On Dokuzuncu Lem'a

Ukbaa

Well-known member
On Dokuzuncu Lem’a

İktisat Risalesi

İktisat ve kanaate, israf ve tebzîre dairdir.

besmele.jpg


كُلُوا وَاشْرَبوُا وَلاَ تُسْرِفُوا 1


ŞU ÂYET-İ KERİME, iktisada kat’î emir ve israftan nehy-i sarih suretinde gayet mühim bir ders-i hikmet veriyor. Şu meselede Yedi Nükte var.

BİRİNCİ NÜKTE

Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor.2 İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır.

Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat’î bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahîm neticeleri vardır.

İKİNCİ NÜKTE

Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zâikayı bir kapıcı, âsâb ve damarları


[NOT]Dipnot-1 “Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” A’râf Sûresi, 7:31.

Dipnot-2 bk. İbrahim Sûresi, 14:7.[/NOT]



Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve üstün sanatıyla benzersiz olarak yaratan Allah
Hâlık-ı Rahîm: bütün varlıkların yaratıcısı olan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
dair: ilgili, ait
ders-i hikmet: hikmet dersi
hasâretli: zarar verici
hikmet: fayda, gaye
hürmet etmek: saygı göstermek
ihtiram: saygı gösterme
iktisat: tutumluluk
israf: savurganlık
istihfaf: hafife alma
kanaat: kısmetine razı olma, yetinme
kat’î: kesin
kuvve-i zâika: tad alma duyusu
lem’a: parıltı
medar-ı sıhhat: sağlıklı olmanın kaynağı
mezkûr: adı geçen
misal: görünüm
muhalif: zıt, ters düşen
mukabil: karşılık
muntazam: düzenli
nehy-i sarih: açık bir şekilde yasaklama
netice: son, sonuç
nev-i beşer: insanlar
nimet: iyilik, lütuf
nükte: ince ve derin anlamlı söz
rahmet-i İlâhiye: Allah’ın rahmeti, şefkat ve merhameti
sebeb-i bereket: bolluk ve bereket sebebi
sebeb-i izzet: şeref ve üstünlük sebebi
suret: biçim, şekil
tebzîr: israf, saçıp savurma
vahîm: korku ve dehşet verici
zillet: hor, hakir, aşağılanma
zâhiren: dış görünüş itibariyle
âsâb: sinirler
âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi
şükr-ü mânevî: mânevî şükür
şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 240

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>telefon ve telgraf telleri gibi, kuvve-i zâika ile merkez-i vücuttaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir ki, ağza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa “Yasaktır” der, dışarı atar. Bazan da, bedene menfaati olmamakla beraber, zararlı ve acı ise, hemen dışarı atar, yüzüne tükürür.

İşte, madem ağızdaki kuvve-i zâika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev’inden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki, kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dahiline sokmasın.

İşte, bu sırra binaen, şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden kırk para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazan kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin.

Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır. “Hâkim benim” der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek, yangın çıkaracak. “Aman, doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün” dedirmeye mecbur edecek.

İşte, iktisat ve kanaat, hikmet-i İlâhiyeye tevfik-i harekettir; kuvve-i zâikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise, o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştihâ-yı hakikîyi kaybeder. Tenevvü‑ü et’imeden gelen sun’î bir iştihâ-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Sabık İkinci Nüktede, “Kuvve-i zâika kapıcıdır” dedik. Evet, ehl-i gaflet ve ruhen terakki etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. Onun telezzüzü hatırı için isrâfâta ve bir dereceden on derece fiyata çıkmamak gerektir.


binaen: dayanarak
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar
farz etme: var sayma
hararet: ısı
hikmet: fayda, gaye
hikmet-i İlâhiye: Allah’ın bütün âlemde gözettiği fayda ve gaye
hâkim: hükmeden, idaresi altında tutan
ihtilâl: karışıklık
ihtilâlci: karışıklık çıkaran
iktisat: tutumluluk
israf: savurganlık
isrâfât: israflar, savurganlıklar
itibarıyla: açısından
iştihâ-yı hakikî: gerçek iştah özelliği
iştihâ-yı kâzibe: yalancı iştah
kanaat: elindekiyle yetinmek
kuvve-i zâika: tad alma duyusu
kıyas etmek: karşılaştırmak
medar-ı muhabere: haberleşme vasıtası
menfaat: fayda, yarar
merkez-i vücut: vücudun merkezi
mugaddî: gıdalı, besleyici
muvafık: uygun
mânâsız: anlamsız
müsavi: eşit
nev’i: çeşit, tür
nükte: derin anlamlı söz
sabık: geçen, önceki
sun’î: uydurma, yapmacık
telezzüz: lezzet alma
tenevvü-ü et’ime: yemeklerin çeşitliliği
terakki etmek: ilerlemek, gelişmek
teskin etme: sakinleştirme, rahatlatma
tevfik-i hareket: uygun hareket
âlâ: güzel, yüce
şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 241

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Fakat, hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, Altıncı Sözdeki muvazenede beyan edildiği gibi, kuvve-i zâikası rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zâika da taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlâhiyenin envâını tartmak ve tanımak, bir şükr-ü mânevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte, bu surette kuvve-i zâika yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle, midenin fevkinde hükmü var, makamı var. İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükrâniyeyi yerine getirmek ve envâ-ı niam-ı İlâhiyeyi hissedip tanımak kaydıyla ve meşru olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takip edebilir. Ve o kuvve-i zâikayı taşıyan lisanı şükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir. Bu hakikate işaret eden bir hadise ve bir keramet-i Gavsiye:

Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh Geylânî’nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın birtek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş:

“Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!”

Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum biiznillâh!”1 O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.”2


[NOT]Dipnot-1 “Allah’ın izniyle kalk (diril).”

