On Yedinci Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Yedinci Söz - Sayfa 303

Yirmi beş sene evvel Ramazan’da, ikindiden sonra Şeyh Geylânî’nin (k.s.) Esmâ-i Hüsnâ manzumesini okudum. Bana bir arzu geldi ki, Esmâ-i Hüsnâ ile bir münacat yazayım. Fakat o vakit bu kadar yazıldı. O kudsî üstadımın mübarek Münâcât-ı Esmâiyesine bir nazire yapmak istedim. Heyhat! Nazma istidadım yok. Yapamadım, noksan kaldı. Bu münacat, Otuz Üçüncü Sözün Otuz Üçüncü Mektubu olan Pencereler Risalesine ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.

هُوَ اْلبَاقِى
حَكِيمُ اْلقَضَايَا نَحْنُ فِى قَبْضِ حُكْمِهِ هُوَ الْحَكَمُ الْعَدْلُ لَهُ اْلاَرْضُ وَالسَّمَاۤءُ
عَلِيمُ الْخَفَايَا وَالْغُيُوبُ فِى مُلْكِهِ هُوَ الْقَادِرُ الْقَيُّومُ لَهُ الْعَرْشُ وَالثَّرَاۤءُ
لَطِيفُ الْمَزَاياَ وَالنُّقُوشِ فِى صُنْعِهِ هُوَ الْفاَطِرُ الْوَدُودُ لَهُ الْحُسْنُ وَالْبَهَاۤءُ
جَلِيلُ الْمَرَايَا وَالشُّؤُونُ فِى خَلْقِهِ هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ لَهُ الْعِزُّ وَالْكِبْرِيَاۤءُ
بَدِيعُ الْبَرَايَا نَحْنُ مِنْ نَقْشِ صُنْعِهِ هُوَ الدَّاۤئِمُ الْباَقِى لَهُ الْمُلْكُ وَالْبَقَاۤءُ
كَرِيمُ الْعَطَايَا نَحْنُ مِنْ رَكْبِ ضَيْفِهِ هُوَ الرَّزَّاقُ الْكَافِى لَهُ الْحَمْدُ وَالثَّنَاۤءُ
جَمِيلُ الْهَدَايَا نَحْنُ مِنْ نَسْجِ عِلْمِهِ هُوَ الْخَالِقُ الْوَافِى لَهُ الْجُودُ وَالْعَطَاۤءُ
blank.gif
1



[NOT]Dipnot-1 ODUR BÂKÎ.O, hükmünü hikmetle icrâ eden Hakîmdir; biz de Onun hükmünün elindeyiz. Hakem olan O, Adl olan O; arz ve semâ Onundur. Mülkünde gizli olanı, gaip olanı O hakkıyla bilir. Kàdir olan O, Kayyûm olan O; Arş da, yer de Onundur. San’atının nakışlarında ve vasıflarında görünen Onun lûtfudur. Fâtır Odur, Vedûd O; mahlûkattaki bütün hüsün ve güzellikler Onundur. Mevcudat aynalarında ve mahlûkatının keyfiyâtında tezahür eden Onun celâlidir. Melik Odur, Kuddûs O; izzet ve kibriyâ da Ona aittir. Mahlûkatını acaib-i san’at içinde icad eden Odur; biz de Onun san’atının nakışlarıyız. Dâim Odur, Bâkî O; mülk ve bekà Onundur. O atâsında pek kerîmdir; biz de Onun misafir kàfilelerindeniz. Rezzâk Odur, her hâcete Kâfi O; hamd ve senâ Ona mahsustur. Rahmet hediyelerinde görünen Onun cemâlidir. Biz de Onun ilminin mensucatındanız. Hâlık Odur, Vâfî O; cûd ve atâ Onundur. [/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Esmâ-i Hüsnâ: Cenab-ı Hakkın en güzel isimleri (bk. ḥ-s-n)</td><td>Münâcât-ı Esmâiye: Cenab-ı Hakkın isimleriyle yapılan dualar (bk. n-c-v; s-m-v)</td></tr><tr><td>ilhak edilmek: eklenmek</td><td>istidat: kabiliyet (bk. a-d-d)</td></tr><tr><td>kudsî: mukaddes, her türlü kusur ve noksandan uzak (bk. ḳ-d-s)</td><td>manzume: vezinli ve kafiyeli söz, şiir (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>mübarek: bereketli (bk. b-r-k)</td><td>münacat: dua, yakarış (bk. n-c-v)</td></tr><tr><td>münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)</td><td>nazire: benzer (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nazım: vezinli söz, şiir (bk. n-ẓ-m)</td><td>Şeyh Geylânî: (bk. bilgiler)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Yedinci Söz - Sayfa 304

