On Üçüncü Şuâ

Muvahhid1

Well-known member
On Üçüncü Şuâ

Üstadın talebelerine gönderdiği gayet kıymettar, nurlu mektuplardır. Risale-i Nur’un parlak mücahedatını bu samimî mektuplar gayet parlak gösteriyorlar.

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
1

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Geçen Leyle-i Kadrinizi ve gelen bayramınızı bütün mevcudiyetimle tebrik ve sizleriCenâb-ı Erhamürrâhimînin birliğine ve rahmetine emanet ediyorum.
blank.gif
2 مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ أَمِنَ مِنَ الكَدَرِ sırrıyla, sizi teselliye muhtaç görmemekle beraber, derim ki:
blank.gif
3 وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَأِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ âyetinin mânâ-yı işârîsiyle verdiği teselliyi tamamiyle gördüm. Şöyle ki:
Dünyayı unutmak, Ramazan’ımızı âsude geçirmek düşünürken, hatıra gelmeyen ve bütün bütün tahammülün fevkinde bu dehşetli hâdise hem benim, hem Risale-i Nur’un, hem sizin, hem Ramazan’ımız, hem uhuvvetimiz için ayn-ı inayet olduğunu ben müşahede ettim. Bana ait cihetinin ise çok faidelerinden yalnız iki üçünü beyanederim.

Biri: Ramazan’da çok şiddetli bir heyecan, bir ciddiyet, bir iltica, bir niyazla müthiş hastalığa galebe ederek çalıştırdı.

İkincisi: Herbirinize karşı bu sene de görüşmek ve yakınınızda bulunmak arzusu şiddetliydi. Yalnız birinizi görmek ve Isparta’ya gelmek için bu çektiğim zahmeti kabul ederdim.

[BILGI]Dipnot-1
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Kadere îmân eden kederden kurtulur.”

Dipnot-3 “Rabbinin hükmüne sabret. Muhakkak ki Sen bizim gözetimimiz altındasın. Rabbini hamd ile tesbih et.” Tûr Sûresi, 52:48.[/BILGI]

Cenâb-ı Erhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan şeref ve azamet sahibi yüce AllahLeyle-i Kadir: Kadir Gecesi; Ramazan ayı içinde bulunan mübarek gece
asûde: rahat, huzurlu, sakinayn-ı inayet: tam bir yardım, ihsan
aziz: çok değerli, izzetlibeyan etmek: açıklamak
cihet: yön, taraffevkinde: üstünde
galebe: üstün gelmekgayet: son derece
iltica: sığınmakıymettar: kıymetli, değerli
mevcudiyet: varlıkmânâ-yı işârî: asıl anlamın dışında işaret ile bildirilen diğer anlam
mücahedât: mücahedeler, mücadelelermüşahede etmek: görmek, gözlemlemek
niyaz: dua, yalvarıp yakarmarahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan
sıddık: çok doğru ve sadıkuhuvvet: kardeşlik



 

Muvahhid1

Well-known member
On Üçüncü Şuâ-sayfa 391

Üçüncüsü: Hem Kastamonu’da, hem yolda, hem burada fevkalâde bir tarzda bütünelîm hâletler birden değişiyor ve me’mulün ve arzumun hilâfına olarak bir dest-iinayet görünüyor.


blank.gif
1 اَلْخَيْرُ فِيمَا اخْتَارَهُ اللهُ dediriyor. En ziyade beni düşündüren Risale-i Nur’u, en gafil ve dünyaca büyük makamlarda bulunanlara da kemâl-i dikkatle okutturuyor, başka bir sahada fütuhata meydan açıyor. Ve en ziyade rikkatime dokunan ve kendi elemimden başka herbirinizin sıkıntısından başıma toplanan bütünelemlere ve teessüflere karşı, Ramazan’da, bir saati yüz saat hükmüne getiren oşehr-i mübarekte, bu musibet dahi, o yüz sevabı, herbir saati on saat derecesinde ibadet yapmakla bine iblâğ ettiğinden, Risale-i Nur’dan tam ders alan ve dünya fânive ticaretgâh olduğunu bilen ve herşeyi imanı ve âhireti için feda eden ve budershane-i Yusufiyedeki muvakkat sıkıntıların daimî lezzetler ve faideler vereceklerine inanan sizin gibi ihlâslı zâtlara acımak ve rikkatten ağlamak hâletini, tebrik vesebatınızı gayet istihsan ve takdir etmek hâletine çevirdi. Ben de اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى كُلِّ حَالٍ سِوَى الْكُفْرِ وَالضَّلاَلِ
blank.gif
2 dedim. Bana ait bu faideler gibi hem uhuvvetimizin, hem Risale-i Nur’un, hem Ramazan’ımızın, hem sizin bu yüzde öyle faideleri var ki, perde açılsa, “Yâ Rabbenâ, şükür! Bu kaza ve kader-i İlâhî, hakkımızda bir inayettir” dedirtecek kanaatim var. Hâdiseye sebebiyet verenlere itabetmeyiniz. Bu musibetin geniş ve dehşetli plânı çoktan kurulmuştu, fakat mânen pek çok hafif geldi. İnşaallah çabuk geçer.
blank.gif
3 عَسٰى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sırrıyla müteessirolmayınız.

Said Nursî
endOfSection.gif
endOfSection.gif



[BILGI]Dipnot-1 “Allah neyi seçti ise, hayırlı olan odur.”

Dipnot-2 “Küfür ve dalâlet dışında her türlü halimiz için Allah’a hamd olsun.”

Dipnot-3 “Olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız; halbuki o sizin için bir hayırdır.” Bakara Sûresi, 2:216.

