Onuncu Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin İkinci Parçası - Sayfa 162

ve güneşin vücudunu muhtelif dillerle yad ediyorlar ve ışık parmaklarıyla ona işaret ediyorlar. Aynen öyle de, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun Muhyî isminin cilve-i âzamıyla berrin yüzünde ve bahrin içindeki zîhayatların kudret-i İlâhiye ile parlayıp, arkalarından gelenlere yer vermek için “Yâ Hayy” deyip perde-i gaybda gizlenmeleri, bir hayat-ı sermediye sahibi olan Zât‑ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına ve vücub-u vücuduna şehadetler, işaretler ettikleri gibi; umum mevcudatın tanziminde eseri görünen ilm-i İlâhîye şehadet eden bütün deliller ve kâinata tasarruf eden kudreti ispat eden bütün burhanlar ve tanzim ve idare-i kâinatta hükümfermâ olan irade ve meşieti ispat eden bütün hüccetler ve kelâm-ı Rabbânî ve vahy-i İlâhiyenin medarı olan risaletleri ispat eden bütün alâmetler, mucizeler ve hâkezâ yedi sıfât-ı İlâhiyeye şehadet eden bütün delâil, bil’ittifak Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına delâlet, şehadet, işaret ediyorlar. Çünkü, nasıl bir şeyde görmek varsa hayatı da vardır; işitmek varsa hayatın alâmetidir; söylemek varsa hayatın vücuduna işaret eder; ihtiyar, irade varsa hayatı gösterir. Aynen öyle de, bu kâinatta âsârıyla vücutları muhakkak ve bedihî olan kudret-i mutlaka ve irade-i şâmile ve ilm-i muhit gibi sıfatlar, bütün delâilleriyle, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına ve vücub-u vücuduna şehadet ederler ve bütün kâinatı bir gölgesiyle ışıklandıran ve bir cilvesiyle bütün dâr-ı âhireti zerrâtıyla beraber hayatlandıran hayat-ı sermediyesine şehadet ederler.

Hem hayat, melâikeye iman rüknüne dahi bakar, remzen ispat eder. Çünkü, madem kâinatta en mühim netice hayattır ve en ziyade intişar eden ve kıymettarlığı için nüshaları teksir edilen ve zemin misafirhanesini gelip geçen


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)</td><td>Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Zât, Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)</td></tr><tr><td>alâmet: işaret, belirti</td><td>bahr: deniz</td></tr><tr><td>bedihî: ap açık</td><td>berr: yer, kara</td></tr><tr><td>bil’ittifak: ittifakla, birleşerek</td><td>burhan: delil</td></tr><tr><td>cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)</td><td>cilve-i in’ikâs: yansımadan ileri gelen görüntü (bk. c-l-y)</td></tr><tr><td>cilve-i âzam: en büyük görüntü (bk. c-l-y; a-ẓ-m)</td><td>delâil: deliller</td></tr><tr><td>delâlet: delil olma, işaret etme</td><td>dâr-ı âhiret: âhiret yurdu (bk. e-ḫ-r)</td></tr><tr><td>hayat-ı sermediye: devamlı, sürekli hayat (bk. ḥ-y-y)</td><td>hâkeza: böylece</td></tr><tr><td>hüccet: delil</td><td>hükümfermâ: hüküm süren (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>idare-i kâinat: evrenin idaresi (bk. k-v-n)</td><td>ihtiyar: irade, seçme gücü, tercih (bk. ḫ-y-r)</td></tr><tr><td>ilm-i muhit: herşeyi içine alan ilim (bk. a-l-m)</td><td>ilm-i İlâhî: Allah’ın herşeyi kuşatan ilmi (bk. a-l-m; e-l-h)</td></tr><tr><td>iman: inanma (bk. e-m-n)</td><td>intişar etmek: yayılmak</td></tr><tr><td>irade: dileme, tercih, isteme (bk. r-v-d)</td><td>irade-i şâmile: herşeyi kuşatan irade (bk. r-v-d)</td></tr><tr><td>kafile: topluluk, grup</td><td>kelâm-ı Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın kelamı (bk. k-l-m; r-b-b) </td></tr><tr><td>kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)</td><td>kudret-i mutlaka: sınırsız güç, kuvvet ve iktidar (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve kudret (bk. ḳ-d-r; e-l-h)</td><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>kıymettarlık: kıymetlilik, değerlilik</td><td>medar: eksen, dayanak</td></tr><tr><td>melâike: melekler (bk. m-l-k)</td><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>meşiet: irade, istek, arzu</td><td>muhakkak: gerçekliği kesin olarak bilinen (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>muhtelif: çeşitli</td><td>mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>nüsha: kopya</td><td>perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b)</td></tr><tr><td>remzen: işareten</td><td>risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)</td></tr><tr><td>rükün: esas, şart (bk. r-k-n)</td><td>sıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, mukaddes özellikleri, nitelikleri (bk. v-ṣ-f; e-l-h) </td></tr><tr><td>tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)</td><td>tasarruf eden: herşeyi dilediği gibi kullanan ve yöneten (bk. ṣ-r-f)</td></tr><tr><td>teksir edilmek: çoğaltılmak (bk. k-s̱-r)</td><td>umum: bütün</td></tr><tr><td>vahy-i İlâhiye: Allah tarafından vahiyle gelen emir ve yasaklar (bk. v-ḥ-y; e-l-h)</td><td>vücub-u vücud: varlığının gerekli oluşu ve var olmak için bir nedene ihtiyacının olmayışı (bk. v-c-b; v-c-d) </td></tr><tr><td>vücut: varlık (bk. v-c-d)</td><td>yad etmek: anmak</td></tr><tr><td>yâ Hayy: ey gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)</td><td>zemin: yer</td></tr><tr><td>zerrât: zerreler, atomlar</td><td>ziyade: çok, fazla</td></tr><tr><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td><td>âsâr: eserler</td></tr><tr><td>şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin İkinci Parçası - Sayfa 163

şenlendiren zîhayatlardır. Ve madem küre-i arz bu kadar zîhayatın envâıyla dolmuş ve mütemadiyen zîhayat envâlarını tecdit ve teksir etmek hikmetiyle, her vakit dolar boşanır ve en hasis ve çürümüş maddelerinde dahi kesretle zîhayatlar halk edilerek bir mahşer-i huveynat oluyor. Ve madem hayatın süzülmüş en sâfi hülâsası olan şuur ve akıl ve en lâtif ve sabit cevheri olan ruh, bu küre-i arzda gayet kesretli bir surette halk olunuyorlar; adeta küre-i arz, hayat ve akıl ve şuur ve ervah ile ihyâ olup öyle şenlendirilmiş. Elbette küre-i arzdan daha lâtif, daha nuranî, daha büyük, daha ehemmiyetli olan ecrâm-ı semâviye, ölü, câmid, hayatsız, şuursuz kalması imkân haricindedir. Demek gökleri, güneşleri, yıldızları şenlendirecek ve hayattar vaziyetini verecek ve netice-i hilkat-i semâvâtı gösterecek ve hitâbât-ı Sübhâniyeye mazhar olacak olan zîşuur, zîhayat ve semâvâta münasip sekeneler, herhalde sırr-ı hayatla bulunuyorlar ki, onlar da melâikelerdir.