Dipnot-2 bk. Geylânî, Gunyetü’l-Tâlibîn s. 502; Nebhânî, Câmiu Kerâmâtü’l-Evliyâ 2:203.


[/NOT]



Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh Geylânî: [bk. bilgiler – Abdül Kâdir-i Geylânî (k.s.)]
beyan etmek: açıklamak
celb etmek: çekmek
cihet: taraf, yön
ehl-i hakikat: gerçeği bulup onun peşinden gidenler
ehl-i kalb: kalb ehli, manevî derecelere yükselen kişiler
ehl-i şükür: Allah’a karşı minnet duyan kişiler
envâ: türler, çeşitler
envâ-ı niam-ı İlâhiye: İlâhi nimetlerin çeşitleri
fevkinde: üstünde
hakikat: asıl, esas, gerçek mahiyet
hakikî: gerçek, asıl
hücre: oda
ihtiyare: yaşlı kadın
israf: savurganlık
istimal etmek: kullanmak
keramet: Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görülen olağanüstü hal ve hareket
keramet-i Gavsiye: Seyyid Abdülkadir Geylâni’nin kerâmeti
kerâmât-ı harika: Allah’ın ikramı olan olağan üstü şeyler
kuvve-i zâika: tad alma duyusu
lisan: dil
matbah: mutfak
mazhariyet: elde etme, üzerinde gösterme
mevsuk: güvenilir ve sağlam kişi
meşru: yasak konulmayan, dine uygun
mizan: ölçü, denge
muhterem: hürmete lâyık
mutemed: güvenilir, emin kimse
muvazene: denge
mânevî tevatür: yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan toplulukların bir haberi aktarması veya aktarılırken susmak suretiyle doğruluğunu tasdik etmesi
müfettiş: denetleyici
nakletme: aktarma
nazdar: nazlı
nazdarlık: nazlı olmak
nimet-i İlâhiye: Allah’ın nimeti
nâzır: bakan, gözetici
rahmet-i İlâhiye: Allah’ın sonsuz şefkat ve merhameti
riyazat: manevî ilerleme için gerçekleştirilen eğitim
suret: biçim, görünüş
taam: yemek, yiyecek
terbiye: eğitim
valide: anne
vazife-i şükrâniye: şükür görevi
zaafiyet: zayıflık, güçsüzlük
zat: kişi
zillet: hor, hakir, aşağılanma
üstad: hoca, öğretmen
şekvâ: şikâyet
şükr-ü mânevî: mânevî şükür
şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>



<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 242

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.

DÖRDÜNCÜ NÜKTE

“İktisat eden, maişetçe aile belâsını çekmez” meâlindeki 1 لاَ يَعُولُ مَنِ اقْتَصَدَ hadis-i şerifi sırrıyla, “iktisat eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez.”

Evet, iktisat kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki, had ve hesaba gelmez.2 Ezcümle, ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şehadetleriyle diyorum ki:

İktisat vasıtasıyla bazan bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hattâ dokuz sene (şimdi otuz sene) evvel 3 benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Mükerrer ve musırrâne tekliflerini reddettim. Câ-yı dikkattir ki, iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisatsızlık yüzünden borçlandılar. Lillâhilhamd, onlardan yedi sene sonra, o az para, iktisat bereketiyle bana kâfi geldi, benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan “nâstan istiğnâ” mesleğini bozmadı.

Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazan mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek, mânevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır.



[NOT]Dipnot-1 Müsned, 1:447; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 5:454, no: 7939; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 3:36, 6:49, 56, 57.

Dipnot-2 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsât 7:25; Beyhâkî, Şuabü’l-İman 5:254.

Dipnot-3 Behsedilen tarih 1926 senesidir.
[/NOT]


Burdur: (bk. bilgiler)
Hazret-i Gavs: [bk. bilgiler – Abdülkadir-i Geylânî (k.s.)]
arz-ı hâcet: ihtiyacını bildirme
belâ: sıkıntı
bereket: bolluk
câ-yı dikkat: dikkat çekici, ilginç nokta
düstur: kural
ezcümle: örneğin
had ve hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmak
hadis-i şerif: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
haysiyet: itibar, onur
hâkim: hükmeden, idaresi altında tutan
iktisat: tutumluluk
iktisatsız: tutumlu olmayan
isrâfât: israflar, savurganlıklar
kanaat: elindekiyle yetinme
kâfi: yeterli
leziz: lezzetli
lillâhilhamd: ne kadar hamd ve şükür varsa ve olmuşsa, hepsi Allah’a aittir
maişet: geçim
medar: dayanak noktası, kaynak
medar-ı hüsn-ü maişet: güzel geçinme kaynağı
menhus: uğursuz, kötü
meâl: anlam
meşakkat: güçlük, zorluk
mukabil: karşılık
mukaddesât-ı diniye: dinde mukaddes, kutsal sayılan şeyler
musırrâne: ısrarlı bir şekilde
mânen: mânevî olarak
mânevî: maddî olmayan
mânâ: anlam
mükerrer: tekrarlanan
namus: şeref, iffet
namzet: aday
nefis: insanı kötülüklere yönelten duygu
nefyedilen: sürülen, sürgün edilen
nâstan istiğnâ: insanlara ihtiyaç duymama
nükte: ince ve derin anlamlı söz
reis: başkan
sebeb-i bereket: bolluk sebebi
sefalet: perişanlık, yoksulluk
zahmet: zorluk
zillet: hor, hakir, aşağılanma
şehadet: şahitlik
şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 243

Eğer iktisat edip hâcât-ı zaruriyeye iktisar ve ihtisar ve hasretse, 1 اِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ sırrıyla, 2 وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِى اْلاَرْضِ اِلاَّ عَلَى اللهِ رِزْقُهَا sarahatiyle, ummadığı tarzda, yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünkü şu âyet taahhüt ediyor.