سَمِيعُ الشَّكَايَا وَالدُّعَاۤءِ لِخَلْقِهِ هُوَ الرَّاحِمُ الشَّافِى لَهُ الشُّكْر ُوَالثَّنَاۤءُ
غَفُورُ الْخَطَايَا وَالذُّنُوبُ لِعَبْدِهِ هُوَ الْغَفَّارُ الرَّحِيمُ لَهُ الْعَفْوُ وَالرِّضَاۤءُ
blank.gif
1

Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki:

Fâniyim, fâni olanı istemem.
Âcizim, âciz olanı istemem.
Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim; gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.
Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim.
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 Mahlûkatının şikâyet ve duâlarını işiten Odur. Merhamet eden O, şifâ veren O; şükür ve senâ Ona mahsustur. Kullarının hatâ ve günahlarını bağışlayan da Odur. Gaffâr Odur, Rahîm O; af da, rızâ da Ondandır.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Rahmân: kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)</td><td>fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)</td></tr><tr><td>gayr: başkası</td><td>hiç ender hiç: hiç içinde hiç</td></tr><tr><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td><td>nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)</td></tr><tr><td>umumen: bütünüyle</td><td>yâr-ı bâki: ebedî dost, sonsuz sevgili (bk. b-ḳ-y)</td></tr><tr><td>zerre: atom, en küçük madde parçası</td><td>âciz: güçsüz (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>şems-i sermed: Sonsuz Güneş; bu tabir, her şeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Yedinci Söz - Sayfa 305

Barla Yaylası, çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesidir

Makam münasebetiyle buraya alınmış. On Birinci Mektubun bir parçasıdır.

Bir vakit, esaretimde, dağ başında, azametli çam ve katran ve ardıç ağaçlarının heybetnümâ suretlerini, hayretfezâ vaziyetlerini temâşâ ederken, pek lâtif bir rüzgâr esti. O vaziyeti, pek muhteşem ve şirin, velvele-âlûd bir zelzele-i raksnümâ, bir tesbihat-ı cezbe-edâ suretine çevirdiğinden, eğlence temâşası nazar-ı ibrete ve sem’-i hikmete döndü. Birden, Ahmed-i Cizrî’nin Kürtçe şu fıkrası:

هَرْكَسْ بِتَمَاشَا ﮔِﻪ حُسْنَاتَه زِهَرْ جَاى تَشْبِيهِ ﻧِﮕﺎَرَانْ بِجَمَالاَتَه دِنَازِنْ
blank.gif
1

hatırıma geldi. Kalbim, ibret mânâlarını ifade için şöyle ağladı:

ياَ رَبْ! هَرْ حَىْ بِتَمَاشَاِﮔِ صُنْعِ تُو زِهَرْ جَاى بَتَازِى زِنَشِيبُ اَزْ فِرَازِى مَانَنْدِ دَلاَلاَنْ بِنِدَاءِ بِآوَازِى دَمْ دَمْ زِ جَمَالِ نَقْشِ تُودَرْ رَقَصْ بَازِى زِكَمَالِ صُنْعِ تُو خُوشْ خُوشْ ﺑِﮕﺎَزِى زِ شِيرِينِى آوَازِ خُودْ هَىْ هَىْ دِنَازِى أَزْوَىْ رَقْص آمَدْ جَذْبَه خَوازِى اَزِيْن آثَارِ رَحْمَتْ يَافْت هَرْ حَىْ دَرْسِ تَسْبِيحُ نَمَازِى اِيسْتَادَسْت هَرْ يَكِى بَرْ سَنْكِ بَالاَ سَرْفِرَازِى دِرَاز كَرْدَسْت دَسْتَهَارَا بَدَرْﮔَﺎهِ إِلٰهِى ﻫَﻤْﭽُﻮ شَهْبَازِى بَه جُنْبِيدسْت زُلفْهَارَا بَه شَوْقَ اﻧْﮕِﻴﺰِ شَهْنَازِى بَبَالاَ مِيزَنَنْد أَزْ ﭘَﺮْدَه هَاىِ “هَاىِ هُوىِ” عَشْق بَازِى مِيدِهَدْ هُوشَه ﮔِِﻴﺮِينْهَاىِ دَرِينْهَاىِ زَوَالِى اَزْ حُبِّ مَجَازِى بَرْ سَرِ مَحْمُودْهَا نَغْمَه هَاىِ حُزْن اَﻧْﮕِﻴﺰِ اَيَازِى مُرْدَهَارَا نَغْمَهَاىِ اَزَلِى أَزْ حُزْن اَﻧْﮕِﻴﺰِ نَوَازِى “رُوحَه” مِى آيَدْ اَزُو زَمْزَمَهءِ نَازُو نِيَازِى قَلْب مِى خَوانْد أَزِينْ آيَاتْهَا: سِرِّ تَوْحِيدْ زِعُلُوِّ نَظْمِ إِعْجَازِى نَفْس مِى خَواهَدْ دَرْاِينْ