Hem hayatın sırr-ı mahiyeti, peygamberlere iman rüknüne bakıp remzen ispat eder. Evet, madem kâinat, hayat için yaratılmış ve hayat dahi Hayy-ı Kayyûm-u Ezelînin bir cilve-i âzamıdır, bir nakş-ı ekmelidir, bir san’at-ı ecmelidir. Madem hayat-ı sermediye, resullerin gönderilmesiyle ve kitapların indirilmesiyle kendini gösterir. (Evet, eğer kitaplar ve peygamberler olmazsa, o hayat-ı ezeliye bilinmez. Nasıl ki bir adamın söylemesiyle diri ve hayattar olduğu anlaşılır; öyle de, bu kâinatın perdesi altında olan âlem-i gaybın arkasında söyleyen, konuşan, emir ve nehyedip hitap eden bir Zâtın kelimâtını, hitâbâtını gösterecek, peygamberler ve nâzil olan kitaplardır.) Elbette kâinattaki hayat, kat’î bir surette Hayy-ı Ezelînin vücûb-u vücuduna kat’î şehadet ettiği gibi; o hayat-ı Ezeliyenin şuââtı, celevâtı, münâsebâtı olan “irsâl-i rusül” ve “inzâl-i kütüb” rükünlerine bakar,


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hayy-ı Ezelî: başlangıcı olmaksızın devamlı hayat sahibi olan Allah (bk. ḥ-y-y; e-z-l)</td><td>Hayy-ı Kayyûm-u Ezelî: varlığının ve diriliğinin başlangıcı olmayıp her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m; e-z-l)</td></tr><tr><td>celevât: cilveler, yansımalar (bk. c-l-y)</td><td>cevher: asıl, temel, öz</td></tr><tr><td>cilve-i âzam: en büyük görünüm (bk. c-l-y; a-ẓ-m)</td><td>câmid: cansız</td></tr><tr><td>ecrâm-ı semâviye: gök cisimleri (bk. s-m-v)</td><td>envâ: çeşitler, türler</td></tr><tr><td>ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ)</td><td>halk edilmek: yaratılmak (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>hariç: dışında</td><td>hasis: değersiz</td></tr><tr><td>hayat-ı ezeliye: başlangıcı olmayan sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-z-l) </td><td>hayat-ı sermediye: sürekli, devamlı hayat (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)</td><td>hikmet: gaye, maksat (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>hitâbât: hitâplar (bk. ḫ-ṭ-b)</td><td>hitâbât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah’ın kendine has hitap ve konuşmaları (bk. ḫ-ṭ-b; s-b-ḥ)</td></tr><tr><td>hülâsa: esas, öz</td><td>ihyâ: hayat verme (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>inzâl-i kütüb: kitapların indirilmesi (bk. n-z-l; k-t-b)</td><td>irsâl-i rusül: peygamberlerin gönderilmesi (bk. r-s-l)</td></tr><tr><td>kat’î: kesin</td><td>kelimât: kelimeler (bk. k-l-m)</td></tr><tr><td>kesretle: çoklukla (bk. k-s̱-r)</td><td>kesretli: çok (bk. k-s̱-r)</td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td><td>küre-i arz: yerküre, dünya</td></tr><tr><td>lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)</td><td>mahşer-i huveynat: küçük canlıların toplanma yeri (bk. ḥ-ş-r)</td></tr><tr><td>mazhar: nail olma, erişme (bk. ẓ-h-r)</td><td>melâike: melekler (bk. m-l-k)</td></tr><tr><td>münasip: uygun (bk. n-s-b)</td><td>münâsebât: bağlantılar, ilişkiler (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>mütemadiyen: sürekli olarak</td><td>nakş-ı ekmel: en mükemmel nakış (bk. n-ḳ-ş; k-m-l)</td></tr><tr><td>nehyetmek: yasaklamak</td><td>netice-i hilkat-i semâvât: göklerin yaratılış neticesi, gayesi (bk. ḫ-l-ḳ; s-m-v)</td></tr><tr><td>nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)</td><td>nâzil olmak: inmek (bk. n-z-l)</td></tr><tr><td>remzen: işareten</td><td>resul: peygamber (bk. r-s-l)</td></tr><tr><td>rükün: esas, şart (bk. r-k-n)</td><td>san’at-ı ecmel: en güzel sanat (bk. ṣ-n-a; c-m-l)</td></tr><tr><td>sekene: sakinler (bk. s-k-n)</td><td>semâvât: gökler (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)</td><td>sâfi: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)</td></tr><tr><td>sırr-ı hayat: hayat sırrı (bk. ḥ-y-y)</td><td>sırr-ı mahiyet: mahiyetinin, içyüzünün sırrı</td></tr><tr><td>tecdit: yenileme</td><td>teksir: çoğaltma (bk. k-s̱-r)</td></tr><tr><td>vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir nedene ihtiyacının olmaması (bk. v-c-b; v-c-d)</td><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)</td><td>âlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)</td></tr><tr><td>şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)</td><td>şuur: bilinç, idrak (bk.ş-a-r)</td></tr><tr><td>şuâât: ışınlar, parıltılar</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin İkinci Parçası - Sayfa 164

remzen ispat eder. Ve bilhassa risalet-i Muhammediye (a.s.m.) ve vahy-i Kur’ânî hayatın ruhu ve aklı hükmünde olduğundan, bu hayatın vücudu gibi hakkaniyetleri kat’îdir denilebilir.

Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır. Ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır. Ve akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır. Ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayattan ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü’l-hülâsadır ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.) dahi, kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır. Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) dahi âsârının şehadetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.), şuur‑u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur’ân dahi, hayattar hakaikinin şehadetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.

Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’ân gitse,
blank.gif
1
kâinat divâne olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.

Hem hayat, iman-ı bilkader rüknüne bakıyor, remzen ispat eder. Çünkü madem hayat âlem-i şehadetin ziyasıdır ve istilâ ediyor; ve vücudun neticesi ve gayesidir; ve Hâlık-ı Kâinatın en câmi’ âyinesidir; ve faaliyet-i Rabbâniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir, temsilde hata olmasın, bir nevi programı hükmündedir. Elbette âlem-i gayb, yani mazi, müstakbel, yani geçmiş ve gelecek mahlûkatın hayat-ı mâneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve mâlûmiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve evâmir-i tekvîniyeyi imtisale müheyyâ bir vaziyette bulunmalarını sırr-ı hayat iktiza ediyor.


[NOT]Dipnot-1 Peygamber Efendimiz (a.s.m.), kıyamete yakın bir dönemde, Kur’ân’ın yeryüzünden çekilip alınacağını ifade buyurmaktadır: İbni Mâce, Fiten 26; İbni Hibbân, es-Sahîh 15:267; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:520, 587.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hâlık-ı Kâinat: evreni ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)</td><td>cevher: asıl, temel, öz</td></tr><tr><td>câmi’: kapsamlı</td><td>divane: akılsız, deli</td></tr><tr><td>enmuzec: örnek, model</td><td>evâmir-i tekvîniye: yaratılışa ait işler (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>faaliyet-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın faaliyeti (bk. f-a-l; r-b-b)</td><td>hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>hakkaniyet: doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>hayat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in hayatı (bk. ḥ-y-y; ḥ-m-d)</td></tr><tr><td>hayat-ı kâinat: evrenin hayatı (bk. ḥ-y-y; k-v-n) </td><td>hayat-ı mâneviye: mânevî hayat (bk. ḥ-y-y; a-n-y) </td></tr><tr><td>hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)</td><td>his: duygu</td></tr><tr><td>hâlis: temiz, katıksız (bk. ḫ-l-ṣ)</td><td>hülâsa: öz, özet</td></tr><tr><td>hülâsatü’l-hülâsa: özün özü</td><td>iktiza: gerektirme</td></tr><tr><td>iman-ı bilkader: kadere iman (bk. e-m-n; ḳ-d-r)</td><td>imtisal: uyma, yerine getirme</td></tr><tr><td>intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)</td><td>istilâ: işgal, kaplama</td></tr><tr><td>kat’î: kesin</td><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>küre-i arz: yerküre, dünya</td><td>kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)</td></tr><tr><td>mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>mazi: geçmiş</td></tr><tr><td>meşhudiyet: şahit olunma hali (bk. ş-h-d)</td><td>mâlûmiyet: bilinme, belli olma (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>müheyyâ: hazır</td><td>müstakbel: gelecek</td></tr><tr><td>müstakil: başlı başına, bağımsız</td><td>nevi: çeşit</td></tr><tr><td>nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)</td><td>remzen: işareten</td></tr><tr><td>risalet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği (bk. r-s-l; ḥ-m-d)</td><td>ruh-u kâinat: evrenin ruhu (bk. r-v-ḥ; k-v-n) </td></tr><tr><td>rükün: esas, şart (bk. r-k-n)</td><td>seyyare: gezegen</td></tr><tr><td>sâfi: saf, duru (bk. ṣ-f-y)</td><td>sırr-ı hayat: hayatın sırrı (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>taayyün: meydana çıkma, belirlenme</td><td>temsil: benzetme, örnek (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>vahy-i Kur’ânî: vahiyle gelen Kur’ân-ı Kerim (bk. v-ḥ-y)</td><td>vücud: varlık (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>ziya: ışık</td><td>âlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)</td></tr><tr><td>âlem-i şehadet: görünen âlem (bk. a-l-m; ş-h-d) </td><td>âsâr: eserler</td></tr><tr><td>âyine: ayna</td><td>şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)</td><td>şuur-u kâinat: evrenin şuuru, bilinci (bk. ş-a-r; k-v-n)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin İkinci Parçası - Sayfa 165

