Otuz İkinci Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 844

Aynen öyle de, şu saray-ı âlem, şu mükemmel, müzeyyen eser, bilbedâhe, gayet kemâldeki ef’âle delâlet eder. Çünkü, eserdeki kemâlât, o ef’âlin kemâlâtından ileri gelir ve onu gösterir.

Kemâl-i ef’âl ise, bizzarure, bir Fâil-i Mükemmele ve o Fâilin kemâl-i esmâsına, yani, âsâra nisbeten Müdebbir, Musavvir, Hakîm, Rahîm, Müzeyyin gibi isimlerin kemâline delâlet eder.

İsimlerin ve ünvanların kemâli ise, şeksiz şüphesiz, o Fâilin kemâl-i evsâfına delâlet eder. Zira, sıfat mükemmel olmazsa, sıfattan neş’et eden isimler, unvanlar mükemmel olamaz.

Ve o evsâfın kemâli, bilbedâhe, şuûnât-ı zâtiyenin kemâline delâlet eder. Çünkü, sıfatın mebdeleri, o şuûn-u zâtiyedir.

Ve şuûn-u zâtiyenin kemâli ise, biilmilyakîn, Zât-ı Zîşuûnun kemâline ve öyle lâyık bir kemâline delâlet eder ki, o kemâlin ziyası şuûn ve sıfât ve esmâ ve ef’al ve âsâr perdelerinden geçtiği halde, şu kâinatta yine bu kadar hüsnü ve cemâli ve kemâli göstermiş.İşte, şu derece hakikî kemâlât-ı zâtiyenin burhan-ı kat’î ile vücudu sabit olduktan sonra, gayra bakan ve emsal ve ezdâda tefevvuk cihetiyle olan nisbî kemâlâtın ne ehemmiyeti kalır, ne derece sönük düşer, anlarsın.

İkinci hüccet: Şu kâinata nazar-ı ibretle bakıldığı vakit, vicdan ve kalb bir hads-i sadıkla hisseder ki, şu kâinatı bu derece güzelleştiren ve süslendiren ve envâ-ı mehâsinle tezyin edenin, nihayet derecede bir cemâl ve kemâlâtı vardır ki şöyle yapıyor.

Üçüncü hüccet: Malûmdur ki, mevzun ve muntazam ve mükemmel ve güzel

Fâil: her işi mükemmel şekilde yapan, fiil sahibi Allah (bk. f-a-l)Fâil-i Mükemmel: her fiili ve işi mükemmel olan Allah (bk. f-a-l; k-m-l)
Hakîm: herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m)Musavvir: herşeyi istediği surette ve mükemmel bir şekilde yapan Allah (bk. ṣ-v-r)
Müdebbir: idare eden, ilmiyle herşeyin sonunu görüp, ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. d-b-r)Müzeyyin: herşeyi eşsiz sanatıyla süsleyen, güzelleştiren Allah (bk. z-y-n)
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)Zât-ı Zîşuûn: şuûn sahibi Zât, Allah (bk. ẕî; ş-e-n)
biilmilyakîn: şüphesiz bir ilimle bilme (bk. a-l-m; y-ḳ-n)bilbedâhe: ap açık bir şekilde
bizzarure: zorunlu olarakburhan-ı kat’î: kesin delil
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cihet: yön
delâlet: delil olma, işaret etmeef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)
emsal: benzerler (bk. m-s̱-l)envâ-ı mehâsin: güzellik çeşitleri, türleri (bk. ḥ-s-n)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)evsâf: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)
ezdâd: zıtlargayet: son derece
gayr: diğeri, başkasıhads-i sadık: doğru sezgi (bk. s-d-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hüccet: delil
hüsn: güzellik (bk. ḥ-s-n)kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
kemâl-i ef’âl: fiillerdeki mükemmellik (bk. k-m-l; f-a-l)kemâl-i esmâ: isimlerin mükemmelliği (bk. k-m-l; s-m-v)
kemâl-i evsaf: vasıf ve özelliklerin mükemmelliği (bk. k-m-l; v-ṣ-f)kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)
kemâlât-ı zâtiye: zâtına mahsus mükemmellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
malûm: bilinen (bk. a-l-m)mebde’: başlangıç
mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)nazar-ı ibret: ibretli bakış (bk. n-ẓ-r)
neş’et etmek: doğmak, ortaya çıkmaknihayet: son
nisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b)nisbî: kıyaslama ile olan, göreceli (bk. n-s-b)
saray-ı âlem: dünya sarayı (bk. a-l-m)sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)
tefevvuk: üstünlüktezyin: süsleme (bk. z-y-n)
vücud: varlık (bk. v-c-d)zira: çünkü
ziya: ışıkâsâr: eserler
şeksiz: kuşkusuz, şüphesizşuûn/şuûnât-ı zâtiye: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden kutsal Zâtına ait özellikler (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 845

san’atlar, gayet güzel bir programa istinad eder. Mükemmel ve güzel bir program ise, mükemmel ve güzel bir ilme ve güzel bir zihne ve güzel bir kabiliyet-i ruhiyeye delâlet eder. Demek, ruhun mânevî güzelliğidir ki, ilim vasıtasıyla san’atında tezahür ediyor.İşte, şu kâinat, hadsiz mehâsin-i maddiyesiyle, bir mânevî ve ilmî mehâsinin tereşşuhatıdır. Ve o ilmî ve mânevî mehâsin ve kemâlât, elbette hadsiz bir sermedî hüsün ve cemâl ve kemâlin cilveleridir.

Dördüncü hüccet: Malûmdur ki, ziyayı verenin ziyadar olması lâzım; tenvir edenin nuranî olması gerek; ihsan gınâdan gelir; lütuf lâtiften zuhur eder. Madem öyledir; kâinata bu kadar hüsün ve cemâl vermek ve mevcudata muhtelif kemâlât vermek, ışık güneşi gösterdiği gibi, bir cemâl-i sermedîyi gösterirler.

Madem mevcudat, zeminin yüzünde büyük bir nehir gibi, kemâlâtın lem’alarıyla parlar, geçer. O nehir güneşin cilveleriyle parladığı gibi, şu seyl-i mevcudat dahi hüsün ve cemâl ve kemâlin lem’alarıyla muvakkaten parlar, gider. Arkalarından gelenler aynı parlamayı, aynı lem’aları gösterdiklerinden anlaşılıyor ki, cereyan eden suyun kabarcıklarındaki cilveler, güzellikler nasıl kendilerinden değil, belki bir güneşin ziyasının güzellikleri, cilveleridir. Öyle de, şu seyl-i kâinattaki muvakkat parlayan mehâsin ve kemâlât, bir Şems-i Sermedînin lemeât-ı cemâl-i esmâsıdır

نَعَمْ تَفَانِى الْمِرْاٰةِ زَوَالُ الْمَوْجُودَاتِ مَعَ تَجَلِّى الدَّاۤئِمِ مَعَ الْفَيْضِ الْمُلاَزِمِ مِنْ اَظْهَرِ الظَّوَاهِرِ اَنَّ الْجَمَالَ الظَّاهِرَ لَيْسَ مُلْكَ الْمَظَاهِرِ مِنْ اَفْصَحِ تِبْيَانٍ مِنْ اَوْضَحِ بُرْهَانٍ لِلْجَمَالِ الْمُجَرَّدِ لِـْلاِحْسَانِ الْمُجَدَّدِ لِلْوَاجِبِ الْوُجُودِ لِلْبَاقِى الْوَدُودِ...
blank.gif
1



[NOT]Dipnot-1
Evet, âyinelerin fâniliği ve mevcudatın zevâliyle beraber tecelliyâtın ve füyuzâtın devam etmesi, bütün zuhurattan daha zâhir bir surette, onlarda görünen cemâlin mazharlara ait olmadığına delâlet eder ve en fasih bir lisanla ve en vâzıh bir burhanla gösterir ki, o tecelliyat, Vâcibü’l-Vücudun ve Bâkî-i Vedûdun mücerred cemâlinin ve mazharlar üzerinde daimî yenilenen ihsânâtının cilveleridir.[/NOT]


cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cemâl-i sermedî: sürekli ve daimi güzellik (bk. c-m-l)
cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)delâlet: delil olma, işaret etme
gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y)hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)istinad: dayanma (bk. s-n-d)
kabiliyet-i ruhiye: ruhâ ait yetenek (bk. a-d-d; r-v-ḥ)kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lemeât-ı cemâl-i esmâ: isimlerin güzelliğinin parıltıları (bk. c-m-l; s-m-v)lem’a: parıltı
lâtif: lütuf ve iyilikte bulunan (bk. l-ṭ-f)lütuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. l-ṭ-f)
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)mehâsin-i maddiye: maddî güzellikler (bk. ḥ-s-n)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)muhtelif: çeşitli
muvakkat: geçicimuvakkaten: geçici olarak
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)sermedî: daimi, sürekli
seyl-i kâinat: kâinatın akışı; bütün varlık âleminin değişip gelişmesi, bir hedef ve maksada doğru ilerlemesi (bk. k-v-n)seyl-i mevcudat: varlıkların akışı (bk. v-c-d)
tenvir: aydınlatma (bk. n-v-r)tereşşuhat: sızıntılar
tezahür: ortaya çıkma, görünme (bk. ẓ-h-r)zemin: yer
ziya: ışıkziyadar: ışıklı
zuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmek (bk. ẓ-h-r)Şems-i Sermedî: Devamlı Güneş, bu tabir devamlı olarak herşeyi nurlandıran ve aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 846

Beşinci hüccet: Malûmdur ki, üç dört muhtelif yoldan gelenler aynı bir hadiseyi söyleseler, yakîni ifade eden tevatür derecesinde o hadisenin kat’î vukuuna delâlet eder. İşte, meşrepçe ve meslekçe ve istidatça ve asırca gayet muhtelif, ayrı ayrı bütün muhakkıkînin muhtelif tabakatından ve evliyanın muhtelif turuklarından ve asfiyanın muhtelif mesleklerinden ve hükema-yı hakikiyenin muhtelif mezheplerinden olan bütün ehl-i keşif ve zevk ve şuhud ve müşahede, keşif ve zevk ve şuhud ile ittifak etmişler ki, kâinat mezâhirinde ve mevcudat âyinelerinde görülen mehâsin ve kemâlât, birtek Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun tecelliyât-ı kemâlidir ve cilve-i cemâl-i esmâsıdır. İşte bunların icmâı sarsılmaz bir hüccet-i kàtıadır.

Tahmin ederim ki, şu Remizde, ehl-i dalâletin vekili işitmemek için kulağını kapayıp kaçmaya mecburdur. Zaten zulmetli kafaları, huffaş misillü, bu nurları görmeye tahammül edemezler. Öyle ise, bundan sonra onları pek de nazara almayacağız.

