Otuz İkinci Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 864

ve şükür ve ibâdât cihâzâtını nefsinize ve dünyaya gayr-ı meşru bir surette sarf ettiğinizden, bil’istihkak cezasını çekiyorsunuz. Çünkü Cenâb-ı Hakka ait muhabbeti nefsinize verdiniz; mahbubunuz olan nefsinizin hadsiz belâsını çekiyorsunuz. Çünkü hakikî bir rahatı, o mahbubunuza vermiyorsunuz. Hem onu, hakikî mahbub olan Kadîr-i Mutlaka tevekkül ile teslim etmiyorsunuz, daima elem çekiyorsunuz.

Hem Cenâb-ı Hakkın esmâ ve sıfâtına ait muhabbeti dünyaya verdiniz ve âsâr-ı san’atını, âlemin esbabına taksim ettiniz; belâsını çekiyorsunuz. Çünkü, o hadsiz mahbuplarınızın bir kısmı size Allahaısmarladık demeyip, size arkasını çevirip, bırakıp gidiyor. Bir kısmı sizi hiç tanımıyor, tanısa da sizi sevmiyor, sevse de size bir faide vermiyor. Daima hadsiz firaklardan ve ümitsiz, dönmemek üzere zevâllerden azap çekiyorsunuz.

İşte, ehl-i dalâletin saadet-i hayatiye ve tekemmülât-ı insaniye ve mehâsin-i medeniyet ve lezzet-i hürriyet dedikleri şeylerin içyüzleri ve mahiyetleri budur. Sefahet ve sarhoşluk bir perdedir; muvakkaten hissettirmez. “Tuh onların aklına!” de.

Amma Kur’ân’ın cadde-i nuraniyesi ise, bütün ehl-i dalâletin çektiği yaraları hakaik-i imaniye ile tedavi eder. Bütün evvelki yoldaki zulümatı dağıtır. Bütün dalâlet ve helâket kapılarını kapatır. Şöyle ki:

İnsanın zaaf ve aczini ve fakr ve ihtiyacını, bir Kadîr-i Rahîme tevekkül ile tedavi eder.
blank.gif
1 Hayat ve vücudun yükünü Onun kudretine, rahmetine teslim edip, kendine yüklemeyip, belki kendisi o hayatına ve nefsine biner hükmünde bir rahat makam bulur.
blank.gif
2 Kendisinin “nâtık bir hayvan” değil, belki hakikî bir insan ve makbul bir misafir-i Rahmân olduğunu bildirir. Dünyayı, bir misafirhane-i Rahmân

[NOT]Dipnot-1
bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:122; A’râf Sûresi, 7:89; Enfâl Sûresi, 8:45; Tevbe Sûresi, 9:129; Yûnus Sûresi, 10:71, 85; Hûd Sûresi, 11:56; Yûsuf Sûresi, 12:67; İbrahim Sûresi, 14:12; Zümer Sûresi, 39:38.

Dipnot-2
bk. Bakara Sûresi, 2:112, 131; Nisâ Sûresi, 4:125; Neml Sûresi, 27:44; Zümer Sûresi, 39:54.[/NOT]


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Kadir-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
Kadîr-i Rahîm: çok merhametli ve şefkatli olan ve sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; r-ḥ-m)acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
bil’istihkak: hak etmek suretiyle (bk. ḥ-ḳ-ḳ)cadde-i nuraniye: nurlu, aydınlık cadde (bk. n-v-r)
cihazât: cihazlar, donanımdalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)elem: acı, sıkıntı, keder
esbab: sebepler (bk. s-b-b)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)hadsiz: sınırsız
hakaik-i imaniye: iman hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-m-n)hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
helâket: mahvolma, yok oluşibâdât: ibadetler (bk. a-b-d)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)lezzet-i hürriyet: hür olmanın verdiği lezzet
mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b)mahiyet: esas nitelik, özellik
makbul: kabul görenmehâsin-i medeniyet: medeniyetin güzellikleri (bk. ḥ-s-n)
misafir-i Rahmân: sonsuz rahmet sahibi olan Allah’ın misafiri (bk. r-ḥ-m)misafirhane-i Rahmân: Allah’ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya (bk. r-ḥ-m)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)muvakkaten: geçici olarak
nefs: can, hayat, kişinin kendisi (bk. n-f-s)nâtık: konuşan
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)saadet-i hayatiye: hayatın mutluluğu (bk. ḥ-y-y)
sefâhet: yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük; beyinsizce davranışsuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)taksim: paylaştırma, bölüştürme
tekemmülât-ı insaniye: insana ait mükemmellikler, ilerlemeler (bk. k-m-l)tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)
vücud: varlık (bk. v-c-d)zaaf: zayıflık
zevâl: sona erme, yokluk (bk. z-v-l)zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)âsâr-ı san’at: san’at eserleri (bk. ṣ-n-a)
şükür: medih, övgü (bk. ş-k-r)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 865

olduğunu göstermekle ve dünyadaki mevcudat ise esmâ-i İlâhiyenin âyineleri olduklarını ve masnuatı ise her vakit tazelenen mektubât-ı Samedâniye olduklarını bildirmekle, insanın fenâ-yı dünyadan ve zevâl-i eşyadan ve hubb-u fâniyattan gelen yaralarını güzelce tedavi eder ve evhamın zulümatından kurtarır.

Hem mevt ve eceli, âlem-i berzaha giden ve âlem-i bekâda olan ahbaplara visal ve mülâkat mukaddimesi olarak gösterir. Ehl-i dalâletin nazarında bütün ahbabından bir firak-ı ebedî telâkki ettiği ölüm yaralarını böylece tedavi eder. Ve o firak, ayn-ı lika olduğunu ispat eder.

Hem kabrin âlem-i rahmete ve dâr-ı saadete ve bağıstan-ı cinâna ve nuristan-ı Rahmân’a açılan bir kapı olduğunu ispat etmekle, beşerin en müthiş korkusunu izale edip, en elîm ve kasavetli ve sıkıntılı olan berzah seyahatini en leziz ve ünsiyetli ve ferahlı bir seyahat olduğunu gösterir. Kabir ile ejderha ağzını kapatır, güzel bir bahçeye kapı açar. Yani, kabir ejderha ağzı olmadığını, belki bağistan‑ı rahmete açılan bir kapı olduğunu gösterir.

Hem mü’mine der: İhtiyarın cüz’î ise, kendi Mâlikinin irade-i külliyesine işini bırak.
blank.gif
1 İktidarın küçük ise, Kadîr-i Mutlakın kudretine itimat et.
blank.gif
2 Hayatın az ise, hayat-ı bâkiyeyi düşün.
blank.gif
3 Ömrün kısa ise, ebedî bir ömrün var, merak etme.
blank.gif
4 Fikrin sönük ise, Kur’ân’ın güneşi altına gir, imanın nuruyla bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine herbir âyet-i Kur’ân birer yıldız misillü sana ışık verir.
blank.gif
5 Hem hadsiz emellerin, elemlerin varsa, nihayetsiz bir sevap ve hadsiz bir rahmet seni


[NOT]Dipnot-1
bk. Tâhâ Sûresi, 20:25-27; Mü’min Sûresi, 40:38-45.
Dipnot-2
bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:159, 173; Nisâ Sûresi, 4:81; Mâide Sûresi, 5:23; Enfâl Sûresi, 8:61.
Dipnot-3
bk. Tevbe Sûresi, 9:38; Yûnus Sûresi, 10:24; Kehf Sûresi, 18:45; 29:64; Lokman Sûresi, 31:33.
Dipnot-4
bk. Bakara Sûresi, 2:201; Âl-i İmran Sûresi, 3:148; Nisâ Sûresi, 4:77; En’âm Sûresi, 6:32.
Dipnot-5
bk. Bakara Sûresi, 2:2, 185; Âl-i İmran Sûresi, 3:138; Yûnus Sûresi, 10:57; Yûsuf Sûresi, 12:111.[/NOT]



Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)Mâlik: herşeyin sahibi olan Allah (bk. m-l-k)
ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)ayn-ı lika: kavuşmanın ta kendisi
bağıstan-ı cinân: Cennet bahçeleribağıstan-ı rahmet: rahmet bahçeleri (bk. r-ḥ-m)
berzah: kabirbeşer: insan
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)dâr-ı saadet: mutluluk yurdu, âhiret
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)ecel: ölüm zamanı
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)elem: acı, sıkıntı, keder
elîm: acı ve sıkıntı verenemel: arzu, istek
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)evham: vehimler, kuruntular
fenâ-yı dünya: dünyanın geçiciliği (bk. f-n-y)firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
firak-ı ebedî: sonsuz ayrılık (bk. f-r-ḳ; e-b-d)hadsiz: sınırsız
hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı olan âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)hubb-u fâniyat: fâni olan şeyleri sevme (bk. ḥ-b-b; f-n-y)
ihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
irade-i külliye: Allah’ın herşeyi kuşatan iradesi (bk. r-v-d; k-l-l)itimat etmek: güvenmek
izale etmek: gidermekkasavetli: üzüntülü, sıkıntılı
leziz: lezzetlimasnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mektubat-ı Samedâniye: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)mülâkat: kavuşma
müthiş: dehşetli, korkunçmü’min: iman etmiş, Allah’a inanan (bk. e-m-n)
nazar: bakış açısı (bk. n-ẓ-r)nihayetsiz: sonsuz
nur: aydınlık, ışık (bk. n-v-r)nuristan-ı Rahmân: sonsuz rahmet sahibi olan Allah’ın nurlu memleketi (bk. n-v-r; r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)telâkki: anlama, kabul etme
visal: kavuşmazevâl-i eşya: varlıkların kaybolup gitmesi (bk. z-v-l)
zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi (bk. a-l-m; b-ḳ-y)
âlem-i berzah: dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi (bk. a-l-m)âlem-i rahmet: rahmet âlemi (bk. a-l-m; r-ḥ-m)
âyet-i Kur’ân: Kur’ân âyetiünsiyetli: dost, canayakın

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 867

bekliyor.
blank.gif
1 Hem hadsiz arzuların, makàsıdın varsa, onları düşünüp muztarip olma. Onlar bu dünyaya sığışmaz. Onların yerleri başka diyardır ve onları veren de başkadır.
blank.gif
2

Hem der: Ey insan! Sen kendine mâlik değilsin.
blank.gif
3 Sen, kudreti nihayetsiz bir Kadîr, rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ı Zülcelâlin memlûküsün.
blank.gif
4 Öyle ise, sen kendi hayatını kendine yükleyip zahmet çekme. Çünkü hayatı veren Odur, idare eden de Odur.
blank.gif
5 Hem dünya sahipsiz değil ki! Sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ehvâlini düşünüp merak etme. Çünkü onun sahibi Hakîmdir, Alîmdir.
blank.gif
6 Sen de misafirsin; fuzulî olarak karışma, karıştırma.

