On Üçüncü Lem'a

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 152

gelen itiraz ve tenkit Hâlık-ı Zülcelâle teveccüh etmemek için, hikmet‑i Rabbâniye, şeytanın vücudunu iktiza etmiştir.

Rabian: İnsan küçük bir âlem olduğu gibi, âlem dahi büyük bir insandır. Bu küçük insan o büyük insanın bir fihristesi ve hülâsasıdır. İnsanda bulunan nümunelerin büyük asılları, insan-ı ekberde bizzarure bulunacaktır. Meselâ, nasıl ki insanda kuvve-i hafızanın vücudu, âlemde Levh-i Mahfuzun vücuduna kat’î delildir; öyle de, insanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatıyla konuşan bir şeytanî
blank.gif
1
lisan ve ifsad edilen kuvve-i vâhime küçük bir şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiplerinin ihtiyarına zıt ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini, hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vücuduna kat’î bir delildir. Ve bu lümme-i şeytaniye ve şu kuvve-i vâhime bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üfleyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerîrenin vücudunu ihsas ederler.


ON BİRİNCİ İŞARET

Ehl-i dalâletin şerrinden kâinatın kızdıklarını ve anâsır-ı külliyenin hiddet ettiklerini ve umum mevcudatın galeyana geldiklerini, Kur’ân-ı Hakîm, mucizâne ifade ediyor. Yani, kavm-i Nuh’un başına gelen tufan ile semâvat ve arzın hücumunu
blank.gif
2
ve kavm-i Semud ve Âd’ın inkârından hava unsurunun hiddetini
blank.gif
3
ve kavm-i Firavuna karşı su unsurunun ve denizin galeyanını
blank.gif
4
ve Karun’a karşı



[NOT]Dipnot-1 bk. Tirmizî, Tefsîru Sûre: (35) 2; en-Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ: 6:305; el-Bezzâr, el-Müsned: 5:394; Ebû Ya’lâ, el-Müsned: 7:278, 8:417.

Dipnot-2 bk. Hâkka Sûresi, 69:11; Kamer Sûresi, 54:11; Kamer Sûresi, 54:12.

Dipnot-3 bk. Hâkka Sûresi, 69: 5-6.

Dipnot-4 bk. A’râf Sûresi, 7:136; Tâhâ Sûresi, 29:78; Kasas Sûresi, 28:40.
[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah</TD><TD>Karun: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD><TD>Levh-i Mahfuz: her şeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah’ın ilminin bir adı</TD></TR><TR><TD>anâsır-ı külliye: büyük unsurlar; toprak, hava, su, ateş</TD><TD>arz: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>bizzarure: zorunlu olarak</TD><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD></TR><TR><TD>fihriste: özet, içerik</TD><TD>galeyan: öfkelenme</TD></TR><TR><TD>hadsen: kuvvetli bir sezgiyle</TD><TD>haricî: dışta bulunan</TD></TR><TR><TD>hiddet: öfke</TD><TD>hikmet-i Rabbâniye: Allah’ın her şeyi bir fayda ve gayeye yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yaratması</TD></TR><TR><TD>hülâsa: özet</TD><TD>ifsad edilen: bozulan</TD></TR><TR><TD>ihsas etmek: hissettirmek</TD><TD>ihtiyar: dileme, istek, irade</TD></TR><TR><TD>iktiza etme: gerektirme</TD><TD>insan-ı ekber: en büyük insan, kâinat</TD></TR><TR><TD>kat’î: kesin</TD><TD>kavm-i Firavun: Firavun’un hükmettiği kavim</TD></TR><TR><TD>kavm-i Nuh: Hz. Nuh’un (a.s.) peygamber olarak gönderildiği kavim</TD><TD>kavm-i Semud: Semud kavmi; Hz. Sâlih’in peygamber olarak gönderildiği kavim</TD></TR><TR><TD>kavm-i Âd: Âd kavmi; Hz. Hûd’un peygamber olarak gönderildiği kavim</TD><TD>kuvve-i hafıza: hafıza duyusu, bellek</TD></TR><TR><TD>kuvve-i vâhime: olmayan bir şeyi var gibi gösterme duyusu</TD><TD>kâinat: evren, bütün yaratılmışlar</TD></TR><TR><TD>lümme-i şeytaniye: şeytanın verdiği kuruntu</TD><TD>mevcudat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>mucizâne: mucizeli bir şekilde</TD><TD>muhalif: karşı görüşlü</TD></TR><TR><TD>nefs: kişinin kendisi</TD><TD>nümune: örnek</TD></TR><TR><TD>rabian: dördüncü olarak</TD><TD>semâvat: gökler</TD></TR><TR><TD>telkinat: telkinler</TD><TD>tenkit: eleştiri, itiraz</TD></TR><TR><TD>teveccüh etmek: yönelmek</TD><TD>tufan: her tarafın sular altında kalması</TD></TR><TR><TD>umum: bütün</TD><TD>unsur: madde, element</TD></TR><TR><TD>vücud: varlık</TD><TD>âlem: dünya, evren</TD></TR><TR><TD>âlet-i vesvese: vesvese aracı</TD><TD>şahs-ı şerîr: şerli şahıs</TD></TR><TR><TD>şer: kötülük</TD><TD>şeytanî: şeytana ait</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 153

toprak unsurunun gayzını
blank.gif
1
ve ehl-i küfre karşı âhirette
blank.gif
2
تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ sırrıyla Cehennemin gayzını ve öfkesini ve sair mevcudatın ehl-i küfür ve dalâlete karşı hiddetini gösterip ilân ederek gayet müthiş bir tarzda ve i’câzkârâne ehl-i dalâlet ve isyanı zecrediyor.


Sual: Niçin böyle ehemmiyetsiz insanların ehemmiyetsiz amelleri ve şahsî günahları kâinatın hiddetini celb ediyor?

Elcevap: Bazı risalelerde ve sabık işaretlerde ispat edildiği gibi, küfür ve dalâlet, müthiş bir tecavüzdür ve umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayettir. Çünkü hilkat-i kâinatın bir netice-i âzamı, ubudiyet-i insaniyedir ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı iman ve itaatle mukabeledir. Halbuki ehl-i küfür ve dalâlet ise, küfürdeki inkârıyla, mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekàları olan o netice‑i âzamı reddettikleri için, umum mahlûkatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi, umum masnuatın âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnuatın kıymetlerini âyinedarlık cihetinde âli eden esmâ-i İlâhiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o esmâ-i kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum masnuatın kıymetini tenzil ile, o masnuata karşı bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatın herbiri birer vazife-i âliye ile muvazzaf birer memur‑u Rabbânî derecesinde iken, küfür vasıtasıyla sukut ettirip, câmid, fâni, mânâsız bir mahlûk menzilesinde gösterdiğinden, umum mahlûkatın hukukuna karşı bir nevi tahkirdir.

