On Üçüncü Lem'a

Ukbaa

Well-known member
On Üçüncü Lem’a

Hikmetü’l-İstiâze

اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
blank.gif
1
sırrına dairdir.

besmele.jpg

وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطيِنِ وَ اَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ
blank.gif
2

Şeytandan istiâze sırrına dairdir. On Üç İşaret yazılacak.
O işaretlerin bir kısmı, müteferrik bir surette Yirmi Altıncı Söz gibi bir kısım risalelerde
beyan ve ispat edildiğinden, burada yalnız icmâlen bahsedilecek.


BİRİNCİ İŞARET

Sual: Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiçbir medhalleri olmadığı, hem Cenâb-ı Hak rahmet ve inâyetiyle ehl-i hakka taraftar olduğu, hem hak ve hakikatin cazibedar güzellikleri ve mehâsinleri ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu, hem dalâletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalâleti tenfir ettikleri halde, hizbüşşeytanın çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanın şerrinden Cenâb-ı Hakka sığınmasının sırrı nedir?

Elcevap: Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalâlet ve şer, menfidir ve tahriptir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve



[NOT]Dipnot-1 Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.

Dipnot-2 “De ki: Ey Rabbim, şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da, ey Rabbim, Sana sığınırım.” Mü’minûn Sûresi, 23:97-98.
[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>ademî: yokluğa ait</TD></TR><TR><TD>beyan: açıklama, anlatım</TD><TD>cazibedar: cazibeli, çekici</TD></TR><TR><TD>cihet: taraf, yön</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD><TD>ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler</TD></TR><TR><TD>ekseriyet-i mutlaka: büyük çoğunluk</TD><TD>galebe etmek: yenmek, üstün gelmek</TD></TR><TR><TD>hak: doğru, gerçek</TD><TD>hakikat: asıl, esas, gerçek mahiyet</TD></TR><TR><TD>hidayet: doğru ve hak olan yolda gitme</TD><TD>hikmet: sır, bilinmeyen gizli nokta</TD></TR><TR><TD>hikmetü’l-istiâze: şeytanın şerrinden Allah’a sığınmanın sebepleri ve faydaları</TD><TD>hizbüşşeytan: şeytanın taraftarları</TD></TR><TR><TD>icad: var etme</TD><TD>icmâlen: kısaca</TD></TR><TR><TD>inâyet: Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilik</TD><TD>istiâze: Allah’a sığınma</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren</TD><TD>medhal: katkı, etki</TD></TR><TR><TD>mehâsin: güzellikler</TD><TD>menfi: olumsuz</TD></TR><TR><TD>müeyyid: kuvvetlendiren, sağlamlaştıran</TD><TD>müstekreh: tiksinti uyandıran</TD></TR><TR><TD>müteferrik: kısım kısım, bölümler halinde</TD><TD>müşevvik: teşvik eden </TD></TR><TR><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD><TD>risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden herbiri</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>sır: ince gerçek</TD></TR><TR><TD>tahrip: yıkım</TD><TD>tenfir etmek: nefret ettirmek</TD></TR><TR><TD>şer: kötülük</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 133

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki, yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam bir günde tahrip eder. Evet, bütün âzâ-yı esasiyenin ve şerâit-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan Hâlık-ı Zülcelâlin kudretine mahsus olduğu halde, bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için, et-tahrîbü eshel
blank.gif
1
durub-u emsal hükmüne geçmiş.


İşte bu sırdandır ki, ehl-i dalâlet, hakikaten zayıf bir kuvvetle pek kuvvetli ehl-i hakka bazan galip oluyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kalesi var ki, onda tahassun ettikleri vakit, o müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat bir zarar verseler,
blank.gif
2
وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sırrıyla, ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telâfi edilir. O kale-i metin, o hısn-ı hasîn ise, şeriat-ı Muhammediye ve sünnet-i Ahmediyedir (a.s.m.)


İKİNCİ İŞARET

Sual: Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana taslitleri ve onların yüzünden çok insanlar küfre girip Cehenneme girmeleri, gayet müthiş ve çirkin görünüyor. Acaba Cemîl-i Alel’ıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahmân-ı Bilhakkın rahmet ve cemâli, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin husulüne nasıl müsaade ediyor ve nasıl cevaz gösteriyor? Şu meseleyi çoklar sormuşlar ve çokların hatırına geliyor.

Elcevap: Şeytanın vücudunda cüz’î şerlerle beraber birçok makasıd-ı hayriye‑i külliye ve kemâlât-ı insaniye vardır. Evet, bir çekirdekten koca bir ağaca



[NOT]Dipnot-1 Yıkmak kolaydır.

Dipnot-2 “Gerçek iyi sonuç takvâ sahiplerinindir.” A’râf Sûresi, 7:128.
[/NOT]





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cemîl-i Alel’ıtlak: sonsuz ve kusursuz güzellik sahibi olan Allah</TD><TD>Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah</TD></TR><TR><TD>Rahmân-ı Bilhak: hakkıyla çok merhametli olan Allah</TD><TD>Rahîm-i Mutlak: kayda ve şarta bağlı olmaksızın sınırsız şefkat ve merhamet sahibi olan Allah</TD></TR><TR><TD>ademî: hiçlikle ilgili </TD><TD>cemâl: güzellik</TD></TR><TR><TD>cevaz: izin, müsaâde, ruhsat</TD><TD>cüz’î: az, sınırlı</TD></TR><TR><TD>durub-u emsal: atasözleri, temsil sözleri</TD><TD>ebedî: sonsuz</TD></TR><TR><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD><TD>ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler</TD></TR><TR><TD>ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler</TD><TD>galip: üstün gelen</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız</TD><TD>hakikaten: gerçekten</TD></TR><TR><TD>halt etmek: uygunsuz fiil ve davranışta bulunmak</TD><TD>hayat-ı insan: insan hayatı</TD></TR><TR><TD>hayır: iyilik, manevî değeri olan</TD><TD>husul: meydana gelme</TD></TR><TR><TD>hısn-ı hasîn: çok sağlam kale</TD><TD>icad: var etme</TD></TR><TR><TD>imar: yapma, tamir etme</TD><TD>kale-i metin: sağlam kale</TD></TR><TR><TD>kemâlât-ı insaniye: insana ait mükemmellikler</TD><TD>kudret: güç, iktidar</TD></TR><TR><TD>küfür: inkâr, inançsızlık</TD><TD>mahsus: has, özel</TD></TR><TR><TD>makasıd-ı hayriye-i külliye: büyük hayırlı maksatlar</TD><TD>malûm: bilinen</TD></TR><TR><TD>mazhar etmek: eriştirmek</TD><TD>menfaat: fayda, yarar</TD></TR><TR><TD>mevt: ölüm</TD><TD>muhkem: sağlam</TD></TR><TR><TD>musibet: belâ, büyük sıkıntı</TD><TD>muvakkat: geçici</TD></TR><TR><TD>müsbet: olumlu, ispat edilebilen</TD><TD>nisbeten: kıyasla</TD></TR><TR><TD>rahmet: şefkat, merhamet</TD><TD>sünnet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sünneti, hal, söz, tavır ve tasdikleri</TD></TR><TR><TD>tahassun etmek: korunmak</TD><TD>tahrip etmek: yıkıp yok etmek</TD></TR><TR><TD>taslit: musallat olma, sataşma</TD><TD>telâfi etmek: tamamlamak, eksiği gidermek</TD></TR><TR><TD>uzuv: organ</TD><TD>vücud: varlık</TD></TR><TR><TD>vücudî: varlıkla ilgili</TD><TD>zalim: haksızlık ve zulüm yapan</TD></TR><TR><TD>âzâ-yı esasiye: temel organlar</TD><TD>şer: kötülük</TD></TR><TR><TD>şeriat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) tarif ettiği, getirdiği ve bildirdiği şeriat; İslâm dini</TD><TD>şerr-i mahz: tamamıyla şer ve kötü</TD></TR><TR><TD>şerâit-i hayatiye: hayat şartları</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 134

kadar ne kadar mertebeler var; mahiyet-i insaniyedeki istidatta dahi ondan daha ziyade merâtip var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidâdâtın inkişâfâtı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zembereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise, şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur. Yoksa, melâikeler gibi, insanların da makamı sabit kalırdı. O halde insan nev’inde binler envâ hükmünde sınıflar bulunmayacak... Bir şerr-i cüz’î gelmemek için bin hayrı terk etmek, hikmet ve adalete münafidir.

Çendan, şeytan yüzünden ekser insanlar dalâlete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar; kemiyete az bakar veya bakmaz. Nasıl ki, bin ve on çekirdeği bulunan bir zat, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse, ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette, bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Öyle de, nefis ve şeytanlara karşı mücahede ile, yıldızlar gibi nev-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on insan-ı kâmil yüzünden o nev’e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette, haşarat nev’inden sayılacak derecede süflî ehl-i dalâletin küfre girmesiyle insan nev’ine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için, rahmet ve hikmet ve adalet-i İlâhiye, şeytanın vücuduna müsaade edip tasallutlarına meydan vermiş.

Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur’ân tezgâhında yapılan takvâdır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet‑i Seniyyesidir. Ve silâhınız, istiâze ve istiğfar ve hıfz-ı İlâhiyeye ilticadır.

ÜÇÜNCÜ İŞARET

Sual: Kur’ân-ı Hakîmde ehl-i dalâlete karşı azîm şekvâları ve kesretli tahşidâtı




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>adalet: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi</TD><TD>azîm: büyük</TD></TR><TR><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD></TR><TR><TD>ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler</TD><TD>ekser: pek çok</TD></TR><TR><TD>ekseriyetle: çoğunlukla</TD><TD>envâ: çeşitler, türler</TD></TR><TR><TD>haşarat: zehirli böcekler</TD><TD>hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması</TD></TR><TR><TD>hıfz-ı İlâhî: Allah’ın koruması</TD><TD>iktiza: gerektirme</TD></TR><TR><TD>iltica: sığınma</TD><TD>inkişâfât: açığa çıkmalar</TD></TR><TR><TD>insan-ı kâmil: yaratılış gayesini eksiksiz olarak yerine getiren ve manevî olgunluğa erişen insan</TD><TD>istidat: yetenek, kabiliyet</TD></TR><TR><TD>istidâdât: istidatlar, kabiliyetler</TD><TD>istiâze: Allah’a sığınma</TD></TR><TR><TD>istiğfar: Allah’tan bağışlanma dilemek</TD><TD>kemiyet: sayıca çokluk, nicelik</TD></TR><TR><TD>kesretli: pek çok</TD><TD>keyfiyet: özellik, nitelik</TD></TR><TR><TD>küfür: inkâr, inançsızlık</TD><TD>mahiyet-i insaniye: insana ait temel özellik</TD></TR><TR><TD>makam: derece, yer</TD><TD>mazhar etmek: eriştirmek</TD></TR><TR><TD>melâike: melekler</TD><TD>menfaat: fayda, yarar</TD></TR><TR><TD>merâtip: mertebeler</TD><TD>muamele: iş, davranış</TD></TR><TR><TD>muamele-i kimyeviye: kimyasal işlem</TD><TD>muzır: zararlı</TD></TR><TR><TD>mücahede: cihad etme, mücadele</TD><TD>münafi: aykırı, ters</TD></TR><TR><TD>nefis: insanı kötülüklere yönelten duygu</TD><TD>nev-i insan: insan türü, insanlık</TD></TR><TR><TD>nev’: çeşit, tür</TD><TD>rahmet ve hikmet ve adalet-i İlâhiye: Allah’ın rahmet, hikmet ve adaleti</TD></TR><TR><TD>süflî: alçak, âdi</TD><TD>tahşidat: öneminden dolayı bir şeyin üzerinde fazla durma</TD></TR><TR><TD>takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak</TD><TD>tasallut: musallat olma, sataşma</TD></TR><TR><TD>tenvir etmek: nurlandırmak, aydınlatmak</TD><TD>terakki: ilerleme, gelişme</TD></TR><TR><TD>vücud: varlık</TD><TD>zat: kişi</TD></TR><TR><TD>zemberek: hareketi sağlayan güç kaynağı</TD><TD>zerre: atom</TD></TR><TR><TD>ziyade: çok, fazla</TD><TD>çendan: gerçi, her ne kadar</TD></TR><TR><TD>şekvâ: şikâyet</TD><TD>şems: güneş</TD></TR><TR><TD>şerr-i cüz’î: ferdî, sınırlı, küçük kötülük</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 135

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ve çok şiddetli tehdidâtı,
blank.gif
1
aklın zâhirine göre, adaletli ve münasebetli belâgatine ve üslûbundaki itidaline ve istikametine münasip düşmüyor. Adeta âciz bir adama karşı, orduları tahşid ediyor. Ve onun cüz’î bir hareketi için, binler cinayet etmiş gibi tehdit ediyor. Ve müflis ve mülkte hiç hissesi olmadığı halde, mütecaviz bir şerik gibi mevki verip ondan şekvâ ediyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?


