Otuz Birinci Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 798

On Dokuzuncu ve Otuz BirinciSözlerin Zeyli

Şakk-ı Kamer mu’cizesine dairdir (a.s.m.)

besmele.jpg



اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ وَاِنْ يَرَوْا اٰيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ
blank.gif
1


KAMER GİBİ parlak bir mu’cize-i Ahmediye (a.s.m.) olan inşikak-ı kameri, evhâm-ı fâside ile inhisâfa uğratmak isteyen feylesoflar ve onların muhakemesiz mukallitleri diyorlar ki: “Eğer inşikak-ı kamer vuku bulsaydı, umum âleme malûm olurdu; bütün tarih-i beşerin nakletmesi lâzım gelirdi.


Elcevap: İnşikak-ı kamer, dâvâ-yı nübüvvete delil olmak için, o dâvâyı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette, âni olarak gösterildiğinden, hem ihtilâf-ı metâli ve sis ve bulutlar gibi rüyete mâni esbabın vücudu ile beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususî kaldığından ve tarassudât-ı semâviye pek az olduğundan, bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek elbette lâzım değildir.
blank.gif
2
Şakk-ı kamer yüzünden bu evham bulutlarını dağıtacak çok noktalardan, şimdilik Beş Noktayı dinle.

BİRİNCİ NOKTAO zaman, o zemindeki küffârın gayet şedit derecede inatları tarihen malûm ve meşhur olduğu halde, Kur’ân-ı Hakîmin
blank.gif
3
وَانْشَقَّ الْقَمَرُdemesiyle şu vak’ayı

[NOT]Dipnot-1
“Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı. Onlar ise, ne zaman bir mu’cize görseler yüz çevirir ve ‘Bu daimî bir sihirdir’ derler.” Kamer Sûresi, 54:1-2.
Dipnot-2
bk. en-Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim 17:143; İbni Kuteybe, Te’vilü Muhtelifi’l-Hadis 1:21-25.
Dipnot-3
“Ve Ay yarıldı.” Kamer Sûresi, 54:1.
[/NOT]


Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)cemaat: topluluk (bk. c-m-a)
dâvâ-yı nübüvvet: peygamberlik iddiası (bk. n-b-e)esbab: sebepler (bk. s-b-b)
etraf-ı âlem: dünyanın her tarafı (bk. a-l-m)evham: kuruntular, şüpheler
evhâm-ı fâside: asılsız, boş kuruntularfeylesof: felsefeci
hususî: özelihtilâf-ı metâli: Ay’ın doğuşunun zaman olarak, farklı yerlerde farklı oluşu
inhisâf: ay tutulması; gözden düşürme, perdelemeinkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
kamer: ayküffâr: kâfirler (bk. k-f-r)
malûm: bilinen (bk. a-l-m)muhakemesiz: değerlendiremeyen, akıl yürütemeyen (bk. ḥ-k-m)
mukallit: taklitçimu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cize-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in mu’cizesi (bk. a-c-z; ḥ-m-d)mâni: engel
rüyet: görmetaammüm: yayılma, genelleşme
tarassudât-ı semâviye: gökyüzünü gözetlemeler (bk. s-m-v)tarih-i beşer: insanlık tarihi
umum: bütünvakt-i gaflet: dalgınlık vakti, uyku anı (bk. ğ-f-l)
vak’a: olayvuku bulmak: meydana gelmek
vücud: varlık (bk. v-c-d)zemin: yer
zeyl: ilâve, ekâlem: dünya (bk. a-l-m)
şakk-ı kamer/inşikak-ı kamer: Peygamberimizin (a.s.m.) bir işaretiyle Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesi

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 799

umum âleme ihbar ettiği halde, Kur’ân’ı inkâr eden o küffardan hiçbir kimse, şu âyetin tekzibine, yani ihbar ettiği şu vakıanın inkârına ağız açmamışlar. Eğer o zamanda o hadise o küffarca kat’î ve vaki bir hadise olmasaydı, şu sözü serrişte ederek gayet dehşetli bir tekzibe ve Peygamberin iptal-i dâvâsına hücum göstereceklerdi. Halbuki, şu vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebettar küffârın adem-i vukuuna dair hiçbir şeyini nakletmemişlerdir. Yalnız,
وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ
blank.gif
1
âyetinin beyan ettiği gibi, tarihçe menkul olan şudur ki: O hadiseyi gören küffar “Sihirdir demişler ve “Bize sihir gösterdi. Eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakikattir. Yoksa bize sihir etmiş” demişler. Sonra, sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki, “Böyle bir hadiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i Âlem (a.s.m.) hakkında—hâşâ!—”Yetim-i Ebu Talibin sihri semâya da tesir etti” dediler.
blank.gif
2


