Önsöz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
besmele.jpg


وَبِهِ نَسْتَعِينُ
blank.gif
1

Önsöz

[Bu Önsöz, Medine-i Münevvere’de bulunan mühim bir âlim tarafından yazılmıştır.]

Büyük İkbâl’e ait olan Önsözde demiştim ki: “Büyüklerin tarih-i hayatları okunurken, ulvî menkıbeler söylenip aziz hâtıraları anılırken, insan başka bir âleme girdiğini hissediyor. Gönlünü, ter temiz sevgi hislerinin ulvî ateşi yakıyor ve İlâhî feyzi sarıyor. Tarih öyle büyük insanlar kaydeder ki, birçok büyükler, onlara nisbetle küçük kalır.

Tarihe şerefler veren erler anılırken,
Yükselmede ruh, en geniş âlemlere yerden.
Bin rayihanın feyzi sarar ruhu derinden,
Geçmiş gibi Cennetteki gül bahçelerinden.

Bu derin hakikati, Önsözü yazarken bütün azamet ve ihtişamıyla idrak etmiş bulunuyorum. Zira, aziz ve muhterem okuyucularımıza en derin bir ihlâs ve samimiyetle takdim ettiğimiz bu eser, hemen bir asra yaklaşan uzun ve bereketli ömrünün her safhası binlerle harikaya sahne olan gönüller fâtihi büyük Üstad Bediüzzaman Said Nursî’ye, onun yüz otuz parçadan ibaret olan Risale-i Nur Külliyatına ve ahlâk ve faziletleri, ihlâs ve samimiyetleri, iman ve irfanlarıyla hayatın her safhasında sadece bir ülkeye değil, bütün insanlık âlemine ter temiz örnekler vermekte devam eden Nur talebelerine aittir.


[NOT]Dipnot-1 Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Ve ancak Onunla yardım dileriz.
[/NOT]


Büyük İkbâl: (bk. bilgiler – Muhammed İkbal)Medine-i Münevvere: (bk. bilgiler – Medine)
asr: yüzyılazamet: büyüklük, yücelik
aziz: çok değerli, izzetli, saygınbereket: Allah’tan gelen bolluk, nimet
fazilet: güzel ahlâk, erdemfeyz: Allah tarafından kula lutfedilen ve ilham yoluyla kalbe gelen manevî nimet
fâtih: fetheden, açanhakikat: gerçek, doğru
ibaret: meydana gelenidrâk etme: anlama, kavrama
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyetihtişam: haşmetli ve heybetli oluş
irfan: bilme, anlama, sezmemenkıbe: meşhur kimselerin ahvaline dair hayat hikâyesi
muhterem: hürmete lâyık, saygıdeğernisbet: kıyas, oran
rayiha: güzel ve hoş kokusafha: merhale, aşama
takdim etme: sunmatalebe: öğrenci
tarih-i hayat: hayat tarihi, biyografiulvî: yüce, büyük
zira: çünkü
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 18

Bir kitabın mukaddemesini, o kitabın hülâsası diye tarif ederler. Halbuki, her mevzuu müstakil bir esere sığmayacak kadar derin ve geniş olan bu muazzam kitabın muhteviyatını böyle birkaç sahifelik mukaddemeye sığdırmak kabil midir?

Bugüne kadar âcizane yazdığım manzum ve mensur yazılarımın hiçbirisinde bu kadar acz ve hayret içerisinde kalmamıştım. Binaenaleyh, bu eseri derin bir zevk,İlâhî bir neş’e ve coşkun bir heyecanla okuyacak olanlar, hayranlıkla görecekler ki, Bediüzzaman, çocukluğundan beri müstesna bir şekilde yetişen ve bütün ömrü boyunca İlâhî tecellilere mazhar olan bam başka bir âlim ve mümtaz bir şahsiyettir.

Ben, bu büyük zatı, eserlerini ve talebelerini inceden inceye tetkik edip de o nur âleminde hissen, fikren ve ruhen yaşadıktan sonra, büyük ve eski bir Arap şairinin, bir beytiyle çok derin bir hakikatı ifade ettiğini öğrendim: “Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak Cenâb-ı Hakka zor gelmez.”


endOfSection.gif
endOfSection.gif




Gayesinin ulviyetinden, dâvâsının ihtişamından ve imanının azametinden feyiz veilham alan bu kutbun câzibesine takılanların adedi günden güne çoğalmaktadır.

Akıllara hayret veren bu ulvî hadise, münkirleri kahrettiği gibi, mü’minleri de şâd vemesrur eylemekte devam edip gidiyor.

İmanlı gönüllerde mânevî bir rabıta halinde yaşayan bu İlâhî hâdiseyi, büyük birmücahid, kalbleri vecd içinde bırakan bir üslûpla, bakınız, nasıl ifade ediyor:

“Ahlâksızlık çirkefinin bir tufan halinde her istikamete taşıp uzanarak her fazileti boğmaya koyulduğu kara günlerde, onun, yani Bediüzzaman’ın feyzini bir sır gibi kalbden kalbe mukavemeti imkânsız bir hamle halinde intikal eder görmekle tesellî buluyoruz. Gecelerimiz çok karardı; ve çok kararan gecelerin sabahları pek yakın olur.”

Bediüzzaman: Bediüzzaman Said NursîCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
acz: acizlik, güçsüzlükazamet: büyüklük, yücelik
beyit: iki mısradan oluşan şiir bölümübinaenaleyh: bundan dolayı
câzibe: çekim kuvvetidâvâ: takip edilen fikir ve düşünce sistemi
fazilet: güzel ahlâk, mânevî değer, erdemfeyiz: ilham, bolluk, bereket
fikren: düşünce aracılığıylahakikat: gerçek, doğru
hayret: şaşkınlıkhissen: his aracılğıyla
hülâsa: özetihtişam: haşmetli ve görkemli oluş
ilham: Allah tarafından kalbe indirilen mânâintikal etme: geçme, ulaşma
istikamet: yönkutub: manevî mertebelerin en yükseğinde bulunan kimse
kàbil: mümkünmanzum: şiir şeklinde, vezinli
mazhar olma: ayna olma, erişmemensur: nesir, düz yazı
mesrur: sevinçli, mutlumevzu: konu
muazzam: büyükmuhteviyat: bir şeyin içinde bulunan unsur ve özelilkler
mukaddeme: giriş, başlangıçmukavemet: karşı koyma, direnç gösterme
mücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayanmümtaz: seçkin
münkir: inanmayan, inkar edenmüstakil: bağımsız
müstesnâ: seçkin, benzeri olmayanneş’e: sevinç
rabıta: bağtecellî: belirme, görünme, yansıma
tetkik etme: inceleme, araştırmatufan: büyük su baskını
ulviyet: yücelikulvî: yüce, büyük
vecd: mânevî coşkuâcizâne: âciz ve güçsüz bir şekilde (bu ifade tevazu mânâsını taşır)
çirkef: iğrenç, pis şeyİlâhî: Allah tarafından olan
şâd: neşeli, memnun
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 19

Evet, bir sır gibi kalbden kalbe mukavemeti imkânsız bir halde yayılıp dağılan bu nurun, memleketin her köşesinde feyiz ve tesirini görenler, hayret ve dehşetler içinde sormaya başladılar: “Şöhreti memleketimizin her tarafını kaplayan bu zat kimdir? Hayatı, eserleri, meslek ve meşrebi nedir? Tuttuğu yol bir tarikat mı, bir cemiyet mi, yoksa siyasî bir teşekkül müdür?”

Bununla da kalmadı; derhal gerek idarî ve gerek adlî çok mühim takipler ve pek ciddî tetkikler, uzun ve müselsel mahkemeler cereyan etti. Neticede, bu İlâhî tecellînin gönüller ülkesine kurulan bir iman ve irfan müessesesinden başka birşey olmadığı tahakkuk edince, adaletin İlâhî bir surette tecellîsi şu şekilde zuhur etti: Bediüzzaman Said Nursî ve bütün Risale-i Nur eserlerinin beraati kararı resmen ilân edildi. Ve artık, ruhun maddeye, hakkın bâtıla, nurun zulmete, imanın küfre her zaman galebe çalacağı, ezelden ebede değişmeyecek olan İlâhî kanunların başında gelen bir hakikat olduğu güneşler gibi belirdi.

Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçının mahiyet ve hakikatini, sadakat ve samimiyetini gösteren en gerçek mi’yar, dâvâsını ilâna başladığı ilk günlerle,muzaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimaî, uzvî ve ruhî hayatında vücuda gelen değişiklik farklarıdır, derler.

Meselâ, o adam ilk günlerde mütevazi, âlicenap, feragat ve mahviyetkâr, hülâsa, bütün ahlâk ve fazilet bakımından cidden örnek olan gayet temiz ve son derece demümtaz bir şahsiyetti. Bakalım, cihadında muzaffer olup hislerde, emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra, yine o eski temiz ve örnek halinde kalabilmiş mi? Yoksa, zafer neş’esiyle, birçok büyük sanılan kimseler gibi yere göğe sığmaz mı olmuş?