Elcevap: Onun sır ve hikmeti şudur ki: Şeytanlar ve şeytanlara uyanlar, dalâlete sülûk ettikleri için, küçük bir hareketle çok tahribat yapabilirler. Ve çok mahlûkatın hukukuna, az bir fiil ile çok hasâret veriyorlar.

Nasıl ki, bir sultanın büyük bir ticaret gemisinde, bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terk etmekle, o gemiyle alâkadar bütün vazifedarların semere-i sa’ylerinin ve netice-i amellerinin mahvına ve iptaline sebebiyet verdiği için, o geminin sahib-i zîşânı, o âsiden, o gemiyle alâkadar olan bütün raiyetinin hesabına azîm şikâyetler edip dehşetli tehdit ediyor. Ve onun o cüz’î hareketini değil, belki o hareketin müthiş neticelerini nazara alarak ve sahib-i zîşânın zâtına değil, belki raiyetinin hukuku namına dehşetli bir cezaya çarpar.

Öyle de, Sultan-ı Ezel ve Ebed dahi, küre-i arz gemisinde ehl-i hidayetle beraber bulunan, ehl-i dalâlet olan hizbüşşeytanın zâhiren cüz’î hatîatlarıyla ve isyanlarıyla pek çok mahlûkatın hukukuna tecavüz ettikleri ve mevcudatın vezâif‑i âliyelerinin neticelerinin iptal etmesine sebebiyet verdikleri için, onlardan azîm şikâyet ve dehşetli tehdidat, ve tahribatlarına karşı mühim tahşidat etmek, ayn-ı belâgat içinde mahz-ı hikmettir ve gayet münasip ve muvafıktır. Ve mutabık-ı mukteza-yı haldir ki, belâgatin tarifidir
blank.gif
2
ve esasıdır. Ve israf-ı kelâm olan mübalâğadan münezzehtir.



[NOT]Dipnot-1 bk. Bakara Sûresi, 2:85; Âl-i İmrân Sûresi, 3:88; Nisâ Sûresi, 4:173; A’râf Sûresi, 7:18; Meryem Sûresi, 19:88-95; Sâd Sûresi, 38:85; Talâk Sûresi, 65:8; Ğaşiye Sûresi, 88:23-24; Fecr Sûresi, 89:25.

Dipnot-2 bk. el-Hamevî, Hızânetü’l-Edeb: 2:482; el-Kazvânî, el-Îzâh fî Ulûmi’l-Belâğa: 1:15-16.
[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah</TD><TD>adalet: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi</TD></TR><TR><TD>alâkadar: alakalı, ilgili</TD><TD>ayn-ı belâgat: belâgatın ta kendisi</TD></TR><TR><TD>azîm: büyük, yüce</TD><TD>belâgat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme</TD></TR><TR><TD>cüz’î: ferdî, az, sınırlı</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD><TD>ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar</TD></TR><TR><TD>fiil: hareket, iş, etki</TD><TD>hasâret: zarar</TD></TR><TR><TD>hatîat: yanlışlar, hatâlar</TD><TD>hikmet: sebep, maksat, gaye</TD></TR><TR><TD>hisse: pay</TD><TD>hizbüşşeytan: şeytanın taraftarları</TD></TR><TR><TD>iptal: sonuçsuz kalma</TD><TD>israf-ı kelâm: gereksiz söz söyleme</TD></TR><TR><TD>istikamet: doğru yolu takip etme</TD><TD>itidal: her konuda orta yolu tutma, aşırıya kaçmama</TD></TR><TR><TD>küre-i arz: yerküre, dünya</TD><TD>mahlûkat: yaratılmışlar, varlıklar</TD></TR><TR><TD>mahv: yok olma</TD><TD>mahz-ı hikmet: hikmetin ta kendisi</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>mevki: yer, makam</TD></TR><TR><TD>mutabık-ı mukteza-yı hâl: hâlin gereğine uygun</TD><TD>muvafık: uygun</TD></TR><TR><TD>mübalâğa: abartı</TD><TD>müflis: iflas etmiş</TD></TR><TR><TD>mülk: sahip olunan şey</TD><TD>münasebet: bağlantı, ilişki</TD></TR><TR><TD>münasip: uygun</TD><TD>münezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce</TD></TR><TR><TD>mütecaviz: saldırgan, haddi aşan</TD><TD>namına: adına</TD></TR><TR><TD>nazar: dikkat</TD><TD>netice-i amel: yapılan işin neticesi</TD></TR><TR><TD>raiyet: halk, tabi olanlar</TD><TD>sahib-i zîşân: şanlı sahip</TD></TR><TR><TD>semere-i sa’y: çalışmanın meyvesi, neticesi</TD><TD>sülûk etmek: yol almak, ilerlemek</TD></TR><TR><TD>tahribat: tahripler, yıkıp bozmalar</TD><TD>tahşid etmek: yığınak yapmak, bir noktayı çokça vurgulamak</TD></TR><TR><TD>tecavüz: haddi aşma, saldırma</TD><TD>tehdidât: tehditler</TD></TR><TR><TD>vazifedar: görevli</TD><TD>vezâif-i âliye: yüce vazifeler</TD></TR><TR><TD>zâhir: açık, görünür kısım</TD><TD>zâhiren: görünürde</TD></TR><TR><TD>zât: şahıs</TD><TD>âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen</TD></TR><TR><TD>âsi: isyan eden</TD><TD>üslûp: ifade tarzı</TD></TR><TR><TD>şekvâ: şikâyet</TD><TD>şerik: ortak</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 136

Malûmdur ki, böyle az bir hareketle çok tahribat yapan dehşetli düşmanlara karşı gayet metin bir kaleye iltica etmeyen, çok perişan olur. İşte, ey ehl-i iman, o çelik ve semâvî kale, Kur’ân’dır. İçine gir, kurtul.

DÖRDÜNCÜ İŞARET

Adem şerr-i mahz, ve vücud hayr-ı mahz olduğunu, ehl-i tahkik ve ashab-ı keşif ittifak etmişler. Evet, ekseriyet-i mutlaka ile, hayır ve mehâsin ve kemâlât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sureten menfi ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalâlet ve şer ve musibetler ve mâsiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası, mayası ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zâhirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir.

Hem bilmüşahede sabittir ki, bina gibi birşeyin vücudu, bütün eczasının mevcudiyetiyle takarrur eder. Halbuki onun harabiyeti ve ademi ve in’idâmı, bir rüknün ademiyle hasıl olur. Hem vücut, herhalde mevcut bir illet ister, muhakkak bir sebebe istinad eder. Adem ise, ademî şeylere istinad edebilir; ademî birşey, mâdum birşeye illet olur.

İşte bu iki kaideye binaendir ki, şeytan-ı ins ve cinnin kâinattaki müthiş âsâr-ı tahripkârâneleri ve envâ-ı küfür ve dalâlet ve şer ve mehâliki yaptıkları halde zerre miktar icada ve hilkate müdahaleleri olmadığı gibi, mülk-ü İlâhîde bir hisse-i iştirakleri olamıyor. Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar; belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atâlettir. Hayrı yaptırmamakla şerleri yapıyorlar, yani şerler oluyorlar. Çünkü mehâlik ve şer, tahribat nev’inden olduğu için, illetleri, mevcut bir iktidar ve fâil bir icad olmak lâzım değildir. Belki bir emr-i ademî ile ve bir şartın bozulmasıyla koca bir tahribat olur.






<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>adem: yokluk, hiçlik</TD><TD>ademî: yokluğa ait</TD></TR><TR><TD>ashab-ı keşif: imanın hakikatlerine ve sırlarına, mânevi terakki ile ulaşan kimseler</TD><TD>atâlet: hareketsizlik</TD></TR><TR><TD>belâ: büyük sıkıntı</TD><TD>bilmüşahede: gözle görerek</TD></TR><TR><TD>binaen: dayanarak</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>ecza: kısımlar, bölümler</TD><TD>ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler</TD></TR><TR><TD>ehl-i tahkik: gerçeği bütün ayrıntılarıyla araştıran kişiler</TD><TD>ekseriyet-i mutlaka: büyük çoğunluk</TD></TR><TR><TD>emr-i ademî: yokluğa ait iş, şey</TD><TD>envâ-ı küfür: küfrün çeşitleri</TD></TR><TR><TD>fiil: hareket, iş, etki</TD><TD>fâil: işi yapan, özne</TD></TR><TR><TD>harabiyet: harab olma, yıkılma</TD><TD>hasıl olmak: meydana gelmek</TD></TR><TR><TD>hayr-ı mahz: sırf hayırdan ibaret</TD><TD>hayır: iyilik, faydalı ve sevaplı amel</TD></TR><TR><TD>hilkat: yaratılış, yaratma</TD><TD>hisse-i iştirak: katılma payı</TD></TR><TR><TD>icad: var etme</TD><TD>iktidar: güç ve kuvvete sahip olma</TD></TR><TR><TD>illet: esas sebep, maksat</TD><TD>iltica etmek: sığınmak</TD></TR><TR><TD>in’idâm: yok olma</TD><TD>istinad etmek: dayanmak</TD></TR><TR><TD>ittifak etmek: birleşmek</TD><TD>kaide: kural, prensip</TD></TR><TR><TD>kemâlât: mükemellikler, kusursuz özellikler</TD><TD>kudret: güç, iktidar</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren</TD><TD>malûm: bilinen</TD></TR><TR><TD>mehâlik: helâk edici şeyler</TD><TD>mehâsin: güzellikler</TD></TR><TR><TD>menfi: olumsuz</TD><TD>metin: sağlam, kuvvetli</TD></TR><TR><TD>mevcudiyet: var olma hali</TD><TD>musibet: belâ, büyük sıkıntı</TD></TR><TR><TD>mâdum: yokluğa ve hiçliğe düşen</TD><TD>mâsiyet: günah, isyan</TD></TR><TR><TD>müdahale: karışma</TD><TD>mülk-ü İlâhî: Allah’a ait mülk, kâinat</TD></TR><TR><TD>müsbet: sabit olarak var olan</TD><TD>nefy: inkar</TD></TR><TR><TD>nev’: çeşit, tür</TD><TD>râci: dönen, ait olan</TD></TR><TR><TD>rükn: esas, şart</TD><TD>semâvî: Allah tarafından olan</TD></TR><TR><TD>suret-i zâhirî: dış görünüş</TD><TD>sureten: görünüşte</TD></TR><TR><TD>sübutî: sabit olarak var olan</TD><TD>tahribat: tahripler, yıkıp bozmalar</TD></TR><TR><TD>takarrur etmek: karar bulmak, sağlamca yerleşmek</TD><TD>vücud: varlık, var olma</TD></TR><TR><TD>vücudî: varlıkla bağlantılı</TD><TD>zerre: atom</TD></TR><TR><TD>âsâr-ı tahripkârâne: tahrip edici davranış ve hareketler</TD><TD>çendan: gerçi, her ne kadar</TD></TR><TR><TD>şer: kötülük</TD><TD>şerr-i mahz: tamamıyla şer ve kötü</TD></TR><TR><TD>şeytan-ı ins ve cin: insan ve cinlerden olan şeytanlar</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 137

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>İşte bu sır Mecusîlerde inkişaf etmediği içindir ki, kâinatta “Yezdan” namıyla bir hâlık-ı hayır, diğeri “Ehriman” namıyla bir hâlık-ı şer itikad etmişlerdir.
blank.gif
1
Halbuki onların “Ehriman” dedikleri mevhum ilâh-ı şer, bir cüz-ü ihtiyariyle ve icadsız bir kesble şerlere sebebiyet veren malûm şeytandır.


İşte, ey ehl-i iman! Şeytanların bu müthiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve “Eûzü billâh” demekle Cenâb-ı Hakka ilticadır. Ve kal’anız Sünnet-i Seniyyedir.

BEŞİNCİ İŞARET

Cenâb-ı Hak, kütüb-ü semâviyede beşere karşı Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehşetli mücâzâtı göstermekle beraber, çok irşad, ikaz, ihtar, tehdit ve teşvik ettiği halde; ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken, hizbüşşeytanın mükâfatsız, çirkin, zayıf desiselerine karşı mağlûp olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. Acaba, iman varken, Cenâb-ı Hakkın o kadar şiddetli tehdidâtına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl iman gitmiyor?
blank.gif
2
اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا sırrıyla şeytanın gayet zayıf desiselerine kapılıp Allah’a isyan ediyor. Hattâ benim arkadaşlarımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber, benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn‑ü zannı ve irtibatı varken, kalbsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyâkârâne iltifatına kapıldı; onun lehinde, benim aleyhimde bir vaziyete geldi. “Fesübhânallah,” dedim. “İnsanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsiz bir insandı!” diye o biçareyi gıybet ettim, günaha girdim.





[NOT]Dipnot-1 bk. eş-Şeristânî, el-Milel ve’n-Nihal: 1:232-233, 237; el-Îcî, Kitâbü’l-Mevâkıf: 3:65; Tâhir b. Muhammed, et-Tabsîr fi’d-Dîn: 1:91, 113, 142.