[/BILGI]

Kastamonu: (bk. bilgiler)Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
dershâne-i Yûsufiye: Yusuf’un (a.s.) dershanesi; Hz. Yusuf’un kaldığı ve medreseye çevirdiği zindana benzetilerek hapishaneye verilen isimdest-i inâyet: koruyucu ve şefkatli yardım eli
elem: acı, kederelîm: acı ve sıkıntı veren
fevkalâde: olağanüstüfâni: geçici, ölümlü
fütuhat: fetihler, zaferlergafil: Allah’ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersiz
gayet: son derecehilâfına: tersine, aksine
hâlet: durum, haliblâğ etmek: ulaştırmak, çıkarmak
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyetinayet: lütuf, yardım, bağış
inşaallah: Allah izin verirseistihsan: beğenme, güzel bulma
itab etmek: kınamak, azarlamakkader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
kemâl-i dikkat: tam bir dikkatme’mûl: umulan, ümit edilen
musibet: belâ, dert, felâketmuvakkat: geçici
mânen: mânevî yöndenmüteessir: etkilenen, üzüntülü
rikkat: acıma, yufka yürekliliksebat: kararlılık
sebebiyet: sebep olmateessüf: eseflenme, üzülme
ticaretgâh: ticaret yeriuhuvvet: kardeşlik
yâ Rabbenâ: ey Rabbimizziyade: çok
şehr-i mübarek: mübarek, bereketli ay
 

Muvahhid1

Well-known member
On Üçüncü Şuâ-sayfa 392

Aziz kardeşlerim,

Yakınınızda bulunmakla çok bahtiyarım. Sizin hayalinizle ara sıra konuşurum,müteselli olurum. Biliniz ki, mümkün olsaydı, bütün sıkıntılarınızı kemâl-i iftihar ve sevinçle çekerdim. Ben, sizin yüzünüzden Isparta’yı ve havâlisini taşıyla, toprağıyla seviyorum. Hattâ diyorum ve resmen de diyeceğim: Isparta hükümeti bana ceza verse, başka bir vilâyet beni beraet ettirse, yine burayı tercih ederim.

Evet, ben üç cihetle Ispartalıyım. Gerçi tarihçe ispat edemiyorum; fakat kanaatım var ki, İsparit nahiyesinde dünyaya gelen Said’in aslı buradan gitmiş. Hem Ispartavilâyeti öyle hakikî kardeşleri bana vermiş ki; değil Abdülmecid ve Abdurrahman, belki Said’i onların herbirisine maalmemnuniye feda eylerim.

Tahmin ederim, şimdi küre-i arzda Risale-i Nur şakirtlerinden, kalben ve ruhen ve fikren daha az sıkıntı çeken yoktur. Çünkü kalb ve ruh ve akılları iman-ı tahkikînurlarıyla sıkıntı çekmezler. Maddî zahmetler ise, Risale-i Nur dersiyle hem geçici, hem sevaplı, hem ehemmiyetsiz, hem hizmet-i imaniyenin başka bir mecrâdainkişafına vesile olmasını bilerek şükür ve sabırla karşılıyorlar. İman-ı tahkikîdünyada dahi medar-ı saadettir diye halleriyle ispat ediyorlar. Evet, “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” deyip, metinâne bu fâni zahmetleri bâki rahmetleretebdile çalışıyorlar.

Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, onların emsallerini çoğaltsın, bu vatana medar-ı şeref vesaadet yapsın ve onları da Cennetü’l-Firdevste saadet-i ebediyeye mazhar eylesin.Âmin.


Said Nursî
endOfSection.gif
endOfSection.gif




Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bu kaza-i İlâhînin adalet-i kaderiye noktasında, yeni talebelerden bir kısım zâtlarınsırr-ı ihlâsa muvafık olmayan dünya cihetini de Risale-i Nur ile arzu etmesinden, bazımenfaatperest rakipleri karşısında bulup, yirmi beş sene evvel



Abdurrahman: (bk. bilgiler)Abdülmecid: (bk. bilgiler)
Cennetü’l-Firdevs: Firdevs Cenneti; Cennetin en yüksek yeriCenâb-ı Erhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan şeref ve azamet sahibi yüce Allah
Isparta: (bk. bilgiler)Said/Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
adalet-i kaderiye: kaderin adaletiaziz: çok değerli, izzetli
bahtiyar: talihli, mutluberaet: temize çıkma, suçsuzluğunun anlaşılması
bâki: devamlı, kalıcıcihet: yön, taraf
emsal: benzerler, örneklerfâni: geçici, ölümlü
hakikî: doğru, gerçekhavâli: civar, etraf
hizmet-i imâniye: iman hizmetiiman-ı tahkîki: inandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz iman
inkişaf: açığa çıkma, açılmakazâ-i İlâhî: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması
kemâl-i iftihar: tam bir iftiharküre-i arz: yerküre, dünya
maalmemnuniye: memnuniyetlemazhar eylemek: eriştirmek, kavuşturmak
mecrâ: kanal, bir işin gidiş şeklimedar-ı saadet: mutluluk sebebi
medar-ı şeref: şeref sebebimenfaatperest: daima çıkarını düşünen
metinâne: sağlam ve kuvvetli bir şekildemuvafık: uygun
müteselli: tesellî bulanrahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan
saadet: mutluluksaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
sıddık: çok doğru ve sadıksırr-ı ihlâs: ihlâs sırrı, esprisi, özü
tebdil: değiştirmevilâyet: il
âmin: “Allahım kabul eyle”İsparit Nahiyesi: (bk. bilgiler – İsparit)
şakirt: talebe, öğrenci
 

Muvahhid1

Well-known member
On Üçüncü Şuâ-sayfa 393

aslı yazılan ve sekiz sene zarfında bir iki defa elime geçen ve aynı vakitte kaybettirilen Beşinci Şuâ benden uzak bir yerde ele geçmesiyle, o hoca bozması gibi kıskançlar, onunla adliyeyi evhamlandırdılar. Aynı vakit, benim arzu ettiğim yeni harflerle Miftahu’l-İman mecmuası yerine Ayetü’l-Kübrâ muvafakatım olmadan tab olması ve nüshaları gelmesi hükümete aksetmiş, iki mes’ele birbiriyle karıştırılmış. Güya Kanun-u Medeniyeye karşı o Beşinci Şuâ tab edilmiş diye, ehl-i garaz, bir habbeyi yüz kubbe yaparak gadren bizleri şu çilehaneye soktu. Fakat kader-i İlâhî ise, menfaatimiz için buraya sevk etti ve eski zamanlarda ihtiyarî çilehanelerin sevap noktasında çok fevkinde sevapdar etmek sırrıyla, bizi, ihlâs dersini tam almak vehakikaten kıymetsiz olan dünya umuruna karşı alâkalarımızı tâdil etmek için yinemedrese-i Yusufiyeye çağırdı.

