On Üçüncü Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onüçüncü Sözün İkinci Makamı - Sayfa 220

ve hâkimiyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarını tamir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azaplarıyla ve dünya hayatının bütün bütün fâni ve muvakkat olması ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünmesiyle ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidadatın ve mahiyet-i insaniyesinin umumî bir surette dehşetli yaralanmasıyla ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyaset-i rû-yi zeminin pek çirkin, pek gaddârâne hakikî sureti görünmesiyle, elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki: Şimalde, garpta, Amerika’da emareleri göründüğüne binaen, nev-i beşerin mâşuk-u mecazîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak.
Ve elbette, hiç şüphe yok ki: Bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şakirdi bulunan ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hafızların kalbinde kudsiyet ile bulunup lisanlarıyla beşere ders veren ve hiçbir kitapta emsali bulunmayan bir tarzda beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren ve bütün beşerin yaralarını tedavi eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarihan ve işareten on binler defa dâvâ edip haber veren ve sarsılmaz, kat’î delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetleriyle hayat-ı bâkiyeyi kat’iyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi; elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi rû-yi zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükûmetleri Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü bu hakikat noktasında, kat’iyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mucize-i ekberin yerini tutamaz.



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Amerika: (bk. bilgiler)</td><td>Finlandiya: (bk. bilgiler)</td></tr><tr><td>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)</td><td>Norveç: (bk. bilgiler)</td></tr><tr><td>beşer: insanlar</td><td>binâen: –dayanarak</td></tr><tr><td>cemiyet: dernek (bk. c-m-a)</td><td>dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)</td></tr><tr><td>din-i hak: hak din, İslâmiyet (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>ehl-i hakikat: hak ve doğru yolda olanlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>emare: belirti, işaret</td><td>emsal: benzerler (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>fantaziye: aşırı süs ve lüks, yalandan gösteriş </td><td>fâni: ölümlü, geçici (bk. f-n-y)</td></tr><tr><td>fıtrat-ı beşeriye: insanın yaratılışı, tabiatı (bk. f-ṭ-r)</td><td>gaddârâne: acımasızca, zulmederek</td></tr><tr><td>gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)</td><td>garp: batı</td></tr><tr><td>hadsiz: sayısız</td><td>hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>hatip: konuşmacı (bk. ḫ-ṭ-b)</td></tr><tr><td>hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı hayat (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)</td><td>hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>hüccet: delil</td><td>hükûmet: yönetim, idare (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>istidadat: kabiliyetler, yetenekler (bk. a-d-d)</td><td>kat’iyen: kesinlikle</td></tr><tr><td>kat’î: kesin</td><td>kudsiyet: kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık (bk. ḳ-d-s)</td></tr><tr><td>kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)</td><td>lisan: dil </td></tr><tr><td>mahiyet-i insaniye: insanın niteliği, iç yüzü</td><td>misil: benzer (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)</td><td>muvakkat: geçici</td></tr><tr><td>mu’cize-i ekber: en büyük mu’cize (bk. a-c-z; k-b-r)</td><td>mâşuk-u mecazî: gerçek sevgiye layık olmadığı halde aşık olunan şeyler (bk. c-v-z)</td></tr><tr><td>nev-i beşer: insanlık, insan türü</td><td>rû-yi zemin: yeryüzü</td></tr><tr><td>saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)</td><td>sarihan: açıkça</td></tr><tr><td>siyaset-i rû-yi zemin: dünya siyaseti</td><td>suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)</td><td>tahribat: yıkımlar, bozmalar</td></tr><tr><td>tasdik: doğrulama, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)</td><td>umum: genel, herkes</td></tr><tr><td>âyât: âyetler</td><td>İngiltere: (bk. bilgiler)</td></tr><tr><td>İsveç: (bk. bilgiler)</td><td>şakird: talebe, öğrenci</td></tr><tr><td>şimal: kuzey</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onüçüncü Sözün İkinci Makamı - Sayfa 221

Saniyen: Madem Risale-i Nur, bu mucize-i kübrânın elinde bir elmas kılıç hükmünde hizmetini göstermiş ve muannid düşmanlarını teslime mecbur etmiş. Hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyatı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda hazine-i Kur’âniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka me’hazı ve mercii olmayan ve bir mucize-i mâneviyesi bulunan Risale-i Nur o vazifeyi tam yapıyor. Ve aleyhindeki dehşetli propagandalara ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış. Ve dalâletin en sert, kuvvetli kalesi olan tabiatı, Tabiat Risalesi ile parça parça etmiş. Ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde Asâ-yı Mûsâ’daki Meyvenin Altıncı Meselesi ve Birinci, İkinci, Üçüncü, Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp nur-u tevhidi göstermiş.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Meyve Risalesi’nden Altıncı Mesele
blank.gif
1

Risale-i Nur’un çok yerlerinde izahı ve kat’î hadsiz
hüccetleri bulunan iman-ı billâh rüknünün binler küllî burhanlarından birtek burhana kısaca bir işarettir.

Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” dediler.

Ben dedim:

Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.

Meselâ, nasıl ki mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda harika ve hassas mizanlarla alınmış hayattar macunlar ve tiryaklar var; şüphesiz gayet maharetli ve kimyager ve hakîm bir eczacıyı gösterir.

Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zîhayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle bu çarşıdaki eczahaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyasıyla, küre-i arz eczahane-i kübrasının eczacısı olan Hakîm‑i Zülcelâli, hatta kör gözlere de gösterir, tanıttırır.

