Otuz İkinci Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 884

yani hadd-i bülûğa vasıl olmadan vefat eden çocuklar,
blank.gif
1وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ ile tabir edilen Cennet çocukları şeklinde ve Cennete lâyık bir tarzda, gayet süslü, sevimli bir surette, onları Cennette dahi peder ve validelerinin kucaklarına verir, veledperverlik hislerini memnun eder, ebedî o zevki ve o lezzeti onlara verir. Zira çocuklar sinn-i teklife girmediklerinden, ebedî, sevimli, şirin çocuk olarak kalacaklar.
blank.gif
2 Dünyadaki her lezzetli şeyin en âlâsı Cennette bulunur.
blank.gif
3 Yalnız, çok şirin olan veledperverlik, yani çocuklarını sevip okşamak zevki, Cennet tenasül yeri olmadığından, Cennette yoktur zannedilirdi. İşte bu surette o dahi vardır. Hem en zevkli ve en şirin bir tarzda vardır.
blank.gif
4 İşte, kablelbülûğ evlâdı vefat edenlere müjde!

BEŞİNCİ İŞARET: Dünyada
blank.gif
5 اَلْحُبُّفِىاللهِhükmünce salih ahbaplara muhabbetin neticesi, Cennette
blank.gif
6 عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ ile tabir edilen, karşı karşıya kurulmuş Cennet iskemlelerinde oturup, hoş, şirin, güzel, tatlı bir surette, dünya maceralarını ve kadîm olan hatıratlarını birbirine nakledip eğlendirmeleri suretinde, firaksız, sâfi bir muhabbet ve sohbet suretinde ahbaplarıyla görüştüreceği, Kur’ân’ın nassıyla sabittir.
blank.gif
7

ALTINCI İŞARET: Enbiya ve evliyaya Kur’ân’ın tarif ettiği tarzda muhabbetin neticesi, o enbiya ve evliyanın şefaatlerinden berzahda, haşirde istifade etmekle beraber, gayet ulvî ve onlara lâyık makam ve füyuzattan o muhabbet vasıtasıyla istifaza etmektir.
blank.gif
8 Evet,
blank.gif
9 اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ sırrınca, âdi bir adam, en yüksek bir makama, muhabbet ettiği âli-makam bir zâtın tebaiyetiyle girebilir.

[NOT]Dipnot-1
“Ebediyen yaşlanmayacak çocuklar...” Vâkıa Sûresi, 56:17; İnsan Sûresi, 76:19.
Dipnot-2
“Fakat şer’an yedi yaşına gelen bir çocuğa namaz gibi farzlara peder ve valideleri onları alıştırmak için, teşvikkârâne emretmek ve on yaşına girse şiddetle namaz kıldırmak ve alıştırmak şeriatta var. Demek, “Vacip olmadığı halde, nafile nevinden yedi yaşından hadd-i bülûğa kadar büyükler gibi namaz kılıp oruç tutan çocuklar, mütedeyyin büyükler gibi büyük mükâfatı görmek için otuz üç yaşında olacaklar”. bk. Risale-i Nur Külliyatı-2, Nesil Yayınları, s. 1836 (Emirdağ Lâhikası-II).
Dipnot-3
bk. Bakara Sûresi, 2:25; Tevbe Sûresi, 9:72; Fâtır Sûresi, 35:33; Yâsîn Sûresi, 36:55.
Dipnot-4
bk. Tirmizî, Sıfatü’l-Cennet 23; İbni Mâce, Zühd 39; Dârimî, Rikâk 110; Müsned 3:80.
Dipnot-5
“Allah için sevmek” Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Kıyâmet 60; Müsned 3:438, 440.
Dipnot-6
“Karşılıklı kurulmuş koltuklarda...” Hicr Sûresi, 15:47; Sâffât Sûresi, 37:44.
Dipnot-7
bk. Yâsîn Sûresi, 36:56; Dehr Sûresi, 76:13; Mutaffifin Sûresi, 83:23.
Dipnot-8
bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:31; Buhârî, Tevhid 19,24, Müslim, Îman 322, 327, 334-345.
Dipnot-9
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Buhari, Edeb 96; Müslim, Birr 165; Tirmizi, Zühd 50, Daavât 98.[/NOT]



ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)berzah: kabir âlemi
ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
evliya: veliler (bk. v-l-y)firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
füyuzât: feyizler, nimet ve bolluklar (bk. f-y-ḍ)hadd-i bülûğ: ergenlik çağı
haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)istifaza: feyizlenme (bk. f-y-ḍ)
kablelbülûğ: büluğdan öncekadîm: eski (bk. ḳ-d-m)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)nass: açık ve kesin hüküm
peder: babasalih: iyi işler yapan, dinin emirlerine uyan kimse (bk. ṣ-l-ḥ)
sinn-i teklif: sorumluluk yaşısuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sâfi: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)tabir edilen: adlandırılan (bk. a-b-r)
tarif: anlatma, açıklama (bk. a-r-f)tebaiyet: tabi olma, uyma
tenasül: üreme, nesil yetiştirmeulvî: yüce
valide: annevasıl olma: ulaşma
veledperverlik: çocuk sevme ve yetiştirmeâdi: normal, sıradan
âli-makam: yüce makam sahibiâlâ: yüce
şefaat: günahlarımızın bağışlanması için Allah katında makbul kişilerin aracılık yapması, destek olması (bk. ş-f-a)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 885

YEDİNCİ İŞARET: Güzel şeylere ve bahara meşrû muhabbetin, yani, “ne kadar güzel yapılmış” nazarıyla, o âsârın arkasındaki ef’âlin güzelliğini ve intizamını ve intizam-ı ef’al arkasındaki güzel esmânın cilvelerini ve o güzel esmanın arkasında sıfâtın tecelliyatını ve hâkezâ, sevmekliğin neticesi ise, dâr-ı bekâda o güzel gördüğü masnûattan bin def’a daha güzel bir tarzda esmânın cilvesini ve esmâ içindeki cemâl ve sıfâtını, Cennette görmektir. Hattâ İmam-ı Rabbânî Radıyallahü anh demiş ki: “Letâif-i Cennet, cilve-i esmânın temessülâtıdır.” Teemmel!

SEKİZİNCİ İŞARET: Dünyada, dünyanın âhiret mezraası
blank.gif
1 ve esmâ-i İlâhiye âyinesi olan iki güzel yüzüne karşı mütefekkirâne muhabbetin uhrevî neticesi, dünya kadar, fakat fâni dünya gibi fâni değil, bâki bir Cennet verilecektir.
blank.gif
2 Hem dünyada yalnız zayıf gölgeleri gösterilen esmâ, o Cennetin âyinelerinde en şâşaalı bir surette gösterilecektir.

Hem dünyayı mezraa-i âhiret yüzünde sevmenin neticesi, dünyayı fidanlık, yani ancak fidanları bir derece yetiştiren küçük bir mezraası hükmünde olacak öyle bir Cenneti verecek ki, dünyada havas ve hissiyât-ı insaniye küçük fidanlar olduğu halde, Cennette en mükemmel bir surette inkişaf ve dünyada tohumcuklar hükmünde olan istidatları, envâ-ı lezâiz ve kemâlâtla sünbüllenecek surette ona verileceği, rahmetin ve hikmetin muktezası olduğu gibi, hadisin nususuyla
blank.gif
3 ve Kur’ân’ın işârâtıyla
blank.gif
4 sabittir.

