Nur Dolu Bir Yasam: "Said Ozdemir"

Nûrolog

Well-known member
saidabi.jpg


Bediüzzaman’ın ‘Tillo’dan bana bir yardımcı gönder’ diyerek dua etmesinden 70 yıl sonra onunla tanışıp, tam yedi yıl boyunca yanında bulunan Said Özdemir, Risalelerin Latin harfleriyle ilk baskılarını da yapan kişidir. Said Özdemir’in hikayesi 1927 yılında evliyalar diyarı ve bugünkü adı Aydınlar olan Tillo’da başlıyor.. Tillo’da halkının ana lisanı o zamanlar Arapça’dır. Bunun için Said Özdemir de, Türkçeyi ilk defa 11 yaşında iken geleceği Ankara’da öğrenecektir.

İmtihana girerek üçüncü sınıftan başlar ilk eğitimine. İlkokuldan sonra Ankara Gazi Lisesi’ni (birincilikle) bitirir, İstanbul Teknik Üniversitesi makine fakültesine başlar. Buradaki iki yılın sonunda kendisine bir isteksizlik gelir. Ankara’ya geri dönüp, Diyanet Müşavere Kurulu önünde vaizlik- müftülük imtihanını verir (1951). Ankara gezici vaizliğine atanır:

Bu sırada, ‘Bediüzzaman Said Nursi diye bir zat var, Allah’ın büyük kullarından bir zat. Gidelim onu bir ziyaret edelim’ diyerek Isparta’ya gider. yıl 1953

Said Özdemir Bediüzzaman’ı ziyaretini şöyle anlatır:

“Üstad Hazretleri’nin huzuruna girdik, elini öptük. Sarıldı bize ve beni görünce <Nerelisin?> dedi. <Tillo> dedim. dedi <Ben tam 70 sene evvel Tillo’daydım. Orada 20 bin büyük zat var. Onları şefaatçı kılarak . Buradan bana bir yardımcı çıkar, diye Cenab-ı Hakk’a dua etmiştim. Demek Cenab-ı Hakk seni gönderdi.> “

“Neyse oturduk, hatıralar anlattı hayatından. 31 Mart hadisesini anlattı. Ondan sonra ilk Meclis’e çağırılıp hayır dua edişiyle ilgili hatıralarını anlattı. Bakıyor ki Ankara’da iş birliği yapamayacak, Oradan ayrılıyor ve Van’daki Erek Dağına çıkıyor, mağarada kalıyor. Bunları anlattı, daha bir çok hadiseleri ve hatıralarını anlattı...”

“Bu arada ben dedim ki ‘Üstadım ben bu memleketten gideceğim.’ < Nereye gideceksin? > dedi. Ben dedim ‘Ya Mekke-i Mükerreme’ye ya Medine’ye gideceğim.’ <Niye gideceksin? > dedi. ‘Benim acizane kanaatime göre bu memleket gittikçe bozuluyor...’ dedim.”

< Kardeşim’ dedi ‘Ben Mekke-i Mükerreme’de veya Medine-i Münevvere’de olsa idim Türkiye’ye gelirdim. Çünkü âlem-i İslâmın kapısı Türkiye’dir.’ ‘Bu kapı açılacak, âlem-i İslâm açılacak’ > dedi. < Onun için buradan gitmek katiyen caiz değil > dedi. “

Said Özdemir, Bediüzzaman vefat edene kadar tam yedi yıl boyunca onun çok yakınındakilerden biri olur, hatta o kadar güvenini kazanır ki, Said Nursi, ona bir vekaletname bile verir: Hem parmak izi var, hem eski yazıyla, hem de yeni yazıyla yazılmış imzası. Var.

Şöyle diyor,

< Ben gayet hasta ve perişan olduğum için gayet müstakim ve sadık bir vekil isteyordum. Cenab-ı Hakk’a hadsız şükür olsun ki bana tam bir hakiki kardaş, müstakim ve sadık Tillo’lu Said’i verdi. Ben de onu hakiki ve her cihetle bana ve Risale-i Nur’a hizmet için tevkil ediyorum. Benim vekilimdir. O, ne yapsa ben yapıyorum gibi kabul ediyorum. 8 Ekim 1953, İmza: Gayet hasta Said Nursi.>

Said Özdemir, Tillo’da yaşamış Mücahidler ailesi olarak bilinen, yöre halkı tarafından Halidi olarak adlandırılan bir aile şeceresine sahiptir: “Halidiler Hz. Halid bin Velid’e dayanır. Bizim sülale yedinci babadan peygamberin sülalesine ulaşıyor.”