[NOT]
Dipnot-1
Meyve Risalesi, On Birinci Şuadır.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)</td><td>Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>Kastamonu: (bk. bilgiler)</td><td>Tabiat Risalesi: Yirmi Üçüncü Lem’a (bk. ṭ-b-a; r-s-l)</td></tr><tr><td>burhan: delil</td><td>daire-i âfâk: çok büyük ve geniş daire</td></tr><tr><td>dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)</td><td>dellal: davetçi, ilâncı</td></tr><tr><td>eczahane-i kübra: büyük eczane (bk. k-b-r)</td><td>fen: bilim dalı</td></tr><tr><td>fenn-i tıb: tıp bilimi</td><td>gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)</td></tr><tr><td>galebe çalmak: üstün gelmek</td><td>hakîm: bilgili, hikmetli (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)</td><td>hazine-i Kur’âniye: Kur’ân hazinesi</td></tr><tr><td>hissiyat: hisler, duygular</td><td>hüccet: kanıt, delil</td></tr><tr><td>iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n)</td><td>izah: açıklama</td></tr><tr><td>kat’î: kesin</td><td>küllî: çok, kapsamlı (bk. k-l-l)</td></tr><tr><td>küre-i arz: yerküre, dünya</td><td>lisan-ı mahsus: özel dil</td></tr><tr><td>macun: karışım halinde ilaç</td><td>merci: başvurulacak, sığınılacak yer</td></tr><tr><td>me’haz: kaynak</td><td>mikyas: ölçek</td></tr><tr><td>mizan: ölçü (bk. v-z-n)</td><td>muallim: öğretmen (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>muannid: inatçı</td><td>mu’cize-i kübrâ: en büyük mu’cize (bk. a-c-z; k-b-r)</td></tr><tr><td>mu’cize-i mâneviye: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z; a-n-y)</td><td>mütemadiyen: sürekli olarak</td></tr><tr><td>nebatat: bitkiler</td><td>nisbet: oran (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>nur-u tevhid: Allah’ın birliğini gösteren nur (bk. n-v-r; v-ḥ-d)</td><td>rükn: esas, şart (bk. r-k-n)</td></tr><tr><td>saniyen: ikinci olarak</td><td>tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)</td></tr><tr><td>tenvir: nurlandırma, aydınlatma (bk. n-v-r)</td><td>tiryak: ilâç</td></tr><tr><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td><td>zındık: dinsiz</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onüçüncü Sözün İkinci Makamı - Sayfa 222

Hem, meselâ, nasıl bir harika fabrika ki, binler çeşit çeşit kumaşları basit bir maddeden dokuyor; şeksiz, bir fabrikatörü ve maharetli bir makinisti tanıttırır.

Öyle de, küre-i arz denilen yüz binler başlı, her başında yüz binler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-i Rabbâniye ne derece bu insan fabrikasından büyükse, mükemmelse, o derecede, okuduğunuz fenn-i makine mikyasıyla, küre-i arzın Ustasını ve Sahibini bildirir ve tanıttırır.

Hem meselâ, nasıl ki, gayet mükemmel bin bir çeşit erzak etrafından celb edip içinde muntazaman istif ve ihzar edilmiş depo ve iâşe ambarı ve dükkân şeksiz, bir fevkalâde iâşe ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunu bildirir.

Öyle de, bir senede yirmi dört bin senelik bir dairede muntazaman seyahat eden ve yüz binler ve ayrı ayrı erzak isteyen taifeleri içine alan ve seyahatiyle mevsimlere uğrayıp, baharı bir büyük vagon gibi, binler ayrı ayrı taamlarla doldurarak, kışta erzakı tükenen biçare zîhayatlara getiren ve küre-i arz denilen bu Rahmânî iâşe ambarı ve bir sefine-i Sübhâniye ve bin bir çeşit cihazatı ve malları ve konserve paketleri taşıyan bu depo ve dükkân-ı Rabbânî, ne derece o fabrikadan büyük ve mükemmel ise, okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i iâşe mikyasıyla, o kat’iyette ve o derecede küre-i arz deposunun Sahibini, Mutasarrıfını, Müdebbirini bildirir, tanıttırır, sevdirir.

Hem nasıl ki dört yüz bin millet içinde bulunan ve her milletin istediği erzakı ayrı ve istimal ettiği silâhı ayrı ve giydiği elbisesi ayrı ve talimatı ayrı ve terhisatı ayrı olan bir ordunun mucizekâr bir kumandanı, tek başıyla bütün o ayrı ayrı milletlerin ayrı ayrı erzaklarını ve çeşit çeşit eslihalarını ve elbiselerini ve cihazatlarını, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak verdiği o acip ordu ve ordugâh, şüphesiz, bedahetle o harika kumandanı gösterir, takdirkârâne sevdirir.

Aynen öyle de, zemin yüzünün ordugâhında ve her baharda yeniden silâh altına alınmış bir yeni ordu-yu Sübhânîde nebatat ve hayvanat milletlerinden dört yüz bin nev’in çeşit çeşit elbise, erzak, esliha, talim, terhisleri gayet mükemmel ve muntazam ve hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak, birtek kumandan-ı


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Mutasarrıf: sonsuz tasarruf hakkı ve yetkisi olan; her işi kendi istek ve kurallarına göre idare eden Allah (bk. ṣ-r-f)</td><td>Müdebbir: idare eden, yöneten ve ilmiyle herşeyin sonunu görüp, ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. d-b-r)</td></tr><tr><td>Rahmânî: rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah tarafından gönderilen (bk. r-ḥ-m)</td><td>bedahet: açıklık</td></tr><tr><td>bîçare: çaresiz</td><td>celb etmek: çekmek</td></tr><tr><td>cihazat: cihazlar, donanımlar</td><td>dükkân-ı Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın bir dükkân gibi düzenleyerek bütün ihtiyaç maddelerimizi depoladığı yeryüzü (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>erzak: rızıklar, yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)</td><td>esliha: silâhlar</td></tr><tr><td>fenn-i iaşe: gıda bilimi (bk. a-y-ş)</td><td>fenn-i makine: makine bilimi</td></tr><tr><td>fevkalâde: olağanüstü</td><td>hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>iaşe: beslenme, gıda (bk. a-y-ş)</td><td>ihzar etmek: hazırlamak (bk. ḥ-ḍ-r)</td></tr><tr><td>istif: yığma, biriktirme</td><td>istimal etmek: kullanmak</td></tr><tr><td>kat’iyet: kesinlik</td><td>kumandan-ı âzam: en büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)</td></tr><tr><td>küre-i arz: yerküre, dünya</td><td>maharetli: becerikli, yetenekli</td></tr><tr><td>makine-i Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın makinesi (bk. r-b-b)</td><td>mikyas: ölçek</td></tr><tr><td>muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)</td><td>mu’cizekâr: mu’cizeler yapan (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>mâlik: sahip (bk. m-l-k)</td><td>nebatat: bitkiler</td></tr><tr><td>nev’: çeşit, tür</td><td>ordu-yu Sübhanî: her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan Allah’ın bir ordu gibi yaratıp sevk ettiği varlıklar (bk. s-b-ḥ)</td></tr><tr><td>sefine-i Sübhaniye: her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah’ın bir gemi gibi yaratarak uzayda gezdirdiği dünya (bk. s-b-ḥ)</td><td>seyyar: gezici</td></tr><tr><td>taam: yiyecek</td><td>taife: topluluk</td></tr><tr><td>takdirkârâne: takdir ederek (bk. ḳ-d-r)</td><td>talim: eğitim (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>talimat: eğitimler, emirler (bk. a-l-m)</td><td>terhis: vazifeye son verme</td></tr><tr><td>terhisat: terhisler, vazifeye son vermeler</td><td>zemin: yer</td></tr><tr><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td><td>şeksiz: kuşkusuz, şüphesiz</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onüçüncü Sözün İkinci Makamı - Sayfa 223