İKİNCİ NOKTA

Sa’d-ı Taftazanî gibi eâzım-ı muhakkikînin ekseri demişler ki: “İnşikak-ı kamer, parmaklarından su akması, umum bir orduya su içirmesi, camide hutbe okurken dayandığı kuru direğin mufarakat-i Ahmediyeden (a.s.m.) ağlaması, umum cemaatin işitmesi gibi mütevatirdir.
blank.gif
3
Yani, öyle tabakadan tabakaya bir cemaat-i kesire nakletmiştir ki, kizbe ittifakları muhaldir. Halley gibi meşhur bir kuyruklu yıldızın bin sene evvel çıkması gibi mütevatirdir. Görmediğimiz Serendip Adasının vücudu gibi tevatürle vücudu kat’îdir” demişler. İşte böyle gayet kat’î ve şuhudî mesâilde teşkikât-ı vehmiye yapmak akılsızlıktır. Yalnız muhal olmamak kâfidir. Halbuki, şakk-ı kamer, bir volkanla inşikak eden bir dağ gibi mümkündür.



[NOT]Dipnot-1
“Bu daimî bir sihirdir’ derler.” Kamer Sûresi, 54:2.
Dipnot-2
bk. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 54; Müsned 3:165; et-Taberî, Câmiu’l-Beyân 27:84-85; el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân 17:126; el-Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve 2:268.
Dipnot-3
bk. el-İcî, Kitabü’l-Mevakıf 3:405-406; el-Âmidî, Gayetü’l-Meram 1:356; İbni Teymiyye, el-Cevabü’s-Sahih 1:414; 2:44; eş-Şehristânî, el-Fark Beyne’l-Firâk 1:313; et-Teftâzânî, Şerhu’l-Mekâsıd 5:17.[/NOT]


Fahr-i Âlem: bütün varlık âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m.) (bk. a-l-m)Sa’d-ı Taftazanî: (bk. bilgiler)
Yemen: (bk. bilgiler)Yetim-i Ebu Talib: Ebu Talib’in Yetimi
adem-i vuku: olayın meydana gelmemesibeyan: açıklama (bk. b-y-n)
cemaat-i kesire: büyük ve kalabalık topluluk (bk. c-m-a; k-ss̱-r)dehşetli: korkunç
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)eâzım-ı muhakkikîn: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen büyük âlimler (bk. a-ẓ-m; ḥ-ḳ-ḳ)
hadise: olayhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değilihbar: haber verme
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)inşikak: bölünme, yarılma
inşikak-ı kamer: Peygamberimizin (a.s.m.) bir işaretiyle Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesiiptal-i dâvâ: iddiâyı çürütme
ittifak: birleşmekat’î: kesin
kizb: yalankâfi: yeterli
küffar: kâfirler (bk. k-f-r)menkul: nakledilen, anlatılan
mesâil: meselelermufarakat-i Ahmediye: Hz. Peygamberden ayrılma (bk. f-r-ḳ; ḥ-m-d)
muhal: imkânsızmünasebettar: ilişkili, bağlantılı (bk. n-s-b)
mütevatir/tevatür: çeşitli kanallardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan habersair: diğer
semâ: gök (bk. s-m-v)serrişte: ipucu, tutamak, bahane
siyer: Peygamberimizin (a.s.m) hayatını konu alan ilim, İslâm tarihitekzib: yalanlama
teşkikât-ı vehmiye: vehmî ve asılsız şüpheler, tereddütlerumum: bütün
vaki: olmuş, meydana gelmişvücud: varlık (bk. v-c-d)
âlem: dünya (bk. a-l-m)şakk-ı kamer: Peygamberimizin (a.s.m.) bir işaretiyle Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesi
şuhudî: açıkça, gözle görür derecede (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 800

