On Dördüncü Lem'a

Ukbaa

Well-known member
On Dördüncü Lem’a

İki Makamdır. Birinci Makamı, iki sualin cevabıdır.

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
1 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
blank.gif
3

Aziz, sıddık kardeşim Refet Bey,

Sevr ve hût’a dair sorduğun sualin bazı risalelerde cevabı vardır. O nevi suallere göre cevap, Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında “On İki Asıl” namıyla on iki kaide-i mühimme beyan edilmiştir. O kaideler ehâdis-i Nebeviyeye dair muhtelif tevilâta dair birer mihenktirler ve ehâdise gelen evhâmı def edecek mühim esaslardır. Maatteessüf şimdilik sünuhattan başka ilmî mesâille iştigalime mâni bazı haller var. Onun için, sualinize göre cevap veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa, bilmecburiye meşgul oluyorum. Bazan suallere sünuhata tevafuk ettiği için cevap verilir; gücenmeyiniz. Onun için, herbir sualinize lâyıkınca cevap veremiyorum. Haydi, bu defaki sualinize kısa bir cevap vereyim.

Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: “Hocalar diyorlar: Arz öküz ve balık üstünde duruyor. Halbuki arz, muallâkta bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. Ne öküz var, ne de balık!”

Elcevap: İbni Abbas (r.a.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sormuşlar: “Dünya ne üstündedir?” Ferman etmiş:



[NOT]Dipnot-1 Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-3 Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâm üzerine olsun</TD><TD>Refet Bey: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>arz: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>aziz: çok değerli, izzetli</TD><TD>beyan etmek: açıklamak</TD></TR><TR><TD>bilmecburiye: zorunlu olarak</TD><TD>ehâdis: hadisler, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış</TD></TR><TR><TD>ehâdis-i Nebeviye: Hz. Peygamber tarafından söylenen sözler</TD><TD>esas: temel</TD></TR><TR><TD>evhâm: vehimler, kuruntular</TD><TD>ferman etmek: buyurmak</TD></TR><TR><TD>hal: tavır, davranış</TD><TD>hût: büyük balık</TD></TR><TR><TD>ilmî: bilimsel</TD><TD>isnad edilen: dayandırılan</TD></TR><TR><TD>iştigal: meşgul olma</TD><TD>kaide: kural</TD></TR><TR><TD>kaide-i mühimme: önemli kural</TD><TD>lem’a: parıltı</TD></TR><TR><TD>maatteessüf: ne yazık ki</TD><TD>makam: derece, bölüm</TD></TR><TR><TD>mesâil: meseleler</TD><TD>mihenk: ölçü</TD></TR><TR><TD>muallâk: asılı, boşta</TD><TD>muhtelif: çeşitli</TD></TR><TR><TD>mâni: engel</TD><TD>mühim: önemli</TD></TR><TR><TD>namıyla: adıyla</TD><TD>nevi: çeşit, tür</TD></TR><TR><TD>risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi</TD><TD>rivayet: Peygamberimizden duyulan sözlerin ve görülen davranışların nakledilmesi</TD></TR><TR><TD>sahih: doğru, sağlıklı</TD><TD>sevr: öküz</TD></TR><TR><TD>sünuhat: kalbe gelen mânâlar</TD><TD>sünuhat-ı kalbiye: Allah’ın yardımıyla kalbe gelen mânâlar</TD></TR><TR><TD>sıddık: çok doğru, sadık</TD><TD>tevafuk: uygunluk</TD></TR><TR><TD>tevilât: yorumlar</TD><TD>zat: kişi</TD></TR><TR><TD>İbni Abbas: [bk. bilgiler – Abdullah İbni Abbas (r.a.)]</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 164

لَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ
blank.gif
1

Bir rivayette, bir defa عَلَى الثَّوْرِ demiş, diğer defada عَلَى الْحُوتِ demiştir.

Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevâri hikâyelere bu hadisi tatbik etmişler. Hususan Benî İsrail âlimlerinin Müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sabıkada sevr ve hût hakkında gördükleri hikâyeleri hadise tatbik edip, hadisin mânâsını acip bir tarza çevirmişler. Şimdilik bu sualinize dair gayet mücmel Üç Esas ve Üç Vecih söylenecek.

BİRİNCİ ESAS: Benî İsrail ulemasının bir kısmı Müslüman olduktan sonra, eski malûmatları dahi onlarla beraber Müslüman olmuş, İslâmiyete mal olmuş. Halbuki o eski malûmatlarda yanlışlar var. O yanlışlar elbette onlara aittir, İslâmiyete ait değildir.

İKİNCİ ESAS: Teşbih ve temsiller, havastan avâma geçtikçe, yani, ilmin elinden cehlin eline düştükçe, mürur-u zamanla hakikat telâkki edilir. Meselâ, küçüklüğümde kamer tutuldu. Ben valideme dedim:

“Neden ay böyle oldu?”
Dedi: “Yılan yutmuş.”
Dedim: “Daha görünüyor.”
Dedi: “Yukarıda yılanlar cam gibi olup içlerinde bulunan şeyi gösterirler.”

Bu çocukluk hatırasını çok zaman tahattur ediyordum. Ve derdim ki: “Bu kadar hakikatsiz bir hurafe, validem gibi ciddî zatların lisanında nasıl geziyor?” diye düşünürdüm. Tâ, felekiyat fennini mütalâa ettiğim vakit gördüm ki, validem gibi öyle diyenler bir teşbihi hakikat telâkki etmişler. Çünkü, derecât-ı şemsiyenin medârı olan “mıntıkatü’l-burûc” tabir ettikleri daire-i azîme, menâzil-i kameriyenin medârı bulunan mâil-i kamer dairesi birbiri üstüne geçmekle, o iki daire, herbiri iki kavis şeklini vermiş. O iki kavise felekiyun uleması, lâtif



[NOT]Dipnot-1 “Dünya, öküz ve balık üzerindedir.” bk. Hâkim, el-Müstedrek: 4:636; el-Münzirî, et-Terğib ve’t-Terhîb: 4:257; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid: 8:131; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam: 1:172.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler</TD><TD>acip: hayret verici</TD></TR><TR><TD>avâm: halktan ilmi az olan kişiler</TD><TD>cehil: cahillik, bilgisizlik</TD></TR><TR><TD>daire-i azîme: büyük daire</TD><TD>derecât-ı şemsiye: güneşe ait dereceler</TD></TR><TR><TD>esas: temel</TD><TD>felekiyyun: uzay bilginleri, astronomlar</TD></TR><TR><TD>felekkiyat: gök bilimi, astronomi</TD><TD>gayet: çok</TD></TR><TR><TD>hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış</TD><TD>hakikat: doğru gerçek</TD></TR><TR><TD>havas: seçkin kişiler, âlimler</TD><TD>hurafe: delile dayanmayan saçma inanış</TD></TR><TR><TD>hurafevâri: delile dayanmayan batıl inanışlar tarzında</TD><TD>hususan: özellikle</TD></TR><TR><TD>hût: büyük balık</TD><TD>kamer: ay</TD></TR><TR><TD>kütüb-ü sabıka: Kur’ân’dan önce gönderilen kutsal kitaplar</TD><TD>lisan: dil</TD></TR><TR><TD>lâtif: güzel, hoş</TD><TD>malûmat: bilgiler</TD></TR><TR><TD>medâr: eksen, yörünge</TD><TD>menâzil-i kameriye: Ay’ın menzilleri, durakları</TD></TR><TR><TD>muhaddis: hadis ilmiyle uğraşan âlim</TD><TD>mâil-i kamer: Ay’ın yörüngesi</TD></TR><TR><TD>mânâ: anlam</TD><TD>mücmel: kısa, öz</TD></TR><TR><TD>mürur-u zaman: zamanın geçmesi</TD><TD>mütalâa etme: okuma, inceleme</TD></TR><TR><TD>mıntıkatü’l-burûc: uzayda on iki burcun bulunduğu alan</TD><TD>nakledilen: anlatılan</TD></TR><TR><TD>rivayet: Peygamberimizden duyulan sözlerin ve görülen davranışların nakledilmesi</TD><TD>sevr: öküz</TD></TR><TR><TD>tahattur etmek: hatırlamak</TD><TD>tatbik etmek: uygulamak</TD></TR><TR><TD>telâkki etmek: algılamak</TD><TD>temsil: bir bilinmeyeni bilinen bir şeyle kıyaslayarak açıklama</TD></TR><TR><TD>teşbih: benzetme</TD><TD>ulema: âlimler</TD></TR><TR><TD>valide: anne</TD><TD>vecih: yön</TD></TR><TR><TD>âlim: bilgin</TD><TD>İsrailiyat: İsrailoğullarına ait bilgiler, bir temele dayanmayan gerçek dışı anlatımlar</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 165

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>bir teşbihle, büyük iki yılan namı olan “tinnîneyn” namını vermişler. İşte, o iki dairenin tekatu’ noktasına, “baş” mânâsına “re’s,” diğerine “kuyruk” mânâsına “zeneb” demişler. Kamer re’se ve şems zenebe geldiği vakit, felekiyun ıstılahınca “haylûlet-i arz” vuku bulur. Yani, küre-i arz, tam ikisinin ortasına düşer. O vakit kamer hasf olur. Sabık teşbihle, “Kamer tinnînin ağzına girdi” denilir. İşte bu ulvî ve ilmî teşbih, avâmın lisanına girdikçe, mürur-u zamanla, kameri yutacak koca bir yılan şeklini almış.

İşte, Sevr ve Hût namıyla iki büyük melek, bir teşbih-i lâtif-i kudsî ile ve mânidar bir işaretle, Sevr ve Hût namıyla tesmiye edilmişler. Kudsî, ulvî lisan-ı Nübüvvetten umumun lisanına girdikçe, o teşbih hakikate inkılâp etmiş, adeta gayet büyük bir öküz ve dehşetli bir balık suretini almışlar.

ÜÇÜNCÜ ESAS: Nasıl ki Kur’ân’ın müteşabihâtı var; gayet derin meseleleri temsilâtla ve teşbihatla avâma ders veriyor. Öyle de, hadisin müteşabihâtı var; gayet derin hakikatleri me’nûs teşbihatla ifade eder. Meselâ, bir iki risalede beyan ettiğimiz gibi, bir vakit huzur-u Nebevîde gayet derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Yetmiş senedir yuvarlanıp bu dakikada Cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” Birkaç dakika sonra birisi geldi, dedi: “Yetmiş yaşındaki meşhur münafık öldü.”
blank.gif
1
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın gayet beliğ temsilinin hakikatini ilân etti.


Senin sualin cevabına şimdilik Üç Vecih söylenecek.

BİRİNCİSİ: Hamele-i Arş ve Semâvat denilen melâikenin birinin ismi “Nesir” ve diğerinin ismi “Sevr”
blank.gif
2
olarak dört melâikeyi Cenâb-ı Hak Arş ve semâvâta,



[NOT]Dipnot-1 bk. Müslim, Cennet: 12; Müsned: 3:315, 341, 346.