Ehl-i dünya evhamına karşı deriz:

Yedinci Şuâ baştan aşağıya kadar imandır; aldanmışsınız. Ve gayet mahremtutulan ve şiddetli taharrîlerde bizde bulunmayan ve aslı yirmi sene evvel yazılan Beşinci Şuâ bütün bütün ayrıdır. Biz, bunun değil tab’ına, belki bu zamanda hiç kimseye göstermesine razı olmamakla beraber, orada doğru çıkmış bir ihbar-ı gaybîdir, mübareze etmiyor.
endOfSection.gif
endOfSection.gif


بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
1

Bayramınızı tekrar tebrikle beraber, sureten görüşemediğimize teessüf etmeyiniz. Bizler hakikaten daima beraberiz; ebed yolunda da inşaallah bu beraberlik devam edecek. İmanî hizmetinizde kazandığınız ebedî sevaplar ve ruhî ve kalbî faziletler ve sevinçler, şimdiki geçici ve muvakkat gamları ve sıkıntıları hiçe indirir kanaatindeyim. Şimdiye kadar, Risale-i Nur şakirtleri gibi çok kudsî hizmette çok az zahmet çekenler olmamış.
Evet, Cennet ucuz değil. İki hayatı imha eden küfr-ü mutlaktan kurtarmak, bu

[BILGI]Dipnot-1 Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.[/BILGI]


Ayetü’l-Kübrâ: en büyük delil; Yedinci ŞuâKanun-u Medeniye: Medenî Kanun
Miftahu’l-İman: Risale-i Nur Külliyatı’ndan iman hakikatlarine ilişkin bazı konuları içeren eserebed: sonsuzluk
ebedî: sonu olmayan, sonsuzehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i garaz: kötü niyetlilerevham: kuruntu, asılsız şüphe
fevkinde: üstündegadren: zulmen
gam: sıkıntı, üzüntügayet: son derece
hakikaten: gerçektenihbar-ı gaybî: gaybî haberler; gelecekteki olaylara ilişkin verilen haberler
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyetihtiyarî: isteğe bağlı, iradeyle yapılan
imha etmek: yıkıp yok etmekinşaallah: Allah izin verirse
kader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlamasıkanaat: görüş, inanç
kudsî: mukaddes, kutsalküfr-ü mutlak: tam bir küfür, inkâr ve inançsızlık; hiçbir kutsal değere inanmama tarzında dinsizlik
mahrem: gizli olan, herkese söylenmeyen, gizli sırmecmua: kitapçık
medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishanemuvafakat: müsaade, izin
muvakkat: geçicimübareze etmek: karşı koymak, mücadele etmek
suret: biçim, şekiltab’: baskı, basma
taharrî: araştırma, incelemeteessüf etmek: eseflenmek, üzülmek
tâdil etmek: düzeltmek, ıslah etmekumur: işler
zarfında: içindeçilehane: çile yeri
şakirt: talebe, öğrencişuâ: ışık kaynağından çıkan ışık telleri; ışın
 

Muvahhid1

Well-known member
On Üçüncü Şuâ-sayfa 394

zamanda pek çok ehemmiyetlidir. Bir parça meşakkat olsa da şevk ve şükür ve sabırla karşılamalı. Madem bizi çalıştıran Hâlıkımız Rahîm ve Hakîmdir; başa gelen herşeyi rıza ile, sevinçle, rahmetine, hikmetine itimatla karşılamalıyız.
Kahraman bir kardeşimiz, Âyetü’l-Kübrâ meselesinde bütün mes’uliyeti kendine alıp, Hizb-i Kur’ân’ı ve Hizb-i Nur’u ve kalemiyle kazandığı fevkalâde uhrevî şeref vefazilete istihkakını tam göstermiş, beni derin sevinçlerle ağlatmış. Ve Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübrâ tam nazar-ı dikkati celb ederek ileride ona lâyık bir fütuhatı ihzaretmek hikmetiyle ona gelen bu muvakkat müsadere, o kardeşimizin ve rüfekasının hizmetlerini ve masraflarını zayi etmeyecek, inşaallah daha parlattıracak diyerahmet-i İlâhiyeden bekleriz.
Sizi bütün dualarında
blank.gif
1 اَجِرْنَا وَارْحَمْنَا وَاحْفَظْنَاgibi bütün mütekellim-i maalgayr sigalarında bilâistisna dahil edip, kesretli cesetler ve birtek ruh hükmündeşirket-i mâneviyemizin düsturlarıyla çalışan ve sizin sıkıntınızla sizden ziyadealâkadar olan ve şahs-ı mânevînizden himmet ve medet ve sebat ve metanet ve şefaat bekleyen,


KardeşinizSaid Nursî
endOfSection.gif
endOfSection.gif



Bu hâdise tesiriyle ben kendimi mâsum kardeşlerime rıza-yı kalb ile feda etmeyekat’î azm ü cezmettiğim ve çaresini fikren aradığım vakitte, Celcelûtiyeyi okudum. Birden hatıra geldi ki, İmam-ı Ali Radıyallahu Anh “Yâ Rab aman ver!” diye dua etmiş. İnşaallah, o duanın sırrıyla selâmete çıkarsınız.