Hem insanlar, hayvanlar gibi mevcudat başıboş değiller; belki vazifedar memurdurlar,
blank.gif
7 bir Hakîm-i Rahîmin nazarındadırlar. Onların âlâm ve meşakkatlerini düşünüp ruhuna elem çektirme;
blank.gif
8 ve onların Hâlık-ı Rahîminin rahmetinden daha ileri şefkatini sürme.
blank.gif
9 Hem sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan tâ tâun ve tufan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri o Rahîm-i Hakîmin elindedirler.
blank.gif
10 O Hakîmdir, abes iş yapmaz; Rahîmdir, rahîmiyeti çoktur. Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var.
blank.gif
11Hem der: Şu âlem çendan fânidir; fakat ebedî bir âlemin levazımatını yetiştiriyor. Çendan zâildir, geçicidir; fakat bâki meyveler veriyor, bâki bir zâtın bâki esmâsının cilvelerini gösteriyor. Ve çendan lezzetleri az, elemleri çoktur; fakat


[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:157, 218; Âl-i İmran Sûresi, 3:107; Nisâ Sûresi, 4:96, 175; A’râf Sûresi, 7:156.
Dipnot-2
bk. Mâide Sûresi, 5:65; Tevbe Sûresi, 9:21; Yûnus Sûresi, 10:9; Furkan Sûresi, 25:24; Şuarâ Sûresi, 26:85; Zümer Sûresi, 39:10; Lokman Sûresi, 31:8; Yâsin Sûresi, 36:55.
Dipnot-3
bk. A’râf Sûresi, 7:188; Yûnus Sûresi, 10:49; Lokman Sûresi, 31:24; Cin Sûresi, 72:21.
Dipnot-4
bk. Bakara Sûresi, 2:186; Âl-i İmran Sûresi, 3:20, 30; Mâide Sûresi, 5:118; İbrahim Sûresi, 14:31; Hicr Sûresi, 15:40, 49; İsrâ Sûresi, 17:53, 65; Kehf Sûresi, 18:102; Enbiyâ Sûresi, 21:105.
Dipnot-5
bk. Bakara Sûresi, 2:38; Âl-i İmran Sûresi, 3:156; En’âm Sûresi, 6:122; A’râf Sûresi, 7:158.
Dipnot-6
bk. Bakara Sûresi, 2:107; Âl-i İmran Sûresi, 3:26, 189; Mâide Sûresi, 5:17, 18, 40, 120.
Dipnot-7
bk. Mü’minûn Sûresi, 23:115-116; Kıyâmet Sûresi, 75:36.
Dipnot-8
bk. Fâtiha Sûresi, 1:3; Bakara Sûresi, 2:37, 143, 160, 163, 173; En’âm Sûresi, 6:18, 73, 83, 128.
Dipnot-9
bk. A’râf Sûresi, 7:151; Yûsuf Sûresi, 12:64, 92; Enbiyâ Sûresi, 21: 83; Mü’minûn Sûresi, 23:109, 118.
Dipnot-10
bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:26, 83; Mü’minûn Sûresi, 23:88; Yâsîn Sûresi, 36:83; Hadîd Sûresi, 57:29.
Dipnot-11
bk. Şûrâ Sûresi, 42:19.[/NOT]



Alîm: herşeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)
Hakîm-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; r-ḥ-m)Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)
Rahîm-i Hakîm: herşeyi hikmetle yapan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m; ḥ-k-m)Rahîm-i Zât-ı Zülcelâl: rahmeti herşeyi kuşatan sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
abes: anlamsız, boşbâki: devamlı, kalıcı (bk. b-ḳ-y)
cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)
ehvâl: korkularelem: acı, sıkıntı, keder
esmâ: isimler (bk. s-m-v)eşya: varlıklar
fuzulî: lüzumsuzfâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
hadsiz: sınırsızkaht: kıtlık
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)levazımat: gerekli olan şeyler
lütuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. l-ṭ-f)makàsıd: gayeler, hedefler (bk. ḳ-ṣ-d)
memlûk: kul, köle (bk. m-l-k)memur: görevli
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)meşakkat: sıkıntı, güçlük
muztarip: ıztırap çeken, sıkıntılımâlik: sahip (bk. m-l-k)
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)nevi: tür, çeşit
nihayetsiz: sonsuzrahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rahîmiyet: merhamet edicilik (bk. r-ḥ-m)tufan: büyük su baskını
tâun: salgın ve ölümcül hastalıkvazifedar: vazifeli
zelzele: sarsıntı, depremzâil: yok olup gidici, geçici (bk. z-v-l)
âlem: dünya (bk. a-l-m)âlâm: elemler, acılar
çendan: gerçi

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 867

Rahmân-ı Rahîmin iltifâtâtı, zevâlsiz hakikî lezzetlerdir. Elemler ise, sevap cihetiyle mânevî lezzet yetiştiriyor.
blank.gif
1 Madem meşru daire, ruh ve kalb ve nefsin bütün lezzetlerine safâlarına, keyiflerine kâfidir. Gayr-ı meşru daireye girme. Çünkü o dairedeki bir lezzetin bazan bin elemi var. Hem hakikî ve daimî lezzet olan iltifâtât-ı Rahmâniyeyi kaybetmeye sebeptir.
blank.gif
2

Hem dalâletin yolunda sabıkan beyan edildiği gibi, esfel-i sâfilîne insanı öyle bir sukut ettiriyor ki,
blank.gif
3 hiçbir medeniyet, hiçbir felsefe ona çare bulamadıkları ve o derin zulümat kuyusundan hiçbir terakkiyât-ı beşeriye, hiçbir kemâlât-ı fenniye insanı çıkaramadığı halde, Kur’ân-ı Hakîm, iman ve amel-i salihle, o esfel-i sâfilîne sukuttan, insanı âlâ-yı illiyyîne çıkarır. Ve delâil-i kat’iye ile çıkarmasını ispat ediyor ve o derin kuyuyu terakkiyât-ı mâneviyenin basamaklarıyla ve tekemmülât-ı ruhiyenin cihâzâtıyla dolduruyor.
blank.gif
4

Hem beşerin uzun ve fırtınalı ve dağdağalı olan ebed tarafındaki yolculuğunu gayet derecede teshil eder ve kolaylaştırır. Bin, belki elli bin senelik mesafeyi bir günde kestirecek vesaiti gösterir.
blank.gif
5

Hem Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Zât-ı Zülcelâli tanıttırmakla, insanı Ona bir memur abd ve bir vazifedar misafir vaziyetini verir. Hem dünya misafirhanesinde, hem berzahî ve uhrevî menzillerde kemâl-i rahatla seyahatini temin eder. Nasıl ki, bir padişahın müstakim bir memuru, onun daire-i memleketinde, hem her vilâyetin hudutlarından suhuletle ve tayyare, gemi, şimendifer gibi sür’atli


[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:25, 82; Âl-i İmran Sûresi, 3:15, 198; Nisâ Sûresi, 4:14, 169; Mâide Sûresi, 5:85, 119; A’râf Sûresi, 7:42; Tevbe Sûresi, 9:22, 72, 89, 100; Hûd Sûresi, 11:23; İbrahim Sûresi, 14:22.
Dipnot-2
bk. Furkan Sûresi, 25:69; Yûnus Sûresi, 10:27, 52; Ra’d Sûresi, 13:5; Mü’minûn Sûresi, 23:103; Secde Sûresi, 32:14; Fussilet Sûresi, 41:28; Zuhruf Sûresi, 43:74; Muhammed Sûresi, 47:15.
Dipnot-3
bk. Nisâ Sûresi, 4:145; Tîn Sûresi, 95:5.
Dipnot-4
bk. Sâd Sûresi, 38:24; İnşikak Sûresi, 8425; Tîn Sûresi, 95:6; Asr Sûresi,103:3.
Dipnot-5
bk. Meâric Sûresi, 70:1-44.[/NOT]


Kur’ân-ı Hakim: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)Rahmân-ı Rahîm: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah (bk. r-ḥ-m)
Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
abd: kul (bk. a-b-d)amel-i salih: Allah için yapılan iyi işler (bk. ṣ-l-ḥ)
berzahî: kabirle ilgilibeyan: açıklama (bk. b-y-n)
beşer: insancihet: yön
cihâzât: cihazlar, donanımdaimî: sürekli
daire-i memleket: memleket dairesi (bk. m-l-k)dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
dağdağalı: sıkıntılıdelâil-i kat’iye: kesin deliller
ebed: sonu olmayan, sonsuzluk (bk. e-b-d)elem: acı, keder, sıkıntı
esfel-i sâfilin: aşağıların en aşağısıgayet: son
gayr-i meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hudut: sınıriltifâtât: iltifâtlar, lütuf ve iyilikler
iltifâtât-ı Rahmâniye: Allah’ın sonsuz rahmetiyle kullarına lütuf ve iyilikte bulunması (bk. l-ṭ-f; r-ḥ-m)kemâl-i rahat: tam bir rahatlık (bk. k-m-l)
kemâlât-ı fenniye: ilim ve teknolojideki gelişmeler (bk. k-m-l)kâfi: yeterli
memur: görevlimenzil: yer, mekan (bk. n-z-l)
meşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)müstakim: doğru yolda olan
sabıkan: daha öncedensafâ: rahat ve huzur
suhulet: kolaylıksukut: alçalış, düşüş
tayyare: uçaktekemmülât-ı ruhiye: ruha ait mükemmelleşmeler, ilerlemeler (bk. k-m-l; r-v-ḥ)
terakkiyat-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler, yükselmeler (bk. a-n-y)terakkiyât-ı beşeriye: insanlığa ait terakkiler, kalkınmalar
teshil: kolaylaştırmauhrevî: âhiretle ilgili (bk. e-ḫ-r)
vazifedar: vazifelivesait: araçlar, vasıtalar
zevâlsiz: yok olup gitmeyen, sürekli (bk. z-v-l)zulümat: karanlık (bk. ẓ-l-m)
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesişimendifer: tren

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 868

vasıta-i seyahatle gezer, geçer. Öyle de, Sultan-ı Ezelîye iman ile intisap eden ve amel-i salih ile itaat eden bir insan, şu misafirhane-i dünya menzillerinden ve âlem-i berzah ve âlem-i mahşer dairelerinden ve hâkezâ kabirden sonraki bütün âlemlerin geniş hudutlarından berk ve burâk sür’atinde geçer, tâ saadet-i ebediyeyi bulur. Ve şu hakikati kat’î ispat eder ve asfiya ve evliyaya gösterir.

Hem de Kur’ân’ın hakikati der ki: Ey mü’min! Sendeki nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, çirkin ve noksan ve şerûr ve sana muzır olan nefs-i emmârene verme.
blank.gif
1 Onu mahbub ve onun hevâsını kendine mâbud ittihaz etme.
blank.gif
2 Belki sendeki o nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, nihayetsiz bir muhabbete lâyık; hem nihayetsiz sana ihsan edebilen; hem istikbalde seni nihayetsiz mes’ut eden; hem bütün alâkadar olduğun ve onların saadetleriyle mes’ut olduğun bütün zâtları ihsânâtıyla mes’ut eden; hem nihayetsiz kemâlâtı bulunan; ve nihayetsiz derecede kudsî, ulvî, münezzeh, kusursuz, noksansız, zevâlsiz cemâl sahibi olan; ve bütün esmâsı nihayet derecede güzel olan; ve her isminde pek çok envâr-ı hüsün ve cemâl bulunan; ve Cennet bütün güzellikleriyle ve nimetleriyle Onun cemâl-i rahmetini ve rahmet-i cemâlini gösteren; ve sevimli ve sevilen bütün kâinattaki bütün hüsün ve cemâl ve mehâsin ve kemâlât Onun cemâline ve kemâline işaret eden ve delâlet eden ve emare olan bir Zâtı mahbub ve mâbud ittihaz et.