Evet, rızık ikidir:3

Biri hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile, o rızık taahhüd‑ü Rabbânî altındadır. Beşerin sû-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı herhalde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz.

İkincisi, rızk-ı mecazîdir ki, sû-i istimâlâtla hâcât-ı gayr-ı zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belâsıyla tiryaki olup, terk edemiyor. İşte bu rızık taahhüd-ü Rabbânî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar mânen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesât-ı diniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz, menhus malı alır.

Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm, o gayr-ı meşru bir surette kazandığı parayla aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor. Böyle acip bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır. Çünkü اِنَّ الضَّرُورَةَ تُقَدَّرُ بِقَدْرِهَا 4 sırrıyla, haram maldan, mecburiyetle zaruret derecesini alabilir, fazlasını alamaz. Evet, muztar adam, murdar etten tok oluncaya


[NOT]Dipnot-1 “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” Zâriyat Sûresi, 51:58.

Dipnot-2 “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın.” Hûd Sûresi, 11:6.

Dipnot-3 bk. Cürcânî, Tarihü Cürcân s. 366; Gazâlî, el-Makasıdü’l-Esnâ s. 85-86.

Dipnot-4 Zaruretler zaruret miktarınca sınırlandırılır.
[/NOT]



acip: hayret verici
belâ: büyük sıkıntı
bereketsiz: bolluğun olmaması
beşer: insanlık
ehl-i vicdan: vicdan ve merhamet sahibi kimseler
elem: acı, keder
fakr u zaruret: yoksulluk ve çaresizlik
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı
hakikî: asıl, gerçek
haram: Allah ve Resulü tarafından kesin olarak yasaklanmış şey
hasretme: sadece belli şeylere odaklanma
hayat-ı ebediye: ebedî ve sonsuz hayat, âhiret hayatı
hususan: özellikle
hâcât-ı gayr-ı zaruri: zarurî ve mecburî olmayan ihtiyaçlar
hâcât-ı zaruriye: zorunlu ihtiyaçlar
ihtisar: azaltma, özetleme
iktifa etmek: yetinmek
iktisar: sınırlandırma, daraltma
iktisat: tutumluluk
izzet: değer, itibar, yücelik
menhus: uğursuz, kötü
mukaddesât-ı diniye: dinen kutsal sayılan şeyler
murdar: pis, kirli, haram
muztar: çaresiz, zorda kalan
mânen: mânevî olarak
namus: şeref, iffet
rikkat-i cinsiye: insanın kendi cinsinden olana acıması
rızk-ı mecazî: asıl olmayan, gerçek olmayan rızık
rızık: yiyecek ve içecek şeyler
sarahat: açıklık
suret: biçim, görünüş
sû-i ihtiyar: iradeyi kötüye kullanma
sû-i istimâlât: eldeki nimetleri kötüye kullanma
taahhüd-ü Rabbânî: Allah’ın bütün varlıkların ihtiyaçlarını kendi idaresi altına alma garantisi
taahhüt etmek: garanti vermek
tahsil etmek: elde etmek, kazanmak
teellüm: elem ve acı çekme
tiryaki: tutkun, bağımlı
vasıta: araç
zaruret: zorunluluk
zarurî: zorunlu
zillet: hor, hakir, aşağılanma
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 244

kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yiyebilir. Hem, yüz aç adamın huzurunda kemâl-i lezzetle fazla yenilmez.İktisat, sebeb-i izzet ve kemal olduğuna delâlet eden bir vakıa:

Bir zaman, dünyaca sehâvetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor. Hâtem ona dedi:

“Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın.”

O muktesit ihtiyar demiş ki: “Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.”

Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: “Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun?”Demiş: “İşte o sahrâda rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.”1

BEŞİNCİ NÜKTE

Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, en fakir adama en zengin adam gibi ve gedâya, yani fakire, padişah gibi, lezzet-i nimetini ihsas ettiriyor. Evet, bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve iktisat vasıtasıyla aldığı lezzet, bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlıkla yediği en âlâ baklavadan aldığı lezzetten daha ziyade lezzetlidir.

Câ-yı hayrettir ki, bazı müsrif ve mübezzir insanlar, böyle iktisatçıları hısset ile ittiham ediyorlar. Hâşâ! İktisat, izzet ve cömertliktir. Hısset ve zillet, ehl-i israf ve tebzîrin zâhirî merdâne keyfiyetlerinin içyüzüdür. Bu hakikati teyid eden, bu risalenin telifi senesinde Isparta’da hücremde cereyan eden bir vakıa var. Şöyle ki:



[NOT]Dipnot-1 bk. Buhârî, Müsâkât 13, Zekat 50, Büyu’ 15; İbni Mâce, Zekat 25; Müsned 1:167.
[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
Hâtem-i Tâî: (bk. bilgiler)
Isparta: (bk. bilgiler)
aziz: izzetler, aşağılığa tenezzül etmeyen kişi
cereyan eden: gerçekleşen
civanmert: yiğit, mert
câ-yı hayret: hayret verici nokta
cömert: eli açık
delâlet etme: delil olma, işaret etme
ehl-i israf ve tebzîr: israf edenler, savurgan kişiler
gedâ: fakir
geven: dikenli bir tür çalı
hakikat: doğru gerçek
hâşâ: asla
hücre: oda
hısset: cimrilik, hasislik
ihsas ettirmek: hissettirmek
iktisat: tutumluluk
iktisatçı: tutumlu kimse
israf: savurganlık
ittiham etmek: suçlamak
izzet: değer, itibar, şeref
kemâl-i kerem: tam ve mükemmel cömertlik
kemâl-i lezzetle: tam bir lezzet olarak
keyfiyet: özellik, nitelik
lezzet-i nimet: nimetin lezzeti
merdâne: mert kişiye yakışır şekilde
minnet: iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
muktesit: iktisatlı, tutumlu
mübezzir: lüzumsuz, gereksiz harcayan
mühim: önemli
müsrif: israf eden, savurgan
nükte: ince ve derin anlamlı söz
risale: kitap
sahrâ: çöl
sebeb-i izzet ve kemâl: değer, itibar ve olgunluk sebebi
sehâvet: cömertlik
telif: yazma
teyid eden: destekleyen
vakıa: olay
vasıtasıyla: aracılığıyla
zillet: hor, hakir, aşağılanma
ziyade: çok, fazla
zâhirî: dış görünüş itibariyle
âlâ: en üstün