[BILGI]Dipnot-1 “Bizi kurtar. Bize merhamet et. Bizi muhafaza et.”[/BILGI]


Celcelûtiye: (bk. bilgiler)Hakîm: hikmet sahibi; herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
Hazret-i Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]Hizb-i Kur’ân: (bk. bilgiler)
Hizb-i Nur: (bk. bilgiler)Hâlık: her şeyi yaratan Allah
Radıyallahu Anh: “Allah ondan razı olsun”Rahîm: merhametli; rahmetinin çok özel tecellîleri olan ve sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
Said Nursî: (bk. Bediüzzaman Said Nursî)alâkadar: alâkalı, ilgili
azm ü cezmetmek: kesin karar vermek, yemin etmekbilâistisna: istisnasız
celb etmek: kendine çekmekdüstur: kâide, kural
fazilet: değer ve üstünlükfevkalâde: olağanüstü, çok güzel
fütuhat: fetihler, zaferlerhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
himmet: ciddi gayret, yardımhâdise: olay
ihzar etmek: hazırlamakinşaallah: Allah izin verirse
istihkak: lâyık olma, hak etmeitimat: güven, güvenme
kat’î: kesin olarakkesretli: çok sayıda
medet: yardımmes’uliyet: sorumluluk, yükümlülük
metanet: sağlamlık, kararlılıkmeşakkat: güçlük
muvakkat: geçicimüsâdere: el koyma
mütekellim-i maalgayr: birinci çoğul şahıs, biznazar-ı dikkat: dikkatle bakış
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsanrahmet-i İlâhiye: Allah’ın merhamet ve şefkati
rüfeka: arkadaşlarrızâ-i kalb: kalb hoşnutluğu
sebat: kararlılıkselâmet: güven, esenlik
sîga (gr.): fiil çekiminde kalıp, kipuhrevî: âhirete dair
yâ Rab: ey varlıkları terbiye edip egemenliği altında bulunduran Allah’ımzayi etmek: kaybetmek, boşa çıkarmak
ziyade: çokÂyetü’l-Kübrâ: en büyük delil; Yedinci Şua
İmam-ı Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]şahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen mânevî kollektif şahıs
şirket-i mâneviye: mânevi şirket, ortaklık
 

Muvahhid1

Well-known member
On Üçüncü Şuâ-sayfa 395

Evet, Hazret-i Ali Radıyallahu Anh, Kaside-i Celcelûtiyede iki suretle Risale-i Nur’dan haber verdiği gibi, Âyetü’l-Kübrâ risalesine işareten:
وَبِاْلاٰيَةُ الْكُبْرٰى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَتْ der. Bu işarette îma eder ki, Âyetü’l-Kübrâ yüzünden ehemmiyetli bir musibet Risale-i Nur talebelerine gelecek ve“Âyetü’l-Kübrâ hakkı için oفَجَتْ ve ‘musibetten şakirtlerine aman ver” diyeniyaz eder, o risaleyi ve menbaını şefaatçi yapar. Evet, Âyetü’l-Kübrâ risalesinintab’ı bahanesiyle gelen musibet, aynen o remz-i gaybîyi tasdik etti.
Hem o kasidede, Risale-i Nur’un mühim eczalarına tertibiyle işaretlerinhâtimesinde, mukàbil sahifede der:
وَتِلْكَ حُرُوفُ النُّورِ فَاجْمَعْ خَوَاصَّهَا وَحَقِّقْ مَعَانِيهَا بِهَا الْخَيْرُ تُمِّمَتْ

Yani, “İşte, Risale-i Nur’un sözleri, hurufları ki, onlara işaretler eyledik. Sen onlarınhassalarını topla ve mânâlarını tahkik eyle. Bütün hayır ve saadet onlarla tamam olur” der. “Hurufların mânâlarını tahkik et” karinesiyle mânâyı ifade etmeyen hecaî harfler murad olmayıp, belki kelimeler mânâsındaki “Sözler” namıyla risalelermuraddır.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ
blank.gif
1 رَبَّنَا لاَتُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَأْنَا
blank.gif
2

Said Nursî
endOfSection.gif
endOfSection.gif
Aziz, sıddık kardeşim Refet Bey,
Senin âlimâne suallerin Risale-i Nur’un Mektubat kısmında çok ehemmiyetlihakikatlerin anahtarları olmasından, senin suallerine karşı lâkayt kalamıyorum. Bunun kısa cevabı şudur:



[BILGI]Dipnot-1 Gaybı hakkıyla ancak Allah bilir.

Dipnot-2 “Ey Rabbimiz! Unutur veya hatâya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.

[/BILGI]


Hazret-i Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]Kaside-i Celcelûtiye: (bk. bilgiler – Celcelûtiye)
Radıyallahu Anh: “Allah ondan razı olsun”Refet Bey: (bk. bilgiler)
Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)aziz: çok değerli, izzetli
ecza: cüzler, bütünü oluşturan parçalarhakikat: asıl, gerçek, doğru
hassa: nitelik, özellikhecâî harfler: alfabe harfleri
huruf: harflerhâtime: sonuç, son bölüm
karine: ek delilkaside: büyük kimseleri veya herhangi bir şeyi öven bir manzum eser
lâkayt: duyarsız, ilgisizmenba: kaynak
mukàbil: karşılıkmurad: kastedilen
musibet: belâ, dert, felâketnam: ad
niyaz etmek: dua etmek, yalvarıp yakarmakremz-i gaybî: gaybî, gizli işaret
risale: mektup, küçük çaplı kitap; Risale-i Nur Külliyatı’nda bulunan her bir bölümsaadet: mutluluk
suret: biçim, şekilsıddık: çok doğru ve bağlı
tab’: baskı, basmatahkik etmek: doğruluğunu araştırmak
tasdik etmek: doğrulamak, onaylamaktertib: düzenleme
Âyetü’l-Kübrâ: en büyük delil; Yedinci Şuaâlimane: âlimlere yakışır surette
îma etmek: işaret etmek, göstermekşakirt: talebe, öğrenci
 