Hem madem dünyanın, her hatânın başı olan mezmum muhabbeti
blank.gif
5 değil, belki esmâya ve âhirete bakan iki yüzünü, esmâ ve âhiret için sevmiş ve ibadet-i fikriye ile o yüzleri mamur etmiş, güya bütün dünyasıyla ibadet etmiş. Elbette dünya


[NOT]Dipnot-1
bk. el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 4:19; es-Sehâvî, el-Makâsıdü’l-Hasene s.497; Aliyyülkârî, el-Esrâru’l-Merfûa s.205; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 1:495.
Dipnot-2
bk. Buhârî, Rikâk 51, Ezan 129; Müslim, Îman 308, 311; Tirmizî, Cehennem 10.
Dipnot-3
bk. Buhârî, Bed’ü’l-Halk 8, Tevhid 35; Müslim, Îman 312, Cennet 2-5; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 32:2.
Dipnot-4
bk. Enbiyâ Sûresi, 21:102; Secde Sûresi, 32:17; Fussilet Sûresi, 41:31; Zuhruf Sûresi, 43:71.
Dipnot-5
bk. el-Beyhakî, Şuabü’l-Îman 7:338; ed-Deylemî, el-Müsned 3:30.[/NOT]



Radıyallahü anh: “Allah ondan razı olsun”bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)
cilve-i esmâ: Allah’ın isimlerinin görüntüsü, yansıması (bk. c-l-y; s-m-v)dâr-ı bekà: sonsuzluk yurdu (bk. b-ḳ-y)
ef’âl: fiiller (bk. f-a-l)envâ-ı lezâiz ve kemâlât: lezzetlerin ve mükemmelliklerin çeşitleri (bk. k-m-l)
esmâ: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v)esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)hatâ: yanlışlık, suç, günah
havas: hisler, duyularhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hissiyât-ı insaniye: insanın hisleri, duyularıhâkezâ: böylece, bunun gibi
ibadet-i fikriye: düşünme ibadeti (bk. a-b-d; f-k-r)inkişaf: açılma, gelişme (bk. k-ş-f)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)intizam-ı ef’al: fiillerin, işlerin düzenliliği (bk. n-ẓ-m; f-a-l)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)işârât: işaretler
letâif-i Cennet: Cennetin güzellikleri (bk. l-ṭ-f)mamur: imar edilmiş, şenlendirilmiş
masnûat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mezmum: aşağılanmış, kınanmış
mezraa: tarlamezraa-i âhiret: âhiretin tarlası (bk. e-ḫ-r)
meşrû: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mukteza: bir şeyin gereğimütefekkirâne: varlıklar üzerinde Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünerek (bk. f-k-r)
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)nusus: nasslar, kesin ve açık hükümler
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sıfât: sıfatlar, Allah’ın yüce Zâtını niteleyen kutsal özellikler (bk. v-ṣ-f)tecellîyat: tecellîler, yansımalar (bk. c-l-y)
teemmel: “derin ve dikkatlice düşün!”temessülât: belirmeler, görünmeler (bk. m-s̱-l)
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
âsâr: eserlerİmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)
şâşaalı: gösterişli, parlak

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 886

kadar bir mükâfat alması, mukteza-yı rahmet ve hikmettir. Hem madem âhiretin muhabbetiyle onun mezraasını
blank.gif
1 sevmiş ve Cenâb-ı Hakkın muhabbetiyle âyine-i esmâsını sevmiş. Elbette dünya gibi bir mahbub ister. O da dünya kadar bir Cennettir.

Sual: O kadar büyük ve hâli bir Cennet neye yarar?

Elcevap: Nasıl ki, eğer mümkün olsaydı, hayal sür’atiyle zemin aktârını ve yıldızların ekserini gezsen, “Bütün âlem benimdir” diyebilirsin. Melâike ve insan ve hayvanların iştirakleri, senin o hükmünü bozmaz. Öyle de, o Cennet dahi dolu olsa, “O Cennet benimdir” diyebilirsin. Hadiste “Bazı ehl-i Cennete verilen beş yüz senelik bir Cennet“ sırrı,
blank.gif
2 Yirmi Sekizinci Sözde ve İhlâs Lem’asında beyan edilmiştir.