Dipnot-2 Beyhakî, Şu’abu’l-Îmân, 433; Zehebî, Mîzânü’l-İ’tidâl, 4:352; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 1:329.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Arş: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer</TD><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>Hamele-i Arş ve Semâvat: Arş’ın ve göklerin taşıyıcısı olan melekler</TD><TD>Nesir: Allah’ın yeryüzünü taşıyıcı olarak belirlediği meleklerden birinin ismi, kartal</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Sevr: Allah’ın yeryüzünü taşıyıcı olarak belirlediği meleklerden birinin ismi, öküz</TD></TR><TR><TD>avâm: halktan ilmi az olan kişiler</TD><TD>beliğ: belagâtli, maksadın noksansız ve güzel sözlerle anlatılması</TD></TR><TR><TD>beyan etme: açıklama</TD><TD>dehşetli: korkunç, ürkütücü</TD></TR><TR><TD>felekiyyun ıstılahı: gök bilimcilerin kullandığı terimler</TD><TD>ferman etmek: buyurmak</TD></TR><TR><TD>gayet: çok</TD><TD>hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış</TD></TR><TR><TD>hakikat: gerçek</TD><TD>hasf: ay tutulması</TD></TR><TR><TD>haylûlet-i arz: Ay tutulması, Dünyanın Güneşle ayın arasına girmesi</TD><TD>huzur-u Nebevî: Hz. Peygamberin hazır bulunduğu ortam</TD></TR><TR><TD>hût: büyük balık</TD><TD>ilmî: bilimsel</TD></TR><TR><TD>ilân etmek: duyurmak</TD><TD>inkılâp etmek: değişmek, dönüşmek</TD></TR><TR><TD>kamer: Ay</TD><TD>kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal</TD></TR><TR><TD>küre-i arz: yeryüzü</TD><TD>lisan-ı Nübüvvet: peygamberlik dili, bir peygamberin halka ifade için kullandığı anlatım tarzı</TD></TR><TR><TD>melâike: melekler</TD><TD>meşhur: çok tanınan</TD></TR><TR><TD>me’nûs: alışılagelen, yabancı olmayan</TD><TD>mânidar: mânâlı, anlamlı</TD></TR><TR><TD>mânâ: anlam</TD><TD>münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen</TD></TR><TR><TD>mürur-u zaman: zamanın geçmesi</TD><TD>müteşabihât: mânâsı açık olmayan âyetler</TD></TR><TR><TD>nam: ad, isim</TD><TD>risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden herbiri</TD></TR><TR><TD>sabık: önceden geçen</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>tekatu’: kesişme</TD><TD>temsil: analoji, bir bilinmeyeni bilinen bir şeyle kıyaslayarak açıklama</TD></TR><TR><TD>temsilât: temsiller</TD><TD>tesmiye edilmek: isimlendirilmek</TD></TR><TR><TD>teşbih: benzetme</TD><TD>teşbih-i lâtif-i kudsî: kutsal ve güzel bir benzetme</TD></TR><TR><TD>teşbihat: benzetmeler</TD><TD>tinnîneyn: iki büyük yılan</TD></TR><TR><TD>tınnîn: yılan</TD><TD>ulvî: yüce, büyük</TD></TR><TR><TD>umum: genel</TD><TD>vecih: yön</TD></TR><TR><TD>vuku bulmak: meydana gelmek</TD><TD>şems: Güneş</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 166

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>saltanat-ı rububiyetine nezaret etmek için tayin ettiği gibi, semâvâtın bir küçük kardeşi ve seyyarelerin bir arkadaşı olan küre-i arza dahi iki melek, nâzır ve hamele olarak tayin etmiştir. O meleklerin birinin ismi “Sevr” ve diğerinin ismi “Hût”tur. Ve o namı vermesinin sırrı şudur ki:

Arz iki kısımdır: biri su, biri toprak. Su kısmını şenlendiren balıktır. Toprak kısmını şenlendiren, insanların medar-ı hayatı olan ziraat, öküz iledir ve öküzün omuzundadır. Küre-i arza müekkel iki melek, hem kumandan, hem nâzır olduklarından, elbette balık taifesine ve öküz nev’ine bir cihet-i münasebetleri bulunmak lâzımdır. Belki, وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ
blank.gif
1, o iki meleğin âlem-i melekût ve âlem-i misalde sevr ve hût suretinde temessülleri var. HAŞİYE-1 İşte bu münasebete ve o nezarete işareten ve küre-i arzın o iki mühim nevi mahlûkatına imâen, lisan-ı mu’cizü’l-beyân-ı Nebevî, اَ ْلاَرْضُ عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ
blank.gif
2
demiş, gayet derin ve geniş, bir sayfa kadar meseleleri hâvi olan bir hakikati gayet güzel ve kısa birtek cümleyle ifade etmiş.


İKİNCİ VECİH: Meselâ, nasıl ki denilse, “Bu devlet ve saltanat hangi şey üzerinde duruyor?” Cevabında “Ale’s-seyfi ve’l-kalem” denilir. Yani, “Asker kılıcının şecaatine, kuvvetine ve memur kaleminin dirayetine ve adaletine istinad


[NOT]Dipnot-1 Gerçek ilim ancak Allah katındadır.

Haşiye-1 Evet, küre-i arz, bahr-i muhit-i havaîde bir sefine-i Rabbâniye ve—nass-ı hadisle—âhiretin bir mezraası, yani, fidanlık tarlası olduğundan, o câmid ve şuursuz büyük gemiyi o denizde emr-i İlâhî ile, intizamla, hikmetle yüzdüren, kaptanlık eden melâikeye “Hût” namı ve o tarlaya izn-i İlâhî ile nezaret eden melâikeye “Sevr” ismi ne kadar yakıştığı zâhirdir.

Dipnot-2 “Dünya, öküz ve balığın üzerindedir.” bk. Hâkim, el-Müstedrek: 4:636; el-Münzirî, et-Terğib ve’t-terhîb: 4:257; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid: 8:131; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam: 1:172.

[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Sevr: Allah’ın yeryüzünü taşıyıcı olarak belirlediği meleklerden birinin ismi; öküz</TD><TD>adalet: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi</TD></TR><TR><TD>arz: yeryüzü</TD><TD>bahr-i muhit-i havaî: geniş hava denizi; atmosfer</TD></TR><TR><TD>cihet-i münasebet: bağlantı yönü</TD><TD>câmid: cansız</TD></TR><TR><TD>dirayet: kabiliyet, incelikleri kavrayış</TD><TD>emr-i İlâhî: Allah’ın emri</TD></TR><TR><TD>hakikat: gerçek</TD><TD>hamele: taşıyıcılar</TD></TR><TR><TD>haşiye: dipnot</TD><TD>hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma</TD></TR><TR><TD>hâvi olan: içine alan</TD><TD>hût: Allah’ın yeryüzünü taşıyıcı olarak belirlediği meleklerden birinin ismi; büyük balık</TD></TR><TR><TD>imâen: işaret ederek</TD><TD>intizam: düzen</TD></TR><TR><TD>istinad etmek: dayanmak</TD><TD>izn-i İlâhî: Allah’ın izni</TD></TR><TR><TD>küre-i arz: yeryüzü</TD><TD>lisan-ı mu’cizü’l-beyân-ı Nebevî: her şeyi ap açık şekilde açıklayan Peygamberimizin mu’cizeli dili</TD></TR><TR><TD>mahlûkat: varlıklar</TD><TD>medar-ı hayat: hayatın kaynağı</TD></TR><TR><TD>melâike: melekler</TD><TD>mezraa: tarla</TD></TR><TR><TD>müekkel: görevli, vekil tayin edilmiş</TD><TD>münasebet: bağlantı, ilişki</TD></TR><TR><TD>nam: ad, ünvan</TD><TD>nass-ı hadis: kesin hüküm içeren hadis-i şerif</TD></TR><TR><TD>nev’: tür, çeşit</TD><TD>nezaret etmek: gözetmek</TD></TR><TR><TD>nâzır: bakan, gözeten</TD><TD>saltanat: hakimiyet</TD></TR><TR><TD>saltanat-ı rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması</TD><TD>sefine-i Rabbâniye: Rabbanî gemi, dünya</TD></TR><TR><TD>semâvât: gökler</TD><TD>seyyare: gezegen</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, görünüş</TD><TD>taife: grup, topluluk</TD></TR><TR><TD>tayin etmek: belirlemek, görevlendirmek</TD><TD>temessül: yansıma</TD></TR><TR><TD>vecih: yön</TD><TD>ziraat: tarım</TD></TR><TR><TD>zâhir: açık, gözle görünür</TD><TD>âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat</TD></TR><TR><TD>âlem-i melekût: İlâhî hükümranlığın tam olarak tecellî ettiği, görünmeyen iç âlem</TD><TD>âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem</TD></TR><TR><TD>şecaat: yiğitlik, cesurluk</TD><TD>şuursuz: bilinçsiz, akılsız</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 167

eder.” Öyle de, küre-i arz madem zîhayatın meskenidir ve zîhayatın kumandanları da insandır ve insanın ehl-i sevâhil kısmının kısm-ı âzamının medar-ı taayyüşleri balıktır ve ehl-i sevâhil olmayan kısmının medar-ı taayyüşleri, ziraatle, öküzün omuzundadır ve mühim bir medar-ı ticareti de balıktır. Elbette, devlet seyf ve kalem üstünde durduğu gibi, küre-i arz da öküz ve balık üstünde duruyor, denilir. Zira, ne vakit öküz çalışmazsa ve balık milyon yumurtayı birden doğurmazsa, o vakit insan yaşayamaz, hayat sukut eder, Hâlık-ı Hakîm de arzı harap eder.

İşte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayet mucizâne ve gayet ulvî ve gayet hikmetli bir cevapla, اَ ْلاَرْضُ عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ
blank.gif
1
demiş. Nev-i insanînin hayatı, ne kadar cins-i hayvânînin hayatıyla alâkadar olduğuna dair geniş bir hakikati iki kelimeyle ders vermiş.


ÜÇÜNCÜ VECİH: Eski kozmoğrafya nazarında güneş gezer. Güneşin her otuz derecesini bir burç tabir etmişler. O burçlardaki yıldızların aralarında birbirine raptedecek farazî hatlar çekilse, birtek vaziyet hâsıl olduğu vakit, bazı esed (yani arslan) suretini, bazı terazi mânâsına olarak mizan suretini, bazı öküz mânâsına sevr suretini, bazı balık mânâsına hût suretini göstermişler. O münasebete binaen o burçlara o isimler verilmiş. Şu asrın kozmoğrafyası nazarında ise, güneş gezmiyor. O burçlar boş ve muattal ve işsiz kalmışlar. Güneşin bedeline küre-i arz geziyor. Öyleyse, o boş, işsiz burçlar ve yukarıdaki muattal daireler yerine, yerde arzın medar-ı senevîsinde, küçük mikyasta o daireleri teşkil etmek gerektir. Şu halde, burûc-u semâviye, arzın medar-ı senevîsinden temessül edecek. Ve o halde küre-i arz her ayda burûc-u semâviyenin birinin gölgesinde ve misalindedir. Güya arzın medar-ı senevîsi bir âyine hükmünde olarak, semâvî burçlar onda temessül ediyor.