İşte, büyük küçük herhangi bir dâvâ ve gaye sahibinin mahiyet ve hakikatini, şahsiyet ve hüviyetini en hakikî çehresiyle aksettirecek olan en berrak âyine budur.

adlî: adalet sistemiyle bağlantılıaksettirme: yansıtma
beraat: temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılmasıberrak: duru, saf
bâtıl: doğru olmayan, yalan, yanlışcemiyet: dernek
cereyan etme: oluşma, meydana gelmecihad: mücadele, din uğrunda çaba harcama
dâvâ: takip edilen fikir ve düşünce sistemiebed: sonu olmayan sonsuzluk
emel: arzu, istekezel: başlangıcı olmayan sonsuzluk
fazilet: güzel ahlâk, mânevî değer, erdemferagat: hakkından isteyerek vaz geçme, affetme
ferdî: ferde, kişiye aitfeyiz: ilham, bolluk, bereket
galebe çalmak: üstün gelmekhakikat: gerçek mahiyet, esas
hülâsa: özet olarakhüviyet: kimlik
idarî: yönetimle bağlantılıirfan: bilgi, anlayış
içtimaî: toplumsal, sosyalküfr: inkâr, inançsızlık
mahiyet: asıl, nitelik, özellikmahviyetkâr: alçak gönüllü
meşreb: hareket tarzı, metodmi’yar: ölçü birimi
mukavemet: karşı koyma, direnç göstermemuzaffer: zafer kazanan, galip gelen
müessese: kurummümtaz: seçkin
müselsel: silsile halinde, zincirlememütevâzi: alçakgönüllü, gösterişsiz
neş’e: sevinçruhî: ruh ile ilgili
sadakat: bağlılık, sebatsuret: biçim, şekil
tahakkuk etme: gerçekleşmetarikat: İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yol
tecellî: belirme, görünme, yansımatetkik: inceleme, araştırma
teşekkül: oluşumuzvî: insanın organları ve bedeniyle ilgili
vücuda gelme: var olma, meydana gelmezuhur etme: görünme, ortaya çıkma
zulmet: karanlıkâlicenap: yüksek ahlâk sahibi
çehre: yüz, görünümİlâhî: Allah tarafından olan
ıslahatçı: yanlışlıkları ve eksiklikleri düzeltmeye ve iyileştirmeye çabalayan kişişahsiyet: kişilik, yapı

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 20

Tarih boyunca, bu müthiş imtihanı kazanmanın şaheser misalini, evvelâ peygamberler ve bilhassa Sultanu’l-Enbiya Sallâllahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, sonra Onun halife ve Sahabeleri ve daha sonra onların nurlu yolunda yürüyen büyük zatlar vermişlerdir.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Peygamber Efendimiz, şu
blank.gif
1
اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاءِ yani, “Âlimler, peygamberlerin varisleridirler” hadis-i şerifleriyle, âlim olmanın pek kolay birşey olmadığını, i’câzkâr belâğatleriyle beyan buyuruyorlar.

Zira, madem ki bir âlim, peygamberlerin varisidir; o halde, hak ve hakikatin tebliğve neşri hususunda, aynen onların tutmuş oldukları yolu takip etmesi lâzımdır. Her ne kadar bu yol, bütün dağ, taş, çamur, çakıl, uçurum, daha beteri, takip, tevkif,muhakeme, hapis, zindan, sürgün, tecrid, zehirlenme, idam sehpaları ve daha akıl ve hayale gelmeyen nice bin zulüm ve işkencelerle dolu da olsa...

İşte, Bediüzzaman, yarım asırdan fazla o mukaddes cihadı ile bütün ömrü boyunca bu çetin yolda yürüyen ve karşısına çıkan binlerle engeli bir yıldırım sür’atiyle aşan ve Peygamberlerin vârisi olan bir âlim olduğunu amelî bir surette ispat eden bir zattır.

Kendisinin ilmî, ahlâkî, edebî, birçok fazilet ve meziyetleri arasında, beni en çok meftun eden şey, onun, o dağlardan daha sağlam, denizlerden daha derin,semalardan daha yüksek ve geniş olan imanıdır.

Rabbim, o ne muazzam iman! O ne bitmez ve tükenmez sabır! O ne çelikten irade! Hayal ve hatıralara ürpermeler veren bunca tazyik, tehdit, tâzip ve işkencelere rağmen, o ne eğilmez baş, ne boğulmaz ses ve nasıl kısılmaz nefestir!


[NOT]Dipnot-1
Buharî, İlim: 10; Ebû Dâvud, İlim: 1; İbn-i Mâce, Mukaddime: 17; Dârimî, Mukaddime: 32; Müsned, 5:196.[/NOT]




Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran AllahSahabe: Peygamberimizi (a s m ) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenler, onun etrafında bulunup hizmet edenler
Sallâllahu Aleyhi ve Sellem: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunSultanu’l-Enbiya: bütün peygamberlerin sultanı olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
amelî bir surette: uygulamalı bir şekildeasır: yüzyıl
belâgat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesibeyan: açıklama
bilhassa: özelliklecihad: mücadele, din uğrunda çaba harcama
fazilet: güzel ahlâk, mânevî değer, erdemhadis-i şerif: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakikat: gerçek, doğruhalife: Fahr-i Kâinat (a.s.m.) Efendimizin vekili olarak Müslümanların başkanlığını yapan ve İslâmiyeti korumak ve yaşatmakla görevli olan zât
i’cazkâr: mu’cizeli, benzerini yapmakta başkalarını âciz ve hayrette bırakanmeftun eden: insanları kendisine bağlayan, kendisinden geçiren
meziyet: üstün özellikmisal: örnek
muazzam: büyükmuhakeme: mahkemede yargılama
mukaddes: her türlü çirkinlikten ve eksiklikten arınmış, kutsalneşir: yayma
sema: gökyüzüsür’atiyle: hızıyla
tazyik: baskı, ağırlıktebliğ: bildirme, sunma
tecrid: insanlardan soyutlama, yalnız başına bırakmatevkif: tutuklama
tâzip: azap verme, cezalandırmavâris: mirasçı
zira: çünküçetin: zor
şaheser: üstün ve kalıcı nitelikte olan eser, başyapıt
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 21

Büyük İkbâl’in heyecanlı şiirlerinden aldığım coşkun bir ilham neş’esiyle vaktiyle yazdığım “Mücahid” ünvanını taşıyan bir manzumede, aşağıdaki mısraları okuyanlardan, belki şâirane bir mübalâğada bulunduğumu söyleyenler olmuştur.

Lâkin şu mukaddemesini yazmakla şeref duyduğum şaheseri okuyanlar, vecdle dolu bir hayranlıkla anlayacaklar ki, Allah’ın ne kulları varmış! Eğer bir iman, kemalini bulursa, neler yapar ve ne harikalar doğururmuş!

Bir azm, eğer iman dolu bir kalbe girerse,
İnsan da, o imandaki son sırra ererse,
En azgın ölümler ona zincir vuramazlar;
Volkan gibi coşkun akıyor, durduramazlar...
Rabbimden iner azmine kuvvet veren ilham,
Peygamberi rüyada görür belki her akşam.
Hep nur onun iman dolu kalbindeki mihrap,
Kandil olamaz ufkuna dünyadaki mehtap.
Kar, kış demez, irkilmez, üzülmez, acı duymaz;
Mevsim, bütün ömrünce ılık gölgeli bir yaz.
Cennetteki âlemleri dünyada görür de,
Mahvolsa eğilmez sıra dağlar gibi derde.
En sarp uçurumlar gelip etrafını sarsa,
Ay batsa, güneş sönse, ufuklar da kararsa,
Gökler yıkılıp çökse, yolundan yine dönmez,
Ruhundaki imanla yanan meş’ale sönmez!
Kalbinde yanardağ gibi, iman ne mukaddes!
Vicdanına her an şunu haykırmada bir ses:
Ey yolcu! Şafaklar sökecek, durma, ilerle,
Zulmetlere kan ağlatacak meş’alelerle...
Yıldızlara bas, çık yüce âlemlere, yüksel,
İnsanlığı kurtarmaya Cennetten inen el!


Büyük İkbâl: (bk. bilgiler – Muhammed İkbal)Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
azim: kararlılık, irade, gayretilham: Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ
kandil: lâmbakemal: mükemmel hale gelmek, olgunlaşmak
lâkin: ancakmahvolma: yıkılıp dağılma
manzume: vezinli ve kafiyeli söz, şiirmehtap: ay ışığı
meş’ale: kandil, lamba; ucunda ateş yanan ve aydınlatmak için kullanılan değnekmihrap: Camilerde Kâbe yönünü gösteren ve imamın namaz kıldırırken geçtiği yer; mecazî olarak umut bağlanılan yer
mukaddeme: başlangıç, girişmukaddes: her türlü çirkinlikten ve eksiklikten arınmış, kutsal
mübalağa: abartımücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayan
mısra: şiirde yer alan her bir satırsarp: çıkılması ve geçilmesi çok zor olan uçurum
vecd: coşkuzulmet: karanlık
şafak: güneş doğmadan az önce beliren aydınlıkşaheser: üstün ve kalıcı nitelikte olan eser, başyapıt
şâirane: şairce
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 22

Sanki bu mısralar iman kahramanı, büyük mücahid Bediüzzaman Hazretleri için yazılmış. Zira bu yüksek sıfatlar, hep onun sıfatlarıdır. Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerimede, bakınız, mücahidlere neler vaad ediyor:

وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَاِنَّ اللهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ
blank.gif
1


Meâl-i şerifi: “Bizim uğrumuzda mücahede edenlere mutlaka yollarımızı gösteririz. Ve hiç şüphe yok ki, Allah muhsinlerle (Allah’ı görür gibi ibadet eden mücahidlerle) beraberdir.”

Demek ki, iman ve Kur’ân uğrunda candan ve cihandan geçen mücahidlere, büyük Allah, hakikat ve hidayet yollarını göstereceğini vaad buyuruyor. Hâşâ, Cenâb-ı Hakvaadinde hulf etmez; yeter ki, bu azim vaad-i İlâhîyi icap ettirecek şartlar tahakkuketsin.