Dipnot-2 “Muhakkak ki şeytanın tuzağı pek zayıftır.” Nisâ Sûresi, 4:76.
[/NOT]





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Ehriman: (bk. bilgiler - Mecusîlik)</TD></TR><TR><TD>Eûzü billâh: Allah’a sığınırım </TD><TD>Fesübhânallah: “Allah’ı her türlü kusur, ayıp ve eksiklerden tenzih ederim” mânâsında</TD></TR><TR><TD>Mecusî: ateşe tapan</TD><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>Yezdan: Mecusî dininde iyilik tanrısı olarak kabul edilen ilâh</TD><TD>azîm: büyük, yüce</TD></TR><TR><TD>beşer: insan</TD><TD>biçare: çaresiz</TD></TR><TR><TD>cihazat-ı tamiriye: onarım ve tamir aletleri</TD><TD>cüz-ü ihtiyar: sınırlı irade</TD></TR><TR><TD>desise: hile, aldatma</TD><TD>ehemmiyet: değer, önem</TD></TR><TR><TD>ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler</TD><TD>esbab-ı hidayet: doğru yola ulaşma sebepleri</TD></TR><TR><TD>gıybet etmek: arkasından konuşmak</TD><TD>hakikat: asıl, esas, gerçek mahiyet</TD></TR><TR><TD>hakikatsiz: asılsız</TD><TD>hizbüşşeytan: şeytanın taraftarları</TD></TR><TR><TD>hâlık-ı hayır: iyilik yaratanı</TD><TD>hâlık-ı şer: kötülük yaratanı</TD></TR><TR><TD>hüsn-ü zan: güzel düşünce</TD><TD>icadsız: yaratma özelliği olmayan</TD></TR><TR><TD>ihtar: hatırlatma</TD><TD>ikaz: uyarı</TD></TR><TR><TD>iltica: sığınma</TD><TD>iltifat: övgü</TD></TR><TR><TD>ilâh-ı şer: kötülük tanrısı</TD><TD>iman: inanma</TD></TR><TR><TD>inkişaf etmek: açığa çıkmak, gelişmek</TD><TD>irtibat: bağ, ilişki</TD></TR><TR><TD>irşad etmek: doğru yolu göstermek</TD><TD>istikamet: doğru</TD></TR><TR><TD>istiğfar: Allah’tan bağışlanma dilemek</TD><TD>itikad etmek: inanmak</TD></TR><TR><TD>kal’a: kale</TD><TD>kesb etmek: kazanmak</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren</TD><TD>kütüb-ü semâviye: vahye dayanan kutsal kitaplar</TD></TR><TR><TD>malûm: bilinen</TD><TD>mağlûp: yenik düşen</TD></TR><TR><TD>mevhum: gerçekte olmadığı halde var sayılan</TD><TD>mücâzât: cezalandırma</TD></TR><TR><TD>mühim: önemli</TD><TD>mükâfat: ödül</TD></TR><TR><TD>riyâkârâne: ikiyüzlülükle</TD><TD>sukut: alçalış, düşüş</TD></TR><TR><TD>tahribat: tahripler, yıkıp bozmalar</TD><TD>tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama</TD></TR><TR><TD>tehdidât: tehditler</TD><TD>tehdit: korkutma</TD></TR><TR><TD>şer: kötülük</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 138

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Sonra, sabık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile, lillâhilhamd, hem Kur’ân-ı Hakîmin azîm tergibat ve teşvikatı tam yerinde olduğunu; hem ehl-i imanın desâis-i şeytaniyeye kapılmaları imansızlıktan ve imanın zayıflığından olmadığını; hem günah-ı kebâiri işleyen küfre girmediğini; hem Mutezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi “Günah-ı kebâiri irtikâp eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır”
blank.gif
1
diye hükümlerinde hata ettiklerini; hem benim o biçare arkadaşım da yüz ders-i hakikati bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım, Cenâb-ı Hakka şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünkü, sabıkan dediğimiz gibi, şeytan, cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gadabiye ise, şeytanın desiselerine hem kabile, hem nâkile iki cihaz hükmündedir.


İşte, bunun içindir ki, Cenâb-ı Hakkın Gafûr, Rahîm gibi iki ismi, tecellî-i âzamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur’ân-ı Hakîmde peygamberlere en mühim ihsanı mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları istiğfar etmeye davet ediyor. Bismillâhirrahmânirrahîm kelime-i kudsiyesini her sûre başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiyle,
blank.gif
2
kâinatı ihata eden rahmet-i vâsiasını melce ve tahassungâh gösteriyor ve فَاسْتَعِذْ
blank.gif
3
emriyle,

اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
blank.gif
4
kelimesini siper yapıyor.




[NOT]Dipnot-1 bk. el-Îcî, Kitâbü’l-Mevâkıf: 3:548; İbn Ebi’l-İzz, Şerhu Akîdeti’t-Tahâviyye: 1:356-362.

Dipnot-2 bk. İbni Mâce, Nikâh: 19; Müsned: 2:359; en-Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ: 6:127-128; Abdurrezzak, el-Musannef: 6:189; İbni Hibbân; es-Sahîh: 1:173-174.

Dipnot-3 “Sığın.” A’raf Sûresi, 7:200; Nahl Sûresi, 16:98; Mü’min Sûresi, 40:56; Fussilet Sûresi, 41:36.

Dipnot-4 Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Gafûr: çok merhamet eden, suçları bağışlayan Allah</TD></TR><TR><TD>Hariciye mezhebi: (bk. bilgiler – Haricîler)</TD><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>Mutezile: (bk. bilgiler)</TD><TD>Rahîm: rahmeti her şeyi kuşatan, her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren Allah</TD></TR><TR><TD>azîm: büyük, yüce</TD><TD>biçare: çaresiz</TD></TR><TR><TD>cüz’î: az, ferdî</TD><TD>ders-i hakikat: hakikat dersi</TD></TR><TR><TD>desise: hile, aldatma</TD><TD>desâis-i şeytaniye: şeytanın hileleri, aldatmacaları</TD></TR><TR><TD>ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler</TD><TD>emr-i ademî: yokluğa ait iş, iş</TD></TR><TR><TD>günah-ı kebâir: büyük günahlar</TD><TD>hakikat: asıl, esas, gerçek</TD></TR><TR><TD>ihata etmek: içine almak, kapsamak</TD><TD>ihsan: bağış, iyilik, lütuf</TD></TR><TR><TD>iltifat: övgü</TD><TD>iman: inanma</TD></TR><TR><TD>inkişaf etmek: açığa çıkmak</TD><TD>irtikâp etmek: yapmak, işlemek</TD></TR><TR><TD>istiğfar: Allah’tan bağışlanma dilemek</TD><TD>kabile: alıcı</TD></TR><TR><TD>kelime-i kudsiye: kutsal cümle</TD><TD>kuvve-i şeheviye ve gadabiye: şehvet ve öfke duyguları; insanı dünya zevklerini elde etmeye ve zararlı şeyleri defetmeye sevkeden duygular</TD></TR><TR><TD>kâfir: Allah'ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan birşeyi inkâr eden kimse</TD><TD>kâinat: evren</TD></TR><TR><TD>küfür: inkâr, inançsızlık</TD><TD>lillâhilhamd: ne kadar hamd ve şükürler varsa ve olmuşsa, hepsi Allah’a aittir</TD></TR><TR><TD>mağfiret: bağışlama</TD><TD>melce: sığınak</TD></TR><TR><TD>mübarek: bereketli, hayırlı</TD><TD>nefis: insanı kötülüklere yönelten duygu</TD></TR><TR><TD>nâkile: iletici</TD><TD>rahmet-i vâsia: Allah’ın herşeyi kuşatan geniş rahmeti</TD></TR><TR><TD>sabık: geçen, önceki</TD><TD>sabıkan: bundan önce</TD></TR><TR><TD>sukut: alçalış, düşüş</TD><TD>sûre: Kur’ân-ı Kerim’in bölümlerinden her biri</TD></TR><TR><TD>tahassungâh: korunma yeri, sığınak</TD><TD>tecellî-i âzam: en büyük tecelli, görünüm</TD></TR><TR><TD>tergibat: rağbet uyandırmalar, teşvikler</TD><TD>teveccüh etmek: yönelmek</TD></TR><TR><TD>teşvikat: teşvikler</TD><TD>varta: tehlike, çamura düşme</TD></TR><TR><TD>zikir: Allah’ı anma</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 139

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ALTINCI İŞARET

Şeytanın en tehlikeli bir desisesi şudur ki: Bazı hassas ve sâfi-kalb insanlara, tahayyül-ü küfrîyi tasdik-i küfürle iltibas ettiriyor. Tasavvur-u dalâleti, dalâletin tasdiki suretinde gösteriyor. Ve mukaddes zatlar ve münezzeh şeyler hakkında gayet çirkin hatıraları hayaline gösteriyor. Ve imkân-ı zâtîyi imkân-ı aklî şeklinde gösterip, imandaki yakînine münâfi bir şek tarzını veriyor. Ve o vakit o biçare hassas adam, kendini dalâlet ve küfür içine düştüğünü tevehhüm edip imandaki yakîninin zâil olduğunu zanneder, ye’se düşer, o yeisle şeytana maskara olur. Şeytan hem ye’sini, hem o zayıf damarını, hem o iltibasını çok işlettirir; ya divane olur, yahut “Herçi bâd, âbâd” der, dalâlete gider.

Şeytanın bu desisesinin mahiyeti ne kadar esassız olduğunu, bazı risalelerde beyan ettiğimiz gibi, burada icmâlen bahsedeceğiz. Şöyle ki:

Nasıl ki âyinede yılanın sureti ısırmaz ve ateşin misali yandırmaz ve murdarın aksi telvis etmez. Öyle de, hayal veya fikir âyinesinde küfriyâtın ve şirkin akisleri ve dalâletin gölgeleri ve şetimli çirkin sözlerin hayalleri itikadı bozmaz, imanı tağyir etmez, hürmetli edebi kırmaz. Çünkü meşhur kaidedir ki, “Tahayyül-ü şetim şetim olmadığı gibi, tahayyül-ü küfür dahi küfür değil ve tasavvur-u dalâlet de dalâlet değil.”

İmandaki şek meselesi ise, imkân-ı zâtîden gelen ihtimaller, o yakîne münâfi değil ve o yakîni bozmaz. İlm-i usul-i dinde kavâid-i mukarreredendir ki,
اِنَّ اْلاِمْكَانَ الذَّاتِىَ لاَيُنَافِى الْيَقِينَ الْعِلْمِىَ
blank.gif
1
Meselâ, Barla Denizi su olarak yerinde bulunduğuna yakînimiz var. Halbuki, zâtında mümkündür ki, o deniz, bu dakikada batmış olsun. Ve batması mümkinattandır.



[NOT]Dipnot-1 “İmkân-ı zatî, yakîn-î ilmîye aykırı değildir.” bk. el-Gazâlî, el-Menhûl: s.122; el-Müceddidî, Kavâidü’l-fıkh: s.11, 143.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Barla Denizi: (bk. bilgiler - Barla)</TD><TD>Herçi bâd, âbâd: “Her ne olursa olsun” anlamında bir deyim</TD></TR><TR><TD>aks/akis: yansıma</TD><TD>beyan etmek: açıklamak</TD></TR><TR><TD>dalâlet: inançsızlık, hak yoldan sapkınlık</TD><TD>desise: hile, aldatma</TD></TR><TR><TD>divane: akılsız</TD><TD>edeb: terbiye, güzel ahlâk</TD></TR><TR><TD>hassas: duyarlı</TD><TD>hürmetli: saygıdeğer</TD></TR><TR><TD>icmâlen: kısaca, özetle</TD><TD>ilm-i usul-i din: kelâm ve İslâmî metod ilmi</TD></TR><TR><TD>iltibas: karıştırma</TD><TD>imkân-ı aklî: aklen mümkün olma</TD></TR><TR><TD>imkân-ı zâtî: bir şeyin özünde mümkün olması</TD><TD>itikad: inanç</TD></TR><TR><TD>kaide: düstur, prensip</TD><TD>kavâid-i mukarrere: yerleşmiş kaideler, kurallar</TD></TR><TR><TD>küfriyât: küfre sebep olan işler, sözler</TD><TD>küfür: inkâr, inançsızlık</TD></TR><TR><TD>mahiyet: nitelik, özellik</TD><TD>maskara olmak: gülünç ve rezil olmak</TD></TR><TR><TD>misâl: yansıma</TD><TD>mukaddes: kusur ve eksiklikten uzak, kutsal</TD></TR><TR><TD>murdar: pis, kirli, haram</TD><TD>münezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce</TD></TR><TR><TD>münâfi: aykırı, zıt</TD><TD>risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümler</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, görünüş</TD><TD>sâfi-kalb: kalbi temiz </TD></TR><TR><TD>tahayyül-ü küfrî: küfür ve inkârla ilgili meseleleri hayal etme</TD><TD>tahayyül-ü küfür: küfrü hayal etme</TD></TR><TR><TD>tahayyül-ü şetim: çirkin sözü ve kötü düşünceyi hayal etme</TD><TD>tasavvur-u dalâlet: inançsızlığı zihinde şekillendirme</TD></TR><TR><TD>tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama</TD><TD>tasdik-i küfür: küfür ve inkârı kabul etme</TD></TR><TR><TD>tağyir etmek: değiştirmek</TD><TD>telvis etmek: kirletmek</TD></TR><TR><TD>tevehhüm etme: kuruntuya kapılma</TD><TD>yakîn: kesin ve doğru bilgi</TD></TR><TR><TD>ye’s/yeis: ümitsizlik</TD><TD>zat: kişi, bir şeyin özü</TD></TR><TR><TD>zâil: geçip gidici, yok olucu</TD><TD>zâtında: özünde, kendisinde</TD></TR><TR><TD>âyine: ayna</TD><TD>şek: şüphe, zan</TD></TR><TR><TD>şetim: çirkin söz, kötü düşünce</TD><TD>şirk: Allah’a ortak koşma</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 140

Bu imkân-ı zâtî, madem bir emâreden neş’et etmiyor; zihnî bir imkân olamaz ki, şek olsun. Çünkü, yine ilm-i usul-i dinde bir kaide-i mukarreredir ki,
لاَعِبْرَةَ ِلْلاِحْتِمَالِ غَيْرِ النَّاشِئِ عَنْ دَلِيلٍ
Yani, “Bir emâreden gelmeyen bir ihtimal-i zâtî ise, bir imkân-ı zihnî olmaz ki şüphe verip ehemmiyeti olsun.”