âzam tarafından verilen küre-i arzın bahar ordugâhı, ne derece mezkûr insan ordu ve ordugâhından büyük ve mükemmel ise, sizin okuyacağınız fenn-i askerî mikyasıyla dikkatli ve aklı başında olanlara o derece küre-i arzın Hâkimini ve Rabbini ve Müdebbirini ve Kumandan-ı Akdesini hayretler ve takdislerle bildirir ve tahmid ve tesbihle sevdirir.

Hem nasılki bir harika şehirde milyonlar elektrik lâmbaları hareket ederek her yeri gezerler. Yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz, bedahetle elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştial maddelerini getiren bir mucizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır, yaşasınlar ile sevdirir.

Aynen öyle de, bu âlem şehrinde, dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları, bir kısmı—kozmoğrafyanın dediğine bakılsa—küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa sür’atli hareket ettikleri halde, intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan ve bir misafirhane-i Rahmâniyede bir lâmba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber, çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir; o derecede, sizin okuduğunuz veya okuyacağınız, fenn-i elektrik mikyasıyla, bu meşher-i âzam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini, o nuranî yıldızları şahit göstererek tanıttırır, tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestiş ettirir.

Hem meselâ, nasıl ki bir kitap bulunsa ki, bir satırında bir kitap ince yazılmış ve herbir kelimesinde ince kalemle bir sûre-i Kur’âniye yazılmış. Gayet mânidar


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hâkim: herşeyi hükmü altında tutup idare eden ve yargılayan ve herşeye galip olan Allah (bk. ḥ-k-m)</td><td>Kumandan-ı Akdes: bütün varlıkları emri altında tutan ve her türlü eksiklikten ve âcizlikten yüce olan Allah (bk. ḳ-d-s)</td></tr><tr><td>Müdebbir: idare eden, yöneten ve ilmiyle herşeyin sonunu görüp, ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. d-b-r)</td><td>Münevvir: herşeyi nurlandıran, aydınlatan, ışıklandıran Allah (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden ve idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)</td><td>Sâni: herşeyi sanatlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah (bk. s-n-a)</td></tr><tr><td>arz: dünya</td><td>bedahetle: ap açık bir şekilde</td></tr><tr><td>fenn-i askerî: askerlik ilmi</td><td>fenn-i elektrik: elektrik bilimi</td></tr><tr><td>intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)</td><td>iştial: yanma, tutuşma</td></tr><tr><td>kozmoğrafya: gökbilimi, astronomi</td><td>kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>kudretli: güçlü, kuvvetli (bk. ḳ-d-r)</td><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>küre-i arz: yerküre, dünya</td><td>mezkûr: zikredilen, adı geçen</td></tr><tr><td>meşher-i âzam-ı kâinat: büyük kâinat sergisi (bk. a-ẓ-m; k-v-n)</td><td>mikyas: ölçek</td></tr><tr><td>misafirhane-i Rahmâniye: Allah’ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya (bk. r-ḥ-m)</td><td>mu’cizekâr: mu’cize sahibi (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)</td><td>nihayetsiz: sonsuz</td></tr><tr><td>nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)</td><td>perestiş: kulluk, ibadet</td></tr><tr><td>saltanat: egemenlik, hükümranlık (bk. s-l-ṭ)</td><td>sûre-i Kur’âniye: Kur’ân’ın sûresi</td></tr><tr><td>tahmid: Allah’ı övme ve Ona şükürlerini sunma (bk. ḥ-m-d)</td><td>takdis: kutsama, Allah’ı her türlü kusur ve noksandan pak ve yüce olduğunu dile getirmek (bk. ḳ-d-s) </td></tr><tr><td>tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)</td><td>tesbihat: Allah’ın her türlü eksiklikten, âcizlikten, ortaktan yüce olduğunu ilân etme (bk. s-b-ḥ)</td></tr><tr><td>ulvî: yüce</td><td>ziyade: fazla</td></tr><tr><td>şehr-i muhteşem: görkemli, ihtişamlı şehir</td><td>şeksiz: kuşkusuz, şüphesiz</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onüçüncü Sözün İkinci Makamı - Sayfa 224

ve bütün meseleleri birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde maharetli ve iktidarlı gösteren bir acîp mecmua, şeksiz, gündüz gibi kâtip ve musannifini kemâlâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır. Mâşâallah, bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir.

Aynen öyle de, bu kâinat kitab-ı kebîri ki, birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üçyüz bin ayrı ayrı kitaplar hükmündeki üç yüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız, hatasız, karıştırmayarak, şaşırmayarak, mükemmel, muntazam ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam fihristesini yazan bir kalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur’ân-ı ekber-i âlem, mezkûr misaldeki kitaptan ne derece büyük ve mükemmel ve mânidar ise, o derecede—sizin okuduğunuz fenn-i hikmetü’l-eşya ve mektepte bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet geniş mikyaslarıyla ve dürbün gözleriyle—bu kitab-ı kâinatın Nakkâşını, Kâtibini hadsiz kemâlâtıyla tanıttırır, Allahu Ekber cümlesiyle bildirir, Sübhânallah takdisiyle tarif eder, Elhamdülillâh senâlarıyla sevdirir.

İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünûndan her bir fen, geniş mikyasıyla ve hususi âyinesiyle ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâlini esmâsıyla bildirir, sıfâtını, kemâlâtını tanıttırır.

İşte bu muhteşem ve parlak bir burhan-ı vahdâniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan çok tekrarla, en ziyade

blank.gif
1
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ ve
blank.gif
2
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ


[NOT]Dipnot-1 “Gökleri ve yeri yarattı.” En’âm Sûresi, 6:1; Secde Sûresi, 32:4; Yâsin Sûresi, 36:81.

Dipnot-2
“Göklerin ve yerin Rabbi.” Ra’d Sûresi, 13:16; İsrâ Sûresi, 17:102.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Allahu Ekber: “Allah en büyüktür” (bk. k-b-r)</td><td>Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)</td></tr><tr><td>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)</td><td>Kur’ân-ı ekber-i âlem: âlemin en büyük kitabı, Kur’ân-ı Kerim (bk. k-b-r; a-l-m)</td></tr><tr><td>Kâtib: bütün varlıkları bir kitap yazar gibi, mükemmel bir şekilde yaratan Allah (bk. k-t-b)</td><td>Nakkaş: herşeyi san’atlı bir şekilde nakış nakış işleyen Allah (bk. n-ḳ-ş)</td></tr><tr><td>Sübhanallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” (bk. s-b-ḥ)</td><td>acîp: şaşırtıcı</td></tr><tr><td>bilfiil: fiilen, uygulamada (bk. f-a-l)</td><td>burhan-ı vahdâniyet: Allah’ın birliğine ait delil (bk. v-ḥ-d)</td></tr><tr><td>bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsın (bk. b-r-k)</td><td>elhamdülillah: “her türlü övgü ve şükür Allah’a aittir” (bk. ḥ-m-d)</td></tr><tr><td>esmâ: isimler (bk. s-m-v)</td><td>fen: bilim dalı</td></tr><tr><td>fenn-i hikmetü’l-eşya: varlıkların gayelerini inceleyen ilim ve felsefe (bk. ḥ-k-m)</td><td>fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet: okuma ve yazma ilmi (bk. k-t-b)</td></tr><tr><td>fevkalâde: olağanüstü</td><td>fihriste: indeks, içindekiler</td></tr><tr><td>fünûn: bilim dalları</td><td>hikmet: gaye, fayda, yarar (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>hüccet: delil, kanıt</td><td>kaside: şiir</td></tr><tr><td>kemâlât: üstünlükler, mükemmellikler (bk. k-m-l)</td><td>kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n)</td></tr><tr><td>kâinat kitab-ı kebîri: büyük bir kitap gibi varlıklarla yazılmış kâinat (bk. k-v-n; k-t-b; k-b-r)</td><td>kâtip: yazar (bk. k-t-b)</td></tr><tr><td>maharetli: becerikli, yetenekli</td><td>maşaallah: Allah ne güzel dilemiş ve yapmış</td></tr><tr><td>mecmua: kitap (bk. c-m-a)</td><td>mecmua-i kâinat: kâinat kitabı (bk. c-m-a; k-v-n)</td></tr><tr><td>mezkûr: sözü geçen</td><td>mikyas: ölçek</td></tr><tr><td>muhteşem: ihtişamlı, görkemli</td><td>muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>musannif: sınıflandıran, düzenleyen, yazar</td><td>mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>mübaşeret: temas etme, meşgul olma</td><td>mücessem: cisimleşmiş</td></tr><tr><td>müellif: yazar</td><td>nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nebatî: bitkisel</td><td>senâ: övme</td></tr><tr><td>sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)</td><td>taife: topluluk</td></tr><tr><td>takdir: beğendiğini dile getirme (bk. ḳ-d-r)</td><td>takdis: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etme (bk. ḳ-d-s)</td></tr><tr><td>tarif: tanıtma, bildirme (bk. a-r-f)</td><td>teyid etmek: doğrulamak</td></tr><tr><td>zemin: yer</td><td>âyine: ayna</td></tr><tr><td>şeksiz: kuşkusuz, şüphesiz</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onüçüncü Sözün İkinci Makamı - Sayfa 225

âyetleriyle Hàlıkımızı bize tanıttırıyor, diye o mektepli gençlere dedim. Onlar dahi tamamıyla kabul edip tasdik ederek “Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki, tam kudsî ve ayn-ı hakikat bir ders aldık. Allah senden razı olsun” dediler.

Ben de dedim:

İnsan binler çeşit elemlerle müteellim ve binler nev’î lezzetlerle mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî-mânevî düşmanları ve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zevâl ve firak tokatlarını yiyen bir biçare mahlûk iken, birden iman ve ubûdiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâle intisap edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinat ve bütün hâcâtına medar bir nokta-i istimdat bularak, herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi, o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir Padişaha iman ile intisap etse ve ubûdiyetle hizmetine girse ve ecelin idam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirâne iftihar edebilir, kıyas ediniz.

O mektepli gençlere dediğim gibi, musibetzede mahpuslara da tekrar ile derim:

Onu tanıyan ve itaat eden, zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan, saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır. Hattâ bir bahtiyar mazlum, idam olunurken bedbaht zâlimlere demiş: “Ben idam olmuyorum, belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat, ben de sizi idam-ı ebedî ile mahkûm gördüğümden sizden tam intikamımı alıyorum.
blank.gif
1
لاَۤاِلٰهَ اِلاَّاللهُ diyerek sürur ile teslim-i ruh eder.

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 “Allah’tan başka ilâh yoktur.” Sâffât Sûresi, 37:35; Muhammed Sûresi, 47:19.