Nasıl ki bir ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehâsında ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi, aynen ağaç gibi, bir nevi hayata mazhardırlar, belki ağacın kavânin-i hayatiyesinden daha ince kavânin-i hayatı taşıyorlar. Hem nasıl ki bu hazır bahardan evvel geçmiş güzün bıraktığı tohumlar ve kökler, bu bahar gittikten sonra gelecek baharlarda bırakacağı çekirdekler, kökler, bu bahar gibi cilve-i hayatı taşıyorlar ve kavânin-i hayatiyeye tâbidirler. Aynen öyle de, şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla herbirinin bir mazisi ve müstakbeli var; geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz’ünün ilm-i İlâhiyede muhtelif tavırlarla müteaddit vücutları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder. Ve vücud-u hâricî gibi, o vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin mânevî bir cilvesine mazhardır ki, mukadderât-ı hayatiye, o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır.

Evet, âlem-i gaybın bir nev’i olan âlem-i ervah, ayn-ı hayat ve madde-i hayat ve hayatın cevherleri ve zâtları olan ervah ile dolu olması, elbette mazi ve müstakbel denilen âlem-i gaybın bir diğer nev’i de ve ikinci kısmı dahi, cilve-i hayata mazhariyetini ister ve istilzam eder. Hem bir şeyin vücud-u ilmîsindeki intizam-ı ekmeli ve mânidar vaziyetleri ve canlı meyveleri, tavırları, bir nevi hayat-ı mâneviyeye mazhariyetini gösterir. Evet, hayat-ı ezeliye güneşinin ziyası olan bu gibi cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şehadete ve bu zaman-ı hazıra ve bu vücud-u hâricîye münhasır olamaz. Belki herbir âlem, kabiliyetine göre, o ziyanın cilvesine mazhardır. Ve kâinat, bütün âlemleriyle o cilve ile hayattar ve ziyadardır. Yoksa, nazar-ı dalâletin gördüğü gibi muvakkat ve zâhirî bir hayat altında herbir âlem, büyük ve müthiş birer cenaze ve karanlıklı birer virane âlem olacaktı.
İşte, kadere ve kazâya iman rüknünün dahi, geniş bir vecihte sırr-ı hayatla



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>ayn-ı hayat: hayatın kendisi (bk. ḥ-y-y)</td><td>cevher: öz, esas</td></tr><tr><td>cilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)</td><td>cilve-i hayat: hayat görüntüsü, yansıması (bk. c-l-y; ḥ-y-y) </td></tr><tr><td>cüz: parça (bk. c-z-e)</td><td>elvâh-ı kaderiye: kader çizgilerini içeren levhalar (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ)</td><td>güz: sonbahar</td></tr><tr><td>hayat-ı ezeliye: başlangıcı olmayan devamlı hayat (bk. ḥ-y-y; e-z-l)</td><td>hayat-ı mâneviye: maddî olmayan hayat (bk. ḥ-y-y; a-n-y) </td></tr><tr><td>hayat-ı umumiye: umuma ait, genel hayat (bk. ḥ-y-y)</td><td>hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>ilm-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan sınırsız ilmi (bk. a-l-m; e-l-h)</td><td>intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzen (bk. n-ẓ-m; k-m-l)</td></tr><tr><td>istilzam: gerektirme</td><td>kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>kavânin-i hayatiye: hayat kanunları (bk. ḳ-n-n; ḥ-y-y)</td><td>kazâ: olacağı Cenab-ı Hak tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması (bk. ḳ-ḍ-y)</td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td><td>madde-i hayat: hayat maddesi (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>mazhar: sahip (bk. ẓ-h-r)</td><td>mazhariyet: sahip olma (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>mazi: geçmiş zaman</td><td>muhtelif: çeşitli</td></tr><tr><td>mukadderât-ı hayatiye: kader kalemiyle yazılmış hayat programı (bk. ḳ-d-r; ḥ-y-y) </td><td>muvakkat: geçici</td></tr><tr><td>mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)</td><td>münhasır: ait, sınırlı</td></tr><tr><td>müntehâ: uç, son nokta</td><td>müstakbel: gelecek zaman</td></tr><tr><td>müteaddit: birçok, çeşitli</td><td>müteşekkil: oluşmuş</td></tr><tr><td>nazar-ı dalâlet: inançsızlık ve sapkınlık bakışı (bk. n-ẓ-r; ḍ-l-l)</td><td>nev: çeşit, tür</td></tr><tr><td>nevi: çeşit</td><td>rükün: esas, şart (bk. r-k-n)</td></tr><tr><td>silsile: zincir</td><td>silsile-i vücud-u ilmî: ilim halinde olan varlıklar zinciri (bk. v-c-d; a-l-m)</td></tr><tr><td>sırr-ı hayat: hayatın sırrı (bk. ḥ-y-y)</td><td>teşkil etme: oluşturma, meydana getirme</td></tr><tr><td>tâbi: ait, uyan</td><td>vecih: tarz, şekil</td></tr><tr><td>virane: harap</td><td>vücud-u haricî: ortaya çıkan, görünen varlık (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>vücud-u ilmî: ilim halinde olan varlık (bk. v-c-d; a-l-m)</td><td>vücut: varlık (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>zaman-ı hazır: şimdiki zaman</td><td>ziya: ışık</td></tr><tr><td>ziyadar: ışıklı</td><td>zâhirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>âlem: dünya (bk. a-l-m)</td><td>âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ) </td></tr><tr><td>âlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)</td><td>âlem-i şehadet: görünen âlem (bk. a-l-m; ş-h-d) </td></tr><tr><td>çekirdek-i aslî: asıl çekirdek, tohum</td><td>şecere-i kâinat: kâinat ağacı (bk. k-v-n)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin İkinci Parçası - Sayfa 166

anlaşılıyor ve sabit oluyor. Yani, nasıl ki âlem-i şehadet ve mevcut hazır eşya, intizamlarıyla ve neticeleriyle hayattarlıkları görünüyor; öyle de, âlem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mahlûkatın dahi mânen hayattar bir vücud-u mânevîleri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki, Levh-i Kazâ ve Kader vasıtasıyla o mânevî hayatın eseri, mukadderat namıyla görünür, tezahür eder.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Levh-i Kazâ ve Kader: olmuş ve olacak şeylerin Allah’ın ilmindeki varlıkları (bk. ḳ-ḍ-y; ḳ-d-r)</td><td>eşya: varlıklar</td></tr><tr><td>hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)</td><td>intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>mevcut: var olan (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>mukadderat: Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar (bk. ḳ-d-r)</td><td>mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>nam: ad</td><td>sübut-u ilmî: ilmî gerçeklik (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmak (bk. ẓ-h-r)</td><td>vücud-u mânevî: mânevî varlık (bk. v-c-d; a-n-y) </td></tr><tr><td>âlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b) </td><td>âlem-i şehadet: görünen âlem (bk. a-l-m; ş-h-d)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin Üçüncü Parçası - Sayfa 167

Zeylin Üçüncü Parçası
blank.gif
1

Haşir münasebetiyle bir suâl:

Kur’ân’da mükerreren
blank.gif
2
اِنْ كَانَتْ اِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً hem

blank.gif
3
وَمَاۤ اَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ fermanları gösteriyor ki, haşr-i âzam bir anda, zamansız vücuda geliyor. Dar akıl ise, bu hadsiz derece harika ve emsalsiz olan meseleyi iz’an ile kabul etmesine medar olacak meşhud bir misal ister.

Elcevap: Haşirde ruhların cesetlere gelmesi var; hem cesetlerin ihyası var; hem cesetlerin inşası var. Üç meseledir.