Özdemir’in büyükanne tarafı da Abbasi’dir: “Hz. Peygamber Efendimiz’in (asm) amcası Hz. Abbas’a gider o sülale.”

Said Özdemir, Said Nursi’ye hizmet eden Hamit Hoca tarafından anlatılan heyecan verici, çileli ve örnek hikayeyi anlatıyor:

“Üstad Erek Dağı’nda iken Oraya. Kürt aşiret reislerinden Kör Hüseyin Paşa namıyla maruf bir paşa geliyor. Hatta küçük bir torba da altın getiriyor, Üstad’ın önüne koyuyor.”

“<Hazret > diyor, <Bu benim zekatımdır. Bunu talebelerine dağıt.> Bunun üzerine Üstad da <Paşa> diyor <Sen fıkıh okumadın mı? Zekat, bulunduğun memleketin fakirlerine dağıtılır. Kaldır onu oradan, benim ihtiyacım yok.> Paşa kaldırıyor “

“Diyor ki <Ben sizden fetva almaya geldim. Atlar hazır, silahlar hazır.> <Silahlar, atlar ne için?> diyor Üstad, <Kiminle harb edeceksiniz?> Cevap veriyor Paşa; <Türklerle> <Onların dini ne?> diyor Üstad. <İslam>, <Sizin dininiz ne?>, <İslam> > diyor. <Katiyen ayağa kalkmayın, bu işe giriştiğiniz takdirde mağlub olup, perişan olacaksınız> diyor. Bunun üzerine <Eyvah> diyor Paşa, <Benim belimi kırdın. Şimdi ben nasıl diğer aşiret reisi paşalarının yanına giderim? ‘Paşa korktu diyecekler.” “Bunun üzerine Üstad da <Paşa> diyor <Dünyada korktu desinler. Sen Ahiretteki Allah’ın azabından kork.> Ve öylece onlar da isyana kalkışmıyorlar ve bu suretle belki de binlerce kişi ölümden kurtarılmış oluyor.”

”Bu konu maalesef istismar ediliyor. İsyanı durduran bizzat Üstad.. Bediüzzaman Said Nursi, bu gibi halkı yatıştırıcı daha bir çok hadisenin baş kahramanıdır.”

Said Özdemir 8—10 defa hapislere girer çıkar. Bunların çoğu da 1960’tan sonradır. 1965’lerden sonra açılan dava sayısı ise, önceki dönemlere göre çok daha fazladır:

“Tarihçe—i Hayat’ı adlı eseri yanındaki talebeleri hazırlamışlar. İçine Üstad Hazretleri’nin bazı kerametlerini de koymuşlar. Üstad onları kaldırmış; yerine risalelerden mektuplar, lemalar koymuş. Bunun üzerine gittiğimde dedi ki <Kardeşim bu 20 mecmua kuvvetinde oldu.> 20 mektubat, Lemalar, Sözler gibi. “ “<Bu Tarihçe—i Hayat’ı da basacaksınız, ancak bastırdıktan sonra belki sizin için bir hapis var. Fakat sizin için beraat olacak.>”

Tarihçe—i Hayat basıldığında yıl 1958’dir. 1964’te, içindeki bir cümleden dolayı yayınlayan ve kaleme alanlara hapis cezası verilir. 1,5 yıl ceza alan Özdemir, bu süreyi Ulucanlar, Ayaş ve Sivrihisar Cezaevleri’nde doldurur. Cezaevinde iken yetkililer nedense ya komünistlerle ya da azılı katillerle beraber aynı koğuşta bulunmak durumunda bırakır O’nu ve O’nun gibi muhafazakâr düşüncedekileri.. Ulucanlar Cezaevi’nde iken, bir katil, daha önce kendisini dövdürmüş bir emniyet müdürüne benzettiği Özdemir’i öldürmek ister: “Allah seni korudu. Bıçağı hazırlamıştım, yatınca seni öldürecektim’ demiş.”