ÜÇÜNCÜ NOKTA

Mu’cize, dâvâ-yı nübüvvetin ispatı için, münkirleri ikna etmek içindir, icbar için değildir. Öyle ise, dâvâ-yı nübüvveti işitenler için, ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lâzımdır. Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedâhetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelâlin hikmetine münâfi olduğu gibi, sırr-ı teklife dahi muhaliftir. Çünkü, akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak, sırr-ı teklif iktiza ediyor. Eğer Fâtır-ı Hakîm, inşikak-ı kameri, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle bıraksaydı ve beşerin umum tarihlerine geçseydi, o vakit sair hâdisât-ı semâviye gibi, ya dâvâ-yı nübüvvete delil olmazdı, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) hususiyeti kalmazdı; veyahut bedâhet derecesinde öyle bir mu’cize olacaktı ki, aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek; Ebu Cehil gibi kömür ruhlu, Ebu Bekr-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp, sırr-ı teklif zayi olacaktı. İşte bu sır içindir ki, hem âni, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem ihtilâf-ı metâli, sis ve bulut gibi sair mevânii perde ederek umum âleme gösterilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi.

DÖRDÜNCÜ NOKTA

Şu hadise, gece vakti, herkes gaflette iken, âni bir surette vuku bulduğundan, etraf-ı âlemde elbette görülmeyecek. Bazı efrada görünse de, gözüne inanmayacak. İnandırsa da, elbette böyle mühim bir hadise, haber-i vahid ile tarihlere bâki bir sermaye olmayacak.

Bazı kitaplarda “Kamer iki parça olduktan sonra yere inmiş” ilâvesi ise, ehl-i tahkik reddetmişler. “Şu mu’cize-i bâhireyi kıymetten düşürmek niyetiyle, belki bir münafık ilhak etmiş” demişler.
blank.gif
1


[NOT]
Dipnot-1
bk. el-Vâdiî, el-Mualle 1:80; Derviş el-Hût, Esna’l-Metâlib 1:378, 1606; el-Medenî, Tahzîru’l-Müslimîn 1:163; Aliyyülkârî, el-Esrâru’l-Merfûa s.398.[/NOT]


Ebu Bekr-i Sıddık: (bk. bilgiler)Ebu Cehil: (bk. bilgiler)
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve hârika üstün san’atıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)
bedâhet: ap açıklıkbeşer: insanlık
bâki: sürekli, kalıcı (bk. b-ḳ-y)dâvâ-yı nübüvvet: peygamberlik iddiası (bk. n-b-e)
efrad: fertler, kişiler (bk. f-r-d)ehl-i tahkik: gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
etraf-ı âlem: dünyanın her tarafı (bk. a-l-m)feylesof: felsefeci
gaflet: dalgınlık (bk. ğ-f-l)haber-i vahid: tek kişi vasıtasıyla aktarılan haber (bk. v-ḥ-d)
hadise: olayhevesat: hevesler, arzular
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hususiyet: özel oluş
hâdisât-ı semâviye: gökyüzünde meydana gelen olaylar (bk. s-m-v)icbar: zorlama
ihtilâf-ı metâli: Ay’ın doğuşunun zaman olarak, farklı yerlerde farklı oluşuihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)
iktiza etmek: gerektirmekilhak: eklemek, ilave etmek
inşikak-ı kamer: Peygamberimizin (a.s.m.) bir işaretiyle Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesiizhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r)
kamer: aymevânî: maniler, engeller
muhalif: zıtmu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cize-i bâhire: apaçık mu’cize (bk. a-c-z)münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kişi
münkir: inkarcı, inkar eden (bk. n-k-r)münâfi: aykırı
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)risalet-i Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in peygamberliği (bk. r-s-l; ḥ-m-d)
sair: diğersermaye: varlık
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)sırr-ı teklif: kulluk ve imtihan sırrı
tasdik: doğruluğunu kabul etme (bk. ṣ-d-ḳ)umum: bütün
vakt-i gaflet: insanların gafil olduğu bir dönem (bk. ğ-f-l)vuku: olma, meydana gelme
zayi olmak: kaybolmakâlem: dünya (bk. a-l-m)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 801

Hem meselâ, o vakit cehalet sisiyle muhat İngiltere, İspanyada yeni gurup, Amerikada gündüz, Çinde, Japonyada sabah olduğu gibi, başka yerlerde başka esbab-ı mâniaya binaen elbette görülmeyecek. Şimdi bu akılsız muterize bak: Diyor ki, “İngiltere, Çin, Japon, Amerika gibi akvâmın tarihleri bundan bahsetmiyor; öyle ise vuku bulmamış.” Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerin başına!