BİRİNCİ MESELE

Ruhların cesetlerine gelmesine misâl ise, gayet muntazam bir ordunun efradı istirahat için her tarafa dağılmışken, yüksek sadalı bir boru sesiyle toplanmalarıdır.

Evet, İsrâfil’in borusu olan sûru,
blank.gif
4
ordunun borazanından geri olmadığı gibi, ebedler tarafında ve zerreler âleminde iken, ezel cânibinden gelen,
blank.gif
5
اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ hitabını işiten ve
blank.gif
6
قَالُوا بَلٰى ile cevap veren ervahlar, elbette ordunun neferatından binler derece daha musahhar ve muntazam ve mutîdirler. Hem değil yalnız ruhlar, belki bütün zerreler dahi bir ordu-yu Sübhânî ve emirber neferleri olduğunu kat’î burhanlarla Otuzuncu Söz ispat etmiş.


[NOT]Dipnot-1 Buraya Zeylin Üçüncü Parçası olarak giren bu kısım, ayrıca Şualar’dan İkinci Şua’nın Hâtime’sinde “Uzunca Bir Hâşiye” başlığı adı altında da yer almaktadır.

Dipnot-2
“Kıyamet işi, tek bir sayha ile olacak!” Yâsin Sûresi, 36:29.

Dipnot-3
“Kıyâmetin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadardır…” Nahl Sûresi, 16:77.

Dipnot-4
bk. En’âm Sûresi, 6:73; Kehf Sûresi, 18:99; Tâhâ Sûresi, 20:102; Mü’minûn Sûresi, 23:101; Neml Sûresi, 27:87; Yâsîn Sûresi, 36:49, 51, 53; Sâffât Sûresi, 37:19; Sâd Sûresi, 38:15; Zümer Sûresi, 39:68; Kaf Sûresi, 50:20, 42; Hâkka Sûresi, 69:13; Nebe Sûresi, 78:19, Nâziât Sûresi, 79:6-7, 13.

Dipnot-5
“Ben Sizin Rabbiniz değil miyim?” A’raf Sûresi,7:172.

Dipnot-6
“Onlar da ‘Evet!” diye ikrar etmişlerdi.” A’râf Sûresi, 7:172.[/NOT]


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>burhan: kesin delil</td><td>cânip: taraf</td></tr><tr><td>ebed: sonu olmayan, sonsuzluk; sonsuz gelecek zaman (bk. e-b-d)</td><td>efrad: fertler, bireyler (bk. f-r-d)</td></tr><tr><td>emirber nefer: emre hazır asker</td><td>emsal: benzer (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ)</td><td>ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzluk (bk. e-z-l)</td></tr><tr><td>ferman: buyruk</td><td>hadsiz: sınırsız</td></tr><tr><td>haşir/haşr-i âzam: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r; a-ẓ-m)</td><td>ihya: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>inşa: yapma, bina etme, vücuda getirme (bk. n-ş-e)</td><td>istirahat: rahatlama, dinlenme</td></tr><tr><td>iz’an: şüphesiz, kesin şekilde inanma</td><td>kat’î: kesin</td></tr><tr><td>medar: sebep, vesile</td><td>meşhud: görünen (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>misâl: örnek (bk. m-s̱-l)</td><td>muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>musahhar: emre uyan, boyun eğen</td><td>mutî: itaat eden</td></tr><tr><td>mükerreren: tekrarla, defalarca</td><td>münasebet: bağlantı, ilişki (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>neferat: askerler, erler</td><td>ordu-yu Sübhânî: her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Cenab-ı Allah’ın bir ordu gibi yaratıp sevk ettiği yaratıklar (bk. s-b-ḥ)</td></tr><tr><td>sada: ses</td><td>sûr: kıyamet günü Hz. İsrafil’in (a.s.) üfleyeceği boru</td></tr><tr><td>vücud: varlık (bk.i)</td><td>zerre: atom, maddenin en küçük parçası</td></tr><tr><td>zeyl: ek, ilâve</td><td>İsrafil: (bk. bilgiler)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin Üçüncü Parçası - Sayfa 168

İKİNCİ MESELE

Cesedlerin ihyasına misâl ise, çok büyük bir şehirde, şenlik bir gecede, birtek merkezden yüz bin elektrik lâmbaları âdeta zamansız bir anda canlanmaları ve ışıklanmaları gibi, bütün küre-i arz yüzünde dahi, birtek merkezden yüz milyon lâmbalara nur vermek mümkündür. Madem Cenâb-ı Hakkın elektrik gibi bir mahlûku ve bir misafirhanesinde bir hizmetkârı ve bir mumdarı, Hâlıkından aldığı terbiye ve intizam dersiyle bu keyfiyete mazhar oluyor. Elbette, elektrik gibi, binler nuranî hizmetkârlarının temsil ettikleri hikmet-i İlâhiyenin muntazam kanunları dairesinde, haşr-i âzam tarfetü’l-aynda vücuda gelebilir.

ÜÇÜNCÜ MESELE

Ecsâdın def’aten inşasının misâli ise:

Bahar mevsiminde, birkaç gün zarfında, nev-i beşerin umumundan bin derece ziyade olan umum ağaçların, bütün yaprakları, evvelki baharın aynı gibi, birden mükemmel bir surette inşaları ve yine umum ağaçların umum çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçmiş baharın mahsulâtı gibi, berk gibi bir sür’atle icadları...

Hem o baharın mebde’leri olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin birden, beraber intibahları ve inkişafları ve ihyaları, hem kemiklerden ibaret olarak, ayakta duran emvât gibi bütün ağaçların cenazeleri, bir emirle def’aten “ba’sü bâde’l-mevt”e mazhariyetleri ve neşirleri, hem küçücük hayvan taifelerinin hadsiz efratlarının gayet derecede san’atlı bir surette ihyaları, hem bilhassa sinekler kabilelerinin haşirleri ve bilhassa daima yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve nezafeti ihtar eden ve yüzümüzü okşayan, göz önündeki kabilenin bir senede neşr olan efradı, benî Âdemin Âdem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu halde, her baharda sair kabilelerle beraber birkaç gün zarfında inşaları ve ihyaları, haşirleri, elbette kıyamette ecsâd-ı insaniyenin inşasına bir misâl değil belki binler misâldirler.



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>ba’sü bâde’l-mevt: öldükten sonra tekrar diriltme (bk. m-v-t)</td><td>benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar</td></tr><tr><td>berk: şimşek</td><td>bilhassa: özellikle</td></tr><tr><td>defâten: hemen, birden bire</td><td>ecsâd: cesetler</td></tr><tr><td>ecsâd-ı insaniye: insan cesetleri</td><td>efrat: fertler (bk. f-r-d)</td></tr><tr><td>emvât: ölüler (bk. m-v-t)</td><td>evvelki: önceki</td></tr><tr><td>hadsiz: sayısız</td><td>haşr-i âzam/haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r; a-ẓ-m)</td></tr><tr><td>hikmet-i İlâhiye: Allah’ın hikmeti; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m; e-l-h)</td><td>hizmetkâr: hizmetçi</td></tr><tr><td>icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)</td><td>ihtar eden: hatırlatan</td></tr><tr><td>ihya: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)</td><td>inkişaf: gelişme, açılma (bk. k-ş-f)</td></tr><tr><td>intibah: uyanma</td><td>intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>inşa: yapma, bina etme, vücuda getirme (bk. n-ş-e)</td><td>kabile: topluluk, koloni</td></tr><tr><td>keyfiyet: durum, özellik, nitelik</td><td>küre-i arz: yerküre, dünya</td></tr><tr><td>kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması, kâinatın ölümünden sonra, bütün ölülerin dirilip ayağa kalkmaları, mahşerde toplanmaları (bk. ḳ-v-m)</td><td>mahlûk: yaratılmış (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>mahsulât: ürünler</td><td>mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>mazhariyet: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)</td><td>mebde’: başlangıç</td></tr><tr><td>misâl: örnek (bk. m-s̱-l)</td><td>mumdar: ışık veren</td></tr><tr><td>muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)</td><td>nev-i beşer: insanlar</td></tr><tr><td>nezafet: temizlik (bk. n-z-f)</td><td>neşir: yayılma</td></tr><tr><td>nur: ışık (bk. n-v-r)</td><td>nuranî: nurlu, ışıklı (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>sair: diğer</td><td>suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>sür’at: hız</td><td>taife: topluluk</td></tr><tr><td>tarfetü’l-ayn: göz açıp kapayıncaya kadar</td><td>umum: bütün</td></tr><tr><td>vücud: varlık (bk. v-c-d)</td><td>zarfında: içinde</td></tr><tr><td>ziyade: çok, fazla</td><td>Âdem: (bk. bilgiler)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin Üçüncü Parçası - Sayfa 169

Evet, dünya dârü’l-hikmet ve âhiret dârü’l-kudret olduğundan, dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbî gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece tedrici ve zamanla olması, hikmet-i Rabbâniyenin muktezası olmuş. Âhirette ise, hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için, maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan, birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda, bir lemhada inşasına işareten, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan

blank.gif
1
وَمَاۤ اَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ أَقْرَبُ ferman eder.