İşte, envâ-ı dalâlet, derecâtına göre az çok kâinatın yaratılmasındaki hikmet-i




[NOT]Dipnot-1 bk. Kasas Sûresi, 28:81.

Dipnot-2 “Neredeyse öfkeden parçalanacak!” Mülk Sûresi, 67:8.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>alâkadar: alakalı, ilgili</TD><TD>amel: iş, davranış</TD></TR><TR><TD>celb etmek: çekmek</TD><TD>cihet: yön</TD></TR><TR><TD>cilve: görüntü, yansıma</TD><TD>câmid: cansız</TD></TR><TR><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD><TD>derecât: dereceler</TD></TR><TR><TD>ehl-i dalâlet ve isyan: hak yoldan sapan ve Allah’a isyan edenler</TD><TD>ehl-i küfür: inkârcılar, inançsızlar, kâfirler</TD></TR><TR><TD>ehl-i küfür ve dalâlet: Allah’ı inkâr eden ve hak yoldan ayrılanlar</TD><TD>envâ-ı dalâlet: hak yoldan sapma türleri</TD></TR><TR><TD>esmâ-i kudsiye: Allah’ın kutsal isimleri</TD><TD>esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri</TD></TR><TR><TD>fâni: gelip geçici, ölümlü</TD><TD>gayz: kin, öfke</TD></TR><TR><TD>hiddet: öfke</TD><TD>hilkat-i kâinat: evrenin yaratılışı</TD></TR><TR><TD>ille-i gaye: varlıkların yaratılışlarının temel gayesi</TD><TD>iman: inanma</TD></TR><TR><TD>itaat: emre uyma</TD><TD>i’câzkârâne: mu’cizeli bir şekilde, benzerini yapmaktan insanları aciz bırakacak şekilde</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren, bütün yaratılmışlar</TD><TD>küfür: inkâr, inançsızlık</TD></TR><TR><TD>mahlûk: yaratılmış, varlık</TD><TD>mahlûkat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>masnuat: sanatla yaratılmış varlıklar</TD><TD>memur-u Rabbânî: herşeyi yaratılış gayelerine göre terbiye ve idare edip egemenliği altında bulunduran Allah’ın memuru</TD></TR><TR><TD>menzil: yer, konum</TD><TD>mevcudat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>mukabele: karşılık verme</TD><TD>muvazzaf: görevli</TD></TR><TR><TD>mânâsız: anlamsız</TD><TD>netice-i âzam: en büyük sonuç</TD></TR><TR><TD>nevi: çeşit, tür</TD><TD>risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümler</TD></TR><TR><TD>rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan mâlikiyeti, yaratıcılığı ve terbiyesi</TD><TD>sabık: önceki</TD></TR><TR><TD>sair: diğer</TD><TD>sebeb-i bekà: varlıkların sürekli var olma sebebi</TD></TR><TR><TD>sukut etme: düşme</TD><TD>tahkir: aşağılama, hakaret etme</TD></TR><TR><TD>tahkir-i azîm: büyük hakaret</TD><TD>tenzil: indirme</TD></TR><TR><TD>tezahür eden: ortaya çıkan, görünen</TD><TD>tezyif: alay etme, küçük düşürme</TD></TR><TR><TD>ubudiyet-i insaniye: insanın kulluğu</TD><TD>umum: bütün</TD></TR><TR><TD>vasıta: araç</TD><TD>vazife-i âliye: yüce görev </TD></TR><TR><TD>zecretme: sakındırma, vazgeçirme</TD><TD>âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat</TD></TR><TR><TD>âli: yüce</TD><TD>âyinedar: bir şeyin özelliklerini yansıtan, ayna olan</TD></TR><TR><TD>şahsî: kişisel</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 154

Rabbâniyeye ve dünyanın bekàsındaki makasıd-ı Sübhâniyeye zarar verdiği için, ehl-i isyana ve ehl-i dalâlete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlûkat öfkeleniyor.

Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük
blank.gif
1
ve ayıp ve zenbi azîm biçare insan! Kâinatın hiddetinden, mahlûkatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi: Kur’ân-ı Hakîmin daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur’ân’ın mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnet-i seniyyesine ittibâdır. Gir ve tâbi ol.


ON İKİNCİ İŞARET

Dört sual ve cevaptır.

BİRİNCİ SUAL: Mahdut bir hayatta, mahdut günahlara mukabil hadsiz bir azap ve nihayetsiz bir Cehennem nasıl adalet olur?

Elcevap: Sabık işaretlerde, hususan bundan evvelki On Birinci İşarette kat’iyen anlaşıldı ki, küfür ve dalâlet cinayeti, nihayetsiz bir cinayettir ve hadsiz bir hukuka tecavüzdür.

İKİNCİ SUAL: Şeriatta denilmiştir ki, “Cehennem ceza-yı ameldir, fakat Cennet fazl-ı İlâhî iledir.”
blank.gif
2
Bunun sırr-ı hikmeti nedir?


Elcevap: Sabık işaretlerde tebeyyün etti ki, insan, icadsız bir cüz-ü ihtiyarî ile ve cüz’î bir kesb ile, bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut vermekle müthiş tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi, nefsi ve hevâsı daima


[NOT]Dipnot-1 bk. Ahzâb Sûresi, 33:72.