Dipnot-2
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz, Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>Lâ ilâhe illâllah: Allah’tan başka ilah yoktur (bk. e-l-h)</td><td>Padişah-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Padişah, Allah (bk. ẕü; c-l-l)</td></tr><tr><td>Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)</td><td>acz: güçsüzlük (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>ayn-ı hakikat: hakikatin ta kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>bahtiyar: talihli, mutlu</td></tr><tr><td>bedbaht: talihsiz</td><td>bâtınî: içe dönük</td></tr><tr><td>bîçare: çaresiz</td><td>ecel: ölüm vakti</td></tr><tr><td>elem: acı, üzüntü</td><td>fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)</td></tr><tr><td>firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)</td><td>hadsiz: sınırsız</td></tr><tr><td>hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)</td><td>idam-ı ebedî: sonsuz yok oluş (bk. e-b-d)</td></tr><tr><td>iftihar etmek: övünmek</td><td>intisap: bağlanma (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>kudsî: kutsal, her türlü kusur ve eksiklikten yüce (bk. ḳ-d-s)</td><td>mahkûm: hüküm giymiş (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>mahpus: hapsedilmiş</td></tr><tr><td>mazlum: zulme uğramış (bk. ẓ-l-m)</td><td>medar: dayanak noktası, eksen</td></tr><tr><td>mektep: okul (bk. k-t-b)</td><td>mensup: bağlı (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>musibetzede: felâkete uğramış</td><td>müteellim: elem çeken, acı duyan</td></tr><tr><td>mütelezziz: lezzet alan</td><td>mütemadiyen: sürekli olarak</td></tr><tr><td>müteşekkirâne: teşekkür ederek</td><td>nev’î: çeşit, tür</td></tr><tr><td>nihayetsiz: sonsuz</td><td>nokta-i istimdat: yardım alınacak yer</td></tr><tr><td>nokta-i istinat: dayanak noktası (bk. s-n-d)</td><td>saadet: mutluluk</td></tr><tr><td>sürur: sevinç</td><td>tasdik: doğrulama, onay (bk. ṣ-d-ḳ)</td></tr><tr><td>terhis: vazifeye son verme</td><td>terhis tezkeresi: vazifenin sona erdiğini gösteren belge</td></tr><tr><td>teslim-i ruh: ruhunu teslim etme (bk. r-v-ḥ)</td><td>ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)</td></tr><tr><td>zahirî: dışa dönük (bk. ẓ-h-r)</td><td>zevâl: sona erme (bk. z-v-l)</td></tr><tr><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onüçüncü Söz - Hüve Nüktesi - Sayfa 226

Hüve Nüktesi بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
1

اَسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
blank.gif
2

Çok aziz ve sıddık kardeşlerim,

Kardeşlerim,
blank.gif
3
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ve
blank.gif
4
قُلْ هُوَ اللهُ deki (هُو) “Hû” lâfzında, yalnız maddî cihette bir seyahat-i hayaliye-i fikriyede, hava sahifesinin mütalâasıyla âni bir surette görünen bir zarif nükte-i tevhidde, meslek-i imaniyenin hadsiz derece kolay ve vücub derecesinde suhuletli bulunmasını ve şirk ve dalâletin mesleğinde hadsiz derecede müşkilâtlı, mümteni binler muhal bulunduğunu müşahede ettim. Gayet kısa bir işaretle o geniş ve uzun nükteyi beyan edeceğim.

Evet, nasıl ki bir avuç toprak, yüzer çiçeklere nöbetle saksılık eden kabında, eğer tabiata, esbaba havale edilse, lâzım gelir ki, ya o kapta küçük mikyasta yüzer, belki çiçekler adedince mânevî makineler, fabrikalar bulunsun; veyahut o parçacık topraktaki herbir zerre, bütün o ayrı ayrı çiçekleri, muhtelif hasiyetleriyle ve hayattar cihazatıyla yapmalarını bilsin, adeta bir ilâh gibi hadsiz ilmi ve nihayetsiz iktidarı bulunsun. Aynen öyle de, emir ve iradenin bir arşı olan havanın, rüzgârın herbir parçası ve bir nefes ve tırnak kadar olan (هُو) “Hû” lâfzındaki havada, küçücük mikyasta, bütün dünyada mevcut telefonların, telgrafların, radyoların ve hadsiz ve muhtelif konuşmaların merkezleri, santralları, âhize ve nâkileleri bulunsun ve o hadsiz işleri beraber ve bir anda yapabilsin; veyahut o (هُو) “Hû”daki havanın, belki unsur-u havanın herbir parçasının herbir zerresi, bütün telefoncular ve ayrı ayrı umum telgrafçılar ve radyo ile konuşanlar kadar


[NOT]Dipnot-1 Onun adıyla. O her kusurdan münezzehtir. “Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-2
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

Dipnot-3
“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2.

Dipnot-4
“De ki: O Allah’tır.” İhlâs Sûresi, 112:1.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hüve: O, Allah</td><td>arş: taht; emir ve egemenliğin icra yeri (bk. a-r-ş)</td></tr><tr><td>aziz: çok değerli, izzetli (bk. a-z-z)</td><td>beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)</td></tr><tr><td>cihazat: organlar, donanım</td><td>dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)</td></tr><tr><td>emir ve irade: Allah’ın yaratılışa dair emir ve dilemeleri (bk. r-v-d)</td><td>esbab: sebepler (bk. s-b-b)</td></tr><tr><td>hadsiz: sınırsız</td><td>hasiyet: özellik</td></tr><tr><td>hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)</td><td>iktidar: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>lâfz: ifade, kelime</td><td>maddî cihet: maddeye bakan yön</td></tr><tr><td>meslek-i imaniye: iman yolu (bk. e-m-n)</td><td>mevcut: var olan (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>mikyas: ölçek</td><td>muhal: imkansız</td></tr><tr><td>muhtelif: çeşitli</td><td>mümteni: imkansız</td></tr><tr><td>mütalâa: inceleme</td><td>müşahede: gözlem (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>müşkilât: zorluk</td><td>nihayetsiz: sonsuz</td></tr><tr><td>nâkile: iletici</td><td>nükte: ince ve derin mânâ</td></tr><tr><td>nükte-i tevhid: Allah’ın birliğine dair ince bir mânâ (bk. v-ḥ-d)</td><td>seyahat-i hayaliye-i fikriye: hayalde ve düşüncede yapılan yolculuk (bk. f-k-r; ḫ-y-l)</td></tr><tr><td>suhulet: kolaylık</td><td>suret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>sıddık: çok doğru ve bağlı (bk. ṣ-d-ḳ)</td><td>tabiat: doğa, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)</td></tr><tr><td>umum: bütün</td><td>unsur-u hava: hava maddesi</td></tr><tr><td>vücub: kesinlik, zorunluluk (bk. v-c-b)</td><td>zarif: güzel, ince</td></tr><tr><td>zerre: atom</td><td>âhize: alıcı</td></tr><tr><td>âni: birden bire</td><td>şirk: Allah’a ortak koşma</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onüçüncü Söz - Hüve Nüktesi - Sayfa 227

mânevî şahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun ve onların umum dillerini bilsin ve aynı zamanda başka zerrelere de bildirsin, neşretsin. Çünkü, bilfiil o vaziyet kısmen görünüyor ve havanın bütün eczasında o kabiliyet var. İşte, ehl-i küfrün ve tabiiyyun ve maddiyyunların mesleklerinde, değil bir muhal, belki zerreler adedince muhaller ve imtinâlar ve müşkilâtlar âşikâre görünüyor.