Eğer haşrin gelmesini gelecek baharın gelmesi gibi kat’î bir sûrette anlamak istersen, haşre dair Onuncu Söz ile Yirmi Dokuzuncu Söze dikkatle bak, gör. Eğer baharın gelmesi gibi inanmazsan, gel, parmağını gözüme sok!

DÖRDÜNCÜ MES’ELE olan mevt-i dünya ve kıyamet kopması ise:

Bir anda bir seyyare veya bir kuyruklu yıldızın emr-i Rabbânî ile küremize, misafirhanemize çarpması, bu hanemizi harap edebilir: On senede yapılan bir sarayın bir dakikada harap olması gibi.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 “Kıyâmetin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)</td><td>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan, mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)</td></tr><tr><td>Müdebbir: idare eden, ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. d-b-r)</td><td>Mürebbî: herşeyi terbiye eden, eğiten, yetiştiren Allah (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>Mürettib: herşeyi tertip ve düzene sokan Allah </td><td>dârü’l-hikmet: hikmet yeri; işlerin bir sebebe ve zamana bağlı olarak yapıldığı yer olan dünya (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>dârü’l-kudret: kudret yeri; herbir şeyin maddeye, zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakılmadan, birden yaratıldığı âhiret yurdu (bk. ḳ-d-r)</td><td>emr-i Rabbânî: herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın emri (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>ferman: emir, buyruk</td><td>hane: ev</td></tr><tr><td>harap: yıkıp yok etme</td><td>haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)</td></tr><tr><td>hikmet-i Rabbâniye/hikmet: Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması (bk. ḥ-k-m; r-b-b)</td><td>icad-ı eşya: varlıkların yaratılması (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>iktiza: gerektirme</td><td>inşa: yapma, vücuda getirme, yaratma (bk. n-ş-e)</td></tr><tr><td>kat’î: kesin</td><td>kudret: güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>küre: dünya</td><td>kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması, kâinatın ölümünden sonra, bütün ölülerin dirilip ayağa kalkmaları, mahşerde toplanmaları (bk. ḳ-v-m)</td></tr><tr><td>lemha: bir göz atış</td><td>mevt-i dünya: dünyanın ölümü (bk. m-v-t)</td></tr><tr><td>mukteza: gereklilik</td><td>müddet: zaman</td></tr><tr><td>rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)</td><td>seyyare: gezegen</td></tr><tr><td>sûret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td><td>tedrici: yavaş yavaş, derece derece</td></tr><tr><td>tezahür: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)</td><td>ziyade: çok, fazla</td></tr><tr><td>âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin Üçüncü Parçası - Sayfa 170

Zeylin Dördüncü Parçası قَالَ مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ وَهِىَ رَمِيمٌ قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِۤى اَنْشَاَهَاۤ
اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ
blank.gif
1

Yâni, insan der: “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” Sen, de: “Kim, onları bidayeten inşa edip hayat vermiş ise o diriltecek.”

Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatının Üçüncü Temsilinde tasvir edildiği gibi: Bir zât, göz önünde bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, “Şu zât, efradı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar; tabur nizamı altına getirebilir.” Sen ey insan, desen: “İnanmam”; ne kadar divanece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi, hiçlikten, yeniden ordumisal bütün hayvânat ve sâir zîhayatın, taburmisal cesedlerini kemâl-i intizamla ve mîzan-i hikmetle o bedenlerin zerratını ve letâifini emr-i كُنْ فَيَكُونُ
blank.gif
2
ile kaydedip yerleştiren ve her karnda, hatta her baharda rûy-i zeminde yüz binler ordu-misâl zevi’l-hayatın envâlarını ve tâifelerini îcad eden bir Zât-ı Kadîr-i Alîm, tabur-misal bir cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrât-ı esasiye ve eczâ-yı asliyeyi bir sayha ile Sûr-u İsrâfil’in borusuyla nasıl toplayabilir? İstib’ad sûretinde denilir mi? Denilse, eblehcesine bir divâneliktir.

blank.gif
3
Hem, Kur’ân, kâh oluyor ki, Cenâb-ı Hakkın âhiretteki harika ef’âllerini kal-be kabul ettirmek için ihzariye hükmünde ve zihni tasdike müheyyâ etmek için


[NOT]Dipnot-1 Yâsin Sûresi, 36:78-79.

Dipnot-2
“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-3
Buradan itibaren Zeylin Beşinci Parçasına kadarki kısım; Yirmi Beşinci Sözün İkinci Şûlesinin Sekizinci Meziyet-i Cezâletidir ve orada ayrıca yer almaktadır.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Sûr-u İsrâfil: Allah’ın emri ile Hz. İsrafil’in kıyamet kopacağı zaman üfleyeceği boru (bk. bilgiler)</td><td>Zât-ı Kadîr-i Alîm: herşeyi hakkıyla bilen ve sonsuz güç ve kudret sahibi Zât, Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)</td></tr><tr><td>bidayeten: başlangıçta</td><td>divane: akılsız, deli</td></tr><tr><td>eblehce: aptalca, ahmakça</td><td>eczâ-yı asliye: asıl parçalar (bk. c-z-e)</td></tr><tr><td>efrad: fertler (bk. f-r-d)</td><td>ef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l)</td></tr><tr><td>envâ: çeşitler, türler</td><td>hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)</td><td>ihzariye: hazırlık (bk. ḥ-ḍ-r)</td></tr><tr><td>inkâr: inanmama, kabul etmeme (bk. n-k-r)</td><td>inşa: yapma, bina etme, vücuda getirme (bk. n-ş-e)</td></tr><tr><td>istib’ad: akıldan uzak görme</td><td>istirahat: dinlenme, rahatlama</td></tr><tr><td>karn: asır, çağ</td><td>kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m) </td></tr><tr><td>kâh: bazan</td><td>letâif: duygular (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>mîzan-ı hikmet: hikmetin ölçüsü (bk. v-z-n; ḥ-k-m)</td><td>müheyyâ etmek: hazırlamak</td></tr><tr><td>nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)</td><td>ordumisal: ordu gibi (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>rû-yi zemin: yeryüzü</td><td>sayha: sesleniş</td></tr><tr><td>sâir: diğer, başka</td><td>sûret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>tabur: bir askerî birlik</td><td>taburmisal: tabur gibi (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>tasdik: doğrulama, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)</td><td>tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme; analoji (bk. m-s̱-l)</td><td>teşkil: bir araya getirme</td></tr><tr><td>tâife: topluluk</td><td>zerrat: zerreler, atomlar</td></tr><tr><td>zerrât-ı esasiye: esas parçalar</td><td>zevi’l-hayat: hayat sahipleri, canlılar (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>zeyl: ilâve, ek</td><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin Üçüncü Parçası - Sayfa 171

bir idadiye suretinde, dünyadaki acaib ef’âlini zikreder. Veyahut istikbalî ve uhrevî olan ef’âl-i acîbe-i İlâhiyeyi öyle bir surette zikreder ki, meşhudumuz olan çok nazireleriyle onlara kanaatimiz gelir. Meselâ,

blank.gif
1
اَوَلَمْ يَرَ اْلاِنْسَانُ اَنَّاخَلَقْناَهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَخَصِيمٌ مُبِينٌ tâ sûrenin âhirine kadar... İşte, şu bahiste, haşir meselesinde, Kur’ân-ı Hakîm, haşri ispat için yedi sekiz surette, muhtelif bir tarzda ispat ediyor.

