ölçek
muhit: herşeyi kuşatan, kapsamlımuvafık: uygun
nihayetsiz: sonsuznizamât-ı âlem: âlemdeki düzenler (bk. n-ẓ-m; a-l-m)
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)tereşşuhât: sızıntılar, izler
tezahürât: görünümler (bk. ẓ-h-r)vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vaziyet-i fakirâne: muhtaç durum (bk. f-ḳ-r)vücub-u vücud: varlığının gerekli ve zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
zaaf: zayıflıkzerre: atom, en küçük madde parçası
zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)şaşaalı: gösterişli, parlak
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)şuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekilde (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 906

biçilip hüsn-ü san’atla tertip edilip, en kısa yolda, en güzel bir surette, en hafif bir tarzda, istimalce en kolay bir şekilde (meselâ kuşların elbiselerine ve her vakit tüylerini kolayca oynatmalarına ve istimal etmelerine bak), hem israfsız, hikmetli bir tarzda vücut vermek, suret giydirmek, eşya adedince dillerle bir Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna şehadet ve bir Kadîr-i Alîm-i Mutlaka işaret ederler.

On Altıncı Pencere
Rû-yi zeminde mevsim be mevsim tazelenen mahlûkatın icad ve tedbirlerindeki intizamat ve tanzimat, bilbedâhe bir hikmet-i âmmeyi gösterir.
blank.gif
1
Sıfat mevsufsuz olmadığından, elbette o hikmet-i âmme, bizzarure bir Hakîmi gösterir.

Hem o perde-i hikmet içinde harika tezyinat, bilbedâhe bir inâyet-i tammeyi gösterir. Ve o inâyet-i tamme, bizzarure inâyetkâr bir Hâlık-ı Kerîmi gösterir.

Ve o perde-i inâyette, umuma şamil bir taltifat ve ihsanat, bilbedâhe bir rahmet-i vâsiayı gösterir. Ve o rahmet-i vâsia, bizzarure bir Rahmân-ı Rahîmi gösterir.

Ve o perde-i rahmet üstünde dahi, bütün rızka muhtaç zîhayatların lâyık ve mükemmel bir tarzda iâşeleri ve erzakları, bilbedâhe, terbiyekârâne bir rezzâkıyet ve şefkatkârâne bir rububiyeti gösterir. Ve o terbiye ve idare, bizzarure bir Rezzâk-ı Kerîmi gösterir.

Evet, zeminin yüzünde kemâl-i hikmetle terbiye edilen ve kemâl-i inâyetle


[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:259; En’âm Sûresi, 6:99; Hac Sûresi, 22:5; Mü’minûn Sûresi, 23:14; Rûm Sûresi, 30:50; Mülk Sûresi, 67:3; Ğâşiye Sûresi, 88:17.
[/NOT]


Hakîm: herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m)Hâlık-ı Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi ve herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-r-m)
Kadîr-i Alîm-i Mutlak: herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen, sınırsız kudret ve ilim sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m; ṭ-l-ḳ)Rahmân-ı Rahîm: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran zât, Allah (bk. r-ḥ-m)
Rezzak-ı Kerim: bütün yaratılmışların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah (bk. r-z-ḳ; k-r-m)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
bilbedâhe: ap açık bir şekildebizzarure: zorunlu olarak
erzak: rızıklar, yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)eşya: şeyler, varlıklar
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma (bk. ḥ-k-m)hikmet-i âmme: herşeyi kuşatan hikmet, gaye ve fayda (bk. ḥ-k-m)
hüsn-ü san’at: güzel san’at (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a)iaşe: beslenme (bk. a-y-ş)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)ihsanat: bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n)
intizamat: düzenlilikler (bk. n-ẓ-m)inâyet-i tamme: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenliliğin eksiksiz ve tam oluşu (bk. a-n-y)
inâyetkâr: inâyet sahibi (bk. a-n-y)istimalce: kullanımca
kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)kemâl-i inâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenliliğin mükemmelliği (bk. k-m-l; a-n-y)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)mevsim be mevsim: her mevsim
mevsuf: nitelendirilen, vasıflandırılan (bk. v-ṣ-f)perde-i hikmet: hikmet perdesi (bk. ḥ-k-m)
perde-i inâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen perdesi (bk. a-n-y)perde-i rahmet: rahmet perdesi (bk. r-ḥ-m)
rahmet-i vâsia: geniş rahmet (bk. r-ḥ-m)rezzâkıyet: rızık vericilik (bk. r-z-ḳ)
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan mâlikiyeti, yaratıcılığı ve terbiyesi (bk. r-b-b)rû-yi zemin: yeryüzü
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)taltifat: lütuf ve iyiliklerde bulunma (bk. l-ṭ-f)
tanzimat: düzenlemeler (bk. n-ẓ-m)tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
terbiyekârâne: terbiye ederek, besleyip büyüterek (bk. r-b-b)tertip: düzenleme
tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)umum: genel, herkes
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)zemin: yer
zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)şamil: içine alan, kapsayıcı
şefkatkârâne: şefkatli bir şekilde (bk. ş-f-ḳ)şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 907