BEŞİNCİ NOKTA

İnşikak-ı kamer, kendi kendine, bazı esbaba binaen vuku bulmuş, tesadüfî, tabiî bir hadise değil ki, âdi ve tabiî kanunlarına tatbik edilsin. Belki, şems ve kamerin Hâlık-ı Hakîm
i, Resulünün risaletini tasdik ve dâvâsını tenvir için, harikulâde olarak o hadiseyi ika etmiştir. Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risaletin iktizasıyla, hikmet-i Rububiyetin istediği insanlara, ilzam-ı hüccet için gösterilmiştir. O sırr-ı hikmetin iktiza etmedikleri, istemedikleri ve dâvâ-yı nübüvveti henüz işitmedikleri aktâr-ı zemindeki insanlara göstermemek için, sis ve bulut ve ihtilâf-ı metâli haysiyetiyle, bazı memleketin kameri daha çıkmaması ve bazılarının güneşleri çıkması ve bir kısmının sabahı olması ve bir kısmının güneşi yeni gurub etmesi gibi, o hadiseyi görmeye mâni pek çok esbaba binaen gösterilmemiş. Eğer umum onlara dahi gösterilseydi, o halde ya işaret-i Ahmediyenin neticesi ve mu’cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit risaleti bedâhet derecesine çıkacaktı, herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyarı kalmazdı—iman ise, aklın ihtiyarıyladır—sırr-ı teklif zayi olurdu. Eğer sırf bir hadise-i semâviye olarak gösterilseydi, risalet-i Ahmediye ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı.

Elhasıl: Şakk-ı kamerin imkânında şüphe kalmadı, kat’î ispat edildi. Şimdi, vukuuna delâlet eden çok burhanlarından altısınaHAŞİYE-1 işaret ederiz. Şöyle ki:


[NOT]Haşiye-1
Yani, altı defa icmâ suretinde, vukuuna dair altı hüccet vardır. Bu makam çok izaha lâyık iken, maatteessüf kısa kalmıştır.
[/NOT]


Amerika: (bk. bilgiler)Avrupa: (bk. bilgiler)
Hâlık-ı Hakîm: herşeyi hikmetle yapan yaratıcı, Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ḥ-k-m)Japon: (bk. bilgiler – Japonya)
aktâr-ı zemin: yeryüzünün dört bir tarafıakvâm: kavimler, milletler
bedâhet: ap açıklıkbinaen: –dayanarak
burhan: güçlü delilcehalet: cahillik
delâlet: delil olma, işaret etmedâvâ-yı nübüvvet: peygamberlik dâvâsı (bk. n-b-e)
elhasıl: özetle, sonuç olarakesbab: sebepler (bk. s-b-b)
esbab-ı mânia: engel olan sebepler (bk. s-b-b)gurup: güneşin batışı
hadise-i semâviye: gök hâdisesi (bk. s-m-v)harikulâde: olağanüstü
haysiyet: itibarhaşiye: dipnot, açıklayıcı not
hikmet-i Rububiyet: rububiyetin hikmeti (bk. ḥ-k-m; r-b-b)hikmet-i risalet: peygamberliğin hikmeti (bk. ḥ-k-m; r-s-l)
hususiyet: özel oluşhüccet: delil
icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)ihtilâf-ı metâli: Ay’ın doğuşunun zaman olarak, farklı yerlerde farklı oluşu
ihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)ika etme: yapma, yaptırma
iktiza: gerektirme ilzam-ı hüccet: delille susturma
imkân: olabilirlik (bk. m-k-n)inşikak-ı kamer/şakk-ı kamer: Peygamberimizin (a.s.m.) bir işaretiyle Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesi
işaret-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in peygamberliğine işaret (bk. ḥ-m-d)kamer: ay
kâselis: çanak yalayıcı, dalkavukmaatteessüf: ne yazık ki
muhat: etrafı çevrilmiş, kuşatılmışmuteriz: itiraz eden
mu’cize-i nübüvvet: peygamberlik mu’cizesi (bk. a-c-z; n-b-e)mâni: engel
münasebet: ilişki (bk. n-s-b)nefrin: nefretler, beddualar
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)resul: peygamber (bk. r-s-l)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)risalet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in peygamberliği (bk. r-s-l; ḥ-m-d)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)sırr-ı hikmet: hikmetin sırrı (bk. ḥ-k-m)
sırr-ı irşad: doğruyu ve hakkı gösterme sırrı (bk. r-ş-d)sırr-ı teklif: kulluk ve imtihan sırrı
tabiî: doğal, tabiat gereği (bk. ṭ-b-a)tasdik: doğrulama (bk. s-d-ḳ)
tenvir: aydınlatma (bk. n-v-r)tesadüfî: rastgele
umum: bütünvuku: olma, meydana gelme
zayi olmak: kaybolmakÇin: (bk. bilgiler)
âdi: basit, sıradanİngiltere: (bk. bilgiler)
İspanya: (bk. bilgiler)şems: güneş