Muvahhid1

Well-known member
On Üçüncü Şuâ-sayfa 396

Madem Kur’ân bir hutbe-i ezeliyedir, nev-i beşerin umum tabakatıyla ve ehl-i ibadetin bütün tâifeleriyle konuşur. Elbette onlara göre müteaddit mânâları ve küllîmânâsının çok mertebeleri bulunacak. Bazı müfessirler, yalnız en umumî veya ensarih veya vâcip veya bir sünnet-i müekkedeyi ifade eden mânâyı tercih eder. Meselâ, bu âyette 1 وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ ’dan ehemmiyetli bir sünnet olan iki rekât teheccüt namazını ve 2 وَإِدْبَارَ النَّجُومِ ’dan, bir sünnet-i müekkedeolan sabah fecir sünnetini zikretmiş. Yoksa evvelki mânânın daha çok efradı var. Kardeşim, seninle konuşmak kesilmemiş.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Aziz, sıddık kardeşlerim,

Şimdi zuhur namazını kıldım. Tesbihat içinde siz hatırıma geldiniz ki, herbiri hem kendini, hem hanesindeki akrabasını düşünmekle mahzun olur. Birden kalbe geldi ki:

Madem eski zamanlarda âhiretini dünyasına tercih edenler, hayat-ı içtimaiyenin günahlarından kurtulmak ve âhiretine hâlisâne çalışmak niyetiyle mağaralarda,çilehanelerde riyazetle hayatlarını geçirenler bu zamanda olsaydılar, Risale-i Nurşakirtleri olacaktılar. Elbette şimdi, bu şerait altında, bunlar onlardan on derece daha ziyade muhtaçtır ve on derece fazla fazilet kazanıyorlar ve on derece daha rahattırlar.
endOfSection.gif
endOfSection.gif


Aziz, mübarek kardeşlerim,

Pek çok selâm... Bizim memlekette eskide arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk.3 Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve arefede dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben, gerçi sizleri göremiyorum ve hususî


[BILGI]Dipnot-1 “Gecenin bir kısmında Onu tesbih et.” Tûr Sûresi, 52:49.

Dipnot-2 “Ve yıldızlar kaybolurken de (Onu tesbih et).” Tûr Sûresi, 52:49.

Dipnot-3 İhlâs Sûresini muhtelif adetlerde okumanın fâziletlerine dair hadîsler için bk. Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 11; Müsned, 3:437, 5:141; Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân, 24; Suyûtî, el-Fethu’l-Kebîr, 3:227.

[/BILGI]
arefe: kurban bayramından bir önceki günaziz: çok değerli, izzetli
efrad: fertler, bireylerehemmiyetli: önemli
ehl-i ibadet: ibadet edenlerfazilet: değer ve üstünlük
fecir sünneti: sabah namazının sünnetihane: ev
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayathutbe-i ezeliye: zamanlar üstü Allah’ın insanlara ve cinlere bir hutbesi olan Kur’ân
hâlisâne: ihlâslı bir şekilde, karşılık beklemeksizinküllî: genel, kapsamlı
mahzun olmak: hüzünlü olmakmübarek: bereketli, hayırlı
müfessir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan kimsemüteaddit: bir çok, çeşitli
nev-i beşer: insanlık türü, insanlarriyâzet: gelip geçici şeylerden nefsi çekerek, kanaat içinde yaşama; ilim, ibadet ve fikirle meşgul olma
sarih: açıksünnet-i müekkede: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) çok az terk edip, çoğu zaman yaptığı ameller
sıddık: çok doğru ve bağlıtabakat: tabakalar
teheccüt namazı: gece sabah vaktinden önce kılınan namaztesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tâife: grup, toplulukumum: bütün
umumî: genel, herkese aitvâcib: dinî bakımdan yapılması şart ve kesin olan emir
zuhur namazı: öğle namazıâhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
çilehane: çile yeriİhlâs-ı Şerif: İhlâs sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 112. sûresi
şakirt: talebe, öğrenci
 

Muvahhid1

Well-known member
On Üçüncü Şuâ-sayfa 397

herbirinizle görüşmüyorum, fakat ben, ekser vakitler, dua içinde herbirinizle bazen ismiyle sohbet ederim.


endOfSection.gif
endOfSection.gif


Aziz, sıddık kardeşlerim,

Ben, şimdiye kadar Nur fabrika dairesinin mübarekler heyetinden iki ehemmiyetlirükünler kurtulmuşlar tahmin ederim. Elhak, o daire, o heyet, altı yedi senede yirmi otuz sene kadar fâtihâne iş görmüşler. Parlak kalemlerinin yâdigârları gibi, onların hizmetlerine tevakkuf etmez; onların bedeline, onların defter-i a’mâllerine hasenatyazdırıyor. Hattâ Hizb-i Nurînin öyle bir kuvvetli fütuhatı var ve öyle ehemmiyetli yerlere girmiş ki, onu neşredenler mütemadiyen çalışıyorlar hükmündedir.
Ben, pek çok çalışmış ve çalışkan Hâfız Mustafa’yı da evvelki zât gibi dışarıda zannederdim.
Yalnız bir defa “O da buradadır” işittim; belki başka Mustafa’dır diye teselli buluyordum.
endOfSection.gif
endOfSection.gif


Aziz kardeşlerim,

Ben, bu sabah tesbihatta Hâfız Tevfik’e acıdım. Bu iki defadır zahmet çekiyortahattur ettim. Birden hatıra geldi: Onu tebrik et. O, kendini faidesiz bir ihtiyatla Risale-i Nur’daki çok ehemmiyetli makamından ve büyük hissesinden bir derece çekmek isterdi. Fakat hizmetinin kudsiyeti ve azameti, onu yine o büyük hisseye ve pek büyük sevaba muvaffak eyledi. Az bir sıkıntı ve geçici bir küçük zahmetle böyle bir şeref-i mânevîden geri kalmamak gerektir.