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 245

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Kaideme ve düstur-u hayatıma muhalif bir surette, bir talebem iki buçuk okkaya yakın bir balı, bana hediye kabul ettirmeye ısrar etti. Ne kadar kaidemi ileri sürdüm, kanmadı. Bilmecburiye, yanımdaki üç kardeşime yedirmek ve Şâbân-ı Şerif ve Ramazan’da o baldan iktisatla otuz kırk gün üç adam yesin ve getiren de sevap kazansın ve kendileri de tatlısız kalmasın diyerek, “Alınız” dedim. Bir okka bal da benim vardı. O üç arkadaşım, gerçi müstakim ve iktisadı takdir edenlerdendi. Fakat, her ne ise, birbirine ikram etmek ve herbiri ötekinin nefsini okşamak ve kendi nefsine tercih etmek olan, bir cihette ulvî bir hasletle iktisadı unuttular. Üç gecede iki buçuk okka balı bitirdiler. Ben gülerek dedim: “Sizi otuz kırk gün o bal ile tatlandıracaktım. Siz otuz günü üçe indirdiniz. Afiyet olsun!” dedim. Fakat ben, kendi o bir okka balımı iktisatla sarf ettim. Bütün Şâban ve Ramazan’da hem ben yedim, hem, lillâhilhamd, o kardeşlerimin herbirisine iftar vaktinde birer kaşık HAŞİYE-1 verip, mühim sevaba medar oldu.

Benim halimi görenler, o vaziyetimi belki hısset telâkki etmişlerdir. Öteki kardeşlerimin üç gecelik vaziyetlerini bir civanmertlik telâkki edebilirler. Fakat, hakikat noktasında, o zâhirî hısset altında ulvî bir izzet ve büyük bir bereket ve yüksek bir sevap gizlendiğini gördük. Ve o civanmertlik ve israf altında, eğer vazgeçilmeseydi, bir dilencilik ve gayrın eline tamahkârâne ve muntazırâne bakmak gibi, hıssetten çok aşağı bir hâleti netice verirdi.

ALTINCI NÜKTE

İktisat ve hıssetin çok farkı var. Tevazu, nasıl ki ahlâk-ı seyyieden olan tezellülden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memdûhadır. Ve vakar, nasıl ki kötü hasletlerden olan tekebbürden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memdûhadır. Öyle de, ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyeden olan ve belki kâinattaki nizam-ı hikmet-i İlâhiyenin medarlarından olan iktisat ise, 1 sefillik ve bahillik


[NOT]Haşiye-1 Yani, büyükçe bir çay kaşığı iledir.

Dipnot-1 Ebû Dâvûd, Edeb 2: Müsned 1:296.
[/NOT]



ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk
ahlâk-ı âliye-i Peygamberiye: Peygamberimizin yüce ahlâkı
bahillik: cimrilik
bereket: bolluk
bilmecburiye: zorunlu olarak
cihet: taraf, yön
civanmertlik: yiğitlik, mertlik
düstur-u hayat: hayat prensibi
gayr: başkası
hakikat: asıl, esas, gerçek mahiyet
haslet: huy, karakter
haslet-i memdûha: övülmüş ve methedilmiş özellik
haşiye: dipnot
hâlet: durum, hal
hısset: cimrilik
ikram: bağış, ihsan
iktisat: tutumluluk
israf: savurganlık
izzet: değer, itibar, şeref
kaide: kural, prensip
kâinat: evren
lillâhilhamd: ne kadar hamd ve şükür varsa ve olmuşsa, hepsi Allah’a aittir
medar: dayanak noktası, kaynak
muhalif: aykırı hareket eden
muntazırâne: beklenti içinde
mânen: manevî olarak
mühim: önemli
müstakim: dosdoğru olan
nefis: bir kimsenin kendisi
netice vermek: sonuçlanmak
nizam-ı hikmet-i İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın hikmetle bu âleme yerleştirdiği düzen
nükte: ince ve derin anlamlı söz
okka: 1.283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü
sarf etmek: harcamak
sefillik: yoksulluk
suret: biçim, görünüş
sureten: görünüşte
tamahkârâne: aç gözlü bir şekilde
tekebbür: büyüklenme
telâkki etmek: algılamak
tevazu: alçakgönüllülük
tezellül: alçalma
ulvî: yüce
vakar: ağırbaşlılık
vaziyet: durum
zâhirî: dış görünüşte
Şâban-ı Şerif: hicri ayların sekizincisi ve mübarek üç ayların ikincisi olan değerli ve şerefli Şâban ayı

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 246

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ve tamahkârlık ve hırsın bir halitası olan hısset ile hiç münasebeti yok. Yalnız sureten bir benzeyiş var. Bu hakikati teyid eden bir vakıa:

Sahabenin Abâdile-i Seb’a-i meşhuresinden olan Abdullah ibni Ömer Hazretleri ki, Halife-i Resulullah olan Faruk-u Âzam Hazret-i Ömer’in (r.a.) en mühim ve büyük mahdumu ve Sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zât‑ı mübarek çarşı içinde, alışverişte, kırk paralık bir meseleden, iktisat için ve ticaretin medarı olan emniyet ve istikameti 1 muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir Sahabe ona bakmış. Rû-yi zeminin halife-i zîşânı olan Hazret-i Ömer’in mahdumunun kırk para için münakaşasını acip bir hısset tevehhüm ederek, o imamın arkasına düşüp, ahvâlini anlamak ister.