Hem der: Ey insan! Onun esmâ ve sıfâtına ait istidad-ı muhabbetini, sair bekâsız mevcudata verme, faidesiz mahlûkata dağıtma.
blank.gif
3 Çünkü, âsâr ve mahlûkat fânidirler.
blank.gif
4 Fakat o âsârda ve o masnuatta nakışları, cilveleri görünen Esmâ-i


[NOT]Dipnot-1
bk. Yûsuf Sûresi,12:53.
Dipnot-2
bk. Nisâ Sûresi, 4:135; Sâd Sûresi, 38:29; Nâziât Sûresi, 79:40; Kehf Sûresi, 18:28.
Dipnot-3
bk. Bakara Sûresi, 2:165; Tevbe Sûresi, 9:23-24; Kıyâmet Sûresi, 75:20-35; Dehr Sûresi, 76:27; Fecr Sûresi, 89:20-26.
Dipnot-4
bk. Kasas Sûresi, 28:88.[/NOT]



Sultan-ı Ezelî: kudret ve hükümranlığının başlangıcı olmayan Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l)alâkadar: alâkalı, ilgili
amel-i salih: Allah için yapılan iyi işler (bk. ṣ-l-ḥ)asfiya: Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve velâyet sahibi halis kullar (bk. ṣ-f-y)
bekàsız: sürekli var olmayan, geçici (bk. b-ḳ-y)berk: şimşek
burak: Cennete mahsus bir binekcemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cemâl-i rahmet: Allah’ın rahmetinin güzelliği (bk. c-m-l; r-ḥ-m)cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)
delâlet: delil olma, işaret etmeemâre: belirti, işaret
envâr-ı hüsün ve cemâl: güzellik nurları (bk. n-v-r; ḥ-s-n; c-m-l)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evliya: veliler (bk. v-l-y)fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hevâ: nefsin arzu ve istekleri (bk. h-v-y)
hudut: sınırhâkezâ: böylece, bunun gibi
hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)ihsan: bağış, iyilik, lütuf (bk. ḥ-s-n)
ihsânât: bağışlar, iyilikler, lütuflar (bk. ḥ-s-n)intisap: bağlanma (bk. n-s-b)
istidad-ı muhabbet: sevme kabiliyeti (bk. a-d-d; ḥ-b-b)istikbal: gelecek
ittihaz etmek: edinmek, kabullenmekkat’î: kesin
kemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
kudsî: kutsal, kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b)mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
menzil: durak, yer (bk. n-z-l)mes’ut: mutlu
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)misafirhane-i dünya: dünya misafirhanesi
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)muzır: zararlı
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)münezzeh: temiz, pâk (bk. n-z-h)
nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)nihayet: son
nihayetsiz: sonsuzrahmet-i cemâl: İlâhî güzelliğin rahmet ciheti (bk. r-ḥ-m; c-m-l)
saadet: mutluluksaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sair: diğersıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)
ulvî: yücevasıta-i seyahat: seyahat aracı
zevâlsiz: sonu olmayan, sürekli (bk. z-v-l)âlem-i berzah: dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi (bk. a-l-m)
âlem-i mahşer: mahşer âlemi; kıyametten sonra insanların tekrar diriltilip toplanacakları yer (bk. a-l-m; ḥ-ş-r)âsâr: eserler
şerûr: çok şerli, kötü

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 869

Hüsnâ bâkidirler, daimîdirler. Ve esmâ ve sıfâtın herbirisinde binler merâtib-i ihsan ve cemâl ve binler tabakat-ı kemâl ve muhabbet var. Sen yalnız Rahmân ismine bak ki, Cennet bir cilvesi ve saadet-i ebediye bir lem’ası ve dünyadaki bütün rızık ve nimet bir katresidir.

İşte, şu muvazene, ehl-i dalâletle ehl-i imanın hayat ve vazife cihetindeki mahiyetlerine işaret eden

لَقَدْخَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِىۤ اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ ثُمَّ رَدَدْناَهُ اَسْفَلَ سَافِلِينَ اِلاَّ الَّذِينَ اٰمَنوُا وَعَمِلُواالصَّالِحَاتِ
blank.gif
1

hem netice ve âkıbetlerine işaret eden
blank.gif
2 فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاۤءُ وَاْلاَرْضُ olan âyete dikkat et. Ne kadar ulvî, mu’cizâne, beyan ettiğimiz muvazeneyi ifade ederler.

Birinci âyet, On Birinci Sözde tafsilen o âyetin i’cazkârâne ve îcazkârâne ifade ettiği hakikati, o Sözde beyan edildiğinden, onu oraya havale ederiz. İkinci âyet ise, yalnız bir küçük işaretle göstereceğiz ki, ne kadar ulvî bir hakikati ifade ediyor. Şöyle ki:

Şu âyet, mefhum-u muvafık ile şöyle ferman ediyor: “Ehl-i dalâletin ölmesiyle, semâvât ve zemin, onların üstünde ağlamıyorlar.”
blank.gif
3 Ve mefhum-u muhalifle delâlet ediyor ki, “Ehl-i imanın dünyadan gitmesiyle, semâvât ve zemin, onların üstünde ağlıyor.

Yani, ehl-i dalâlet, madem semâvât ve arzın vazifelerini inkâr ediyor, mânâlarını bilmiyor, onların kıymetlerini iskat ediyor, Sânilerini tanımıyor. Onlara karşı bir hakaret, bir adâvet ettiğinden, elbette semâvât ve zemin, onlara ağlamak


[NOT]Dipnot-1
“And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik-ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” Tîn Sûresi, 95:4-6.
Dipnot-2
“Gök ve yer onlara ağlamadı.” Duhan Sûresi, 44:29.
Dipnot-3
bk. Duhân Sûresi, 44:29.[/NOT]


Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)Rahmân: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah (bk. r-ḥ-m)
Sâni: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)adâvet: düşmanlık
arz: yerbeyan: açıklama (bk. b-y-n)
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)bâki: sürekli, kalıcı, devamlı (bk. b-ḳ-y)
cihet: yöncilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)
daimî: devamlı, süreklidelâlet: delil olma, işaret etme
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)ehl-i iman: Allah’a ve iman esaslarına inanan kimseler, mü’minler (bk. e-m-n)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)ferman: emir, buyruk
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
iskat: düşürmei’câzkârâne: mu’cizeli bir şekilde, benzerini yapmaktan insanları aciz bırakacak şekilde (bk. a-c-z)
katre: damlalem’a: parıltı
mahiyet: öz nitelik, özellik, esasmefhum-u muhalif: bir sözün ters mânâsı, zıt anlam
mefhum-u muvafık: doğrudan anlaşılan mânâmerâtib-i ihsan ve cemâl: güzellik ve iyilik mertebeleri (bk. ḥ-s-n; c-m-l)
muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)mu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde, benzerini yapmaktan insanları aciz bırakacak şekilde (bk. a-c-z)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)semâvat: gökler (bk. s-m-v)
sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)tabakat-ı kemâl ve muhabbet: sevgi ve olgunluk tabakaları, katmanları (bk. k-m-l; ḥ-b-b)
tafsilen: ayrıntılı olarakulvî: yüce
zemin: yerâkıbet: netice, sonuç
îcazkârâne: az sözle çok mânâlar anlatarak, vecîz bir şekilde (bk. c-v-z)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 870

değil, belki onlara nefrin eder, onların gebermesiyle memnun olurlar. Ve mefhum-u muhalifle der: “Semâvât ve arz, ehl-i imanın ölmesiyle ağlarlar.” Zira, ehl-i iman ise, çünkü semâvât ve arzın vazifelerini bilir. Hakikî hakikatlerini tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri mânâları iman ile anlıyor. “Ne kadar güzel yapılmışlar, ne kadar güzel hizmet ediyorlar” diyor. Ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenâb-ı Hak hesabına onlara ve onlar âyine oldukları esmâya muhabbet ediyor. İşte, bu sır içindir ki, semâvât ve zemin, ağlar gibi ehl-i imanın zevâline mahzun oluyorlar.

Mühim bir sual: Diyorsunuz ki: “Muhabbet ihtiyarî değil. Hem, ihtiyac-ı fıtrîye binaen, leziz taamları ve meyveleri severim. Peder ve valide ve evlâtlarımı severim. Refika-i hayatımı severim. Dost ve ahbaplarımı severim. Enbiya ve evliyayı severim. Hayatımı, gençliğimi severim. Baharı ve güzel şeyleri ve dünyayı severim. Nasıl bunları sevmeyeceğim? Nasıl bütün bu muhabbetleri Cenâb-ı Hakkın zât ve sıfât ve esmâsına verebilirim? Bu ne demektir?”

Elcevap: Dört Nükteyi dinle.

BİRİNCİ NÜKTE

Muhabbet çendan ihtiyarî değil. Fakat, ihtiyar ile, muhabbetin yüzü bir mahbuptan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ, bir mahbubun çirkinliğini göstermekle, veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya âyine olduğunu göstermekle, muhabbetin yüzü mecazî mahbuptan hakikî mahbuba çevrilebilir.

İKİNCİ NÜKTE

Tâdât ettiğin sevdiklerini sevme demiyoruz. Belki onları Cenâb-ı Hakkın hesabına ve Onun muhabbeti namına sev deriz.

Meselâ, leziz taamları, güzel meyveleri, Cenâb-ı Hakkın ihsanı ve o Rahmân-ı Rahîmin in’âmı cihetinde sevmek, Rahmân ve Mün’im isimlerini sevmektir; hem mânevî bir şükürdür. Şu muhabbet yalnız nefis hesabına olmadığını ve


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m)
Rahmân: rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah (bk. r-ḥ-m)Rahmân-ı Rahîm: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah (bk. r-ḥ-m)
ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)arz: yer
binaen: –dayanarakcihet: yön
ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler (bk. e-m-n)enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)evliya: veliler (bk. v-l-y)
hakikat: gerçek mahiyet, asıl ve esas (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ihsan: bağış, ikram, lütuf (bk. ḥ-s-n)ihtiram: saygı gösterme (bk. ḥ-r-m)
ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen ihtiyaç (bk. ḥ-v-c; f-ṭ-r)ihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)
ihtiyarî: isteğe bağlı, iradeyle yapılan (bk. ḫ-y-r)in’âm: nimetlendirme (bk. n-a-m)
leziz: lezzetlilâyık-ı muhabbet: sevgiye lâyık (bk. ḥ-b-b)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)mahzun olma: üzülme, hüzünlenme
mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)mefhum-u muhalif: bir sözün ters mânâsı, zıt anlam
muhabbet etme: sevme (bk. ḥ-b-b)nam: ad
nefis: kişinin kendisi; insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)nefrin: beddua
nükte: ince ve derin mânâpeder: baba
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş (bk. r-f-ḳ; ḥ-y-y)semâvat: gökler (bk. s-m-v)
sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)taam: yiyecek
tâdât etmek: saymakvalide: anne
zemin: yerzevâl: geçip gitme (bk. z-v-l)
zira: çünküçendan: gerçi

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 871

Rahmân namına olduğunu gösteren, meşru dairesinde kanaatkârâne kazanmak ve mütefekkirâne, müteşekkirâne yemektir.

Hem peder ve valideyi şefkatle teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onlara hürmet ve muhabbet, Cenâb‑ı Hakkın muhabbetine aittir.
blank.gif
1 O muhabbet ve hürmet, şefkat, Allah için olduğunun alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.

اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَاۤ اَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُلْ لَهُمَاۤ اُفٍّ
blank.gif
2


âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate evlâdı davet etmesi, Kur’ân’ın nazarında valideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukukları ne derece çirkin olduğunu gösterir. Madem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister. Ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek, valideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Zira, münakaşa ya gıpta ve hasetten gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münakaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.

Ve evlâtlarını, o Zât-ı Rahîm-i Kerîmin hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhametle onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakka aittir. Ve o muhabbet ise, Cenâb-ı Hakkın hesabına olduğunu gösteren alâmet ise, vefatlarında sabır ile şükürdür, meyusâne feryad etmemektir.
blank.gif
3 “Hâlıkımın, benim nezaretime verdiği sevimli bir mahlûku idi, bir memlûkü idi. Şimdi hikmeti iktiza etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zâhirî hissem varsa, hakikî bin hisse onun Hâlıkına aittir.
blank.gif
4 اَلْحُكْمُ ِللهِdeyip teslim olmaktır.