DÖRDÜNCÜ REMİZ: Birşeyin lezzeti, hüsnü, cemâli, emsal ve ezdâdına bakmaktan ziyade, mazharlarına bakarlar. Meselâ, kerem güzel ve hoş bir sıfattır. Kerîm olan zât, başka mükrimlere tefevvuk cihetiyle aldığı lezzet-i nisbiyeden bin defa daha hoş bir lezzeti, ikram ettiği adamların telezzüzleriyle, ferahlarıyla alır. Hem bir şefkat ve merhamet sahibi, şefkat ettiği mahlûkların istirahatleri derecesinde hakikî bir lezzet alır. Meselâ, bir validenin, evlâdının mes’udiyetlerinden ve istirahatlerinden şefkat vasıtasıyla aldığı lezzet o derece kuvvetlidir ki, onların rahatı için ruhunu feda eder derecesine getirir. Hattâ o şefkatin lezzeti, tavuğu civcivlerini himaye etmek için arslana saldırtır.


Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah (bk. v-c-b; v-c-d)asfiya: Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve velâyet sahibi hâlis kullar (bk. ṣ-f-y)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cihet: yön
cilve-i cemâl-i esmâ: isimlerin güzelliklerinin görüntüsü (bk. c-l-y; c-m-l; s-m-v)delâlet: delil olma, işaret etme
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış, inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)ehl-i keşif ve zevk ve şuhud ve müşahede: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini Allah’ın lütuf ve ihsanıyla gözleme yeteneğine sahip olan veli zâtlar (bk. k-ş-f; ş-h-d)
emsal: benzerler (bk. m-s̱-l)evliya: veliler (bk. v-l-y)
ezdâd: zıtlarhakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
himaye: korumahuffaş: yarasa
hüccet: delilhüccet-i kàtıa: kesin delil
hükema-yı hakikiye: gerçek filozof ve bilginler (bk. ḥ-k-m; ḥ-ḳ-ḳ)hüsn: güzellik (bk. ḥ-s-n)
icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
ittifak: birleşme, fikir birliğikat’î: kesin
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)kerem: cömertlik, ikram, yardım (bk. k-r-m)
kerîm: cömert, ikram sahibi (bk. k-r-m)keşif: kalb gözüyle görme, mânevî âlemlere ait bazı olayları ve hakikatleri görme (bk. k-ş-f)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)lezzet-i nisbiye: izafî, göreceli lezzet (bk. n-s-b)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)malûm: bilinen (bk. a-l-m)
mazhar: ayna, yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
meslek: hizmet yolu, ekolümes’udiyet: mutluluk
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mezhep: tutulan yol, ekol (bk. ẕ-h-b)
mezâhir: görünme ve yansıma yerleri, aynalar (bk. ẓ-h-r)meşrep: tarz, üslup
misillü: gibi, benzeri (bk. m-s̱-l)muhakkıkîn: gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhtelif: çeşitlimükrim: ikram eden, cömertlikte bulunan (bk. k-r-m)
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)remiz: işaret
tabakat: tabakalartahammül: katlanma, dayanma
tecellîyât-ı kemâl: mükemmelliklerin tecellîleri, yansımaları (bk. c-l-y; k-m-l)tefevvuk: üstünlük
telezzüz: lezzet almatevatür: çeşitli kanallardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan haberin aktarılması
turuk: yollar (bk. ṭ-r-ḳ)valide: anne
vuku: olma, meydana gelmeyakîn: şüphesiz, kesin bilgi (bk. y-ḳ-n)
ziyade: çokzulmetli: karanlık (bk. ẓ-l-m)
şuhud: kalp gözüyle görme (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 847

İşte, madem evsâf-ı âliyedeki hakikî lezzet ve hüsün ve saadet ve kemâl, akran ve ezdâda bakmıyor, belki mezâhir ve müteallikatına bakıyor. Elbette, Hayy-ı Kayyûm ve Hannân-ı Mennân ve Rahîm ve Rahmân olan Zât-ı Zülcemâl ve Kemâlin rahmetindeki cemâl ise, merhumlara bakar. Merhametine mazhar olanların, hususan Cennet-i bâkiyede nihayetsiz envâ-ı rahmet ve şefkatine mazhar olanların derece-i saadetlerine ve tena’umlarına ve ferahlarına göre, o Zât-ı Rahmânü’r-Rahîm, Ona lâyık bir tarzda bir muhabbet, bir sevmek gibi, Ona lâyık şuûnâtla tabir edilen ulvî, kudsî, güzel, münezzeh mânâları vardır. “Lezzet-i kudsiye, aşk-ı mukaddes, ferah-ı münezzeh, mesruriyet-i kudsiye“ tabir edilen, izn-i şer’î olmadığından yad edemediğimiz gayet münezzeh, mukaddes şuûnâtı vardır ki, herbiri, kâinatta gördüğümüz ve mevcudat mâbeyninde hissettiğimiz aşk ve ferah ve mesruriyetten nihayetsiz derecelerde daha yüksek, daha ulvî, daha mukaddes, daha münezzeh olduğunu çok yerlerde ispat etmişiz. O mânâların birer lem’asına bakmak istersen, gelecek temsilâtın dürbünüyle bak:

Meselâ, nasıl ki sehâvetli, âlicenap, müşfik bir zât, güzel bir ziyafeti, gayet fakir ve aç ve muhtaç olanlara vermek için, seyahat eden güzel bir gemisine serer. Kendi de üstünde seyreder. O fukaranın minnettârâne tena’umları ve o aç olanların müteşekkirâne telezzüzleri ve o muhtaç olanların senâkârâne memnuniyetleri, ne derece o kerîm zâtı mesrur ve müferrah eder, ne kadar onun hoşuna gider, anlarsın.

İşte, küçücük bir sofranın hakikî mâliki olmayan ve bir tevziat memuru hükmünde



Cennet-i bâkiye: devamlı ve kalıcı olan Cennet hayatı (bk. b-ḳ-y)Hannân-ı Mennân: rahmetlerin en hoş cilvesini kullarına bağışlayan ve sonsuz minnete lâyık olduğunu gösterecek şekilde kullarını nimetlendiren Allah (bk. ḥ-n-n)
Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)Rahmân: kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)Zât-ı Rahmânü’r-Rahîm: dünya ve âhirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Zât, Allah (bk. r-ḥ-m)
Zât-ı Zülcemâl ve Kemâl: sonsuz güzellik ve mükemmellik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-m-l)akran: denkler, eşit olanlar
aşk-ı mukaddes: kutsal aşk (bk. ḳ-d-s)cemâl: güzellik (bk. c-m-l; k-m-l)
derece-i saadet: mutluluk derecesienvâ-ı rahmet ve şefkat: rahmet ve şefkat çeşitleri (bk. r-ḥ-m; ş-f-ḳ)
evsâf-ı âliye: yüce vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)ezdâd: zıtlar
ferah-ı münezzeh: son derece nezih, temiz sevinç (bk. n-z-h)hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hususan: özelliklehüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
izn-i şer’î: dinî izinkemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)
kerîm: cömert, ikram sahibi (bk. k-r-m)kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddes (bk. ḳ-d-s)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)lem’a: parıltı
lezzet-i kudsiye: kutsal lezzet (bk. ḳ-d-s)mazhar olma: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)
merhum: rahmete kavuşmuş (bk. r-ḥ-m)mesrur: sevinçli, mutlu
mesruriyet: sevinçmesruriyet-i kudsiye: mukaddes sevinç (bk. ḳ-d-s)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mezâhir: görünme ve yansıma yerleri, aynalar (bk. ẓ-h-r)
minnettârâne: minnet duyarak, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi taşıyarakmuhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mukaddes: her türlü kusur ve noksandan yüce (bk. ḳ-d-s)mâbeyn: ara
mâlik: sahip (bk. m-l-k)müferrah: ferahlı, sevinçli
münezzeh: temiz, kusurlardan arınmış (bk. n-z-h)müteallikat: ilgili olanlar, yakınlar
müteşekkirâne: teşekkür ederek (bk. ş-k-r)müşfik: şefkatli (bk. ş-f-ḳ)
nihayetsiz: sonsuzrahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
saadet: mutluluksehâvetli: cömert (bk. c-v-d)
senâkârâne: senâ ederek, överektabir edilen: adlandırılan (bk. a-b-r)
telezzüz: lezzetlenmetemsilât: temsiller, kıyaslama tarzında benzetmeler (bk. m-s̱-l)
tena’um: nimetlenme (bk. n-a-m)tevziat: dağıtım
ulvî: yüceyad etmek: anmak
âlicenap: yüksek ahlâk sahibişuûnât: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 848

olan bir insanın mesruriyeti böyle ise, cin ve insi ve hayvânâtı feza-yı âlem denizinde seyir ve seyahat ettiren ve bir sefine-i Rabbâniye olan koca zeminin üstüne bindirip, yüzünde hadsiz envâ-ı mat’umâtı câmi’ bir sofrayı serip, bütün zîhayatı küçük bir kahvaltı nev’inde o ziyafete davet etmekle beraber, gayet mükemmel ve bütün envâ-ı lezâizi câmi’, sermedî, ebedî bir dâr-ı bekâda Cennetleri, herbirisini birer sofra-i nimet ederek hadsiz lezâizi ve letâifi câmi’ bir tarzda, nihayetsiz bir zamanda, nihayetsiz muhtaç, nihayetsiz müştak, nihayetsiz ibâdına, hakikî yemek için ziyafet açan bir Rahmân-ı Rahîme ait ve tabirinde âciz olduğumuz maânî-i mukaddese-i muhabbeti ve netâic-i rahmeti kıyas edebilirsin.

Hem meselâ, mahir bir san’atperver, maharetini göstermeyi sever bir usta, güzel, plâksız konuşan fonoğraf gibi bir san’atı icad ettikten sonra onu kurup tecrübe ediyor, gösteriyor. O san’atkârın düşündüğü ve istediği neticeleri en mükemmel bir tarzda gösterse, onun mucidi ne kadar iftihar eder, ne kadar memnun olur, ne derece hoşuna gider, kendi kendine “Bârekâllah” der.