‘Suikast düzenliyorlar’

Said Özdemir bir kaç defa daha ölüm tehlikesi atlatır. Ama bunların bir kısmı bilinçli bir şekilde tertiplenmiş ölüm tehlikeleridir.

Özdemir, 27 Mayıs 1960’dan sonra Çeşme Müftülüğü’ne tayin edilir. Cemal Gürsel zamanıdır. Said Özdemir, o sıralarda Ali Gürbüz, İsmail Ambarlı, Muzaffer Deligöz gibi arkadaşları ile birlikte bir dava gazetesi olan İhlas gazetesini çıkarmaktadır. Ancak Cemal Tural bu gazeteyi kapatır. Ardından İzmir’de Zülfikâr’ı çıkarırlar. O da kapanınca Uhuvvet yayına başlar.

Doğu menzil Komutanı Korg. Faruk Güventürk onlara karşı cephe alanların başında gelmektedir.

İşte bu zamanda İzmir’de bulundukları bir dönemde bir suikastle karşı karşıya kalırlar: Özdemir bu sırada Çeşme Müftüsü’dür: “Bir gün müftülüğe geldiğimde içeriye büyük bir engerek yılanı koymuşlar. Doktora sorduk, yılan soksa anında öldürecek kadar tehlikeli dedi.”

Bütün bunlardan sonra istifa etmeye karar verir, Kaymakamı arar: Kaymakam der. Emniyete beni bırakmamalarını söyler. Sebep olarak ‘Hakkında tahkikat var’ der. Halbuki yoktu öyle bir şey.”

Meşhur çanta hadisesi

Said Özdemir’in başından, Said Nursi’nin talebelerinden Ceylan Çalışkan’ın

Ağustos’un dördüncü haftası,

Said ve çantası,

Birinci şubede bırakıp kaçtı,

Başımıza sevaplı belâlar açtı

diye şiir bile yazacağı meşhur bir de ‘çanta hadisesi’ geçmiştir. Orada da ölümden dönmüştür Özdemir.

Bediüzzaman’ın vefatından sonra Ankara matbaalarında kitap basmak çok daha zorlaşır. Onun için Özdemir ve arkadaşları da yeni baskıları Eskişehir’deki Yeşilnur Matbaası’nda yapmaya karar verirler:

“O sırada İstanbul’a gitmemiz gerekti. Eskişehir’deki risalelerin formaları ve klişeleri benim çantamda idi.

İstanbul’da açılan ilk dersanede arkadaşlarla beraber otururken evde arama yapmaya geliyorlar. Çantadakileri bulurlarsa Eskişehir’deki matbaa belli olacak. Ve basılan eserler de müsadere edilecek.”

Said Özdemir bu nedenle çantayı göstermek istemez. Polis bunu fark edince de “Arama izniniz olmadan çantayı aratmam’”der. Bunun üzerine 10—15 kişi topluca Sirkeci’deki Emniyet Müdürlüğü’ne götürülür.

Kapıda bir nöbetçi vardır: “Ben gidiyorum’ dedim. ‘Kapıda polis var, nasıl gedeceksin?’ dediler. ‘Allah kerim’ dedim. Ayetel Kürsi’yi okudum... Kapıyı açtım ve çıktım, adam görmedi.” Özdemir yakındaki Hocapaşa Camii’ne gider ve çantayı orada boşaltır.

Yıl 1961’dir. Emniyet Müdürlüğü’ndeki yetkililer ‘çantalı adamın’ nereye gittiğini araştırır, ancak oradan nasıl çıktığını fark eden yoktur. Sinirler iyice gerilir. Emniyet’te (Güneşin Oğlu) lakaplı ateist bir komiser, Özdemir’i bulmak için yemin bile eder.

Bu arada Emniyet yetkilileri, Necdet Elmas adında dönemin en önemli gangasterlerinden olan bir kişiyi bulmak için de kimlik kontrolleri yapmaktadır. Ancak, Özdemir’in Ankara’ya gitmek için bindiği otobüsün şoförü, yolun sıkıştığını görünce yan yollardan Ankara yoluna çıkış yapınca o da kimlik kontrolünden ve yakalanmakdan kurtulur ve Ankara’ya gider.

15 gün sonra Emniyet Müdürlüğünden Özdemir’in tekrar İstanbul’a götürülmesini isteyen bir yazı gelir.