Baktı ki, Hazret-i Abdullah hane-i mübarekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti.

Uzaktan bakan o Sahabe merak etti. Gitti, o fakirlere sordu: “İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?”

Herbirisi dedi: “Bana bir altın verdi.”

O Sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde iki yüz kuruşu kimseye sezdirmeden, kemâl-i rıza-yı nefisle versin!” diye düşündü. Gitti, Hazret-i Abdullah ibni Ömer’i gördü, dedi:

“Ya imam, bu müşkülümü hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın.”

Ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemâl-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir hâlettir, hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemâlinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır.”


[NOT]Dipnot-1 bk. Tirmizî, Büyû’ 3; İbni Mâce, Ticârât 1; Dârimî, Büyû’ 98.
[/NOT]



Abâdile-i Seb’a-i Meşhure: “Yedi Abdullahlar” ismiyle meşhur sahabeler
Faruk-u Âzam Hazret-i Ömer: hakla batılı birbirinden ayıranların en büyüğü olan Hz. Ömer [bk. bilgiler – Ömer (r.a.)]
Fesübhânallah: “Allah’ı her türlü kusur, ayıp ve eksiklerden tenzih ederim” anlamında bir hayret ifadesi
Halife-i Resulullah: Peygamberimizin adına ve yerine icra makamında olan
Hazret-i Abdullah ibni Ömer: [bk. bilgiler – Abdullah ibni Ömer (r.a.)]
Hazret-i Ömer: [bk. bilgiler – Ömer (r.a.)]
Sahabe: Hz. Peygamber’i (a.s.m.) hayattayken görüp Müslüman olanlar
acip: hayret verici
ahvâl: haller, özellikler
emniyet: güven
esas: temel
hakikat: doğru gerçek
halife-i zîşân: şan ve şeref sahibi olan halife
halita: karışım, birden çok şeyin karışımıyla ortaya çıkan
hane: ev
hane-i mübarek: bereketli ev
hâlet: durum, hâl
hısset: cimrilik
iktisat: tutumluluk
israf: savurganlık
istikamet: doğruluk
kemâl: kusursuzluk, olgunluk
kemâl-i akıl: aklın olgunluğa erişmesi
kemâl-i rıza-yı nefis: tam bir nefis rızası ile
mahdum: oğul
medar: dayanak noktası, kaynak
muhafaza etmek: korumak, saklamak
mühim: önemli
mümtaz: seçkin
münakaşa: tartışma
münasebet: bağlantı, ilgi
müşkül: problem, anlaşılmayan konu
rû-yi zemin: yeryüzü
sadakat: doğruluk
sureten: görünüşte
tamahkâr: aç gözlü, cimri
tevehhüm etmek: asılsız kuruntuya kapılmak
teyid eden: destekleyen
vakıa: olay
vaziyet: durum
zât-ı mübarek: mübarek kişi

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 247

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>İmam-ı Âzam, bu sırra bir işaret olarak لاَ اِسْرَافَ فِى الْخَيْرِ كَمَا لاَ خَيْرَ فِى اْلاِسْرَافِ demiş. Yani, “Hayırda ve ihsanda—fakat müstehak olanlara—israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur.”1

YEDİNCİ NÜKTE

İsraf, hırsı intaç eder. Hırs üç neticeyi verir:

BİRİNCİSİ: Kanaatsizliktir. Kanaatsizlik ise sa’ye, çalışmaya şevki kırar. Şükür yerine şekvâ ettirir, tembelliğe atar. Ve meşru, helâl, az malı HAŞİYE-1 terk edip, gayr-ı meşru, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder.

HIRSIN İKİNCİ NETİCESİ: Haybet ve hasârettir. Maksudunu kaçırmak ve istiskale mâruz kalıp teshilât ve muavenetten mahrum kalmak, hattâ اَلْحَرِيصُ خَائِبٌ خَاِسرٌ 2 yani, “Hırs, hasâret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir” olan darbımesele mâsadak olur.

Hırs ve kanaatin tesiratı, zîhayat âleminde gayet geniş bir düsturla cereyan ediyor. Ezcümle, rızka muhtaç ağaçların fıtrî kanaatleri, onların rızkını onlara koşturduğu gibi, hayvânâtın hırsla meşakkat ve noksaniyet içinde rızka koşmaları, hırsın büyük zararını ve kanaatin azîm menfaatini gösterir.

Hem zayıf umum yavruların lisan-ı halleriyle kanaatleri, süt gibi lâtif bir gıdanın, ummadığı bir yerden onlara akması ve canavarların hırsla noksan ve mülevves rızıklarına saldırması, dâvâmızı parlak bir surette ispat ediyor.



[NOT]Dipnot-1 bk. Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 1:262; Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân 7:110; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr 5:454.

Haşiye-1 İktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükûmet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medarı olan san’at, ticaret, ziraat tenakus eder. O millet de tedennî edip sukut eder, fakir düşer.

Dipnot-2 bk. İbni Kays, Kura’d-Dayf 4:301; el-Meydânî, Mecmeu’l-Emsâl 1:214.