İşte, küçücük bir insan, icadsız, sırf surî bir san’atçığıyla, bir fonoğrafın güzel işlemesiyle böyle memnun olsa, acaba bir Sâni-i Zülcelâl, koca kâinatı bir musikî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhassa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı Rabbânî ve bir musika-i İlâhî tarzında yapmış ki, hikmet-i beşer, o san’at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor. İşte, bütün o masnuat, bütün onlardan matlup neticeleri nihayet derecede ve gayet güzel bir surette gösterdiklerinden ve ibâdât-ı mahsusa ve tesbihat-ı hususiye ve tahiyyât-ı muayyene ile tabir edilen, evâmir-i tekvîniyeye karşı onların itaatleri ve onlardan matlup olan makàsıd-ı Rabbâniyenin


Bârekâllah: Allah hayırlı ve mübarek kılsın (bk. b-r-k)Rahmân-ı Rahîm: dünya ve âhirette yarattığı varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan Allah (bk. r-ḥ-m)
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)bilhassa: özellikle
cin ve ins: cinler ve insanlarcâmi’: kapsayan, içine alan (bk. c-m-a)
dâr-ı bekà: devamlı ve kalıcı olan yer (bk. b-ḳ-y)ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)
envâ-ı lezâiz: lezzet çeşitlerienvâ-ı mat’umât: yiyecek çeşitleri
evâmir-i tekvîniye: Allah’ın kâinata koyduğu yaratılışa ait kanunlar (bk. k-v-n)feza-yı âlem: uzay (bk. a-l-m)
fonoğraf: gramofonun ilk şekli, ses cihazıfonoğraf-ı Rabbânî: Allah’a ait fonoğraf, ses cihazı (bk. r-b-b)
hadsiz: sınırsızhakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayvânât: hayvanlarhikmet-i beşer: insanın bilgi ve felsefesi (bk. ḥ-k-m)
ibâd: kullar (bk. a-b-d)ibâdât-ı mahsusa: kendilerine özgü ibadetler (bk. a-b-d)
icad: var etme, yapma (bk. v-c-d)iftihar: övünme
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)letâif: iyilikler, bağışlar (bk. l-ṭ-f)
lezâiz: lezzetlermaharet: beceri, hüner
mahir: maharetli, beceriklimakàsıd-ı Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın yüce maksatları, gayeleri (bk. ḳ-ṣ-d; r-b-b)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)matlup: istenilen, hedeflenen (bk. ṭ-l-b)
maânî-i mukaddese-i muhabbet: sevgi ile ilgili mukaddes mânâları (bk. a-n-y; ḳ-d-s; ḥ-b-b)mesruriyet: sevinç
mucid: icad eden, yapan (bk. v-c-d)musika-i İlâhî: İlâhi mızıka (bk. e-l-h)
müştak: çok arzulu ve isteklinetâic-i rahmet: rahmetin neticeleri (bk. r-ḥ-m)
nev’: tür, çeşitnihayet: son
nihayetsiz: sonsuz, sınırsızsan’atperver: san’at sever (bk. ṣ-n-a)
sefine-i Rabbâniye: Allah’ın gemisi, dünya (bk. r-b-b)sermedî: daimi, sürekli
seyir: gezme, gezintisofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)surî: görünüşteki
tabir: açıklama, ifade (bk. a-b-r)tabir edilen: adlandırılan (bk. a-b-r)
tahiyyât-ı muayyene: belirli zamanlarda okunan, canlıların hal dilleriyle ve yaşayışlarıyla dile getirdikleri dualar (bk. ḥ-y-y)tesbihat-ı hususiye: özel tesbihler; Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
zemin: yerzîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âciz: güçsüz (bk. a-c-z)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 849

husulünden hasıl olan ve iftihar ve memnuniyet ve ferahla tabir edemediğimiz maânî-i mukaddese ve şuûn-u münezzehe, o derece âli ve mukaddestir ki, bütün ukul-ü beşer ittihad edip bir akıl olsa, yine onların künhüne yetişemez ve ihata edemez.

Hem meselâ, adaletperver, ihkak-ı hakkı sever ve ondan zevk alır bir hâkim, mazlumların haklarını vermekten ve mazlumların teşekkürlerinden ve zalimleri tecziye etmekle mazlumların intikamlarını almaktan nasıl memnun olur, bir zevk alır.

İşte, Hakîm-i Mutlak ve Âdil-i Bilhak ve Kahhâr-ı Zülcelâl, değil yalnız cin ve inste, belki bütün mevcudatta ihkak-ı haktan, yani herşeye hakk-ı vücudu ve hakk-ı hayatı vermekten ve vücut ve hayatını mütecavizlerden muhafaza etmekten ve dehşetli mevcutları tecavüzlerden tevkif ve durdurmaktan, hususan mahşerde ve dâr-ı âhirette cin ve insin muhakemesinden başka bütün zîhayata karşı tecellî-i kübrâ-yı adl ve hikmetten gelen maânî-i mukaddeseyi kıyas edebilirsin.


İşte şu üç misal gibi, bin bir esmâ-i İlâhiyenin herbirinde pek çok tabakat-ı hüsün ve cemâl ve fazl ve kemâl bulunduğu gibi, pek çok merâtib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve kibriyâ vardır. İşte bundandır ki, Vedûd ismine mazhar olan muhakkıkîn-i evliya, “Bütün kâinatın mayası muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizap ve cezbe ve cazibe kanunları muhabbettendir” demişler. Onlardan birisi demiş:



Hakîm-i Mutlak: herşeyi hikmetle yapan, sınırsız hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)Kahhâr-ı Zülcelâl: haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-h-r; ẕü; c-l-l)
Vedûd: kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah (bk. v-d-d)adaletperver: adâleti seven (bk. a-d-l)
cazibe: çekim gücücezbe: kendinden geçer bir hale gelme
cin ve ins: cinler ve insanlardehşetli: korkunç
dâr-ı âhiret: öteki dünya, âhiret yurdu (bk. e-ḫ-r)esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
hakk-ı hayat: yaşama hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḥ-y-y)hakk-ı vücud: varlık hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ; v-c-d)
harekât: hareketlerhasıl olan: meydana gelen
husul: oluşma, ortaya çıkmahususan: özellikle
hâkim: hükmeden, idareci, yargılayan (bk. ḥ-k-m)iftihar: övünme
ihata: kavramaihkak-ı hak: hak sahibine hakkını verme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
incizab: çekim, çekicilikittihad: birleşme
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)künh: asıl, esas
mahşer: kıyametten sonra insanların tekrar diriltilip toplanacakları yer (bk. ḥ-ş-r)mazhar: erişme, nail olma; yansıma ve görünme yeri (bk. ẓ-h-r)
mazlum: zulme uğrayan (bk. ẓ-l-m)maânî-i mukaddese: her türlü kusur ve noksandan yüce, mukaddes mânâlar (bk. a-n-y; ḳ-d-s)
merâtib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve kibriyâ: sevgi, övgü, şeref ve büyüklük mertebeleri (bk. ḥ-b-b; a-z-z; k-b-r)mevcud: varlık (bk. v-c-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)misal: örnek (bk. m-s̱-l)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
muhakeme: yargılama (bk. ḥ-k-m)muhakkıkîn-i evliya: evliyadan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; v-l-y)
mukaddes: kusur ve noksandan uzak, kutsal (bk. ḳ-d-s)mütecaviz: saldırgan, haddi aşan
tabakat-ı hüsün ve cemâl ve fazl ve kemâl: güzellik, üstünlük ve mükemmellik tabakaları (bk. ḥ-s-n; c-m-l; f-ḍ-l; k-m-l)tabir: açıklama, ifade (bk. a-b-r)
tecellî-i kübrâ-yı adl ve hikmet: adaletin ve hikmetin büyük tecellîsi, yansıması (bk. c-l-y; k-b-r; a-d-l; ḥ-k-m)tecziye: cezalandırma
tevkif: durdurma, alıkoymaukul-ü beşer: insanların akılları
vücut: varlık (bk. v-c-d)zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
Âdil-i Bilhak: sonsuz adalet sahibi, adaletle iş gören, herşeyin hakkını veren Allah (bk. a-d-l; ḥ-ḳ-ḳ)âli: yüce
şuûn-u münezzehe: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait münezzeh özellikler (bk. ş-e-n; n-z-h)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 850

فَلَكْ مَسْت مَلَكْ مَسْت نُجُومْ مَسْت سَمٰوَاتْ مَسْتشَمْس مَسْت قَمَرْ مَسْت زَمِين مَسْت عَنَاصِرْ مَسْتنَبَاتْ مَسْت شَجَرْ مَسْت بَشَرْ مَسْت سَرَاسَرْ ذِى حَيَاتْ مَسْتهَمَه ذَرَّاتِ مَوْجُودَاتْ بَرَابَرْ مَسْت دَرْ مَسْتَسْت
blank.gif
1



Yani, muhabbet-i İlâhiyenin tecellîsinde ve o şarâb-ı muhabbetten, herkes istidadına göre mesttir. Malûmdur ki, her kalb, kendine ihsan edeni sever ve hakikî kemâle muhabbet eder ve ulvî cemâle meftun olur. Kendiyle beraber sevdiği ve şefkat ettiği zâtlara dahi ihsan edeni daha pek çok sever. Acaba, sabıkan beyan ettiğimiz gibi, herbir isminde binler ihsan defineleri bulunan ve bütün sevdiklerimizi ihsânâtıyla mes’ud eden ve binler kemâlâtın menbaı olan ve binler tabakat‑ı cemâlin medarı olan bin bir esmâsının müsemmâsı olan Cemîl-i Zülcelâl, Mahbub-u Zülkemâl ne derece aşk ve muhabbete lâyık olduğu ve bütün kâinat Onun muhabbetiyle mest ve sergerdan olmasının şayeste bulunduğu anlaşılmaz mı?


İşte şu sırdandır ki, Vedûd ismine mazhar bir kısım evliya, “Cenneti istemiyoruz. Bir lem’a-i muhabbet-i İlâhiye ebeden bize kâfidir” demişler.


Hem ondandır ki, hadiste geldiği gibi, “Cennette bir dakika rüyet-i cemâl-i İlâhî, bütün Cennet lezâizine fâiktir.”
blank.gif
2
İşte şu nihayetsiz kemâlât-ı muhabbet, vâhidiyet ve ehadiyet dairesinde, Zât-ı Zülcelâlin kendi esmâ ve mahlûkatıyla hâsıl olur. Demek, o daire haricinde tevehhüm olunan kemâlât, kemâlât değildir.



[NOT]Dipnot-1 Felek mest, melek mest, yıldızlar mest, gökler mest. Bütün canlılar baştan başa mest. Bütün varlıkların zerreleri beraber ve iç içe mesttirler.

Dipnot-2 bk. Müslim, Îman 297; İbni Mâce, Mukaddime 13; Müsned 4:333; ed-Deylemî, el-Müsned 4:356; eş-Şafiî, el-Müsned 2:389.[/NOT]




Cemîl-i Zülcelâl: heybeti ve yüceliği sınırsız, güzelliği sonsuz olan Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)Mahbub-u Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi olan ve gerçek anlamda sevilmeye layık olan Allah (bk. ḥ-b-b; ẕü; k-m-l)
Vedûd: kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah (bk. v-d-d)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
ebeden: sonsuza kadar (bk. e-b-d)ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi (bk. v-ḥ-d)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)evliya: veliler (bk. v-l-y)
fâik: üstünhadis: Peygamberimize ait veya Onun onayladığı söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)haricinde: dışında
ihsan: iyilik, bağış (bk. ḥ-s-n)ihsânât: iyilikler, bağışlar (bk. ḥ-s-n)
istidad: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)kemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)kemâlât-ı muhabbet: sevginin mükemmellikleri (bk. k-m-l; ḥ-b-b)
kâfi: yeterlikâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lem’a-i muhabbet-i İlâhiye: Allah sevgisinin parıltısı (bk. ḥ-b-b; e-l-h)lezâiz: lezzetler
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)malûm: bilinen (bk. a-l-m)
mazhar: erişme, nail olma; yansıma ve görünme yeri (bk. ẓ-h-r)medar: sebep, dayanak
meftun: düşkün, tutkunmenba: kaynak
mest: kendinden geçmişmes’ud: mutlu
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)muhabbet-i İlâhiye: Allah sevgisi (bk. ḥ-b-b; e-l-h)
müsemmâ: isim sahibi (bk. s-m-v)nihayetsiz: sonsuz
rüyet-i cemâl-i İlâhî: Allah’ın güzelliğini seyretme (bk. c-m-l; e-l-h)sabıkan: daha önceden
sergerdan: başı dönmüştabakat-ı cemâl: güzellik dereceleri (bk. c-m-l)
tecellî: yansıma (bk. c-l-y)tevehhüm olunmak: sanılmak, zannedilmek
ulvî: yücevâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellîsi (bk. v-ḥ-d)
şarâb-ı muhabbet: sevgi şarabı (bk. ḥ-b-b)şayeste: layık

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 851

BEŞİNCİ REMİZ: Beş Noktadır.