DOKUZUNCU İŞARET: İman ve muhabbetullahın neticesi, ehl-i keşif ve tahkikin ittifakıyla, dünyanın bin sene hayat-ı mes’udânesi bir saatine değmeyen Cennet hayatı; ve Cennet hayatının dahi bin senesi bir saat müşahedesine değmeyen bir kudsî, münezzeh cemâl ve kemâl sahibi olan Zât-ı Zülcelâlin müşahedesi, rüyetidir ki,HAŞİYE-1 hadis-i kat’î
blank.gif
3 ile ve Kur’ân’ın nassıyla
blank.gif
4 sabittir. Hazret‑i Süleyman Aleyhisselâm gibi muhteşem bir kemâl ile meşhur bir zâtın rüyetine iştiyaklı bir merak, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir cemâl ile mümtaz bir zâtın şuhuduna meraklı bir iştiyak, herkes vicdanen hisseder. Acaba dünyanın bütün mehâsin ve kemâlâtından binler derece yüksek olan Cennetin bütün

[NOT]Dipnot-1
bk. el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 4:19: es-Sehâvî, el-Makâsıdü’l-Hasene s: 497; Aliyyülkârî, el-Esrâru’l-Merfûa s. 205; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 1:495.
Dipnot-2
bk. Beğavî, Şerhu’s-Sünne 15:232; es-Suyûtî, el-Fethu’l-Kebîr 1:62, 3:422; el-Heysemî, Müsnedü’l-Hâris, 2:655; Gümüşhanevî, Ramûz’l-Ehâdîs s.113.
Haşiye-1
Hadisin nassıyla, o şuhud, bütün lezâiz-i Cennetin o derece fevkindedir ki, onları unutturur. Ve şuhuddan sonra ehl-i şuhudun hüsn-ü cemâli o derece fazlalaşır ki, döndükleri vakit, saraylarındaki aileleri çok dikkatle, zorla onları tanıyabilirler, [el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 4:556] hadiste vârid olmuştur.
Dipnot-3
bk. Buhârî, Mevâkıt 16, 26, Ezan 129; Müslim, Mesâcid 211-212; Ebû Dâvûd, Sünnet 19.
Dipnot-4
Kıyâmet Sûresi, 75:22-23.[/NOT]


Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hazret-i Süleyman: (bk. bilgiler)Hazret-i Yusuf: (bk. bilgiler)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)aktâr: dört bir taraf
beyan: açıklama (bk. b-y-n)cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
ehl-i Cennet: Cennet ehli, Cennetliklerehl-i keşif ve tahkik: gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Cenâb-ı Allah’ın lütfu ve ihsanıyla bilen kimseler (bk. k-ş-f; ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i şuhud: şahit olanlar, kalp gözüyle görenler (bk. ş-h-d)ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
fevkinde: üstündehadis-i kat’î: doğruluğu kesin hadis (bk. ḥ-d-s̱)
hadîs: Peygamberimize ait söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱)hayat-ı mes’udâne: mutlu bir hayat (bk. ḥ-y-y)
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothâli: boş, ıssız
hüsn-ü cemâl: maddî-mânevî güzellik (bk. ḥ-s-n; c-m-l)ittifak: birleşme, fikir birliği
iştirak: katılmaiştiyak: çok kuvvetli arzu ve istek
kemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)kemâlât: mükemmellikler, üstünlükler (bk. k-m-l)
kudsî: kutsal, kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s)lezâiz-i Cennet: Cennet lezzetleri
mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b)mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
melâike: melekler (bk. m-l-k)mezraa: tarla
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)muhabbetullah: Cenâb-ı Hakka duyulan sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhteşem: ihtişamlı, görkemlimukteza-yı rahmet ve hikmet: rahmet ve hikmetin gereği (bk. r-ḥ-m; ḥ-k-m)
mümtaz: seçkin, üstünmünezzeh: kusur ve eksiklikten arınmış, temiz (bk. n-z-h)
müşahede: görme (bk. ş-h-d)nass: açık ve kesin hüküm
rüyet: görmevarid: söylenen, gelen
zemin: yerâlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
âyine-i esmâ: Allah’ın isimlerini gösteren ayna, varlıklar (bk. s-m-v)İhlâs Lem’ası: Yirminci Lem’a (bk. ḫ-l-ṣ)
şuhud: görme, şahit olma (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 887