[NOT]Dipnot-1 bk. El-Cizrî, el-İkdü’l-Ceherî fî Şerhi Dîvâni’ş-Şeyh el-Cizrî s. 438.[/NOT]


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Ahmed-i Cizrî: (bk. bilgiler)</td><td>Barla: (bk. bilgiler)</td></tr><tr><td>azametli: büyük (bk. a-ẓ-m)</td><td>hayretfezâ: hayret verici</td></tr><tr><td>heybetnümâ: heybetli</td><td>ibret: ders çıkarma</td></tr><tr><td>lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)</td><td>nazar-ı ibret: ibretli bakış (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>sem’-i hikmet: hikmetli sözleri dinleme (bk. s-m-a; ḥ-k-m)</td><td>temâşâ etme: seyretme</td></tr><tr><td>tesbihat-ı cezbe-edâ: cezbeli tesbihler (bk. s-b-ḥ)</td><td>velvele-âlûd: gürültü patırtı içinde kalmış</td></tr><tr><td>zelzele-i raksnümâ: danseder gibi sarsılma</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Yedinci Söz - Sayfa 306

وَلْوَلَهَا.. زَلْزَلَهَا: ذَوْقِ بَاقِى دَرْ فَنَاىِ دُنْيَابَازِى عَقْل مِى بِينَدْ اَزِينْ زَمْزَمَهَا.. دَمْدَمَهَا: نَظْمِ خِلْقَتْ، نَقْشِ حِكْمَتْ، كَنْزِ رَازِى آرْزُو مِيدَارَدْ هَوَا اَزِينْ هَمْهَمَهَا.. هُوهُوَهَا مَرْﮒِ خُودْ دَرْ تَرْﮒِِ اَذْوَاقِ مَجَازِى خَيَالْ بِينَدْ اَزِينْ اَشْجَارْ: مَلاَﺋِﻚْ رَا جَسَدْ آمَدْ سَمَاوِى، بَاهَزَارَانْ نَىْ اَزِينَ نَيْهَا شُنِيدَتْ هُوشْ: سِتَايِشْهَاىِ ذَاتِ حَىْ وَرَقْهَارَا زَبَانْ دَارَنْدَ هَمَه هُو هُوذِكْرآرَنْد بَه دَرْ مَعْنَاىِ: حَىُّ حَىْ چُو لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوبَرَابَرْ مِيزَنْد هَرْ شَىْ دَمَادَمْ جُويَدَنْد يَا حَقْسَرَاسَرْ کُويَدَنْد: “يَا حَىْبَرَابَرْ مِيزَنَنْد: “اَللهْ
فَيَا حَىُّ يَا قَيوُّمُ بِحَقِّ اِسْمِ حَىِّ قَيوُّمِ
حَيَاتِى دِهْ بَايِنْ قَلْبِ ﭘَﺮِيشَانْ رَا اِسْتِقَامَتْ دِهْ بَايِنْ عَقْلِ مُشَوَّشْ رَا... اٰمِينْ

Barla Yaylası
, Tepelice’de çam, katran, ardıç, karakavak meyvesi hakkında yazılan Farisî beyitlerin mânâsı:

هَرْكَسْ بِتَمَاشَا كِه حُسْنَاتَه زِهَرْ جَاى تَشْبِيهِ نِگَارَانْ بِجَمَالاَتَه دِنَازِنْ
blank.gif
1

Hatırıma geldi; kalbim dahi ibret mânâlarını ifade için şöyle ağladı:
Yani, Senin temâşâna, hüsnüne, herkes her yerden koşup gelmiş. Senin cemâlinle nazdarlık ediyorlar.

ياَ رَبْ! هَرْ حَىْ بِه تَمَاشَاِﮔِ صُنْعِ تُو زِهَرْ جَاىْ بَتَازِى

Her zîhayat, Senin temâşâna, san’atın olan zemin yüzüne her yerden çıkıp bakıyorlar.

زِنَشِيبُ اَزْ فِرَازِى مَانَنْدِ دَلاَلاَنْ بِنِدَاءِ بِآوَازِى


Aşağıdan, yukarıdan dellâllar gibi çıkıp bağırıyorlar.

دَمْ دَمْ زِ جَمَالِ نَقْشِ تُوزِ هَوَاىِ شَوْقِ تُودَرْ رَقْص بَازِى

Senin cemâl-i nakşından keyiflenip, o dellâl-misal ağaçlar oynuyorlar.