Bu âyet-i kerime, Üstadın karakter ve şahsiyetini tahlil hususunda bize nurdan bir rehber oluyor ve o nurun billûr ışığı altında artık en ince çizgileri ve en hassas noktaları görüp sezebiliyoruz. Zira, madem ki bir insan Cenâb-ı Hakkın hıfz vehimayesinde bulunmak nimetine mazhar olmuştur; artık onun için korku, endişe, üzüntü, yılma, usanma ve saire gibi şeyler bahis mevzuu olamaz.

Allah’ın nuruyla nurlanan bir gönlün semasını hangi bulutlar kaplayabilir? Her anhuzur-u İlâhîde bulunmak bahtiyarlığına eren bir kulun ruhunu, hangi fâni emel ve arzular, hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangi pespâye gaye ve ihtiraslar tatmin,teskin ve tesellî edebilir?

Allah’tır onun yârı, mürebbîsi, velîsi;

Andıkça bütün nur oluyor duygusu, hissi.

Yükselmededir mârifet iklimine her an,

Bambaşka ufuklar açıyor ruhuna Kur’ân...

Kur’ân ona yâd ettiriyor “Bezm-i Elest”i.

Âşık, o tecellînin ezelden beri mesti...



[NOT]Dipnot-1 Ankebût Sûresi, 29:69.
[/NOT]

Bediüzzaman Hazretleri: Bediüzzaman Said NursîBezm-i Elest: Elest meclisi, Allah’ın ruhları yarattığında, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” anlamındaki sorusuna, ruhların, “Evet, Rabbimizsin” diye cevap verdikleri an
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahazîm: çok büyük
bahis mevzu: söz konusubahtiyarlık: yüce bir makâma erişmenin sağladığı mutluluk ve huzur
billûr: kristal; duru, berrak ve akıcıcihan: dünya
emel: arzu, istekezel: başlangıcı olmayan sonsuzluk
fâni: geçici, ölümlühidayet: doğru ve hak olan yol, İslâmiyet
himaye: korumahulf etme: verdiği sözü tutmama
huzur-u İlâhî: kulun kendisini her an Allah’ın huzurunda hissetmesihâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
hıfz: korumaicap ettirme: gerektirme
ihtiras: aşırı istek, tutkuiltifat: yönelme, değer verme
mazhar olma: ayna olma, erişmemest: kendinden geçmiş
meâl-i şerif: şerefli, yüce mânâmuhsin: Allah’ı görmese de, Allah’ı görür gibi Ona ibadet eden
mârifet: Allah’ı tanıma, bilmemücahede etme: cihad etme, din uğrunda çaba harcama
mücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayanmürebbî: terbiye edici, eğitici
mısra: şiirde yer alan her bir satırpespâye: aşağılık, âdi
sema: gökyüzü; yüksek derecelertahakkuk etme: gerçekleşme
tahlil: değerlendirme, çözümlemetecellî: belirme, görünme, yansıma
teskin: sakinleştirme, rahatlatmateveccüh: ilgi, yönelme
vaad: söz vermevaad-i İlâhî: Allah tarafından kullara verilen vaad
velî: dostyad etme: anma
yâr: dost, sevgilizira: çünkü
âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 23

İşte, Bediüzzaman, böyle harikalar harikası bir inayete mazhar olan mübarek bir şahsiyettir. Ve bunun içindir ki, zindanlar ona bir gülistan olmuş; oradan ebediyetlerin nurlu ufuklarını görür. İdam sehpaları, birer va’z ve irşad kürsüsüdür. Oradan insanlığa ulvî bir gaye uğrunda sabır ve sebat, metanet ve celâdet dersleri verir. Hapishaneler birer medrese-i Yusufiyeye inkılâp eder. Oraya girerken, bir profesörün üniversiteye ders vermek için girdiği gibi girer. Zira oradakiler, onun feyizve irşadına muhtaç olan talebeleridir. Hergün birkaç vatandaşın imanını kurtarmak ve cânileri melek gibi bir insan haline getirmek, onun için dünyalara değişilmez bir saadettir.

Böyle bir yüksek iman ve ihlâs şuuruna malik olan insan, hiç şüphesiz ki, zaman ve mekân mefhumlarının fâniler üzerinde bıraktığı yaldızlı tesirleri kesif madde âleminde bırakarak, ruhuyla mâneviyat âleminin pırıl pırıl nurlar saçan ufuklarına yükselmiş bir haldedir.

Büyük mutasavvıfların (r.a.) fena fillâh, bekabillâh diye tarif ve tavsif buyurdukları yüksek mertebe, işte bu kudsî şerefe nail olmaktır.

Evet, her mü’minin kendine mahsus bir huzur, huşû, tefeyyüz, tecerrüd ve istiğrakhali vardır. Ve herkes, iman ve irfanı, salâh ve takvâsı, feyiz ve mâneviyatınisbetinde bu İlâhî hazdan feyizyâb olabilir. Lâkin bu güzel hal, bu tatlı visal ve buemsalsiz haz, geçen âyet-i kerimedeki ihsan erbabı olan o büyük mücahidlerde her zaman devam ediyor. Ve işte onlar, bu sebepten dolayıdır ki, Mevlâyı unutmakgafletine düşmüyorlar. Nefisleriyle, arslanlar gibi bütün


Mevlâ: bütün varlıklar âleminin yegâne sahibi ve efendisi olan Allahbekabillâh: Allah ile var olmak
celâdet: kahramanlık, yiğitlikcâni: katil, cinayet işleyen
ebediyet: sonu olmayan sonsuzlukemsalsiz: benzersiz, eşsiz
fena fillâh: Allah’ın varlığında yok olma, kulun zât ve sıfatlarının Allah’ın zât ve sıfatlarında fani olmasıfeyiz: ilham, bolluk, bereket
feyizyâb olma: feyiz bulma; manevî nimetlere ve ikramlara nail olmafâni: geçici, ölümlü
gaflet: Allah’a ve Onun emir ve yasaklarına karşı duyarsız davranma hâli, umursamazlıkgülistan: gül bahçesi
haz: zevk; manevî lezzethuzur: kulun kendisini Allah’ın huzurunda hissetmesi
huşû: kulun, Allah’ın varlıklar üzerinde yansıyan haşmet ve görkemini düşünerek kendisinden geçmesiihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
ihsan erbabı: Allah’ı görmese de, her an görüyormuşcasına hareket eden seçkin kullarinkılâp etmek: dönüşmek
inâyet: Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilikirfan: varlıklarda gizli olan hakikatleri tefekkür, keşif ve ilham yoluyla bilme
irşad: doğru yolu göstermeistiğrak: Allah aşkıyla dünyayı unutup kendinden geçme
kesif: yoğun, katıkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal
malik: sahipmazhar: ayna olma, erişme
medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishanemefhum: bir sözden çıkarılan mânâ; kavram
metanet: sağlamlık, kararlılıkmutasavvıf: tasavvuf ehli, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler
mâneviyat: mânevî yönden elde edilen gelişmeler ve özelliklermübarek: kutlu; kendisine çok saygı duyulan
mücahid: cihad eden; nefis ve şeytanlarla mücadele edenmü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
nail olmak: erişmeknefis: insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duyu
nisbetinde: oranındasaadet: mutluluk
salâh: iyiliksebat: kararlılık, sabit olma
takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uymatavsif: vasıflandırma, niteleme
tecerrüd: soyutlanma, sıyrılma; bütün varlıklardan alâka ve bağlantıları koparıp, kendini onlardan arındırıp Allah’a yönelmetefeyyüz: feyizlenme; manevî yönden ilerleme ve yükselme
ulvî: yüce, büyükvisal: kavuşma
zira: çünküâyet-i kerime: Kur’an’ın herbir cümlesi
İlâhî: Allah tarafından olanşuur: bilinç, anlayış, idrak

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 24

ömürleri boyunca çarpışıyorlar. Ve hayatlarının her lâhzası, en yüksek terakki ve tekâmül hatıraları kaydediyor. Ve bütün varlıkları, o cemâl, kemâl ve celâl sıfatlarıyla muttasıf olan Rabbü’l-Âlemînin rızasında erimiş bulunuyorlar.

Mevlâ, bizleri de o bahtiyarlar zümresine ilhak eylesin. Âmin.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



Yukarıdaki sahifelerde, büyük Üstadın, dostlarını meftun ve hayran ettiği kadar da, düşmanlarını dehşetler içerisinde bırakan azametli imanından bahsettik. Biraz da mümtaz şahsiyeti nurdan bir hâle halinde sarmakta olan üstün meziyetlerinden, ahlâk ve kemalâtından bahsedelim.

Malûm ya, her şahsiyeti, muhtelif ve muayyen meziyetler çerçeveler. Binaenaleyh,Üstadın şahsiyetini tekvin eden başlıca sıfatlar şunlardır:

Feragati:

Bir dâvâ sahibinin ve bilhassa ıslahatçının muvaffakiyet şartlarının en mühimmi feragattir. Zira gözler ve gönüller, bu mühim noktayı en ince bir hassasiyetle tetkik ve takibe meyyaldirler. Üstadın bütün hayatı ise, baştan başa feragatın şaheser misalleriyle dolup taşmaktadır.

Allâme Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi merhumdan, feragate ait şöyle bir söz işitmiştim: “İslâm bugün öyle mücahitler ister ki, dünyasını değil, âhiretini dahi feda etmeye hazır olacak.”

Büyük adamdan sâdır olan bu büyük sözü tamamen kavrayamadığım için, mutasavvıfların istiğrak hallerinde söyledikleri esrarlı sözlere benzeterek, herkese söylememiş ve olur olmaz yerlerde de açmamıştım.