tezyin edilen ve kemâl-i rahmetle taltif edilen ve kemâl-i şefkatle iâşe edilen bütün mahlûkat, birer birer bir Sâni-i Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzâkın vücubuna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, yeryüzünün mecmuunda tezahür eden ve umumunda görülen ve kast ve iradeyi bilbedâhe gösteren hikmet-i âmme; ve hikmeti dahi tazammun eden, umum masnuata şamil inâyet-i tamme; ve inâyet ve hikmeti tazammun eden ve umum mevcudat-ı arziyeye şamil olan rahmet-i vâsia; ve rahmet ve hikmet ve inâyeti de tazammun eden, umum zîhayata şamil bir surette ve gayet kerîmâne bir tarzda olan rızık ve iâşe-i umumiyeyi birden nazara al, bak:

Nasıl ki, elvân-ı seb’a, ziyayı teşkil eder; ve yeryüzünü tenvir eden o ziya, nasıl şüphesiz güneşi gösterir. Öyle de, o hikmet içindeki inâyet ve inâyet içindeki rahmet ve rahmet içindeki iâşe-i rızkî, nihayet derecede Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzak bir Vâcibü’l-Vücudun vahdetini ve kemâl-i rububiyetini, büyük bir mikyasta, yüksek bir derecede, parlak bir surette gösterir.
blank.gif
1

İşte, ey sersem münkir-i gafil! Göz önündeki bu hakîmâne, kerîmâne, rahîmâne, rezzâkane terbiyeti ve bu acip ve harika ve mu’cize keyfiyeti neyle izah edebilirsin? Senin gibi serseri tesadüfle mi? Ve kalbin gibi kör kuvvetle mi? Ve kafan gibi sağır tabiatla mı? Ve senin gibi âciz, câmid, câhil esbabla mı? Yoksa, nihayetsiz derecede mukaddes, münezzeh ve müberrâ, muallâ ve nihayetsiz derecede


[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:22; Yûnus Sûresi, 10:21; İbrahim Sûresi, 14:32; Hicr Sûresi, 15:19-22; Neml Sûresi, 17:64; Sebe Sûresi, 34:24; Fâtır Sûresi, 35:3; Mü’min Sûresi, 40:13 Zâriyat Sûresi, 51:58.[/NOT]