İşte bu desise-i şeytaniyeye mâruz olan biçare adam, hakaik-i imaniyeye yakînini böyle zâtî imkânlarla kaybediyor zanneder. Meselâ, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, beşeriyet itibarıyla çok imkân-ı zâtiye hatırına geliyor ki, imanın cezim ve yakînine zarar vermez. Fakat o zarar verdi zanneder, zarara düşer.

Hem bazan şeytan, kalb üstündeki lümmesi cihetinde, Cenâb-ı Hak hakkında fena sözler söyler. O adam zanneder ki, onun kalbi bozulmuş ki böyle söylüyor; titriyor. Halbuki onun titremesi ve korkması ve adem-i rızası delildir ki, o sözler kalbinden gelmiyor, belki lümme-i şeytaniyeden geliyor veya şeytan tarafından ihtar ve tahayyül ediliyor.

Hem insanın letâifi içinde teşhis edemediğim bir iki lâtife var ki, ihtiyar ve iradeyi dinlemezler, belki de mes’uliyet altına da giremezler. Bazan o lâtifeler hükmediyorlar, hakkı dinlemiyorlar, yanlış şeylere giriyorlar. O vakit şeytan o adama telkin eder ki: “Senin istidadın hakka ve imana muvafık değil ki, böyle ihtiyarsız bâtıl şeylere giriyorsun. Demek senin kaderin seni şekavete mahkûm etmiştir.” O biçare adam ye’se düşüp helâkete gider.

İşte, şeytanın evvelki desiselerine karşı mü’minin tahassungâhı, muhakkıkîn-i asfiyanın düsturlarıyla hudutları taayyün eden hakaik-i imaniye ve muhkemât-ı



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun</TD><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>adem-i rıza: razı olmama</TD><TD>beşeriyet: insanlık</TD></TR><TR><TD>biçare: çaresiz</TD><TD>bâtıl: doğru olmayan</TD></TR><TR><TD>cezm: kesin karar, niyet</TD><TD>cihet: taraf, yön</TD></TR><TR><TD>desise: hile, aldatma</TD><TD>desise-i şeytaniye: şeytandan gelen hileler</TD></TR><TR><TD>düstur: kural</TD><TD>ehemmiyet: değer, önem</TD></TR><TR><TD>emâre: belirti, işaret</TD><TD>hak: doğru gerçek</TD></TR><TR><TD>hakaik-i imaniye: iman hakikatleri</TD><TD>helâket: mahvolma</TD></TR><TR><TD>hudut: sınır</TD><TD>ihtar: hatırlatma</TD></TR><TR><TD>ihtiyar: dileme, seçme</TD><TD>ihtiyarsız: irade dışı</TD></TR><TR><TD>ilm-i usul-i din: kelâm ve İslâm metodolojisi ilmi</TD><TD>imkân: mümkün olma, olabilirlik</TD></TR><TR><TD>imkân-ı zihnî: bir şeyin zihnen mümkün olması</TD><TD>imkân-ı zâtî/ihtimal-i zâtî: bir şeyin özünde mümkün olması</TD></TR><TR><TD>irade: dileme, tercih, seçme gücü</TD><TD>istidat: yapı, kabiliyet</TD></TR><TR><TD>itibarıyla: açısından</TD><TD>kader: Allah’ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak her şeyi bilip takdir etmesi</TD></TR><TR><TD>kaide-i mukarrere: kesinleşmiş kural </TD><TD>letâif: ruhta bulunan ince duyular</TD></TR><TR><TD>lâtife: ince duyu</TD><TD>lümme: kalpte şeytanın iş gördüğü yer</TD></TR><TR><TD>lümme-i şeytaniye: kalpte bulunan ve şeytanın sürekli vesvese verdiği yer</TD><TD>mahkûm etmek: yargılamak</TD></TR><TR><TD>mes’uliyet: sorumluluk</TD><TD>muhakkıkîn-i asfiya: her şeyin gerçeğini araştırıp bulan seçkin İslâm alimleri</TD></TR><TR><TD>muhkemât-ı Kur’âniye: mânâsı gayet açık olan ve hükümler içeren Kur’ân âyetleri</TD><TD>muvafık: uygun</TD></TR><TR><TD>mâruz olmak: yüz yüze gelmek</TD><TD>mümkinat: olması imkan dahilinde olan şeyler</TD></TR><TR><TD>neş’et etmek: kaynaklanmak</TD><TD>taayyün eden: belirlenen</TD></TR><TR><TD>tahassungâh: korunma yeri, sığınak</TD><TD>tahayyül: hayal etme</TD></TR><TR><TD>telkin etmek: fikir aşılamak, öğüt vermek</TD><TD>teşhis etmek: belirlemek</TD></TR><TR><TD>yakîn: kesin ve doğru bilgi</TD><TD>ye’s: ümitsizlik</TD></TR><TR><TD>zihnî: zihinle ilgili</TD><TD>zâtî imkan: birşeyin özünde mümkün olması</TD></TR><TR><TD>şek: şüphe, zan</TD><TD>şekavet: mutsuzluk, bedbahtlık</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 141

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Kur’âniyedir. Ve âhirdeki desiselerine karşı, istiâze ile, ehemmiyet vermemektir. Çünkü ehemmiyet verdikçe, nazar-ı dikkati celb ettirip büyür, şişer. Mü’minin böyle mânevî yaralarına tiryak ve merhem, Sünnet-i Seniyyedir.

YEDİNCİ İŞARET

Sual: Mutezile imamları, şerrin icadını şer telâkki ettikleri için, küfür ve dalâletin hilkatini Allah’a vermiyorlar. Güya onunla Allah’ı takdis ediyorlar! “Beşer kendi ef’âlinin hâlıkıdır” diye dalâlete gidiyorlar.
blank.gif
1
Hem derler: “Bir günah-ı kebireyi işleyen bir mü’minin imanı gider.
blank.gif
2
Çünkü Cenâb-ı Hakka itikad ve Cehennemi tasdik etmek, öyle günahı işlemekle kabil-i tevfik olamaz. Çünkü dünyada gayet cüz’î bir hapis korkusuyla kendini hilâf-ı kanun herşeyden muhafaza eden adam, ebedî bir azâb-ı Cehennemi ve Hâlıkın gazabını nazar-ı ehemmiyete almayacak derecede büyük günahları işlerse, elbette imansızlığa delâlet eder.”


Elcevap: Birinci şıkkın cevabı şudur ki: Kader Risalesinde izah edildiği gibi, halk-ı şer, şer değil; belki kesb-i şer, şerdir. Çünkü, halk ve icad umum neticelere bakar. Bir şerrin vücudu çok hayırlı neticelere mukaddeme olduğu için, o şerrin icadı, neticeler itibarıyla hayır olur, hayır hükmüne geçer. Meselâ ateşin yüz hayırlı neticeleri var. Fakat bazı insanlar, sû-i ihtiyarıyla ateşi kendilerine şer yapmakla, “Ateşin icadı şerdir” diyemezler. Öyle de, şeytanların icadı, terakkiyât-ı insaniye gibi çok hikmetli neticeleri olmakla beraber, sû-i ihtiyarıyla ve yanlış kesbiyle şeytanlara mağlûp olmakla, “Şeytanın hilkati şerdir” diyemez. Belki o, kendi kesbiyle kendine şer yaptı.

Evet, kesb ise, mübaşeret-i cüz’iye olduğu için, hususî bir netice-i şerriyenin mazharı olur; o kesb-i şer, şer olur. Fakat icad umum neticelere baktığı için,



[NOT]Dipnot-1 bk. el-Mâtüridî, et-Tevhîd: 1:92, 169, 314, 315; İbni Hazm, el-Fasl fi’l-Milel: 2:121, 3:57, 59.

Dipnot-2 bk. el-Îcî, Kitâbü’l-Mevâkıf: 3:548; İbni Ebi’l-İzz, Şerhu Akîdeti’t-Tahâviyye: 1:356-362.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Hâlık: her şeyi yaratan Allah</TD></TR><TR><TD>Kader Risalesi: Yirmi Altıncı Söz</TD><TD>Mutezile: “Kul kendi fiilinin yaratıcısıdır” iddiasında olan ehl-i sünnet dışı bir mezhep</TD></TR><TR><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD><TD>azâb-ı Cehennem: Cehennem azabı</TD></TR><TR><TD>beşer: insan</TD><TD>celb etme: çekme</TD></TR><TR><TD>cüz’î: ferdî, sınırlı</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>delâlet: delil olma, işaret etme</TD><TD>desise: hile, aldatma</TD></TR><TR><TD>ebedî: sonsuz</TD><TD>ef’âl: fiiler, davranışlar</TD></TR><TR><TD>ehemmiyet vermek: önem vermek</TD><TD>gazab: öfke, hiddet</TD></TR><TR><TD>günah-ı kebire: büyük günah</TD><TD>halk etmek: yaratmak</TD></TR><TR><TD>halk-ı şer: şerrin yaratılışı</TD><TD>hayır: iyilik</TD></TR><TR><TD>hikmet: fayda, gaye</TD><TD>hilkat: yaratma</TD></TR><TR><TD>hilâf-ı kanun: kanun dışı</TD><TD>hususî: özel</TD></TR><TR><TD>icad: yaratma</TD><TD>imam: bir ilimde sözü delil kabul edilebilecek derecede derin ve geniş bilgi sahibi olan âlim</TD></TR><TR><TD>istiâze: Allah’a sığınma</TD><TD>itibarıyla: açısından</TD></TR><TR><TD>itikad: inanma</TD><TD>izah: açıklama</TD></TR><TR><TD>kabil-i tevfik: biraraya gelebilme</TD><TD>kesb: kazanma</TD></TR><TR><TD>kesb-i şer: şerli bir işi işleme</TD><TD>küfür: inkâr, inançsızlık</TD></TR><TR><TD>mazhar: görünme ve yansıma yeri</TD><TD>mağlûp: yenik düşen</TD></TR><TR><TD>muhafaza etmek: korumak, saklamak</TD><TD>mukaddeme: önsöz, başlangıç</TD></TR><TR><TD>mânevî: mânâya ait</TD><TD>mübaşeret-i cüz’iye: sınırlı temas</TD></TR><TR><TD>nazar-ı dikkat: dikkatli bakış</TD><TD>nazar-ı ehemmiyet: önem vererek bakma</TD></TR><TR><TD>netice-i şerriye: şerden ortaya çıkan sonuç</TD><TD>sû-i ihtiyar: iradeyi kötüye kullanma</TD></TR><TR><TD>takdis etme: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma</TD><TD>tasdik etmek: doğruluğunu kabul etmek, onaylamak</TD></TR><TR><TD>telâkki etmek: kabul etmek</TD><TD>terakkiyât-ı insaniye: insanlığın yükselişi ve ilerlemeleri</TD></TR><TR><TD>tiryak: derman, ilâç</TD><TD>umum: bütün</TD></TR><TR><TD>vücud: varlık</TD><TD>âhir: son</TD></TR><TR><TD>şer: kötülük</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 142

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>şer, şer değil, belki hayırdır. İşte Mutezile bu sırrı anlamadıkları için, “Halk-ı şer, şerdir; ve çirkinin icadı çirkindir” diye, Cenâb-ı Hakkı takdis için, şerrin icadını ona vermemişler, dalâlete düşmüşler, ve bi’l-kaderi hayrihî ve şerrihî
blank.gif
1
olan bir rükn-ü imaniyeyi
blank.gif
2
tevil etmişler.


İkinci şık ki, “Günah-ı kebireyi işleyen nasıl mü’min kalabilir?” diye suallerine cevap ise:
Evvelâ, sabık işaretlerde onların hatası kat’î bir surette anlaşılmıştır ki, tekrara hâcet kalmamıştır. Saniyen, nefs-i insaniye, muaccel ve hazır bir dirhem lezzeti, müeccel, gaip bir batman lezzete tercih ettiği gibi, hazır bir tokat korkusundan, ileride bir sene azaptan daha ziyade çekinir.