Vaktâ ki aynı sözü Bediüzzaman’ın ateşler saçan heyecanlı ifadelerinde de okuyunca anladım ki, büyüklere göre feragatin ölçüsü de büyüyor... Evet, İslâm


Mevlâ: bütün varlıklar âleminin yegâne sahibi ve efendisi olan AllahMustafa Sabri Efendi: (bk. bilgiler)
Rabbü’l-Âlemin: âlemlerin Rabbi, bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allahallâme: büyük âlim
azametli: büyük, yücebahtiyar: talihli, mutlu
bilhassa: özelliklebinaenaleyh: bundan dolayı
celâl: büyüklük, azamet, haşmetcemâl: sonsuz güzellik
esrarlı: gizemli, sırlıferagat: hakkından isteyerek vaz geçme, affetme
hâle: ay ve güneşin etrafında bazen görünen parlak, ışıklı halkailhak eylemek: dahil etmek
istiğrak: Allah aşkıyla kendinden geçmekemalât: bir kimsenin sahip olduğu üstün meziyetler, manevî haslet ve özellikler
kemâl: sonsuz mükemmellikmalûm: bilinen
meftun: düşkün, tutkunmerhum: vefat etmiş ve Allah’ın rahmetine kavuşmuş olan,
meyyal: meyilli, eğilimlimeziyet: üstün özellik
muayyen: belirlimuhtelif: çeşitli
mutasavvıf: tasavvuf ehli, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimselermuttasıf: nitelenmiş; belli bir vasıf ve sıfatı üzerinde taşıyan
muvaffakiyet: başarımücahit: cihad eden, din uğrunda çaba harcayan kimse
mühim: önemlimümtaz: seçkin
rıza: memnuniyetsâdır olan: çıkan; dile getirilen
tekvin eden: oluşturan, meydana getirentekâmül: ilerleme, mükemmelleşme
terakki: ilerleme, yükselmetetkik etme: inceleme, araştırma
vaktâ ki: ne zaman kizira: çünkü
zümre: grup, toplulukÜstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan âlim; Bediüzzaman Said Nursî
âmin: “Allahım kabul eyle”ıslahatçı: gerek insanlarda, gerekse toplum yapısında meydana gelen bozulmaları düzeltme, yenileme ve eksiklikleri tamamlama çabasında olan
Şeyhülislâm: Osmanlı devletinde, kabinede sadrazamdan sonra yer alan ve din işlerine bakmakla birlikte dünya işlerine de din bakımından karışan kimseşahsiyet: kişilik, yapı

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 25

için bu kadar acıklı bir feragate katlanmaya razı olan mücahidleri, Erhamürrâhimîn olan Allahü Zü’l-Kerem Tealâ ve Tekaddes Hazretleri bırakır mı? O fedaî kulunu lütuf ve kereminden, inayet ve merhametinden mahrum etmek, şânına—hâşâ—yakışır mı?

İşte, Bediüzzaman, bu müstesna tecellînin en parlak misalidir. Bütün ömrü boyunca mücerred yaşadı. Dünyanın bütün meşru lezzetlerinden tamamen mahrum kaldı. Bir yuva kurmak ve orada mes’ut bir aile hayatı geçirmek sevdasına düşmeye vakit ve fırsat bulamadı. Fakat Cenâb-ı Hak kendisine öyle şeyler ihsan etti ki, fâni kalemlerle tarif olunamayacak kadar muazzam ve muhteşemdir.

Bugün dünyada hangi bir aile reisi, mânen Bediüzzaman Hazretleri kadar mes’uttur? Hangi bir baba milyonlarla evlâda sahip olmuştur? Hem de nasıl evlâtlar!.. Ve hangi bir üstad bu kadar talebe yetiştirebilmiştir?

Bu kudsî ve ruhî rabıta, biiznillâhi teâlâ, dünyalar durdukça duracak ve nurdan bir sel halinde ebediyetlere kadar akıp gidecektir. Çünkü bu İlâhî dâvâ, Kur’ân-ı Kerîmin nur deryasında tebellür eden bir varlık olduğu gibi, Kur’ân’dan doğmuş ve Kur’ân’la beraber yaşayacaktır...

Şefkat ve merhameti:

Büyük üstad, hak ve hakikati tâ çocukluğunda bulmuştu. Kalbinin feryadını ve ruhunun münâcâtını dinlemek için mağaralara kapandığı günlerde bile ibadet ve taatten, tefekkür ve murakabelerden, feyiz ve huzur almanın zevkine ermiş olan birârif-i billâh idi.

Lâkin, karanlık gece dalgalarını andıran korkunç küfür ve ilhad kâbusunun Müslüman dünyasını ve dolayısıyla memleketimizi kaplamak üzere olduğu o tehlikeli günlerde, yatağından fırlayan bir arslan gibi, yanardağları andıran bir kükreyişle cihad meydanına atıldı. Bütün rahat ve huzurunu bu mukaddes dâvâya


Allahü Zü’l-Kerem Tealâ ve Tekaddes Hazretleri: Sonsuz cömertlik, yücelik sahibi, her türlü eksiklik ve noksanlıktan münezzeh ve mukaddes olan AllahCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
Erhamü’r-Râhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan Allahaile reisi: ailenin başı, baba
biiznillâh teâlâ: Yüce Allah’ın izni ilecihad: mücadele, din uğrunda çaba harcama
derya: denizebediyet: sonsuzluk
fedaî: davası ve inançları uğruna canını feda edenferagat: hakkından isteyerek vaz geçme, affetme
feyiz: manevî kaynaklardan gelen ilham; bolluk, bereketfâni: geçici, ölümlü
hakikat: gerçek, doğruihsan etme: bağışlama, ikram etme
ilhad: dinsizlik, inkârinayet: lütuf, iyilik, yardım
kerem: cömertlik, ikram, yardımkudsî: kutsal
küfür: inanmama, kabul etmemelâkin: ancak
lütûf: iyilik, ihsan, bağışmes’ut: mutlu
meşru: helâl, dine uygunmuazzam: büyük
mukaddes: kutsalmurakabe: nefsini kontrol altına alma, Allah tarafından sürekli gözetlendiğine inanma
mânen: mânevî yöndenmücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayan
mücerred: evlenmemiş olan, bekârmünâcât: Allah’a yalvarma, yakarma
müstesna: seçkin, benzeri olmayanrabıta: bağ
ruhî: ruhla ilgili, ruhtan gelentaat: Allah’ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma
tebellür etme: billurlaşma; kristaller gibi parıldamatecellî: belirme, yansıma
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünmeÜstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan âlim; Bediüzzaman Said Nursî
ârif-i billâh: Allah’ı tanıyan, bilen; manevî mertebelerin en üst seviyesi olan mârifetullah derecesine ulaşanşefkat: acıma, merhamet

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 26

feda etti. Ve işte bu hikmete mebnidir ki, o günden beri her sözü bir dilim lâv, her fikri bir ateş parçası olmuş, düştüğü gönülleri yakıyor; hisleri, fikirleri alevlendiriyor.

Büyük Üstadın tam bir uzlet ve inzivadan sonra tekrar irşad ve cemiyet hayatına atılması, aynen İmam-ı Gazâlî’nin hayatında geçirmiş olduğu o mühim ve tarihî merhaleye benzemektedir.

Demek ki, Cenâb-ı Hak, büyük mürşidleri böyle bir müddet inzivada terbiye, tasfiye ve tezkiye ettikten sonra tenvir ve irşad vazifesiyle mükellef kılıyor. Ve bu sebepledir ki, bir mâ-i mukattardan daha temiz ve berrak olan yüreklerinden kopup gelen nefesler, kalblere akseder etmez bam başka tesirler icra ediyor.

Arz ettiğim gibi, İmam-ı Gazâlî’nin bundan dokuz yüz sene evvel ahlâk ve faziletsahasında yapmış olduğu fütuhatı, bu asırda Bediüzzaman, iman ve ihlâs vâdisinde başarmıştır.

Evet, Hazret-i Üstadı bu müthiş cihad meydanlarına sevk eden, hep bu eşsiz şefkatve merhameti olmuştur. Ve bunu bizzat kendisinden dinleyelim:

“Bana ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var; alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!..”

İstiğnası:

Üstadın, hayatı boyunca cemiyetimizin her tabakasına vermekte olduğu binlerleistiğna örnekleri, dillere destan olmuş bir ulviyeti haizdir.

Mâsivâdan tam mânâsıyla istiğna ederek, uzvî ve ruhî bütün varlığıyla Rabbü’l-Âlemînin bitmez ve tükenmez hazinesine dayanmayı, müddet-i hayatında




Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahRabbü’l-Âlemîn: Alemlerin Rabbi, Allah
aksetme: yansımaarz etme: sunma, dile getirme
asır: yüzyılcemiyet: toplum
cihad: mücadele, din uğrunda çaba harcamaehemmiyet: önem
fazilet: güzel ahlâk, mânevî değer, erdemfütuhat: fetihler, zaferler
hikmet: sebep, sır, gayehâiz: sahip, elde eden
icra etme: yürütme, yerine getirmeihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
inziva: yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmamairşad: doğru yolu gösterme
istiğna: elindekilerle yetinip başkalarının yardımına ihtiyaç duymama; tok gözlü olma; gönül tokluğulâv: yanardağların püskürmesi sırasında ortaya çıkan kütle
mebni: bina edilmiş olan; bundan dolayımerhale: aşama, safha
mâ-i mukattar: saf su, damıtılmış sumâsivâ: Allah’tan başka herşey
müddet-i hayat: hayat süresimükellef: yükümlü
mürşid: irşad eden, doğru yolu gösterenruhî: ruhla ilgili, ruha ait
sevk etme: yöneltme, yönlendirmetasfiye: kalbini ve ruhunu her türlü manevî kirlerden arındırma, temizleme
tenvir: nurlandırma, aydınlatma; insanları iman ve Kur’ân ilimleriyle aydınlatmaterbiye: manevî eğitimden geçme
tezkiye: kusur ve hatalardan arınarak manen temizlenmeulviyet: yücelik
uzlet: bir köşeye çekilip yalnız başına yaşamauzvî: beden organları ile ilgili
Üstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan; Bediüzzaman Said Nursîİmam-ı Gazâlî: (bk. bilgiler)
şefkat: acıma, merhamet
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 27

bir itiyad değil, âdeta bir mezhep, meşrep ve meslek olarak kabul etmiştir. Ve bunda da ne pahasına olursa olsun sebat eylemekte hâlâ devam etmektedir.