[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:83; Nisâ Sûresi, 4:36; En’âm Sûresi, 6:151; İbrahim Sûresi, 14:41.
Dipnot-2
“Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, sakın onlara ‘Öf’ bile deme.” İsrâ Sûresi, 17:23.
Dipnot-3
bk. Bakara Sûresi, 2:156.
Dipnot-4
“Hüküm (yetki ve karar) Allah’ındır.” Mü’min Sûresi, 40:12.[/NOT]


Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Rahmân: rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah (bk. r-ḥ-m)Zât-ı Rahîm-i Kerîm: sonsuz rahmet ve ikram sahibi olan Zât, Allah (bk. r-ḥ-m; k-r-m)
alâmet: işaret, belirtidâvâ: iddia
feryad: bağırıp çağırmafıtraten: yaratılış gereği (bk. f-ṭ-r)
gıpta: özenti, imrenmehakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haset: kıskançlıkhikmet: yaratılıştaki İlâhî gaye, fayda ve tanzim (bk. ḥ-k-m)
hürmet: saygı (bk. ḥ-r-m)iktiza: gerektirme
kanaatkârâne: kısmetine razı olarak, yetinerekkemâl-i şefkat ve merhamet: tam bir şefkat ve merhamet (bk. k-m-l; ş-f-ḳ; r-ḥ-m)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)memlûk: köle, kul (bk. m-l-k)
meyûsâne: ümitsizcemeşakkat: güçlük, sıkıntı
meşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)mukabil: karşılık
mütefekkirâne: gerçek nimet verici olan Allah’ı düşünürek (bk. f-k-r)müteşekkirâne: verdiği nimetlerden dolayı Allah’a şükrederek (bk. ş-k-r)
nam: adnazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)peder: baba
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)rencide: incinme, kırılma
sebeb-i münakaşa: münakaşa sebebi (bk. s-b-b)terbiye: besleme, yetiştirme (bk. r-b-b)
teçhiz etmek: donatmakukuk: anne-babaya itaatsizlik ve saygısızlık
valide: annevalideyn: anne-baba
veled: çocukziyade: çok
zâhirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 872

Hem dost ve ahbap ise, eğer onlar iman ve amel-i salih sebebiyle Cenâb-ı Hakkın dostları iseler,
blank.gif
1 اَلْحُبُّفِىاللهِsırrınca, o muhabbet dahi Hakka aittir.

Hem refika-i hayatını, rahmet-i İlâhiyenin mûnis, lâtif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et.
blank.gif
2 Fakat çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letâfet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kıymettar ve en şirin cemâli ise, ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir. Şu cemâl-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaife, lâtife mahlûkun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa, hüsn-ü suretin zevâliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda biçare hakkını kaybeder.

Hem enbiya ve evliyayı sevmek, Cenâb-ı Hakkın makbul ibâdı olmak cihetiyle, Cenâb-ı Hakkın namına ve hesabınadır. Ve o nokta-i nazardan Ona aittir.
blank.gif
3

Hem hayatı, Cenâb-ı Hakkın insana ve sana verdiği en kıymettar ve hayat-ı bâkiyeyi kazandıracak bir sermaye ve bir define ve bâki kemâlâtın cihâzâtını câmi’ bir hazine cihetiyle onu sevmek, muhafaza etmek, Cenâb-ı Hakkın hizmetinde istihdam etmek, yine o muhabbet bir cihette Mâbûda aittir.

Hem gençliğin letâfetini, güzelliğini, Cenâb-ı Hakkın lâtif, şirin, güzel bir nimeti nokta-i nazarından istihsan etmek, sevmek, hüsn-ü istimal etmek, şâkirâne bir nevi muhabbet-i meşruadır.

Hem baharı, Cenâb-ı Hakkın nuranî esmâlarının en lâtif, güzel nakışlarının sahifesi ve Sâni-i Hakîmin antika san’atının en müzeyyen ve şâşaalı bir meşher-i


[NOT]Dipnot-1
“Allah için sevmek.” Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Kıyâmet 60; Müsned 3:438, 440.
Dipnot-2
bk. Nahl Sûresi, 16:72.
Dipnot-3
bk. Âl-i İmran, 3:31; Buhârî, Îman 66-67; Tirmizî, Îman 10.[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Mâbud: Kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yapan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)amel-i salih: Allah için yapılan iyi işler (bk. ṣ-l-ḥ)
biçare: çaresizbâki: devamlı, kalıcı (bk. b-ḳ-y)
cazibedar: çekicicemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cemâl-i şefkat: şefkat güzelliği (bk. c-m-l; ş-f-ḳ)cihazât: cihazlar, donanım
cihet: yöncâmi’: kapsayan, içine alan (bk. c-m-a)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evliya: veliler (bk. v-l-y)hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı olan âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)
hukuk-u hürmet: saygı hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḥ-r-m)hüsn-ü istimal etmek: güzel kullanmak (bk. ḥ-s-n)
hüsn-ü suret: dış görünüş güzelliği (bk. ḥ-s-n; ṣ-v-r)hüsn-ü sîret: ahlâk güzelliği (bk. ḥ-s-n)
ibâd: kullar (bk. a-b-d)istihdam etmek: çalıştırmak
istihsan etmek: beğenmek, güzel bulmak (bk. ḥ-s-n)kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
kıymettar: kıymetliletâfet: hoşluk, güzellik (bk. l-ṭ-f)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: özelmakbul: kabul gören
meşher-i san’at: san’at eserlerinin sergilendiği yer (bk. ṣ-n-a)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhabbet-i meşrua: dine uygun sevgi (bk. ḥ-b-b; ş-r-a)muhafaza etmek: korumak (bk. ḥ-f-ẓ)
mûnis: canayakın, dostmüzeyyen: süslenmiş (bk. z-y-n)
nakış: işleme, süsleme (bk. n-ḳ-ş)nam: ad
nevi: tür, çeşitnezaket: incelik, zariflik
nokta-i nazar: bakış açısı (bk. n-ẓ-r)nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
rahmet-i İlâhiye: Allah’ın şefkat ve merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş (bk. r-f-ḳ; ḥ-y-y)
ulvî: yücezaife: zayıf, güçsüz
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)ziyadeleşmek: artmak, fazlalaşmak
âhir: son (bk. e-ḫ-r)şâkirâne: şükrederek (bk. ş-k-r)
şâşaalı: parlak, göz alıcı

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 873

san’atı olduğu cihetiyle mütefekkirâne sevmek, Cenâb-ı Hakkın esmâsını sevmektir.

Hem dünyayı, âhiretin mezraası
blank.gif
1 ve esmâ-i İlâhiyenin âyinesi ve Cenâb-ı Hakkın mektubatı ve muvakkat bir misafirhanesi cihetinde sevmek, nefs-i emmâre karışmamak şartıyla, Cenâb-ı Hakka ait olur.

Elhasıl: Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-yı harfiyle sev;
blank.gif
2 mânâ-yı ismiyle sevme.
blank.gif
3 “Ne kadar güzel yapılmış” de. “Ne kadar güzeldir” deme. Ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünkü, bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir ve Ona mahsustur.

de.اَللّٰهُمَّ ارْزُقْنَا حُبَّكَ وَحُبَّ مَا يُقَرِّبُنَاۤ اِلَيْكَ
blank.gif
4


İşte, bütün tâdât ettiğimiz muhabbetler, eğer bu suretle olsa, hem elemsiz bir lezzet verir, hem bir cihette zevâlsiz bir visaldir. Hem muhabbet-i İlâhiyeyi ziyadeleştirir. Hem meşru bir muhabbettir. Hem ayn-ı lezzet bir şükürdür. Hem ayn-ı muhabbet bir fikirdir.

Meselâ, nasıl ki bir padişah-ı âli,HAŞİYE-1 sana bir elmayı ihsan etse, o elmaya iki muhabbet ve onda iki lezzet var:

Biri: Elma, elma olduğu için sevilir. Ve elmaya mahsus ve elma kadar bir lezzet var. Şu muhabbet padişaha ait değil. Belki, huzurunda o elmayı ağzına atıp yiyen adam, padişahı değil, elmayı sever ve nefsine muhabbet eder. Bazan olur ki, padişah, o nefisperverâne olan muhabbeti beğenmez, ondan nefret eder. Hem elma lezzeti dahi cüz’îdir. Hem zevâl bulur; elmayı yedikten sonra o lezzet dahi gider, bir teessüf kalır.

[NOT]Dipnot-1
bk. el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 4:19; es-Sehâvî, el-Makâsıdü’l-Hasene s. 497; Aliyyülkârî, el-Esrâru’l-Merfûa s. 205; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafa 1:495.
Dipnot-2
bk. Sâd Sûresi, 38:31-33.
Dipnot-3
bk. Kasas Sûresi, 28:77.
Dipnot-4
Allahım! Bize Senin muhabbetini ve bizi Sana yaklaştıracak şeylerin muhabbetini nasip et!
Haşiye-1
Bir zaman iki aşiret reisi, bir padişahın huzuruna girmişler, yazılan aynı vaziyette bulunmuşlar.[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)ayn-ı lezzet: lezzetin ta kendisi
ayn-ı muhabbet: sevginin ta kendisi (bk. ḥ-b-b)bâtın: iç
bâtın-ı kalb: kalbin içicihet: yön
cüz’î: az (bk. c-z-e)elem: acı, keder, üzüntü
elhasıl: özetle, sonuç olarakesmâ: isimler (bk. s-m-v)
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)ihsan etmek: bağışta bulunmak (bk. ḥ-s-n)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)mahsus: özgü
mektubat: mektuplar (bk. k-t-b)mezraa: tarla
meşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhabbet-i İlâhiye: Allah sevgisi (bk. ḥ-b-b; e-l-h)muvakkat: geçici
mânâ-yı harfî: bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mâna (bk. a-n-y)mânâ-yı ismî: bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı (bk. a-n-y; s-m-v)
mütefekkirâne: tefekkür ederek, düşünerek (bk. f-k-r)nefis: can, kişinin kendisi; hayvanî ihtiyaçlara olan doğal eğilim (bk. n-f-s)
nefisperverâne: nefsini sevip gözeten (bk. n-f-s)nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)
padişah-ı âli: yüce hükümdarsuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
teessüf: üzülme, hayıflanmatâdât etmek: saymak
visal: kavuşmazevâl: geçip gitme, yok olma (bk. z-v-l)
zevâlsiz: yok olmayan, sürekli (bk. z-v-l)ziyadeleştirmek: artırmak, fazlalaştırmak
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)âyine-i Samed: Samed aynası; Kendisinin hiçbir şeye ihtiyacı olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Cenâb-ı Hakkın tecellî ettiği ayna (bk. ṣ-m-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 874

İkinci muhabbet ise, elma içindeki, elma ile gösterilen iltifâtât-ı şâhânedir. Güya o elma, iltifât-ı şâhânenin nümunesi ve mücessemidir diye başına koyan adam, padişahı sevdiğini izhar eder. Hem iltifâtın gılâfı olan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkindedir. İşte şu lezzet ayn-ı şükrandır. Şu muhabbet, padişaha karşı hürmetli bir muhabbettir.

Aynen onun gibi, bütün nimetlere ve meyvelere zâtları için muhabbet edilse, yalnız maddî lezzetleriyle gafilâne telezzüz etse, o muhabbet nefsanîdir. O lezzetler de geçici ve elemlidir. Eğer Cenâb-ı Hakkın iltifâtât-ı rahmeti ve ihsânâtının meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifâtâtın derece-i lütuflarını takdir etmek suretinde kemâl-i iştiha ile lezzet alsa, hem mânevî bir şükür, hem elemsiz bir lezzettir.


ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Cenâb-ı Hakkın esmâsına karşı olan muhabbetin tabakatı var. Sabıkan beyan ettiğimiz gibi, bazan âsâra muhabbet suretiyle esmâyı sever. Bazan esmâyı, kemâlât-ı İlâhiyenin ünvanları olduğu cihetle sever. Bazan insan, câmiiyet-i mahiyet cihetiyle hadsiz ihtiyacat noktasında esmâya muhtaç ve müştak olur ve o ihtiyaçla sever. Meselâ, sen bütün şefkat ettiğin akraba ve fukara ve zayıf ve muhtaç mahlûkata karşı âcizâne istimdat ihtiyacını hissettiğin halde biri çıksa, istediğin gibi onlara iyilik etse, o zâtın “in’âm edici” ünvanı ve “kerîm” ismi ne kadar senin hoşuna gider; ne kadar o zâtı o ünvanla seversin. Öyle de, yalnız Cenâb-ı Hakkın Rahmân ve Rahîm isimlerini düşün ki, sen sevdiğin ve şefkat ettiğin bütün mü’min âbâ ve ecdadını ve akraba ve ahbabını dünyada nimetlerin envâıyla ve Cennette envâ-ı lezâizle ve saadet-i ebediyede onları sana gösterip ve kendini onlara göstermesiyle mes’ut ettiği cihette o Rahmân ismi ve Rahîm ünvanı ne kadar sevilmeye lâyıktırlar; ve ne derece o iki isme ruh-u beşer muhtaç olduğunu kıyas edebilirsin. Ve ne derece اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى رَحْمٰنِيَّتِهِ وَعَلٰى رَحِيمِيَّتِهِ
blank.gif
1 yerindedir, anlarsın.