[/NOT]



azîm: büyük
cereyan etmek: meydana gelmek
darbımesel: atasözü
dâvâ: iddia
düstur: kural
ezcümle: meselâ, örneğin
fıtrî: doğal
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı
hasâret: zarara uğramak
hayat-ı içtimaiye: toplumsal hayat
haybet: elindekilerden mahrum kalmak, kaybetmek
haysiyet: itibar
hayvânât: hayvanlar
hayır: iyilik, faydalı ve sevaplı amel
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
helâl: dinen yapılmasına ve yenmesine izin verilen şey
ihsan: bağış, iyilik, lütuf
iktisatsız: savurgan
intaç etmek: netice vermek
ispat etmek: kanıtlamak
israf: savurganlık
istiskal: hor görme, küçümseme
izzet: şeref, değer
kanaat: razı olma, yetinme
kanaatsizlik: elindekiyle yetinmeme
külfetsiz: zahmetsiz
lisan-ı hal: hal ve beden dili
lâtif: güzel, hoş
mahrum: yoksun
maksud: istenilen, hedef alınan şey
medar: dayanak noktası, kaynak
menfaat: fayda, yarar
meşakkat: güçlük, zorluk
meşru: dine uygun
muavenet: yardım
muvaffakiyetsizlik: başarısızlık
mâruz kalma: uğrama, hedef olma
mâsadak: bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı
mülevves: kirli, pis
müstahsil: üretici
müstehak: hak etmiş
müstehlik: tüketici
netice: son, sonuç
noksaniyet: noksanlık, eksiklik
nükte: ince ve derin anlamlı söz
rızk: yiyecek ve içecek şeyler, gıda
sa’y: çalışma
sukut etmek: alçalmak, düşmek
suret: biçim, şekil
tedennî etmek: alçalmak, gerilemek
tenakus etmek: noksanlaşmak, eksilmek
teshilât: kolaylaştırmalar
tesirat: tesirler, etkiler
umum: bütün
zîhayat: canlı
âlem: dünya, evren
İmam-ı Âzam: (bk. bilgiler)
şekvâ: şikâyet
şevk: istek, arzu
şükür: teşekkür etme, Allah’a karşı minnet duyma

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 248

Hem semiz balıkların vaziyet-i kanaatkârânesi, mükemmel rızıklarına medar olması ve tilki ve maymun gibi zeki hayvanların hırsla rızıkları peşinde dolaşmakla beraber kâfi derecede bulmamalarından cılız ve zayıf kalmaları, yine hırs ne derece sebeb-i meşakkat ve kanaat ne derece medar-ı rahat olduğunu gösterir.

Hem Yahudi milleti 1 hırs ile, ribâ ile, hile dolabı ile rızıklarını zilletli ve sefaletli, gayr-ı meşru ve ancak yaşayacak kadar rızıklarını bulması ve sahrânişinlerin, yani bedevîlerin, kanaatkârâne vaziyetleri, izzetle yaşaması ve kâfi rızkı bulması, yine mezkûr dâvâmızı kat’î ispat eder.

Hem çok âlimlerin HAŞİYE-1 ve ediplerin HAŞİYE-2 zekâvetlerinin verdiği bir hırs sebebiyle fakr-ı hale düşmeleri ve çok aptal ve iktidarsızların, fıtrî kanaatkârâne vaziyetleriyle zenginleşmeleri 2 kat’î bir surette ispat eder ki, rızk-ı helâl, acz ve iftikara göre gelir, iktidar ve ihtiyar ile değil.

Belki o rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasiptir. Çünkü, çocukların iktidar ve ihtiyarı geldikçe rızkı azalır, uzaklaşır, sakilleşir.

3 اَلْقَنَاعَةُ كَنْزٌ لاَ يَفْنىَ hadisinin sırrıyla, kanaat bir define-i hüsn-ü maişet ve rahat-ı hayattır. Hırs ise, bir maden-i hasâret ve sefalettir.



[NOT]Dipnot-1 bk. Bakara Sûresi, 2:61, 96.

Haşiye-1 İran’ın âdil padişahlarından Nuşirevân-ı Âdil’in veziri, akılca meşhur âlim olan Büzürcmehr‘den (Büzürg-Mihr) sormuşlar: “Neden ulema, ümera kapısında görünüyor da, ümera ulema kapısında görünmüyor? Halbuki, ilim emâretin fevkindedir.” Cevaben demiş ki: “Ulemanın ilminden, ümeranın cehlindendir.” Yani, ümera, cehlinden ilmin kıymetini bilmiyorlar ki, ulemanın kapısına gidip ilmi arasınlar. Ulema ise, marifetlerinden, mallarının kıymetini dahi bildikleri için, ümera kapısında arıyorlar. İşte Büzürcmehr, ulemanın arasında fakr ve zilletlerine sebep olan zekâvetlerinin neticesi bulunan hırslarını zarif bir surette tevil ederek nâzikâne cevap vermiştir. (Hüsrev)

Haşiye-2 Bunu teyid eden bir hadise: Fransa’da ediplere, iyi dilencilik yaptıkları için dilencilik vesikası veriliyor. Süleyman Rüştü

Dipnot-2 bk. ed-Deylemî, el-Müsned: 4:385.

Dipnot-3 “Kanaat, tükenmez bir hazinedir.” bk. et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat: 7:84; el-Beyhakî, ez-Zühd: 2:88; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 2:133.[/NOT]