[NOT]Dipnot-1 “Dünya, öküz ve balığın üzerindedir.” bk. Hâkim, el-Müstedrek: 4:636; el-Münzirî, et-Terğib ve’t-Terhîb: 4:257; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid: 8:131; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam: 1:172.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Hâlık-ı Hakîm: her varlığı sayısız hikmetlerle yaratan Allah</TD><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>alâkadar: alakalı, ilgili</TD><TD>arz: yeryüzü, dünya</TD></TR><TR><TD>asır: yüzyıl</TD><TD>binaen: dayanarak</TD></TR><TR><TD>burç: Güneş sisteminde izleri düşen on iki takım yıldızın herbiri</TD><TD>burûc-u semâviye: gökteki burçlar</TD></TR><TR><TD>cins-i hayvânî: hayvan türü</TD><TD>ehl-i sevâhil: deniz kıyılarında yaşayanlar</TD></TR><TR><TD>farazî: hayalî, varsayılan</TD><TD>hakikat: gerçek</TD></TR><TR><TD>harap etmek: yıkmak</TD><TD>hikmetli: içinde derin hakikatlerin bulunduğu bir şekilde</TD></TR><TR><TD>hâsıl olmak: meydana gelmek</TD><TD>hût: büyük balık</TD></TR><TR><TD>hükmünde olma: aslıyla aynı hükmü taşıma</TD><TD>istinad etmek: dayanmak</TD></TR><TR><TD>kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi</TD><TD>küre-i arz: yerküre</TD></TR><TR><TD>kısm-ı âzam: büyük kısım, çoğunluk</TD><TD>medar-ı senevî: dünyanın güneş etrafında dönerken bir sene içinde çizdiği yörünge</TD></TR><TR><TD>medar-ı taayyüş: geçim kaynağı</TD><TD>medar-ı ticaret: ticaret kaynağı</TD></TR><TR><TD>mesken: ev, barınak</TD><TD>mikyas: ölçü</TD></TR><TR><TD>misal: yansıma, görüntü</TD><TD>mizan: terazi</TD></TR><TR><TD>muattal kalma: kullanılmaz olma</TD><TD>mucizâne: mucizeli bir şekilde</TD></TR><TR><TD>mânâ: anlam</TD><TD>mühim: önemli</TD></TR><TR><TD>münasebet: bağlantı, ilişki</TD><TD>nazar: bakış açısı</TD></TR><TR><TD>nev-i insanî: insan türü, insanlık</TD><TD>raptetmek: bağlamak</TD></TR><TR><TD>semâvî: göğe ait</TD><TD>sevr: öküz</TD></TR><TR><TD>seyf: kılıç</TD><TD>sukut etmek: ortadan kalkmak</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, görünüş</TD><TD>temessül etmek: görünmek, yansımak</TD></TR><TR><TD>teşkil etmek: meydana gelmek, oluşmak</TD><TD>ulvî: yüce, büyük</TD></TR><TR><TD>vaziyet: durum, hal</TD><TD>vecih: yön</TD></TR><TR><TD>ziraat: tarım</TD><TD>zîhayat: canlı</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 168

İşte bu vecihle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sabıkan zikrettiğimiz gibi, bir defa ale’s-sevri bir defa ale’l-hût demiş. Evet, mu’cizü’l-beyan olan lisan-ı Nübüvvete yakışır bir tarzda, gayet derin ve çok asır sonra anlaşılacak bir hakikate işareten, bir defa ale’s-sevri demiş. Çünkü küre-i arz, o sualin zamanında Sevr Burcunun misalindeydi. Bir ay sonra yine sorulmuş, ale’l-hût demiş. Çünkü o vakit küre-i arz Hût Burcunun gölgesindeymiş.

İşte, istikbalde anlaşılacak bu ulvî hakikate işareten ve küre-i arzın vazifesindeki hareketine ve seyahatine imâen ve semâvî burçlar, güneş itibarıyla muattal ve misafirsiz olduklarına ve hakikî işleyen burçlar ise küre-i arzın medar-ı senevîsinde bulunduğuna ve o burçlarda vazife gören ve seyahat eden küre-i arz olduğuna remzen, عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ
blank.gif
1
demiştir. Vallahu a’lemu bi’s-savab.


Bazı kütüb-ü İslâmiyede sevr ve hûta dair acip ve haric-i akıl hikâyeler, ya İsrailiyattır veya temsilâttır veya bazı muhaddislerin tevilâtıdır ki, bazı dikkatsizler tarafından hadis zannedilerek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma isnad edilmiş.



رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَاۤ اِنْ نَسِينَاۤ اَوْ اَخْطَاْنَا
blank.gif
2

blank.gif
3
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ



endOfSection.gif
endOfSection.gif






[NOT]Dipnot-1 “Öküz ve balık üzerindedir.” bk. Hâkim, el-Müstedrek: 4:636; el-Münzirî, et-Terğib ve’t-Terhîb: 4:257; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid: 8:131; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam: 1:172.

Dipnot-2 “Ey Rabbimiz, unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.

Dipnot-3 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Hût Burcu: Balık Burcu</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed</TD><TD>Sevr Burcu: Boğa Burcu</TD></TR><TR><TD>acip: hayret verici</TD><TD>ale’l-hût: balığın üzerinde</TD></TR><TR><TD>ale’s-sevr: öküzün üzerinde</TD><TD>hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış</TD></TR><TR><TD>hakikat: doğru gerçek</TD><TD>hakikî: gerçek</TD></TR><TR><TD>haric-i akıl: akıl dışı</TD><TD>imâen: işaret ederek</TD></TR><TR><TD>isnad etmek: dayandırmak</TD><TD>istikbal: gelecek</TD></TR><TR><TD>itibariyle: açısından</TD><TD>küre-i arz: yerküre</TD></TR><TR><TD>kütüb-ü İslâmiye: İslâmiyetle ilgili kitaplar</TD><TD>lisan-ı Nübüvvet: peygamberlik dili</TD></TR><TR><TD>medar-ı senevî: dünyanın güneş etrafında dönerken bir sene içinde çizdiği yörünge</TD><TD>misal: yansıma, görünüm</TD></TR><TR><TD>muattal: hareketsiz, fonksiyonsuz</TD><TD>muhaddisîn: hadis ilmiyle uğraşan âlimler</TD></TR><TR><TD>mu’cizü’l-beyan: açıklamaları mucize olan</TD><TD>remzen: işareten</TD></TR><TR><TD>sabıkan: bundan önce</TD><TD>semâvî: gökyüzünde olan</TD></TR><TR><TD>temsilât: temsiller; bir bilinmeyeni bilinen bir şeyle kıyaslayarak yapılan benzetmeler</TD><TD>tevilât: yorumlar</TD></TR><TR><TD>ulvî: yüce, büyük</TD><TD>vallahu a’lemu bi’s-savab: doğruyu en iyi bilen Allah’tır</TD></TR><TR><TD>vecih: yön</TD><TD>zikretme: anma, belirtme</TD></TR><TR><TD>İsrailiyat: İsrailoğullarına ait bilgiler </TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 169

İKİNCİ SUAL: ÂL-İ ABÂ HAKKINDADIR.

Kardeşim, Âl-i Abâ hakkındaki cevapsız kalan sualinizin çok hikmetlerinden yalnız birtek hikmeti söylenecek. Şöyle ki:

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, giydiği mübarek abâsını, Hazret-i Ali ve Hazret-i Fatıma ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in üstlerine örtmesi ve onlara bu suretle,
لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
blank.gif
1
âyetiyle dua etmesinin
blank.gif
2
esrarı ve hikmetleri var. Sırlarından bahsetmeyeceğiz. Yalnız, vazife-i risalete taallûk eden bir hikmeti şudur ki:


Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ ve istikbal-bîn nazar-ı nübüvvetle, otuz kırk sene sonra Sahabeler ve Tâbiînler içinde mühim fitneler olup kan döküleceğini görmüş. İçinde en mümtaz şahsiyetler, abâsı altında olan o üç şahsiyet olduğunu müşahede etmiş. Hazret-i Ali’yi ümmet nazarında tathir ve tebrie etmek ve Hazret-i Hüseyin’i tâziye ve teselli etmek ve Hazret-i Hasan’ı tebrik etmek ve musalâha ile mühim bir fitneyi kaldırmakla şerefini ve ümmete azîm faydasını ilân etmek ve Hazret-i Fatıma’nın zürriyetinin tâhir ve müşerref olacağını ve Ehl-i Beyt ünvan-ı âlisine lâyık olacaklarını ilân etmek için, o dört şahsa, kendiyle beraber “Hamse-i Âl-i Abâ”
blank.gif
3
ünvanını bahşeden o abâyı örtmüştür.


Evet, çendan Hazret-i Ali halife-i bilhak idi. Fakat dökülen kanlar çok ehemmiyetli olduğundan, ümmet nazarında tebriesi ve beraati vazife-i risalet hasebiyle


[NOT]Dipnot-1 “Tâ ki, ey Peygamber ailesi, Allah günahlarınızı giderip sizi ter temiz yapsın.” Ahzâb Sûresi, 33:33.

Dipnot-2 Muhtelif tariklerle rivayet edilmiştir. bk. Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 61; Tirmizî, Menâkıb: 60; Müsned, 1:330, 4:107, 6:292, 296, 298, 304; Hâkim, Müstedrek, 2:416, 3:147; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:166, 169; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 5:197; Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, 4:105.

Dipnot-3 bk. Ahzâb Sûresi, 33:33. Ayrıca bk. Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 61; İbni Ebî Şeybe, el-Musannef: 6:370.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Ehl-i Beyt: (bk. bilgiler – Âl-i Beyt)</TD></TR><TR><TD>Hazret-i Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]</TD><TD>Hazret-i Fatıma: [bk. bilgiler – Fatıma (r.anha)]</TD></TR><TR><TD>Hazret-i Hasan: [bk. bilgiler – Hasan (r.a.)]</TD><TD>Hazret-i Hüseyin: [bk. bilgiler – Hüseyin (r.a.)]</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Sahabe: Hz. Peygamberi (a.s.m.) hayattayken gören Müslümanlar</TD></TR><TR><TD>Tâbiîn: Hz. Peygamberi görenleri, yani Sahabeleri gören ve onlardan ders alan Müslümanlar</TD><TD>abâ: yünlü kumaştan yapılmış hırka</TD></TR><TR><TD>azîm: büyük, yüce</TD><TD>bahşetmek: sunmak</TD></TR><TR><TD>beraat: temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması</TD><TD>ehemmiyetli: önemli</TD></TR><TR><TD>esrar: sırlar, gizli gerçekler</TD><TD>fitne: toplum düzeninin ve asayişinin bozulması</TD></TR><TR><TD>gayb-âşinâ: gaybı bilen, görünmeyenden haberi olan</TD><TD>halife-i bilhak: gerçek ve doğru halife</TD></TR><TR><TD>hikmet: sebep, gaye, fayda</TD><TD>ilân etmek: duyurmak</TD></TR><TR><TD>istikbal-bîn: geleceği gören</TD><TD>musalâha: barışma</TD></TR><TR><TD>mübarek: değerli, bereketli</TD><TD>mühim: önemli</TD></TR><TR><TD>mümtaz: seçkin, üstün</TD><TD>müşahede etmek: gözlemlemek</TD></TR><TR><TD>müşerref: şerefli, değerli</TD><TD>nazar: bakış, görüş</TD></TR><TR><TD>nazar-ı nübüvvet: Peygamberlik bakışı</TD><TD>rivayet etmek: bir sözü nakletmek</TD></TR><TR><TD>sual: soru</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>sır: gizli gerçek</TD><TD>taallûk etmek: ilgili, alâkalı olmak</TD></TR><TR><TD>tarik: hadis veya haberin geliş yolu</TD><TD>tathir etmek: temizlemek</TD></TR><TR><TD>tebrie etmek: beraat etmek, kusur ve noksanlıktan uzak tutmak</TD><TD>teselli etmek: acısını dindirmek</TD></TR><TR><TD>tâhir: temiz</TD><TD>tâziye etmek: teselli etmek</TD></TR><TR><TD>vazife-i risalet: peygamberlik vazifesi</TD><TD>zürriyet: soy, nesil</TD></TR><TR><TD>Âl-i Abâ/Hamse-i Âl-i Abâ: Hz. Peygamber’in (a.s.m.) aile fertleri. Resulullah (a.s.m.) hırkasını kızı Hz. Fâtıma, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in üzerine örterek özel dua ettiği için bu isimle anılmıştır.</TD><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD></TR><TR><TD>çendan: gerçi</TD><TD>ümmet: Hz. Peygambere (a.s.m.) inanıp onun yolundan giden mü’minler</TD></TR><TR><TD>ünvan-ı âli: yüksek ünvan</TD><TD>şahsiyet: kişilik</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 170