Dipnot-2 bk. Yûnus Sûresi, 10:58. Ayrıca bk. Buhârî, Rikak: 18; Merdâ: 19; Müslim, Sıfatü’l-Münâfikıyn: 71-73, 75-76, 78.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun</TD><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>azap: acı, sıkıntı</TD></TR><TR><TD>azîm: çok büyük</TD><TD>bekà: devamlı ve kalıcı olma, sonsuzluk</TD></TR><TR><TD>biçare: çaresiz</TD><TD>ceza-yı amel: yapılan davranışın cezası</TD></TR><TR><TD>cirim: maddi yapı</TD><TD>cisim: beden</TD></TR><TR><TD>cürüm: suç, günah</TD><TD>cüz-ü ihtiyarî: insanda bulunan sınırlı irade</TD></TR><TR><TD>cüz’î: küçük, sınırlı</TD><TD>daire-i kudsiye: kutsal daire</TD></TR><TR><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD></TR><TR><TD>ehl-i isyan: Allah’a isyan eden kimseler</TD><TD>emr-i ademî: yokluğa ait iş</TD></TR><TR><TD>emr-i itibarî: gerçekte olmadığı halde varsayılan şey</TD><TD>fazl-ı İlâhî: Allah’ın lütfu, ihsanı</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sayısız</TD><TD>hevâ: gelip gecici arzu ve istekler</TD></TR><TR><TD>hiddet: öfke</TD><TD>hikmet-i Rabbâniye: Allah’ın her şeyi bir fayda ve gayeye yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yaratması</TD></TR><TR><TD>hususan: özellikle</TD><TD>icadsız: yaratma olmadan</TD></TR><TR><TD>ittibâ: uyma, arkasından gitme</TD><TD>kat’iyen: kesin olarak</TD></TR><TR><TD>kesb: kazanma</TD><TD>kâinat: evren, bütün yaratılmışlar</TD></TR><TR><TD>küfür: inkâr, inançsızlık</TD><TD>mahdut: sınırlı</TD></TR><TR><TD>mahlûkat: yaratılmışlar, varlıklar</TD><TD>makasıd-ı Sübhâniye: her türlü eksiklikten uzak olan Allah’ın kâinatı yaratmasındaki maksatlar</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>mukabil: karşılık</TD></TR><TR><TD>mübelliğ: tebliğ eden, bildiren</TD><TD>nefs: insanı kötülüğe yönelten duygu</TD></TR><TR><TD>nihayetsiz: sınırsız</TD><TD>sabık: önceki</TD></TR><TR><TD>sebebiyet: sebep olma</TD><TD>sübut vermek: sabit kalmak</TD></TR><TR><TD>sünnet-i seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD><TD>sırr-ı hikmet: bir şeyin içinde gizli olan hikmet</TD></TR><TR><TD>tahribat: tahripler, yıkıp bozmalar</TD><TD>tebeyyün etmek: görünmek, açığa çıkmak</TD></TR><TR><TD>teşkil etme: oluşturma, meydana getirme</TD><TD>tâbi olma: bağlanma, uyma</TD></TR><TR><TD>zenb: günah, suç, kabahat</TD><TD>zulüm: haksızlık</TD></TR><TR><TD>şer: kötülük</TD><TD>şeriat: Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 155

şerlere ve zararlara meyyal olduğu için, o küçük kesbin neticesinden hâsıl olan seyyiâtın mes’uliyetini o çeker. Çünkü onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdi. Ve şer, ademî olduğu için, abd ona fâil oldu, Cenâb-ı Hak da halk etti. Elbette o hadsiz cinayetin mes’uliyetini, nihayetsiz bir azapla çekmeye müstehak olur.

Amma hasenat ve hayrat ise, madem ki vücudîdirler, kesb-i insanî ve cüz-ü ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz. İnsan onda hakikî fâil olamaz. Ve nefs-i emmâresi de hasenâta taraftar değildir.
blank.gif
1
Belki rahmet-i İlâhiye onları ister ve kudret-i Rabbâniye icad eder. Yalnız, insan, iman ile, arzu ile, niyet ile sahip olabilir. Ve sahip olduktan sonra, o hasenat ise, ona evvelce verilmiş olan vücut ve iman nimetleri gibi, sabık hadsiz niam-ı İlâhiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar. Vaad-i İlâhî ile verilecek Cennet ise, fazl-ı Rahmânî ile verilir. Zâhirde bir mükâfattır, hakikatte fazldır.


Demek seyyiâtta sebep nefistir, mücâzâta bizzat müstehaktır. Hasenatta ise sebep Haktandır, illet de Haktandır. Yalnız, insan iman ile tesahup eder. “Mükâfâtını isterim” diyemez, “Fazlını beklerim” diyebilir.
ÜÇÜNCÜ SUAL: Beyanat-ı sabıkadan da anlaşılıyor ki, seyyiat, intişar ve tecavüz ile taaddüt ettiğinden, bir seyyie bin yazılmalı; hasene ise, vücudî olduğu için maddeten taaddüt etmediğinden ve abdin icadıyla ve nefsin arzusuyla olmadığından, hiç yazılmamalı veya bir yazılmalı idi. Neden seyyie bir yazılır, hasene on ve bazan bin yazılır?
blank.gif
2


Elcevap: Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmet ve cemâl-i rahîmiyetini o suretle gösteriyor.



[NOT]Dipnot-1 bk. Yûsuf Sûresi, 12:53.

Dipnot-2 bk. En’âm Sûresi, 6:160. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân: 31; Müslim, Îmân: 206-207.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Hak: her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah</TD></TR><TR><TD>abd: kul</TD><TD>ademî: yokluğa ait, yoklukla ilgili</TD></TR><TR><TD>azap: acı, sıkıntı</TD><TD>beyanat-ı sabıka: geçmiş açıklamalar, önceden yapılan izahlar</TD></TR><TR><TD>bizzat: doğrudan</TD><TD>cemâl-i rahîmiyet: Allah’ın sonsuz merhamet ediciliğindeki benzersiz güzellik</TD></TR><TR><TD>cüz-ü ihtiyarî: insanda bulunan sınırlı irade</TD><TD>evvel: önce</TD></TR><TR><TD>fazl: ikram, ihsan</TD><TD>fazl-ı Rahmânî: sonsuz merhamet sahibi Allah’ın ikramı, ihsanı</TD></TR><TR><TD>fâil: işi yapan</TD><TD>hadsiz: sayısız, sınırsız</TD></TR><TR><TD>hakikat: gerçek</TD><TD>halk etmek: yaratmak</TD></TR><TR><TD>hasenat: iyi ameller, hayırlar</TD><TD>hasene: iyilik</TD></TR><TR><TD>hayrat: hayırlı işler</TD><TD>hâsıl olan: meydana gelen</TD></TR><TR><TD>icad etme: var etme</TD><TD>illet: esas sebep, maksat, gaye</TD></TR><TR><TD>illet-i mûcide: var edici sebep</TD><TD>iman: inanma</TD></TR><TR><TD>intişar: yayılma</TD><TD>kemâl-i rahmet: mükemmel seviyedeki şefkat ve merhamet</TD></TR><TR><TD>kesb: kazanma</TD><TD>kesb-i insanî: insanın çalışarak kazanması, elde etmesi</TD></TR><TR><TD>kudret-i Rabbâniye: her şeyi terbiye ve idare eden Allah’ın kudreti</TD><TD>maddeten: maddî olarak</TD></TR><TR><TD>mes’uliyet: sorumluluk</TD><TD>meyyal: meyilli, eğilimli</TD></TR><TR><TD>mücâzât: cezalandırma</TD><TD>mükâfat: ödül</TD></TR><TR><TD>müstehak: hak etmiş, lâyık</TD><TD>nefis: insanı kötülüğe sevk eden duygu</TD></TR><TR><TD>nefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu</TD><TD>netice: sonuç</TD></TR><TR><TD>niam-ı İlâhiye: Allah’ın nimetleri</TD><TD>nihayetsiz: sınırsız</TD></TR><TR><TD>rahmet-i İlâhiye: Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti</TD><TD>sabık: önceki</TD></TR><TR><TD>seyyie: kötülük</TD><TD>seyyiât: günahlar, kötülükler</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>taaddüt etmek: çoğalmak, artmak</TD></TR><TR><TD>tecavüz: haddi aşma, saldırma</TD><TD>tesahup: sahiplenme, dost edinmek</TD></TR><TR><TD>vaad-i İlâhî: Allah’ın verdiği söz</TD><TD>vücudî: varlığa ait, var olmakla ilgili</TD></TR><TR><TD>vücut: varlık</TD><TD>zâhirde: görünüşte</TD></TR><TR><TD>şer: kötülük</TD><TD>şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 156