[NOT]Dipnot-1
“Şefkat ve merhameti dünya ve âhireti kuşatmasından ve rahmetinin çok özel cilveleri olmasından dolayı Allah’a hamd ve senâlar olsun.”[/NOT]


Rahmân: çok merhamet sahibi ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah (bk. r-ḥ-m)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)ayn-ı şükran: medih ve övgünün ta kendisi (bk. ş-k-r)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)cihet: yön
câmiiyet-i mahiyet: mahiyetin kapsamlılığı (bk. c-m-a)derece-i lütuf: lütuf ve iyilik derecesi (bk. l-ṭ-f)
ecdad: atalar, cedlerelem: acı, üzüntü
envâ: çeşitler, türlerenvâ-ı lezâiz: lezzetlerin çeşitleri
esmâ: isimler (bk. s-m-v)fevkinde: üstünde
gafilâne: umursamazca, duyarsızcasına (bk. ğ-f-l)gılâf: kılıf, örtü
hadsiz: sınırsızhürmet: saygı (bk. ḥ-r-m)
ihsânât: bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n)ihtiyacat: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
iltifât: lütuf ve iyilikle muameleiltifât-ı şâhâne: yüksek iltifât, padişahın lütufla yaptığı özel muamele
iltifâtât: lütuf ve iyilikle yapılan muameleleriltifâtât-ı rahmet: Allah’ın sonsuz rahmetinin iltifâtları (bk. r-ḥ-m)
in’âm edici: nimetlendirici (bk. n-a-m)istimdat: yardım isteme
izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r)kemâl-i iştiha: tam bir iştah (bk. k-m-l)
kemâlât-ı İlâhiye: İlâhî mükemmellikler (bk. k-m-l; e-l-h)kerîm: cömert, ikram sahibi (bk. k-r-m)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)mes’ut: mutlu
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)mücessem: cisme bürünmüş, maddî yapısı olan
müştak: çok arzulu ve istekli, düşkünnefsanî: nefse ait (bk. n-f-s)
nükte: ince ve derin mânânümune: örnek
ruh-u beşer: insan ruhu (bk. r-v-ḥ)saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sabıkan: daha öncedensuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tabakat: tabakalartelezzüz: lezzet alma
zât: kendiâbâ: babalar
âcizâne: âciz bir şekilde (bk. a-c-z)âsâr: eserler

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 875

Hem alâkadar olduğun ve perişaniyetlerinden müteessir olduğun, senin bir nevi hânen ve içindeki mevcudat senin o hânenin ünsiyetli levazımatı ve sevimli müzeyyenatı hükmünde olan dünyayı ve içindeki mahlûkatı kemâl-i hikmetle tanzim ve tedbir ve terbiye eden Zâtın Hakîm ismine ve Mürebbî ünvanına senin ruhun ne kadar muhtaç, ne kadar müştak olduğunu, dikkat etsen anlarsın.

Hem bütün alâkadar olduğun ve zevâlleriyle müteellim olduğun insanları, mevtleri hengâmında adem zulümatından kurtarıp şu dünyadan daha güzel bir yerde yerleştiren bir Zâtın Vâris, Bâis isimlerine, Bâkî, Kerîm, Muhyî ve Muhsin ünvanlarına ne kadar ruhun muhtaç olduğunu, dikkat etsen anlarsın.

İşte, insanın mahiyeti ulviye, fıtratı câmia olduğundan, binler envâ-ı hâcât ile binbir esmâ-i İlâhiyeye, herbir ismin çok mertebelerine fıtraten muhtaçtır. Muzaaf ihtiyaç, iştiyaktır. Muzaaf iştiyak, muhabbettir. Muzaaf muhabbet dahi aşktır. Ruhun tekemmülâtına göre, merâtib-i muhabbet, merâtib-i esmâya göre inkişaf eder. Bütün esmâya muhabbet dahi, çünkü o esmâ Zât-ı Zülcelâlin ünvanları ve cilveleri olduğundan, muhabbet-i zâtiyeye döner. Şimdi, yalnız nümune olarak, bin bir esmâdan yalnız Adl ve Hakem ve Hak ve Rahîm isimlerinin bin bir mertebelerinden bir mertebeyi beyan edeceğiz. Şöyle ki:

Hikmet ve adl içindeki Rahmânü’r-Rahîm ve Hak ismini âzamî bir dairede görmek istersen, şu temsile bak: Nasıl ki, bir orduda dört yüz muhtelif taifeler bulunduğunu farz ediyoruz ki, herbir taife beğendiği elbiseleri ayrı, hoşuna gittiği erzakı ayrı, rahatla istimal edeceği silâhları ayrı ve mizacına deva olacak ilâçları



Adl
: her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan Allah (bk. a-d-l)
Bâis: yeniden yaratan, ölülerin tekrar dirilten Allah
Bâkî: Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden ve dilediği varlığa bekâ veren, onları sonsuz ve kalıcı hale getiren Allah (bk. b-ḳ-y)Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hakem: haklıyı haksızı ayıran, hükmeden, her hakkı yerine getiren hüküm sahibi Allah (bk. ḥ-k-m)Hakîm: herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m)
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Muhsin: yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan Allah (bk. ḥ-s-n)
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)Mürebbî: herşeyi terbiye eden, eğiten, yetiştiren Allah (bk. r-b-b)
Rahmânü’r-Rahîm: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah (bk. r-ḥ-m)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
Vâris: herşeyin gerçek sahibi ve vârisi olan ve herşeyin mülkünü elinde tutan AllahZât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ẕü; c-l-l)
adem: yokluk, hiçlikadl: adalet, hak sahibine hakkını verme (bk. a-d-l)
alâkadar: alakalı, ilgilibeyan: açıklama (bk. b-y-n)
cilve: görüntü, akiscâmia: kapsamlı (bk. c-m-a)
envâ-ı hâcât: ihtiyaç çeşitleri (bk. ḥ-v-c)erzak: rızıklar, yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
farz etmek: varsaymakfıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
fıtraten: yaratılış itibariyle (bk. f-ṭ-r)hengâm: zaman, an
hikmet: İlâhî gaye ve fayda (bk. ḥ-k-m)hâne: ev
inkişaf: açığa çıkma, gelişme (bk. k-ş-f)istimal etmek: kullanmak
iştiyak: çok kuvvetli arzu ve istekkemâl-i hikmet: mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
levazımat: gerekli olan şeylermahiyet: nitelik, özellik, esas
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)merâtib-i esmâ: isimlerin mertebeleri (bk. s-m-v)
merâtib-i muhabbet: sevgi dereceleri (bk. ḥ-b-b)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)mizaç: tabiat, yaratılış
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)muhabbet-i zâtiye: Allah’ın yüce zâtına sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhtelif: çeşitlimuzaaf: katmerli, kat kat
müteellim: elemli, acı duyanmüteessir: etkilenen, üzüntülü
müzeyyenat: süsler (bk. z-y-n)müştak: arzulu, istekli, düşkün
nevi: tür, çeşitnümune: örnek
taife: topluluktanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)tekemmül: mükemmelleşmeler, olgunlaşmalar (bk. k-m-l)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)terbiye: besleme, yetiştirme (bk. r-b-b)
ulviye: yücezevâl: sona erme, geçip gitme (bk. z-v-l)
zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)âzamî: en büyük (bk. a-ẓ-m)
ünsiyetli: canayakın, dost

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 876

ayrı oldukları halde, bütün o dört yüz taife, ayrı ayrı, takım bölük tefrik edilmeyerek, belki birbirine karışık olduğu halde, onları kemâl-i şefkat ve merhametinden ve harikulâde iktidarından ve mu’cizâne ilim ve ihatasından ve fevkalâde adalet ve hikmetinden, misilsiz birtek padişah, onların hiçbirini şaşırmayarak, hiçbirini unutmayarak, bütün ayrı ayrı onlara lâyık elbise, erzak, ilâç ve silâhlarını, muinsiz olarak, bizzat kendisi verse, o zât acaba ne kadar muktedir, müşfik, âdil, kerîm bir padişah olduğunu anlarsın. Çünkü, bir taburda on milletten efrad bulunsa, onları ayrı ayrı giydirmek ve teçhiz etmek çok müşkül olduğundan, bilmecburiye, ne cinsten olursa olsun bir tarzda teçhiz edilir.

İşte, öyle de, Cenâb-ı Hakkın adl ve hikmet içindeki ism-i Hak ve Rahmânü’r-Rahîm’in cilvesini görmek istersen, bahar mevsiminde, zeminin yüzünde çadırları kurulmuş, muhteşem, dört yüz bin milletten mürekkep nebâtat ve hayvânat ordusuna bak ki, bütün o milletler, o taifeler birbiri içinde oldukları halde, herbirinin libası ayrı, erzakı ayrı, silâhı ayrı, tarz-ı hayatı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı oldukları halde ve o hâcatlarını tedarik edecek iktidarları ve o metâlibi isteyecek dilleri olmadığı halde, daire-i hikmet ve adl içinde, mîzan ve intizam ile Hak ve Rahmân, Rezzak ve Rahîm, Kerîm ünvanlarını seyret, gör. Nasıl hiçbirini şaşırmayarak, unutmayarak, iltibas etmeyerek terbiye ve tedbir ve idare eder.

İşte, böyle hayret verici muhit bir intizam ve mîzan ile yapılan bir işe başkalarının parmakları karışabilir mi? Vâhid-i Ehad, Hakîm-i Mutlak, Kàdîr-i Külli Şeyden başka, bu san’ata, bu tedbire, bu rububiyete, bu tedvire hangi şey elini uzatabilir? Hangi sebep müdahale edebilir?
blank.gif
1



[NOT]Dipnot-1
bk. Fâtır Sûresi, 35:3; Zümer Sûresi, 39:62; Mü’min Sûresi, 40:62; Tûr Sûresi, 52:35.[/NOT]



Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hakîm-i Mutlak: herşeyi hikmetle yapan, sınırsız hikmet sahibi olan Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Kàdir-i Külli Şey: sınırsız güç ve kudret sahibi olan ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; k-l-l)
Rahmânü’r-Rahîm: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah (bk. r-ḥ-m)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
Rezzak: bütün varlıkların rızıklarını veren Allah (bk. r-z-ḳ)Râhman: çok merhamet sahibi ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah (bk. r-ḥ-m)
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği herbir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)adl: adalet, hak sahibine hakkını verme (bk. a-d-l)
bilmecburiye: zorunlu olarakbölük: takımlardan oluşan askerî birlik
cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)daire-i hikmet ve adl: hikmet ve adalet dairesi (bk. ḥ-k-m; a-d-l)
efrad: fertler (bk. f-r-d)erzak: rızıklar, yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)
fevkalâde: olağanüstüharikulâde: olağanüstü
hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hâcat: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)ihata: içine alma, kuşatma
iktidar: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)iltibas: karıştırma
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)kemâl-i şefkat ve merhamet: tam bir şefkat ve merhamet (bk. k-m-l; ş-f-ḳ; r-ḥ-m)
kerîm: ikram sahibi, cömert (bk. k-r-m)libas: elbise
metâlib: istekler, arzular (bk. ṭ-l-b)misilsiz: benzersiz (bk. m-s̱-l)
mizan: ölçü (bk. v-z-n)muhît: kapsamlı, kuşatıcı
muin: yardımcımuktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
mu’cizane: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z)mürekkep: oluşmuş
müşfik: şefkatli (bk. ş-f-ḳ)müşkül: zor
nebâtât: bitkilerrububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
tabur: dört bölükten meydana gelen askerî birliktaife: topluluk
takım: en küçük askerî topluluktalimat: eğitimler (bk. a-l-m)
tarz-ı hayat: hayat tarzı (bk. ḥ-y-y)tedarik: elde etme
tedbir: idare etme, ihtiyacını karşılama (bk. d-b-r)tedvir: çekip çevirme
tefrik: ayırma (bk. f-r-ḳ)terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma (bk. r-b-b)
terhisat: görevin sona ermesiteçhiz: donatma
zemin: yerâdil: adaletli (bk. a-d-l)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 877

DÖRDÜNCÜ NÜKTE

Diyorsun: Benim taamlara, nefsime, refikama, valideynime, evlâdıma, ahbabıma, evliyaya, enbiyaya, güzel şeylere, bahara, dünyaya müteallik, ayrı ayrı muhtelif muhabbetlerimin, Kur’ân’ın emrettiği tarzda olsa, neticeleri, faideleri nedir?