Hem insanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı ileride gayet büyük bir mükâfâta tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azâb-ı müeccelden ziyade çekinir. Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor, belki inkâr ediyorlar. Nefis dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlûp oluyorlar. Şu halde, kebâiri işlemek imansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlûbiyetinden ileri gelir.

Hem sabık işaretlerde anlaşıldığı gibi, fenalık ve hevesat yolu, tahribat olduğu için, gayet kolaydır. Şeytan-ı ins ve cinnî, çabuk insanları o yola sevk ediyor. Gayet câ-yı hayret bir haldir ki, âlem-i bekànın—nass-ı hadisle—sinek kanadı kadar
blank.gif
3
bir nuru, ebedî olduğu için, bir insanın müddet-i ömründe dünyadan aldığı




[NOT]Dipnot-1 Başa gelen ister hayır olsun ister şer olsun, kadere her yönüyle inanmak.

Dipnot-2 Kaderin, îmânın bir rüknü olduğuna dair bk.: Müslim, Îmân: 39; Tirmizî, Îmân: 4; Ebû Dâvud, Sünnet: 17; Nesâî, Îmân: 6; İbni Mâce, Mukaddime: 63.

Dipnot-3 “Dünyanın Allah katında sinek kanadı kadar bir değeri olsaydı, kâfirler ondan bir yudum su bile içemezlerdi.” Tirmizî, Zühd: 13; İbni Mâce, Zühd: 3; Müsned, 5:154, 177.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Mutezile: “Kul kendi fiilinin yaratıcısıdır” iddiasında olan ehl-i sünnet dışı bir mezhep</TD></TR><TR><TD>azâb-ı müeccel: sonraya bırakılmış azap </TD><TD>batman: yaklaşık 8 kg ağırlığında bir ağırlık ölçüsü</TD></TR><TR><TD>câ-yı hayret: hayret verici nokta</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>dirhem: eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi</TD><TD>ebedî: sonsuz</TD></TR><TR><TD>ehemmiyetsiz: önemsiz</TD><TD>evvelâ: öncelikle</TD></TR><TR><TD>fenalık: kötülük</TD><TD>gaip: görünmeyen âlem</TD></TR><TR><TD>galebe: galip gelme, yenme</TD><TD>galip: yenen, üstün gelen</TD></TR><TR><TD>günah-ı kebire/kebâir: büyük günahlar</TD><TD>halk-ı şer: şerrin yaratılışı</TD></TR><TR><TD>heves: gelip geçici arzu ve istek</TD><TD>hevesat: heves ve arzular</TD></TR><TR><TD>hissiyat: hisler, duygular</TD><TD>hâcet: ihtiyaç</TD></TR><TR><TD>icad: yaratma</TD><TD>icad-ı şer: kötülüğün yaratılması</TD></TR><TR><TD>kat’î: kesin</TD><TD>lezzet-i hazıra: hazır lezzet</TD></TR><TR><TD>mahall-i iman: imanın yeri</TD><TD>mağlûp: yenik düşen</TD></TR><TR><TD>muaccel: peşin, hemen verilen</TD><TD>muhakeme: değerlendirme</TD></TR><TR><TD>müddet-i ömür: ömür süresi</TD><TD>müeccel: ertelenmiş</TD></TR><TR><TD>mükâfât: ödül </TD><TD>nass-ı hadis: hadisin kesin ifadesi</TD></TR><TR><TD>nefis: insanı kötülüğe yönelten duygu</TD><TD>nefs-i insaniye: insandaki maddî lezzet ve isteklere düşkün olan duygu</TD></TR><TR><TD>rükn-ü imaniye: imanın şartı</TD><TD>sabık: geçen, önceki</TD></TR><TR><TD>saniyen: ikinci olarak</TD><TD>sevk etmek: göndermek, yönlendirmek</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>tahribat: tahripler, yıkıp bozmalar</TD></TR><TR><TD>takdis: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma</TD><TD>tevehhüm: kuruntuya kapılma</TD></TR><TR><TD>tevil etmek: yorumlamak</TD><TD>vehmî: gerçekte olmayıp doğru sanılan kuruntu</TD></TR><TR><TD>ziyade: çok, fazla</TD><TD>âlem-i bekà: sonsuzluk âlemi, ahiret âlemi</TD></TR><TR><TD>şer: kötülük</TD><TD>şeytan-ı ins ve cinnî: insan ve cinlerden şeytanlık yapanlar</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 143

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>lezzet ve nimete mukabil geldiği halde,
blank.gif
1
bazı bîçare insanlar, bir sinek kanadı kadar bu fâni dünyanın lezzetini, o bâki âlemin bu fâni dünyasına değer lezzetlerine tercih edip şeytanın arkasında gider.

İşte bu sırlar içindir ki, Kur’ân-ı Hakîm, mü’minleri pek çok tekrar ve ısrar ile, tehdit ve teşvik ile, günahtan zecir ve hayra sevk ediyor.
blank.gif
2


Bir zaman Kur’ân-ı Hakîmin bu tekrar ile şiddetli irşâdâtı bana bu fikri verdi ki, bu kadar mütemâdi ihtarlar ve ikazlar, mü’min insanları sebatsız ve hakikatsiz gösteriyorlar. İnsanın şerefine yakışmayacak bir vaziyet veriyorlar. Çünkü, bir memur, âmirinden aldığı birtek emri itaatine kâfi iken, aynı emri on defa söylese, o memur cidden gücenecek. “Beni ittiham ediyorsun; ben hain değilim” der. Halbuki, en hâlis mü’minlere Kur’ân-ı Hakîm musırrâne, mükerrer emrediyor.

Bu fikir benim zihnimi kurcaladığı bir zamanda, iki üç sadık arkadaşlarım vardı. Onları şeytan-ı insînin desiselerine kapılmamak için pek çok defa ihtar ve ikaz ediyordum. “Bizi ittiham ediyorsun” diye gücenmiyorlardı. Fakat ben kalben diyordum ki: “Bu mütemâdiyen ihtarlarımla bunları gücendiriyorum, sadakatsizlikle ve sebatsızlıkla ittiham ediyorum.”

Sonra, birden, sabık işaretlerde izah ve ispat edilen hakikat inkişaf etti. O vakit, o hakikatle hem Kur’ân-ı Hakîmin tam mutabık-ı mukteza-yı hal ve yerinde ve israfsız ve hikmetli ve ittihamsız bir surette ısrar ve tekrârâtı yaptığı ve ayn-ı hikmet ve mahz-ı belâgat olduğunu bildim. Ve o sadık arkadaşlarımın gücenmediklerinin sırrını anladım. O hakikatin hülâsası şudur ki:

Şeytanlar, tahribat cihetinde sevk ettikleri için, az bir amel ile çok şerleri yaparlar. Onun için, tarik-i hakta ve hidayette gidenler, pek çok ihtiyat ve şiddetli sakınmaya ve mükerrer ihtârâta ve kesretli muavenete muhtaç olduklarındandır ki,



[NOT]Dipnot-1 bk. el-Kurtubî, el-Câmi’il Ahkâmi’l-Kur’ân: 13:7.

Dipnot-2 bk. Nahl Sûresi, 16:90.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD><TD>amel: iş, davranış</TD></TR><TR><TD>ayn-ı hikmet: hikmetin ta kendisi</TD><TD>bâki: devamlı olan, sonsuz</TD></TR><TR><TD>bîçare: çaresiz</TD><TD>cihet: taraf, yön</TD></TR><TR><TD>desise: hile, aldatma</TD><TD>fâni: geçici olan, ölümlü</TD></TR><TR><TD>hakikat: asıl, esas, gerçek</TD><TD>hakikatsiz: bir gerçeğe dayanmayan</TD></TR><TR><TD>hidayet: doğru ve hak olan yol, İslâmiyet</TD><TD>hikmetli: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde</TD></TR><TR><TD>hâlis: içten, samimi</TD><TD>hülâsa: özet, öz</TD></TR><TR><TD>ihtar: hatırlatma</TD><TD>ihtiyat: tedbir, önlem</TD></TR><TR><TD>ihtârât: uyarılar</TD><TD>ikaz: uyarı</TD></TR><TR><TD>inkişaf etme: ortaya çıkma</TD><TD>irşâdât: nasihatler, doğru yolu gösteren sözler</TD></TR><TR><TD>israf: savurganlık</TD><TD>itaat: bağlanma, boyun eğme</TD></TR><TR><TD>ittiham etmek: suçlamak</TD><TD>izah: açıklama</TD></TR><TR><TD>kesretli: çok sayıda</TD><TD>kâfi: yeterli</TD></TR><TR><TD>mahz-ı belâgat: her yönüyle belâgatlı olan, tam yerinde ve tam şartlara uygun söz söylemek</TD><TD>muavenet: yardım</TD></TR><TR><TD>mukabil: karşılık</TD><TD>musırrâne: ısrarlı bir şekilde</TD></TR><TR><TD>mutabık-ı mukteza-yı hal: halin gereğine uygun</TD><TD>mükerrer: tekrarla, birçok kere</TD></TR><TR><TD>mütemâdi: devamlı, sürekli</TD><TD>mütemâdiyen: sürekli olarak</TD></TR><TR><TD>mü’min: Allah’a inanan</TD><TD>sabık: geçen, önceki</TD></TR><TR><TD>sadakatsizlik: içten bağlı olmama</TD><TD>sadık: doğru, bağlı</TD></TR><TR><TD>sebatsız: sebat göstermeyen, kararsız, kalıcı olmayan, geçici</TD><TD>sevk etmek: göndermek, yönlendirmek</TD></TR><TR><TD>suret: şekil</TD><TD>tahribat: tahripler, yıkıp bozmalar</TD></TR><TR><TD>tarik-i hak: hak ve hakikat yolu</TD><TD>tehdit: korkutma</TD></TR><TR><TD>tekrârât: tekrarlar</TD><TD>teşvik: şevklendirme, isteklendirme</TD></TR><TR><TD>zecir: sakındırma</TD><TD>âlem: dünya</TD></TR><TR><TD>âmir: idareci </TD><TD>şer: kötülük</TD></TR><TR><TD>şeytan-ı insî: insanlardan şeytanlaşmış olan</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 144

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Cenâb-ı Hak, o tekrarat cihetinde bin bir ismiyle ehl-i imana muavenetini takdim ediyor ve binler merhamet ellerini imdadına uzatıyor. Şerefini kırmıyor, belki vikaye ediyor. İnsanın kıymetini küçük düşürtmüyor, belki şeytanın şerrini büyük gösteriyor.

İşte, ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ve cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın muhkemat kalesine gir ve Sünnet-i Seniyyeyi rehber yap, selâmeti bul.

SEKİZİNCİ İŞARET

Sual: Sabık işaretlerde ispat ettiniz ki, dalâlet yolu kolay ve tahrip ve tecavüz olduğu için, çoklar o yola sülûk ediyorlar. Halbuki sair risalelerde kat’î delillerle ispat etmişsiniz ki, küfür ve dalâlet yolu o kadar müşkilâtlı ve suubetlidir ki, hiç kimse ona girmemek gerekti ve kabil-i sülûk değil. Ve iman ve hidayet yolu o kadar kolay ve zâhirdir ki, herkes ona girmeliydi.

Elcevap: Küfür ve dalâlet iki kısımdır. Bir kısmı, amelî ve fer’î olmakla beraber, iman hükümlerini nefyetmek ve inkâr etmektir ki, bu tarz dalâlet kolaydır. Hakkı kabul etmemektir; bir terktir, bir ademdir, bir adem-i kabuldür. İşte bu kısımdır ki, risalelerde kolay gösterilmiş.

İkinci kısım ise, amelî ve fer’î olmayıp, belki itikadî ve fikrî bir hükümdür. Yalnız imanın nefyini değil, belki imanın zıddına gidip bir yol açmaktır. Bu ise bâtılı kabuldür, hakkın aksini ispattır. Bu kısım, imanın yalnız nefyi ve nakîzi değil, imanın zıddıdır. Adem-i kabul değil ki kolay olsun. Belki kabul-ü ademdir. Ve o ademi ispat etmekle kabul edilebilir. El-ademü lâ yüsbetü
blank.gif
1
kaidesiyle, ademin ispatı elbette kolay değildir.