Birinci nokta: Ehl-i dalâletin vekili der ki: “Ehâdisinizde dünya tel’in edilmiş
blank.gif
1, cîfe ismiyle yad edilmiş.
blank.gif
2 Hem bütün ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat dünyayı tahkir ediyor, ‘Fenadır, pistir’ diyorlar. Halbuki, sen bütün kemâlât-ı İlâhiyeye medar ve hüccet, onu gösteriyorsun ve âşıkane ondan bahsediyorsun.”

Elcevap: Dünyanın üç yüzü var.

Birinci yüzü Cenâb-ı Hakkın esmâsına bakar. Onların nukuşunu gösterir. Mânâ-yı harfiyle, onlara âyinedarlık eder.
blank.gif
3 Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı Samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır.

İkinci yüzü âhirete bakar. Âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir.
blank.gif
4 Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir. Tahkire değil, muhabbete lâyıktır.

Üçüncü yüzü insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel’abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü fânidir, zâildir, elemlidir, aldatır.
blank.gif
5 İşte, hadiste varid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir.

Kur’ân-ı Hakîmin kâinattan ve mevcudattan ehemmiyetkârâne, istihsankârâne bahsi ise,
blank.gif
6 evvelki iki yüze bakar. Sahabelerin ve sair ehlullahın mergub dünyaları evvelki iki yüzdedir.


[NOT]Dipnot-1
bk. Tirmizi, Zühd: 14; İbn-i Mâce, Zühd: 3; Dârimî, Mukaddime: 32.
Dipnot-2
bk. ed-Deylemî, el-Müsned 1:141-142; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 1:492.
Dipnot-3
bk. Bakara Sûresi, 2:164, 259; En’âm Sûresi, 6:141; Yûnus Sûresi, 10:22, 101; Ra’d Sûresi, 13:4; Nahl Sûresi, 16:11; Yâsîn Sûresi, 36:34; Fussilet Sûresi, 41:12; Câsiye Sûresi, 45:5.
Dipnot-4
bk. el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 4:19; es-Sehâvî, el-Makâsıdü’l-Hasene s.497; Aliyyülkârî, el-Esrâru’l-Merfûa s.205; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 1:495.
Dipnot-5
bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:185; En’âm Sûresi, 6:23; Tevbe Sûresi, 9:38; Yûnus Sûresi, 10:7, 24; Kehf Sûresi, 18:28; Ankebût Sûresi, 29:64; Fatır Sûresi, 35:5; Hadîd Sûresi, 57:20; Nâziât Sûresi, 79:37.
Dipnot-6
bk. Bakara Sûresi, 2:22, 164; Âl-i İmran Sûresi, 3:109, 191; A’râf Sûresi, 7:96; Hûd Sûresi, 11:44; Ra’d Sûresi, 13:13; Hicr Sûresi, 15:16, 22; İsrâ Sûresi, 17:44; Enbiyâ Sûresi, 21:79.[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Kur’ân-ı Hakim: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Sahabe: Hz. Peygamberi (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslümanlarcîfe: leş, ölü hayvan
ehemmiyetkârâne: çok önem vererekehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış, inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenlerehl-i hakikat: hak ve gerçeği arayanlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i velâyet: velîler (bk. v-l-y)ehlullah: Allah dostları
ehâdis: hadisler, Peygamberimize ait veya onun onayladığı söz, emir ve davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)elem: acı, keder
esmâ: isimler (bk. s-m-v)fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
gaflet: duyarsızlık, mânevî sorumluluklarından habersiz davranma hali (bk. ğ-f-l)hadsiz: sınırsız
hevesât: hevesler, arzu ve isteklerhüccet: delil
istihsankârâne: beğenerek, güzelliğini dile getirerek (bk. ḥ-s-n)kemâlât-ı İlâhiye: Allah’a ait mükemmellikler (bk. k-m-l; e-l-h)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)medar: kaynak, dayanak
mektubat-ı Samedâniye: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)mel’abe-i hevesât: heveslerin oyun yeri
mergub: rağbet edilen, beğenilenmevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mezhere: çiçeklik, çiçek bahçesimezraa: tarla
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)mânâ-yı harfî: bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mâna (bk. a-n-y)
nukuş: nakışlar, işlemeler (bk. n-ḳ-ş)rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
remiz: işaretsair: diğer
tahkir: küçümseme, hakaret etmetel’in: lânetleme
varid: söylenişyad edilme: anılma
zâil: geçici, yok olucu (bk. z-v-l)âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
âşıkane: âşık olarak

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 852

Şimdi, dünyayı tahkir edenler dört sınıftır.

Birincisi: Ehl-i marifettir ki, Cenâb-ı Hakkın marifetine ve muhabbet ve ibadetine sed çektiği için tahkir eder.

İkincisi: Ehl-i âhirettir ki, ya dünyanın zarurî işleri onları amel-i uhrevîden men ettiği için veyahut şuhud derecesinde imanla Cennetin kemâlât ve mehâsinine nisbeten dünyayı çirkin görür. Evet, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâma güzel bir adam nisbet edilse yine çirkin göründüğü gibi, dünyanın ne kadar kıymettar mehâsini varsa, Cennetin mehâsinine nisbet edilse hiç hükmündedir.
blank.gif
1

Üçüncüsü: Dünyayı tahkir eder, çünkü eline geçmez. Şu tahkir dünyanın nefretinden gelmiyor, muhabbetinden ileri geliyor.

Dördüncüsü: Dünyayı tahkir eder; zira dünya eline geçiyor, fakat durmuyor, gidiyor. O da kızıyor. Teselli bulmak için tahkir eder, “Pistir” der. Şu tahkir ise, o da dünyanın muhabbetinden ileri geliyor. Halbuki makbul tahkir odur ki, hubb-u âhiretten ve marifetullahın muhabbetinden ileri gelir.

Demek, makbul tahkir, evvelki iki kısımdır. Cenâb-ı Hak bizi onlardan yapsın. Âmin, bihurmeti Seyyidi’l-Mürselîn.



endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 bk. Nisâ Sûresi, 4:77; Ra’d Sûresi, 13:26; Mü’min Sûresi, 40:39; A’lâ Sûresi, 87:16-17.[/NOT]



Aleyhisselâm: Allah selamı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-m)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hazret-i Yusuf: (bk. bilgiler)amel-i uhrevî: âhirete ait amel (bk. e-ḫ-r)
ehl-i marifet: Allah’ı bilme ve tanıma lütfuna eren kimseler (bk. a-r-f)ehl-i âhiret: âhiret ehli, âhiret hayatını esas tutan kimseler (bk. e-ḫ-r)
hubb-u âhiret: âhiret sevgisi (bk. ḥ-b-b; e-ḫ-r)kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
kıymettar: kıymetlimakbul: kabul gören, geçerli
marifet: bilme, tanıma (bk. a-r-f)marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
nisbet etme: kıyaslama (bk. n-s-b)nisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b)
sed çekmek: engel olmaktahkir: küçümseme, hakaret etme
zarurî: zorunluÂmin bihurmeti Seyyidi’l-Mürselîn: “Peygamberlerin Efendisi hürmetine duamızı kabul et Allahım!” (bk. e-m-n; ḥ-r-m; r-s-l)
şuhud: gözle görme (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 853

Üçüncü Mevkıf


besmele.jpg



وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
1

Şu Üçüncü Mevkıf İkinci Noktadır. O da İki Mebhastır.



Birinci Mebhas


وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ sırrınca, herşeyden Cenâb-ı Hakka karşı pencereler hükmünde çok vecihler var. Bütün mevcudatın hakaiki, bütün kâinatın hakikati, esmâ-i İlâhiyeye istinad eder. Herbir şeyin hakikati, bir isme veyahut çok esmâya istinad eder. Eşyadaki sıfatlar, san’atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor. Hattâ, hakikî fenn-i hikmet Hakîm ismine ve hakikatli fenn-i tıp Şâfî ismine ve fenn-i hendese Mukaddir ismine, ve hâkezâ, herbir fen bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi, bütün fünun ve kemâlât-ı beşeriye ve tabakat-ı kümmelîn-i insaniyenin hakikatleri esmâ-i İlâhiyeye istinad eder. Hattâ, muhakkıkîn-i evliyanın bir kısmı demişler: “Hakikî hakaik-i eşya, esmâ-i İlâhiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikin gölgeleridir. Hattâ, birtek zîhayat şeyde, yalnız zâhir olarak yirmi kadar esmâ-i İlâhiyenin cilve-i nakşı görünebilir.”

Şu ince ve dakik ve pek büyük ve geniş hakikati, bir temsille fehme takribe çalışacağız. İki üç ayrı ayrı elekle elemek suretinde tahlil edeceğiz. Ne kadar uzun beyan etsek yine kısadır; usanmamak gerek. Şöyle:

[NOT]Dipnot-1
“Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hakîm: herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m)
Mukaddir: herşeyi tam bir ölçü ile takdir edip yaratan Allah (bk. ḳ-d-r)beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cilve-i nakş: nakşın cilvesi, görüntüsü (bk. c-l-y; n-ḳ-ş)dakik: ince, derin
esmâ: isimler (bk. s-m-v)esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
eşya: varlıklarfehm: anlayış, kavrayış
fenn-i hendese: mühendislik ilmifenn-i hikmet: felsefe ilmi (bk. ḥ-k-m)
fenn-i tıp: tıp ilmifünun: fenler, ilimler
hakaik: gerçek mahiyetler, asıl ve esaslar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakaik-i eşya: varlıkların hakikatleri, gerçek mahiyetleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek mahiyet, asıl ve esas (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâkezâ: böylece, bunun gibiistinad: dayanma (bk. s-n-d)
kemâlât-ı beşeriye: insanlara ait mükemmellikler (bk. k-m-l)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mahiyet-i eşya: varlıkların asıl özelliği, içyüzümebhas: bahis, konu
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mevkıf: bölüm, kısım
muhakkıkîn-i evliya: evliyadan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; v-l-y)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sıfat: vasıf, özellik (bk. v-ṣ-f)tabakat-ı kümmelîn-i insaniye: mükemmel insan tabakaları, grupları
tahlil: değerlendirme, çözümlemetakrib: yakınlaştırma
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)vecih: yön, şekil
zâhir: açık, gözle görünür (bk. ẓ-h-r)zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
Şâfî: yarattıklarına şifa verip iyileştiren Allah

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 854

Nasıl ki, gayet mahir bir tasvirci ve heykeltraş bir zât, gayet güzel bir çiçekle ve insan cins-i lâtifinden gayet güzel bir hasnânın suret ve heykelini yapmak istese, evvelâ o iki şeyin umumî şekillerini bazı hatlarla tayin eder. Şu tayini bir tanzim iledir, bir takdir ile yapıyor, hendeseye istinaden hudut tayin ediyor. Şu tanzim ve takdir, bir hikmet ve ilim ile yapıldığını gösteriyor ki, tanzim ve tahdit fiilleri, ilim ve hikmet pergeliyle dönüyor. Öyle ise, tanzim ve tahdit arkasında, ilim ve hikmet mânâları hükmediyor. Öyle ise, ilim ve hikmet pergeli kendini gösterecek.