Elcevap: Bütün neticeleri beyan etmek için büyük bir kitap yazmak lâzım gelir. Şimdilik, yalnız icmâlen bir iki neticeye işaret edilecek. Evvelâ dünyadaki muaccel neticeleri beyan edilecek. Sonra, âhirette tezahür eden neticeleri zikredilecek. Şöyle ki:

Sabıkan beyan edildiği gibi, ehl-i gaflet ve ehl-i dünya tarzında ve nefis hesabına olan muhabbetlerin, dünyada belâları, elemleri, meşakkatleri çoktur; safâları, lezzetleri, rahatları azdır. Meselâ şefkat, acz yüzünden elemli bir musibet olur. Muhabbet, firak yüzünden belâlı bir hırkat olur. Lezzet, zevâl yüzünden zehirli bir şerbet olur. Âhirette ise, Cenâb-ı Hakkın hesabına olmadıkları için, ya faidesizdir veya azaptır (eğer harama girmişse).
blank.gif
1


Sual:
Enbiya ve evliyaya muhabbet nasıl faidesiz kalır?

Elcevap: Ehl-i teslisin İsâ Aleyhisselâma ve Râfızîlerin Hazret-i Ali Radıyallahu Anha muhabbetleri faidesiz kaldığı gibi.
blank.gif
2 Eğer o muhabbetler, Kur’ân’ın irşad ettiği tarzda ve Cenâb-ı Hakkın hesabına ve muhabbet-i Rahmân namına olsalar, o zaman hem dünyada, hem âhirette güzel neticeleri var.

Amma dünyada ise, leziz taamlara, güzel meyvelere muhabbetin, elemsiz bir nimet ve ayn-ı şükür bir lezzettir.

Nefsine muhabbet ise, ona acımak, terbiye etmek, zararlı hevesattan men etmektir.
blank.gif
3 O vakit nefis sana binmez, seni hevâsına esir etmez. Belki sen nefsine


[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:165; Âl-i İmran Sûresi, 3:14; Tevbe Sûresi, 9:23-24; İbrahim Sûresi, 14:3.
Dipnot-2
bk. Müsned 1:160; el-Hâkim, el-Müstedrek 3:132; el-Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, 3:281.
Dipnot-3
bk. Haşir Sûresi, 59:9; Nâziât Sûresi, 79:40; A’lâ Sûresi, 87:14; Şems Sûresi, 91:9.[/NOT]


Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)Hazret-i Ali: (bk. bilgiler)
Radıyallahu Anh: Allah ondan razı olsunRâfızî: Şiî gruplarından aşırı bir gruba dahil olan kişi
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)ahbap: sevilenler, dostlar (bk. ḥ-b-b)
ayn-ı şükür: tamamıyla şükür (bk. ş-k-r)beyan: açıklama (bk. b-y-n)
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenlerehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler (bk. ğ-f-l)
ehl-i teslis: Allah’ı baba, oğul ve mukaddes ruh diye üçlü unsur olarak kabul eden Hıristiyanlarelem: üzüntü, acı, sıkıntı
elemli: acı verenenbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
evliya: velîler, Allah’ın dostları (bk. v-l-y)evlâd: çocuklar
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)hevesat: hevesler, gelip geçici istekler, arzular
hevâ: insanın donanımını nefsin arzu ve isteklerinin emrine vermesi (bk. h-v-y)hüdâ: hidayet, doğru yol (bk. h-d-y)
hırkat: yanma, ayrılık ateşiicmâlen: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l)
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)leziz: lezzetli
men etmek: yasaklamakmeşakkat: güçlük
muaccel: peşinmuhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhabbet-i Rahmân: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah’a duyulan sevgi (bk. ḥ-b-b; r-ḥ-m)muhtelif: çeşitli
musibet: belâ, felaketmüteallik: alakalı, ilgili
nam: adnefis: can, kişinin kendisi; hayvanî ihtiyaçlara olan doğal eğilim (bk. n-f-s)
nükte: ince ve derin mânârefika: eş (bk. r-f-ḳ)
sabıkan: daha öncedensafâ: gönül rahatlığı
sevk etmek: yöneltmektaam: yiyecek
tezahür etmek: ortaya çıkmak, görünmek (bk. ẓ-h-r)valideyn: anne-baba
zevâl: geçip gitme, yok olma (bk. z-v-l)zikretmek: anmak; hatırlatmak
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)İsâ: (bk. bilgiler)
şefkat: acıyarak ve esirgeyerek sevme (bk. ş-f-ḳ)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 878

Refika-i hayatına muhabbetin, madem hüsn-ü sîret ve maden-i şefkat ve hediye-i rahmet olduğuna bina edilmiş. O refikaya samimî muhabbet ve merhamet edersen, o da sana ciddî hürmet ve muhabbet eder. İkiniz ihtiyar oldukça o hal ziyadeleşir, mes’udâne hayatını geçirirsin. Yoksa, hüsn-ü surete muhabbet nefsânî olsa, o muhabbet çabuk bozulur, hüsn-ü muaşereti de bozar.

Peder ve valideye karşı muhabbetin, Cenâb-ı Hak hesabına olduğu için, hem bir ibadet, hem de onlar ihtiyarlandıkça hürmet ve muhabbeti ziyadeleştirirsin. En âli bir hisle, en merdâne bir himmetle onların tûl-ü ömrünü ciddî arzu edip bekàlarına dua etmek, tâ “Onların yüzünden daha ziyade sevap kazanayım” diye samimî hürmetle onların elini öpmek, ulvî bir lezzet-i ruhanî almaktır. Yoksa, nefsanî, dünya itibarıyla olsa, onlar ihtiyar oldukları ve sana bâr olacak bir vaziyete girdikleri zaman, en süflî ve en alçak bir hisle vücutlarını istiskal etmek, sebeb-i hayatın olan o muhterem zâtların mevtlerini arzu etmek gibi vahşî, kederli, ruhanî bir elemdir.

Evlâdına muhabbet ise, Cenâb-ı Hakkın senin nezaretine ve terbiyene emanet ettiği sevimli, ünsiyetli o mahlûklara muhabbet ise, saadetli bir muhabbet, bir nimettir. Ne musibetleriyle fazla elem çekersin, ne de ölümleriyle meyusâne feryad edersin. Sabıkan geçtiği gibi, “Onların Hâlıkları hem Hakîm, hem Rahîm olduğundan, onlar hakkında o mevt bir saadettir” dersin. Senin hakkında da, onları sana veren Zâtın rahmetini düşünürsün, firak eleminden kurtulursun.

Ahbaplara muhabbetin ise, madem Allah içindir. O ahbapların firakları, hattâ ölümleri, sohbetinize ve uhuvvetinize mâni olmadığı için, o mânevî muhabbet ve ruhanî irtibattan istifade edersin. Ve mülâkat lezzeti daimî olur. Allah için olmazsa, bir günlük mülâkat lezzeti, yüz günlük firak elemini netice verir.HAŞİYE-1


[NOT]Haşiye-1
Allah için bir saniye mülâkat, bir senedir. Dünya için olsa, bir sene, bir saniyedir.[/NOT]


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hakîm: herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m)
Hâlık: herşeyin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
ahbap: sevilenler, dostlar (bk. ḥ-b-b)bekà: devam etme (bk. b-ḳ-y)
bâr olmak: yük olmakelem: acı, üzüntü
evlâd: çocuklarferyad: bağırıp çağırma
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hediye-i rahmet: rahmetin bir hediyesi (bk. r-ḥ-m)himmet: ciddî gayret
hürmet: saygı (bk. ḥ-r-m)hüsn-ü muaşeret: güzel geçim (bk. ḥ-s-n)
hüsn-ü suret: dış görünüşün güzelliği (bk. ḥ-s-n; ṣ-v-r)hüsn-ü sîret: ahlâk güzelliği (bk. ḥ-s-n)
irtibat: bağlılıkistifade: yararlanma
istiskal etmek: ağır bulup hoşlanmamaklezzet-i ruhanî: ruhun aldığı lezzet (bk. r-v-ḥ)
lillâh: Allah içinmaden-i şefkat: şefkat kaynağı (bk. ş-f-ḳ)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)mani: engel
merdâne: mert kişiye yakışır şekildemes’udâne: mutlu olarak
mevt: ölüm (bk. m-v-t)meyusâne: ümitsizce
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)muhterem: hürmete layık, saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)
musibet: belâ, felaketmülâkat: kavuşma
nefsânî: nefsin hoşuna gider şekilde (bk. n-f-s)nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
peder: babarahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
refika: eş (bk. r-f-ḳ)refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş (bk. r-f-ḳ; ḥ-y-y)
ruhanî: ruha ait (bk. r-v-ḥ)saadet: mutluluk
saadetli: mutlusabıkan: daha önceden
samimî: içtensebeb-i hayat: hayat sebebi (bk. s-b-b; ḥ-y-y)
süflî: alçak, aşağılıktûl-u ömür: uzun ömür
uhuvvet: kardeşlikulvî: yüce
valide: annevücut: varlık (bk. v-c-d)
ziyade: fazla, çokziyadeleşmek: artmak, çoğalmak
âli: yüceünsiyet: canayakın, dost

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 879

Enbiya ve evliyaya muhabbetin ise: Ehl-i gaflete karanlıklı bir vahşetgâh görünen âlem-i berzah, o nuranîlerin vücutlarıyla tenevvür etmiş menzilgâhları suretinde sana göründüğü için, o âleme gitmeye tevahhuş, tedehhüş değil, belki bilâkis temayül ve iştiyak hissini verir; hayat-ı dünyeviyenin lezzetini kaçırmaz. Yoksa, onların muhabbeti, ehl-i medeniyetin meşâhir-i insaniyeye muhabbeti nev’inden olsa, o kâmil insanların fenâ ve zevâllerini ve mazi denilen mezar-ı ekberinde çürümelerini düşünmekle, elemli hayatına bir keder daha ilâve eder. Yani, “Öyle kâmilleri çürüten bir mezara ben de gireceğim” diye düşünür, mezaristana endişeli bir nazarla bakar, ah çeker. Evvelki nazarda ise, cisim libasını mazide bırakıp kendileri istikbal salonu olan berzah âleminde kemâl-i rahatla ikametlerini düşünür, mezaristana ünsiyetkârâne bakar.

Hem güzel şeylere muhabbetin, madem Sânileri hesabınadır,
blank.gif
1 “Ne güzel yapılmışlar” tarzındadır. O muhabbetin bir leziz tefekkür olduğu halde, hüsünperest, cemâlperest zevkinin nazarını daha yüksek, daha mukaddes ve binler defa daha güzel cemâl mertebelerinin definelerine yol açar, baktırır. Çünkü, o güzel âsârdan ef’âl-i İlâhiyenin güzelliğine intikal ettirir. Ondan esmânın güzelliğine, ondan sıfâtın güzelliğine, ondan Zât-ı Zülcelâlin cemâl-i bîmisâline karşı kalbe yol açar. İşte bu muhabbet bu surette olsa, hem lezzetlidir, hem ibadettir ve hem tefekkürdür.