ehemmiyetli olduğundan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o suretle onu tebrie ediyor. Onu tenkit ve tahtie ve tadlil eden Haricîleri ve Emevîlerin mütecaviz taraftarlarını sükûta davet ediyor. Evet, Haricîler ve Emevîlerin müfrit taraftarları Hazret-i Ali hakkındaki tefritleri ve tadlilleri ve Hazret-i Hüseyin’in gayet fecî, ciğer-sûz hadisesiyle Şîaların ifratları ve bid’aları ve Şeyheynden teberrîleri, ehl-i İslâma çok zararlı düşmüştür.

İşte bu abâ ve dua ile, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali (r.a.) ve Hazret-i Hüseyin’i mes’uliyetten ve ittihamdan ve ümmetini onlar hakkında sû-i zandan kurtardığı gibi, Hazret-i Hasan’ı, yaptığı musalâha ile ümmete ettiği iyiliğini vazife-i risalet noktasında tebrik ediyor ve Hazret-i Fatıma’nın zürriyetinin nesl-i mübareki, âlem-i İslâmda Ehl-i Beyt ünvanını alarak âli bir şeref kazanacaklarını ve Hazret-i Fatıma
blank.gif
1
وَاِنِّى اُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ diyen Hazret-i Meryem’in validesi
blank.gif
2
gibi zürriyetçe çok müşerref olacağını ilân ediyor.



اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ اْلاَبْرَارِ وَعَلٰى اَصْحَابِهِ الْمُجَاهِدِينَ الْمُكْرَمِينَ اْلاَخْيَارِ
اٰمِينَ
blank.gif
3






endOfSection.gif
endOfSection.gif




[NOT]Dipnot-1 “Onun ve neslinin, kovulmuş şeytanın şerrinden korunması için Sana sığındım.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:36.
Dipnot-2 Hz. Meryem’in vâlidesi, Hanne bintü Fâkûz’dur. bk. el-Hâkim, el-Müstedrek: 2:648, 651; et-Taberî, Câmiu’l-Beyân: 3:235, 237, 241, 244, 294.

Dipnot-3 Allahım! Efendimiz Muhammed’e, onun iyi ve temiz ve iyilik sahibi olan nesline ve mücahid ve ikrama mazhar ve hayırlı zâtlar olan Ashabına salât et. Âmin.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Ehl-i Beyt: (bk. bilgiler – Âl-i Beyt)</TD></TR><TR><TD>Emevî: (bk. bilgiler - Emevîler)</TD><TD>Haricîler: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Hazret-i Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]</TD><TD>Hazret-i Fatıma: [bk. bilgiler – Fatıma (r.anha)]</TD></TR><TR><TD>Hazret-i Hasan: [bk. bilgiler – Hasan (r.a.)]</TD><TD>Hazret-i Hüseyin: [bk. bilgiler – Hüseyin (r.a.)]</TD></TR><TR><TD>Hazret-i Meryem: (bk. bilgiler – Meryem)</TD><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>bid’a: sonradan uydurulan ve dine zarar veren yenilik</TD><TD>ciğer-sûz: ciğer yakan, acı veren</TD></TR><TR><TD>ehl-i İslâm: Müslümanlar</TD><TD>fecî: kötü</TD></TR><TR><TD>gayet: çok</TD><TD>hadise: olay</TD></TR><TR><TD>ifrat: bir şeyde aşırıya gitme</TD><TD>ilân etmek: duyurmak</TD></TR><TR><TD>ittiham: suçlama</TD><TD>mes’uliyet: sorumluluk</TD></TR><TR><TD>musalâha: barışma, uzlaşma</TD><TD>müfrit: bir meselede aşırıya giden</TD></TR><TR><TD>mütecaviz: saldırgan, haddi aşan</TD><TD>müşerref: şerefli, değerli</TD></TR><TR><TD>nesl-i mübarek: mübârek nesil</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>sû-i zan: kötü zan, şüphe</TD><TD>sükût: sessiz kalma</TD></TR><TR><TD>tadlil etmek: bir kişinin dalâlette olduğunu iddia etmek</TD><TD>tahtie: bir kimseyi veya bir şeyi hatalı görmek</TD></TR><TR><TD>teberrî: uzaklaşma, kaçınma</TD><TD>tebrie etmek: beraat etmek, kusur ve noksanlıktan uzak tutmak</TD></TR><TR><TD>tefrit: bir şeye aşırı seviyede ilgisiz kalma</TD><TD>tenkit: eleştiri</TD></TR><TR><TD>valide: anne</TD><TD>zürriyet: soy</TD></TR><TR><TD>âbâ: yünlü kumaştan yapılmış hırka</TD><TD>âlem-i İslâm: İslâm dünyası</TD></TR><TR><TD>âli: yüce</TD><TD>Şeyheyn: iki şeyh; Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer</TD></TR><TR><TD>Şîa: (bk. bilgiler)</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 171

İkinci Makam

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
blank.gif
1
’in binler esrarından altı sırrına dairdir.

İHTAR: Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü. Onu, kendi nefsim için, nota suretinde kaydetmek istedim. Ve yirmi otuz kadar sırlar ile, o nurun etrafında bir daire çevirmekle avlamak ve zaptetmek arzu ettim. Fakat, maatteessüf, şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmi otuzdan beş altıya indi.

“Ey insan!” dediğim vakit nefsimi murad ediyorum. Bu ders kendi nefsime has iken, ruhen benimle münasebettar ve nefsi nefsimden daha huşyar zatlara, belki medar-ı istifade olur niyetiyle, On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı olarak, müdakkik kardeşlerimin tasviplerine havale ediyorum. Bu ders akıldan ziyade kalbe bakar; delilden ziyade zevke nâzırdır.

besmele.jpg


قَالَتْ يَاۤ اَيُّهَا الْمَلَؤُا اِنِّىۤ اُلْقِىَ اِلَىَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
blank.gif
2

ŞU MAKAMDA birkaç sır zikredilecektir.

BİRİNCİ SIR

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ ’in bir cilvesini şöyle gördüm ki:

Kâinat simasında, arz simasında ve insan simasında, birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var.

Biri, kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teânuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Ulûhiyettir ki, Bismillâh ona bakıyor.



[NOT]Dipnot-1 Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Belkıs, ‘Ey kavmimin ileri gelenleri,’ dedi. ‘Bana mühim bir mektup bırakıldı. Bu mektup Süleyman’dan geliyor ve Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlıyor.” Neml Sûresi, 27:29-30.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Besmele: Bismillahirrahmanirrahim'in kısaltılmış ifadesi</TD><TD>arz: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>cilve: yansıma</TD><TD>dair: ilgili, ait</TD></TR><TR><TD>esrar: sırlar, gizli gerçekler</TD><TD>havale etmek: bir konuyu başka bir kaynağa yönlendirme</TD></TR><TR><TD>heyet-i mecmua: genel yapı, bir şeyin tamamı</TD><TD>huşyar: uyanık</TD></TR><TR><TD>ihtar: hatırlatma</TD><TD>maatteessüf: ne yazık ki</TD></TR><TR><TD>makam: derece, yer</TD><TD>medar-ı istifade: faydalanma vesilesi</TD></TR><TR><TD>murad etmek: kastetmek</TD><TD>muvaffak olmak: başarmak</TD></TR><TR><TD>müdakkik: bir meseleyi inceden inceye araştıran</TD><TD>münasebettar: ilgili, bağlantılı</TD></TR><TR><TD>nefs: kişinin kendisi</TD><TD>nâzır: bakan, gözeten</TD></TR><TR><TD>nümune: örnek</TD><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD></TR><TR><TD>sikke-i kübrâ-yı Ulûhiyet: Allah’ın ilâhlığının en büyük mührü</TD><TD>sikke-i rububiyet: Allah’ın herbir varlığı terbiye ve idare etmesini gösteren işaret</TD></TR><TR><TD>sima: yüz, çehre</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>tasvip: uygun bulma</TD><TD>teavün: yardımlaşma</TD></TR><TR><TD>tecavüb: birbirinin ihtiyacına cevap verme</TD><TD>tesanüd: dayanışma</TD></TR><TR><TD>tezahür etmek: ortaya çıkmak, görünmek</TD><TD>teânuk: omuz omuza verme</TD></TR><TR><TD>zaptetmek: ele geçirmek, kaydetmek</TD><TD>zikretmek: anmak</TD></TR><TR><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 172

İkincisi, küre-i arz simasında, nebâtat ve hayvanâtın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüp, intizam, insicam, lûtuf ve merhametten tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Rahmâniyettir ki, Bismillâhirrahmân ona bakıyor.

Sonra, insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letâif-i refet ve dekaik-i şefkat ve şuâât-ı merhamet-i İlâhiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-yı Rahîmiyettir ki, Bismillâhirrahmânirrahîm’deki er-Rahîm ona bakıyor.

Demek, Bismillâhirrahmânirrahîm, sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani, Bismillâhirrahmânirrahîm, yukarıdan nüzul ile, semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arşa bağlar, insanî arşa çıkmaya bir yol olur.