[NOT]Dipnot-1 El-Cizrî, el-İkdü’l-Cevherî fî Şerhi Dîvâni’ş-Şeyh el-Cizrî s. 438.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Barla: (bk. bilgiler)</td><td>Farisî: Farsça</td></tr><tr><td>Tepelice: (bk. bilgiler)</td><td>cemâl: güzellik (bk. c-m-l)</td></tr><tr><td>cemâl-i nakş: nakşın güzelliği (bk. c-m-l; n-ḳ-ş)</td><td>dellâl: duyurucu, ilan edici</td></tr><tr><td>dellâl-misal: dellâl, ilân edici gibi (bk. m-s̱-l)</td><td>hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>ibret: ders çıkarma</td><td>nazdarlık etmek: nazlanmak, cilve yapmak</td></tr><tr><td>temâşâ: seyretme</td><td>zemin: yer</td></tr><tr><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Yedinci Söz - Sayfa 307

زِ كَمَالِ صُنْعِ تُو خُوشْ خُوشْ ﺑِﮕﺎَزِى
blank.gif
1

Senin kemâl-i san’atından neş’elenip güzel güzel sadâ veriyorlar.

زِ شِيرِينِى آوَازِ خُودْ هَىْ هَىْ دِنَازِى

Güya sadâlarının tatlılığı, onları da neş’elendirip nazeninâne bir naz ettiriyor.

اَزْوَىْ رَقْصَه آمَدْ جَذْبَه خَوازِى

İşte ondandır ki, şu ağaçlar raksa gelmiş, cezbe istiyorlar.

اَزِيْن آثَارِ رَحْمَتْ يَافْت هَرْ حَىْ دَرْسِ تَسْبِيحُ نَمَازِى

Şu rahmet-i İlâhiyenin âsârıyladır ki, her zîhayat, kendine mahsus tesbih ve namazın dersini alıyorlar.

اِيسْتَادَسْت هَرْ يَكِى بَرْ سَنْكِ بَالاَ سَرْفِرَازِى

Ders aldıktan sonra, herbir ağaç yüksek bir taş üstünde Arşa başını kaldırıp durmuşlar.

دِرَاز كَرْدَسْت دَسْتَهَارَا بَدَرَْﺎهِ إِلٰهِى ﻫَﻤْﭽُﻮ شَهْبَازِى

Herbirisi, yüzler ellerini Şehbaz-ı KalenderHAŞİYE-1 gibi dergâh-ı İlâhîye uzatıp muhteşem bir ibadet vaziyetini almışlar.

بَه جُنْبِيدسْت زُلْفهَارَا بَشَوْقَ اَﻧْﮕِﻴﺰِ شَهْنَازِى HAŞİYE-2

Oynattırıyorlar zülüfvâri küçük dallarını; ve onunla, temâşâ edenlere de, lâtif şevklerini ve ulvî zevklerini ihtar ediyorlar.

بَبَالاَ مِيزَنَنْد اَزْ ﭘَﺮْدَه هَاىِ هَاىِ هُوىِعَشْق بَازِى


[NOT]Dipnot-1 Nüsha: زِهَوَاىِ شَوْقِ تُو

Haşiye-1
Şehbaz-ı Kalender meşhur bir kahramandır ki, Şeyh Geylânî‘nin irşadıyla dergâh-ı İlâhîye iltica edip mertebe-i velâyete çıkmıştır.

Haşiye-2
Şehnaz-ı Çelkezi, kırk örme saç ile meşhur bir dünya güzelidir.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Arş: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)</td><td>cezbe: kendinden geçer bir hale gelme</td></tr><tr><td>dergâh-ı İlâhiye: İlâhî rahmet kapısı (bk. e-l-h) </td><td>haşiye: dipnot, açıklayıcı not</td></tr><tr><td>ihtar: hatırlatma</td><td>iltica etmek: sığınmak</td></tr><tr><td>irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)</td><td>kemâl-i san’at: sanattaki mükemmellik (bk. k-m-l; ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)</td><td>mertebe-i velâyet: velâyet mertebesi (bk. v-l-y)</td></tr><tr><td>nazeninâne: nazlıca, cilvelenerek</td><td>rahmet-i İlâhiye: Allah’ın rahmeti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)</td></tr><tr><td>raks: dans</td><td>sadâ: ses</td></tr><tr><td>temâşâ: seyretme</td><td>tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)</td></tr><tr><td>ulvî: yüce</td><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>zülüfvâri: saç lülesi gibi</td><td>âsâr: eserler</td></tr><tr><td>Şeyh Geylânî: (bk. bilgiler)</td><td>şevk: şiddetli arzu ve istek</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Yedinci Söz - Sayfa 308

Aşkın “Hay Huy” perdelerinden en hassas tellere, damarlara dokunuyor gibi sadâ veriyorlar.HAŞİYE-1üsha

مِيدِهَدْ هُوشَه ِِﻴﺮِينْهَاى دَرِينْهَاىِ زَوَالِى اَزْ حُبِّ مَجَازِى

Fikre şu vaziyetten şöyle bir mânâ geliyor: Mecazî muhabbetlerin zevâl elemiyle gelen ağlayış, hem derinden derine hazin bir enîni ihtar ediyorlar.