Evet, kardeşlerim, madem herşey gidiyor; ve gittikten sonra eğer lezzet ve keyif ise, boşu boşuna gider, bir hasret kalır! Eğer sıkıntı ve zahmet ise hem dünyevî veuhrevî, hem böyle bir kudsî hizmet noktasında öyle bir lezzetli faideler var ki, o zahmeti hiçe indirir. İçinizde biri müstesna, en ihtiyarı ve en ziyade başına sıkıntılar toplanan benim. Sizi temin ederim, tam bir sabır ve şükür ve tahammülle halimden memnunum. Musibete şükür ise, musibetteki sevap ve uhrevî ve dünyevî faideleri içindir.

endOfSection.gif
endOfSection.gif



Hafız Mustafa: (bk. bilgiler)Hafız Tevfik: (bk. bilgiler)
Hizb-i Nurî: (bk. bilgiler)Nur fabrikası: (bk. bilgiler)
azamet: büyüklük, yücelikaziz: çok değerli, izzetli
defter-i a’mâl: amellerin yazıldığı mânevî defterekser: pek çok
elhak: gerçektenfâtihâne: fethedercesine
fütuhat: fetihler, zaferlerhasenat: sevaplar, iyilikler
heyet: meclis, kurul, yapıhususî: özel
ihtiyat: önlem alma, tedbirli hareket etmekudsiyet: mukaddes olma, kutsallık
kudsî: mukaddes, kutsalmusibet: belâ, dert, felâket
muvaffak eylemek: başarılı kılmakmübarekler heyeti: (bk. bilgiler)
müstesna: dışındamütemadiyen: sürekli olarak
neşretmek: yaymakrükün: temel unsur; bir topluluğu oluşturan önemli fertlerden her biri
sıddık: çok doğru ve bağlıtahattur etmek: hatırlamak, hatıra gelmek
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmatevakkuf etmek: durmak, engel olmak
uhrevî: âhirete aityadigâr: hediye, armağan
ziyade: çokşeref-i mânevî: mânevî şeref, rütbe
 

Muvahhid1

Well-known member
On Üçüncü Şuâ-sayfa 398

Aziz kardeşlerim,

Meyvenin meselelerinin tekmil edilmesine meydan vermeyen mânilerin zevâliyleinşaallah yine başlanacak ki, birisi soğuk, birisi masonların onun kuvvetinden dehşet almalarıdır. Ben, bu musibette kader-i İlâhî cihetini düşünüyorum. Zahmetimrahmete inkılâp eder.
Evet, Risale-i Kaderde beyan edildiği gibi, her hâdisede iki sebep var: Biri zâhirîdir ki, insanlar ona göre hükmederler, çok defa zulmederler. Biri de hakikattır ki, kader-i İlâhî ona göre hükmeder, o aynı hâdisede beşer zulmünün altında adalet eder. Meselâ, bir adam, yapmadığı bir sirkat ile zulmen hapse atılır. Fakat gizli bir cinayetine binaen, kader dahi hapsine hüküm verir, aynı zulm-ü beşer içinde adaleteder.

İşte bu meselemizde elmaslar şişelerden, sıddık fedakârlar müteredditsebatsızlardan ve hâlis muhlisler, benlik ve menfaatini bırakmayanlardan ayrılmak için bu şiddetli imtihana girmemizin iki sebebi var:
Birisi: Ehl-i dünya ve siyasetin evhamlarına dokunan kuvvetli bir tesanüd ve ihlâslafevkalâde hizmet-i diniyedir. Zulm-ü beşer buna baktı.
İkincisi: Herkes kendi başına bu kudsî hizmete tam ihlâs ve tam tesanütle tamliyakat göstermediğimizden, kader dahi buna baktı. Şimdi kader-i İlâhî, ayn-ı adaletiçinde hakkımızda ayn-ı merhamettir ki, birbirine müştak kardeşleri bir meclise getirdi, zahmetleri ibadete ve zayiatları sadakaya çevirdi. Ve yazdıkları risaleleri her taraftan nazar-ı dikkati celb etmek ve dünyanın mal ve evlâdı ve istirahati pekmuvakkat ve geçici ve herhalde bir gün onları bırakıp toprağa girecek olmasından, onların yüzünden âhiretini zedelememek ve sabır ve tahammüle


Risale-i Kader: Kader Risalesi; Risale-i Nur Külliyatı’ndan Yirmi Altıncı Söz isimli eseradalet: hak sahibine hakkını verme, haksızı terbiye etme ve cezalandırma
ayn-ı adalet: adaletin ta kendisiayn-ı merhamet: merhametin ta kendisi
aziz: çok değerli, izzetlibeyan etmek: açıklamak, izah etmek
beşer: insanlıkcihet: yön, taraf
ehl-i dünya ve siyaset: dünya ve siyasi hayata dalıp, âhireti düşünmeyenlerevham: kuruntular, asılsız şüpheler
evlâd: çocuklarfevkalâde: olağanüstü, çok güzel
hakikat: asıl, gerçek, doğruhizmet-i imâniye: iman hizmeti
hâlis: içten, katıksız, samimiihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
imdi: şimdiinkılâp etmek: dönüşmek
inşaallah: Allah izin verirseistirahat: dinlenme, rahatlama
kader/kader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlamasıkudsî: kutsal, mukaddes
liyakat: lâyık olmamasonlar: (bk. masonluk)
muhlis: samimi, ihlâslı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetenmusibet: belâ, dert, felâket
muvakkat: geçicimâni: engel
mütereddit: tereddütte kalmış, kararsızmüştak: arzulu, çok istekli
nazar-ı dikkati celb etmek: dikkati üzerine toplamak, dikkat çekmekrahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan
risale: mektup, küçük çaplı kitap; Risale-i Nur Külliyatı’nda bulunan her bir bölümsadaka: Allah rızası için ihtiyaç sahibi kişilere yapılan yardım
sebatsız: kalıcı olmayan, geçicisirkat: hırsızlık
sıddık: çok doğru ve bağlıtekmil: tamamlama
tesanüd: dayanışmazahirî: görünürde
zayiat: kayıplar, zararlarzevâl: yok olma, sona erme
zulm-ü beşer: insanların zulmüzulmen: haksızlıkla, zulme uğrayarak
 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
On Üçüncü Şuâ-sayfa 399

alışmak ve istikbaldeki ehl-i imana kahramanâne bir nümune-i imtisâl, belki imamları olmak gibi çok cihetle ayn-ı merhamettir. Fakat yalnız bir cihet var ki, beni düşündürüyor.