İşin orijinal tarafı: Bu meslek, kendi şahsına münhasır kalmamış, talebelerine de kudsî bir mefkûre halinde intikal etmiştir. Nur deryasında yıkanmak şerefine mazhar olan bir Nur talebesinin istiğnasına hayran olmamak kabil değildir.

Bakınız, Üstad, Mektubat ünvanını taşıyan şaheserin İkinci Mektubunda, bu mühim noktayı altı vecihle ne kadar asil bir iman ve irfan şuuruyla izah eder:

“Birincisi: Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle itham ediyorlar; ilmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Binaenaleyh bunları fiilen tekzip lâzımdır.

İkincisi: Neşr-i hak için enbiyaya ittibâ etmekle mükellefiz. Kur’ân-ı Hakîmde hakkıneşredenler
اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللهِ، اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللهِ
blank.gif
1 diyerek, insanlardan istiğna göstermişler...”

İşte, Risale-i Nur Külliyatının mazhar olduğu İlâhî fütuhat, hep bu enbiyamesleğinde sebat kahramanlığının şaheser misali ve harikulâde neticesidir. Ve bu sayede Üstad, izzet-i ilmiyesini, cihan-kıymet bir elmas gibi muhafaza eylemiştir.

Artık, herkesin, uğrunda esir olduğu maaş, rütbe, servet ve daha nice bin şahsî ve maddî menfaatlerle asla alâkası olmayan bir insan, nasıl olur da gönüller fatihi olmaz? İmanlı gönüller, nasıl onun feyiz ve nuruyla dolmaz?

İktisatçılığı:

İktisat, bundan evvel bahsettiğimiz “istiğna”nın tefsir ve izahından başka birşey değildir. Zaten iktisat sarayına girebilmek için, evvelâ istiğna denilen


[NOT]Dipnot-1 “Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah’a aittir.” Hûd Sûresi, 11:29.
[/NOT]


Kur’ân-ı Hakîm: hikmetli Kur’ân; her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ânbinaenaleyh: bundan dolayı
cihan-kıymet: bütün kâinat kıymetinde olanderya: deniz
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimselerehl-i ilim: ilim ehli kimseler; âlimler
enbiya: nebiler, peygamberlerfatih: fetheden
feyiz: ilham, bolluk, bereketfütuhat: fetihler, zaferler
harikulâde: olağanüstü, şaşırtıcı şekildeiktisat: tutumluluk; her hususta orta yolu takip etme, lüzumundan fazla veya noksan harcamaktan kaçınma
intikal etme: geçme, varmairfan: varlıklarda gizli olan hakikatleri tefekkür, keşif ve ilham yoluyla bilme
istiğna: elindekilerle yetinip başkalarının yardımına ihtiyaç duymama; tok gözlü olma; gönül tokluğuitham: suçlama
itiyad: alışkanlıkittibâ etme: uyma, tabi olma
izah: açıklamaizzet-i ilmiye: ilmin izzeti, şerefi
kabil: mümkünkudsî: kutsal
lâzım: bir hususu ve özelliği gerektiren sebepmazhar: sahip olan, erişen
medar-ı maişet: geçim kaynağımefkûre: gaye, ideâl
mezhep: tutulan yol, ekolmeşrep: hareket tarzı, metod
misal: örnekmuhafaza: koruma
mükellef: yükümlümünhasır: ait, sınırlı
neşr-i hak: hakkı ve hakikatleri bütün insanlara yayma, duyurmaneşretmek: yaymak
sebat: kararlılık, sabit olmasebat etme: kararlı ve sabit olma
tefsir: açıklamatekzip: yalanlama
unvan: isimvasıta-i cer: birşeyi herhangi bir çıkar için kullanmak, alet etmek
vecih: yön, tarafÜstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan âlim; Bediüzzaman Said Nursî
şaheser: üstün ve kalıcı nitelikte olan eser, başyapıtşahsî: kişisel
şuur: bilinç, anlayış, idrak
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 28

kapıdan girmek lâzımdır. Bu sebeple iktisatla istiğna, lâzımla mülzem kabilindendir.

Üstad gibi, istiğna hususunda peygamberleri kendine örnek kabul eden bir mücahidin iktisatçılığı, kendiliğinden husule gelecek kadar tabiî bir haslet halini alır ve artık ona günde bir tas çorba, bir bardak su ve bir parça ekmek kâfi gelebilir. Zirabu büyük insan, büyük ve munsif Fransız şairi Lâ Martin’in dediği gibi: “Yemek için yaşamıyor, belki yaşamak için yiyor.”

Üstadın meşrep ve mesleğini tamamen anladıktan sonra, artık onun yüksek iktisatçılığını böyle yemek içmek gibi basit şeylerle mukayese etmeyi çok görüyorum.Zira, bu büyük insanın yüksek iktisatçılığını mânevî sahalarda tatbik etmek ve maddî olmayan ölçülerle ölçmek lâzım gelir.

Meselâ, Üstad, bu yüksek iktisatçılık kudretini sırf yemek, içmek, giymek gibi basit şeylerle değil; bilâkis fikir, zihin, istidat, kabiliyet, vakit, zaman, nefis ve nefes gibi mânevî ve mücerred kıymetlerin israf ve heder edilmemesiyle ölçen bir dâhidir. Ve bütün ömrü boyunca bir karakter halinde takip ettiği bu titiz muhasebe ve murakebe usulünü, bütün talebelerine de telkin etmiştir. Binaenaleyh bir Nur talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay birşey değildir. Zira, onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu “Dikkat!” kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesi görmektedir.

İşte Bediüzzaman, kudretli bir ıslahatçı ve harikalar harikası bir pedagog (mürebbî) olduğunu, yetiştirdiği ter temiz nesille fiilen ispat etmiş ve iktisat tarihine nurdan pırıltılarla yazılan bir atlas sahife daha ilâve eden bir nâdire-i fıtrattır.

Tevazuu ve mahviyetkârlığı:

Nur Risalelerinin bu kadar harikulâde bir şekilde cihana yayılmasında, bu iki hasletin çok faidesi olmuş ve pek derin tesirleri görülmüştür.

Lâ Martin: (bk. bilgiler)atlas sayfa: ipekten dokunmuş kumaş gibi parlak bir sayfa
bilâkis: aksine, tersinebinaenaleyh: bundan dolayı
cihan: dünya, âlemfiilen: uygulamalı olarak
harikulâde: olağanüstü, şaşırtıcı şekildehaslet: huy, özellik, karakter
heder etme: boş yere harcama, israf etmehusule gelmek: meydana gelmek
iktisat: tutumluluk; her hususta orta yolu takip etme, lüzumundan fazla veya noksan harcamaktan kaçınmailâve: ekleme
istidat: potansiyel, kabiliyetistiğna: elindekilerle yetinip başkalarının yardımına ihtiyaç duymama; tok gözlü olma; gönül tokluğu
kabil: tür, çeşit gibikudret: güç, iktidar
kâfi: yeterlilâzım: bir hususu ve özelliği gerektiren sebep
mahviyetkârlık: alçakgönüllülükmeşrep: hareket tarzı, metod
mihrak noktası: odak noktasımuhasebe: hesaba çekme, sorgulama
mukayese: kıyaslamamunsif: insaflı, hakkaniyetli
murakebe: kontrol etme, sürekli gözetlememücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayan
mücerred: soyut, maddî özelliği olmayanmülzem: bir husus ve özelliğin gerekli olduğu veya görüldüğü şey
mürebbî: terbiye edici, eğiticinefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nâdire-i fıtrat: yaratılış olarak benzersiz olanpedagog: eğitimci, terbiyeci
tatbik etmek: uygulamaktelif: kitap yazma
telkin etme: zihinde yer ettirme, aşılamatevazu: alçakgönüllülük
usul: yöntemzira: çünkü
Üstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan âlim; Bediüzzaman Said Nursîıslahatçı: gerek insanlarda, gerekse toplum yapısında meydana gelen bozulmaları düzeltme, yenileme ve eksiklikleri tamamlama çabasında olan
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 29

Çünkü, Üstad, sohbet ve teliflerinde kendine bir “kutbu’l-ârifîn” ve bir “Gavsu’l-vâsılîn” süsü vermediği için, gönüller ona pek çabuk ısınmış, onu ter temiz bir samimiyetle sevmiş ve derhal ulvî gayesini benimsemiştir.

Mesela, ahlâk ve fazilete, hikmet ve ibrete ait olan birçok sohbet ve telkinlerini, doğrudan doğruya nefsine tevcih eder. Keskin ve âteşîn hitabelerinin ilk ve yegâne muhatabı, öz nefsidir. Oradan, merkezden muhite yayılırcasına, bütün nur ve sürura, saadet ve huzura müştak olan gönüllere yayılır.

Üstad, hususî hayatında gayet halim-selim ve son derece mütevazidir. Bir ferdi değil, hiçbir zerreyi incitmemek için âzamî fedakârlıklar gösterir. Sayısız zahmet ve meşakkatlere, ıztırap ve mahrumiyetlere katlanır; fakat imanına, Kur’ân’ına dokunulmamak şartıyla...