بَرْ سَرِ مَحْمُودْهَا نَغْمَهَاىِ حُزْن اَﻧْﮕِﻴﺰِ اَيَازِى

Mahmud’ların, yani Sultan Mahmud gibi mahbubundan ayrılmış bütün âşıkların başlarında, hüzün-âlûd mahbuplarının nağmesinin tarzını işittiriyorlar.

مُرْدَهَارَا نَغْمَهَاىِ اَزَلِى اَزْ حُزْن اَﻧْﮕِﻴﺰ نُوَازِى

Dünyevî sadâların ve sözlerin dinlemesinden kesilmiş olan ölmüşlere ezelî nağmeleri, hüzün-engiz sadâları işittiriyor gibi bir vazifesi var görünüyorlar.

رُوحَهمِى اٰيَدْ اَزُو زَمْزَمَهءِ نَازُو نِيَازِى

Ruh ise, şu vaziyetten şöyle anladı ki: Eşya, tesbihat ile Sâni-i Zülcelâlin tecelliyât-ı esmâsına mukabele edip, bir naz-niyaz zemzemesidir, geliyor.

قَلْبْ مِيخَواندْ اَزِينْ اٰيَاتْهَا: سِرِّ تَوْحِيدْ زِعُلُوِّ نَظْمِ اِعْجَازِى

Kalb ise, şu herbiri birer âyet-i mücesseme hükmünde olan şu ağaçlardan sırr‑ı tevhidi, bu i’câzın ulüvv-ü nazmından okuyor. Yani, hilkatlerinde o derece harika bir intizam, bir san’at, bir hikmet vardır ki, bütün esbab-ı kâinat birer fâil-i muhtar farz edilse ve toplansalar, taklit edemezler.

نَفْس مِى خَوَاهَدْ دَرِينْ وَلْوَلَهَا.. زَلْزَلَهَا: ذَوْقِ بَاقِى دَرْ فَنَاىِ دُنْيَابَازِى

Nefis ise, şu vaziyeti gördükçe, bütün rû-yi zemin velvele-âlûd bir zelzele-i firakta


Haşiye-1
üsha Şu nüsha mezaristandaki ardıç ağacına bakar

بَبَالاَ مِيزَنَنْد اَزْ پَرْدَه هَاىِ هَاىِ هُوىِ مُرْدَهَارَا نَغْمَه هَاىِ اَزَلِى اَزْ حُزْنَ اَنْگِيزْ نُوَازِى



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve her şeyi san’atla yaratan Allah (bk. s-n-a; ẕü; c-l-l) </td><td>elem: acı, üzüntü</td></tr><tr><td>enîn: inilti</td><td>esbab-ı kâinat: kâinattaki sebepler (bk. s-b-b; k-v-n)</td></tr><tr><td>ezelî: başlangıcı olmayan, (bk. e-z-l)</td><td>eşya: şeyler, varlıklar</td></tr><tr><td>farz edilmek: varsayılmak</td><td>fâil-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan fâil (bk. f-a-l; ḫ-y-r)</td></tr><tr><td>hazin: hüzünlü</td><td>hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>hüzün-engiz: hüzün veren</td></tr><tr><td>hüzün-âlûd: hüzünle karışık</td><td>ihtar: hatırlatma</td></tr><tr><td>intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)</td><td>i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)</td><td>mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)</td></tr><tr><td>muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)</td><td>mukabele: karşılık verme</td></tr><tr><td>naz-niyaz: dua, yalvarış</td><td>nağme: ahenk, güzel ses</td></tr><tr><td>nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)</td><td>rû-yi zemin: yeryüzü</td></tr><tr><td>sadâ: ses</td><td>sırr-ı tevhid: Allah’ın birlik sırrı (bk. v-ḥ-d)</td></tr><tr><td>tecelliyât-ı esmâ: Cenab-ı Hakkın isimlerinin yansımaları (bk. c-l-y; s-m-v)</td><td>tesbihat: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)</td></tr><tr><td>ulüvv-ü nazm: nazmının yüceliği (bk. n-ẓ-m)</td><td>velvele-âlûd: gürültü patırtı içinde kalmış</td></tr><tr><td>zelzele-i firak: ayrılık sarsıntısı (bk. f-r-ḳ)</td><td>zemzeme: nağme, hoş ses</td></tr><tr><td>zevâl: sona erme (bk. z-v-l)</td><td>âyet-i mücesseme: cisimleşmiş âyet</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Yedinci Söz - Sayfa 309

yuvarlanıyor gibi gördü, bir zevk-i bâki aradı. “Dünyaperestliğin terkinde bulacaksın” mânâsını aldı.