Nasıl bir parmak yaralansa göz, akıl, kalb ehemmiyetli vazifelerini bırakıp onunla meşgul oluyorlar. Öyle de, bu derece zarurete giren sıkıntılı hayatımız, yarasıyla kalb ve ruhumuzu kendiyle meşgul eder. Hattâ dünyayı unutmak lâzım olduğu bir zamanımda, o hal beni masonların meclisine getirdi, onları tokatlamakla meşgul eyledi. Cenâb-ı Hak bu gaflet halini de bir mücahede-i fikriye nev’inden kabul etmek ihtimaliyle teselli buldum.

Risale-i Nur’un kıymettar muallimi Hâfız Mehmed’in kardeşi Ali Gül’ün selâmını aldım. Ben hem ona, hem bütün hemşehrilerine ve Sava’nın bütün ahyâ veemvâtına binler selâm ve dua ederim.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1
Aziz, sıddık kardeşlerim,

Sizin sebat ve metanetiniz, masonların ve münafıkların bütün plânlarını akîmbırakıyor.
Evet, kardeşlerim, saklamaya lüzüm yok. O zındıklar, Risale-i Nur’u ve şakirtlerinitarîkate ve bilhassa Nakşî tarîkatine kıyas edip, o ehl-i tarîkati mağlûp ettikleri plânlarla bizleri çürütmek ve dağıtmak fikriyle bu hücumu yaptılar.
Evvelâ: Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleğin su-i istimâlatını göstermek.
Ve saniyen: O mesleğin erkânlarının ve müntesibîninin kusuratlarını teşhir etmek.
Ve salisen: Maddiyun felsefesinin ve medeniyetinin câzibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmekle mâbeynlerinde tesanüdü kırmak ve üstadlarını

[BILGI]Dipnot-1 Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.[/BILGI]

Ali Gül: (bk. bilgiler)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Nakşî tarîkatı: (bk. bilgiler – Şâh-ı Nakşibend)Sava: (bk. bilgiler – Sav)
ahyâ: hayatta olanlar, yaşayanlarakîm: neticesiz, sonuçsuz
ayn-ı merhamet: merhametin ta kendisiaziz: çok değerli, izzetli
bilhassa: özelliklecihet: yön, taraf
câzibedar: çekiciehl-i iman: Allah’a inananlar, mü’minler
ehl-i tarîkat: tarîkata mensup olanlaremvât: ölüler
erkân: rükünler, temel unsurlar; bir topluluğu oluşturan önemli fertlerden her birievvelâ: ilk olarak
gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlıkifsad etmek: bozmak
istikbal: gelecekkahramanâne: kahramanca
kusurat: kusurlar, eksiklerkıymettar: kıymetli, değerli
maddiyyun: materyalistler, herşeyi maddeye bağlayanlarmason: (bk. bilgiler – Masonluk)
mağlûp etmek: galip gelmek, yenmekmetanet: sağlamlık, kararlılık
muallim: öğretmenmâbeynlerinde: aralarında
mücahede-i fikriye: fikir mücadelesimünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
müntesibîn: intisab edenler, bağlananlarnev’: çeşit, tür
nümune-i imtisal: örnek alınacak modelsalisen: üçüncü olarak
saniyen: ikinci olaraksebat: kararlılık
sefahet: yasak zevk ve eğlencelere düşkünlüksu-i istimâlat: kötüye kullanmalar
sıddık: çok doğru ve bağlıtarîkat: tasavvufta Allah’a ulaştıran yol
tesanüd: dayanışmateşhir etmek: sergilemek
zarurete girmek: sıkıntıya girmek, darlığa düşmekşakirt: talebe, öğrenci
 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Şuâ-syfa 400

ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düsturlarıylanazarlarından sukut ettirmektir ki, Nakşîlere ve ehl-i tarîkate karşı istimâl ettikleri aynı silâhla bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar. Çünkü, Risale-i Nur’un meslek-i esası,ihlâs-ı tam ve terk-i enâniyet ve zahmetlerde rahmeti ve elemlerde bâki lezzetleri hissedip aramak ve fâni ayn-ı lezzet-i sefihânede elîm elemleri göstermek ve imanın bu dünyada dahi hadsiz lezzetlere medar olmasını ve hiçbir felsefenin eli yetişmediği noktaları ve hakikatleri ders vermek olduğundan, onların plânlarını inşaallah tamakîm bırakacak. Ve meslek-i Risale-i Nur ise tarîkatlere kıyas edilmez diye onları susturacak.
Bir lâtife: Bu sabah, yanımdaki jandarma koğuşundan biri beni çağırdı, pencereye çıktım.
Dedi: “Bizim kapımız kendi kendine kapandı. Ne yapıyoruz, açılmıyor.”

Ben de dedim: “Size işarettir ki, nöbettar olduğunuz ve üstlerinden kapı kapattığınız adamlar içinde sizin gibi mâsumlar var. Hattâ on seneden beri görmediğim bir kardeşimle bir dakika görüşmek bahanesiyle bana ihanet ve başka bahaneyle dış kapımızın ikincisini dahi kapadılar. Onun cezası olarak sizin kapınız dahi kapandı.”
Said Nursî

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Aziz, sıddık kardeşlerim,

Size dün yazdığım lâtifenin üç zerafeti var:

Birincisi: İstikbalde gelecek mübarek heyetin şahs-ı mânevîsinin bir mümessili olmasından, o şahs-ı mânevînin sırrıyla ve bereketiyle sürgülü kapı kendi kendine açıldığı gibi, yine o tahakkuk edip vücuda gelmiş mübarek heyetin bir mümessilinin on sene sonra yarım dakika benimle görüşmesi sebebiyle bana hiddet edildi. Ben de hiddet ettim, “Kapıları kapansın!” tekrar eyledim. Aynı günün gecesinin sabahında—hiç vuku bulmamış—kendi kendine nöbetçilerin kapıları kapandı, iki saat açılmadı.