DÖRDÜNCÜ SUAL: Ehl-i dalâletin kazandıkları muvaffakiyet ve gösterdikleri kuvvet ve ehl-i hidayete galebeleri gösteriyor ki, onlar bir kuvvete ve bir hakikate istinad ediyorlar. Demek ya ehl-i hidayette zaaf var, ya onlarda bir hakikat var.

Elcevap: Hâşâ! Ne onlarda hakikat var, ne ehl-i hakta zaaf vardır. Fakat, maatteessüf, kàsırünnazar, muhakemesiz bir kısım avam tereddüde düşüp vesvese ediyorlar, akidelerine halel geliyor. Çünkü diyorlar: “Eğer ehl-i hakta tam hak ve hakikat olsaydı, bu derece mağlûbiyet ve zillet olmamak gerekti. Çünkü hakikat kuvvetlidir.
blank.gif
1
اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلٰى عَلَيْهِ olan kaide-i esasiye ile, kuvvet haktadır. Eğer o ehl-i hakka mukabil galibâne gelen ehl-i dalâletin hakikî bir kuvveti ve bir nokta-i istinadı olmasaydı, bu derece galibiyet ve muvaffakiyet olmamak lâzım gelecekti.”


Elcevap: Ehl-i hakkın mağlûbiyeti kuvvetsizlikten, hakikatsizlikten gelmediği, sabık işaretlerle kat’î ispat edildiği gibi, ehl-i dalâletin galebesi kuvvetlerinden ve iktidarlarından ve nokta-i istinad bulmalarından gelmediği, yine o işaretlerle kat’î ispat edildiğinden, bu sualin cevabı, sabık işaretlerin heyet-i mecmuasıdır. Yalnız burada desiselerinden, istimal ettikleri bir kısım silâhlarına işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki, yüzde on ehl-i fesat, yüzde doksan ehl-i salâhı mağlûp ediyordu. Hayretle merak ettim. Tetkik ederek kat’iyen anladım ki, o galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki fesattan ve alçaklıktan ve tahripten ve ehl-i hakkın ihtilâfından istifade etmesinden ve içlerine ihtilâf atmaktan ve zayıf damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağrâz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidatları işlettirmekten ve şan ve şeref namıyla, riyâkârâne



[NOT]Dipnot-1 “Hak daima üstün gelir; hakka galebe edilmez.” Bu hadis-i şerifin Buharî, Cenâiz: 79’daki rivayeti şu şekildedir:اَ ْلاِسْلاَمُ يَعْلُو وَلاَ يُعْلٰى [/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>akide: inanç</TD><TD>avam: halk tabakası</TD></TR><TR><TD>ağrâz-ı şahsiye: şahsî kinler, garazlar</TD><TD>desise: hile, aldatma</TD></TR><TR><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD><TD>ehl-i fesat: bozgunculuk çıkaranlar</TD></TR><TR><TD>ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler</TD><TD>ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar</TD></TR><TR><TD>ehl-i salâh: namuslu, doğru ve adaletli kimseler</TD><TD>fena: kötü, çirkin</TD></TR><TR><TD>fesat: bozgunculuk</TD><TD>galebe: üstün gelme</TD></TR><TR><TD>galibiyet: üstünlük</TD><TD>galibâne: üstün gelir bir tarzda</TD></TR><TR><TD>hak: doğru, gerçek</TD><TD>hakikat: doğru gerçek</TD></TR><TR><TD>hakikî: asıl, gerçek</TD><TD>halel görmek: zarar gelmek</TD></TR><TR><TD>heyet-i mecmua: genel yapı, bir şeyin tamamı</TD><TD>hissiyat-ı nefsaniye: kötülükleri emreden nefsin yönlendirdiği duygular</TD></TR><TR><TD>hâşâ: asla</TD><TD>ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık</TD></TR><TR><TD>iktidar: güç, kuvvet</TD><TD>istidat: kabiliyet, yetenek</TD></TR><TR><TD>istifade etme: faydalanma</TD><TD>istimal etmek: kullanmak</TD></TR><TR><TD>istinad: dayanma</TD><TD>kaide-i esasiye: temel kural</TD></TR><TR><TD>kat’iyen: kesin olarak</TD><TD>kat’î: kesin</TD></TR><TR><TD>kudret: güç, iktidar</TD><TD>kàsırünnazar: dar görüşlü</TD></TR><TR><TD>maatteessüf: ne yazık ki</TD><TD>mahiyet: nitelik, özellik</TD></TR><TR><TD>mağlûbiyet: yenilgi</TD><TD>mağlûp: yenik düşen</TD></TR><TR><TD>muhakemesiz: akıl yürütemeyen, düşüncesiz</TD><TD>mukabil: karşılık</TD></TR><TR><TD>muvaffakiyet: başarı</TD><TD>muzır: zararlı</TD></TR><TR><TD>mükerreren: defalarca, tekrar ile</TD><TD>müşahede etmek: gözlemlemek</TD></TR><TR><TD>nam: ad, ünvan</TD><TD>nokta-i istinad: dayanak noktası</TD></TR><TR><TD>sabık: önceki</TD><TD>tahrip: bozma, yok etme</TD></TR><TR><TD>tetkik etmek: incelemek</TD><TD>vesvese: şüphe, asılsız kuruntu</TD></TR><TR><TD>zaaf: zayıflık, güçsüzlük</TD><TD>zillet: zelil olma, aşağılanma</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 157

nefsin firavuniyetini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor. Ve o misilli şeytanî desiseler vasıtasıyla muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler. Fakat
blank.gif
1
وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sırrıyla,

blank.gif
2
اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلٰى عَلَيْهِ düsturuyla, onların o muvakkat galebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber, Cehennemi kendilerine ve Cenneti ehl-i hakka kazandırmalarına sebeptir.