Hakîm: her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan Allah (bk. ḥ-k-m)Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)Rezzak: bütün canlıların rızıklarını veren Allah (bk. r-z-ḳ)
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
acip: hayret verici, şaşırtıcıbilbedâhe: ap açık bir şekilde
câmid: cansızelvân-ı seb’a: yedi renk
esbab: sebepler (bk. s-b-b)hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hikmet-i âmme: herşeyi kuşatan hikmet (bk. ḥ-k-m)
iaşe edilme: beslenme (bk. a-y-ş)iaşe-i rızkî: rızıkla besleme (bk. a-y-ş; r-z-ḳ)
iaşe-i umumiye: bütün yaratıkları kapsayan besleme, rızıklandırma (bk. a-y-ş)inâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)
inâyet-i tamme: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenliliğin eksiksiz ve tam oluşu (bk. a-n-y)irade: dileme, tercih (bk. r-v-d)
izah: açıklamakast: amaç, hedef (bk. ḳ-ṣ-d)
kemâl-i rahmet: mükemmel bir şefkat ve merhamet (bk. k-m-l; r-ḥ-m)kemâl-i rububiyet: Allah’ın varlıkları terbiye ve idare edişindeki mükemmellik (bk. k-m-l; r-b-b)
kemâl-i şefkat: tam ve mükemmel şefkat (bk. k-m-l; ş-f-ḳ)kerîmâne: lütufkâr ve cömert bir şekilde (bk. k-r-m)
keyfiyet: durum, özellik, nitelikmahlukât: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mecmu: bütün, genel (bk. c-m-a)
mevcudat-ı arziye: yeryüzünde yaşayan varlıklar (bk. v-c-d)mikyas: ölçek
muallâ: yüce, yüksekmukaddes: kusur ve eksiklikten uzak, kutsal (bk. ḳ-d-s)
mu’cize: yaratma noktasında bütün sebepleri âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)müberrâ: uzak, yüce
münezzeh: kusur ve çirkinlikten arınmış, temiz (bk. n-z-h)münkir-i gafil: gaflet içinde olan inkârcı (bk. n-k-r; ğ-f-l)
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)nihayetsiz: sonsuz
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)rahmet-i vâsia: geniş rahmet (bk. r-ḥ-m)
rahîmâne: şefkatli ve merhametli şekilde (bk. r-ḥ-m)rezzâkane: muhtaç olanlara rızıklarını vererek (bk. r-z-ḳ)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
taltif: lütuf ve ikramda bulunma (bk. l-ṭ-f)tazammun eden: içine alan
tenvir: aydınlatma (bk. n-v-r)tezahür: görünme (bk. ẓ-h-r)
tezyin edilme: süslenme (bk. z-y-n)teşkil: oluşturma
umum: bütünvahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vücub: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b)ziya: ışık
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)şâmil: kapsayan

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 908

Kadîr, Alîm, Semî’, Basîr olan Zât-ı Zülcelâle, nihayetsiz derecede âciz, câhil, sağır, kör, mümkün, miskin olan “tabiat namını verip nihayetsiz hata işlemek mi istersin? Hem güneş gibi parlak şu hakikati hangi kuvvetle söndürebilirsin, hangi perde-i gaflet altında saklayabilirsin?

On Yedinci Pencere


اِنَّ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ َلاٰيَاتٍ لِلْمُؤْمِنِينَ
blank.gif
1



Zeminin yüzünü yaz zamanında temâşâ edip görüyoruz ki: İcad-ı eşyada müşevveşiyeti iktiza eden ve intizamsızlığa sebep olan nihayetsiz sehâvet ve bir cûd-u mutlak, gayet derecede bir insicam ve intizam içinde görünüyor. İşte, zemin yüzünü tezyin eden bütün nebâtâtı gör.

Hem mizansızlığı ve kabalığı iktiza eden, icad-ı eşyadaki sür’at-i mutlaka dahi kemâl-i mevzuniyet içinde görünüyor. İşte, zemin yüzünü süslendiren bütün meyvelere bak.

Hem ehemmiyetsizliği, belki çirkinliği iktiza eden kesret-i mutlaka dahi, kemâl-i hüsn-ü san’at içinde görünüyor. İşte, yeryüzünü yaldızlayan bütün çiçeklere bak.

Hem san’atsızlığı, basitliği iktiza eden, icad-ı eşyadaki suhulet-i mutlaka dahi, nihayetsiz derecede san’atkârlık ve maharet ve ihtimamkârlık içinde görünüyor. İşte, yeryüzündeki ağaç ve nebâtat cihâzâtının sandıkçaları ve programları ve tarihçe-i hayatlarının kutucukları hükmünde olan bütün tohumlara, çekirdeklere dikkatle bak.