İşte, kendini gösterdi ki, o hudutlar içinde, göz, kulak, burun, yaprak ve incecik püskülcükler gibi şeylerin tasvirine başladı. Şimdi görüyoruz ki, içindeki pergelin harekâtıyla tayin edilen âzâlar, san’atkârâne ve inâyetkârâne düşüyor. Öyle ise, o ilim ve hikmet pergelini çeviren, arkada sun’ ve inâyet mânâları var, hükmediyorlar ve kendilerini gösterecekler.

İşte, ondandır ki, bir hüsün ve ziynete kabiliyet gösteriyor. Öyle ise, sun’ ve inâyeti çalıştıran, irade-i tahsin ve kasd-ı tezyindir. Öyle ise, onlar hükmediyorlar ki, tezyine, tenvire başladı, bir tebessüm vaziyetini gösterdi ve hayattarlık heyetini verdi.

Elbette, şu tahsin ve tenvir mânâsını çalıştıran, lütuf ve kerem mânâsıdır. Evet, o iki mânâ, onda o derece hükmeder ki, adeta o çiçek bir lütf-u mücessem, o heykel bir kerem-i mütecessiddir.

Şimdi, bu mânâ-yı kerem ve lütfu çalıştıran ve tahrik eden, teveddüd ve taarrüf mânâlarıdır. Yani, kendini hüneriyle tanıttırmak ve halka kendini sevdirmek mânâları arkada hükmediyor. Bu tanıttırmak ve sevdirmek, elbette meyl-i merhamet ve irade-i nimetten geliyor.

Madem rahmet ve irade-i nimet arkada hükmediyor. Öyle ise, o heykeli, nimetin envâıyla dolduracak, tezyin edecek, o çiçeğin suretini de bir hediyeye takacak.

İşte, o heykelin ellerini, kucağını ve ceplerini kıymettar nimetlerle doldurdu.


cins-i lâtif: güzel cins, kadınlar (bk. l-ṭ-f)envâ: türler, çeşitler
evvelâ: ilk önceharekât: hareketler
hasnâ: güzel kadınhat: çizgi
hayattarlık: canlılık (bk. ḥ-y-y)hendese: geometri, mühendislik
heyet: şekil, surethikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hudut: sınırhüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
inâyet: özen gösterme; düzenlilik (bk. a-n-y)inâyetkârâne: düzenleme ve özen gösterme tarzında (bk. a-n-y)
irade-i nimet: nimet verme isteği, iradesi (bk. r-v-d; n-a-m)irade-i tahsin: güzelleştirme iradesi, isteği (bk. r-v-d; ḥ-s-n)
istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)kasd-ı tezyin: süsleme kasdı, amacı (bk. ḳ-ṣ-d; z-y-n)
kerem: cömertlik, ikram (bk. k-r-m)kerem-i mütecessid: maddi vücut giymiş kerem (bk. k-r-m)
kıymettar: kıymetli, değerlilütf-u mücessem: cisimleşmiş lütuf (bk. l-ṭ-f)
lütuf: iyilik, ihsan (bk. l-ṭ-f)mahir: maharetli, becerikli
meyl-i merhamet: merhamet etme isteği, eğilimi (bk. r-ḥ-m)mânâ-yı kerem ve lütuf: kerem ve lütuf mânâsı (bk. a-n-y; k-r-m; l-ṭ-f)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)san’atkârâne: san’atlı bir şekilde (bk. ṣ-n-a)
sun’: sanat (bk. ṣ-n-a)suret: resim, görüntü (bk. ṣ-v-r)
taarrüf: kendini tanıtma (bk. a-r-f)tahdit: sınırlama, tayin ve tespit etme
tahrik eden: harekete geçirentahsin: güzelleştirme (bk. ḥ-s-n)
takdir: ölçüye vurma, değer biçme (bk. ḳ-d-r)tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tasvir: resimleme, suret verme (bk. ṣ-v-r)tasvirci: suret verici, ressam (bk. ṣ-v-r)
tayin etme: belirleme, belirli kılmatenvir: aydınlatma, parlatma (bk. n-v-r)
teveddüd: kendini sevdirme (bk. v-d-d)tezyin: süsleme (bk. z-y-n)
umumî: genelziynet: süs (bk. z-y-n)
âzâ: organlar

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 855

ve o çiçek suretini de bir mücevherata taktı. Demek bu rahmet ve irade-i nimeti çalıştıran, terahhum ve tahannündür. Yani, acımak ve şefkat etmek mânâsı, rahmet ve nimeti tahrik ediyor.

Ve o müstağnî ve hiç kimseye ihtiyacı olmayan zâtta olan terahhum ve tahannün mânâsını tahrik eden ve izhara sevk eden, elbette o zâttaki mânevî cemâl ve kemâldir ki, tezahür etmek isterler. Ve o cemâlin en şirin cüz’ü olan muhabbet ve en tatlı kısmı olan rahmet ise, san’at âyinesiyle görünmek ve müştakların gözleriyle kendilerini görmek isterler. Yani, cemâl ve kemâl—çünkü bizzat sevilirler—herşeyden ziyade kendi kendini severler. Hem hüsündür, hem aşktırlar. Hüsün ve aşkın ittihadı bu noktadandır. Cemâl, madem kendini sever, kendini âyinelerde görmek ister. İşte, heykele konulan ve surete takılan sevimli nimetler, güzel meyveler, o cemâl-i mânevînin, kendi kabiliyetlerine göre birer lem’asını taşıyorlar; o lem’aları hem cemâl sahibine, hem başkasına gösteriyorlar.

Aynen öyle de, Sâni-i Hakîm, Cenneti ve dünyayı, semâvâtı ve zemini, nebâtat ve hayvânâtı, cin ve insi, melek ve ruhaniyatı, küllî ve cüz’î bütün eşyayı, cilve-i esmâsıyla eşkâlini tahdit ediyor, tanzim ediyor, birer miktar-ı muayyene veriyor. Onun ile, bunlara Mukaddir, Munazzım, Musavvir isimlerini okutturuyor.

Öyle bir tarzda şekl-i umumîsinin hududunu tayin eder ki, Alîm, Hakîm ismini gösterir.

Sonra, ilim ve hikmet cetveliyle, o hudut içinde, o şeyin tasvirine başlar. Öyle bir tarzda ki, sun’ ve inâyet mânâlarını ve Sâni ve Kerîm isimlerini gösteriyor.

Sonra, san’atın yed-i beyzâsıyla, inâyetin fırçasıyla, o suretin—eğer birtek insan ve birtek çiçek ise—göz, kulak, yaprak, püskül gibi âzâlarına bir hüsün, bir ziynet renkleri veriyor. Eğer zemin ise, maâdin, nebâtat ve hayvânâtına bir hüsün


Alîm: her şeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Mukaddir: herşeyi tam bir ölçü ile takdir edip yaratan Allah (bk. ḳ-d-r)
Munazzım: herşeyi en güzel bir şekilde düzenleyen Allah (bk. n-ẓ-m)Musavvir: varlıkları dilediği şekil ve surette yaratan Allah (bk. ṣ-v-r)
Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. s-n-a)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yapan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cemâl-i mânevî: mânevî güzellik (bk. c-m-l; a-n-y)
cilve-i esmâ: isimlerin görüntüsü, aksi (bk. c-l-y; s-m-v)cin ve ins: cinler ve insanlar
cüz’: kısım, parça (bk. c-z-e)cüz’î: fert, birey (bk. c-z-e)
eşkâl: şekiller, biçimlereşya: varlıklar
hayvânât: hayvanlarhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hudud: sınırlarhüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
inâyet: özen, dikkat (bk. a-n-y)irade-i nimet: nimet verme isteği, iradesi (bk. r-v-d; n-a-m)
ittihad: birleşmeizhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)küllî: tür, fertler topluluğu (bk. k-l-l)
lem’a: parıltımaâdin: madenler
miktar-ı muayyene: belirlenmiş miktarmuhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mücevherat: kıymetli taşlarmüstağni: ihtiyac duymayan, muhtaç olmayan (bk. ğ-n-y)
müştak: çok arzulu ve isteklinebâtât: bitkiler
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)ruhaniyât: maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âleminin varlıkları (bk. r-v-ḥ)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)sun’: san’at (bk. ṣ-n-a)
suret: resim, görüntü (bk. ṣ-v-r)tahannün: şefkat etme (bk. ḥ-n-n)
tahdit: sınırlama, tayin ve tespit etmetahrik: harekete geçirme
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)tasvir: resimleme, suret verme (bk. ṣ-v-r)
tayin etme: belirleme, belirli kılmaterahhum: acıma, merhamet etme (bk. r-ḥ-m)
tezahür etmek: görünmek (bk. ẓ-h-r)yed-i beyzâ: maharetli el, ak el
zemin: yerziyade: çok, fazla
ziynet: süs (bk. z-y-n)âzâ: organlar
şekl-i umumî: genel şekil

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 856

ve ziynet renkleri veriyor. Eğer Cennet ise, bağlarına, kasırlarına, hurilerine bir hüsün ve ziynet renkleri veriyor, ve hâkezâ, başkalarını kıyas et.

Hem öyle bir tarzda tezyin ve tenvir eder ki, lütuf ve kerem mânâları onda o derece hükmediyor ki, adeta o mevcud-u müzeyyen, o masnu-u münevver bir lütf-u mücessem, bir kerem-i mütecessid hükmüne geçer, Lâtifve Kerîm ismini zikreder.

Sonra, o lütuf ve keremi şu cilveye sevk eden, elbette teveddüd ve taarrüftür, yani kendini zîhayata sevdirmek ve zîşuura bildirmek şe’nleridir ki, Lâtif, Kerîm isimlerinin arkalarında Vedûd ve Mâruf isimlerini okutuyor ve masnuun lisan-ı hâlinden işitiliyor.Sonra, o müzeyyen mevcudu, o güzel mahlûku leziz meyveler, sevimli neticelerle süslendirip, ziynetten nimete, lütuftan rahmete çevirir, Mün’imve Rahîm ismini okutturur ve zâhirî perdeler arkasında o iki ismin cilvesini gösterir.

Sonra, bu Rahîm ve Kerîmi, Müstağnî-yi ale’l-Itlak olan Zâtta, bu cilveye sevk eden, elbette bir terahhum, tahannün şe’nleridir ki, ism-i Hannânve Rahmân’ı okutturuyor ve gösteriyor.