mehâsin ve kemâlâtı, bir cilve-i cemâli ve kemâli olan bir Zâtın rüyeti ne kadar mergub, merak-âver ve şuhudu ne derece matlub ve iştiyakâver olduğunu kıyas edebilirsen et.

اَللّٰهُمَّ ارْزُقْنَا فِى الدُّنْيَا حُبَّكَ وَحُبَّ مَا يُقَرِّبُنَاۤ اِلَيْكَ وَاْلاِسْتِقَامَةَ كَمَاۤ اَمَرْتَ وَفِى اْلاٰخِرَةِ رَحْمَتَكَ وَرُؤْيَتَكَ
blank.gif
1سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِۤ اَجْمَعِينَ اٰمِينَ
blank.gif
3Tenbih

Şu Sözün âhirinde uzun tafsilâtı uzun görme. Ehemmiyetine nisbeten kısadır; daha uzun ister.

Bütün Sözlerde konuşan ben değilim. Belki, işârât-ı Kur’âniye namına hakikattir. Hakikat ise hak söyler, doğru konuşur. Eğer yanlış birşey gördünüz; muhakkak biliniz ki, haberim olmadan fikrim karışmış, karıştırmış, yanlış etmiş.


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1
Allah’ım! Bize, dünyada Senin muhabbetini ve bizi Sana ve yaklaştıracak şeylerin muhabbetini ve Senin emrettiğin şekilde istikameti, âhirette de rahmetini ve rüyetini nasip et!
Dipnot-2
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.
Dipnot-3
Allah’ım! Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm et. Âmin.[/NOT]


cilve-i cemâl ve kemâl: güzellik ve mükemmelliğin yansıması (bk. c-l-y; c-m-l; k-m-l)hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)iştiyakâver: çok şiddetle arzu edilen
işârât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın işaretlerikemâlât: mükemmellikler, üstünlükler (bk. k-m-l)
matlub: istenen (bk. ṭ-l-b)mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
merak-âver: merak verici, düşündürücümergub: rağbet edilen, beğenilen
muhakkak: kesin (bk. ḥ-ḳ-ḳ)nam: ad
nisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b)rüyet: görme
tafsilât: ayrıntılartenbih: ikaz, uyarı
âhir: son (bk. e-ḫ-r)şuhud: görme, şahit olma (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 888

Münâcât

Yâ Rab! Nasıl büyük bir sarayın kapısını çalan bir adam, açılmadığı vakit, o sarayın kapısını, diğer makbul bir zâtın sarayca menus sadâsıyla çalar, tâ ona açılsın. Öyle de, biçare ben dahi, Senin dergâh-ı rahmetini, mahbub abdin olan Üveysü’l-Karânî’nin nidâsıyla ve münâcâtıyla şöyle çalıyorum. O dergâhını ona açtığın gibi, rahmetinle bana da aç. Ekulü kemâ kale:


اِلٰهِى اَنْتَ رَبِّى وَاَنَا الْعَبْدُ وَاَنْتَ الْخَالِقُ وَاَنَا الْمَخْلُوقُوَاَنْتَ الرَّزَّاقُ وَاَنَا الْمَرْزُوقُ وَاَنْتَ الْمَالِكُ وَاَنَا الْمَمْلُوكُوَاَنْتَ الْعَزِيزُ وَاَنَا الذَّلِيلُ وَاَنْتَ الْغَنِىُّ وَاَنَا الْفَقِيرُوَاَنْتَ الْحَىُّ وَاَنَا الْمَيِّتُ وَاَنْتَ الْبَاقِى وَاَنَا الْفَانِىوَاَنْتَ الْكَرِيمُ وَاَنَا اللَّئِيمُ وَاَنْتَ الْمُحْسِنُ وَاَنَا الْمُسِيئُوَاَنْتَ الْغَفُورُ وَاَنَا الْمُذْنِبُ وَاَنْتَ الْعَظِيمُ وَاَنَا الْحَقِيرُوَاَنْتَ الْقَوِىُّ وَاَنَا الضَّعِيفُ وَاَنْتَ الْمُعْطِى وَاَنَا السَّاۤئِلُ
blank.gif
1


[NOT]Dipnot-1
Ey İlâhım! Rabbim Sensin. Çünkü ben bir kulum. Nefsimin terbiyesinden âcizim. Demek beni terbiye eden Sensin. • Hem Sensin Yaratıcı. Çünkü ben yaratılmış bir varlığım, yapılıyorum. • Hem rızık veren Sensin. Çünkü ben rızka muhtacım ve ona elim yetişmiyor. Demek rızkımı veren Sensin. • Hem Sensin Mâlik, Mülkün gerçek sahibisin. Çünkü ben bir memluk ve köleyim; benden başkası bende tasarruf ediyor. Demek benim sahibim Sensin. • Hem Sen izzet sahibisin, yücesin. Ben ise zelilim; Halbuki üzerimde bir izzet ve bir onur cilvesi görünüyor. Demek Senin izzetinin aynasıyım. • Hem Sensin sınırsız zengin. Çünkü ben muhtaç ve fakirim; bana bu fakir hâlimle ulaşamayacağım bir zenginlik veriliyor. Demek mutlak zengin Sensin, veren Sensin. • Hem ölümü olmayan devamlı hayat sahibi Sensin. Çünkü ben ölümlüyüm; dirilmem ve ölmemde Senin daimî hayat sıfatının cilvesi görünüyor. • Hem Sensin Bâkî. Çünkü ben fâniyim; ömrümün sona ermesinde Senin varlığının devamlı ve bâkî olduğunu anlıyorum. • Hem Sen şeref sahibi yüceler yücesisin. Çünkü ben kötülükler içinde bocalıyorum; Demek şeref ve haysiyet Senden geliyor. • Hem sonsuz ihsan sahibi Sensin. Ben ise günâh işleyen bir kulum. Fakat pişman olup tevbe edince bana ihsan kapıları açılıyor. Demek ihsanınla bağışlayıp sonsuz güzellikler bahşeden Sensin. • Hem günahları affeden yalnız Sensin. Ben ise, günahkârım. Demek günahları affedecek Senin kapından başka kapı yoktur. • Hem büyüklük ve azamet sahibi Sensin. Ben ise hakir ve küçüğüm. Küçüklüğüme bakarak Senin büyüklüğünün her türlü övgüden daha yüce olduğunu anlıyorum. • Hem kuvveti bütün kâinatı kaplamış ve bütün varlıkları zapt ederek hükmü altına almış olan Sensin. Çünkü ben aciz ve zayıfım; bende zayıflığın aksine bir güç görünüyor. Demek güç ve kuvvet Senden geliyor. • Hem kâinatı rahmet hediyeleriyle dolduran ve istekleri en güzel şekilde karşılayan Sensin. Çünkü ben sözlerimle ve hâlimle daima yalvararak istiyorum, dileniyorum. Demek veren ve hediye eden Sensin. [/NOT]


abd: kul (bk. a-b-d)biçare: çaresiz
dergâh-ı rahmet: Allah’ın rahmet kapısı (bk. r-ḥ-m)ekulü kemâ kale: “Ben de onun dediği gibi derim”
mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b)makbul: kabul gören
menus: alışmışmünâcât: Allah’a yakarış (bk. n-c-v)
nidâ: seslenişrahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sadâ: sesyâ Rab: ey Rabbim (bk. r-b-b)
Üveysü’l-Karânî: (bk. bilgiler)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 889