Eğer Sâni-i Zülcelâle verilse, hava bütün zerratıyla O’nun emirber neferi olur. Birtek zerrenin muntazam birtek vazifesi kadar kolayca, hadsiz küllî vazifelerini Hâlıkının izniyle ve kuvvetiyle ve Hâlıka intisap ve istinad ile ve Sâniinin cilve‑i kudretiyle ve bir anda, şimşek sür’atinde ve (هُو) “Hû” telâffuzu ve havanın temevvücü suhuletinde yapar. Yani, kalem-i kudretin hadsiz ve harika ve muntazam yazılarına bir sahife olur. Ve zerreleri, o kalemin uçları; ve zerrelerin vazifeleri dahi, kalem-i kaderin noktaları bulunur. Birtek zerrenin hareketi derecesinde kolay çalışır.

İşte, ben
blank.gif
1
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ve
blank.gif
2
قُلْ هُوَ اللهُ deki hareket-i fikriye ile seyahatimde hava âlemini temâşâ ve o unsurun sahifesini mütalâa ederken, bu mücmel hakikati tam vazıh ve mufassal, aynelyakîn müşahede ettim. Ve (هُو) “Hû”nun lâfzında, havasında böyle parlak bir burhan ve bir lem’a-i Vâhidiyet bulunduğu gibi, mânâsında ve işaretinde gayet nuranî bir cilve-i Ehadiyet ve çok kuvvetli bir hüccet-i tevhid ve “(هُو) ‘Hû’ zamirinin mutlak ve müphem işareti hangi Zâta bakıyor?” işaretine bir karine-i taayyün o hüccette bulunması içindir ki, hem


[NOT]Dipnot-1 “Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2; Haşir Sûresi, 59:22.

Dipnot-2
“De ki: O Allah’tır.” İhlâs Sûresi, 112:1.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>Hüve: O, Allah</td></tr><tr><td>Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)</td><td>Sânii: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)</td><td>bilfiil: fiilen, gerçekte (bk. f-a-l)</td></tr><tr><td>burhan: delil</td><td>cilve-i Ehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir şeyde görünmesi (bk. c-l-y; v-ḥ-d) </td></tr><tr><td>cilve-i kudret: Allah’ın kudretinin yansıması (bk. c-l-y; ḳ-d-r) </td><td>ecza: cüzler, parçalar (bk. c-z-e)</td></tr><tr><td>ehl-i küfür: inkârcılar, inançsızlar, kâfirler (bk. k-f-r)</td><td>emirber nefer: emre hazır asker</td></tr><tr><td>hadsiz: sayısız</td><td>hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) </td></tr><tr><td>hareket-i fikriye: fikrî hareket, akıl yürütme (bk. f-k-r)</td><td>hüccet: delil</td></tr><tr><td>hüccet-i tevhid: Allah’ın birliğinin delili (bk. v-ḥ-d)</td><td>imtinâ: imkansızlık</td></tr><tr><td>intisap: bağlanma (bk. n-s-b)</td><td>istinad: dayanma (bk. s-n-d)</td></tr><tr><td>kalem-i kader: kader kalemi (bk. ḳ-d-r)</td><td>kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>karine-i taayyün: belirtme işareti, “O” zamirinin Allah’a işaret etmesi</td><td>küllî: kapsamlı, büyük (bk. k-l-l)</td></tr><tr><td>lem’a-i Vâhidiyet: Allah’ın birliğini gösteren parıltı (bk. v-ḥ-d)</td><td>lâfz: ifade, kelime</td></tr><tr><td>maddiyyun: materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar</td><td>meslek: gidilen yol, usül</td></tr><tr><td>mufassal: ayrıntılı</td><td>muhal: imkansızlık</td></tr><tr><td>muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)</td><td>mutlak: serbest bırakılmış, sınırı belirtilmemiş (bk. ṭ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>mücmel: özetlenmiş (bk. c-m-l)</td><td>müphem: belirsiz</td></tr><tr><td>mütalâa: etraflıca düşünme</td><td>müşahede: gözlem (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>müşkilât: zorluklar</td><td>neşretmek: yaymak</td></tr><tr><td>nuranî: nurlu, ışıklı (bk. n-v-r)</td><td>suhulet: kolaylık</td></tr><tr><td>sür’at: hız</td><td>tabiiyyun: tabiatçılar, herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler (bk. ṭ-b-a)</td></tr><tr><td>telâffuz: söyleyiş, ifade etme</td><td>temevvüc: dalgalanma</td></tr><tr><td>temâşâ: seyretme</td><td>umum: bütün</td></tr><tr><td>vazıh: açık, âşikar</td><td>zerrat: zerreler, atomlar</td></tr><tr><td>zerre: atom, maddenin en küçük parçası</td><td>âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>âşikâre: açıkça</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onüçüncü Söz - Hüve Nüktesi - Sayfa 228

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, hem ehl-i zikir, makam-ı tevhidde bu kudsî kelimeyi çok tekrar ederler diye, ilmelyakîn ile bildim.