İKİNCİ SIR

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukulü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ, nasıl ki güneş ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu‑u ziyasındaki güneşin zâtını mülâhaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan, güneşin zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde güneşin zâtını, aksi vasıtasıyla gösteriyor. Ve her parlak şey kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber, ziyası, harareti gibi hassalarını gösteriyor. Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfâtıyla, kabiliyetine göre gösterdiği gibi, güneşin ziya ve hararet ve ziyadaki elvân-ı seb’a gibi keyfiyatlarının herbirisi



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Arş: en yüksek gök tabakası</TD><TD>Bismillâhirrahmân: Rahmân olan Allah’ın adıyla</TD></TR><TR><TD>Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla</TD><TD>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>akis: yansıma</TD><TD>cilve: görünme, yansıma</TD></TR><TR><TD>cilve-i zâtî: bir şeyin bizzat kendisine ait görüntüsü</TD><TD>dekaik-i şefkat: şefkatin incelikleri</TD></TR><TR><TD>ehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi</TD><TD>elvân-ı seb’a: yedi renk</TD></TR><TR><TD>er-Rahîm: şefkati ve merhameti herşeyi kuşatan Allah</TD><TD>ferş: yer</TD></TR><TR><TD>gayet: çok</TD><TD>hadsiz: sayısız</TD></TR><TR><TD>hararet: ısı, sıcaklık</TD><TD>hassa: temel özellik</TD></TR><TR><TD>hayt: bağ, ip</TD><TD>hayvanât: hayvanlar</TD></TR><TR><TD>ihata: içine alma, kuşatma</TD><TD>ihata etmek: içine almak, kuşatmak</TD></TR><TR><TD>insanî arş: insanların ulaşabileceği en yüksek derece</TD><TD>insicam: düzgünlük, uyumluluk</TD></TR><TR><TD>intizam: düzen</TD><TD>kesret-i mahlûkat: varlıkların çokluğu</TD></TR><TR><TD>keyfiyat: özellikler, nitelikler</TD><TD>kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak</TD></TR><TR><TD>küre-i arz: yeryüzü</TD><TD>letâif-i refet: şefkat ve merhametin güzellikleri</TD></TR><TR><TD>lûtuf: iyilik, ihsan, bağış</TD><TD>mahiyet-i câmia: pek çok özelliği üzerinde bulunduran yapı</TD></TR><TR><TD>mecmu-u ziya: ışığın tamamı</TD><TD>mülâhaza etmek: değerlendirme yapmak, birşey üzerinde düşünmek</TD></TR><TR><TD>nazar: bakış, görüş</TD><TD>nebâtat: bitkiler</TD></TR><TR><TD>nüsha-i musaggara: küçültülmüş nüsha</TD><TD>nüzul: inme</TD></TR><TR><TD>sahife-i âlem: kâinat sayfası</TD><TD>satır-ı nuranî: parlak ve nurlu satır</TD></TR><TR><TD>semere-i kâinat: kâinatın meyvesi</TD><TD>sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlık üzerinde birliğini gösteren mühür</TD></TR><TR><TD>sikke-i kübrâ-yı Rahmâniyet: Allah’ın sonsuz şefkatinin en büyük damgası</TD><TD>sikke-i ulyâ-yı Rahîmiyet: rahmeti herşeyi kuşatan Allah’ı gösteren yüce damga</TD></TR><TR><TD>sima: yüz, çehre</TD><TD>sıfât: nitelik, özellik</TD></TR><TR><TD>tasavvur etmek: düşünmek, zihinde şekillendirmek</TD><TD>tedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılama</TD></TR><TR><TD>tenasüp: uygunluk</TD><TD>terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma</TD></TR><TR><TD>tezahür eden: ortaya çıkan, görünen</TD><TD>teşabüh: birbirine benzeme</TD></TR><TR><TD>teşkil eden: oluşturan</TD><TD>ukul: akıllar</TD></TR><TR><TD>vasıta: araç</TD><TD>vâhidiyet: Allah’ın birliği</TD></TR><TR><TD>ziya: ışık</TD><TD>zât: kendisi</TD></TR><TR><TD>âlem: dünya, evren</TD><TD>şuât-ı merhamet-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın merhametinin ince ve hoş parıltıları</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 173

dahi umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor. Öyle de, وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى
blank.gif
1
temsilde hata olmasın, ehadiyet ve samediyet-i İlâhiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet âyinesinde bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi, vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudatla alâkadar herbir ismi, bütün mevcudatı ihata ediyor.


İşte, vâhidiyet içinde ukulü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdesi unutmamak için, daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irâe eden, Bismillâhirrahmânirrahîm’dir.

ÜÇÜNCÜ SIR

Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve, bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan, bilbedâhe, rahmettir. Ve bu hadsiz fezayı ve boş ve hâli âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu fâni insanı ebede namzet eden ve ezelî ve ebedî bir Zâta muhatap ve dost yapan, bilbedâhe, rahmettir.

Ey insan! Madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve medetkâr bir hakikat-i mahbubedir. Bismillâhirrahmânirrahîm de, o hakikate yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyâcâtın elemlerinden kurtul. Ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle ve şefaatiyle ve şuââtıyla o Sultana muhatap ve halil ve dost ol.



[NOT]Dipnot-1 “En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl Sûresi, 16:60.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla</TD><TD>Sultan: her şeyin hâkimi olan ve egemenliği herşeyi altında tutan Allah</TD></TR><TR><TD>Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah</TD><TD>Zât: Allah</TD></TR><TR><TD>Zât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah</TD><TD>alâkadar: alâkalı, ilgili</TD></TR><TR><TD>bilbedâhe: açık bir şekilde</TD><TD>bilmüşahede: gözle görerek</TD></TR><TR><TD>cazibedar: cazibeli, çekici</TD><TD>cihet: yön, şekil</TD></TR><TR><TD>cilve: görünme, yansıma</TD><TD>ebed: sonsuzluk</TD></TR><TR><TD>ebedî: sonu olmayan sonsuz</TD><TD>ehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi</TD></TR><TR><TD>elem: acı, keder</TD><TD>esmâ: isimler</TD></TR><TR><TD>ezelî: başlangıcı olmayan sonsuz</TD><TD>feza: uzay</TD></TR><TR><TD>fâni: gelip geçici, ölümlü</TD><TD>hadsiz: sayısız, sınırsız</TD></TR><TR><TD>hakikat: gerçek</TD><TD>hakikat-i mahbube: sevilen hakikat, gerçek</TD></TR><TR><TD>halil: dost</TD><TD>heyet: genel yapı</TD></TR><TR><TD>hususan: özellikle</TD><TD>hâli: boş</TD></TR><TR><TD>ihata etme: içine alma, kuşatma</TD><TD>ihtiyâcât: ihtiyaçlar</TD></TR><TR><TD>irâe eden: gösteren</TD><TD>mahiyet: nitelik, özellik</TD></TR><TR><TD>mahlûkat: varlıklar</TD><TD>medetkâr: yardım eden</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>muavenet: yardım</TD></TR><TR><TD>muhatap: hitap edilen</TD><TD>mukabil: karşılık</TD></TR><TR><TD>müteveccih: yönelen</TD><TD>namzet: aday</TD></TR><TR><TD>nazar: bakış, görüş</TD><TD>nurlandıran: aydınlatan</TD></TR><TR><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD><TD>samediyet-i İlâhiye: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması</TD></TR><TR><TD>sikke: mühür, işaret</TD><TD>sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlık üzerinde birliğini gösteren mühür</TD></TR><TR><TD>temsil: analoji; bir bilinmeyeni bilinen bir şeyle kıyaslayarak açıklama</TD><TD>terbiye eden: belli bir amaca erişecek şekilde geliştiren, olgunlaştıran</TD></TR><TR><TD>ukde: düğüm, çözümü zor iş</TD><TD>ukul: akıllar</TD></TR><TR><TD>umum: genel</TD><TD>vahdet: Allah’ın tek oluşu</TD></TR><TR><TD>vahşet-i mutlaka: tam bir yalnızlık ve ürküntü hali</TD><TD>vâhidiyet: Allah’ın birliği</TD></TR><TR><TD>zîhayat: canlı</TD><TD>âlem: dünya, evren</TD></TR><TR><TD>şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi</TD><TD>şuâât: ışınlar, parıltılar</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 174

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>
Evet, kâinatın envâını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp, bütün hâcâtına kemâl-i intizam ve inâyetle koşturmak, bilbedâhe, iki hâletten birisidir:

Ya kâinatın herbir nev’i, kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor—bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhâlâtı intaç ediyor; insan gibi bir âciz-i mutlakta en kuvvetli bir sultan-ı mutlakın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlakın ilmiyle bu muavenet oluyor. Demek, kâinatın envâı insanı tanıyor değil; belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.

Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki, bütün envâ-ı mahlûkatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine lebbeyk dedirten Zât-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin?

Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat’iyen anla ki, senin gibi zaif-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir‑i mutlak, fâni, küçük bir mahlûka bu koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek, elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir.

Elbette böyle bir rahmet, senden küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve sâfî bir hürmet ister. İşte, o hâlis şükrün ve o sâfî hürmetin tercümanı ve ünvanı olan Bismillâhirrahmânirrahîm’i de, o rahmetin vusulüne vesile ve o Rahmân’ın dergâhında şefaatçi yap.

Evet, rahmetin vücudu ve tahakkuku, güneş kadar zâhirdir. Çünkü, nasıl merkezî bir nakış, her taraftan gelen atkı ve iplerin intizamından ve vaziyetlerinden hâsıl oluyor; öyle de, bu kâinatın daire-i kübrâsında bin bir ism-i İlâhînin cilvesinden



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla</TD><TD>Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi olan Allah</TD></TR><TR><TD>Rahmân: çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah</TD><TD>Zât: Allah</TD></TR><TR><TD>Zât-ı Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi Allah</TD><TD>bilbedâhe: açık bir şekilde</TD></TR><TR><TD>cilve: görünme, yansıma</TD><TD>daire-i kübrâ: en büyük daire</TD></TR><TR><TD>dergâh: Allah’ın yüce katı</TD><TD>envâ: türler, çeşit</TD></TR><TR><TD>envâ-ı mahlûkat: bütün yaratılmış varlık türleri</TD><TD>fakir-i mutlak: sonsuz ihtiyaç sahibi</TD></TR><TR><TD>fâni: gelip geçici, ölümlü</TD><TD>hakikat-i rahmet: rahmet ve şefkat içinde gizli olan gerçek</TD></TR><TR><TD>hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma</TD><TD>hâcet: ihtiyaç</TD></TR><TR><TD>hâcât: ihtiyaçlar</TD><TD>hâlet: durum, hal</TD></TR><TR><TD>hâlis: içten, samimi</TD><TD>hâsıl olmak: meydana gelmek</TD></TR><TR><TD>imdad: yardım isteme</TD><TD>intaç etmek: sonuç vermek</TD></TR><TR><TD>intizam: düzen, tertip</TD><TD>inâyet: Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilik</TD></TR><TR><TD>ism-i İlâhî: Allah’ın ismi</TD><TD>itaat etmek: emre uymak</TD></TR><TR><TD>kat’iyen: kesinlikle</TD><TD>kemâl-i intizam: mükemmel bir düzen</TD></TR><TR><TD>kudret: güç, iktidar</TD><TD>kâinat: evren</TD></TR><TR><TD>küllî: geniş ve kapsamlı</TD><TD>lebbeyk: “buyurun, emredin efendim” mânâsını taşıyan bir ifade</TD></TR><TR><TD>mahlûk: yaratılmış</TD><TD>merkezî: merkezde bulunan</TD></TR><TR><TD>muavenet: yardım</TD><TD>muhâlât: imkansız, akla uzak şeyler</TD></TR><TR><TD>musahhar etmek: boyun eğdirmek</TD><TD>müteveccihen: yönelmiş olarak</TD></TR><TR><TD>nakış: işleme, süsleme</TD><TD>nev’i: çeşit</TD></TR><TR><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD><TD>sultan-ı mutlak: herşeye hükmeden, sınırsız egemenlik sahibi sultan</TD></TR><TR><TD>sâfî: duru, katıksız, temiz</TD><TD>tahakkuk: gerçekleşme</TD></TR><TR><TD>tazammun eden: içeren</TD><TD>vaziyet: durum, hâl</TD></TR><TR><TD>vusul: kavuşma, erişme</TD><TD>vücud: varlık</TD></TR><TR><TD>zaif-i mutlak: son derece zayıf</TD><TD>zâhir: açık, gözle görünür</TD></TR><TR><TD>âciz-i mutlak: son derece güçsüz</TD><TD>şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 175

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>uzanan nuranî atkılar, kâinat simasında öyle bir sikke-i rahmet içinde bir hâtem-i Rahîmiyeti ve bir nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hâtem-i inâyeti nesc ediyor ki, güneşten daha parlak kendini akıllara gösteriyor.