Hem ihtilâf ve ayrılığı iktiza eden uzaklık ve bu’d-u mutlak dahi bir ittifak-ı mutlak içinde görünüyor. İşte, bütün aktâr-ı zeminde zer’ edilen her nevi hububata bak.

Hem karışmayı ve bulaşmayı iktiza eden kemâl-i ihtilât, bilâkis, kemâl-i imtiyaz


[NOT]Dipnot-1
“Muhakkak ki, göklerde ve yerde, iman edenler için deliller vardır.” Câsiye Sûresi, 45:3.[/NOT]



Alîm: herşeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)Basîr: herşeyi gören Allah (bk. b-ṣ-r)
Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)Semî’: herşeyi işiten Allah (bk. s-m-a)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)aktâr-ı zemin: yeryüzünün dört bir tarafı
bilâkis: aksine, tersinebu’d-u mutlak: sınırsız uzaklık (bk. ṭ-l-ḳ)
cihâzât: cihazlar, donanımcûd-u mutlak: sınırsız cömertlik (bk. c-v-d; ṭ-l-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hububat: tohumlar, taneli bitkiler
icad-ı eşya: varlıkların yaratılması (bk. v-c-d)ihtilâf: farklılık
ihtimamkârlık: dikkatle çalışma, özenle iş görmeiktiza: gerektirme
insicam: düzgün, uyumlu akışintizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
ittifak-ı mutlak: tam birliktelik (bk. ṭ-l-ḳ)kemâl-i hüsn-ü san’at: mükemmel san’at güzelliği (bk. k-m-l; ḥ-s-n; ṣ-n-a)
kemâl-i ihtilât: tam bir karışıklık (bk. k-m-l)kemâl-i imtiyaz: tam bir farklılık, diğerlerinden ayrılma (bk. k-m-l)
kemâl-i mevzuniyet: mükemmel bir ölçü ve denge (bk. k-m-l; v-z-n)kesret-i mutlak: sınırsız çokluk (bk. k-s̱-r; ṭ-l-ḳ)
maharet: beceri, ustalıkmiskin: zavallı (bk. s-k-n)
mizan: ölçü (bk. v-z-n)müşevveşiyet: karışıklık
nebâtât: bitkilernevi: tür, çeşit
nihayetsiz: sonsuzperde-i gaflet: gaflet perdesi (bk. ğ-f-l)
sandıkça: küçük sandıksehâvet: cömertlik (bk. c-v-d)
suhulet-i mutlaka: tam bir kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ)sür’at-i mutlaka: son derece hız (bk. ṭ-l-ḳ)
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)tarihçe-i hayat: hayatın özeti (bk. ḥ-y-y)
temâşâ: seyretmetezyin: süsleme (bk. z-y-n)
zemin: yerzer’ etme: ekme, dikme
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 909

ve tefrik içinde görünüyor. İşte, bütün yeraltına karışık atılan ve madde itibarıyla birbirine benzeyen tohumların, sünbül vaktinde kemâl-i imtiyazları ve ağaçlara giren muhtelif maddelerin yaprak, çiçek ve meyvelere kemâl-i imtiyazla tefrikleri ve mideye giren karışık gıdaların muhtelif âzâ ve hüceyrâta göre kemâl-i imtiyazla ayrılmalarına bak, kemâl-i hikmet içinde kemâl-i kudreti gör.

Hem ehemmiyetsizliği, kıymetsizliği iktiza eden gayet derecede mebzuliyet ve nihayet derecede ucuzluk dahi, yeryüzünde masnuatça, san’atça, nihayet derecede kıymettar ve pahalı bir keyfiyette görünüyor. İşte, o hadsiz acaib-i san’at içinde, yeryüzünün Rahmânî sofrasında, yalnız, kudretin şekerlemeleri olan dutların nevilerine bak, kemâl-i rahmeti kemâl-i san’at içinde gör.