İkinci zarafeti: Ben bir pusula müddeiumuma müdürle göndermiştim, içinde demiştim: “Ben tecriddeyim, kimseyle görüşemiyorum. Görüşsem de bu şehirde kimseyi tanımıyorum. Buranın belediyesi birisiyle ilâ âhir...” Sonra müddeiumumî




Nakşî: (bk. bilgiler – Şâh-ı Nakşibend)Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
akîm: neticesiz, sonuçsuzayn-ı lezzet-i sefihâne: yasak zevk ve eğlencelerde bulunan lezzetin kendisi
aziz: çok değerli, izzetlibâki: devamlı, kalıcı
düstur: kâide, kuralehl-i tarîkat: tarîkata mensup olanlar
elem: acı, kederelîm: acı ve sıkıntı veren
fâni: geçici, ölümlühadsiz: sayısız, sınırsız
heyet: genel yapı, meclisihlâs-ı tam: tam bir ihlâs, samimiyet
ilâ âhir: sonuna kadarinşaallah: Allah izin verirse
istikbal: gelecekistimâl etmek: kullanmak
lâtife: güzel ve ince mânâmedar: kaynak, vesile
meslek-i Risale-i Nur: Risale-i Nur’un mesleğimeslek-i esas: esas mesleği
mübarek: bereketli, hayırlımüddeiumumî: savcı
mümessil: temsilcinazar: bakış, dikkat
nöbettar: nöbetçipusula: not kağıdı
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsansukut ettirmek: düşürmek, alçaltmak
sıddık: çok doğru ve bağlıtahakkuk: gerçekleşme
tarîkat: tasavvufta Allah’a ulaştıran yoltecrid: ayırma, yalnız başına bırakma
terk-i enâniyet: benliği, enâniyeti terk etmekvuku bulmak: meydana gelmek
zerafet: incelik, zariflikşahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişi, topluluk
 

Muvahhid1

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Şuâ-syfa 401

demiş: “O tecridde mi?” Müdür demiş: “Yok.” İkisi bana itiraz etmişler. Aynı gün, yarım meczup ve yarım akraba biri yarım dakika benimle görüşmesi yüzünden öyle bir vaziyet gösterildi ki, hiçbir tecridde olmamış. Bana itirazları yüzlerine çarptı.
Üçüncüsü: Komşudaki haylâz gençlerin kapıda gürültüleri akşam yatsı ortasında bana zarar ederdi, fakat az idi. O kapıyı da aynı gün bir bahane ile kapattılar. Hem fena koku menzilimde ziyadeleşti, hem o haylazların kapıma yakın gürültüleri ziyadebana zarar verdi. Ben de yine “Kapıları kapansın, neden böyle yapıyorlar?” dedim. Aynı sabah o hâdise oldu.



endOfSection.gif
endOfSection.gif


Kardeşlerim,

Yeni hurufla yazdığınız iki mesele, cidden tesirini gösterdi. Birinci, İkinci, Üçüncü Meseleleri de yazılsa çok iyi olur. Fakat Hüsrev ve Tahirî gibi kalemleri Kur’ân’a ve Kur’ân hattına mahsus ve memur olmalarından bana endişe verir. Başkalar yazsalar daha münasiptir.
endOfSection.gif
endOfSection.gif
Aziz kardeşlerim,
Bir seneden beri bir parça, yani bir kilo kadar şehriye ve pirinçten sarf ediyordum. Şüphem kalmadı ki, büyük bir bereket içinde var. Şimdi siz bırakmıyorsunuz ki pişireyim. Öyle ise, onu size hem teberrük hem bereketli bir hediye ediyorum. O yıldız şehriyeden bir defa harika bir bereketi gördüm. Taneleri pişirdikten sonra kurutuyordum. Bir tek tane on mislinden ziyade büyük olduğunu ben ve başkaları gördük.


endOfSection.gif
endOfSection.gif


Aziz kardeşlerim,

Bu gece evrad ile meşgul olurken nöbetçiler ve başkalar işitiyorlardı. Kalbime geldi ki: “Acaba bu izhar, sevabını noksan etmiyor mu?” diye telâş ettim. Hüccetü’l-İslâmİmam-ı Gazâli’nin meşhur bir sözü hatıra geldi. O demiş: “Bazan izhar, çok defaihfâdan daha ziyade efdal olur.” Yani âşikâre yapmakta başkalar, ya istifade veya taklit etmek veya gafletten uyanmak veya dalâlette ve sefahette muannid ise, karşısında şeâir-i İslâmiye nev’inde izhar etmek, izzet-i diniyeyi




Hüccetü’l-İslâm: İslâmın deliliHüsrev: (bk. bilgiler – Hüsrev Altınbaşak)
Tahirî: (bk. bilgiler)aziz: çok değerli, izzetli
cihet: yön, tarafdalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık
efdal: en faziletli, en üstünevrad: virdler; zikirler
gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlıkhuruf: harfler
ihfâ: gizlemeistifade: faydalanma, yararlanma
izhar: açığa çıkarma, göstermeizhar etmek: göstermek, açığa çıkarmak
izzet-i diniye: dinin şeref ve üstünlüğümeczup: İlâhî aşkla aklî dengesi değişmiş kimse, mecnun
menzil: yer, mekânmisl: eş değer
muannid: inatçı, direnenmüddeiumumî: savcı
münasip: uygunnev’: çeşit, tür
sefahet: yasak zevk ve eğlencelere düşkünlükteberrük: bereket vesilesi
tecrid: ayırma, yalnız başına bırakmaziyade: çok
ziyadeleşmek: artmak, fazlalaşmakİmam-ı Gazâli: (bk. bilgiler)
şeâir-i İslâmiye: İslâma sembol olmuş işaretler, iş ve ibadetler
 
Üst