Şu terahhum, tahannün mânâlarını cilveye sevk eden, elbette bir cemâl ve kemâl-i zâtîdir ki, tezahür etmek ister. Cemîlismini ve Cemîl isminde münderiç olan Vedûd ve Rahîm isimlerini okutturuyor. Çünkü cemâl bizzat sevilir. Zîcemâl ve cemâl, kendi kendini sever. Hem hüsündür, hem muhabbettir. Kemâl dahi bizzat mahbubdur, sebepsiz olarak sevilir. Hem muhibdir, hem mahbubdur. Madem nihayetsiz derece-i kemâlde bir cemâl ve nihayetsiz derece-i cemâlde



Cemîl: bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi olan Allah (bk. c-m-l)Hannân: rahmetin en hoş cilvelerini gösteren ve çok merhametli olan Allah (bk. ḥ-n-n)
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Lâtif: çok lütuf ve ihsanda bulunan Allah (bk. l-ṭ-f)
Mâruf: herşeyi hakkıyla bilen ve yarattıkları tarafından bilinen Allah (bk. a-r-f)Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m)
Müstağnî-i ale’l-Itlak: her cihetle ve hiçbir kayda, şarta bağlı olmaksızın zengin olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)Rahmân: kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)Vedûd: kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah (bk. v-d-d)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cemâl ve kemâl-i zâtî: zâtında bulunan güzellik ve mükemmellik (bk. c-m-l; k-m-l)
cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)derece-i cemâl: güzellik derecesi (bk. c-m-l)
derece-i kemâl: mükemmellik derecesi (bk. k-m-l)huri: Cennet kızı
hâkezâ: böylece, bunun gibihüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
kasır: saray, köşkkerem: cömertlik, ikram (bk. k-r-m)
kerem-i mütecessid: maddi vücut giymiş kerem (bk. k-r-m)leziz: lezzetli
lisan-ı hâl: hal dililütf-u mücessem: cisimleşmiş lütuf (bk. l-ṭ-f)
lütuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. l-ṭ-f)mahbub: sevilen (bk. ḥ-b-b)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)
masnu-u münevver: parlak, nurlu san’at eseri (bk. ṣ-n-a; n-v-r)mevcud: varlık (bk. v-c-d)
mevcud-u müzeyyen: süslenmiş varlık (bk. v-c-d; z-y-n)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhib: seven (bk. ḥ-b-b)münderiç: içinde bulunan
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)nihayetsiz: sonsuz
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)taarrüf: kendini tanıtma (bk. a-r-f)
tahannün: şefkat etme (bk. ḥ-n-n)tenvir: aydınlatma, parlatma (bk. n-v-r)
terahhum: merhamet etme (bk. r-ḥ-m)teveddüd: kendini sevdirme (bk. v-d-d)
tezahür etmek: görünmek (bk. ẓ-h-r)tezyin: süsleme (bk. z-y-n)
ziynet: süs (bk. z-y-n)zâhirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)
zîcemâl: güzellik sahibi (bk. ẕî; c-m-l)zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)şe’n: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellik (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 857

bir kemâl nihayet derecede sevilir, muhabbete ve aşka lâyıktır. Elbette, âyinelerde ve âyinelerin kabiliyetlerine göre lemeâtını ve cilvelerini görmek ve göstermekle tezahür etmek ister.

Demek, Sâni-i Zülcelâlin ve Hakîm-i Zülcemâlin ve Kadîr-i Zülkemâlin zâtındaki cemâl-i zâtî ve kemâlât-ı zâtiyesi terahhum ve tahannün ister ve Rahmânve Hannân isimlerini tecellîye sevk eder.

Terahhum ve tahannün ise, rahmet ve nimeti göstermekle Rahîmve Mün’im isimlerini cilveye sevk eder.

Rahmet ve nimet ise teveddüd, taarrüf şe’nlerini iktiza edip Vedûd ve Mâruf isimlerini tecellîye sevk eder, masnuun bir perdesinde onları gösterir.

Teveddüd ve taarrüf ise, lütuf ve kerem mânâlarını tahrik eder, Lâtifve Kerîm isimlerini, masnuun bazı perdelerinde okutturuyor.Lütuf ve kerem şe’nleri ise, tezyin ve tenvir fiillerini tahrik eder, Müzeyyin ve Münevvir isimlerini, masnuun hüsün ve nuraniyeti lisanıyla okutturur.

Ve o tezyin ve tahsin şe’nleri ise, sun’ ve inâyet mânâlarını iktiza eder ve Sâni ve Muhsin isimlerini, o masnuun güzel simasıyla okutturur.

Ve o sun’ ve inâyet ise, bir ilim ve hikmeti iktiza eder ve ism-i Alîmve Hakîm’i, o masnuun intizamlı, hikmetli âzâsıyla okutturur.

O ilim ve hikmet ise, tanzim, tasvir, teşkil fiillerini iktiza ediyor; Musavvir ve Mukaddir isimlerini, masnuun heyetiyle, şekliyle okutturur, gösterir.


Alîm: her şeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)
Hakîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi olan ve herşeyi hikmetle yaratan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-m-l)Hannân: rahmetin en hoş cilvelerini gösteren ve çok merhametli olan Allah (bk. ḥ-n-n)
Kadîr-i Zülkemâl: kudreti herşeyi kuşatan, mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; k-m-l)Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)
Lâtif: çok lütuf ve ihsanda bulunan Allah (bk. l-ṭ-f)Muhsin: yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan Allah (bk. ḥ-s-n)
Mukaddir: herşeyi tam bir ölçü ile takdir edip yaratan Allah (bk. ḳ-d-r)Musavvir: herşeye kendine lâyık güzel şekil ve suretler veren Allah (bk. ṣ-v-r)
Mâruf: herşeyi hakkıyla bilen ve yarattıkları tarafından bilinen Allah (bk. a-r-f)Münevvir: herşeyi nurlandıran, aydınlatan, ışıklandıran, Allah (bk. n-v-r)
Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m)Müzeyyin: herşeyi eşsiz sanatıyla süsleyen, güzelleştiren Allah (bk. z-y-n)
Rahmân: kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
Sâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
Vedûd: kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah (bk. v-d-d)cemâl-i zâtî: zâtında olan güzellik (bk. c-m-l)
cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)heyet: yapı, şekil, suretin tümü
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hüsn: güzellik (bk. ḥ-s-n)
iktiza: gerektirmeintizam: düzenlilik, tertip (bk. n-ẓ-m)
inâyet: özen, düzenlilik (bk. a-n-y)kemâl: mükemmellik, olgunluk (bk. k-m-l)
kemâlât-ı zâtiye: zâtında olan mükemmellikler (bk. k-m-l)kerem: cömertlik, ikram, yardım (bk. k-r-m)
lemeât: parıltılarlisan: dil
lütuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. l-ṭ-f)masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)nihayet: son
nuraniyet: parlaklık (bk. n-v-r)rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sima: görünüşsun’: san’at (bk. ṣ-n-a)
taarrüf: kendini tanıtma (bk. a-r-f)tahannün: şefkat etme (bk. ḥ-n-n)
tahrik: harekete geçirmetahsin: güzelleştirme (bk. ḥ-s-n)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)tasvir: suret ve şekil verme (bk. ṣ-v-r)
tecellî: yansıma, görünme (bk. c-l-y)tenvir: nurlandırma, aydınlatma, parlatma (bk. n-v-r)
terahhum: merhamet etme (bk. r-ḥ-m)teveddüd: kendini sevdirme (bk. v-d-d)
tezahür etmek: görünmek (bk. ẓ-h-r)tezyin: süsleme (bk. z-y-n)
teşkil: meydana getirme, oluşturmaâzâ: organlar
şe’n: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellik (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 858

İşte, Sâni-i Zülcelâl, bütün masnuatını öyle bir tarzda yapmış ki, ekserisi, hususan zîhayat kısmı, çok esmâ-i İlâhiyeyi okutturur.Güya herbir masnuuna ayrı ayrı, birbiri üstünde yirmi gömlek giydirmiş, yirmi perdeye sarmış; her gömlekte, her perdede ayrı ayrı esmâsını yazmış.

Meselâ, temsilde gösterildiği gibi, tek güzel bir çiçekle, insanın kısm-ı sânisinden bir ferd-i hasnânın yalnız zâhirî hilkatlerinde çok sahifeler vardır. Başka büyük ve küllî masnuatı o iki cüz’î misale kıyas et.

Birinci sahife: Umumî şekil ve miktarını gösteren heyettir ki, yâ Musavvir, yâ Mukaddir, yâ Munazzım isimlerini yad eder.

İkinci sahife: Suretlerinde ayrı ayrı âzâların inkişafıyla hasıl olan çiçek ve insanın basit heyetidir ki, o sahifede Alîm, Hakîm isimleri gibi çok isimler yazılıyor.

Üçüncü sahife: O iki mahlûkun ayrı ayrı âzâlarına ayrı ayrı hüsün ve ziynet vermekle, o sahifede Sâni ve Bâri’ isimleri gibi çok isimler yazılıyor.

Dördüncü sahife: Öyle bir ziynet ve hüsün, o iki masnua veriliyor ki, güya lütuf ve kerem tecessüm etmiş, onlar olmuş. O sahife yâ Lâtif, yâ Kerîm gibi çok isimleri yad eder, okur.

Beşinci sahife: O çiçeğe leziz meyveler, o hasnâya sevimli evlâtlar, güzel ahlâklar takmakla, o sahife yâ Vedûd, yâ Rahîm, yâ Mün’im gibi isimleri okutturuyor.

Altıncı sahife: O in’âm ve ihsan sahifesinde yâ Rahmân, yâ Hannân gibi isimler okunuyor.

Yedinci sahife: O nimetlerde, o neticelerde öyle lemeât-ı hüsün ve cemâl görünüyor ki, hakikî bir şevk ve şefkatle yoğrulmuş halis bir şükür ve sâfi bir


Alîm: herşeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)Bâri: varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir surette yaratan Allah
Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)Hannân: rahmetin en hoş cilvelerini gösteren ve çok merhametli olan Allah (bk. ḥ-n-n)
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Lâtif: çok lütuf ve ihsanda bulunan Allah (bk. l-ṭ-f)
Mukaddir: herşeyi tam bir ölçü ile takdir edip yaratan Allah (bk. ḳ-d-r)Munazzım: herşeyi en güzel şekilde düzenleyen, tanzim eden Allah (bk. n-ẓ-m)
Musavvir: herşeye kendine lâyık güzel şekil ve suretler veren Allah (bk. ṣ-v-r)Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m)
Rahmân: kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
Sâni: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
Vedûd: kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah (bk. v-d-d)cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)ferd-i hasnâ: güzel bir kadın (bk. f-r-d)
güya: sankihakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasnâ: güzel kadınhasıl: meydana gelme
hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)hususan: özellikle
hâlis: katıksız, saf (bk. ḫ-l-ṣ)hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)inkişaf: açığa çıkma, gelişme (bk. k-ş-f)
in’am: nimetlendirme (bk. n-a-m)kerem: cömertlik, ikram (bk. k-r-m)
küllî: kapsamlı (bk. k-l-l)kısm-ı sâni: ikinci kısım, kadın kısmı
lemeât-ı hüsün ve cemâl: güzellik parıltıları (bk. ḥ-s-n; c-m-l)leziz: lezzetli
lütuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. l-ṭ-f)mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)sâfi: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)
tecessüm: cisimleşmetemsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
umumî: genelyad etmek: anmak
ziynet: süs (bk. z-y-n)zâhirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)âzâ: âzâlar, organlar
şevk: şiddetli arzu ve istekşükür: medih, övgü (bk. ş-k-r)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 859

muhabbete lâyık olur. O sahifede yâ Cemîl-i Zülkemâl, yâ Kâmil-i Zülcemâl isimleri yazılı okunuyor.