Evvelâ neş’e-i ûlâyı nazara verir, der ki: Nutfeden alâkaya, alâkadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-i insaniyeye kadar olan neş’etinizi görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki neş’e-i uhrâyı inkâr ediyorsunuz? O onun misli, belki daha ehvenidir.

Hem Cenâb-ı Hak insana karşı ettiği ihsânât-ı azîmeyi

blank.gif
2
اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ اْلاَخْضَرِ نَارًا kelimesiyle işaret edip der: Size böyle nimet eden bir Zât sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.
Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib’âd ediyorsunuz.

Hem semâvât ve arzı halk eden, semâvât ve arzın meyvesi olan insanın hayat ve memâtından âciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terk etmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhude yapar mı zannedersiniz?

Der: Haşirde sizi ihyâ edecek Zât öyle bir zâttır ki, bütün kâinat Ona emirber nefer hükmündedir; emr-iكُنْ فَيَكُونُ
blank.gif
3
’a karşı kemâl-i inkıyadla serfurû eder.


[NOT]Dipnot-1 “Görmedi mi o insan? Biz onu bir damla sudan yarattık da, sonra o Bize ap açık bir düşman kesiliverdi.” Yâsin Sûresi, 36:77.

Dipnot-2
“Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır.” Yâsin Sûresi, 36:80.

Dipnot-3
“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)</td><td>abes: anlamsız, faydasız</td></tr><tr><td>acaib-i ef’âl: şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı işler ve fiiler (bk. f-a-l)</td><td>alâka: kan pıhtısı, embriyo</td></tr><tr><td>arz: yer</td><td>bahis: konu</td></tr><tr><td>beyhude: boşuna</td><td>ecza: parçalar (bk. c-z-e)</td></tr><tr><td>ef’âl-i acîbe-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı harika fiilleri (bk. f-a-l; e-l-h) </td><td>ehven: kolay</td></tr><tr><td>emirber nefer: emre hazır asker</td><td>evvelâ: ilk önce</td></tr><tr><td>halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)</td></tr><tr><td>hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)</td><td>hilkat şeceresi: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>hilkat-i insaniye: insanın yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>idadiye: hazırlık</td></tr><tr><td>ihsânât-ı azîme: çok büyük ihsanlar, ikramlar (bk. ḥ-s-n; a-ẓ-m)</td><td>ihyâ: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>istib’ad: akıldan uzak görme</td><td>istikbalî: geleceğe ait</td></tr><tr><td>kanaat: razı olma, inanma</td><td>kemâl-i inkıyad: tam itaat (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td><td>kıyas: karşılaştırma</td></tr><tr><td>memât: ölümler (bk. m-v-t)</td><td>meşhud: görünen (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>misl: benzer (bk. m-s̱-l)</td><td>mudga: et parçası, bir çiğnem et</td></tr><tr><td>muhtelif: çeşitli</td><td>nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nazire: örnek, benzer (bk. n-ẓ-r)</td><td>neş’e-i ûlâ: insanın ilk yaratılışı (bk. n-ş-e)</td></tr><tr><td>neş’e-yi uhrâ: öldükten sonra ikinci kez yaratılış (bk. n-ş-e; e-ḫ-r)</td><td>neş’et: doğma, ortaya çıkma (bk. n-ş-e)</td></tr><tr><td>nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni</td><td>remzen: işareten</td></tr><tr><td>semâvat: gökler (bk. s-m-v)</td><td>serfurû etmek: boyun eğmek</td></tr><tr><td>suret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td><td>uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)</td></tr><tr><td>zikretmek: anmak, hatırlatmak</td><td>âciz: güçsüz, zavallı (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>âhir: son (bk. e-ḫ-r)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin Üçüncü Parçası - Sayfa 172

Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar Ona ehven gelir. Bütün hayvânâtı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır. Öyle bir Zâta karşı

blank.gif
1
مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ deyip kudretine karşı tâcizle meydan okunmaz.

Sonra,
blank.gif
2
فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ tabiriyle, herşeyin dizgini elinde, herşeyin anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitabın sahifeleri gibi kolayca çevirir, dünya ve âhireti iki menzil gibi bunu kapar, onu açar bir Kadîr-i Zülcelâldir.

Madem böyledir. Bütün delâilin neticesi olarak
blank.gif
3
وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ yani, kabirden sizi ihyâ edip, haşre getirip huzur-u kibriyâsında hesabınızı görecektir.

İşte, şu âyetler, haşrin kabulüne zihni müheyyâ etti, kalbi de hazır etti. Çünkü nezâirini dünyevî ef’âl ile de gösterdi.

Hem kâh oluyor ki, ef’âl-i uhreviyesini öyle bir tarzda zikreder ki, dünyevî nezâirlerini ihsas etsin, tâ istib’âd ve inkâra meydan kalmasın.

Meselâ
blank.gif
4
اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ilâ ahir, ve
blank.gif
5
اِذَا السَّمَاۤءُ انْفَطَرَتْ ilâ ahir,
ve
blank.gif
6
اِذَا السَّمَاۤءُ انْشَقَّتْ ilâ ahir.

İşte, şu sûrelerde, kıyamet ve haşirdeki inkılâbât-ı azîmeyi ve tasarrufât-ı rububiyeti öyle bir tarzda zikreder ki, insan onların nazirelerini dünyada, meselâ güzde, baharda gördüğü için, kalbe dehşet verip akla sığmayan o inkılâbâtı kolayca kabul eder. Şu üç sûrenin meâl-i icmâlîsine işaret dahi pek uzun olur. Onun için birtek kelimeyi nümune olarak göstereceğiz.


[NOT]Dipnot-1 “Çürümüş kemikleri kim diriltir?” Yâsin Sûresi, 36:78.

Dipnot-2
“Herşeyin hüküm ve tasarrufu elinde olan Zât, her türlü kusur ve noksandan münezzehtir.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-3
“Siz de Ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-4
“Güneş dürülüp toplandığında.” Tekvir Sûresi, 81:1.

Dipnot-5
“Gök yarıldığında.” İnfitar Sûresi, 82:1.

Dipnot-6
“Gök yarıldığında.” İnşikak Sûresi, 84:1.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)</td><td>delâil: deliller, işaretler</td></tr><tr><td>dünyevî: dünyaya ait</td><td>ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)</td></tr><tr><td>ef’âl-i uhreviye: âhirete ait işler (bk. f-a-l; e-ḫ-r) </td><td>ehven: kolay</td></tr><tr><td>güz: sonbahar</td><td>halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)</td><td>haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)</td></tr><tr><td>huzur-u kibriyâ: sonsuz büyüklük sahibi olan Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; k-b-r)</td><td>icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>ihsas etmek: hissettirmek</td><td>ihyâ: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>inkâr: inanmama, kabul etmeme (bk. n-k-r)</td><td>inkılâbât: büyük değişimler</td></tr><tr><td>inkılâbât-ı azîme: çok büyük değişimler (bk. a-ẓ-m)</td><td>istib’âd: akıldan uzak görme </td></tr><tr><td>kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)</td><td>kâh: bazan</td></tr><tr><td>kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması, kâinatın ölümünden sonra, bütün ölülerin dirilip ayağa kalkmaları, mahşerde toplanmaları (bk. ḳ-v-m)</td><td>menzil: ev, mekan (bk. n-z-l)</td></tr><tr><td>meâl-i icmâlî: kısaca açıklama (bk. c-m-l)</td><td>müheyyâ: hazırlama</td></tr><tr><td>nazire: benzer, örnek (bk. n-ẓ-r)</td><td>nezâir: benzerler, örnekler (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nümune: örnek</td><td>tabir: ifade</td></tr><tr><td>tarz: şekil, biçim</td><td>tasarrufât-ı rububiyet: Allah’ın her şeyi dilediği gibi kullanması ve yönetmesi (bk. ṣ-r-f; r-b-b)</td></tr><tr><td>tâciz: rahatsız etme</td><td>zikretmek: anmak, belirtmek</td></tr><tr><td>âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin Üçüncü Parçası - Sayfa 173