Gençliğe muhabbetin ise, madem Cenâb-ı Hakkın güzel bir nimeti cihetinde sevmişsin. Elbette onu ibadette sarf edersin, sefahette boğdurup öldürmezsin. Öyle ise, o gençlikte kazandığın ibadetler, o fâni gençliğin bâki meyveleridir. Sen ihtiyarlandıkça, gençliğin iyilikleri olan bâki meyvelerini elde ettiğin halde,

[NOT]Dipnot-1
bk. Sâd Sûresi, 38:32.[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)berzah âlemi: öldükten sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları mânevî âlem, kabir âlemi (bk. a-l-m)
bilâkis: aksine, tersinebâki: devamlı, kalıcı (bk. b-ḳ-y)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cemâl-i bîmisâl: benzersiz güzellik (bk. c-m-l; m-s̱-l)
cemâlperest: güzelliğe düşkün (bk. c-m-l)cihet: yön
ef’âl-i İlâhiye: kâinattaki varlıkları ortaya çıkaran İlâhi fiillerehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler (bk. ğ-f-l)
ehl-i medeniyet: dünyaya yalnız dünya için ve maddî zevk ve menfaatleri için bakanlarelemli: acı veren, üzücü
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evliya: velîler, Allah dostları (bk. v-l-y)fenâ: geçip gitme, yok olma (bk. f-n-y)
fâni: geçici (bk. f-n-y)hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hüsünperest: güzelliğe düşkün (bk. ḥ-s-n)ikamet: yerleşme
intikal: ulaşmaistikbal: gelecek zaman
iştiyak: şevkle ve istekle yönelmekemâl-i rahat: tam anlamıyla rahatlık (bk. k-m-l)
kâmil: olgun, mükemmelliğe ulaşmış (bk. k-m-l)libas: elbise
mazi: geçmişmenzilgâh: konaklama yeri (bk. n-z-l)
mezar-ı ekber: en büyük mezar (bk. k-b-r)meşâhir-i insaniyet: insanların meşhurları, ünlü kişiler
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)mukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış (bk. ḳ-d-s)
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)nev: tür
nuranî: nurdan varlık (bk. n-v-r)sarf etmek: harcamak (bk. ṣ-r-f)
sefahet: helâl olmayan zevk ve eğlenceye düşkünlük, beyinsizliksuret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
sıfât: sıfatlar; Allah’ın yüce Zâtını niteleyen İlâhî özelliklertedehhüş: dehşete düşme
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde mahlûkat üzerinde düşünme (bk. f-k-r)temayül: eğilim ve istek gösterme
tenevvür: aydınlanma, nurlanma (bk. n-v-r)tevahhuş: ürkme
vahşetgâh: ürkütücü yervücut: varlık (bk. v-c-d)
zevâl: ortadan kaybolma (bk. z-v-l)âlem-i berzah: öldükten sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları mânevî âlem, kabir âlemi (bk. a-l-m)
âsâr: eserler, varlıklarünsiyetkârâne: dostça, canayakın bir şekilde

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 880

gençliğin zararlarından, taşkınlıklarından kurtulursun. Hem ihtiyarlıkta daha ziyade ibadete muvaffakiyet ve merhamet-i İlâhiyeye daha ziyade liyakat kazandığını düşünürsün. Ehl-i gaflet gibi beş on senelik bir gençlik lezzetine mukabil, elli senede “Eyvah, gençliğim gitti” diye teessüf edip gençliğe ağlamayacaksın. Nasıl ki, öylelerin birisi demiş:

لَيْتَ الشَّبَابَ يَعُودُ يَوْمًا فَاُخْبِرَهُ بِمَا فَعَلَ الْمَشِيبُ


Yani, “Keşke gençliğim birgün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma neler getirdiğini şekvâ ederek haber verecektim.”

Bahar gibi ziynetli meşherlere muhabbet ise, madem san’at-ı İlâhiyeyi seyran itibarıyladır. O baharın gitmesiyle, temâşâ lezzeti zâil olmaz. Çünkü, bahar, yaldızlı bir mektup gibi verdiği mânâları her vakit temâşâ edebilirsin. Senin hayalin ve zaman, ikisi de sinema şeritleri gibi, sana o temâşâ lezzetini idame ettirmekle beraber, o baharın mânâlarını, güzelliklerini sana tazelendirirler. O vakit muhabbetin esefli, elemli, muvakkat olmaz; lezzetli, safâlı olur.

Dünyaya muhabbetin ise, madem Cenâb-ı Hakkın namınadır. O vakit dünyanın dehşetli mevcudatı, sana ünsiyetli bir arkadaş hükmüne geçer. Mezraa-i âhiret cihetiyle sevdiğin için, herşeyinde âhirete faide verecek bir sermaye, bir meyve alabilirsin. Ne musibetleri sana dehşet verir, ne zevâl ve fenâsı sana sıkıntı verir. Kemâl-i rahatla o misafirhanede müddet-i ikametini geçirirsin. Yoksa, ehl-i gaflet gibi seversen, yüz defa sana söylemişiz ki, sıkıntılı, ezici, boğucu, fenâya mahkûm, neticesiz bir muhabbet içinde boğulur, gidersin.

İşte, bazı mahbupların, Kur’ân’ın irşad ettiği surette olduğu vakit, herbirisinden yüzde ancak bir letâfetini gösterdik. Kur’ân’ın gösterdiği yolda olmazsa, yüzden bir mazarratına işaret ettik. Şimdi, şu mahbupların, dâr-ı bekâda, âlem-i âhirette, Kur’ân-ı Hakîmin âyât-ı beyyinâtıyla işaret ettiği neticeleri işitmek ve anlamak istersen, işte o çeşit meşru muhabbetlerin dâr-ı âhiretteki neticelerini bir Mukaddime ve Dokuz İşaret ile, yüzden bir faidesini icmâlen göstereceğiz.


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Kur’ân-ı Hakim: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
dehşet: korku, ürküntüdâr-ı bekà: sonsuzluk yurdu (bk. b-ḳ-y)
dâr-ı âhiret: âhiret yurdu (bk. e-ḫ-r)ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler (bk. ğ-f-l)
elemli: acı verenesefli: hayıflandıran, üzen
fenâ: son bulma (bk. f-n-y)icmâlen: kısaca, özetle (bk. c-m-l)
idame: devam ettirmeirşad: doğru yol gösterme (bk. r-ş-d)
kemâl-i rahat: tam anlamıyla rahatlık (bk. k-m-l)letâfet: hoşluk, gözellik (bk. l-ṭ-f)
liyakat: lâyık olmamahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
mazarrat: zararlar, ziyanlarmerhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mezraa-i âhiret: âhiretin tarlası (bk. e-ḫ-r)
meşher: sergimeşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)mukabil: karşılık
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)musibet: belâ, felaket
muvaffakiyet: başarımuvakkat: geçici
müddet-i ikamet: kalış süresinam: ad
safâlı: huzur ve keyif verensan’at-ı İlâhî: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
seyran: gezintisuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
teessüf: hayıflanma, üzülmetemâşâ: seyir
zevâl: kaybolup gitme (bk. z-v-l)ziyade: çok, fazla
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)zâil olma: kaybolma, geçip gitme (bk. z-v-l)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)âlem-i âhiret: âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r)
âyât-ı beyyinat: ap açık âyetler (bk. b-y-n)ünsiyetli: dostane, canayakın
şekvâ: şikâyet

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 881

MUKADDİME: Cenâb-ı Hak, celîl ulûhiyetiyle, cemil rahmetiyle, kebîr rububiyetiyle, kerîm re’fetiyle, azîm kudretiyle, lâtif hikmetiyle, şu küçük insanın vücudunu bu kadar havas ve hissiyatla, bu derece cevârih ve cihazatla ve muhtelif âzâ ve âlâtla ve mütenevvi letâif ve mâneviyatla teçhiz ve tezyin etmiştir ki, tâ mütenevvi ve pek çok âlât ile, hadsiz envâ-ı nimetini, aksâm-ı ihsânâtını, tabakat-ı rahmetini o insana ihsas etsin, bildirsin, tattırsın, tanıttırsın. Hem, tâ bin bir esmâsının hadsiz envâ-ı tecelliyatlarını, insana o âlât ile bildirsin, tarttırsın, sevdirsin.

Ve o insandaki pek kesretli âlât ve cihâzâtın herbirisinin ayrı ayrı hizmeti, ubûdiyeti olduğu gibi, ayrı ayrı lezzeti, elemi, vazifesi ve mükâfâtı vardır.

Meselâ, göz, suretlerdeki güzelliklerini ve âlem-i mubsaratta güzel mu’cizât-ı kudretin envâını temâşâ eder. Vazifesi, nazar-ı ibretle Sâniine şükrandır. Nazara mahsus lezzet ve elem malûmdur, tarife hacet yok.

Meselâ, kulak, sadâların envâlarını, lâtif nağmelerini ve mesmuat âleminde Cenâb-ı Hakkın letâif-i rahmetini hisseder. Ayrı bir ubûdiyet, ayrı bir lezzet, ayrı da bir mükâfâtı var.

Meselâ, kuvve-i şâmme, kokular taifesindeki letâif-i rahmeti hisseder. Kendine mahsus bir vazife-i şükrâniyesi, bir lezzeti vardır. Elbette mükâfâtı dahi vardır.

Meselâ, dildeki kuvve-i zâika, bütün mat’ûmâtın ezvâkını anlamakla, gayet mütenevvi bir şükr-ü mânevî ile vazife görür.Ve hâkezâ, bütün cihâzât-ı insaniyenin ve kalb ve akıl ve ruh gibi büyük ve mühim letâifin böyle ayrı ayrı vazifeleri, lezzetleri ve elemleri vardır.

İşte, Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, bu insanda istihdam ettiği bu cihâzâtın



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hakîm-i Mutlak: sınırsız hikmet sahibi olan Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. s-n-a)aksâm-ı ihsânât: bağışların kısımları (bk. ḥ-s-n)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)celîl: yüce, haşmetli (bk. c-l-l)
cemil: güzel (bk. c-m-l)cevârih: organlar
cihazât: cihazlar, duyu ve organlarcihazât-ı insaniye: insanın cihazları, organları
elem: acı, sıkıntı, üzüntüenvâ: türler, çeşitler
envâ-ı nimet: nimet çeşitleri (bk. n-a-m)envâ-ı tecellîyat: tecellîlerin, yansımaların türleri (bk. c-l-y)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)ezvâk: zevkler, lezzetler
hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)hadsiz: sınırsız
havas: duygularhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hissiyat: hisler, duygularhâkezâ: böylece, bunun gibi
ihsas etmek: hissettirmekistihdam: çalıştırma, kullanma
kebîr: büyük (bk. k-b-r)kerîm: cömert, ikram sahibi (bk. k-r-m)
kesretli: çok (bk. k-s̱-r)kudret: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)
kuvve-i zâika: tad alma duyusukuvve-i şâmme: koku alma duyusu
letâif: mânevî yapıdaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)letâif-i rahmet: rahmetin güzellikleri (bk. l-ṭ-f; r-ḥ-m)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)mahsus: özgü
malûm: bilinen (bk. a-l-m)mat’ûmât: yenecek şeyler
mesmuat: işitilenler (bk. s-m-a)muhtelif: çeşitli
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)mu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
mâneviyat: mânevi âleme ait olan şeyler (bk. a-n-y)mükâfât: ödül
mütenevvi: çeşitlinazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nazar-ı ibret: ibretli bakış (bk. n-ẓ-r)nağme: ahenk, güzel ses
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)re’fet: merhamet, şefkat
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)sadâ: ses
suret: resim, görüntü (bk. ṣ-v-r)tabakat-ı rahmet: rahmet tabakaları (bk. r-ḥ-m)
taife: topluluktarif: anlatma, açıklama (bk. a-r-f)
temâşâ etmek: seyretmektezyin: süsleme (bk. z-y-n)
teçhiz: donatmaubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye layık olma, İlâhlık (bk. e-l-h)vazife-i şükrâniye: şükür vazifesi (bk. ş-k-r)
âlem-i mubsarat: görünen varlıklar âlemi (bk. a-l-m; b-ṣ-r)âlât: âletler, organlar
âzâ: âzalar, organlarşükr-ü mânevî: mânevî şükür (bk. ş-k-r; a-n-y)
şükran: minnettarlık, teşekkür (bk. ş-k-r)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 882

elbette herbirerlerine lâyık ücretlerini verecektir. O müteaddit envâ-ı muhabbetin sabıkan beyan edilen dünyadaki muaccel neticelerini, herkes vicdan ile hisseder ve bir hads-i sadık ile ispat edilir. Âhiretteki neticeleri ise, kat’iyen vücutları ve tahakkukları, icmâlen Onuncu Sözün on iki hakikat-i kàtıa-i sâtıasıyla ve Yirmi Dokuzuncu Sözün altı esas-ı bâhiresiyle ispat edildiği gibi, tafsilen

اَصْدَقُ الْكَلاَمِ وَاَبْلَغُ النِّظَامِ كَلاَمُ اللهِ الْمَلِكِ الْعَزِيزِ الْعَلاَّمِ
blank.gif
1


olan Kur’ân-ı Hakîmin âyât-ı beyyinâtıyla, tasrih ve telvih ve remiz ve işârâtıyla kat’iyen sabittir. Daha uzun burhanları getirmeye lüzum yok. Zaten başka Sözlerde ve Cennete dair Yirmi Sekizinci Sözün Arabî olan İkinci Makamında ve Yirmi Dokuzuncu Sözde çok burhanlar geçmiştir.