İşte, dalâlette, iktidarsızlar muktedir görünmeleri ve ehemmiyetsizler şöhret kazanmaları içindir ki, hodfuruş, şöhretperest, riyâkâr insanlar ve az birşeyle iktidarlarını göstermek ve ihâfe ve ızrar cihetinden bir mevki kazanmak için ehl-i hakka muhalefet vaziyetine girerler. Tâ görünsün ve nazar-ı dikkat ona celb olunsun. Ve iktidar ve kudretle değil, belki terk ve atâletle sebebiyet verdiği tahribat ona isnad edilip ondan bahsedilsin. Nasıl ki böyle şöhret divanelerinden birisi namazgâhı telvis etmiş, tâ herkes ondan bahsetsin. Hattâ ondan lânetle de bahsedilmiş de, şöhretperestlik damarı kendisine bu lânetli şöhreti hoş göstermiş diye darbımesel olmuş.

Ey âlem-i bekà için yaratılan ve fâni âleme müptelâ olan biçare insan!
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاۤءُ وَاْلاَرْضُ
blank.gif
3
âyetinin sırrına dikkat et, kulak ver. Bak, ne diyor:

Mefhum-u sarihiyle ferman ediyor ki, ehl-i dalâletin ölmesiyle, insanla alâkadar olan semâvât ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yani, onların ölmesiyle memnun oluyorlar.
Ve mefhum-u işarîsiyle ifade ediyor ki, ehl-i hidayetin ölmesiyle semâvât ve



[NOT]Dipnot-1 “Gerçek sonuç takvâ sahiplerinindir.” A’râf Sûresi, 7:128.

Dipnot-2 “Hak daima üstün gelir; hakka galebe edilmez.” Bu hadis-i şerifin Buharî, Cenâiz: 79’daki rivayeti şu şekildedir:اَ ْلاِسْلاَمُ يَعْلُو وَلاَ يُعْلٰى
Dipnot-3 “Gök ve yer onlara ağlamadı.” Duhan Sûresi, 44:29.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>alâkadar: alakalı, ilgili</TD><TD>arz: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>atâlet: hareketsizlik, tembellik</TD><TD>biçare: çaresiz</TD></TR><TR><TD>celb etme: çekme</TD><TD>cihet: yön</TD></TR><TR><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD><TD>darbımesel: atasözü</TD></TR><TR><TD>desise: hile, aldatma</TD><TD>divane: akılsız, deli</TD></TR><TR><TD>düstur: kural</TD><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD></TR><TR><TD>ehl-i hak: hak ve doğru yolda olan kimseler</TD><TD>ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar</TD></TR><TR><TD>ferman etmek: buyurmak</TD><TD>firavuniyet: Firavun gibi olma, tanrılık iddiasında bulunma</TD></TR><TR><TD>fâni: gelip geçici, ölümlü</TD><TD>galebe etmek: üstün gelmek</TD></TR><TR><TD>hodfuruş: kendini beğenerek satmaya çalışmak</TD><TD>ihâfe: korkutma</TD></TR><TR><TD>iktidar: güç, kuvvet</TD><TD>isnad etme: dayandırma</TD></TR><TR><TD>kudret: güç, iktidar</TD><TD>lânet: beddua</TD></TR><TR><TD>mefhum-u işarî: işaret edilen mânâ</TD><TD>mefhum-u sarih: açık anlam</TD></TR><TR><TD>menfaat: fayda, yarar</TD><TD>mevki: yer, makam</TD></TR><TR><TD>misilli: gibi</TD><TD>muhalefet: zıt ve aykırı davranma</TD></TR><TR><TD>muktedir: gücü yeten iktidar sahibi</TD><TD>muvakkat: geçici</TD></TR><TR><TD>muvakkaten: geçici olarak</TD><TD>müptelâ: bağımlı, düşkün</TD></TR><TR><TD>namazgâh: namaz kılınan yer</TD><TD>nazar-ı dikkat: dikkatli bakış</TD></TR><TR><TD>nefs: insanı kötülüklere yönelten duygu</TD><TD>riyâkâr: iki yüzlü</TD></TR><TR><TD>sebebiyet vermek: sebep olmak</TD><TD>semâvât: gökler</TD></TR><TR><TD>tahribat: tahripler, yıkıp bozmalar</TD><TD>telvis etmek: kirletmek</TD></TR><TR><TD>vasıta: araç</TD><TD>âlem: dünya</TD></TR><TR><TD>âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi</TD><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD></TR><TR><TD>ızrar: zarar verme</TD><TD>şeytanî: şeytana ait</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 158

arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar, firaklarını istemiyorlar. Çünkü ehl-i iman ile bütün kâinat alâkadardır, ondan memnundur. Zira iman ile Hâlık-ı Kâinatı bildikleri için, kâinatın kıymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler. Ehl-i dalâlet gibi tahkir ve zımnî adâvet etmezler.

Ey insan, düşün! Sen alâküllihal öleceksin. Eğer nefis ve şeytana tâbi isen, senin komşuların, belki akrabaların, senin şerrinden kurtulmak için mesrur olacaklar. Eğer اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
blank.gif
1
deyip Kur’ân’a ve Habib-i Rahmân’a tâbi isen, o vakit semavat ve arz ve mevcudat, herkesin derecesine nisbeten, senin derecene göre senin firâkından müteessir olup mânen ağlarlar. Ulvî bir matemle ve haşmetli bir teşyî ile, kabir kapısıyla girdiğin bekà âleminde senin derecene nisbeten senin için bir hüsn-ü istikbal var olduğuna işaret ederler.
blank.gif
2


ON ÜÇÜNCÜ İŞARET

Üç Noktadır.

BİRİNCİ NOKTA: Şeytanın en büyük bir desisesi, hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kàsır fikirli insanları aldatır, der ki: “Birtek zat, umum zerrat ve seyyarat ve nücumu ve sair mevcudatı bütün ahvâliyle tedbir-i rububiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acip, büyük meseleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?” der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkârî uyandırıyor.