[NOT]Dipnot-1 “Yokluk ispat edilemez.” İbni Kayyim, es-Savâiku’l-Mürsele: 4:1310; İbni Kayyim, er-Rûh fi’l-Kelâm: 1:198.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Ehl-i Sünnet ve Cemaat: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân</TD><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>adem: yokluk, hiçlik</TD><TD>adem-i kabul: kabule yanaşmama, bir hükme varmama</TD></TR><TR><TD>amelî: uygulamalı</TD><TD>bâtıl: doğru olmayan, hak olmayan</TD></TR><TR><TD>cihet: taraf, yön</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>desise: hile, aldatma</TD><TD>ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler</TD></TR><TR><TD>ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar</TD><TD>ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler</TD></TR><TR><TD>fer’î: esasa ait olmayan, ayrıntı</TD><TD>fikrî: fikirle alâkalı</TD></TR><TR><TD>hak: doğru, gerçek</TD><TD>hidayet: doğru ve hak olan yol, İslâmiyet</TD></TR><TR><TD>iman: inanç</TD><TD>itikadî: inançla ilgili</TD></TR><TR><TD>kabil-i sülûk: yürünebilir</TD><TD>kabul-ü adem: yokluğunu iddia etme, inkâr etme</TD></TR><TR><TD>kaide: düstur, prensip</TD><TD>karargâh: karar yeri</TD></TR><TR><TD>kat’î: kesin</TD><TD>küfür: inkâr</TD></TR><TR><TD>merhamet: acıma, şefkat</TD><TD>mezheb: tarz, metod</TD></TR><TR><TD>mezkûr: anılan, sözü geçen</TD><TD>muavenet: yardım</TD></TR><TR><TD>muhkemat: kesin hükümler içeren emir ve yasaklar</TD><TD>müşkilât: zorluklar</TD></TR><TR><TD>nakîz: bir şeyin hüküm ve mânâsının tersi, muhalifi</TD><TD>nefyetmek/nefy: inkâr etmek</TD></TR><TR><TD>risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümler</TD><TD>sabık: geçen, önceki</TD></TR><TR><TD>sair: diğer</TD><TD>selâmet: esenlik, güven</TD></TR><TR><TD>suubet: zorluk, güçlük</TD><TD>sülûk etmek: bir hedefe doğru gitmek</TD></TR><TR><TD>tahrip: yıkıp yok etme</TD><TD>takdim etmek: sunmak</TD></TR><TR><TD>tecavüz: haddi aşma, saldırma</TD><TD>tekrarat: tekrarlar</TD></TR><TR><TD>vikaye: koruma</TD><TD>zâhir: açık, âşikar</TD></TR><TR><TD>şer: kötülük</TD><TD>şeytan-ı ins ve cinnî: insan ve cinlerden şeytanlaşmış olanlar</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 145

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>İşte, sair risalelerde imtinâ derecesinde suubetli ve müşkilâtlı gösterilen küfür ve dalâlet bu kısımdır ki, zerre miktar şuuru bulunan, bu yola sâlik olmamak lâzımdır. Hem bu yol, risalelerde kat’î ispat edildiği gibi, o kadar dehşetli elemleri var ve boğucu karanlıkları var ki, zerre miktar aklı bulunan, o yola talip olmaz.

Eğer denilse: Bu kadar elîm ve karanlıklı, müşkilâtlı yola nasıl ekser insanlar gidiyorlar?

Elcevap: İçine düşmüş bulunuyorlar, çıkamıyorlar. Hem insandaki nebâtî ve hayvânî kuvveleri, âkıbeti görmedikleri, düşünemedikleri ve o insandaki letâif-i insaniyeye galebe ettikleri için, çıkmak istemiyorlar ve hazır, muvakkat bir lezzetle mütesellî oluyorlar.
blank.gif
1


Sual: Eğer denilse: Dalâlette öyle dehşetli bir elem ve bir korku var ki, kâfir, değil hayattan lezzet alması, hiç yaşamaması lâzım geliyor. Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalıydı. Çünkü insaniyet itibarıyla hadsiz eşyaya müştak ve hayata âşık olduğu halde, küfür vasıtasıyla, mevtini bir idam-ı ebedî ve bir firâk-ı lâyezâlî ve zevâl-i mevcudatı ve ahbabının vefatlarını ve bütün sevdiklerini idam ve mufarakat-i ebediye suretinde, gözü önünde, daima küfür vasıtasıyla gören insan nasıl yaşayabilir? Nasıl hayattan lezzet alabilir?

Elcevap: Acip bir mağlâta-i şeytaniye ile kendini aldatır, yaşar. Sûrî bir lezzet alır zanneder. Meşhur bir temsille onun mahiyetine işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Deniliyor: Devekuşuna demişler, “Kanatların var, uç.” O da kanatlarını kısıp “Ben deveyim” demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler, “Madem deveyim diyorsun, yük götür.” O zaman kanatlarını açıvermiş, “Ben kuşum” demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş.

Aynen onun gibi, kâfir, Kur’ân’ın semâvî ilânâtına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkûk bir küfre inmiş. Ona denilse: “Madem mevt ve zevâli bir idam-ı



[NOT]Dipnot-1 bk. Kıyamet Sûresi, 75:20-21; İnsan Sûresi, 76:27.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>acip: tuhaf</TD><TD>ahbab: dostlar, sevilenler</TD></TR><TR><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD><TD>ekser: çok</TD></TR><TR><TD>elem: acı, keder</TD><TD>elîm: acı ve sıkıntı veren</TD></TR><TR><TD>firâk-ı lâyezâlî: sonu olmayan ayrılık</TD><TD>galebe etmek: yenmek, üstün gelmek</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız</TD><TD>hâmi: koruyucu</TD></TR><TR><TD>idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş</TD><TD>ilânât: duyurular</TD></TR><TR><TD>imtinâ: imkansız</TD><TD>insaniyet: insanlık</TD></TR><TR><TD>itibarıyla: açısından</TD><TD>kâfir: Allah'ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan bir şeyi inkâr eden kimse</TD></TR><TR><TD>küfür/küfr-ü mutlak: kesin küfür, inkâr ve inançsızlık</TD><TD>letâif-i insaniye: insandaki yüce duygular</TD></TR><TR><TD>mahiyet: temel nitelik, özellik</TD><TD>mağlâta-i şeytaniye: şeytanın aldatmacası</TD></TR><TR><TD>mevt: ölüm</TD><TD>meşkûk: şüpheli</TD></TR><TR><TD>mufarakat-i ebediye: sonsuz ayrılık</TD><TD>muvakkat: geçici</TD></TR><TR><TD>mütesellî: teselli bulan</TD><TD>müşkilât: zorluk</TD></TR><TR><TD>müştak: arzulu, istekli, düşkün</TD><TD>nebâtî ve hayvânî kuvveler: insandaki süflî ve alçak duygular</TD></TR><TR><TD>risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümler</TD><TD>sair: diğer</TD></TR><TR><TD>semâvî: Allah tarafından olan</TD><TD>suret: biçim, görünüş</TD></TR><TR><TD>suubetli: zor</TD><TD>sâlik: bir yolu ve yöntemi takip eden</TD></TR><TR><TD>sûrî: dış görünüşte var olan</TD><TD>talip olmak: istemek</TD></TR><TR><TD>temsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetme</TD><TD>vasıtasıyla: aracıyla</TD></TR><TR><TD>zerre: atom</TD><TD>zevâl: geçicilik, yokluk</TD></TR><TR><TD>zevâl-i mevcudat: varlıkların yok olması</TD><TD>âkıbet: netice, son</TD></TR><TR><TD>şuur: bilinç, anlayış</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 146

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ebedî biliyorsun. Kendini asacak olan darağacı göz önünde. Ona her vakit bakan nasıl yaşar, nasıl lezzet alır?” O adam, Kur’ân’ın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: “Mevt idam değil; ihtimal bekà var.” Veyahut, devekuşu gibi başını gaflet kumuna sokar—tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zevâl-i eşya ona ok atmasın!

Elhasıl, o meşkûk küfür vasıtasıyla, devekuşu gibi mevt ve zevâli idam mânâsında gördüğü vakit, Kur’ân ve semâvî kitapların îmânün bi’l-âhirete dair kat’î ihbârâtı ona bir ihtimal verir; o kâfir o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse, “Madem bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir.” O adam şekk-i küfrî cihetiyle der: “Belki yoktur. Yok için neden çalışayım?” Yani, vaktâ ki o hükm‑ü Kur’ân’ın verdiği ihtimal-i bekà cihetiyle idam-ı ebedî âlâmından kurtulur ve meşkûk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i diniye meşakkati ona müteveccih olur; ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur. Demek, bu nokta-i nazarda, mü’minden ziyade bu hayatta lezzet alır zannediyor. Çünkü tekâlif-i diniyenin zahmetinden ihtimal-i küfrî ile kurtuluyor ve âlâm-ı ebediyeden, ihtimal-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu mağlâta-i şeytaniyenin hükmü gayet sathî ve faydasız ve muvakkattir.

İşte, Kur’ân-ı Hakîmin küffarlar hakkında da bir nevi cihet-i rahmeti vardır ki, hayat-ı dünyeviyeyi onlara cehennem olmaktan bir derece kurtarıp bir nevi şek vererek, şek ile yaşıyorlar. Yoksa, âhiret cehennemini andıracak, bu dünyada dahi mânevî bir cehennem azabı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı.

İşte, ey ehl-i iman! Sizi idam-ı ebedîden ve dünyevî ve uhrevî cehennemlerden kurtaran Kur’ân’ın himayeti altına mü’minâne ve mutemidâne giriniz ve


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD><TD>azap: acı, sıkıntı</TD></TR><TR><TD>bâki: devamlı olan, sonsuz</TD><TD>cihet: taraf, yön</TD></TR><TR><TD>cihet-i rahmet: rahmet yönü</TD><TD>dünyevî: dünya ile ilgili</TD></TR><TR><TD>ecel: ölüm vakti</TD><TD>ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler</TD></TR><TR><TD>elem: acı, keder</TD><TD>elhasıl: kısaca, özetle</TD></TR><TR><TD>gaflet: Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli</TD><TD>hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı</TD></TR><TR><TD>himayet: koruma</TD><TD>hisse: pay</TD></TR><TR><TD>hükm-ü Kur’ân: Kur’ân’ın hükmü</TD><TD>idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş</TD></TR><TR><TD>ihbârât: haber vermeler</TD><TD>ihtimal-i adem: yokluk ihtimali </TD></TR><TR><TD>ihtimal-i bekà: sonsuzluk ihtimali</TD><TD>ihtimal-i imanî: “ya varsa” diye ihtimal vererek inanmak</TD></TR><TR><TD>ihtimal-i küfrî: “ya yoksa” diye ihtimal vererek iman ve inançtan kaçmak</TD><TD>kat’î: kesin</TD></TR><TR><TD>kâfir: Allah'ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan birşeyi inkâr eden kimse</TD><TD>küffar: kâfirler, inkârcılar</TD></TR><TR><TD>küfür: inkâr</TD><TD>mağlâta-i şeytaniye: şeytanın aldatmaca</TD></TR><TR><TD>mevt: ölüm</TD><TD>meşakkat: güçlük, zorluk</TD></TR><TR><TD>meşkûk: şüpheli</TD><TD>mutemidâne: güvenerek, itimad ederek</TD></TR><TR><TD>muvakkat: geçici</TD><TD>mânevî: maddî olmayan, ruh ile bağlantılı</TD></TR><TR><TD>müteveccih: yönelik</TD><TD>mü’min: Allah’a inanan</TD></TR><TR><TD>mü’minâne: mü’min olan kimseye yakışır şekilde</TD><TD>nevi: çeşit, tür</TD></TR><TR><TD>nokta-i nazar: bakış noktası</TD><TD>sathî: sığ, yüzeysel</TD></TR><TR><TD>semâvî: Allah tarafından olan</TD><TD>tekâlif-i diniye: dinin emrettiği görevler</TD></TR><TR><TD>uhrevî: âhirete ait</TD><TD>umumî: genel</TD></TR><TR><TD>vaktâ ki: ne vakit ki, ne zaman ki</TD><TD>vasıtasıyla: aracılığıyla</TD></TR><TR><TD>vech-i rahmet: rahmet yönü</TD><TD>zevâl: geçicilik, yokluk</TD></TR><TR><TD>zevâl-i eşya: varlıkların yok olması</TD><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR><TR><TD>âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat</TD><TD>âlem: dünya</TD></TR><TR><TD>âlâm: elemler, acılar</TD><TD>âlâm-ı ebediye: sürekli acılar, sonsuza kadar sürecek elemler</TD></TR><TR><TD>îmânün bi’l-âhiret: âhirete iman</TD><TD>şekk-i küfrî: inkâr ettiği şey hakkında şüpheye düşme</TD></TR><TR><TD>şümullü: kapsamlı</TD></TR></TBODY></TABLE>

<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 147

Sünnet-i Seniyyesinin dairesine teslimkârâne ve müstahsinâne dahil olunuz, dünya şekavetinden ve âhirette azaptan kurtulunuz.

DOKUZUNCU İŞARET

Sual: Hizbullah olan ehl-i hidayet, başta enbiya ve onların başında Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, o kadar inâyet ve rahmet-i İlâhiye ve imdad-ı Sübhâniyeye mazhar oldukları halde, neden çok defa, hizbüşşeytan olan ehl-i dalâlete mağlûp olmuşlar? Hem, Hâtemü’l-Enbiyânın güneş gibi parlak nübüvvet ve risaleti ve iksir-i âzam gibi tesirli i’câz-ı Kur’ânî vasıtasıyla irşadı ve cazibe-i umumiye-i kâinattan daha cazibedar hakaik-i Kur’âniyenin komşuluğunda ve yakınında olan Medine münafıklarının dalâlette ısrarları ve hidayete girmemeleri niçindir ve hikmeti nedir?