عَقْل مِى بِينَدْ اَزِينْ زَمْزَمَهَا.. دَمْدَمَهَا: نَظْمِ خِلْقَتْ، نَقْشِ حِكْمَتْ، كَنْزِ رَازِى

Akıl ise, şu zemzeme-i hayvan ve eşcardan ve demdeme-i nebat ve havadan gayet mânidar bir intizam-ı hilkat, bir nakş-ı hikmet, bir hazine-i esrar buluyor. Herşey çok cihetlerle Sâni-i Zülcelâli tesbih ettiğini anlıyor.

آرْزُو مِيدَارَدْ هَوَا اَزِينْ هَمْهَمَهَا.. هُوهُوَهَا مَرْﮒِ خُودْ دَرْ تَرْکِ اَذْوَاقِ مَجَازِى

Heva-yı nefis ise, şu hemheme-i hava ve hevheve-i yapraktan öyle bir lezzet alıyor ki, bütün ezvâk-ı mecazîyi ona unutturup o heva-yı nefsin hayatı olan zevk-i mecazîyi terk etmekle bu zevk-i hakikatte ölmek istiyor.

خَيَالْ بِينَدْ اَزِينْ اَشْجَارْ: مَلاَﺋِﻚْ رَا جَسَدْ آمَدْ سَمَاوِى، بَاهَزَارَانْ نَىْ

Hayal ise görüyor: Güya şu ağaçların müekkel melâikeleri içlerine girip herbir dalında çok neyler takılan ağaçları ceset olarak giymişler. Güya Sultan-ı Sermedî, binler ney sadâsıyla muhteşem bir resm-i küşatta onlara onları giydirmiş ki, o ağaçlar câmid, şuursuz cisim gibi değil, belki gayet şuurkârâne, mânidar vaziyetleri gösteriyorlar.

اَزِينَ نَىْ هَا شُنِيدَتْ هُوشْ: سِتَايِشْهَاىِ ذَاتِ حَىْ

İşte, o neyler, semâvî, ulvî bir musikîden geliyor gibi sâfi ve müessirdirler. Fikir, o neylerden, başta Mevlânâ Celâleddin-i Rumî olarak bütün âşıkların işittikleri elemkârâne teşekkiyât-ı firâkı işitmiyor. Belki, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma karşı takdim edilen teşekkürat-ı Rahmâniyeyi ve tahmidat-ı Rabbâniyeyi işitiyor.




<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Mevlânâ Celâleddin-i Rumî: (bk. bilgiler)</td><td>Sultan-ı Sermedî: egemenliğinin sonu olmayan Allah (bk. s-l-ṭ)</td></tr><tr><td>Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve her şeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l) </td><td>Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Zât, Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)</td></tr><tr><td>câmid: cansız</td><td>demdeme-i nebat ve hava: bitki ve havanın sesleri</td></tr><tr><td>dünyaperestlik: dünyayı taparcasına sevme</td><td>elemkârâne: acılı bir şekilde</td></tr><tr><td>ezvâk-ı mecazî: gerçek olmayan aldatıcı zevkler (bk. c-v-z)</td><td>hazine-i esrar: sırlar hazinesi</td></tr><tr><td>hemheme-i hava: havanın çıkardığı ses, uğultu</td><td>heva-yı nefis: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y; n-f-s)</td></tr><tr><td>hevheve-i yaprak: yaprağın rüzgarın esmesi ile çıkardığı ses</td><td>intizam-ı hilkat: yaratılıştaki düzenlilik (bk. n-ẓ-m; ḫ-l-ḳ) </td></tr><tr><td>melâike: melekler (bk. m-l-k)</td><td>mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>müekkel: vazifeli</td><td>müessir: tesirli, etkili</td></tr><tr><td>nakş-ı hikmet: hikmetin nakşı (bk. n-ḳ-ş; ḥ-k-m)</td><td>resm-i küşat: açılış merasimi</td></tr><tr><td>sadâ: ses</td><td>semâvî: vahiyle gelmiş (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>sâfi: temiz, arınmış (bk. ṣ-f-y)</td><td>tahmidat-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’a yapılan şükür ve övgüler (bk. ḥ-m-d; r-b-b)</td></tr><tr><td>tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)</td><td>teşekkiyât-ı firâk: ayrılıktan gelen şikayetler (bk. f-r-ḳ)</td></tr><tr><td>teşekkürat-ı Rahmâniye: sonsuz rahmet sahibi Allah’a yapılan teşekkürler (bk. ş-k-r; r-ḥ-m)</td><td>ulvî: yüce</td></tr><tr><td>zemzeme-i hayvan ve eşcar: hayvan ve ağaçların nağmeleri </td><td>zevk-i bâki: sonsuz zevk (bk. b-ḳ-y)</td></tr><tr><td>zevk-i hakikat: gerçek zevk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>zevk-i mecazî: gerçek olmayan, yalan ve aldatıcı zevk (bk. c-v-z)</td></tr><tr><td>şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)</td><td>şuurkârâne: şuurlu bir şekilde, bilerek ve anlayarak (bk. ş-a-r)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Yedinci Söz - Sayfa 310