Elcevap: Şeytanın bu desisesini susturan sır Allahu ekberdir. Ve cevab-ı hakikîsi de Allahu ekberdir. Evet, Allahu ekberin ziyade kesretle şeâir-i İslâmiyede tekrarı, bu desiseyi mahvetmek içindir. Çünkü, insanın âciz kuvveti ve zayıf



[NOT]Dipnot-1 Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.

Dipnot-2 bk. Tirmizî, Kıyâmet: 26 (2460); İbni Mâce, Zühd: 31; Müsned: 2:364; 6:140.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Allahu ekber: Allah en büyüktür</TD><TD>Habib-i Rahmân: sonsuz merhamet sahibi ve yarattığı bütün varlıklara şefkatle rızıklarını veren Allah’ın en sevdiği kulu olan Hz. Muhammed</TD></TR><TR><TD>Hâlık-ı Kâinat: evreni ve bütün varlıkları yaratan Allah</TD><TD>acip: hayret verici</TD></TR><TR><TD>acz-i insanî: insanın acizliği, güçsüzlüğü</TD><TD>adâvet: düşmanlık </TD></TR><TR><TD>ahvâl: haller, durumlar</TD><TD>alâküllihal: ister istemez, her durumda</TD></TR><TR><TD>arz: yeryüzü</TD><TD>azamet: büyüklük, yücelik</TD></TR><TR><TD>beka âlemi: sonsuzluk âlemi, âhiret hayatı</TD><TD>cevab-ı hakikî: gerçek cevap</TD></TR><TR><TD>cihet: yön</TD><TD>desise: hile, aldatma</TD></TR><TR><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD><TD>ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler</TD></TR><TR><TD>firak: ayrılık</TD><TD>hadsiz: sayısız</TD></TR><TR><TD>hakaik-i imaniye: iman hakikatleri</TD><TD>haşmetli: büyük, görkemli</TD></TR><TR><TD>hiss-i inkâr: inkâr duygusu</TD><TD>hüsn-ü istikbal: güzel karşılama</TD></TR><TR><TD>kesretle: çoklukla</TD><TD>kàsır: kısa</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren</TD><TD>mahvetmek: yok etmek</TD></TR><TR><TD>matem: yas, hüzün</TD><TD>mesrur: sevinçli, mutlu</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>muhabbet: sevgi</TD></TR><TR><TD>mânen: mânevî olarak</TD><TD>müteessir: etkilenen, üzülen</TD></TR><TR><TD>nefis: insanı kötüye yönelten duygu</TD><TD>nisbeten: kıyasla</TD></TR><TR><TD>nücum: yıldızlar</TD><TD>sair: diğer</TD></TR><TR><TD>semavat: gökler</TD><TD>seyyarat: gezegenler</TD></TR><TR><TD>tahkir: aşağılama, hakaret etme</TD><TD>takdir etmek: bir şeye gerekli değeri göstermek</TD></TR><TR><TD>tedbir-i rububiyet: her şeyi idare ve terbiye eden Allah’ın kâinat ve varlıklar üzerindeki hikmetli faaliyeti, emri altında tutması, idaresi</TD><TD>teşyî: uğurlama, vefat eden kişinin defnedilmesi</TD></TR><TR><TD>tâbi: bağlı</TD><TD>ulvî: yüce, büyük</TD></TR><TR><TD>umum: bütün</TD><TD>zerrat: zerreler, atomlar</TD></TR><TR><TD>zımnî: gizli, örtülü</TD><TD>âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen</TD></TR><TR><TD>şer: kötülük</TD><TD>şeâir-i İslâmiye: İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 159

kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakikatleri Allahu ekber nuruyla görüp tasdik ediyor ve Allahu ekber kuvvetiyle o hakikatleri taşıyor ve Allahu ekber dairesinde yerleştiriyor ve vesveseye düşen kalbine diyor ki:

Bu kâinatın gayet muntazamca tedbir ve tedvîri bilmüşahede görünüyor. Bunda iki yol var:

Birinci yol: Mümkündür. Fakat gayet azîmdir ve harikadır. Zaten böyle harika bir eser, bir harika san’atla, çok acip bir yolla olur. O yol ise, mevcudat, belki zerrat adedince vücudunun şahitleri bulunan bir Zât-ı Ehad ve Samedin rububiyetiyle ve irade ve kudretiyle olmasıdır.

İkinci yol: Hiçbir cihet-i imkânı olmayan ve imtinâ derecesinde müşkilâtlı ve hiçbir cihette mâkul olmayan şirk ve küfür yoludur. Çünkü, Yirminci Mektup ve Yirmi İkinci Söz gibi çok risalelerde gayet kat’î ispat edildiği üzere, o vakit kâinatın herbir mevcudunda ve hattâ herbir zerresinde bir ulûhiyet-i mutlaka ve bir ilm-i muhit ve hadsiz bir kudret bulunmak lâzım geliyor. Tâ ki, mevcudatta bilmüşahede görünen nihayet derecede nizam ve intizam ve gayet hassas mizan ve imtiyaz ile mükemmel ve müzeyyen olan nukuş-u san’at vücut bulabilsin.

Elhasıl: Eğer tam lâyık ve tam yerinde olan azametli ve kibriyâlı rububiyet olmazsa, o vakit her cihetçe gayr-ı mâkul ve mümteni bir yol takip etmek lâzım gelecek. Lâyık ve lâzım olan azametten kaçmakla, muhal ve imtinâa girmeyi şeytan dahi teklif edemez.

İKİNCİ NOKTA: Şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir—tâ ki istiğfar ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enâniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta taksirattan takdis etsin.