“Beni götüren polise dedim ki ‘Benim bir saatlik işim var. Bana izin ver bir saat sonra emniyetin önünde buluşalım.”

Özdemir bir camiye gider: “70 Ayetel Kürsi okudum. İstanbul’a gittik. Emniyette (Güneşin Oğlu) dedikleri komiser geldi arkama bir vurdu, 8—10 kişi daha üzerime yürümeye başladı. Tam o sırada 1. Şube Müdürü kapıyı açtı (Bunun kılına dokunmayacaksınız, ifadesini alın, hücreye koyun) dedi”

Dava askeri mahkemeye devredilince Özdemir de Gümüşsuyu’ndaki Askeri Hapishane’ye gönderilir:

“Orada şartlar çok şiddetli idi. Ne abdesthane var, yemeği bile mazgaldan veriyorlar.”

Burada bir hafta kaldıktan sonra Sultanahmet Kapalı Cezaevi’ne nakledilir: “45 gün kaldım orada ve hiç kimse sormuyor bizi. 45. gün sonra bir rüya gördüm. Üstad Hazretleri, yağız bir ata binmiş, elinde kılıç, böyle surları yıkıyor, bir yer açıyor ve elimden tutuyor. Dedim ‘Bu sabah bir şey var inşaallah.’ O sabah hakim çağırdı beni. Dosyamı incelemiş. ‘Ben Emirdağ’da hakimlik yaptım. Bediüzzaman Hazretleri’ni tanırım. Çok mübarek bir zat. Dosyanda birşey yok. Tahliyeni yazacağım’ dedi.”

Said Özdemir böylece çıkar cezaevinden. Ancak, belirli aralıklarla 6 ayı geçen cezalar alınca memuriyetten de uzaklaştırılır. Ama daha sonra, bunlar yüz kızartıcı suç olmadığından dolayı memuriyete geri döner:

“Risale—i Nur’dan dolayı zarar gelmez. Ben kaç defa girdim hapse. Memuriyetten çıkardılar. Maaşım kesildi, bir ara borçlandık 309 bin lira kadar. Ancak hapisten çıkınca bir yerden hiç minnetsiz 309 bin lira geldi.”

Said Özdemir’in başından geçenler bunlarla sınırlı değildir. Dava uğruna geçen hayatında bakın daha neler yaşamıştır.

Bir keresinde Ankara garına ilan asar O ve arkadaşları: “Yüksek merdivenleri getirdik, işçi elbiselerini diydik. Ankara Garı’nda ilan afişi astık. Sonra Ankara Belediyesi’nin yolcu taşıma otobüsleri olan EGO’da 40 otobüse reklam verdik. 40 adet renkli levha yaptırdık. (İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder...’ Risale külliyatından. İsteme adresi Pk. 444 Ankara) diye.”

Said Özdemir ve arkadaşları bir de Ankara Radyosu’na ilan verirler: “O zamanlar sıkı zamanlardı. Memlekette yalnız Ankara Radyosu vardı. Gittik görevliye ‘Reklam vermek istiyoruz’ dedik.”

“Görevli ‘30 kelime, bir günlüğü 300 lira’ dedi. ‘Al sana 900 lira, üç gün olsun’ dedik. ‘Ne zaman olsun? dedi. ‘Herkesin evine geldiği, çayını, kahvesini içtiği saat 8’de olsun’ dedik. Herkes radyoların başına geçti. Hakikaten o saatte spiker aynen şunu okudu: (Risale—i Nur, Risale—i Nur, Müellifi Büyük İslam Mütefekkiri Bediüzzaman Said Nur. Sözler, Mektubat, Lemalar, Tarihçe—i Hayat, Mesnevi—i Nuriye çıkmıştır. İsteme adresi Pk. 444 Ankara.’ Tekrar ‘Risale—i Nur, Risale—i Nur, Müellifi Büyük İslam Mütefekkiri Bediüzzaman Said Nur) ve bütün dünya duydu”

“Ertesi gün yine radyonun karşısındayız, baktık yok. Üçüncü gün oldu, yine yok. Celal Bayar telefon açmış bizzat. Ama o bir gün yetti bize.”