Büzürcmehr: (bk. bilgiler)
Fransa: (bk. bilgiler)
Hüsrev: (bk. bilgiler – Hüsrev Altınbaşak)
Nuşirevân-ı Âdil: adaletiyle ün salmış meşhur, eski bir İran Sâsânî Hükümdarı
Süleyman Rüştü: (bk. bilgiler)
Yahudi: (bk. bilgiler - Yahudilik)
acz: güçsüzlük
bedevî: çölde yaşayan, göçebe
cehl: cahillik, bilgisizlik
define-i hüsn-ü maişet: iyi geçim kaynağı
dâvâ: iddia
edip: edebiyatçı
emâret: amirlik, yöneticilik
fakr: fakirlik
fakr-ı hal: fakirlik
fevkinde: üstünde
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı
hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hadise: olay
haşiye: dipnot
iftikar: fakirliğini gösterme
ihtiyar: dileme, istek, irade
iktidar: güç ve kuvvete sahip olma
izzet: değer, itibar, şeref
kanaat: razı olma, yetinme
kanaatkârâne: kısmetine razı olarak, yetinerek
kat’î: kesin
kâfi: yeterli
maden-i hasâret: hüsrana uğrama kaynağı
marifet: bilme, ilim
medar: dayanak noktası, kaynak
medar-ı rahat: rahatlık sebebi
mezkûr: adı geçen
meşhur: bilinen
mâkûsen mütenasip: ters orantılı
nazikâne: nazik bir şekilde, kibarca
rahat-ı hayat: rahat yaşama
ribâ: faiz
rızk-ı helâl: helâl rızık
sahrânişin: çölde oturan, bedevî
sakil: ağır
sebeb-i meşakkat: zorluk sebebi
sefalet: perişanlık, yoksulluk
semiz: besili, iri, büyük
tevil etmek: yorumlamak
teyid eden: destekleyen
ulema: âlimler
vaziyet: durum, hal
vaziyet-i kanaatkârâne: kanaatkâr bir durum
vesika: belge
zekâvet: zeki oluş
zillet: hor, hakir, aşağılanma
âdil: adaletli
âlim: bilgin
ümera: amirler, yöneticiler
İran: (bk. bilgiler)

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 249

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ÜÇÜNCÜ NETİCE: Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü, bir ehl-i takvânın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister. Teveccüh-ü nâsı mürâât eden, ihlâs-ı tâmmı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli, çok câ-yı dikkattir.

Elhasıl, israf, kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise, çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar, hayatından şekvâ kapısını açar, mütemadiyen şekvâ ettirir. HAŞİYE-1 Hem ihlâsı kırar, riyâ kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.

İktisat ise, kanaati intaç eder.

1 عَزَّ مَنْ قَنَعَ ذَلَّ مَنْ طَمَعَ hadisin sırrıyla, kanaat, izzeti intaç eder. Hem sa’ye ve çalışmaya teşcî eder. Şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır. Çünkü, meselâ bir gün çalıştı. Akşamda aldığı cüz’î bir ücrete kanaat sırrıyla, ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise, kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa da şevksiz çalışır.

Hem iktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekvâ kapısını kapatır. Hayatında daima şâkir olur. Hem kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğnâ etmek cihetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riyâ kapısı kapanır.

İktisatsızlık ve israfın dehşetli zararlarını geniş bir dairede müşahede ettim. Şöyle ki:

Ben, dokuz sene evvel mübarek bir şehre geldim. Kış münasebetiyle o şehrin menâbi-i servetini göremedim. Allah rahmet etsin, oranın müftüsü birkaç defa bana dedi: “Ahalimiz fakirdir.” Bu söz benim rikkatime dokundu. Beş altı sene sonraya kadar, daima o şehir ahalisine acıyordum.

Sekiz sene sonra yazın yine o şehre geldim. Bağlarına baktım. Merhum müftünün



[NOT]Haşiye-1 Evet, hangi müsrifle görüşsen, şekvâlar işiteceksin. Ne kadar zengin olsa da yine dili şekvâ edecektir. En fakir, fakat kanaatkâr bir adamla görüşsen, şükür işiteceksin.

Dipnot-1 “Kanaat eden aziz olur; tamah eden zillete düşer.” bk. İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî Ğarîbi’l-Hadîs: 4:114; ez-Zebîdî, Tâcü’l-Arûs: 22:90.
[/NOT]



ahali: halk
amel-i uhreviye: âhireti kazanmak için yapılan amel, iş
cihet: taraf, yön
câ-yı dikkat: dikkat çekici, ilginç
cüz’î: ferdî, az, sınırlı
ehemmiyet: değer, önem
ehl-i takvâ: takvâ sahipleri
elhasıl: kısaca, özetle
hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihlâs-ı tâmme: tam bir ihlâs ve samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
iktisat: tutumluluk
iktisatsızlık: tutumlu olmama, savurganlık
intaç etmek: netice vermek, doğurmak
israf: savurganlık
istiğnâ etmek: eldekini yeterli bulup başkasına ihtiyaç duymamak, tokgönüllülük
izzet: değer, itibar, şeref
kanaat: kısmetine razı olma, yetinme
kanaatkâr: kısmetine razı olan
kanaatsizlik: elindekiyle yetinmeme
menâbi-i servet: zenginlik kaynakları
merhum: rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
mübarek: bereketli, hayırlı
münasebet: bağlantı, ilgi
mürâât etmek: gözetmek, dikkate almak
müsrif: israf eden, savurgan
mütemadiyen: sürekli olarak
müşahede etmek: gözlemlemek
netice: son, sonuç
rikkat: acıma, yufka yüreklilik
riyâ: gösteriş, başkalarına iyi görünme
sa’y: çalışma
teveccüh etmek: yönelmek
teveccüh-ü nâs: insanların teveccühü, ilgisi
teşcî etmek: cesaretlendirmek
vasıtasıyla: aracılığıyla
ziyade: çok, fazla
şekvâ: şikâyet
şevk: şiddetli arzu ve istek
şâkir: şükreden
şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 250

sözü hatırıma geldi. “Fesübhânallah,” dedim. “Bu bağların mahsulâtı, şehrin hâcetinin pek fevkindedir. Bu şehir ahalisi pek çok zengin olmak lâzım gelir.” Hayret ettim. Beni aldatmayan ve hakikatlerin derkinde bir rehberim olan bir hatıra-i hakikatle anladım: İktisatsızlık ve israf yüzünden bereket kalkmış ki, o kadar menâbi-i servetle beraber, o merhum müftü “Ahalimiz fakirdir” diyordu. Evet, zekât vermek ve iktisat etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi, 1 israf etmekle zekât vermemek, sebeb-i ref-i bereket olduğuna hadsiz vakıat vardır.