İşte, yalnız bir güzel çiçek ve hasnâ bir insan ve yalnız maddî ve zâhir suretinde bu kadar esmâyı gösterirse, acaba umum çiçekler ve bütün zîhayat ve büyük ve küllî mevcudat, ne derece ulvî ve küllî esmâyı okutuyor, kıyas edebilirsin.

Hem insan ruh, kalb, akıl cihetiyle ve hayat ve letâif sahifeleriyle Hayy, Kayyûm ve Muhyî gibi ne kadar esmâ-i kudsiye-i nuraniyeyi okur ve okutturur, kıyas edebilirsin.

İşte, Cennet bir çiçektir. Huri taifesi dahi bir çiçektir. Rû-yi zemin dahi bir çiçektir. Bahar da bir çiçektir. Semâ da bir çiçektir; yıldızlar o çiçeğin yaldızlı nakışlarıdır. Güneş de bir çiçektir; ziyasındaki yedi rengi o çiçeğin nakışlı boyalarıdır. Âlem güzel ve büyük bir insandır; nasıl ki insan küçük bir âlemdir.

Huriler nev’i ve ruhanîler cemaati ve melek cinsi ve cin taifesi ve insan nev’i, birer güzel şahıs hükmünde tasvir ve tanzim ve icad edilmiştir. Hem herbiri külliyetiyle, hem herbir ferdi tek başıyla, Sâni-i Zülcemâlinin esmâsını gösterdikleri gibi, Onun cemâline, kemâline, rahmetine ve muhabbetine birer ayrı ayrı âyinelerdir. Ve nihayetsiz cemâl ve kemâline ve rahmet ve muhabbetine birer şahid-i sadıktır. Ve o cemâl ve kemâlin ve rahmet ve muhabbetin birer âyâtıdır, birer emârâtıdır. İşte, şu nihayetsiz envâ-ı kemâlât, daire-i vâhidiyette ve ehadiyette hâsıldır. Demek, o daire haricinde tevehhüm olunan kemâlât, kemâlât değildir.

İşte, hakaik-i eşyanın esmâ-i İlâhiyeye dayandığını ve istinad ettiğini, belki hakikî hakaik, o esmânın cilveleri olduğunu ve herşeyin çok cihetlerle, çok dillerle Sâniini zikir ve tesbih ettiğini anla,
blank.gif
1 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ nin


[NOT]Dipnot-1
“Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin (Onun kemâlâtını ve noksanlardan münezzeh olduğunu bilmesin!).” İsrâ Sûresi, 17:44.[/NOT]


Cemîl-i Zülkemâl: sonsuz güzellik ve kemâl sahibi Allah (bk. c-m-l; ẕü; k-m-l)Hayy: gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
Kayyûm: herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan Allah (bk. ḳ-v-m)Kâmil-i Zülcemâl: sonsuz mükemmellik ve güzellik sahibi Allah (bk. k-m-l; ẕü; c-m-l)
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)Sâni: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-m-l)cemaat: topluluk (bk. c-m-a)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cihet: yön
cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)daire-i vâhidiyet ve ehadiyet: Allah’ın varlık ve birliğinin varlık âleminin genelinde ve herbir varlıkta ayrı ayrı hâkim olduğu ve göründüğü daire (bk. v-ḥ-d)
emârât: belirtiler, işaretlerenvâ-ı kemâlât: mükemmellik çeşitleri (bk. k-m-l)
esmâ-i kudsiye-i nuraniye: nurlu mukaddes isimler (bk. s-m-v; ḳ-d-s; n-v-r)esmâ/esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
hakaik: gerçekler, doğrular (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakaik-i eşya: varlıkların hakikatleri, gerçek mahiyetleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasnâ: güzel kadınhasıl olma: meydana gelme
huri: Cennet kızıicad: yaratma (bk. v-c-d)
istinad: dayanma (bk. s-n-d)kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)külliyet: bütünlük, genellik (bk. k-l-l)
küllî: genel, kapsamlı (bk. k-l-l)letaif: lâtifeler, duyular (bk. l-ṭ-f)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
nakış: işleme (bk. n-ḳ-ş)nev’: çeşit, tür
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)ruhanîler: maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlıklar (bk. r-v-ḥ)
rû-yi zemin: yeryüzüsemâ: gök (bk. s-m-v)
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)taife: topluluk, grup
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)tasvir: şekil ve suret verme (bk. ṣ-v-r)
tesbih: Allah’ı yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)tevehhüm: zannetme, sanma
ulvî: yüceumum: bütün
zikir: anmaziya: ışık
zâhir: açık, gözle görünür (bk. ẓ-h-r)zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)âyât: âyetler, deliller
şahid-i sadık: doğru şahit (bk. ş-h-d; s-d-ḳ)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 860

bir mânâsını bil ve
blank.gif
1 سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفٰى بِشِدَّةِ ظُهُورِهِ de. Ve âyetlerin âhirlerinde olan
blank.gif
2 وَهُوَ الْعَلِيمُ الْقَدِيرُ
blank.gif
3 وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
blank.gif
4
وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
gibi zikir ve tekrarlarındaki bir sırrı fehmet.

Eğer bir çiçekte esmâyı okuyamıyorsan ve vâzıh göremiyorsan, Cennete bak, bahara dikkat et, zeminin yüzünü temâşâ et. Rahmetin şu büyük çiçekleri olan Cennet ve bahar ve zeminde yazılan esmâyı vâzıhan okuyabilirsin, cilvelerini ve nakışlarını anlar, görürsün.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


İkinci Noktanın İkinci Mebhası


EHL-İ DALÂLETİN vekili, tutunacak ve dalâletini ona bina edecek hiçbir şey bulamadığı ve mülzem kaldığı zaman şöyle diyor ki:

“Ben, saadet-i dünyayı ve lezzet-i hayatı ve terakkiyât-ı medeniyeti ve kemâl-i san’atı, kendimce, âhireti düşünmemekte ve Allah’ı tanımamakta ve hubb-u dünyada ve hürriyette ve kendine güvenmekte gördüğüm için, insanın ekserisini bu yola şeytanın himmetiyle sevk ettim ve ediyorum.”

Elcevap: Biz dahi Kur’ân namına diyoruz ki: Ey biçare insan! Aklını başına al, ehl-i dalâletin vekilini dinleme. Eğer onu dinlersen hasâretin o kadar büyük olur ki, tasavvurundan ruh, akıl ve kalb ürperir.

Senin önünde iki yol var: Birisi, ehl-i dalâletin vekilinin gösterdiği şekavetli yoldur. Diğeri, Kur’ân-ı Hakîmin tarif ettiği saadetli yoldur.

İşte, o iki yolun pek çok muvazenelerini, çok Sözlerde, hususan Küçük Sözlerde gördün ve anladın. Şimdi, makam münasebetiyle, binde bir muvazenelerini yine gör, anla. Şöyle ki:

Şirk ve dalâletin ve fısk ve sefahetin yolu, insanı nihayet derecede sukut ettiriyor.


[NOT]Dipnot-1
Şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olan Zât her türlü noksandan münezzehtir.
Dipnot-2
“Sadece O herşeyi hakkıyla bilir ve herşeye hakkıyla kâdirdir.” Rum Sûresi, 30:54.
Dipnot-3
“Sadece O çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” Yûnus Sûresi, 10:107.
Dipnot-4
“Sadece Onun kudreti herşeye galiptir ve O herşeyi hikmetle yapar.” Rum Sûresi, 30:27.[/NOT]


Kur’ân-ı Hakim: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)bina: üzerine kurma
biçare: çaresizcilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)esmâ: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v)
fehmetmek: anlamakfısk: günah, günahkârlık
hasâret: zarar, kayıphimmet: ciddi gayret, yardım
hubb-u dünya: dünya sevgisi (bk. ḥ-b-b)hususan: özellikle
kemâl-i san’at: san’attaki mükemmellik (bk. k-m-l; ṣ-n-a)lezzet-i hayat: hayatın lezzeti (bk. ḥ-y-y)
mebhas: bahis, konumuvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
mülzem: susturulmuş, mağlup edilmişmünasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)
nakış: işleme (bk. n-ḳ-ş)nam: ad
nihayet: sonrahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
saadet-i dünya: dünya mutluluğusaadetli: mutlu
sefahet: gayrı meşru zevk ve eğlencesukut: alçalış, düşüş
tarif etmek: anlatmak, tanıtmak (bk. a-r-f)tasavvur: düşünme, hayal (bk. ṣ-v-r)
temâşâ: seyretme, ibretle bakmaterakkiyât-ı medeniyet: medenî ve teknolojik ilerlemeler
vâzıh: açık, âşikârvâzıhan: açıkça, âşikâr bir şekilde
zemin: yerzikir: Allah’ı anma
âhir: son (bk. e-ḫ-r)âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
şekavetli: sıkıntılı, mutsuzşirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 861

Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü, zayıf ve âciz beline yükletir. Çünkü, insan Cenâb-ı Hakkı tanımazsa ve Ona tevekkül etmezse, o vakit, insan, gayet derecede âciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli bir fâni hayvan hükmünde olup,
blank.gif
1 bütün sevdiği ve alâka peydâ ettiği bütün eşyadan mütemadiyen firak elemini çeke çeke, nihayette, bâki kalan bütün ahbabını bir firak-ı elîm içinde bırakıp, kabrin zulümatına yalnız olarak gider. Hem müddet-i hayatında gayet cüz’î bir ihtiyar ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile, nihayetsiz elemlerle ve emellerle faidesiz çarpışır ve hadsiz arzuların ve makàsıdın tahsiline, semeresiz, boşu boşuna çalışır.
blank.gif
2 Hem kendi vücudunu yükleyemediği halde, koca dünya yükünü biçare beline ve kafasına yüklenir. Daha Cehenneme gitmeden Cehennem azâbını çeker.
blank.gif
3

Evet, şu elîm elemi ve dehşetli mânevî azâbı hissetmemek için, ehl-i dalâlet, iptal-i his nev’inden gaflet sarhoşluğuyla muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceği zaman, kabre yakın olduğu vakit, birden hisseder. Çünkü, Cenâb-ı Hakka hakikî abd olmazsa, kendi kendine mâlik zannedecek. Halbuki, o cüz’î ihtiyar, o küçük iktidarı ile şu fırtınalı dünyada vücudunu idare edemiyor. Hayatına muzır mikroptan tut, tâ zelzeleye kadar binler taife düşmanları, hayatına karşı tehacüm vaziyetinde görür. Elîm bir korku dehşeti içinde, her vakit kendine müthiş görünen kabir kapısına bakıyor.