Elcevap: Bu iki şık müthiş sualin halli için, derince bir esas beyan etmek lâzım gelir. Şöyle ki:

Şu kâinat Hâlık-ı Zülcelâlinin hem cemâlî, hem celâlî iki kısım esmâsı bulunduğundan ve o cemâlî ve celâlî isimler, hükümlerini ayrı ayrı cilvelerle göstermek iktiza ettiklerinden, Hâlık-ı Zülcelâl, kâinatta ezdâdı birbirine mezc edip, birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve müdafi bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi mübareze suretine getirip, ondan, zıtları birbirinin hududuna geçirip ihtilâfat ve tagayyürat meydana getirmekle, kâinatı kanun‑u tagayyür ve tahavvül ve düstur-u terakki ve tekâmüle tâbi kıldığı için; o




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Fahr-i Âlem: bütün âlemin övünç kaynağı olan Hz. Muhammed (a.s.m)</TD></TR><TR><TD>Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah</TD><TD>Hâtemü’l-Enbiyâ: peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>Medine: (bk. bilgiler)</TD><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>azap: acı, sıkıntı</TD><TD>beyan etmek: açıklamak</TD></TR><TR><TD>cazibe-i umumiye-i kâinat: kainatın her yerinde olan genel çekim özelliği</TD><TD>cazibedar: cazibeli, çekici</TD></TR><TR><TD>celâl: azamet, yücelik, haşmet</TD><TD>cemâl: güzellik</TD></TR><TR><TD>cilve: görünme, yansıma</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>düstur-u terakki: ilerleme kanunu</TD><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD></TR><TR><TD>ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman etmiş kimseler</TD><TD>enbiya: nebiler, peygamberler</TD></TR><TR><TD>esmâ: isimler</TD><TD>ezdâd: zıtlar</TD></TR><TR><TD>hakaik-i Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatleri, gerçekleri</TD><TD>hidayet: doğru ve hak yol, İslâmiyet</TD></TR><TR><TD>hikmet: sebep, sır, gaye</TD><TD>hizbullah: Allah’a inanan ve emirlerini yerine getiren kişilerden oluşan topluluk</TD></TR><TR><TD>hizbüşşeytan: şeytanın taraftarları</TD><TD>hudud: sınır</TD></TR><TR><TD>hâl: çözüm</TD><TD>ihtilâfat: farklılıklar, değişiklikler</TD></TR><TR><TD>iksir-i âzam: tesiri en büyük olan ilâç</TD><TD>iktiza etmek: gerektirmek</TD></TR><TR><TD>imdad-ı Sübhâniye: her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah’ın yardımı</TD><TD>inâyet: Allah’tan gelen yardım</TD></TR><TR><TD>irşad etmek: doğru yolu göstermek</TD><TD>i’câz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın mu’cizeliği, olağanüstülüğü</TD></TR><TR><TD>kanun-u tagayyür: değişme kanunu</TD><TD>kâinat: evren</TD></TR><TR><TD>mazhar olma: erişme, elde etme</TD><TD>mağlûp olmak: yenilmek</TD></TR><TR><TD>menfaattar: faydalı, yararlı</TD><TD>mezc etmek: karıştırmak</TD></TR><TR><TD>mukabil: karşılık</TD><TD>mübareze: karşılıklı mücadele, çatışma</TD></TR><TR><TD>müdafi: savunan, koruyan</TD><TD>münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen</TD></TR><TR><TD>müstahsinâne: bir şeyin güzelliğini kabul eder şekilde</TD><TD>mütecaviz: saldırgan, haddi aşan</TD></TR><TR><TD>müthiş: dehşet veren</TD><TD>nevi: çeşit, tür</TD></TR><TR><TD>nübüvvet: peygamberlik</TD><TD>rahmet-i İlâhiye: Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz şefkat ve merhameti</TD></TR><TR><TD>risalet: elçilik, peygamberlik</TD><TD>suret: biçim, görünüş</TD></TR><TR><TD>tagayyürat: başkalaşmalar değişmeler</TD><TD>tahavvül: değişim, bir halden başka hallere dönüşme</TD></TR><TR><TD>tekâmül: ilerleme, mükemmelleşme</TD><TD>tesirli: etkili</TD></TR><TR><TD>teslimkârâne: teslim olmuş şekilde</TD><TD>tâbi: tağlı</TD></TR><TR><TD>vasıtasıyla: aracılığıyla</TD><TD>âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat</TD></TR><TR><TD>şekavet: mutsuzluk, sıkıntı</TD></TR></TBODY></TABLE>

<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 148

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>şecere-i hilkatin câmi bir semeresi olan insan nev’inde o kanun-u mübarezeyi daha acip bir şekle getirip, bütün terakkiyât-ı insaniyeye medar bir mücahede kapısını açıp, hizbullaha karşı meydana çıkabilmek için hizbüşşeytana bazı cihazat vermiş.

İşte bu sırr-ı dakik içindir ki, enbiyalar çok defa ehl-i dalâlete karşı mağlûp oluyor.
blank.gif
1
Ve gayet zaaf ve aczde olan dalâlet ehli, mânen gayet kuvvetli olan ehl‑i hakka muvakkaten galip oluyorlar ve mukavemet ediyorlar. Bu acip mukavemetin sırr-ı hikmeti şudur ki:


Dalâlette ve küfürde hem adem ve terk var ki, pek kolaydır, hareket istemez. Hem tahrip var ki, çok sehîldir ve âsândır, az bir hareket yeter. Hem tecavüz var ki, az bir amel ile çoklarına zarar verip, ihâfe noktasında ve firavuniyet cihetinden onlara bir makam kazandırır. Hem âkıbeti görmeyen ve hazır zevke müptelâ olan insandaki nebâtî ve hayvânî kuvvelerin tatmini, telezzüzü, hürriyeti vardır ki, akıl ve kalb gibi letâif-i insaniyeyi insaniyetkârâne ve âkıbet-endişâne olan vazifelerinden vazgeçiriyorlar.
blank.gif
2


Ehl-i hidayet ve başta ehl-i nübüvvet ve başta Habib-i Rabbü’l-Âlemîn olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın meslek-i kudsîsi, hem vücudî, hem sübutî, hem tamir, hem hareket, hem hududda istikamet, hem âkıbeti düşünmek, hem ubudiyet, hem nefs-i emmârenin firavuniyetini,
blank.gif
3
serbestliğini kırmak gibi esasat-ı mühimme bulunduğundandır ki, Medine-i Münevverede bulunan o zamanın




[NOT]Dipnot-1 bk. Kamer Sûresi, 54:10.

Dipnot-2 Âl-i İmran Sûresi, 3:71-72.

Dipnot-3 bk. Yusuf Sûresi, 12:53. Ayrıca bk.: el-Beyhakî, ez-Zühd s.157; el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn: 3:4; ed-Deylemî, el-Müsned: 3:408; İbni Receb, Câmiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem: 1:196; el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr: 5:538; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 1:160, 2:222.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Habib-i Rabbü’l-Âlem: Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın sevgilisi, Hz. Muhammed</TD></TR><TR><TD>Medine-i Münevvere: (bk. bilgiler - Medine)</TD><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>acip: tuhaf</TD><TD>acz: güçsüzlük</TD></TR><TR><TD>adem: yokluk, hiçlik</TD><TD>amel: iş, davranış</TD></TR><TR><TD>cihazat: cihazlar, âletler</TD><TD>cihet: taraf, yön</TD></TR><TR><TD>câmi: toplayan, içine alan</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>ehl-i dalâlet/dalâlet ehli: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD><TD>ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler</TD></TR><TR><TD>ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar</TD><TD>ehl-i nübüvvet: peygamberler</TD></TR><TR><TD>enbiya: nebiler, peygamberler</TD><TD>esasat-ı mühimme: önemli esaslar</TD></TR><TR><TD>firavuniyet: firavun gibi olma, tanrılık iddiasında bulunma</TD><TD>galip olmak: yenmek</TD></TR><TR><TD>hizbullah: Allah’a inanan ve emirlerini yerine getiren kişilerden oluşan topluluk</TD><TD>hizbüşşeytan: şeytanın taraftarları</TD></TR><TR><TD>hudud: sınır</TD><TD>ihâfe: korkutma</TD></TR><TR><TD>insaniyetkârâne: insanlığa yaraşır şekide</TD><TD>istikamet: doğruluk</TD></TR><TR><TD>kanun-u mübareze: mücâdele ve çatışma kanunu</TD><TD>küfür: inkâr</TD></TR><TR><TD>letâif-i insaniye: insandaki ince ve yüce duygular</TD><TD>makam: derece, yer</TD></TR><TR><TD>mağlûp etme: yenme</TD><TD>medar: dayanak noktası, sebep</TD></TR><TR><TD>meslek-i kudsî: kutsal yol, metod</TD><TD>mukavemet etmek: dayanmak, karşı koymak</TD></TR><TR><TD>muvakkaten: geçici olarak</TD><TD>mücâhede: cihad etme, mücâdele yapma</TD></TR><TR><TD>müptelâ: bağımlı</TD><TD>nebâtî ve hayvânî kuvveler: insandaki bitkisel ve hayvanî duygular</TD></TR><TR><TD>nefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu</TD><TD>sehîl: kolay</TD></TR><TR><TD>semere: meyve, verim</TD><TD>sübutî: sabit olarak var olan</TD></TR><TR><TD>sırr-ı dakik: ince sır</TD><TD>sırr-ı hikmet: ilmî sırrı, bilimsellik yönü</TD></TR><TR><TD>tecavüz: haddi aşma, saldırma</TD><TD>telezzüz: lezzet alma</TD></TR><TR><TD>terakkiyât-ı insaniye: insanların manevî açıdan gelişme ve ilerlemeleri</TD><TD>ubudiyet: kulluk</TD></TR><TR><TD>vücudî: varlıkla ilgili</TD><TD>zaaf: zayıflık, güçsüzlük</TD></TR><TR><TD>âkıbet: netice, son</TD><TD>âkıbet-endişâne: âkıbetten ve sonuçtan endişe ederek</TD></TR><TR><TD>âsân: kolay</TD><TD>şecere-i hilkat: yaratılış ağacı</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 149

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>münafıkları, o parlak güneşe karşı yarasa kuşu gibi gözlerini yumup, o cazibe-i azîmeye karşı şeytanî bir kuvve-i dâfiaya kapılıp dalâlette kalmışlar.

Eğer denilirse: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm madem Habib-i Rabbü’l-Âlemîndir.
blank.gif
1
Hem elindeki hak ve lisanındaki hakikattir.
blank.gif
2
Ve ordusundaki askerlerin bir kısmı melâikedir.
blank.gif
3
Ve bir avuç su ile bir orduyu sular.
blank.gif
4
Ve dört avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyafet verir.
blank.gif
5
Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla, o bir avuç topraktan her küffârın gözüne bir avuç toprak girmesiyle onları kaçırır.
blank.gif
6
Ve daha bunun gibi bin mu’cizat sahibi olan bir kumandan-ı Rabbânî, nasıl oluyor da Uhud’un nihayetinde
blank.gif
7
ve Huneyn’in bidâyetinde mağlûp oluyor?
blank.gif
8


Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beşere muktedâ ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki, o nev-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemâlin kavânin-i meşietine itaate alışsınlar ve desâtir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler.

Eğer Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima harikulâdelere ve mucizelere istinad etseydi, o vakit imam-ı mutlak ve rehber-i ekber olamazdı.
İşte bu sır içindir ki, yalnız dâvâsını tasdik ettirmek için, ara sıra, indelhâce,



[NOT]Dipnot-1 bk. Tirmizî, Menâkıb: 1; Dârimî, Mukaddime: 8.

Dipnot-2 bk. İsrâ Sûresi, 17:105.

Dipnot-3 bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:123-125. Ayrıca bk.: Buhârî, Meğâzî: 11.

Dipnot-4 bk. Buhârî, Vudû’: 32, Menâkıb: 25; Meğâzî: 35; Müslim, İmâret: 72-73, Fezâil: 5-6; Tirmizî, Menâkıb: 6; Nesâî, Tahâret: 61; Müsned: 3:329.

Dipnot-5 bk. Buhârî, Hibe: 28, Et’ime: 6, Meğâzî: 29, Menâkıb: 25; Müslim, Eşribe: 141-142, 175; Tirmizî, Menâkıb: 6; İbni Mâce, Et’ime: 47; Muvatta’, Sıfatü’n-Nebî: 19; Müsned: 1:197-198.

Dipnot-6 bk. Müslim, Cihâd: 81; Dârimî, Siyer: 16; Müsned: 1:103, 368, 5:286, 310.

Dipnot-7 bk. Buhârî, Cihad: 65, Bed’ü’l-Halk: 11, Menâkıbü’l-Ensâr: 22; Meğâzî: 18, Eymân: 15; Diyât: 16; Ebû Dâvûd, Cihâd: 106; Müsned: 4:293-294.