Evet, şems ve kameri, anâsır ve maâdini, nebâtat ve hayvânâtı, bir nakş-ı âzamın atkı ipleri gibi o bin bir isimlerin şuâlarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebâtî ve hayvânî olan umum validelerin gayet şirin ve fedakârâne şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevilhayatı hayat-ı insaniyeye musahhar eden ve ondan rububiyet-i İlâhiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı âzamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o Rahmân-ı Zülcemâl, elbette kendi istiğnâ-yı mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış. Ey insan! Eğer insan isen, Bismillâhirrahmânirrahîm de, o şefaatçiyi bul.

Evet, rû-yi zeminde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı nebâtâtın ve hayvânâtın taifelerini, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine, kemâl-i intizamla, hikmet ve inâyetle terbiye ve idare eden ve küre-i arzın simasında hâtem-i ehadiyeti vaz’ eden, bilbedâhe, belki bilmüşahede, rahmettir. Ve o rahmetin vücudu, bu küre-i arzın simasındaki mevcudatın vücutları kadar kat’î olduğu gibi, o mevcudat adedince tahakkukunun delilleri var.

Evet, zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i mâneviyesinin simasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki, küre-i arz simasındaki sikke-i merhamet ve kâinat simasındaki sikke-i





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla</TD><TD>Rahmân-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik ve merhamet sahibi olan Allah</TD></TR><TR><TD>anâsır: unsurlar, elementler</TD><TD>bilbedâhe: açık bir şekilde</TD></TR><TR><TD>bilmüşahede: gözle görerek</TD><TD>ehemmiyet: değer, önem</TD></TR><TR><TD>fedakârâne: fedakârca</TD><TD>gayet: çok</TD></TR><TR><TD>hayat-ı insaniye: insan hayatı</TD><TD>hayvânât: hayvanlar</TD></TR><TR><TD>hayvânî: hayvanlardan olan</TD><TD>hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma</TD></TR><TR><TD>hâdim: hizmetçi</TD><TD>hâtem-i Rahîmiyet: Allah’ın her bir varlığa şefkatini gösteren mühür</TD></TR><TR><TD>hâtem-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mühür</TD><TD>hâtem-i inâyet: yardım mührü</TD></TR><TR><TD>hâtem-i rahmet: rahmet mührü</TD><TD>ihtiyac-ı mutlak: sınırsız ihtiyaç</TD></TR><TR><TD>inâyet: Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilik</TD><TD>istiğnâ-yı mutlak: sınırsız zenginlik</TD></TR><TR><TD>izhar eden: gösteren</TD><TD>kamer: ay</TD></TR><TR><TD>kat’î: kesin</TD><TD>kemâl-i intizam: mükemmel bir düzen</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren</TD><TD>küre-i arz: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>mahiyet-i mâneviye: mânevî nitelik, özellik</TD><TD>makbul: kabul edilen</TD></TR><TR><TD>maâdin: madenler</TD><TD>mevcudat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>muhtelif: çeşitli</TD><TD>musahhar eden: boyun eğdiren</TD></TR><TR><TD>nakş-ı âzam: büyük nakış</TD><TD>nakş-ı şefkat: şefkatin nakşı</TD></TR><TR><TD>nebâtat: bitkiler</TD><TD>nebâtî: bitkilerden olan</TD></TR><TR><TD>nesc etmek: dokumak, örmek</TD><TD>nuranî: nurlanmış</TD></TR><TR><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD><TD>rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan mâlikiyeti, yaratıcılığı ve terbiyesi</TD></TR><TR><TD>rû-yi zemin: yeryüzü</TD><TD>sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlık üzerinde birliğini gösteren mühür</TD></TR><TR><TD>sikke-i merhamet: merhamet mührü</TD><TD>sikke-i rahmet: rahmet mührü</TD></TR><TR><TD>sima: yüz, çehre, görünüş</TD><TD>tahakkuk: gerçekleşme</TD></TR><TR><TD>taife: grup, topluluk</TD><TD>tanzim eden: düzenleyen</TD></TR><TR><TD>terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma</TD><TD>umum: bütün</TD></TR><TR><TD>valide: anne</TD><TD>vaz’ eden: koyan, yerleştiren</TD></TR><TR><TD>vücut: varlık</TD><TD>zemin: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>zevilhayat: canlılar</TD><TD>zîhayat: canlı</TD></TR><TR><TD>şefaatçi: af için aracılık eden</TD><TD>şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi</TD></TR><TR><TD>şems: güneş</TD><TD>şuâ: ışın, güçlü ışık</TD></TR></TBODY></TABLE>

<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 176

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>uzmâ-yı rahmetten daha aşağı değil. Âdeta bin bir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir câmiiyeti var.

Ey insan! Hiç mümkün müdür ki, sana bu simayı veren ve o simada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz’ eden Zat, seni başıboş bıraksın; sana ehemmiyet vermesin; senin harekâtına dikkat etmesin; sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın; hilkat şeceresini, meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın? Hem hiçbir cihetle şüphe kabul etmeyen ve hiçbir vecihle noksaniyeti olmayan, güneş gibi zâhir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin? Hâşâ!

Ey insan! Bil ki, o rahmetin arşına yetişmek için bir miraç var. O miraç ise, Bismillâhirrahmânirrahîm’dir. Ve bu miraç ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamak istersen, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın yüz on dört sûrelerinin başlarına ve hem bütün mübarek kitapların iptidâlarına ve umum mübarek işlerin mebde’lerine bak. Ve Besmelenin azamet-i kadrine en kat’î bir hüccet şudur ki, İmam-ı Şâfiî gibi çok büyük müçtehidler demişler: “Besmele tek bir âyet olduğu halde, Kur’ân’da yüz on dört defa nâzil olmuştur.”
blank.gif
1


DÖRDÜNCÜ SIR

Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellîsi, hitab-ı
blank.gif
2
اِيَّاكَ نَعْبُدُ demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zât-ı Ehadiyeti mülâhaza edip
blank.gif
3
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ demeye, küre-i arz vüs’atinde bir kalb



[NOT]Dipnot-1 bk. eş-Şâfiî, el-Ümm: 1:208; el-Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân: 1:8; el-Gazâlî, el-Müstafâ: 1:82; İbnü’l-Cevzî, et-Tahkîk fî Ehâdîsi’l-hilâf: 1:345-347; ez-Zeylaî, Nasbu’r-râye: 1:327.

Dipnot-2 “Ancak Sana kulluk ederiz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.

Dipnot-3 “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Besmele: Bismillahirrahmanirrahim cümlesinin kısaltılmış ifadesi</TD><TD>Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla</TD></TR><TR><TD>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân</TD><TD>Zat: Allah</TD></TR><TR><TD>Zât-ı Ehadiyet: herbir varlıkta birliği görünen Zât, Allah</TD><TD>abes: boş ve faydasız</TD></TR><TR><TD>arş: en yüce makam</TD><TD>azamet-i kadir: itibarın ve değerin büyüklüğü</TD></TR><TR><TD>cihet: yön, taraf</TD><TD>cilve: görünme, yansıma</TD></TR><TR><TD>câmiiyet: geniş kapsamlı oluş</TD><TD>ehemmiyet: önem</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sayısız</TD><TD>harekât: hareketler</TD></TR><TR><TD>hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma</TD><TD>hilkat şeceresi: yaratılış ağacı</TD></TR><TR><TD>hitab: konuşma</TD><TD>hâtem-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mührü</TD></TR><TR><TD>hâşâ: asla</TD><TD>hüccet: güçlü ve sarsılmaz delil</TD></TR><TR><TD>iptidâ: başlangıç</TD><TD>kat’î: kesin</TD></TR><TR><TD>kesret: çokluk</TD><TD>kâfi: yeterli</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren</TD><TD>küre-i arz: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>mebde: başlangıç</TD><TD>mecmuu: bir şeyin tamamı</TD></TR><TR><TD>miraç: yükseliş</TD><TD>mübarek: bereketli, değerli</TD></TR><TR><TD>mülâhaza etmek: düşünmek</TD><TD>müteveccih: yönelik</TD></TR><TR><TD>müçtehid: âyet ve hadisler başta olmak üzere, diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kabiliyetine sahip olan</TD><TD>noksaniyet: noksanlık, eksiklik</TD></TR><TR><TD>nokta-i mihrakiye: odak noktası, hareket noktası</TD><TD>nâzil olan: inen</TD></TR><TR><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD><TD>sikke-i rahmet: rahmet mührü</TD></TR><TR><TD>sikke-i uzmâ-yı rahmet: rahmetin en büyük mührü</TD><TD>sima: yüz, çehre, görünüş</TD></TR><TR><TD>sûre: Kur’ân-ı Kerim’de yer alan bölümlerden her biri</TD><TD>tecellî: görünüm, yansıma</TD></TR><TR><TD>umum: bütün</TD><TD>vahdet: birlik</TD></TR><TR><TD>vaz’ eden: koyan, yerleştiren</TD><TD>vecih: yön</TD></TR><TR><TD>vâhidiyet: Allah’ın birliği</TD><TD>vüs’at: genişlik</TD></TR><TR><TD>ziya: ışık</TD><TD>zâhir: açık, gözle görünür</TD></TR><TR><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD><TD>İmam-ı Şâfiî: (bk. bilgiler)</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 177

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binaen, cüz’iyatta zâhir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, herbir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehadi mülâhaza ettirmek için, hâtem-i Rahmâniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor. Tâ, külfetsiz, herkes her mertebede اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ
نَسْتَعِينُ
blank.gif
1
deyip, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese hitap ederek müteveccih olsun.


İşte, Kur’ân-ı Hakîm, bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i âzamında, meselâ semâvat ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit, birden, en küçük bir daireden ve en dakik bir cüz’îden bahseder, tâ ki zâhir bir surette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ, hilkat-i semâvat ve arzdan bahsi içinde, hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve simasındaki dekaik-i nimet ve hikmetten bahis açar. Tâ ki fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Mâbûdunu doğrudan doğruya bulsun. Meselâ,
وَمِنْ اٰيَاتِهِ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْ
blank.gif
2
âyeti, mezkûr hakikati mucizâne bir surette gösteriyor.