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Allahu Ekber: Allah en büyüktür</TD><TD>Zât-ı Ehad ve Samed: her şey Kendisine muhtaç oduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği her bir şeyde görünen Allah</TD></TR><TR><TD>acip: hayret verici</TD><TD>azamet: büyüklük</TD></TR><TR><TD>azîm: büyük, yüce</TD><TD>bilmüşahede: gözle görerek</TD></TR><TR><TD>cihet: yön</TD><TD>cihet-i imkân: mümkün olma yönü</TD></TR><TR><TD>desise: hile, aldatma</TD><TD>elhasıl: kısaca, özetle</TD></TR><TR><TD>enâniyet: benlik, gurur</TD><TD>gayet: son derece</TD></TR><TR><TD>gayr-ı mâkul: akla ters</TD><TD>hadsiz: sayısız</TD></TR><TR><TD>hakikat: gerçek, asıl, esas</TD><TD>ilm-i muhit: her şeyi kuşatan ilim</TD></TR><TR><TD>imtinâ: çekinme, yapmama</TD><TD>imtiyaz: farklılık</TD></TR><TR><TD>intizam: disiplin, düzen</TD><TD>irade: dileme, tercih, seçme gücü</TD></TR><TR><TD>istiâze: Allah’a sığınma</TD><TD>istiğfar: Allah’tan bağışlanma dileme</TD></TR><TR><TD>kat’î: kesin</TD><TD>kibriyâlı: büyük</TD></TR><TR><TD>kudret: güç, kuvvet</TD><TD>kâinat: evren</TD></TR><TR><TD>küfür: inkâr, inançsızlık</TD><TD>mevcud: varlık</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>mizan: ölçü, denge</TD></TR><TR><TD>muhal: imkansız</TD><TD>muntazam: düzenli</TD></TR><TR><TD>mâkul: akla uygun</TD><TD>mühim: önemli</TD></TR><TR><TD>mümteni: imkânsız</TD><TD>müzeyyen: süslenmiş</TD></TR><TR><TD>müşkilât: zorluklar</TD><TD>nefis: insanı kötülüğe yönelten duygu</TD></TR><TR><TD>nefs-i insaniye: insanda bulunan ve onu kötülüğe yönelten duygu</TD><TD>nizam: düzen</TD></TR><TR><TD>nukuş-u san’at: sanatlı nakışlar</TD><TD>nur: aydınlık</TD></TR><TR><TD>risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi</TD><TD>rububiyet: Allah’ın bütün varlıklar üzerindeki malikiyet ve egemenliği, her varlığı yaratılış amacına hikmetle ulaştıran terbiyesi</TD></TR><TR><TD>tahrik etmek: harekete geçirmek</TD><TD>takdis etmek: her türlü eksiklik ve çirkinlikten pâk ve yüce olduğunu dile getirmek</TD></TR><TR><TD>taksirat: kusurlar, günahlar</TD><TD>tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak</TD></TR><TR><TD>tedbir: maksada uygun olarak işi yürütme</TD><TD>tedvîr: çekip çevirme, idare etme</TD></TR><TR><TD>teklif etmek: önermek</TD><TD>ulûhiyet-i mutlaka: hiç bir kayda ve şarta bağlı olmaksızın ilâh olma, mutlak ilâhlık</TD></TR><TR><TD>vesvese: şüphe, asılsız kuruntu</TD><TD>vücud: varlık</TD></TR><TR><TD>vücut bulmak: var olmak</TD><TD>zerrat: zerreler, atomlar</TD></TR><TR><TD>zerre: atom</TD><TD>şirk: Allah’a ortak koşma</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 160

Evet, şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez. Görse de, yüz tevil ile tevil ettirir. وَعَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلِيلَةٌ
blank.gif
1
sırrıyla, nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için, ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiâze etmez, şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir peygamber-i âlîşan وَمَاۤ اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوۤءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى
blank.gif
2
dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir?


Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur.
blank.gif
3
Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.
blank.gif
4


ÜÇÜNCÜ NOKTA: İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin birtek seyyiesiyle bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, o mü’mine adâvet ederler.

Halbuki, Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler.
blank.gif
5
Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazan birtek hasene ile çok seyyiâtını örter. Demek, bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymettar birtek hasene ile, çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır.




[NOT]Dipnot-1 “Kabullenen ve rıza gözüyle bakan hiçbir kusur göremez.” İbni Asâkir, Târîhu Dimaşk: 33:219; 36:319; el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn: 3:36; el-Kalkaşendî, Subhu’l-a’şâ: 9:196.

Dipnot-2 “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis daima kötülüğe sevk eder—ancak Rabbim merhamet ederse o başka.” Yusuf Sûresi, 12:53.

Dipnot-3 bk. Nisâ Sûresi, 4:110.

Dipnot-4 bk. ed-Deylemî, el-Müsned: 5:199; el-Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb: 2:44.

Dipnot-5 bk. A’râf Sûresi, 7:8-9; Mü’minûn Sûresi, 23:102-103; Kâria Sûresi, 101:6-9.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun</TD><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>Hazret-i Yusuf: [bk. bilgiler – Yusuf (a.s.)]</TD><TD>adalet-i mutlaka: sınırsız, tam ve yerinde adalet</TD></TR><TR><TD>adalet-i İlâhiye: Allah’ın adaleti</TD><TD>adâvet: düşmanlık</TD></TR><TR><TD>a’mâl-i mükellefîn: dini emirleri yerine getirmekle yükümlü olanların amelleri, işleri</TD><TD>desise: hile, aldatma</TD></TR><TR><TD>desise-i şeytaniye: şeytanın hilesi, aldatması</TD><TD>esbab: sebepler</TD></TR><TR><TD>fenalık: kötülük, günah</TD><TD>galibiyet: üstün gelme, üstünlük</TD></TR><TR><TD>hasene: iyilik</TD><TD>hasenât: iyilikler, sevaplar</TD></TR><TR><TD>hayat-ı içtimaiye: toplumsal hayat</TD><TD>haşir: öldükten sonra yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma</TD></TR><TR><TD>hükmeylemek: hüküm vermek</TD><TD>ifsad eden: bozan</TD></TR><TR><TD>istiâze: Allah’a sığınma</TD><TD>istiğfar: Allah’tan bağışlanma dilemek</TD></TR><TR><TD>itimad etme: güvenme</TD><TD>ittiham eden: suçlayan</TD></TR><TR><TD>kemiyet: sayıca çokluk, nicelik</TD><TD>keyfiyet: özellik, nitelik</TD></TR><TR><TD>kıymettar: değerli</TD><TD>maskara: gülünç, rezil</TD></TR><TR><TD>mağlûbiyet: yenilgi, aşağıda kalma</TD><TD>mizan-ı ekber: mahşer günü amellerin ölçüleceği büyük terazi</TD></TR><TR><TD>müstehak: hak etmiş, lâyık</TD><TD>mü’min: Allah’a inanan</TD></TR><TR><TD>nazar-ı af: affedici bakış</TD><TD>nazar-ı rıza: memnuniyet dolu bakış</TD></TR><TR><TD>nefis: insanı daima kötülüğe sevk eden duygu</TD><TD>peygamber-i âlîşan: büyük, şan ve şeref sahibi olan peygamber</TD></TR><TR><TD>seyyie: kötülük, günah</TD><TD>seyyiât: günahlar</TD></TR><TR><TD>tevil: yorum</TD><TD>vücut: varlık</TD></TR><TR><TD>ziyade: çok, fazla</TD><TD>şer: kötülük</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 161