Artık o zaman bakmışsınız ki, o sâkin deniz, dalgaları semâlara yükselen bir tufan, sahillere heybet ve dehşet saçan bir umman kesilmiştir. Çünkü o, Kur’ân‑ı Kerîmin sadık hizmetkârı ve iman hudutlarını bekleyen kahraman ve fedai bir neferidir. Kendisi bu hakikati veciz bir cümleyle şu şekilde ifade eder:

“Bir nefer nöbette iken, başkumandan da gelse, silâhını bırakmayacak. Ben de Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve bir neferiyim. Vazife başında iken karşıma kim çıkarsa çıksın, ‘hak budur’ derim, başımı eğmem...”

Vazife başında ve cihad meydanında iken şu mısralar lisan-ı halidir:

Şahlanan bir ata benzer, kırarım kanlı gemi,
Sinsi düşmanlara, hâşâ, satamam benliğimi.
Benliğimden uzak olmaktır esaret bence,
Böyle bir zillete düşmek ne hazin işkence!
Ebedî vuslatın aşkıyla geçer her ânım,
Dest-i kudretle yapılmış kaledir imanım,

Gavsu’l-vâsılîn: mârifetullah derecesine ulaşarak, Allah'a ulaşan büyük zâtların en büyüğü ve en önde gelenicihad: mücadele, din uğrunda çaba harcama
dest-i kudret: Allah’ın kudret eliebedî: sonsuz, sonu olmayan
esaret: esirlik, tutsaklıkfazilet: güzel ahlâk, mânevî değer, erdem
fedaî: davası uğruna hayatını feda edenhak: doğru, gerçek
hakikat: gerçek, doğruhalim-selim: yumuşak huylu, sakin
hazin: hüzün veren, acıklıhikmet: bilgelik; gerek sözleri, gerekse hareketleriyle bilgece davranma
hitabe: insanlara yönelik konuşma, nasihatte bulunmahizmetkâr: hizmetçi
hudut: sınırhususî: özel, şahsî
hâşâ: “kesinlikle öyle olamaz” mânâsını ifade eden bir ifadeibret: insanlara ders verecek ve örnek teşkil edecek söz ve davranışlar
kutbü’l-ârifîn: manevî mertebeler içinde en yüksek seviye olan mârifetullah derecesine ulaşanların en önde gelenilisan-ı hâl: hal dili
mahrumiyet: yoksun kalmameşakkat: güçlük, sıkıntı
muhit: çevre, etrafmütevâzi: alçakgönüllü, gösterişsiz
müştak: arzulu, çok istekli, düşkünmısra: bir şiirde bulunan her bir satır
nefer: asker, ernefs: kişinin kendisi
saadet: mutluluksadık: sadakatle bağlanan
semâ: göksürur: mutluluk, sevinç
telkin: zihinde yer ettirme, aşılamatevcih etme: yöneltme
tufan: büyük su baskınıulvî: yüce, büyük
umman: büyük deniz, okyanusveciz: kısa, özlü ve çarpıcı söz
vuslat: kavuşmayegâne: tek
zerre: atom; atom kadar küçük olanzillet: alçaklık, aşağılık
Üstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan âlim; Bediüzzaman Said Nursîâteşîn: ateşli, coşkulu
âzamî: en büyük, en çokıztırap: sıkıntı, aşırı elem

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 30

Bu mukaddes emelimden ne kadar dilşâdım,
Görmek ister beni Cennette şehid ecdadım.
Ruhum oldukça müebbed, ebedîdir ömrüm,
En büyük vuslata Allah’a çıkan yoldur ölüm.


endOfSection.gif
endOfSection.gif




Kitaba girmezden evvel, Üstadı ilmî, fikrî, tasavvufî ve edebî cepheleriyle de mütalâa etmek isterdim. Fakat çok derin ve pek şümullü olan bu mevzuların birkaç sahife ile hulâsa edilemeyeceğini kat’î bir surette idrak ettikten sonra, artık adı geçen mevzulara birkaç cümleyle temas etmeyi münasip gördüm.

Rabbim imkânlar lûtfederse, bu derin mevzuları, Risale-i Nur Külliyatı ve Nur talebeleri ile birlikte, büyük ve müstakil bir eserle, tahlilî bir surette tetkik ve mütalâa etmeyi bütün ruhumla arzu ediyorum. Bu hususta, büyük Üstadımızın ve aziz kardeşlerimin kıymetli dualarını niyaz eylerim.

Üstadın ilmî cephesi:

Merhum Ziya Paşa, şu
Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz,
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

beytiyle nesilden nesile bir düstur halinde intikal edecek olan çok büyük bir hakikatı ifade etmiştir.

Evet, Müslüman ırkımıza Risale-i Nur Külliyatı gibi muazzam bir iman ve irfan kütüphanesini hediye eden, gönüller üzerinde mukaddes bir nur müessesesi kuran mümtaz ve müstesna zâtın kudret-i ilmiyesi hakkında tafsilâta girişmek, öğle vakti güneşi tarif etmek kadar fuzulî bir iştir.

Yalnız, yanık bir şairimizin,

Hüsn olur kim seyrederken ihtiyar elden gider

Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran AllahZiya Paşa: (bk. bilgiler)
aziz: çok değerli, izzetli, saygınbeyt: iki mısralık şiir
cephe: yöndilşâd: gönül hoşluğu
düstur: kural, prensipebedî: sonsuz, sonu olmayan
ecdad: atalar, cedleredebî: edebiyata ait
emel: arzu, istekevvel: önce
fikrî: fikir ve düşünce yönüfuzulî: fazladan, lüzumsuz
hakikat: gerçek, doğruhulâsa etme: özetleme
hüsn: güzellikidrak etme: anlama
ihtiyar: irade, bilinçli hareket edebilmeilmî: ilme ait
intikal etme: geçme, ulaşmakat’î: kesin
kudret-i ilmiye: ilimî kudret ve kapasitelûtfedetme: bağışlama, sunma
merhum: vefat eden bir kişinin ardından söylenen ve “Allah’ın rahmetine kavuşmuş, rahmete ermiş” anlamında kullanılan ifademevzu: konu
muazzam: çok büyükmukaddes: kutsal
müebbed: sonsuzmüessese: kurum, bina
mümtaz: seçkinmünasip: uygun
müstakil: bağımsızmüstesnâ: seçkin, benzeri olmayan
mütalâa etme: inceleme; bir konu üzerinde araştırma yaparak değerlendirmelerde bulunmaniyaz eyleme: isteme, rica etme
rütbe-i akl: aklî kapasitenin derecesi ve seviyesisuret: biçim, şekil
tafsilât: ayrıntılartahlilî: bir meseleyi tüm ayrıntılarıyla açıklamaya ait
tasavvufî: tasavvufa aittetkik: inceleme, araştırma
vuslat: kavuşmaÜstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan âlim; Bediüzzaman Said Nursî
âyine: aynaşümullü: kapsamlı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 31

dediği gibi, hayatının her lâhzasında İlâhî tecellilere mazhar bulunan bu mübarek zâtın, ilim ve irfanından, ahlâk ve kemalâtından bahsetmek, insana bam başka bir zevk ve İlâhî bir haz veriyor. Bunun için sözü uzatmaktan kendimi alamıyorum.

Üstad, Risale-i Nur Küliyatında dinî, içtimaî, ahlâkî, edebî, hukukî, felsefî ve tasavvufî en mühim mevzulara temas etmiş ve hepsinde de harikulâde bir surette muvaffak olmuştur.

İşin asıl hayret veren noktası, birçok ulemanın tehlikeli yollara saptıkları en çetin mevzuları gayet açık bir şekilde ve en kat’î bir surette hallettiği gibi, en girdaplı derinliklerden, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin tuttuğu nurlu yolu takip ederek sâhil-i selâmete çıkmış ve eserlerini okuyanları da öylece çıkarmıştır.

Bu sebeple, Risale-i Nur Külliyatını aziz milletimizin her tabakasına kemal-i emniyet ve samimiyetle takdim etmekle şeref duyuyoruz. Nur Risaleleri, Kur’ân-ı Kerîmin nurderyasıdan alınan berrak katreler ve hidayet güneşinden süzülen billûr huzmelerdir.Binaenaleyh, her Müslümana düşen en mukaddes vazife, imanı kurtaracak olan bu nurlu eserlerin yayılmasına çalışmaktır. Zira, tarihte pek çok defalar görülmüştür ki, bir eser nice fertlerin, ailelerin, cemiyetlerin ve sayısız insan kitlelerinin hidayet ve saadetine sebep olmuştur. Ah, ne bahtiyardır o insan ki, bir mü’min kardeşinin imanının kurtulmasına sebep olur!