BİRİNCİ İŞARET: Leziz taamlara, hoş meyvelere şâkirâne muhabbet-i meşruanın uhrevî neticesi, Kur’ân’ın nassıyla, Cennete lâyık bir tarzda leziz taamları, güzel meyveleridir.
blank.gif
2 Ve o taamlara ve o meyvelere müştehiyâne bir muhabbettir. Hattâ dünyada yediğin meyve üstünde söylediğin “Elhamdü lillâh” kelimesi, Cennet meyvesi olarak tecessüm ettirilip sana takdim edilir. Burada meyve yersin, orada “Elhamdü lillâh” yersin. Ve nimette ve taam içinde in’âm-ı İlâhîyi ve iltifat-ı Rahmânîyi gördüğünden, o lezzetli şükr-ü mânevî, Cennette gayet leziz bir taam suretinde sana verileceği, hadisin nassıyla,
blank.gif
3 Kur’ân’ın işârâtıyla ve hikmet ve rahmetin iktizasıyla sabittir.
blank.gif
4

İKİNCİ İŞARET: Dünyada meşru bir surette nefsine muhabbet, yani, mehâsinine bina edilen muhabbet değil, belki noksaniyetlerini görüp tekmil etmeye bina edilen şefkat ile onu terbiye etmek ve onu hayra sevk etmek neticesi, o nefse


[NOT]Dipnot-1
Sözün en doğrusu ve nazmın en beliği, bütün mülkün hakikî Mâliki olan, kudreti herşeye galip bulunan ve ilmi herşeyi kuşatan Allah’ın kelâmıdır
Dipnot-2
bk. Bakara Sûresi, 2:25; Yasîn Sûresi, 36:55-57; Sâffât Sûresi, 37:41-42; Zuhruf Sûresi, 43:72; Duhan Sûresi, 44:51-57; Tûr Sûresi, 52:19-20; Rahmân Sûresi, 55:68; Vakıa Sûresi, 56:20, 32.
Dipnot-3
bk. Tirmizî, Deavât 59; İbni Mâce, Edeb 56; İbni Hibban, es-Sahîh 3:109; el-Hâkim, el-Müstedrek 1:680.
Dipnot-4
bk. Bakara Sûresi, 2:25; Yâsîn Sûresi, 36:55-57; Sâffât Sûresi, 37:41-42; Zuhruf Sûresi, 43:72; Tûr Sûresi, 52:19-20; Duhan Sûresi, 44:51-57; Rahmân Sûresi, 55:68.[/NOT]



Arabî: ArapçaKur’ân-ı Hakim: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)burhan: güçlü delil
elhamdü lillâh: “her türlü övgü ve şükür yalnızca Allah’a aittir” (bk. ḥ-m-d)envâ-ı muhabbet: sevgi türleri, çeşitleri (bk. ḥ-b-b)
esas-ı bâhire: açık ve âşikâr esashads-i sadık: doğru sezgi (bk. s-d-ḳ)
hakikat-i kàtıa-i sâtıa: parlak ve kesin gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hayr: iyilik, güzellik (bk. ḫ-y-r)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)icmâlen: kısaca, özetle (bk. c-m-l)
iktiza: gerektirmeiltifat-ı Rahmânî: Allah’ın sonsuz rahmetiyle lütuf ve ikramda bulunması (bk. r-ḥ-m)
in’âm-ı İlâhîye: Allah’ın nimetlendirmesi (bk. n-a-m; e-l-h)işârât: işaretler
kat’iyen: kesinlikleleziz: lezzetli
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)meşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)
muaccel: peşinmuhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhabbet-i meşrua: helâl, dine uygun sevgi (bk. ḥ-b-b; ş-r-a)müteaddit: birçok
müştehiyâne: iştahlı bir şekildenass: açık ve kesin hüküm
nefis: can, kişinin kendisi; hayvanî ihtiyaçlara olan doğal eğilim (bk. n-f-s)noksaniyet: eksiklik
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)remiz: işaret
sabıkan: daha öncedensuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
taam: yiyecektafsilen: ayrıntılı olarak
tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)takdim etme: sunma (bk. ḳ-d-m)
tasrih: açıkça ifade etmetecessüm: cisimleşme
tekmil etmek: tamamlamak (bk. k-m-l)telvih: ince işaret şeklinde açıklama
terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunluğa kavuşturma (bk. r-b-b)uhrevî: âhirete dair (bk. e-ḫ-r)
vücut: varlık (bk. v-c-d)âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
âyât-ı beyyinât: ap açık âyetlerşâkirâne: şükrederek (bk. ş-k-r)
şükr-ü mânevî: mânevî şükür (bk. ş-k-r; a-n-y)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 883

lâyık mahbupları Cennette veriyor. Nefis madem dünyada hevâ ve hevesini Cenâb-ı Hak yolunda hüsn-ü istimal etmiş. Cihâzâtını, duygularını hüsn-ü suretle istihdam etmiş. Kerîm-i Mutlak, ona dünyadaki meşru ve ubûdiyetkârâne muhabbetin neticesi olarak, Cennette, Cennetin yetmiş ayrı ayrı envâ-ı ziynet ve letâfetinin nümuneleri olan yetmiş muhtelif hulleyi giydirip, nefisteki bütün hasseleri memnun edecek, okşayacak yetmiş envâ-ı hüsünle vücudunu süslendirip, herbiri ruhlu küçük birer Cennet hükmünde olan hurileri o dâr-ı bekàda vereceği, pek çok âyât ile tasrih ve ispat edilmiştir.
blank.gif
1 Hem dünyada gençliğe muhabbet, yani, ibadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi, dâr-ı saâdette ebedî bir gençliktir.
blank.gif
2

ÜÇÜNCÜ İŞARET: Refika-i hayatına meşru dairesinde, yani lâtif şefkatine, güzel hasletine, hüsn-ü sîretine binaen samimî muhabbet ile refika-i hayatını da nâşizelikten, sair günahlardan muhafaza etmenin netice-i uhreviyesi ise, Rahîm‑i Mutlak, o refika-i hayatı, hurilerden daha güzel bir surette ve daha ziynetli bir tarzda, daha cazibedar bir şekilde, ona dâr-ı saadette ebedî bir refika-i hayatı ve dünyadaki eski maceraları birbirine mütelezzizâne nakletmek ve eski hatıratı birbirine tahattur ettirecek enîs, lâtif, ebedî bir arkadaş, bir muhib ve mahbub olarak verileceğini vaad etmiştir.
blank.gif
3 Elbette vaad ettiği şeyi kat’î verecektir.

DÖRDÜNCÜ İŞARET: Valideyn ve evlâda muhabbet-i meşruanın neticesi, nass-ı Kur’ân ile, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, onların makamları ayrı ayrı da olsa, yine o mes’ut aileye sâfi olarak lezzet-i sohbeti, Cennete lâyık bir hüsn-ü muaşeret suretinde, dâr-ı bekàda ebedî mülâkat ile ihsan eder. Ve on beş yaşına girmeden,

[NOT]
Dipnot-1
bk. Kehf Sûresi, 18:30-31; Duhân Sûresi, 44:50-55; Tûr Sûresi, 52:17-20; Rahmân Sûresi, 55:72; Vâkıa Sûresi, 56:22-24; Dehr Sûresi, 76:21-22; Nebe Sûresi, 78:33.
Dipnot-2
bk. İbrahim Sûresi, 14:23; Kehf Sûresi, 18:108; Tâhâ Sûresi, 20:76; Enbiyâ Sûresi, 21:102.
Dipnot-3
bk. Bakara Sûresi, 2:25; Ra’d Sûresi, 13:23-24; Yâsîn Sûresi, 36:22; Zuhruf Sûresi, 43:70.[/NOT]


Cenâb-ı Erhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. r-ḥ-m)Kerîm-i Mutlak: lütuf ve cömertliği sınırsız olan Allah (bk. k-r-m; ṭ-l-ḳ)
Rahîm-i Mutlak: rahmeti herşeyi kuşatan, sınırsız şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m; ṭ-l-ḳ)binaen: –dayanarak
cazibedar: cazibeli, çekicicihâzât: cihazlar, organlar
dâr-ı bekà: sonsuzluk yurdu (bk. b-ḳ-y)dâr-ı saâdet: mutluluk yurdu
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)envâ-ı hüsün: güzellik çeşitleri (bk. ḥ-s-n)
envâ-ı ziynet ve letâfet: süs ve güzellik çeşitleri (bk. z-y-n; l-ṭ-f)enîs: canayakın, dost
evlâd: çocuklarhaslet: huy, karakter
hasse: duyuhatırat: hatıralar
heves: gelip geçici arzu ve istekhevâ: kişinin kendi donanımını nefsin arzu ve isteklerinin emrine vernesi (bk. h-v-y)
hulle: süslü elbisehuri: Cennet kızı
hüsn-ü istimal: güzel ve iyi kullanma (bk. ḥ-s-n)hüsn-ü muaşeret: iyi ilişki, güzel geçim (bk. ḥ-s-n)
hüsn-ü suret: güzel bir şekil ve biçim (bk. ḥ-s-n; ṣ-v-r)hüsn-ü sîret: ahlâk güzelliği (bk. ḥ-s-n)
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)istihdam: görevlendirme, çalıştırma
kat’î: kesinlezzet-i sohbet: sohbetin verdiği lezzet
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b)
mes’ut: mutlumeşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)muhabbet-i meşrua: dine uygun, helâl sevgi (bk. ḥ-b-b; ş-r-a)
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)muhib: sevilen (bk. ḥ-b-b)
muhtelif: çeşitlimülâkat: kavuşma, buluşma
mütelezzizâne: lezzet alaraknass-ı Kur’ân: Kur’ân’ın kesin ve açık hükmü
nefis: can, kişinin kendisi; hayvanî ihtiyaçlara olan doğal eğilim (bk. n-f-s)netice-i uhreviye: âhirete ait netice (bk. e-ḫ-r)
nâşize: geçimsiz, huysuz, itaatsiznümune: örnek
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş (bk. r-f-ḳ; ḥ-y-y)sair: diğer
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tahattur: hatırlama
tasrih: açıkça ifade etmeubûdiyetkârâne: kulluk ederek (bk. a-b-d)
valideyn: anne-babaziynetli: süslü (bk. z-y-n)
âyât: âyetler, deliler

<tbody>
</tbody>
 
Üst