وَاَنْتَ اْلاَمِينُ وَاَنَا الْخَاۤئِفُ وَاَنْتَ الْجَوَّادُ وَاَنَا الْمِسْكِينُوَاَنْتَ الْمُجِيبُ وَاَنَا الدَّاعِى وَاَنْتَ الشَّافِى وَاَنَا الْمَرِيض ُ

فَاغْفِرْلِى ذُنُوبِى وَتَجَاوَزْ عَنِّى وَاشْفِ اَمْرَاضِى يَا اَللهُ يَاكَافِى يَا رَبِّ يَا وَافِى يَا رَحِيمُ يَا شَافِى يَا كَرِيمُ يَا مُعَافِى فَاعْفُ عَنِّى مِنْ كُلِّ ذَنْبٍ وَعَافِنِى مِنْ كُلِّ دَاٍۤء وَارْضَ عَنِّى اَبدًا بِرَحْمَتِكَ يَاۤ اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ
blank.gif
1وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
blank.gif
2


endOfSection.gif
endOfSection.gif




[NOT]Dipnot-1
Hem vadinde ve sözünde emîn olan ve güvenenlerin güvenini boşa çıkarmayan Sensin. Çünkü ben korku ve kaygı içindeyim; Sana dayanıp güvendiğimde bütün korkularımdan kurtuluyorum. Demek emîn olan ve güven veren Sensin. • Hem cömert olan Sensin. Çünkü ben miskinim ve hayatıma lâzım olan şeyleri elde etmekten acizim. Fakat acizliğime rağmen bir zenginlik içindeyim. Demek cömertçe ihsan eden Sensin. • Hem dualara cevap veren Sensin. Çünkü ben hâlimle ve dilimle daima dua edip istiyorum, niyaz edip yalvarıyorum. Arzularım yerine geliyor. İsteklerime cevap veriliyor. Demek arzu ve isteklerime cevap veren Sensin. • Hem her türlü hastalığa şifâ veren Sensin. Çünkü ben hastayım. Hastalıktan her kurtuluşumda Senin şifa verici tecellini görüyorum. Demek her türlü hastalığa şifa veren Sensin. • Benim günahlarımı affet. Hatalarımı bağışla. Hastalıklarıma şifa ver, ey bütün kemâl sıfatların sahibi ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah! Ey güzel isimlerinin sonsuz hazineleri her şeyin her ihtiyacını her zaman en mükemmel şekilde karşılayan Kâfî! Ey varlıkları yaratıp onları en münasip organ ve duygularla donatan ve ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılayarak onları yaratılış gayelerine sevk eden Rab! Ey vaadini yerine getirmesinde şüphe olmayan ve bütün varlıkların ihtiyaçlarını kudret ve rahmetiyle gideren Vâfî! Ey rahmet ve merhameti her şeyi kuşatmakla birlikte imanlı ve ihlâslı kullarına çok özel ikram ve şefkati olan Rahîm! Ey maddî ve mânevî her çeşit hastalığa şifâ veren Şâfî! Ey sayısız rahmet meyvelerini ve nimetlerini bütün canlıların önlerine seren ve iyiliği bol olan Kerîm! Ey maddî ve mânevî dertleri gideren, afiyet ve sağlık veren Muâfî! Benim bütün günahlarımı bağışla. Benim bütün dertlerime âfiyet ver. Beni ebediyen rızana mazhar et. Rahmetinle ey merhametlilerin en merhametlisi.


Dipnot-2
“Onların duâları, “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun” sözleriyle sona erer.” Yûnus Sûresi, 10:10.
[/NOT]
 
Üst