Evet, meselâ bir nokta beyaz kâğıtta iki üç nokta konulsa karıştığı; ve bir adam, muhtelif çok vazifeleri beraber yapmasıyla şaşıracağı; ve bir küçük zîhayata çok yükler yüklenmesiyle altında ezildiği; ve bir lisan ve bir kulak, aynı anda müteaddit kelimelerin beraber çıkması ve girmesi, intizamını bozup karışacağı halde, aynelyakîn gördüm ki, (هُوَ) “Hüve”nin anahtarıyla ve pusulasıyla fikren seyahat ettiğim hava unsurunda, herbir parçası, hattâ herbir zerresi içine muhtelif binler noktalar, harfler, kelimeler konulduğu veya konulabileceği halde karışmadığını ve intizamını bozmadığını; hem ayrı ayrı pek çok vazifeler yaptığı halde hiç şaşırmadan yapıldığını; ve o parçaya ve zerreye pek çok ağır yükler yüklendiği halde hiç zaaf göstermeyerek, geri kalmayarak intizamla taşıdığını; hem binler ayrı ayrı kelime, ayrı ayrı tarzda, mânâda o küçücük kulak ve lisanlara kemâl-i intizamla gelip, çıkıp, hiç karışmayarak, bozulmayarak o küçücük kulaklara girip o gayet incecik lisanlardan çıktığı; ve o her zerre ve her parçacık, bu acip vazifeleri görmekle beraber, kemâl-i serbestiyetle, cezbedârâne, hal diliyle ve mezkûr hakikatin şehadeti ve lisanıyla
blank.gif
1
لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ve
blank.gif
2
قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ deyip gezer ve fırtınaların ve şimşek ve berk ve gök gürültüsü gibi havayı çarpıştırıcı dalgalar içerisinde intizamını ve vazifelerini hiç bozmuyor ve şaşırmıyor ve bir iş diğer bir işe mâni olmuyor; ben aynelyakîn müşahede ettim.

Demek, ya herbir zerre ve herbir parça havada nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilmi, iradesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrâta hâkim-i mutlak bir hassaları bulunmak lâzımdır ki, bu işlere medar olabilsin. Bu ise zerreler adedince muhal ve bâtıldır. Hiçbir şeytan dahi bunu hatıra getiremez. Öyle ise, bu sahife-i hava, hakkalyakin, aynelyakîn, ilmelyakîn derecesinde bedahetle, Zât-ı Zülcelâlin hadsiz, gayr-ı mütenâhi ilmi ve hikmetle çalıştırdığı kalem-i


[NOT]Dipnot-1 “Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2.

Dipnot-2
“De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112:1.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hüve: O, Allah</td><td>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklaması mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)</td></tr><tr><td>Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)</td><td>aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)</td></tr><tr><td>bedahet: açıklık</td><td>berk: şimşek</td></tr><tr><td>bâtıl: doğru olmayan, yalan, yanlış</td><td>cezbedârâne: kendinden geçerek</td></tr><tr><td>ehl-i zikir: Allah’ı sürekli olarak zikredenler, ananlar</td><td>gayr-ı mütenâhi: sonsuz</td></tr><tr><td>hadsiz: sınırsız</td><td>hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>hakkalyakin: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)</td><td>hassa: özellik</td></tr><tr><td>hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)</td><td>hâkim-i mutlak: herşey üzerinde sınırsız egemenlik sahibi olan (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>ilmelyakin: ilmî bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme (bk. a-l-m; y-ḳ-n)</td><td>intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>irade: isteme, dileme, tercih (bk. r-v-d)</td><td>kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>kemâl-i serbestiyet: tam serbestlik (bk. k-m-l)</td><td>kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>kudsî: kutsal, kusur ve eksiklikten yüce (bk. ḳ-d-s)</td><td>lisan: dil</td></tr><tr><td>makam-ı tevhid: tevhid makamı, kalben Allah’ın birliğinin hissedildiği hal (bk. v-ḥ-d)</td><td>medar: eksen, dayanak</td></tr><tr><td>mezkûr: sözü geçen</td><td>muhal: imkansız</td></tr><tr><td>muhtelif: çeşitli</td><td>müteaddit: çeşitli, birden fazla</td></tr><tr><td>müşahede: gözlem (bk. ş-h-d)</td><td>sahife-i hava: hava sayfası</td></tr><tr><td>zerre: atom, en küçük madde parçası</td><td>zerrât: zerreler, atomlar</td></tr><tr><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td><td>şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onüçüncü Söz - Hüve Nüktesi - Sayfa 229

kudret ve kaderin mütebeddil sahifesi ve bir Levh-i Mahfuzun âlem-i tagayyürde ve mütebeddil şuûnâtında bir Levh-i Mahv, İsbat namında yazar bozar tahtası hükmündedir.

İşte, hava unsuru yalnız nakl-i asvat vazifesinde mezkûr cilve-i vahdâniyeti ve mezkûr acaibi gösterdiği ve dalâletin hadsiz muhaliyetini izhar ettiği gibi; unsur‑u havanın sair ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik, câzibe, dâfia, ziya gibi sair letâifin naklinde şaşırmadan, muntazaman, asvat naklindeki vazifeyi gördüğü aynı zamanda bu vazifeleri dahi gördüğü aynı zamanında, bütün nebatat ve hayvanata teneffüs ve telkih gibi hayata lüzumu bulunan levazımatı kemâl-i intizamla yetiştiriyor. Emir ve irade-i İlâhiyenin bir arşı olduğunu kat’î bir surette ispat ediyor. Ve serseri tesadüf ve kör kuvvet ve sağır tabiat ve karışık, hedefsiz esbab ve âciz, câmid, cahil maddeler bu sahife-i havaiyenin kitabetine ve vazifelerine karışması hiçbir cihetle ihtimal ve imkânı bulunmadığını aynelyakin derecesinde ispat ettiğini kat’î kanaat getirdim. Ve herbir zerre ve herbir parça lisan-ı hâl ile
blank.gif
1
لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ve
blank.gif
2
قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌdediklerini bildim. Ve bu (هُوَ) “Hüve” anahtarıyla havanın maddî cihetindeki bu acaibi gördüğüm gibi, hava unsuru da bir (هُو) “Hû” olarak âlem-i misal ve âlem-i mânâya bir anahtar oldu.

Gördüm ki, âlem-i misal, nihayetsiz fotoğraflar ve herbir fotoğraf, hadsiz hâdisât-ı dünyeviyeyi aynı zamanda hiç karıştırmayarak alıyor. Binler dünya kadar büyük ve geniş bir sinema-i uhreviye ve fâniyâtın fâni ve zâil hallerini ve vaziyetlerini ve geçici hayatlarının meyvelerini sermedî temâşâgâhlarda ve Cennette

[NOT]
Dipnot-1
“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2; Haşir Sûresi, 59:22.