İslâm hükemasının Eflâtun’u ve hekimlerin şeyhi ve feylesofların üstadı, dâhi‑i meşhur Ebu Ali ibni Sina, yalnız tıp noktasında,كُلُوا وَاشْرَبوُا وَلاَ تُسْرِفُوا 2 âyetini şöyle tefsir etmiş. Demiş:

جَمَعْتُ الطِّبَّ فِى بَيْتَيْنِ جَمْعًا وَحُسْنُ الْقَوْلِ فِى قَصْرِ الْكَلاَمِفَقَلِّلْ اِنْ اَكَلْتَ وَبَعْدَ اَكْلٍ تَجَنَّبْ وَالشِّفَاۤءُ فِى اْلاِنْهِضَامِوَلَيْسَ عَلَى النُّفُوسِ اَشََدُّ حَالاً مِنْ اِدْخَالِ الطَّعَامِ عَلَى الطَّعَامِ

Yani, ilm-i tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat kadar daha yeme. Şifa hazımdadır. Yani, kolayca hazmedeceğin miktarı ye, nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir. HAŞİYE-1


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 3





[NOT]Dipnot-1 bk. et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr: 10:128; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat: 2:161, 274; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ: 3:382, 4:84.

Dipnot-2 “Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” A’râf Sûresi, 7:31.

Haşiye-1 Yani, vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek, veyahut telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır.

Dipnot-3 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.
[/NOT]



Ebu Ali ibni Sina: (bk. bilgiler – İbni Sina)
Eflâtun: (bk. bilgiler)
Fesübhânallah: “Allah’ı her türlü kusur, ayıp ve eksiklerden tenzih ederim” anlamında bir hayret ifadesi
ahali: halk
bereket: bolluk
bittecrübe: deneme yoluyla
derk etmek: anlamak, algılamak
dâhi-i meşhur: dehasıyla meşhur olmuş kişi
fasıla: ara
fevkinde: üstünde
feylesof: filozof, felsefe bilgini
hadsiz: sınırsız
hakikat: doğru gerçek
hatıra-i hakikat: hakikate ulaşma yönünde yaşanmış bir hatıra
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hâcet: ihtiyaç
hükema: filozoflar
iktisat: tutumluluk
iktisatsızlık: tutumlu olmamak
ilm-i tıb: tıp bilimi
israf: savurganlık
mahsulât: ürünler
menâbi-i servet: zenginlik kaynakları
muzır: zararlı
mütenevvi: çeşit çeşit, çeşitli
nefis: bir kimsenin kendisi
sebeb-i bereket: bolluk nedeni
sebeb-i ref-i bereket: bereketin ortadan kalkmasının sebebi
taam: yemek
tefsir: Kur’ân ayetlerinin çeşitli yönleriyle yorumlanması
telezzüz: lezzet alma, lezzetlenme
vakıat: olaylar, hadiseler
âyet: Kur’an’da yer alan her bir cümle
üstad: hoca
şifa: iyileşme, sağlıklı olma

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 251

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} .listlevel1WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:disc;clear:left} .listlevel2WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:bullet;clear:left} .listlevel3WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:square;clear:left} .listlevel4WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:disc;clear:left} .listlevel5WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:bullet;clear:left} .listlevel6WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:square;clear:left} .listlevel7WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:disc;clear:left} .listlevel8WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:bullet;clear:left} .listlevel9WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:square;clear:left} </STYLE>
  • Câ-yı hayret ve medar-ı ibret bir tevafuk: İktisat Risalesini, üçü acemî olarak, beş altı ayrı ayrı müstensih, ayrı ayrı yerde, ayrı ayrı nüshadan yazıp, birbirinden uzak, hatları birbirinden ayrı, hiç elif’leri düşünmeyerek yazdıkları herbir nüshanın elif’leri, duasız elli bir (51), dua ile beraber elli üç (53)’te tevafuk etmekle beraber, İktisat Risalesinin tarih-i telif ve istinsahı olan Rûmîce elli bir (51) ve Arabî elli üç (53) tarihinde tevafuku ise, şüphesiz tesadüf olamaz. İktisattaki bereketin keramet derecesine çıktığına bir işarettir. Ve bu seneye “Sene-i İktisat” tesmiyesi lâyıktır.

  • Evet, zaman, iki sene sonra bu keramet-i iktisadiyeyi, İkinci Harb-i Umumiyede her taraftaki açlık ve tahribat ve israfatla ve nev-i beşer ve herkes iktisada mecbur olmasıyla ispat etti.



endOfSection.gif
endOfSection.gif







Arabî: Hicrî takvime göre
Rûmîce: Rûmî takvime göre
Sene-i İktisat: İktisat Yılı
acemî: göreve yeni başlamış
bereket: bolluk
câ-yı hayret: hayret verici, şaşırtıcı
elif: Arap alfabesinin ilk harfi
hat: yazı
iktisat: tutumlu olma
israfat: israflar, savurganlıklar
istinsah etmek: el ile yazarak çoğaltmak
keramet: Allah’ın bir ikramı olarak, görülen olağanüstü hal ve hareket
keramet-i iktisadiye: tutumlu olmanın ortaya çıkardığı keramet
mecbur: zorunlu
medar-ı ibret: ibret vesilesi
müstensih: el ile yazıp çoğaltan
nev-i beşer: insanlar
nüsha: yazılı hale getirilen eser
tahribat: tahripler, yıkımlar
tarih-i telif: bir eserin yazılma tarihi
tesadüf: rastlantı
tesmiye edilen: isimlendirilen
tevafuk: uygunluk
İkinci Harb-i Umumi: İkinci Dünya Savaşı

<TBODY>
</TBODY>




<TBODY>
</TBODY>
 

Ahmet.1

Well-known member
Furkân, 67. Ayet: Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.
 
Üst