وَرَقْهَارَا زَبَانِ دَارَنْد هَمَه هُوَ هُوَذِكْرآرَنْد بَدَرْ مَعْنَاىِ: حَىُّ حَىْ

Madem ağaçlar birer ceset oldu. Bütün yapraklar dahi diller oldu. Demek herbiri, binler dilleriyle, havanın dokunmasıyla Hu, Hu zikrini tekrar ediyorlar. Hayatlarının tahiyyâtıyla, Sâniinin Hayy-ı Kayyûm olduğunu ilân ediyorlar.

چُو “لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُو”بَرَابَرْ مِيزَنْد هَرْ شَىْ

Çünkü, bütün eşya
blank.gif
1
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُو deyip, kâinatın azîm halka-i zikrinde beraber zikrederek çalışıyorlar.

دَمَادَمْ جُويَدَنْد “يَا حَقْ”سَرَاسَرْ گُويَدَنْد: “يَا حَىْ”بَرَابَرْ مِيزَنَنْد: “اَللهْ”


Vakit-be-vakit, lisan-ı istidat ile, Cenâb-ı Haktan hukuk-u hayatını “Yâ Hak” deyip hazine-i rahmetten istiyorlar. Baştan başa da, hayata mazhariyetleri lisanıyla “Yâ Hayy“ ismini zikrediyorlar.

فَيَا حَىُّ يَا قَيوُّمُ بِحَقِّ اِسْمِ حَىِّ قَيوُّمِ
حَيَاتِى دِهْ بَايِنْ قَلْبِ ﭘَﺮِيشَانْ رَا اِسْتِقَامَتْ دِهْ بَايِنْ عَقْلِ مُشَوَّشْ رَا... اٰمِينْ

endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 “Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Haşir Sûresi, 59:22.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>Hayy: gerçek hayat sahibi olan Allah (bk. ḥ-y-y)</td><td>Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)</td></tr><tr><td>Hu: O, Allah</td><td>Lâ ilâhe illâ Hû: Allah’tan başka ilâh yoktur (bk. e-l-h)</td></tr><tr><td>Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)</td><td>azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)</td></tr><tr><td>eşya: varlıklar</td><td>halka-i zikir: zikir halkası</td></tr><tr><td>hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)</td><td>hukuk-u hayat: hayat hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n)</td><td>lisan: dil</td></tr><tr><td>lisan-ı istidat: istidat dili (bk. a-d-d)</td><td>mazhariyet: nail olma, ayna olma (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>tahiyyat: selamlar, dualar, yaşasınlar (bk. ḫ-y-y)</td><td>vakit-be-vakit: vakit vakit, zaman zaman</td></tr><tr><td>zikretmek: Allah’ı anmak</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Yedinci Söz - Sayfa 311

Bir vakit Barla’da, Çam Dağında, yüksek bir mevkide, gecede semanın yüzüne baktım. Gelecek fıkralar birden hutur etti. Yıldızların lisan-ı hâl ile konuşmalarını hayalen işittim gibi bu yazıldı. Nazım ve şiir bilmediğim için, şiir kaidesine girmedi. Tahattur olduğu gibi yazılmış. Dördüncü Mektup ile Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfının âhirinden alınmıştır.

Yıldızları konuşturan bir yıldızname
Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
“Bir Kadîr-i Zülcelâlin haşmet-i sultanına,
Birer burhan-ı nurefşânız vücud-u Sânia,
Hem vahdete, hem kudrete şahitleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan
Nazenin mu’cizâtı çün melek seyranına,
Bu semânın arza bakan, Cennete dikkat eden
Binler müdakkik gözleriz biz.HAŞİYE-1