Dipnot-2
“De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112:1.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hüve: O, Allah</td><td>Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı mânevî kader levhası (bk. ḥ-f-ẓ) </td></tr><tr><td>Levh-i Mahv, İsbat: bir şeyin yıkılıp tekrar kuruluşunu gösteren mânevî levha, yaz boz tahtası</td><td>acaip: şaşırtıcı ve hayret verici şey</td></tr><tr><td>asvat: sesler</td><td>aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)</td></tr><tr><td>cihet: yön, taraf</td><td>cilve-i vahdâniyet: Cenab-ı Allah’ın birlik görüntüsü (bk. c-l-y; v-ḥ-d)</td></tr><tr><td>câmid: cansız</td><td>câzibe: çekim gücü</td></tr><tr><td>dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)</td><td>dâfia: itme gücü</td></tr><tr><td>ehemmiyetli: önemli</td><td>emir ve irade-i İlâhiyenin arşı: Allah’ın emir ve iradesinin tahtı (bk. r-v-d; e-l-h; a-r-ş) </td></tr><tr><td>esbab: sebepler (bk. s-b-b)</td><td>fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)</td></tr><tr><td>fâniyat: fâni, geçici şeyler (bk. f-n-y)</td><td>hadsiz: sınırsız</td></tr><tr><td>hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)</td><td>hâdisât-ı dünyeviye: dünyaya ait olaylar </td></tr><tr><td>izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r)</td><td>kalem-i kudret ve kader: varlıkların ve olayların düzenli olarak meydana gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>kat’î: kesin</td><td>kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>kitabet: yazım (bk. k-t-b)</td><td>letâif: maddi olmayan, çok ince şeyler (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>levazımat: gerekli şeyler</td><td>lisan-ı hâl: hal ve beden dili</td></tr><tr><td>mezkûr: sözü geçen</td><td>muhaliyet: imkansızlık</td></tr><tr><td>muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)</td><td>mütebeddil: değişken</td></tr><tr><td>nakl-i asvat: seslerin nakli, iletimi</td><td>nebatat: bitkiler</td></tr><tr><td>nihayetsiz: sınırsız, sonsuz</td><td>sahife-i havaiye: hava sahifesi</td></tr><tr><td>sair: diğer</td><td>sermedî: sürekli, kalıcı</td></tr><tr><td>sinema-i uhreviye: âhirete ait sinema (bk. e-ḫ-r)</td><td>suret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)</td><td>telkih: aşılama</td></tr><tr><td>temâşâgâh: seyir yeri</td><td>teneffüs: soluklanma, nefes alma</td></tr><tr><td>unsur-u hava: hava maddesi</td><td>zerre: atom, en küçük madde parçası</td></tr><tr><td>ziya: ışık</td><td>zâil: yok olup gidici, geçici (bk. z-v-l)</td></tr><tr><td>âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)</td><td>âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)</td></tr><tr><td>âlem-i mânâ: mânâ âlemi, mânen anlaşılan ve bilinen âlem (bk. a-l-m; a-n-y)</td><td>âlem-i tagayyür: değişken âlem (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>şuûnat: işler, fiiller ve tasarruflar (bk. ş-e-n)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onüçüncü Söz - Hüve Nüktesi - Sayfa 230

saadet-i ebediye ashablarına da dünya maceralarını ve eski hâtıratlarını levhalarıyla gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinası olarak bildim.

Hem Levh-i Mahfuzun, hem âlem-i misâlin iki hücceti ve iki küçücük nümunesi ve iki noktası, insanın başında olan kuvve-i hâfıza ve kuvve-i hayaliye, mercimek küçüklüğünde iken, hiç karıştırmayarak kemâl‑i intizamla içlerinde bir büyük kütüphane kadar malumatın yazılması kat’î ispat eder ki, o iki kuvvenin nümune‑i ekber ve âzamları olan âlem-i misal, hava ve su unsurlarının, hususan nutfelerin suyu ve toprak unsurunun pek fevkinde daha ziyade hikmet ve irade ile ve kalem-i kader ve kudretle yazıldıklarını ve hiçbir cihetle tesadüf ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın ve câmid, hedefsiz esbabın karışması yüz derece muhal ve hiçbir vech ile mümkün olmadığını, Hakîm-i Zülcelâlin kalem-i kader ve hikmetinin sayfası olduğu, ilmelyakîn ile kat’î bilindi.

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
1


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)</td><td>Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah’ın ilminin bir adı (bk. ḥ-f-ẓ)</td></tr><tr><td>ashab: sahipler</td><td>cihet: yön, şekil</td></tr><tr><td>câmid: cansız</td><td>esbab: sebepler (bk. s-b-b)</td></tr><tr><td>fekvinde: üstünde</td><td>hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>hususan: özellikle</td><td>hâtırat: hâtıralar, anılar</td></tr><tr><td>ilmelyakin: kesin delile dayanarak, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde edinilen bilginin kesinliği (bk. a-l-m; y-ḳ-n)</td><td>irade: dileme, tercih, istek (bk. r-v-d)</td></tr><tr><td>kalem-i kader ve kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak meydana gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r) </td><td>kat’î: kesin</td></tr><tr><td>kemâl-i intizam: mükemmel derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)</td><td>kuvve: duyu</td></tr><tr><td>kuvve-i hayaliye: hayal duyusu (bk. ḫ-y-l)</td><td>kuvve-i hâfıza: hafıza duyusu, bellek (bk. ḥ-f-ẓ)</td></tr><tr><td>muhal: imkansız</td><td>mütebaki: geri kalan kısım (bk. b-ḳ-y)</td></tr><tr><td>nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni</td><td>nümune: örnek</td></tr><tr><td>nümune-i ekber ve âzam: çok büyük örnek (bk. k-b-r; a-ẓ-m)</td><td>saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)</td></tr><tr><td>tabiat: doğa, maddî âlem, canlı cansız bütün varlıklar (bk. ṭ-b-a)</td><td>vecih: yön</td></tr><tr><td>ziyade: fazla, çok</td><td>âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)</td></tr></tbody></table>
 
Üst