Üstadın fikrî cephesi:

Malûm ya, her mütefekkirin kendine mahsus bir tefekkür sistemi, fikrî hayatında takip ettiği bir gayesi ve bütün gönlüyle bağlandığı bir ideali vardır. Ve onun tefekkür sisteminden, gaye ve idealinden bahsetmek için uzun mukaddemeler serd edilir. Fakat Bediüzzaman’ın tefekkür sistemi, gaye ve ideali, uzun mukaddemelerle filân yorulmaksızın, bir cümleyle hülâsa edilebilir:

Ehl-i Sünnet ve Cemaat: Hz. Muhammed’in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman toplulukaziz: çok değerli, izzetli, saygın
bahtiyar: talihli, mutluberrak: çok temiz ve pırıl pırıl olan
billûr: kristal; parlak ve ışıltılıbinaenaleyh: bundan dolayı
cemiyet: toplumcephe: yön
derya: denizedebî: edebiyat ile ilgili
felsefî: felsefe ile ilgilifikrî: düşünce ve fikirle bağlantılı
girdap: suların dönerek çukurlaştığı yer; tehlikeli yerharikulâde: olağanüstü, şaşırtıcı
haz: zevk, lezzethidayet: doğru ve hak olan yolu gösteren İslâmiyet
hidayet güneşi: tıpkı bir güneş gibi inkarcılık ve küfür karanlıklarını aydınlatan, insanları iman esaslarına ulaştıran vasıta; Kur’an-ı Kerîmhukukî: hukukla ilgili
huzme: ışık demetihülâsa etme: özetleme
irfan: varlıklarda gizli olan hakikatleri tefekkür, keşif ve ilham yoluyla bilmeiçtimaî: toplumsal, sosyal
katre: damlakat’î: kesin
kemal-i emniyet: eksiksiz güven ve esenlik içinde bulunmakemâlât: mükemmel ve üstün meziyetler, yüksek özellikler
lâhza: anmahsus: özel
malûm: bilinen, bellimazhar: ayna olma, erişme
mevzu: konumukaddeme: giriş, önsöz
mukaddes: kutsalmuvaffak olma: başarma
mübarek: manevî yönden çok büyük makamı olan, verimli ve bereketlimühim: önemli
mütefekkir: düşünür, bilgin; insanlığın ve Müslümanların problemlerini ve çârelerini düşünüp çözüm sunan, âlim kişimü’min: Allah’a inanan
saadet: mutluluk; ebedî mutluluğun yaşanacağı Cennet hayatısamimiyet: içtenlik
serd etmek: sözü peş peşe ve güzel bir edâ ile söylemeksuret: biçim, şekil
sâhil-i selâmet: selâmetli, güvenli sahil; kurtuluşa erme yeritakdim etme: sunma
tasavvufî: tasavvufla ilgilitecellî: belirme, görünme, yansıma
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünmeulema: âlimler
zira: çünküÜstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan âlim; Bediüzzaman Said Nursî

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 32

Bütün semavî kitapların ve bilumum peygamberlerin yegâne dâvâları olan “Hâlık-ı Kâinatın ulûhiyet ve vahdaniyetini ilân” ve bu büyük dâvâyı da ilmî, mantıkî ve felsefî delillerle ispat eylemektir.

O halde Üstadın mantık, felsefe ve müspet ilimlerle de alâkası var.

Evet, mantık ve felsefe, Kur’ân’la barışıp hak ve hakikate hizmet ettikleri müddetçe,Üstad en büyük mantıkçı ve en kudretli bir feylesoftur. Mukaddes ve cihanşümul dâvâsını ispat vâdisinde kullandığı en parlak delilleri ve en kat’î burhanları, Kur’ân-ı Kerîmin Allah kelâmı olduğunu hergün bir kat daha ispat ve ilân eden müsbet ilimdir.

Zaten felsefe, aslında hikmet mânâsına geldikçe, Vacibü’l-Vücud Tealâ ve Tekaddes Hazretlerini, Zât-ı Bâri’sine lâyık sıfatlarla ispata çalışan her eser en büyük hikmet ve o eserin sahibi de en büyük hakîmdir.

İşte Üstad, böyle ilmî bir yolu, yani Kur’ân-ı Kerîmin nurlu yolunu takip ettiği için, binlerle üniversitelinin imanını kurtarmak şerefine mazhar olmuştur. Hazretin bu hususta hâiz olduğu ilmî, edebî ve felsefî daha pek çok meziyetleri vardır. Fakat onları, eserlerinden misaller getirerek inşaallah müstakil bir eserde arz etmek emelindeyim. Ve minallahi’t-tevfik.

Tasavvuf cephesi:

Nakşibendî meşâyihinden, her harekâtını Peygamber-i Zîşan Efendimiz Hazretlerinin harekâtına tatbik etmeye çalışan ve büyük bir âlim olan bir zâta sordum:

“Efendi Hazretleri, ulema ile mutasavvife arasındaki gerginliğin sebebi nedir?”

“Ulema, Resul-i Ekrem Efendimizin ilmine, mutasavvıflar da ameline vâris olmuşlar. İşte bu sebepten dolayıdır ki, Fahr-i Cihan Efendimizin hem ilmine ve


Fahr-i Cihan: bütün dünyanın kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m.)Hâlık-ı Kâinat: bütün kâinatı ve içindeki herşeyi yaratan Allah
Nakşibendî: Nakşî tarikatına mensup olan kişiPeygamber-i Zîşan: şan, şeref sahibi Hz. Muhammed (a.s.m.)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Vacibü’l-Vücud Tealâ ve Tekaddes Hazretleri: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan; sonsuz yücelik sahibi; bütün kusur ve noksanlıklardan münezzeh olan Allah
Zât-ı Bâri: herşeyi takdir ettiği şekle uygun olarak yaratıp varlığa çıkaran ve yaratan Zât, Allahamel: davranış, uygulama
arz etmek: sunmakbilumum: bütün
burhan: güçlü delilcihanşümul: dünya çapında, evrensel
dâvâ: iddiaemel: arzu, ümid
filozof: felsefecihakikat: gerçek, doğru
hakîm: bilge, hikmetliharekât: hareketler, davranışlar
hazret: hürmet ve saygı maksadı ile büyüklere verilen unvan; Bediüzzaman Said Nursîhikmet: ilim, yüksek bilgi
hâiz: sahip olaninşaallah: Allah izin verirse
kat’î: kesin, doğruluğu tartışılmaz olankelâm: ifade, söz
kudretli: güçlü; otoritermazhar: ayna olan, erişen
meziyet: üstün özellikmeşâyih: şeyhler
mukaddes: kutsalmutasavvife/mutasavvıf: tasavvuf ehli, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler
müddet: süremüsbet ilim: pozitif ilim; matematik, fizik gibi
müstakil: bağımsız, farklısemâvî: İlahî, vahiyle gelen
tasavvuf: kişinin kalbini dünya ilgilerinden kesip gönlünü Allah sevgisine bağlaması, tarikat ehli olmatatbik etme: uygulama
ulema: âlimlerulûhiyet: ilâhlık, Allah'ın kâinattaki hâkimiyeti ile her şeyi kendisine ibâdet ve itaat ettirmesi
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz olması ve ortağının bulunmamasıve minallahi’t-tevfik: başarı ve muvaffakiyet Allah’tandır
vâris: mirasçıyegâne: tek
Üstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan âlim; Bediüzzaman Said Nursî
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 33

hem ameline vâris olan bir zâta ‘zülcenaheyn,’ yani ‘iki kanatlı’ deniliyor.Binaenaleyh, tarikattan maksat, ruhsatlarla değil, azîmetlerle amel edip ahlâk-ı Peygamberî ile ahlâklanarak bütün mânevî hastalıklardan temizlenip Cenâb-ı Hakkın rızasında fani olmaktır. İşte bu ulvî dereceyi kazanan kimseler, şüphesiz ki ehl-i hakikattirler. Yani, tarikattan maksud ve matlub olan gayeye ermişler demektir. Fakat bu yüksek mertebeyi kazanmak, her adama müyesser olamayacağı için, büyüklerimiz matlub olan hedefe kolaylıkla erebilmek için muayyen kaideler vaz eylemişlerdir.Hülâsa, tarikat, şeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarikattan düşen şeriata düşer, fakat—maazallah—şeriattan düşen ebedî hüsranda kalır.”

Bu büyük zatın beyanatına göre, Bediüzzaman’ın açtığı nur yolu ile, hakikî ve şâibesiz tasavvuf arasında cevherî hiçbir ihtilâf yoktur. Her ikisi de rıza-yı Bârîye ve binnetice Cennet-i âlâya ve dîdar-ı Mevlâya götüren yollardır.

Binaenaleyh, bu asîl gayeyi istihdaf eden herhangi mutasavvıf bir kardeşimizin, Risale-i Nur Külliyatını seve seve okumasına hiçbir mani kalmadığı gibi, bilâkisRisale-i Nur, tasavvuftaki “murakabe” dairesini Kur’ân-ı Kerim yoluyla genişleterek, ona bir de tefekkür vazifesini en mühim bir vird olarak ilâve etmiştir.

Evet, insanın gözüne gönlüne bam başka ufuklar açan bu tefekkür sebebiyle, sadece kalbinin murakebesiyle meşgul olan bir sâlik, kalbi ve bütün letâifiyle birlikte,zerrelerden kürelere kadar bütün kâinatı azamet ve ihtişamıyla seyir ve temaşa,murakabe ve müşahede ederek, Cenâb-ı Hakkın o âlemlerde bin bir şekilde