İşte, bütün rû-yi zeminde, gayet kıymettarlıkla beraber hadsiz ucuzluk; ve hadsiz ucuzluk içinde, hadsiz ihtilât ve karışıklıkla beraber hadsiz imtiyaz ve tefrik; ve hadsiz imtiyaz ve tefrik içinde, gayet uzaklıkla beraber son derecede muvafakat ve benzeyiş; ve son derece benzemek içinde, gayet derecede suhulet ve kolaylıkla beraber gayet derecede ihtimamkârâne yapılış; ve gayet derecede güzel yapılış içerisinde, sür’at-i mutlaka ve çabuklukla beraber gayet derecede mevzun ve mizanlı ve israfsızlık; ve gayet derecede israfsızlık içinde, son derece çokluk ve kesretle beraber son derecede hüsn-ü san’at; ve son derece hüsn-ü san’at içinde, nihayet derecede sehâvetle beraber intizam-ı mutlak, elbette gündüz ışığı, ışık güneşi gösterdiği gibi, bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Hakîm-i Zülkemâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin vücub-u vücuduna ve kemâl-i kudretine ve cemâl-i rububiyetine ve vâhidiyetine ve ehadiyetine şehadet ederler,

blank.gif
1
لَهُ اْلاَسْمَاۤءُ الْحُسْنٰى sırrını gösterirler.

Şimdi, ey biçare cahil, gafil, muannid, muattıl! Bu hakikat-i uzmâyı neyle tefsir

[NOT]Dipnot-1
“En güzel isimler Onundur.” Tâhâ Sûresi, 20:8.[/NOT]



Hakîm-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi, herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; k-m-l)Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
Rahmânî: rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah tarafından gönderilen (bk. r-ḥ-m)Rahîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve merhamet sahibi olan Allah (bk. r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
acaib-i san’at: san’at harikaları (bk. ṣ-n-a)biçare: çaresiz
cemâl-i rububiyet: Rablığın güzelliği; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının güzelliği (bk. c-m-l; r-b-b)ehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi (bk. v-ḥ-d)
gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)gayet: son derece
hadsiz: sayısızhakikat-i uzmâ: en büyük hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; a-ẓ-m)
hüceyrât: hücrelerhüsn-ü san’at: güzel san’at (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a)
ihtilât: karışıklıkihtimamkârâne: dikkatlice ve özenle çalışarak
iktiza: gerektirmeimtiyaz: farklılık, diğerlerinden ayrı olma
intizam-ı mutlak: tam ve mükemmel düzen (bk. n-ẓ-m; ṭ-l-ḳ)itibarıyla: özelliğiyle (bk. a-b-r)
kemâl-i hikmet: hikmetin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḥ-k-m)kemâl-i imtiyaz: tam bir farklılık, diğerlerinden ayrılma (bk. k-m-l)
kemâl-i kudret: güç ve iktidarın mükemmelliği (bk. k-m-l; ḳ-d-r)kemâl-i rahmet: tam bir rahmet (bk. k-m-l; r-ḥ-m)
kemâl-i san’at: san’atın mükemmelliği (bk. k-m-l; ṣ-n-a)kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
keyfiyet: nitelik, özellikkudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kıymettar: kıymetlikıymettarlık: kıymetlilik
masnuatça: san’at eseri varlıklar bakımından (bk. ṣ-n-a)mebzuliyet: bolluk, çokluk
mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)mizanlı: ölçülü, dengeli (bk. v-z-n)
muannid: inatçımuattıl: Allah’ı inkâr eden
muvafakat: uygunluknihayet: son
rû-yi zemin: yeryüzüsehâvet: cömertlik (bk. c-v-d)
suhulet: kolaylıksür’at-i mutlaka: son derece hız (bk. ṭ-l-ḳ)
tefrik: birbirinden ayırma (bk. f-r-ḳ)tefsir: açıklama, yorum (bk. f-s-r)
vâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
âzâ: âzalar, organlarşehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 
Üst