[NOT]
Haşiye-1
Yani, Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu’cizât-ı kudret teşhir edildiğinden, semâvat âlemindeki melâikeler, o mu’cizâtı ve o harikaları temâşâ ettikleri gibi, ecrâm-ı semâviyenin gözleri hükmünde olan yıldızlar dahi, güya melâikeler gibi, zemin yüzündeki nazenin masnuatı gördükçe, Cennet âlemine bakıyorlar. O muvakkat harikaları bâki bir surette Cennette dahi müşahede ediyorlar gibi, bir zemine, bir Cennete bakıyorlar; yani o iki âleme nezaretleri var demektir.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Barla: (bk. bilgiler)</td><td>Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)</td></tr><tr><td>arz: yer, dünya</td><td>burhan-ı nurefşân: nur saçan delil (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>bâki: devamlı, sonsuz (bk. b-ḳ-y)</td><td>ecrâm-ı semâviye: gök cisimleri (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>fıkra: bölüm, kısım</td><td>hadsiz: sayısız</td></tr><tr><td>haşmet-i sultan: sultanın haşmeti (bk. s-l-ṭ)</td><td>hutbe-i şirin: sevimli ve tatlı hutbe (bk. ḫ- ṭ-b) </td></tr><tr><td>hutur: hatıra gelme</td><td>kaide: kural</td></tr><tr><td>kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)</td><td>lisan: dil</td></tr><tr><td>lisan-ı hâl: hal ve beden dili</td><td>masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>melâike: melekler (bk. m-l-k)</td><td>mezraa: tarla</td></tr><tr><td>muvakkat: geçici</td><td>mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>mu’cizât-ı kudret: kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)</td><td>müdakkik: dikkatli</td></tr><tr><td>nazenin: ince, nazik, narin</td><td>nazım: vezinli söz, şiir (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)</td><td>nutk: konuşma</td></tr><tr><td>nâme-i nurîn-i hikmet: hikmetin nurlu mektubu (bk. n-v-r; ḥ-k-m)</td><td>sema: gök (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>semâvât: gökler (bk. s-m-v)</td><td>seyran: seyretme</td></tr><tr><td>tahattur: hatıra gelme</td><td>takrir eylemek: bildirmek</td></tr><tr><td>temâşâ: seyretme</td><td>teşhir edilmek: sergilenmek</td></tr><tr><td>vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)</td><td>vücud-u Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah’ın varlığı (bk. v-c-d; ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>zemin: yer</td><td>Çam Dağı: (bk. bilgiler)</td></tr><tr><td>âhir: son (bk. e-ḫ-r)</td><td>çün: için</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Yedinci Söz - Sayfa 312

Tûbâ-yı hilkatten semâvât şıkkına
Hep kehkeşan ağsânına,
Bir Cemîl-i Zülcelâlin dest-i hikmetle takılmış
Pek güzel meyveleriyiz biz.
Şu semâvât ehline birer mescid-i seyyar
Birer hane-i devvar, birer ulvî âşiyâne,
Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar
Birer tayyareleriz biz.
Bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Hakîm-i Zülcelâlin
Birer mu’cize-i kudret, birer harika-i san’at-ı Hâlıkane,
Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat
Birer nur âlemiyiz biz.
Böyle yüz bin dille yüz bin burhan gösteririz
İşittiririz insan olan insana.
Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü,
Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen âyetleriz biz.
Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize musahharız. Müsebbihiz, zikrederiz âbidâne
Kehkeşanın halka-i kübrâsına mensup birer meczuplarız biz” dediklerini hayalen dinledim.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Cemîl-i Zülcelâl: heybeti ve yüceliği sınırsız, güzelliği sonsuz olan Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)</td><td>Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)</td></tr><tr><td>Kadîr-i Zülkemâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz mükemmellik sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; k-m-l)</td><td>Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>ağsân: dallar</td><td>burhan: delil</td></tr><tr><td>dest-i hikmet: hikmet eli (bk. ḥ-k-m)</td><td>dâhiye-i hilkat: yaratılış harikası (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>gemi-i cebbar: büyük ve azametli gemi (bk. c-b-r)</td><td>hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>halka-i kübrâ: büyük halka (bk. k-b-r)</td><td>hane-i devvar: dönen ev</td></tr><tr><td>harika-i san’at-ı Hâlıkane: Allah’ın yarattığı san’at harikası (bk. ṣ-n-a; ḫ-l-ḳ)</td><td>kehkeşan: samanyolu</td></tr><tr><td>meczup: cezbeye gelmiş</td><td>mensup: bağlı (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>mescid-i seyyar: gezici mescid</td><td>misbah-ı nevvar: nurlu kandil (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>mu’cize-i kudret: kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)</td><td>müsebbih: tesbih eden, Allah’ı şânına layık ifadelerle anan (bk. s-b-ḥ)</td></tr><tr><td>nadire-i hikmet: bir gaye için benzersiz yaratılan (bk. ḥ-k-m)</td><td>nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>semâvat ehli: semâda yaşayan varlıklar; melekler, ruhaniler (bk. s-m-v)</td><td>semâvât: gökler (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>sikke: damga, mühür</td><td>tayyare: uçak</td></tr><tr><td>turra: nişan, mühür</td><td>tûbâ-yı hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>ulvî: yüce</td><td>âbidâne: kulluğa yaraşır bir şekilde (bk. a-b-d)</td></tr><tr><td>âyet: delil</td><td>âşiyâne: yuva</td></tr></tbody></table>
 
Üst