Dipnot-8 bk. Buhârî, Meğâzî: 54, Cihâd: 52, 61, 97, 167: Müslim, Cihâd: 79; Tirmizî, Cihâd: 15.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Habib-i Rabbü’l-Âlemîn: Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın sevgilisi, Hz. Muhammed</TD></TR><TR><TD>Hakîm-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi, herşeyi hikmetle yaratan Allah</TD><TD>Huneyn: (bk. bilgiler – Gazve-i Huneyn)</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Uhud: (bk. bilgiler – Gazve-i Uhud)</TD></TR><TR><TD>bidâyet: başlangıç</TD><TD>cazibe-i azîme: büyük çekim</TD></TR><TR><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD><TD>desâtir-i hikmet: hikmet kanunları; İlâhî gaye ve fayda ile şekillenen kanunlar</TD></TR><TR><TD>düstur: kural</TD><TD>hak: doğru, gerçek</TD></TR><TR><TD>hakikat: asıl, esas, gerçek</TD><TD>harikulâde: olağanüstü, hayranlık verici</TD></TR><TR><TD>hayat-ı içtimaiye ve şahsiye: sosyal ve kişisel hayat</TD><TD>imam: öncü, lider</TD></TR><TR><TD>imam-ı mutlak: her yönüyle önder</TD><TD>indelhâce: ihtiyaç anında</TD></TR><TR><TD>istinad etmek: dayanmak</TD><TD>kavânin-i meşiet: Allah’ın irade ve dilemesinin tecellisi olan kanunlar</TD></TR><TR><TD>kumandan-ı Rabbânî: her şeyi terbiye eden Allah’ın seçtiği kumandan, Hz. Muhammed</TD><TD>kuvve-i dâfia: itme gücü, uzaklaştırıcı kuvvet</TD></TR><TR><TD>küffar: kâfirler, inkârcılar</TD><TD>mağlûp olma: yenilme</TD></TR><TR><TD>melâike: melekler</TD><TD>muktedâ: örnek alınan, kendisine uyulan</TD></TR><TR><TD>mu’cizat: mu’cizeler</TD><TD>mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hal ve haket</TD></TR><TR><TD>münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen</TD><TD>nev-i beşer: insanlar</TD></TR><TR><TD>nev-i insanî: insan türü, insanlık</TD><TD>nihayet: son</TD></TR><TR><TD>rehber-i ekber: en büyük rehber</TD><TD>tasdik ettirmek: kabul ettirmek, onaylatmak</TD></TR><TR><TD>tevfik-i hareket: uygun hareket</TD><TD>şeytanî: şeytanca</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 150

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>münkirlerin inkârını kırmak için mucizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasıl ki herkesten ziyade evâmir-i İlâhiyeye itaat etmiştir; öyle de, hikmet-i Rabbâniye ile ve meşiet-i Sübhâniye ile tesis edilen âdetullah kavâninine herkesten ziyade mürâat ve itaat ederdi. Düşmana karşı zırh giyerdi,
blank.gif
1
“Sipere giriniz” emrederdi.
blank.gif
2
Yara alırdı, zahmet çekerdi.
blank.gif
3
Tâ, tamamıyla hikmet-i İlâhiye kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i kübrâya mürâat ve itaati göstersin.


ONUNCU İŞARET

İblis’in en mühim bir desisesi, kendini, kendine tâbi olanlara inkâr ettirmektir. Şu zamanda, hususan maddiyyunların felsefeleriyle zihni bulananlar bu bedihî meselede tereddüt gösterdikleri için, şeytanın bu desisesine karşı bir iki söz söyleyeceğiz. Şöyle ki:

İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesetli ervâh-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesetsiz ervâh-ı habise dahi bulunduğu, o kat’iyettedir. Eğer onlar maddî ceset giyseydiler, bu şerîr insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesetlerini çıkarabilseydiler, o cinnî iblisler olacaktılar. Hattâ bu şiddetli münasebete binaendir ki, bir mezheb-i bâtıl hükmetmiş ki, “İnsan suretindeki gayet şerîr ervâh-ı habise, öldükten sonra şeytan olur.”

Malûmdur ki, âlâ birşey bozulsa, ednâ birşeyin bozulmasından daha ziyade bozuk olur. Meselâ, nasıl ki süt ve yoğurt bozulsalar yine yenilebilir. Yağ bozulsa yenilmez, bazan zehir gibi olur. Öyle de, mahlûkatın en mükerremi, belki en âlâsı olan insan, eğer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur. Müteaffin maddelerin kokusuyla telezzüz eden haşarat gibi ve ısırmakla zehirlendirmekten



[NOT]Dipnot-1 bk. Ebû Dâvud, Cihâd: 75; İbni Mâce, Cihâd: 18; Müsned: 3:449.

Dipnot-2 bk. Buhârî, Meğâzî: 29, Cihâd: 34, 161, Kader 16, Temennî: 7; Müslim, Cihâd: 125.

Dipnot-3 bk. Buhârî, Cihâd: 80, 85, 163, Vudû’: 72, Meğâzî: 24, Nikâh: 123, Tıb: 27; Müslim, Cihâd: 101; Tirmizî, Tıb: 34; İbni Mâce, Tıb: 15.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>bedihî: açık, aşikâr</TD><TD>bilmüşahede: gözle görerek</TD></TR><TR><TD>binaen: dayanarak</TD><TD>ceset: vücud, beden</TD></TR><TR><TD>cinnî: cin taifesinden olan</TD><TD>desise: hile, aldatma</TD></TR><TR><TD>ednâ: en aşağı</TD><TD>ervâh-ı habise: kötü ruhlar</TD></TR><TR><TD>evâmir-i İlâhiye: Allah’ın emirleri</TD><TD>haşarat: zehirli böcekler</TD></TR><TR><TD>hikmet-i Rabbâniye: Allah’ın her şeyi bir fayda ve gayeye yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yaratması</TD><TD>hikmet-i İlâhiye: Allah’ın gözettiği fayda ve gaye</TD></TR><TR><TD>hususan: özellikle</TD><TD>hükmetme: iddia etme</TD></TR><TR><TD>insî: insan türünden olan</TD><TD>itaat etme: emre uyma</TD></TR><TR><TD>kat’iyet: kesinlik</TD><TD>kavânin: kanunlar</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren, bütün yaratılmışlar</TD><TD>maddiyyun: maddeciler, materyalistler</TD></TR><TR><TD>maddî: maddeyle alâkalı</TD><TD>mahlûkat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>malûm: bilinen</TD><TD>mezheb-i bâtıl: hak olmayan mezheb</TD></TR><TR><TD>meşiet-i Sübhâniye: her türlü kusur ve noksandan uzak olan Cenâb-ı Hakkın zâtına has muradı ve dilemesi</TD><TD>mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hal ve haket</TD></TR><TR><TD>mühim: önemli</TD><TD>mükerrem: şerefli, hürmet edilen</TD></TR><TR><TD>münasebet: bağlantı, ilgi</TD><TD>münkir: inanmayan, inkar eden</TD></TR><TR><TD>mürâat etmek: uymak, uygulamak</TD><TD>müteaffin: kokuşmuş</TD></TR><TR><TD>sair: diğer</TD><TD>siper: arkasına saklanılacak şey</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, görünüş</TD><TD>telezzüz eden: lezzet alan</TD></TR><TR><TD>tereddüt: şüphe</TD><TD>tesis edilen: kurulan, yerleştirilen</TD></TR><TR><TD>tâbi: bağlı</TD><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR><TR><TD>zırh: savaş sırasında giyilen çelik elbise</TD><TD>âdetullah: Allah’ın kâinatta uyguladığı kanun ve prensipler</TD></TR><TR><TD>âlâ: en üstün</TD><TD>İblis: Şeytan</TD></TR><TR><TD>şeriat-ı fıtriye-i kübrâ: kâinatın yaratılışından beri işleyen İlâhî kanun</TD><TD>şerîr: şerli, kötülük yapan</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Üçüncü Lem'a - Sayfa 151

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>lezzet alan yılanlar gibi, dalâlet bataklığındaki şerler ve habis ahlâklarla telezzüz ve iftihar eder ve zulmün zulümatındaki zararlardan ve cinayetlerden lezzet alırlar, adeta şeytanın mahiyetine girerler. Evet, cinnî şeytanın vücuduna kat’î bir delili, insî şeytanın vücududur.

Saniyen: Yirmi Dokuzuncu Sözde yüzer delil-i kat’î ile ruhanî ve meleklerin vücudunu ispat eden umum o deliller, şeytanların dahi vücudunu ispat ederler. Bu ciheti o Söze havale ediyoruz.

Salisen: Kâinattaki umur-u hayriyedeki kanunların mümessili, nâzırı hükmünde olan meleklerin vücudu, ittifak-ı edyân ile sabit olduğu gibi, umur-u şerriyenin mümessilleri ve mübaşirleri ve o umurdaki kavâninin medarları olan ervâh-ı habise ve şeytaniye bulunması, hikmet ve hakikat noktasında kat’îdir. Belki umur-u şerriyede zîşuur bir perdenin bulunması daha ziyade lâzımdır. Çünkü, Yirmi İkinci Sözün başında denildiği gibi, herkes, herşeyin hüsn-ü hakikîsini göremediği için, zâhirî şerriyet ve noksaniyet cihetinde Hâlık-ı Zülcelâle karşı itiraz etmemek ve rahmetini ittiham etmemek ve hikmetini tenkit etmemek ve haksız şekvâ etmemek için, zahirî bir vasıtayı perde ederek, tâ itiraz ve tenkit ve şekvâ o perdelere gidip, Hâlık-ı Kerîm ve Hakîm-i Mutlaka teveccüh etmesin. Nasıl ki, vefat eden ibâdın küsmesinden Hazret-i Azrail’i kurtarmak için hastalıkları ecele perde etmiş;
blank.gif
1
öyle de, Hazret-i Azrail’i (a.s.) kabz-ı ervâha perde edip, tâ merhametsiz tevehhüm edilen o hâletlerden gelen şekvâlar Cenâb-ı Hakka teveccüh etmesin. Öyle de, daha ziyade bir kat’iyetle, şerlerden ve fenalıklardan




[NOT]Dipnot-1 bk. Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ: 5:51; el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl: 1:177-178; es-Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr: 6: 543.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Hakîm-i Mutlak: her şeyi bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>Hazret-i Azrail: ruhları kabzetmekle görevli melek [bk. bilgiler – Azrail (a.s.)]</TD><TD>Hâlık-ı Kerîm: sonsuz cömertlik sahibi olan ve her şeyi yaratan Allah</TD></TR><TR><TD>Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah</TD><TD>Yirmi Dokuzuncu Söz: Risale-i Nur içinde bulunan Sözler adlı eserde yer almaktadır</TD></TR><TR><TD>ahlâk: huy, tabiat, insanın davranış tarzı, tutum ve tavrı</TD><TD>cihet: yön</TD></TR><TR><TD>cinnî: cin taifesinden olan</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>delil-i kat’î: kesin delil</TD><TD>ecel: ölüm vakti</TD></TR><TR><TD>ervâh-ı habise: kötü ruhlar</TD><TD>fenalık: iyi olmayan şeyler</TD></TR><TR><TD>habis: kötü</TD><TD>hakikat: asıl, esas, gerçek</TD></TR><TR><TD>hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olma</TD><TD>hâlet: durum, hal</TD></TR><TR><TD>hüsn-ü hakikî: gerçek güzellik</TD><TD>ibâd: kullar</TD></TR><TR><TD>iftihar: övünme</TD><TD>ittifak-ı edyân: dinlerin ittifakı, aynı hususta birleşmesi</TD></TR><TR><TD>ittiham etmek: suçlamak</TD><TD>kabz-ı ervâh: ruhların bedenden alınması işlemi</TD></TR><TR><TD>kat’iyetle: kesin olarak</TD><TD>kat’î: kesin</TD></TR><TR><TD>kavânin: kanunlar</TD><TD>kâinat: evren, bütün yaratılmışlar</TD></TR><TR><TD>mahiyet: nitelik, özellik</TD><TD>medar: dayanak noktası</TD></TR><TR><TD>mübaşir: bir işin başında hazır bulunan, o işi yapan</TD><TD>mümessil: temsilci</TD></TR><TR><TD>noksaniyet: noksanlık, eksiklik</TD><TD>nâzır: bakan, gözetici</TD></TR><TR><TD>rahmet: şefkat, merhamet</TD><TD>ruhanî: maddî yapısı olmayan manevî varlık</TD></TR><TR><TD>salisen: üçüncü olarak</TD><TD>saniyen: ikinci olarak</TD></TR><TR><TD>tenkit: eleştiri</TD><TD>teveccüh etmek: yönelmek</TD></TR><TR><TD>tevehhüm: kuruntu</TD><TD>umum: bütün</TD></TR><TR><TD>umur: emirler, işler</TD><TD>umur-u hayriye: hayırlı işler</TD></TR><TR><TD>umur-u şerriye: kötü işler</TD><TD>vasıta: araç</TD></TR><TR><TD>vücud: varlık</TD><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR><TR><TD>zulüm: haksızlık</TD><TD>zulümat: karanlıklar</TD></TR><TR><TD>zâhirî: dış görünüşteki</TD><TD>zîşuur: şuur sahibi, bilinçli</TD></TR><TR><TD>şekvâ: şikayet</TD><TD>şer: kötülük</TD></TR><TR><TD>şerriyet: şer özelliği</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 
Üst