Evet, hadsiz mahlûkatta ve nihayetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedahil daireler gibi, en büyüğünden en küçük sikkeye kadar envâı ve mertebeleri vardır. Fakat o vahdet, ne kadar olsa, yine kesret içinde bir vahdettir; hakikî hitabı tam temin edemiyor. Onun için, vahdet arkasında ehadiyet sikkesi bulunmak lâzımdır—tâ ki kesreti hatıra getirmesin, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese karşı kalbe yol açsın.

Hem, sikke-i ehadiyete nazarları çevirmek ve kalbleri celb etmek için, o sikke-i ehadiyet üstünde gayet cazibedar bir nakış ve gayet parlak bir nur ve gayet



[NOT]Dipnot-1 “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.

Dipnot-2 “Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da Onun âyetlerindendir.” Rum Sûresi, 30:22.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet bulunan Kur’ân</TD><TD>Mâbûd: ibadete layık olan Allah</TD></TR><TR><TD>Zât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah</TD><TD>Zât-ı Ehad: herbir varlıkta birliği tecelli eden Zât, Allah</TD></TR><TR><TD>arz: yeryüzü</TD><TD>bahis: konu</TD></TR><TR><TD>binaen: dayanarak</TD><TD>cazibedar: cazibeli, çekici</TD></TR><TR><TD>celb etmek: çekmek</TD><TD>cüz’iyat: küçük parçalar, bütünün parçaları</TD></TR><TR><TD>cüz’î: fert, küllîye ait birey</TD><TD>daire-i âzam: en büyük daire</TD></TR><TR><TD>dakik: ince</TD><TD>dekaik-i nimet ve hikmet: nimet ve hikmet incelikleri</TD></TR><TR><TD>ehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi</TD><TD>envâ: türler, çeşit</TD></TR><TR><TD>gayet: çok</TD><TD>hadsiz: sayısız</TD></TR><TR><TD>hakikat: gerçek</TD><TD>hakikî: asıl, gerçek</TD></TR><TR><TD>hilkat: yaratılış, yaratma</TD><TD>hilkat-i insan: insanın yaratılışı</TD></TR><TR><TD>hilkat-i semâvat ve arz: göklerin ve yerin yaratılışı</TD><TD>hitab: konuşma</TD></TR><TR><TD>hitap etmek: konuşmak</TD><TD>hâtem-i Rahmâniyet: Allah’ın bütün varlıklar üzerinde rahmet ve merhametini gösteren mührü</TD></TR><TR><TD>hâtem-i ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta birliğini gösteren mührü</TD><TD>kesret: çokluk</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren</TD><TD>külfetsiz: zahmetsiz</TD></TR><TR><TD>mahlûkat: varlıklar</TD><TD>mezkûr: adı geçen</TD></TR><TR><TD>mucizâne: mucizeli şekilde</TD><TD>mülâhaza etmek: düşünmek, akla getirmek</TD></TR><TR><TD>mütedahil: birbiri içinde</TD><TD>müteveccih: yönelen</TD></TR><TR><TD>nakış: süsleme</TD><TD>nazar: bakış</TD></TR><TR><TD>nevi: çeşit, tür</TD><TD>nihayetsiz: sınırsız</TD></TR><TR><TD>semâvât: gökler</TD><TD>sikke: mühür, işaret</TD></TR><TR><TD>sikke-i ehadiyet: Allah’ın her bir varlık üzerinde birliğini gösteren mührü</TD><TD>sima: yüz, çehre</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, görünüş</TD><TD>sırr-ı azîm: büyük sır</TD></TR><TR><TD>vahdet: birlik</TD><TD>zâhir: açık, gözle görünür</TD></TR><TR><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 178

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>şirin bir halâvet ve gayet sevimli bir cemal ve gayet kuvvetli bir hakikat olan rahmet sikkesini ve Rahîmiyet hâtemini koymuştur. Evet, o rahmetin kuvvetidir ki, zîşuurun nazarlarını celb eder, kendine çeker ve ehadiyet sikkesine isal eder ve Zât-ı Ehadiyeyi mülâhaza ettirir ve ondan,اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
blank.gif
1
deki hakikî hitaba mazhar eder.


İşte, Bismillâhirrahmânirrahîm, Fâtiha’nın fihristesi ve Kur’ân’ın mücmel bir hülâsası olduğu cihetle, bu mezkûr sırr-ı azîmin ünvanı ve tercümanı olmuş. Bu ünvanı eline alan, rahmetin tabakatında gezebilir. Ve bu tercümanı konuşturan, esrar-ı rahmeti öğrenir ve envâr-ı Rahîmiyeti ve şefkati görür.

BEŞİNCİ SIR

Bir hadis-i şerifte varid olmuş ki:
blank.gif
2
اِنَّ اللهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلٰى صُورَةِ الرَّحْمٰنِ (ev kemâ kàl.) Bu hadis-i şerifi, bir kısım ehl-i tarikat, akaid-i imaniyeye münasip düşmeyen acip bir tarzda tefsir etmişler. Hattâ onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sima-yı mânevîsine bir suret-i Rahmân nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarikatin ekserinde sekir ve ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan, hakikate muhalif telâkkilerinde belki mâzurdurlar. Fakat aklı başında olanlar, fikren, onların esas-ı akaide münâfi olan mânâlarını kabul edemez. Etse hata eder.


Evet, bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerrâtı muntazam memurlar


[NOT]Dipnot-1 “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.

Dipnot-2 “Muhakkak ki Allah, insanı Rahmân sîretinde (ahlâk, sıfat) yaratmıştır.” Buharî, İsti’zân: 1; Müslim, Birr: 115, Cennet: 28; Müsned, 2:244, 251, 315, 323, 434, 463, 519.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla</TD><TD>Fâtiha: Fâtiha Sûresi, Kurân-ı Kerim’in ilk sûresi</TD></TR><TR><TD>Rahîmiyet: Allah’ın sonsuz merhamet ediciliği</TD><TD>Zât-ı Ehadiye: tek olan herbir varlıkta birliği tecelli eden Zât, Allah</TD></TR><TR><TD>acip: hayret verici</TD><TD>akaid-i imaniye: iman esasları</TD></TR><TR><TD>celb etmek: çekmek</TD><TD>cemal: güzellik</TD></TR><TR><TD>cihet: yön, şekil</TD><TD>ehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi</TD></TR><TR><TD>ehl-i aşk: kalpleri Allah aşkıyla dolu olanlar</TD><TD>ehl-i tarikat: tarikata mensup olanlar</TD></TR><TR><TD>ekser: çoğunluk</TD><TD>envâr-ı Rahîmiyet ve şefkat: Allah’ın merhamet ve şefkatinin nurları</TD></TR><TR><TD>esas-ı akaid: iman esası</TD><TD>esrar-ı rahmet: rahmetin içinde gizli olan sırlar</TD></TR><TR><TD>ev kemâ kàl: veya buna benzer şekilde buyurmuşlar</TD><TD>fihriste: özet, bir kitabın içindekiler bölümü</TD></TR><TR><TD>hadis-i şerif: Peygamberimize ait söz, emir ve davranışlar</TD><TD>hakikat: gerçek, bir şeyin gerçek yönü</TD></TR><TR><TD>hakikî: asıl, gerçek</TD><TD>halâvet: tatlılık, hoşluk</TD></TR><TR><TD>hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma</TD><TD>hitab: konuşma</TD></TR><TR><TD>hâtem: mühür, damga</TD><TD>hülâsa: özet</TD></TR><TR><TD>iltibas: karıştırma</TD><TD>isal etmek: ulaştırmak, eriştirmek</TD></TR><TR><TD>istiğrak: manevî âlemlere dalıp kendinden geçme hali</TD><TD>kâinat: evren</TD></TR><TR><TD>mazhar etme: eriştirme</TD><TD>mezkûr: adı geçen</TD></TR><TR><TD>muhalif: aykırılık gösteren</TD><TD>muntazam: düzenli</TD></TR><TR><TD>mücmel: kısa, öz</TD><TD>mülâhaza ettirmek: düşündürmek, akla getirmek</TD></TR><TR><TD>münasip: uygun</TD><TD>münâfi: aykırı, zıt</TD></TR><TR><TD>nazar: bakış</TD><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD></TR><TR><TD>sekir: mânâ alemindeki sarhoşluk</TD><TD>sikke: mühür, işaret</TD></TR><TR><TD>sima-yı mânevî: manevî görünüş</TD><TD>suret-i Rahmân: Cenab-ı Allah’ın sureti, görünüşü</TD></TR><TR><TD>sırr-ı azîm: büyük sır</TD><TD>tefsir etmek: açıklamak, yorumlamak</TD></TR><TR><TD>telâkki etmek: kabul etmek</TD><TD>varid olmak: ifade edilmek</TD></TR><TR><TD>zerre: atom</TD><TD>zerrât: atomlar</TD></TR><TR><TD>zîşuur: şuur sahibi, bilinçli</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 179

.<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?> <!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>gibi istihdam eden Zât-ı Akdes-i İlâhînin şerîki, nazîri, zıddı, niddi olmadığı gibi,
blank.gif

1 لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ sırrıyla, sureti, misli, misali, şebîhi dahi olamaz. Fakat,
وَلَهُ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ اْلعَزِيزُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2
sırrıyla, mesel ve temsil ile şuûnâtına ve sıfât ve esmâsına bakılır. Demek, mesel ve temsil, şuûnat nokta-i nazarında vardır.

Şu mezkûr hadis-i şerifin çok makasıdından birisi şudur ki:

İnsan, ism-i Rahmân’ı tamamıyla gösterir bir surettedir. Evet, sabıkan beyan ettiğimiz gibi, kâinatın simasında bin bir ismin şuâlarından tezahür eden ism-i Rahmân göründüğü gibi ve zemin yüzünün simasında rububiyet-i mutlaka-i İlâhiyenin hadsiz cilveleriyle tezahür eden ism-i Rahmân gösterildiği gibi, insanın suret-i câmiasında, küçük bir mikyasta, zeminin siması ve kâinatın siması gibi yine o ism-i Rahmân’ın cilve-i etemmini gösterir demektir.

Hem işarettir ki, Zât-ı Rahmânü’r-Rahîmin delilleri ve âyineleri olan zîhayat ve insan gibi mazharlar o kadar o Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda delâletleri kat’î ve vâzıh ve zâhirdir ki, güneşin timsalini ve aksini tutan parlak bir âyine parlaklığına ve delâletinin vuzuhuna işareten “O âyine güneştir” denildiği gibi, “İnsanda suret-i Rahmân var” vuzuh-u delâletine ve kemâl-i münasebetine işareten denilmiş ve denilir. Ve ehl-i vahdetü’l-vücudun mutedil kısmı Lâ mevcude illâ Hû bu sırra binaen, bu delâletin vuzuhuna ve bu münasebetin kemâline bir ünvan olarak demişler.



[NOT]Dipnot-1 “Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O herşeyi hakkıyla işitir, herşeyi hakkıyla görür.” Şûrâ Sûresi, 42:11.