Hem bu vaziyette iken, insaniyet itibarıyla nev-i insanî ile ve dünya ile alâkadar olduğu halde, dünyayı ve insanı bir Hakîm, Alîm, Kadîr, Rahîm, Kerîm bir

[NOT]
Dipnot-1
bk. A’râf Sûresi, 7:179 Furkan Sûresi;, 25:43-44; Muhammed Sûresi, 47:12.
Dipnot-2
bk. Bakara Sûresi, 2:217; Mâide Sûresi, 5:5, 53; En’âm Sûresi, 6:88; A’raf Sûresi, 7:147; Hûd Sûresi, 11:16; Zümer Sûresi, 39:65; Muhammed Sûresi, 47:9, 27, 32.
Dipnot-3
bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:56; En’âm Sûresi, 6:124-125; A’râf Sûresi, 7:152; Ra’d Sûresi, 13:34; Zümer Sûresi, 39:22; Fussilet Sûresi, 41:16.[/NOT]


Alîm: herşeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hakîm: herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m)Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
abd: kul (bk. a-b-d)ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)
alâka peydâ etmek: ilgili olmakalâkadar: alâkalı, ilgili
biçare: çaresizbâki kalan: geride kalan (bk. b-ḳ-y)
cüz’î: küçük, az. (bk. c-z-e)dehşet: ürküntü, korku
dehşetli: korkunçehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
elem: acı, sıkıntı, kederelîm: acıklı, üzücü
emel: arzu, istekeşya: varlıklar
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)firak-ı elîm: acı veren ayrılık (bk. f-r-ḳ)
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık (bk. ğ-f-l)
hadsiz: sınırsızhakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
iptal-i his: duyguyu etkisizleştirme, uyuşturmaitibarıyla: özelliğiyle (bk. a-b-r)
makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)maruz: uğramış, tesiri altında kalmış
musibet: belâ, felâket, sıkıntımuvakkaten: geçici olarak
muzır: zararlımâlik: sahip (bk. m-l-k)
müddet-i hayat: hayat süresi (bk. ḥ-y-y)mütemadiyen: sürekli olarak
müthiş: dehşetli, korkunçnev-i insanî: insan türü, insanlık
nev’: çeşit, türnihayet: son
nihayetsiz: sonsuz, sınırsızsemere: meyve
tahsil: elde etme, kazanmataife: grup
tehacüm: hücum etmetevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)
zelzele: sarsıntı, depremzulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 862

Zâtın tasarrufunda tasavvur etmediği ve onları tesadüf ve tabiata havale ettiği için, dünyanın ehvâli ve insanın ahvâli, onu daima iz’âç eder. Kendi elemiyle beraber, insanların elemini de çeker. Dünyanın zelzelesi, tâunu, tufanı, kaht u galâsı, fenâ ve zevâli, ona gayet müz’iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tâzip eder.

Hem şu haldeki insan, merhamet ve şefkate lâyık değildir. Çünkü kendi kendine bu dehşetli vaziyeti veriyor. Sekizinci Sözde, kuyuya girmiş iki kardeşin muvazene-i halinde denildiği gibi, nasıl bir adam, güzel bir bahçede, güzel bir ziyafette, güzel ahbaplar içinde, nezahetli, tatlı, namuslu, hoş, meşru bir lezzet ve eğlenceye kanaat etmeyip gayr-ı meşru ve mülevves bir lezzet için çirkin ve necis bir şarabı içse, sarhoş olup kendini kış ortasında, pis bir yerde vahşi canavarlar içinde tahayyül etse, titreyip, bağırıp çağırsa, nasıl merhamete lâyık değil. Çünkü ehl-i namus ve mübarek arkadaşlarını canavar tasavvur eder, onlara karşı hakaret eder. Hem ziyafetteki leziz taamları ve temiz kapları mülevves, pis taşlar tasavvur eder, kırmaya başlar. Hem mecliste muhterem kitapları ve mânidar mektupları mânâsız ve âdi nakışlar tasavvur eder, yırtarak ayak altına atar, ve hâkezâ... Böyle bir şahıs nasıl merhamete müstehak değildir, belki tokata müstehaktır.

Öyle de, sû-i ihtiyarından neş’et eden küfür sarhoşluğuyla ve dalâlet divaneliğiyle, Sâni-i Hakîmin şu misafirhane-i dünyasını tesadüf ve tabiat oyuncağı olduğunu tevehhüm edip; ve cilve-i esmâ-i İlâhiyeyi tazelendiren masnuatın, zamanın geçmesiyle vazifelerinin bittiğinden âlem-i gayba geçmelerini, adem ile idam tasavvur ederek; ve tesbihat sadâlarını zevâl ve firak-ı ebedî vâveylâsı olduklarını tahayyül ettiğinden; ve mektubât-ı Samedâniye olan şu mevcudat sahifelerini



Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)adem: yokluk, hiçlik
ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)ahvâl: haller, vaziyetler
cilve-i esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerinin görüntüsü, aksi (bk. c-l-y; s-m-v; e-l-h)dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
dehşetli: korkunçdivanelik: akılsızlık, delilik
ehl-i namus: namus sahibi (bk. n-m-s)ehvâl: korkular
elem: acı, üzüntü, sıkıntıfenâ: gelip geçicilik, ölümlülük (bk. f-n-y)
firak-ı ebedî: sonsuz ayrılık (bk. f-r-ḳ; e-b-d)gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)
hâkezâ: böylece, bunun gibiiz’âç: sıkıntı verme, rahatsız etme
kaht u galâ: kıtlık, pahalılıkkanaat: razı olma, yetinme
leziz: lezzetlimasnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
meclis: toplulukmektubat-ı Samedâniye: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)meşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)
misafirhane-i dünya: dünya misafirhanesimuhterem: hürmete layık, saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)
muvazene-i hal: halin, durumun karşılaştırıması (bk. v-z-n)mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)
mübarek: hayırlı, uğurlu (bk. b-r-k)mülevves: pis, kirlenmiş
müstehak: layık, hak etmiş (bk. ḥ-ḳ-ḳ)müz’iç: rahatsız edici
nakış: işleme, süsleme (bk. n-ḳ-ş)necis: pis
nezahetli: temiz (bk. n-z-h)neş’et eden: doğan, ortaya çıkan
sadâ: sessuret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
sû-i ihtiyar: iradeyi kötüye kullanma (bk. ḫ-y-r)taam: yiyecek
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar (bk. ṭ-b-a)tahayyül: hayal etme (bk. ḥ-y-l)
tasarruf: kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)tasavvur: düşünme, hayal etme (bk. ṣ-v-r)
tesadüf: rastlantıtesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler ve varlıkların hal diliyle bu anlamı ifade etmesi (bk. s-b-ḥ)
tevehhüm: zannetme, sanmatâun: salgın ve ölümcül hastalık
tâzip etmek: azap etmekvâveylâ: feryad, çığlık
zelzele: sarsıntı, depremzevâl: kayboluş, yokluk (bk. z-v-l)
âdi: basit, sıradanâlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 863

mânâsız, karma karışık tasavvur ettiğinden; ve âlem-i rahmete yol açan kabir kapısını zulümat-ı adem ağzı tasavvur ettiğinden; ve eceli, hakikî ahbaplara visal daveti olduğu halde, bütün ahbaplardan firak nöbeti tasavvur ettiğinden; hem kendini dehşetli bir azab-ı elîmde bırakıyor, hem mevcudatı, hem Cenâb-ı Hakkın esmâsını, hem mektubatını inkâr ve tezyif ve tahkir ettiğinden merhamete ve şefkate lâyık olmadığı gibi, şiddetli bir azaba da müstehaktır, hiçbir cihette merhamete lâyık değildir.

İşte, ey bedbaht ehl-i dalâlet ve sefahet! Şu dehşetli sukuta karşı ve ezici meyusiyete mukabil hangi tekemmülünüz, hangi fünununuz, hangi kemâliniz, hangi medeniyetiniz, hangi terakkiyâtınız karşı gelebilir? Ruh-u beşerin eşedd-i ihtiyaçla muhtaç olduğu hakikî teselliyi nerede bulabilirsiniz? Hem güvendiğiniz ve bel bağladığınız ve âsâr-ı İlâhiyeyi ve ihsânât-ı Rabbâniyeyi onlara isnat ettiğiniz hangi tabiatınız, hangi esbabınız, hangi şerikiniz, hangi keşfiyâtınız, hangi milletiniz, hangi bâtıl mâbudunuz, sizi, sizce idam-ı ebedî olan mevtin zulümâtından kurtarıp, kabir hududundan, berzah hududundan, mahşer hududundan, sırat köprüsünden hâkimâne geçirebilir, saadet-i ebediyeye mazhar edebilir? Halbuki, kabir kapısını kapamadığınız için, siz kat’î olarak bu yolun yolcususunuz. Böyle bir yolcu, öyle birisine dayanır ki, bütün bu daire-i azîme ve bu geniş hudutlar, Onun taht-ı emrinde ve tasarrufundadır.

Hem dahi, ey bedbaht ehl-i dalâlet ve gaflet! “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir” kaidesi sırrınca, siz, fıtratınızdaki Cenâb‑ı Hakkın zât ve sıfât ve esmâsına sarf edilecek muhabbet ve marifet istidadını



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)
azab-ı elîm: acı veren azapbedbaht: talihsiz
berzah: kabir âlemibâtıl: gerçek dışı, yalan
cihet: yöndaire-i azîme: geniş ve büyük daire (bk. a-ẓ-m)
dehşetli: korkunçecel: ölüm vakti
ehl-i dalâlet ve gaflet: doğru ve hak yoldan sapmış, inançsız ve gaflete dalmış kimseler (bk. ḍ-l-l; ğ-f-l)ehl-i dalâlet ve sefahet: doğru ve hak yoldan sapmış, inançsız ve yasak zevk ve eğlencelerin içine düşmüş olan kimseler (bk. ḍ-l-l)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
eşedd-i ihtiyaç: çok şiddetli ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
fünun: fenler, ilimlerfıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hudud: sınırhâkimâne: hükmeder bir şekilde (bk. ḥ-k-m)
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yokoluş (bk. e-b-d)ihsânât-ı Rabbâniye: Allah’ın lütuf ve bağışları (bk. ḥ-s-n; r-b-b)
inkâr: kabul etmeme, reddetme (bk. n-k-r)isnat: dayandırma (bk. s-n-d)
istidad: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)kaide: kural
kat’î: kesinkemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)
keşfiyât: keşifler, buluşlar (bk. k-ş-f)mahşer: haşir meydanı, kıyametten sonra insanların tekrar diriltilip toplanacakları yer (bk. ḥ-ş-r)
marifet: tanıma, bilme (bk. a-r-f)mazhar: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)
mektubat: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)meyusiyet: ümitsizlik
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)mukabil: karşılık
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)müstehak: hak etmiş, layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ruh-u beşer: insan ruhu (bk. r-v-ḥ)saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sarf etmek: harcamak, kullanmaksukut: alçalış, düşüş
sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)sırat köprüsü: Cehennem üzerine kurulu olan ve Cennete gitmek için geçilmesi gereken köprü
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)tahkir: hakaret etme, aşağılama
taht-ı emrinde ve tasarrufunda: emri ve tasarrufu altında (bk. ṣ-r-f)tasavvur: düşünme, hayal etme (bk. ṣ-v-r)
tekemmül: ilerleme (bk. k-m-l)terakkiyât: terakkiler, ilerlemeler
tezyif: alay etme, küçük düşürmevisal: kavuşma
zulümat-ı adem: yokluk karanlığı (bk. ẓ-l-m)zulümât: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
âlem-i rahmet: rahmet âlemi (bk. a-l-m; r-ḥ-m)âsâr-ı İlâhiye: Allah’ın eserleri (bk. e-l-h)
şerik: Allah’a ortak koşulan şey

<tbody>
</tbody>
 
Üst