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 802

Ehl-i adalet olan Sahabelerin, vukuuna icmâı; ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin
blank.gif
1
وَانْشَقَّ الْقَمَرُtefsirinde onun vukuuna ittifakı;
blank.gif
2
ve ehl-i rivâyet-i sadıka bütün muhaddisînin, pek çok senetlerle ve muhtelif tariklerle vukuunu nakletmesi;
blank.gif
3
ve ehl-i keşif ve ilham bütün evliya ve sıddıkînin şehadeti; ve ilm-i kelâmın meslekçe birbirinden çok uzak olan imamların ve mütebahhir ulemanın tasdiki; ve nass-ı kat’î ile, dalâlet üzerine icmâları vaki olmayan ümmet-i Muhammediyenin
blank.gif
4
o vak’ayı telâkki-i bilkabul etmesi, güneş gibi inşikak-ı kameri ispat eder.

Elhasıl, buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesabına idi. Bundan sonraki cümleler hakikat namına ve iman hesabınadır. Evet, tahkik öyle dedi; hakikat ise diyor ki:

Semâ-yı risaletin kamer-i münîri olan Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet, nasıl ki, mahbubiyet derecesine çıkan ubûdiyetindeki velâyetin keramet-i uzmâsı ve mu’cize-i kübrâsı olan Miracla, yani bir cism-i arzî semâvâtta gezdirmekle semâvâtın


[NOT]Dipnot-1
“Ve Ay yarıldı.” Kamer Sûresi, 54:1.
Dipnot-2
bk. el-Vâhidî, el-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz 1:370; et-Taberî, Câmiu’l-Beyân 2784-87; el-Kurtubî, el Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân 17:126-127; es-Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr 7:672.
Dipnot-3
bk. Abdullah İbni Mes’ud tariki; Buhârî, Tefsîr (54) 1; Müslim, Sıfâtu’l-Münafikîn 44-45; Tirmizî, Tefsîr 54. Abdullah İbni Ömer tariki; Müslim, Sıfâtu’l-Münâfikîn 45. Tirmizî, Tefsîr (54) 1; Müslim, Sıfâtu’l-Münâfikîn 48. Abdullah İbni Abbas tariki; Buhârî, Menâkıb 27, Menâkıbu’l-Ensâr 36, Tefsîr (54) 1; Müslim, Sıfâtu’l-Münâfikîn 48. Enes İbni Malik tariki; Buhârî, Menâkıb 27, Tefsîr (54) 1, Menâkıbu’l-Ensâr 36; Müslim, Sıfâtu’l-Münâfikîn 46; Tirmizî, Tefsîru Sûre 54; Huzeyfe İbnu’l-Yeman tariki; et-Taberî, Câmiü’l-Beyân 27:51; Abdurrezzak, el-Musannef 3:193-194; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ 1:280-281. Cübeyr İbni Mut’im tariki; Tirmizî Tefsîru Sûre 54; Müsned 4:82; İbni Hibban, es-Sahih 14:422.
Dipnot-4
bk. Ebû Dâvûd, Fiten ve Melâhim 1;Tirmizî, Fiten 7; İbni Mâce, Fiten 7.[/NOT]




Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet: peygamberlik meclisinin mührü olan Peygamberimiz (bk. n-b-e)Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)
Sahabe: Hz. Peygamberi (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslümanlarcism-i arzî: dünyaya ait cisim, beden
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)ehl-i adalet: adaletle davranan kimseler (bk. a-d-l)
ehl-i keşif ve ilham: görünmeyen ve bilinmeyen âlemlere ait olan hakikatleri Cenâb-ı Allah’ın lütfu ve yardımıyla bilen kimseler (bk. k-ş-f)ehl-i rivâyet-i sadıka: Peygamberimizden duyulan şeyleri dosdoğru bir şekilde nakleden kimseler (bk. s-d-ḳ)
ehl-i tahkik: gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)elhasıl: özetle, sonuç olarak
evliya: veliler (bk. v-l-y)hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasm: düşmanicmâ: fikir birliği, birleşme (bk. c-m-a)
ilm-i kelâm: iman hakikatlerini ispat eden ve açıklayan bilim dalı (bk. a-l-m; k-l-m)ilzam: susturma, cevap veremez hale getirme
inşikak-ı kamer: Peygamberimizin (a.s.m.) bir işaretiyle Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesiittifak: birleşme, birlik
kamer-i münîr: nurlandıran ve aydınlatan aykeramet-i uzmâ: en büyük keramet (bk. k-r-m; a-ẓ-m)
mahbubiyet: sevgili olma; Allah’ın muhabbetine erişme (bk. ḥ-b-b)meslek: usül, metod
muhaddisîn: hadis ilmiyle uğraşan âlimler (bk. ḥ-d-s̱)muhtelif: çeşitli
mu’cize-i kübrâ: en büyük mu’cize (bk. a-c-z; k-b-r)müfessir: Kur’ân-ı Kerimi tefsir eden, yorumlayan kimse (bk. f-s-r)
mütebahhir: ilmi derin olannam: ad
nass-ı kat’î: Kur’ân ve Hadis’in hükmüyle kesinlik kazanan hususlarsemâ-yı risalet: peygamberlik semâsı, göğü (bk. s-m-v; r-s-l)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)senet: hadis naklinde Hz. Peygambere varıncaya kadar uzanan isimler zinciri
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)tahkik: doğruluğunu araştırma (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
tarik: yol (bk. ṭ-r-ḳ)tasdik: doğrulama, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumu (bk. f-s-r)telâkki-i bilkabul: kabul ile karşılama
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)ulema: âlimler (bk. a-l-m)
umum: bütünvak’a: olay
velâyet: velilik (bk. v-l-y)vuku: olma, meydana gelme
ümmet-i Muhammediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’e inanıp onun yolundan giden Müslümanlar (bk. ḥ-m-d)şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 803

sekenesine ve âlem-i ulvî ehline rüçhaniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve velâyetini ispat etti. Öyle de, arza bağlı, semâya asılı olan kameri, bir arzlının işaretiyle iki parça ederek, arzın sekenesine, o arzlının risaletine öyle bir mu’cize gösterildi ki, zât-ı Ahmediye (a.s.m.), kamerin açılmış iki nuranî kanadı gibi, risalet ve velâyet gibi iki nuranî kanadıyla, iki ziyadar cenahla evc-i kemâlâta uçmuş, tâ Kab-ı Kavseyne çıkmış; hem ehl-i semâvât, hem ehl-i arza medar-ı fahr olmuştur.


عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ الصَّلاَةُ وَالتَّسْلِيمَاتُ مِْلأَ اْلاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتِ
blank.gif
1
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2

اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ مَنِ انْشَقَّ الْقَمَرُ بِاِشَارَتِهِ اجْعَلْ قَلْبِى وَقُلوُبَ طَلَبَةِ رَسَاۤئِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ كَالْقَمَرِ فِى مُقَابَلَةِ شَمْسِ الْقُرْاٰنِ اٰمِينَ اٰمِينَ
blank.gif
3


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1
Ona ve âline, yer ve gökler dolusunca salât ve selâm olsun.
Dipnot-2
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Suresi, 2:32.
Dipnot-3
Allahım! Bir işaretiyle ay parçalanan zâtın hürmetine, benim kalbimi ve Risale-i Nur’un sadık talebelerinin kalblerini, Kur’ân güneşine mukabil bir ay hükmüne getir. Âmin, âmin.[/NOT]



Kab-ı Kavseyn: Cenab-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz Miracda Cenâb-ı Hakla bu makamda bizzat görüşmüştür (bk. ḳ-v-b)arz: yer, dünya
cenah: kanatehl-i arz: yer ehli, dünyalılar
ehl-i semâvat: gök ehli, melekler ve ruhanîler (bk. s-m-v)evc-i kemâlât: mükemmelliklerin en üst derecesi (bk. k-m-l)
kamer: aymahbubiyet: sevgili olma; Allah’ın muhabbetine erişme (bk. ḥ-b-b)
medar-ı fahr: övünç kaynağımu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
rüçhaniyet: üstünlüksekene: sâkinler, ikâmet edenler (bk. s-k-n)
semâ: gök (bk. s-m-v)velâyet: velilik (bk. v-l-y)
ziyadar: ışıklı, parlakzât-ı Ahmediye: yüksek velâyet sahibi olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) zâtı, şahsiyeti (bk. ḥ-m-d)
âlem-i ulvî: yüce âlem (bk. a-l-m)

<tbody>
</tbody>
 
Üst