Cennet-i âlâ: yüce âlemlerde bulunan CennetCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
ahlâk-ı Peygamberî: Peygamber ahlâkıamel: iş, davranış, uygulama
azamet: büyüklük, yücelikazîmet: takvâ ile günâhlardan şiddetle kaçınma, günâhlardan uzak durma
beyanat: açıklamalar, izahlarbilâkis: aksine, tersine
binaenaleyh: bundan dolayıbinnetice: sonuç olarak
cevherî: öz, esas yönündendîdar-ı Mevlâ: Allah’ın cemâlinin görülebileceği en yüce ve yüksek derece
ebedî: sonsuz, sonu olmayanehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olan kimseler; iman hakikatlerine ulaşan seçkin kişiler
fani olmak: yok olmak, kendi nefsini arka plâna atmakhakikî: asıl, gerçek
hülâsa: özetlehüsran: zarar, kayıp
ihtilâf: ayrılık, uyuşmazlıkihtişam: haşmetli ve heybetli oluş
istihdaf etme: hedef alma, gaye edinmekaide: kural, prensip
küre: gezegen veya yıldızletâif: duygular
maazallah: Allah korusunmaksud: kast edilen şey, gaye
mani: engelmatlub: talep edilen, istek
muayyen: belirlimurakabe: gözetleme, muhasebe
murakabe dairesi: bir tarikat yolcusunun dış dünyayla ilişiğini kesip iç âlemine dalarak özünde hissettiği Allah’a yönelmesi ve kendisini sürekli olarak Onun huzûrunda hissetmek sûretiyle her halini gözetim ve kontrol altında tutma derecesimutasavvıf: tasavvuf ehli, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler
müyesser olma: kolay olma, mümkün olmamüşahede: gözlemleme
ruhsat: izin, müsaaderıza: memnuniyet
rıza-yı Bârî: herşeyi takdir ettiği şekle uygun olarak yaratıp varlığa çıkaran ve yaratan Zât, Allah’ın hoşnud olmasıseyir: gezme
sâlik: bir yol veya meslekte giden; tarikat ve tasavvuf yolcusutarikat: İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yol
tasavvuf: kişinin kalbini dünya ilgilerinden kesip gönlünü Allah sevgisine bağlaması, tarikat ehli olmatefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme
temaşa: seyretme, hoşlanarak bakmaulvî: yüce, büyük
vaz etme: koyma, yerleştirmevird: devamlı yapılan zikir
vâris: mirasçızerre: atom
zülcenâheyn: iki kanatlı; Peygamber Efendimizi (a.s.m.) hem ilmiyle, hem uygulamalarıyla bihakkın takip eden kişişeriat: Allah tarafından bildirilen hükümler, Kur’ân ve sünnet
şâibesiz: hakkında yanlış bir söylenti, şüpheye düşürecek bir özelliği bulunmayan

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 34

tecellî etmekte olan Esmâ-i Hüsnâsını, sıfât-ı ulyâsını kemal-i vecd ile görerek, artık sonsuz bir mâbedde olduğunu aynelyakîn, ilmelyakîn ve hakkalyakîn derecesinde hisseder. Çünkü, içine girdiği mabed öyle ulu bir mâbeddir ki, milyarlara sığmayan cemaatin hepsi aşk ve şevk, huşû ve istiğraklar içinde Hâlıkını zikrediyor. Yanık, tatlı ve güzel lisanları, şive, nâğme, ahenk ve besteleriyle bir ağızdan سُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ ِللهِ وَلاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاللهُ اَكْبَرُ
blank.gif
1 diyorlar.

Risale-i Nur’un açtığı iman ve irfan ve Kur’ân yolunu takip eden, işte böyle muazzam ve muhteşem bir mâbede girer. Ve herkes de iman ve irfanı, feyiz ve ihlâsı nisbetinde feyizyâb olur.

Edebî cephesi:

Eskiden beri, lâfız ve mânâ, üslûp ve muhteva bakımından, edipler ve şairler, mütefekkirler ve âlimler ikiye ayrılmışlardır. Bunlardan bazıları, sadece üslûp ve ifadeye, vezin ve kafiyeye kıymet vererek, mânâyı ifadeye feda etmişlerdir. Ve bu hal de kendini en çok şiirde gösterir.

Diğer zümre ise, en çok mânâ ve muhtevaya ehemmiyet vererek, özü söze kurban etmemişlerdir.

Artık Bediüzzaman gibi büyük bir mütefekkirin edebî cephesi, bu küçük mukaddeme ile kolayca anlaşılır sanırım. Zira Üstad o kıymetli ve bereketli ömrünü, kulaklarda kalacak olan sözlerin tanzim ve tertibiyle değil, bilâkis kalblerde, ruhlarda, vicdan ve fikirlerde kudsî bir ideal halinde insanlıkla beraber yaşayacak olan din hissinin, iman şuurunun, ahlâk ve fazilet mefhumunun asırlara, nesillere telkiniyle meşgul olan bir dâhidir. Artık bu kadar ulvî bir gayenin tahakkuku


[NOT]Dipnot-1 Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Ve Allah’a hamd olsun Allah’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Allah yüceler yücesidir.
[/NOT]

Esmâ-i Hüsnâ: Allah’a ait sınırsız güzellikteki isimlerHâlık: herşeyin yaratıcısı olan Allah
asır: yüzyılaynelyakîn: gözlem ve müşahedeye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
bilâkis: aksine, tersinedâhi: son derece zeki kimse; dehâ ve hikmet sahibi
edebî cephe: edebiyat ile ilgili yönedip: edebiyatçı
ehemmiyet: önemfazilet: güzel ahlâk, mânevî değer, erdem
feyiz: ilham, bolluk, bereketfeyizyâb olma: feyiz alma, manevî yönden büyük kazançlar elde etme
hakkalyakîn: bizzat yaşanarak elde edilen kesin bilgihuşû: korkuyla karışık sevgiden gelen edepli hâl
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyetilmelyakîn: ilme ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
irfan: varlıklarda gizli olan hakikatleri tefekkür, keşif ve ilham yoluyla vâkıf olmaistiğrak: Allah aşkıyla kendinden geçme
kafiye: kelime sonlarındaki vezin uygunluğukemal-i vecd: tam bir coşku
kudsî: kutsallâfız: ifade, söz
mefhum: kavrammuazzam: çok büyük ve yüce olan
muhteva: içerikmukaddeme: bir kitabın başında bulunan başlangıç ve giriş bölümü
mâbed: ibadet edilen yermütefekkir: düşünür, bilgin
nağme: ahenk, güzel sesnisbetinde: oranında
sıfât-ı ulyâ: çok yüce sıfatlar, vasıflartanzim ve tertip: düzenleme, belli bir sisteme göre düzene koyma
tecellî etme: belirme, görünme, yansımatelkin: zihinde yer ettirme, aşılama
ulu: yüceulvî: yüce, büyük
vezin: şiirdeki mısralar arasında bulunan ortak ölçüzira: çünkü
zümre: grup, toplulukÜstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan âlim; Bediüzzaman Said Nursî
üslûp: tarzşive: lehçe, aynı dilin ayrı kullanışlarından herbiri
şuur: bilinç, anlayış, idrak
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Önsöz - Sayfa 35

için candan ve cihandan geçen bir mücahid, pek tabiîdir ki, fâni şekillerle meşgul olamaz.

Bununla beraber, Üstad, zevk inceliği, gönül hassasiyeti, fikir derinliği ve hayal yüksekliği bakımından harikulâde denecek derecede edebî bir kudret ve melekeyi hâizdir. Ve bu sebeple, üslûp ve ifadesi, mevzua göre değişir. Meselâ, ilmî ve felsefî mevzularda mantıkî ve riyazî delillerle aklı ikna ederken, gayet veciz terkipler kullanır. Fakat gönlü mest edip ruhu yükselteceği anlarda ifade o kadar berraklaşır ki, tarif edilemez. Meselâ, semalardan, güneşlerden, yıldızlardan, mehtaplardan ve bilhassa bahar âleminden ve Cenâb-ı Hakkın o âlemlerde tecellî etmekte olan kudret ve azametini tasvir ederken üslûp o kadar lâtif bir şekil alır ki, artık her teşbih, en tatlı renklerle çerçevelenmiş bir levhayı andırır; ve her tasvir, harikalar harikası bir âlemi canlandırır.

İşte bu hikmete mebnîdir ki, bir Nur talebesi Risale-i Nur Külliyatını mütalâasıyla—üniversitenin herhangi bir fakiltesine mensup da olsa—hissen, fikren, ruhen,vicdanen ve hayalen tam mânâsıyla tatmin edilmiş oluyor.

Nasıl tatmin edilmez ki, Risale-i Nur Külliyatı, Kur’ân-ı Kerîmin cihanşümul bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binaenaleyh, onda, o mübarek ve İlâhî bahçenin nuru, havası, ziyası ve kokusu vardır.

Ruhun bu ihtiyacını söyler akan sular,
Kur’ân’a her zaman beşerin ihtiyacı var.

Ali Ulvi Kurucu

endOfSection.gif
endOfSection.gif



Ali Ulvi Kurucu: (bk. bilgiler)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
azamet: büyüklük, yücelikbeşer: insanlık
bilhassa: özelliklebinaenaleyh: bundan dolayı
cihan: dünyacihanşümul: dünya çapında, evrensel
edebî: edebiyat ile ilgilifikren: düşünce olarak
fâni: geçici, ölümlüharikulâde: olağanüstü, şaşırtıcı şekilde
hassasiyet: duyarlılıkhayalen: hayalî olarak
hikmet: sır, gizli gerçekhissen: duygu yönüyle
hâiz: sahip, elde etmiş olankudret: iktidar otorite; Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
lâtif: ince, güzel, hoşmantıkî: mantık ilminin kurallarına uygun; mantıklı
mebnî: bir şeye dayanan, üzerine kurulu olanmehtap: ay ışığı
meleke: tekrar tekrar yapılan bir iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve hünermest etme: muhatabı kendisinden geçirecek seviyede etkileme
mevzu: konumübarek: kutlu; kendisine çok saygı duyulan
mücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayanmütalâa etme: inceleme; bir konu üzerinde araştırma yaparak değerlendirmelerde bulunma
riyazî: matematik ilmiyle ve ince hesaplarla bağlantılı olanruhen: ruh olarak
sema: gökyüzütabiî: doğal
tahakkuk: gerçekleştirmetasvir: bir şeyin özelliklerini anlatarak, gözönünde canlandırma
tecellî etme: belirme, görünme, yansımaterkip: birkaç şeyi karıştırarak başka bir şey meydana getirmek; gramer ilmine göre tamlama şeklinde cümle kurma
teşbih: benzetmeveciz: kısa, özlü ve çarpıcı söz
vicdanen: vicdan yönündenziya: ışık, parlaklık
Üstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan âlim; Bediüzzaman Said Nursîüslûp: oluş, deyiş veya yapış biçimi; tarz
 
Üst