Said Beraat etti

Said Özdemir’in bir de o dönemde radyoda vaazı vardır, unutamadığı anıları arasında:

“Risaleleri basmak için Seka’dan kağıt alıyorduk. Çünkü orada daha ucuzdu. Fakat belirli gruplar daha sonra bize kağıt vermemeye başladılar. Genel müdürle tartıştık. Benim canım sıkıldı ve ağlamaklı bir şekilde çıktım dışarıya, ‘Bu memleketin evlatları için kitap basacağız ama bize kağıt vermiyorlar’ diye kendi kendime söyleniyorum.

Bir hafta sonra, benim tam o bulunduğum yerde bir vapur battı ve 250—300 çocuk şehit oldu. Onların babaları mevlit okutmak istedi. Ben de o zaman resmi vaizim. Valiliğe müracaat ettim ve kabul edildi beraat gecesi mevlit okunacak radyoda, ben de vaaz yapacağım.

Üstad Hazretleri’ne telgrafla durumu bildirdim. O gece Hacı Bayram Camii’nde ben çıktım kürsüye. Radyo idaresinden birisi geldi. Başladım 17. Mektup’tan, Tarihçe’den bazı kısımları okumaya. Vakit 10 dakika idi, 25 belki 30 dakikayı buldu bizim konuşmamız. Üstad Hazretleri de taksideki radyodan dünya kulağı ile dinlemiş ve çok hoşuna gitmiş ve ‘Said beraat etti’ demiş.”

Özellikle 1960’ten 85’lere kadar Risaleler’e yönelik takibatlar devam eder. Ancak kesinleşmiş bir karar yoktur ortada. 1985’te dönemin içişleri bakanına durum anlatılır ve artık Risale—i Nur’larla ilgili tahkikat yapılmamasına karar verilir.

Üstad son görüşmemiz olduğunu biliyordu

“Üstad’a zaman zaman gidiyorduk. Ben her gidişimde ‘Yanında kalayım, Üstad’a hizmet edeyim, daima dersinde bulunayım, sohbetinden feyz alayım’ diye düşünürdüm. Üstad benim bu niyetimi anlardı ve ‘Ankara’daki hizmet daha mühim’ derdi. Çünkü orada basılıyordu eserler. O gün öyle demedi. Demek son görüşmemiz olduğunu bilmiş.” O gün Said Nursi, Said Özdemir’e şunları söyler: “Kardeşim bu gece benim misafirimsin. Benim yemeğimi yiyip benim yatağımda yatacaksın.’ Ben tabii hayret ettim. Sohbet ettik. Yalnız başına yemek yerdi. Akşam namazından sonra şöyle avuç kadar bir kap içinde yoğurt, pirinç, yumurta gibi bir karışım, bir menemen gibi, onun yarısını yedi, kalan yarısını getirdi ve ‘Yarısını yiyeceksin, yalnız kabı yemeyeceksin’ dedi ‘Bana lazım.’ Latife yapıyor yani. ‘Peki’ dedim ‘Üstadım.’ Biraz sonra baktım yorganını getirdi ‘Burada yatacaksın’ dedi. Demek son görüşmemiz olduğunu biliyor. ‘Kardeşim sana son vasiyetim’ dedi. Ben yine anlamadım. ‘Hizmeti düşünmeyin’ dedi, ‘Cenab—ı Hak bu hizmeti yaptıracaktır. Sizin düşüneceğiniz uhuvvet, muhabbet, ittihad..‘ Elini öptüm, ayrıldım. Baktım halen beni takip ediyor. Gözden kayboluncaya kadar iki elini birden güle güle der gibi salladı. Geldim ben hapse girdim. Hapisteki üçüncü günümde o da İsparta’dan Urfa’ya gitti, orada vefat etti.”

-Üstad Hazretleri vefatından sonra kabrinin bilinmesini istemedi. Siz biliyorsunuz değil mi?

“Biliyorum... Şöyle oldu. Üstad Hazretleri hayatta iken bize bir mektup geldi. Sual ediliyor ‘Efendim kabriniz bilinirse Fatiha okurlar.’ O da diyor. ‘Fakat bu zamanda Ya Rabbi şu yatan kulun hürmetine bir hacetim var, şu hastamı iyi et diyeceğine, sanki o kabirde yatandan istekte bulunuyor ki bu ihlasa aykırıdır.’ Üstad Hazretleri onun için diyor ki <‘Hayatım boyunca ihlas düsturunu kendime prensip ihdas ettiğim için vefatımdan sonra da ihlas düsturunun devamını Cenab—ı Hak’tan niyaz ediyorum. Kabrimin birkaç talebemden başka kimseye bildirilmesini istemiyorum.>

“Tabii biz o zaman zannettik ki Üstad vefat edince hemen cenazesini alıp kimse görmeden bir yere götüreceğiz.”