Meselâ
blank.gif
1
اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ kelimesi ifade eder ki, haşirde herkesin bütün a’mâli bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor. Şu mesele, kendi kendine çok acaip olduğundan, akıl ona yol bulamaz. Fakat sûrenin işaret ettiği gibi, haşr-i baharîde başka noktaların naziresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zâhirdir. Çünkü, her meyvedar ağacın ve çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var, esmâ-i İlâhiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmişse ubûdiyetleri var. İşte, onun, bütün bu amelleri tarih-i hayatlarıyla beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp, başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği şekil ve suret lisanıyla, gayet fasih bir surette, analarının ve asıllarının a’mâlini zikrettiği gibi, dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle, sahife-i a’mâlini neşreder. İşte, gözümüzün önünde bu hakîmâne, hafîzâne, müdebbirâne, mürebbiyâne, lâtifâne şu işi yapan Odur ki, der: اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ

Başka noktaları buna kıyas eyle, kuvvetin varsa istinbat et. Sana yardım için bunu da söyleyeceğiz: İşte,اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ
blank.gif
2
şu kelâm, tekvir lâfzıyla, yani “sarmak ve toplamak” mânâsıyla parlak bir temsile işaret ettiği gibi, nazirini dahi ima eder.

Birinci: Evet, Cenâb-ı Hak tarafından adem ve esir ve semâ perdelerini açıp, güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misal bir lâmbayı, hazine-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapandıktan sonra, o pırlantayı perdelerine sarıp kaldıracak.

İkinci: Veya, ziya metâını neşretmek ve zeminin kafasına ziyayı zulmetle münavebeten sarmakla muvazzaf bir memur olduğunu ve her akşam o memura metâını


[NOT]Dipnot-1 “Defterler açıldığında.” Tekvir Sûresi, 81:10.

Dipnot-2
“Güneş dürülüp toplandığında.” Tekvir Sûresi, 81:1.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>adem: yokluk, hiçlik</td></tr><tr><td>amel: davranış, iş</td><td>a’mâl: davranışlar, işler</td></tr><tr><td>esir: kâinatı kapladığına inanılan madde</td><td>esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)</td></tr><tr><td>fasih: güzel, düzgün ve açık konuşan (bk. f-ṣ-ḥ)</td><td>hafîzâne: koruyup gözeterek, esirgeyerek ve saklayarak (bk. ḥ-f-ẓ)</td></tr><tr><td>hakîmâne: hikmetli bir şekilde, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)</td><td>hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)</td></tr><tr><td>haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)</td><td>haşr-i baharî: bahardaki diriliş, bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişi (bk. ḥ-ş-r)</td></tr><tr><td>ima: işaret</td><td>istinbat: bir söz veya bir işten gizli bir mânâ ve hüküm çıkarma</td></tr><tr><td>kelâm: söz (bk. k-l-m)</td><td>kıyas: karşılaştırma</td></tr><tr><td>lâfız: söz, kelime</td><td>lâtifâne: hoş ve güzel bir şekilde (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>metâ: kıymetli eşya</td><td>meyvedar: meyveli, meyve veren</td></tr><tr><td>muvazzaf: görevli</td><td>müdebbirâne: tedbirli bir şekilde, herşeyi önceden düşünerek (bk. d-b-r)</td></tr><tr><td>münavebeten: nöbetleşerek</td><td>mürebbiyâne: terbiye ederek ve yetiştirerek (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>nazir: benzer (bk. n-ẓ-r)</td><td>nazire: benzer, örnek (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>neşr-i suhuf: hesapların görülmesi için amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin hesabının görülmesi</td><td>neşredilmek: yayılmak</td></tr><tr><td>pırlanta-misal: pırlanta gibi (bk. m-s̱-l)</td><td>sahife-i a’mâl: iş ve davranışların yazıldığı sahifeler</td></tr><tr><td>semâ: gök (bk. s-m-v)</td><td>suret: tarz, biçim (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>tarih-i hayat: hayatın tarihi (bk. ḥ-y-y)</td><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler ve varlıkların hal diliyle bu anlamı ifade etmesi (bk. s-b-ḥ)</td><td>ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)</td></tr><tr><td>umum: bütün</td><td>zemin: yer </td></tr><tr><td>ziya: ışık</td><td>zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)</td></tr><tr><td>zâhir: açık (bk. ẓ-h-r)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin Üçüncü Parçası - Sayfa 174

toplattırıp gizlettiği gibi, kâh olur bir bulut perdesiyle alışverişini az yapar, kâh olur ay onun yüzüne karşı perde olur, muamelesini bir derece çeker; metâını ve muamelât defterlerini topladığı gibi, elbette o memur bir vakit o memuriyetten infisal edecektir. Hattâ hiçbir sebeb-i azl bulunmazsa, şimdilik küçük, fakat büyümeye yüz tutmuş yüzündeki iki leke büyümekle, güneş, yerin başına izn-i İlâhî ile sardığı ziyayı emr-i Rabbânî ile geriye alıp, güneşin başına sarıp, “Haydi, yerde işin kalmadı,” der. “Cehenneme git, sana ibadet edip senin gibi bir memur-u musahharı sadakatsizlikle tahkir edenleri yak” der,
blank.gif
1
اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ fermanını lekeli siyah yüzüyle yüzünde okur.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 “Güneş dürülüp toplandığında.” Tekvir Sûresi, 81:1.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>emr-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın emri (bk. r-b-b)</td><td>ferman: emir, buyruk</td></tr><tr><td>infisal etmek: görevinden ayrılmak</td><td>izn-i İlâhî: Allah’ın izni (bk. e-l-h)</td></tr><tr><td>kâh: bazan</td><td>memur-u musahhar: emre itaat eden memur</td></tr><tr><td>metâ: kıymetli eşya</td><td>muamele: davranış, iş</td></tr><tr><td>muamelât: işler</td><td>sadakat: bağlılık (bk. ṣ-d-ḳ)</td></tr><tr><td>sebeb-i azil: memurluktan çıkarılma sebebi</td><td>tahkir: hakaret, aşağılama</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin Beşinci Parçası - Sayfa 175

Zeylin Beşinci Parçası
blank.gif
1

Evet, nass-ı hadisle, nev-i beşerin en mümtaz şahsiyetleri olan yüz yirmi dört bin enbiyanın
blank.gif
2
icmâ ve tevatürle, kısmen şuhuda ve kısmen hakkalyakîne istinaden, müttefikan âhiretin vücudundan ve insanların oraya sevk edileceğinden ve bu kâinat Hâlıkının kat’î vaad ettiği âhireti getireceğinden haber verdikleri gibi; onların verdikleri haberi keşif ve şuhud ile, ilmelyakîn suretinde tasdik eden yüz yirmi dört milyon evliyanın o âhiretin vücuduna şehadetleriyle ve bu kâinatın Sâni-i Hakîminin bütün esmâsı bu dünyada gösterdikleri cilveleriyle bir âlem-i bekàyı bilbedâhe iktiza ettiklerinden, yine âhiretin vücuduna delâletiyle; ve her sene, baharda, rû-yi zeminde ayakta duran had ve hesaba gelmez ölmüş ağaçların cenazelerini emr-i كُنْ فَيَكُونُ
blank.gif
3
ile ihyâ edip ba’sü ba’delmevt’e mazhar eden ve haşir ve neşrin yüz binler nümunesi olarak nebâtat taifelerinden ve hayvânat milletlerinden üç yüz bin nevileri haşir ve neşreden hadsiz bir kudret-i ezeliye ve hesapsız ve israfsız bir hikmet-i ebediye ve rızka muhtaç bütün zîruhları kemâl-i şefkatle gayet harika bir tarzda iâşe ettiren ve her baharda az bir zamanda had ve hesaba gelmez envâ-ı ziynet ve mehâsini gösteren bir rahmet-i bâkiye


[NOT]Dipnot-1 Bu kısım, aynı zamanda Yirmi Altıncı Lem’a’nın Beşinci Ricâsının haşirle ilgili bir parçasıdır.

Dipnot-2
bk. Müsned, 5:266; Veliyyüddin Tebrizî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:122; İbnü’l-Kayyım el-Cevzî, Zâdü’l-Meâd, (Tahkik: el-Arnavud), 1:43-44.