Dipnot-2 “Göklerde ve yerde tecellî eden en yüce sıfatlar Onundur. Onun kudreti herşeye galiptir; Onun hikmeti herşeyi kuşatır.” Rum Sûresi, 30:27.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Lâ mevcude illâ Hû: Ondan başka hiçbir varlık yok</TD><TD>Zât-ı Akdes-i İlâhî: her türlü kusur ve noksandan sonsuz derece uzak olan Zât, Allah</TD></TR><TR><TD>Zât-ı Rahmânü’r-Rahîm: dünya ve âhirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Zât, Allah</TD><TD>Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: var olması mutlaka gerekli olan Zât, Allah</TD></TR><TR><TD>akis: yansıma</TD><TD>beyan etmek: açıklamak</TD></TR><TR><TD>binaen: dayanarak</TD><TD>cilve-i etemm: tam yansıma ve görüntü</TD></TR><TR><TD>delâlet: delil olma, işaret etme</TD><TD>ehl-i vahdetü’l-vücud: her yerde ve herşeyde yalnızca Allah’ı kabul ederek, diğer varlıkları bir nevi gölge gibi kabul edenler</TD></TR><TR><TD>esmâ: isimler</TD><TD>hadis-i şerif: Peygamberimize ait söz, emir ve davranışlar</TD></TR><TR><TD>ism-i Rahmân: sınırsız merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren anlamındaki Rahmân ismi</TD><TD>istihdam eden: çalıştıran</TD></TR><TR><TD>kat’î: kesin</TD><TD>kemâl: kusursuzluk, mükemmellik</TD></TR><TR><TD>kemâl-i münasebet: eksiksiz uyum ve bağlantı</TD><TD>kâinat: evren</TD></TR><TR><TD>makasıd: gayeler, maksatlar</TD><TD>mazhar: bir nimeti elde etme, ulaşma</TD></TR><TR><TD>mesel: örnek, benzer</TD><TD>mezkûr: adı geçen</TD></TR><TR><TD>mikyas: ölçü</TD><TD>misal: benzer</TD></TR><TR><TD>misil: benzeri, eş değer olan</TD><TD>mutedil: ölçülü, aşırıya kaçmayan</TD></TR><TR><TD>münasebet: bağlantı, ilişki</TD><TD>nazîr: benzer, eş</TD></TR><TR><TD>nidd: denk, benzer</TD><TD>nokta-i nazar: bakış açısı</TD></TR><TR><TD>rububiyet-i mutlaka-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye ve idare etmesi ve egemenliği altında bulundurması</TD><TD>sabıkan: bundan önce</TD></TR><TR><TD>sima: yüz, çehre, görünüş</TD><TD>suret: görünüş, şekil</TD></TR><TR><TD>suret-i Rahmân: Rahmân’ın sîreti; Allah’ın isim, sıfat ve şe’nlerini yansıtan ayna</TD><TD>suret-i câmia: kapsamlı görünüm ve şekil</TD></TR><TR><TD>sıfât: nitelikler, özellik</TD><TD>temsil: analoji, bir bilinmeyeni bilinen bir şeyle kıyaslayarak açıklama</TD></TR><TR><TD>tezahür eden: ortaya çıkan, görünen</TD><TD>timsal: görüntü, yansıma</TD></TR><TR><TD>vuzuh: açıklık</TD><TD>vuzuh-u delâlet: çok açık bir şekilde delil olma</TD></TR><TR><TD>vâzıh: açık, aşikâr</TD><TD>zemin: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>zâhir: açık, gözle görünür</TD><TD>zîhayat: canlı</TD></TR><TR><TD>şebîh: benzer</TD><TD>şerîk: ortak</TD></TR><TR><TD>şuâ: ışın, güçlü ışık</TD><TD>şuûnât: şe’nler, işler, hâller</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 180

اَللّٰهُمَّ يَا رَحْمٰنُ يَا رَحِيمُ بِحَقِّ «بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ» اِرْحَمْنَا كَمَا يَلِيقُ بِرَحِيمِيَّتِكَ وَفَهِّمْنَا اَسْرَارَ «بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ» كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَانِيَّتِكَ اٰمِينَ
blank.gif
1

ALTINCI SIR

Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçare insan! Rahmet ne kadar kıymettar bir vesile ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki:

O rahmet, öyle bir Sultan-ı Zülcelâle vesiledir ki, yıldızlarla zerrat beraber olarak, kemâl-i intizam ve itaatle beraber ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o Zât‑ı Zülcelâlin ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-yı zâtîsi var. Ve istiğnâ-yı mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i Alelıtlaktır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celâline karşı tezellüldedir.

İşte rahmet seni, ey insan, o Müstağnî-yi Alelıtlak’ın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve Ona dost yapar ve Ona muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. Fakat nasıl sen güneşe yetişemiyorsun, çok uzaksın, hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat güneşin ziyası, güneşin aksini, cilvesini, senin âyinen vasıtasıyla senin eline verir. Öyle de, o Zât-ı Akdese ve o Şems-i Ezel ve Ebede biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat Onun ziya-yı rahmeti Onu bize yakın ediyor.

İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî, tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmasının çaresi, rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin


[NOT]Dipnot-1 Ey Rahmân ve Rahîm olan Allahım! “Bismillâhirrahmânirrahîm”in hakkı için, rahîmiyetine yaraşır şekilde bize merhamet et ve Rahmâniyetine yaraşır şekilde, bize “Bismillâhirrahmânirrahîm”in sırlarını anlamayı temin et.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Ganiyy-i Alel’ıtlak: sınırsız zenginlik sahibi Allah</TD><TD>Müstağnî-yi Alelıtlak: her cihetle ve hiçbir kayda, şarta bağlı olmaksızın zengin olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah</TD></TR><TR><TD>Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı her zaman devam eden Sultan, Allah</TD><TD>Sultan-ı Sermedî: egemenliğinin sonu olmayan Allah</TD></TR><TR><TD>Sultan-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Sultan, Allah</TD><TD>Zât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah</TD></TR><TR><TD>Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah</TD><TD>abd: kul</TD></TR><TR><TD>acz: güçsüzlük</TD><TD>akis: yansıma</TD></TR><TR><TD>azamet: büyüklük</TD><TD>biçare: çaresiz</TD></TR><TR><TD>celâl: azamet, yücelik, haşmet</TD><TD>cihet: yön, taraf</TD></TR><TR><TD>cilve: görünme, yansıma</TD><TD>ebedî: sonsuz</TD></TR><TR><TD>fakr: fakirlik</TD><TD>hadsiz: sınırsız</TD></TR><TR><TD>hazine-i nur: nur hazinesi</TD><TD>heybet: hürmetle beraber korku veren hâl</TD></TR><TR><TD>istiğnâ-yı mutlak: hiçbir şeye kesinlikle muhtaç olmama</TD><TD>istiğnâ-yı zâtî: kendi zâtında hiçbir şeye ihtiyaç duymama</TD></TR><TR><TD>itaat: emre uyma, boyun eğme</TD><TD>kemâl-i intizam ve itaat: mükemmel bir düzen ve itaat</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren</TD><TD>kıymettar: değerli</TD></TR><TR><TD>makbul: kabul gören</TD><TD>mevcudat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>misal: yansıma</TD><TD>muhatap: hitap edilen</TD></TR><TR><TD>mümessil: temsilci</TD><TD>nihayet: son</TD></TR><TR><TD>nihayetsiz: sonsuz</TD><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD></TR><TR><TD>taht-ı emir ve itaat: emir ve itaati altında</TD><TD>tezellül: alçalma</TD></TR><TR><TD>vasıta: araç</TD><TD>vaziyet: durum, hal</TD></TR><TR><TD>vesile: araç, vasıta</TD><TD>zerrat: zerreler, atomlar</TD></TR><TR><TD>ziya: ışık</TD><TD>ziya-yı rahmet: rahmet ışığı</TD></TR><TR><TD>çendan: gerçi</TD><TD>Şems-i Ezel ve Ebed: ezelden ebede kadar bütün varlık âlemini aydınlatan Allah</TD></TR><TR><TD>şefaatçi: af için aracılık eden</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem'a - Sayfa 181

en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten li’l-Âlemîn ünvanıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmeten li’l-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise, salâvattır.

Evet, salâvatın mânâsı rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duası olan salâvat ise, o Rahmeten li’l-Âlemînin vüsulüne vesiledir.
blank.gif
1
Öyleyse, sen salâvatı kendine, o Rahmeten li’l-Âlemîne ulaşmak için vesile yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmân’a vesile ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li’l-Âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir kesretle, rahmet mânâsıyla salâvat getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir surette ispat eder.


Elhasıl: Hazine-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillâhirrahmânirrahîm’dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvattır.


اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ اَسْرَارِ «بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ» صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَبِحُرْمَتِهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَ اَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ وَارْحَمْنَا رَحْمَةً تُغْنِينَا بِهَا عَنْ رَحْمَةِ مَنْ سِوَاكَ مِنْ خَلْقِكَ اٰمِينَ
blank.gif
2


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
3




[NOT]Dipnot-1 bk. Ahzâb Sûresi, 33:56. Ayrıca bk. Müslim, Salât: 11, 70; Tirmizî, Vitr: 21; Ebû Dâvud, Salât: 36; 210, Vitr: 26; Nesâî, Cum’a: 5, Ezan: 37, Sehv: 55; İbni Mâce, İkâmetü’s-Salât: 79; Dârimî, Salât: 206, Rikak: 58; Müsned: 2:168, 375, 485, 3:102, 445, 4:8.

Dipnot-2 Allahım! “Bismillâhirrahmânirrahîm”in hakkı için, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve bütün âl ve ashabına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır bir şekilde salât ve selâm et. Bize de, Senden gayrı, Senin mahlûkatından hiç kimsenin merhametine muhtaç olmayacağımız bir rahmetle merhamet et.

Dipnot-3 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâm üzerine olsun</TD><TD>Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla</TD></TR><TR><TD>Rahmeten li’l-Âlemîn: âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz</TD><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>beliğ: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın gereğine göre söylenmesi</TD><TD>dellâl: ilan edici, duyurucu</TD></TR><TR><TD>elhasıl: kısaca, özetle</TD><TD>hadsiz: sayısız</TD></TR><TR><TD>hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi</TD><TD>hediye-i İlâhiye: Allah’ın hediyesi</TD></TR><TR><TD>ittihaz etmek: edinmek, kabullenmek</TD><TD>kesretle: çoklukla</TD></TR><TR><TD>kıymettar: kıymetli, değerli</TD><TD>lisan: dil</TD></TR><TR><TD>mânâ: anlam</TD><TD>mücessem: cisimleşmiş, maddi yapısı olan</TD></TR><TR><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD><TD>rahmet-i Rahmân: rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah’ın rahmeti</TD></TR><TR><TD>rahmet-i mücesseme: Allah’ın sonsuz rahmetinin maddî cisim haline gelmiş hali olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>salâvat: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketleri</TD></TR><TR><TD>tebaiyet: tabi olma, uyma</TD><TD>tesmiye edilen: isimlendirilen</TD></TR><TR><TD>umum: bütün</TD><TD>vesile: araç, sebep</TD></TR><TR><TD>vüsul: kavuşma, erişme</TD><TD>zât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin zâtı, kendisi</TD></TR><TR><TD>zîhayat: canlı</TD><TD>âlem: dünya, evren</TD></TR><TR><TD>ümmet: Hz. Peygambere (a.s.m.) inanıp onun yolundan giden mü’minler</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 
Üst