Halbuki, insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenâtını birtek seyyie yüzünden unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göstermez. Öyle de, insan, garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenâtı örter, unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesat âleti olur.
Şeytanın bu desisesine benzer diğer bir desise ile, insanın selâmet-i fikrini ifsad ediyor, hakaik-i imaniyeye karşı sıhhat-ı muhakemeyi bozuyor ve istikamet‑i fikriyeyi ihlâl ediyor. Şöyle ki:
Bir hakikat-i imaniyeye dair yüzer delâil-i ispatiyenin hükmünü, nefyine delâlet eden bir emâre ile kırmak ister. Halbuki, kaide-i mukarreredir ki, “Bir ispat edici, çok nefyedicilere tereccuh ediyor.” Bir dâvâya müsbit bir şahidin hükmü, yüz nâfîlere râcih olur. Bu hakikate bu temsil ile bak. Şöyle ki:
Bir saray, yüzer kapalı kapıları var. Birtek kapı açılmasıyla o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez.
İşte, hakaik-i imaniye o saraydır. Herbir delil, bir anahtardır; ispat ediyor, kapıyı açıyor. Birtek kapının kapalı kalmasıyla o hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez. Şeytan ise, bazı esbaba binaen, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir; ispat edici bütün delilleri nazardan iskat ediyor. “İşte bu saraya girilmez. Belki saray değildir, içinde birşey yoktur” der, kandırır.
İşte, ey şeytanın desiselerine müptelâ olan biçare insan! Hayat-ı diniye, hayat‑ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-i fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen, muhkemât-ı Kur’âniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyyenin terazileriyle a’mâl ve hâtırâtını tart. Ve Kur’ân’ı ve Sünnet-i



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD><TD>adâvet: düşmanlık</TD></TR><TR><TD>a’mâl: davranışlar, işler</TD><TD>binaen: dayanarak</TD></TR><TR><TD>biçare: çaresiz</TD><TD>cehalet: cahillik</TD></TR><TR><TD>delâil-i ispat: ispat delilleri</TD><TD>delâlet eden: delil olan, işaret eden</TD></TR><TR><TD>desise: hile, aldatma</TD><TD>emâre: belirti, işaret</TD></TR><TR><TD>esbab: sebepler</TD><TD>fesat: bozgunculuk</TD></TR><TR><TD>fıtrat: yaratılış</TD><TD>gaflet: Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli</TD></TR><TR><TD>garaz: kötü kasıt</TD><TD>hakaik-i imaniye: iman hakikatleri</TD></TR><TR><TD>hakikat: gerçek</TD><TD>hakikat-i imaniye: iman hakikati</TD></TR><TR><TD>hasenât: iyilikler, sevaplar</TD><TD>hayat-ı diniye: dine ait hayat</TD></TR><TR><TD>hayat-ı içtimaiye: toplumsal hayat</TD><TD>hayat-ı şahsiye: kişisel hayat</TD></TR><TR><TD>hâtırât: hatıralar, düşünceler</TD><TD>hüküm: karar</TD></TR><TR><TD>ifsad etmek: bozmak</TD><TD>ihlâl etmek: bozmak</TD></TR><TR><TD>istikamet-i fikriye: doğru ve istikametli düşünebilme</TD><TD>istikamet-i nazar: doğru görüş</TD></TR><TR><TD>kaide-i mukarrere: kesin olarak kabul edilen kural</TD><TD>mizan: ölçü, denge</TD></TR><TR><TD>muhkemât-ı Kur’âniye: Kur’ân’daki sarsılmaz hükümler</TD><TD>müptelâ: bağımlı, düşkün</TD></TR><TR><TD>müsbit: ispat edici</TD><TD>mü’min: Allah’a inanan</TD></TR><TR><TD>nazardan iskat etmek: gözden düşmek</TD><TD>nefy: inkar</TD></TR><TR><TD>nâfî: nefyeden, inkâr eden</TD><TD>râcih: üstün olan, tercih edilen</TD></TR><TR><TD>selâmet: esenlik, güvende olma</TD><TD>selâmet-i fikir: fikrin selâmeti, sağlıklı düşünce</TD></TR><TR><TD>selâmet-i kalb: kalp huzuru, rahatlığı</TD><TD>setretme: örtme</TD></TR><TR><TD>seyyie: kötülük, günah</TD><TD>sıhhat-i fikir: sağlıklı düşünce</TD></TR><TR><TD>sıhhat-ı muhakeme: sağlıklı değerlendirme, hüküm verme</TD><TD>telkin: öğüt verme</TD></TR><TR><TD>temsil: analoji, bir bilinmeyeni bilinen bir şeyle kıyaslayarak açıklama</TD><TD>tereccuh etmek: üstün gelmek</TD></TR><TR><TD>vasıta: araç</TD><TD>zulüm: haksızlık</TD></TR><TR><TD>zât: kişi</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 162

Seniyyeyi daima rehber yap. Ve اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
blank.gif
1
de, Cenâb-ı Hakka ilticada bulun.

İşte bu On Üç İşaret, on üç anahtardır. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın en âhirki sûresi ve
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ'in mufassalı ve madeni olan
اَسْتَعِيذُ بِاللهِ بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ مَلِكِ النَّاسِ اِلٰهِ النَّاسِ مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ اَلَّذِى يُوَسْوِسُ فِى صُدُورِ النَّاسِ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ
blank.gif
2

sûresinin hısn-ı hasîni ve kale-i metîninin kapısını o on üç anahtarla aç, gir, selâmeti bul.

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
3

وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطيِنِ وَ اَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ
blank.gif
4





endOfSection.gif
endOfSection.gif






[NOT]Dipnot-1 Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.

Dipnot-2 “De ki: Sığınırım insanların Rabbine, insanların Mâlikine, insanların İlâhına; insanların kalbine sinsice vesvese verenin şerrinden; cinlerden ve insanlardan olan şeytanların şerrinden.” Nâs Sûresi, 114:1-6.

Dipnot-3 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-4 “De ki: Ey Rabbim, şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da, yâ Rabbi, Sana sığınırım.” Mü’minûn Sûresi, 23:97-98.
[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD><TD>hısn-ı hasîn: çok sağlam kale</TD></TR><TR><TD>iltica: sığınma</TD><TD>kale-i metîn: sağlam kale</TD></TR><TR><TD>mufassal: ayrıntılı</TD><TD>selâmet: esenlik, güvende olma</TD></TR><TR><TD>sûre: Kur’ân-ı Kerimin bölümlerinden her biri</TD><TD>âhir: son</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 
Üst