Dipnot-3
“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>ba’sü bâde’l-mevt: öldükten sonra tekrar diriltilme (bk. m-v-t)</td><td>bilbedâhe: ap açık bir şekilde</td></tr><tr><td>cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)</td><td>delâlet: delil olma, işaret etme</td></tr><tr><td>enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)</td><td>envâ-ı ziynet ve mehâsin: süs ve güzelliklerin çeşitleri (bk. z-y-n; ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>esmâ: isimler (bk. s-m-v)</td><td>evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)</td></tr><tr><td>had ve hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmak</td><td>hadsiz: sınırsız</td></tr><tr><td>hakkalyakin: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n) </td><td>hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>haşir ve neşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma (bk. ḥ-ş-r)</td><td>hikmet-i ebediye: Allah’ın sonsuz hikmeti; herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması (bk. ḥ-k-m; e-b-d)</td></tr><tr><td>iaşe ettiren: besleyen (bk. a-y-ş)</td><td>icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)</td></tr><tr><td>ihyâ: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)</td><td>iktiza: gerektirme</td></tr><tr><td>ilmelyakin: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme (bk. a-l-m; y-ḳ-n)</td><td>istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)</td></tr><tr><td>kat’î: kesin</td><td>kemâl-i şefkat: tam bir şefkat (bk. k-m-l; ş-f-ḳ)</td></tr><tr><td>keşif: mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme (bk. k-ş-f)</td><td>kudret-i ezeliye: varlığının başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah’ın kudreti (bk. ḳ-d-r; e-z-l)</td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td><td>mazhar etmek: eriştirmek (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>mümtaz: seçkin, üstün</td><td>müttefikan: ittifakla, birleşerek</td></tr><tr><td>nass-ı hadis: hadisin metni ve kesin hükmü (bk. h-d-s̱)</td><td>nebâtat: bitkiler</td></tr><tr><td>nev: çeşit, tür</td><td>nev-i beşer: insanlık</td></tr><tr><td>rahmet-i bâkiye: devamlı olan şefkat ve merhamet (bk. r-ḥ-m; b-ḳ-y)</td><td>rû-yi zemin: yeryüzü</td></tr><tr><td>sevk edilmek: gönderilmek</td><td>suret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>taife: topluluk</td><td>tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak (bk. ṣ-d-ḳ)</td></tr><tr><td>tevatür: doğruluğu kesin olarak kanıtlanan haber</td><td>vaad etmek: söz vermek (bk. v-a-d)</td></tr><tr><td>vücud: varlık (bk. v-c-d)</td><td>zeyl: ilâve, ek</td></tr><tr><td>zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)</td><td>âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)</td></tr><tr><td>âlem-i bekà: sonsuz ve kalıcı âlem (bk. a-l-m; b-ḳ-y) </td><td>şuhud: gözle görme (bk. ş-h-d)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Söz - Zeylin Beşinci Parçası - Sayfa 176

ve bir inâyet-i daime bilbedâhe âhiretin vücudunu istilzam ile ve şu kâinatın en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinatın en sevdiği masnuu ve kâinatın mevcudatıyla en ziyade alâkadar olan insandaki şedit, sarsılmaz, daimi olan aşk-ı bekà ve şevk-i ebediyet ve âmâl-i sermediyet, bilbedâhe işaret ve delâletiyle, bu âlem-i fâniden sonra bir âlem-i bâki ve bir dâr-ı âhiret ve bir dâr-ı saadet bulunduğunu o derece kat’î bir surette ispat ederler ki, dünyanın vücudu kadar, bilbedâhe âhiretin vücudunu kabul etmeyi istilzam ederler.HAŞİYE-1

Madem Kur’ân-ı Hakîmin bize verdiği en mühim bir ders, iman-ı bil’âhirettir; ve o iman da bu derece kuvvetlidir; ve o imanda öyle bir rica ve bir teselli var ki, yüz bin ihtiyarlık birtek şahsa gelse, bu imandan gelen teselli mukabil gelebilir. Biz ihtiyarlar “Elhamdü lillâhi alâ kemâli’l-îmân” deyip ihtiyarlığımıza sevinmeliyiz.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Haşiye-1 Evet, sübutî bir emri ihbar etmenin kolaylığı ve inkâr ve nefyetmenin gayet müşkül olduğu bu temsilden görünür. Şöyle ki: Biri dese, “Meyveleri süt konserveleri olan gayet harika bir bahçe küre-i arz üzerinde vardır”; diğeri dese, “Yoktur.” ispat eden, yalnız onun yerini veyahut bazı meyvelerini göstermekle, kolayca dâvâsını ispat eder. İnkâr eden adam, nefyini ispat etmek için bütün küre-i arzı görmek ve göstermekle dâvâsını ispat edebilir. Aynen öyle de, Cenneti ihbar edenler, yüz binler tereşşuhâtını, meyvelerini, âsârını gösterdiklerinden kat’-ı nazar, iki şahid-i sadıkın sübutuna şehadetleri kâfi gelirken; onu inkâr eden, hadsiz bir kâinatı, hadsiz ebedî zamanı temâşâ etmek ve görmek ve eledikten sonra inkârını ispat edebilir, ademini gösterebilir. İşte, ey ihtiyar kardeşler, iman-ı âhiretin ne kadar kuvvetli olduğunu anlayınız.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hâlık-ı Kâinat: evreni, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)</td><td>Kur’ân-ı Hakîm: içinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>adem: yokluk</td><td>alâkadar: ilgili</td></tr><tr><td>aşk-ı bekà: sonsuza kadar devam edebilme aşkı (bk. b-ḳ-y)</td><td>bilbedâhe: ap açık bir şekilde </td></tr><tr><td>delâlet: delil olma, işaret etme</td><td>dâr-ı saadet: mutluluk yurdu</td></tr><tr><td>dâr-ı âhiret: âhiret yurdu (bk. e-ḫ-r)</td><td>ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)</td></tr><tr><td>elhamdü lillâhi alâ kemâli’l-îmân: mükemmel imandan dolayı Allah’a hamdolsun (bk. ḥ-m-d; e-l-h; k-m-l; e-m-n)</td><td>hadsiz: sınırsız</td></tr><tr><td>haşiye: dipnot, açıklayıcı not</td><td>ihbar etme: haber verme</td></tr><tr><td>iman-ı âhiret: âhirete iman (bk. e-m-n; e-ḫ-r) </td><td>inkâr: inanmama, kabul etmeme (bk. n-k-r)</td></tr><tr><td>inâyet-i daime: devamlı yardım, iyilik ve bağış (bk. a-n-y)</td><td>istilzam: gerektirme </td></tr><tr><td>kat-ı nazar: görmezden gelme (bk. n-ẓ-r)</td><td>kat’î: kesin</td></tr><tr><td>kâfi: yeterli</td><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>küre-i arz: yerküre, dünya</td><td>masnu: sanat eseri varlık (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td><td>mukabil: karşılık</td></tr><tr><td>mühim: önemli</td><td>müşkül: zor</td></tr><tr><td>nefyetmek: reddetmek, inanmamak</td><td>rica(reca): ümit</td></tr><tr><td>suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)</td><td>sübut: varlığı kesin ve gerçek olması</td></tr><tr><td>sübutî: gerçek ve kesin</td><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>temâşâ etmek: seyretmek</td><td>tereşşuhât: sızıntılar, izler</td></tr><tr><td>ziyade: çok, fazla</td><td>âlem-i bâki: devamlı ve kalıcı âlem (bk. a-l-m; b-ḳ-y) </td></tr><tr><td>âlem-i fâni: gelip geçici, ölümlü âlem (bk. a-l-m; f-n-y) </td><td>âmâl-i sermediyet: daimî emeller ve arzular</td></tr><tr><td>âsâr: eserler</td><td>şahid-i sadık: doğru sözlü şahit (bk. ş-h-d; ṣ-d-ḳ)</td></tr><tr><td>şedit: şiddetli </td><td>şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>şevk-i ebediyet: sonsuzluğa şiddetli istek (bk. e-b-d)</td></tr></tbody></table>
 
Üst