Öyle olmuyor. Vefatından tam 111 gün sonra yetkililerin emri ile Bediüzzaman’ın küçük kardeşi Abdülmecid Efendi’nin refakatinde bir uçağa bindirilerek bilinmeyen bir yere götürülüyor. Abdülmecid Efendi, hem yaşı ilerlemiş hem de gece olduğundan nereye gömüldüğünü bilmiyor: “Daha sonra kardeşler ve abiler bakıyorlar ki, Üstad Hazretleri kendi arzu ettiği yere götürülüp gömülmüş.”
 

Nûrolog

Well-known member
Dedesi Tillo’da M. Siyye Camiinde imamdı. Henüz küçük yaşlarındayken Üstaddan övgüyle bahsediyordu. Üstada derin bir muhabbet ve itimadı vardı.

Ankara’ya 1938’de geldiğinde henüz 8 yaşındaydı. İlk, orta ve lise öğrenimini burada tamamladı. Daha sonra İTÜ Makina Bölümünde 2 yıl okudu. Bir rahatsızlığından dolayı tekrar Ankara’ya döndü. 1950 yılında, Diyanet câmiasında görev almak için bir imtihana girdi. Kendisini bizzat Ahmed Hamdi Akseki (bk. Ahmed Hamdi Akseki maddesi maddesi) imtihan etti. Akseki’nin sorduğu “Kur’ân-ı Kerim radyodan kahvehanelerden okunuyor. Bu günah olmaz mı?” sorusuna verdiği şu cevap onu çok etkilemişti:

“Kelâm-ı İlâhî kahvede okunursa belki oradakilerin ıslâhına vesile olur. Orada okunması Kur’ân’a bir nakise olmaz.”

O sıralarda Üstad Bediüzzaman’a muhabbeti vardı. Ancak Diyanette tanıştığı İskender Göçer isimli kişinin bir süre etkisinde kaldı. Zira bu kişi bütün peygamberlerin hayatlarını gözlerinin önüne getirildiğini, hangi peygamberin nerede, nasıl mücadele ettiğini kendisine gösterildiğini söylüyordu. Kendisine sürekli mânevî telkinat yapıldığından bahsediyordu. Hattâ kendisinin Mehdi olduğunu iddia ediyordu.

Bir süre sonra İskender Göçer’in anlattıklarını sorgulamaya başladı. Kendi ifadesiyle “Bunu bilse bilse Bediüzzaman Said Nursî bilir” diyerek Üstad Bediüzzaman’a gitmeye karar verdi. İskender Göçer ve babasıyla birlikte Üstad’ı ziyaret etmek için Isparta’ya gitti. Ancak akşam vaktinde geldikleri için Üstad Bediüzzaman görüşmeyi kabul etmedi. Bunun üzerine bir otelde kaldılar. Ertesi gün Ceylan Çalışkan otele geldi ve Üstad Hazretlerinin sadece kendisiyle birlikte babasının gelebileceğini söyledi.

Üstad Bediüzzaman onları kucaklayarak “70 senedir oradan (Tillo’dan) bir yardımcı vermesi için Allah’a dua ediyordum ve bir yardımcı bekliyordum. Allah sizi bana yolladı” dedi.

Bu görüşmenin ardından Said Özdemir, her şeyini, Ankara’da, Risale-i Nur’un basılıp çoğaltılması hizmetine adadı. Basılan risaleleri Üstad Bediüzzaman’a gönderiyor veya bizzat kendisi takdim ediyordu.

Bir Isparta ziyareti sırasında, Üstad Bediüzzaman ona Sözler’i matbaada basmalarını istemiş, “Maya (sermaye) yaparsınız” diyerek 600 lira vermişti.

Buradaki diğer Nur talebeleriyle birlikte, Sözler’i ilk olarak Ankara’daki Ayyıldız Matbaasında bastırdılar.

Basılan risaleler formalar halinde Üstada gidiyordu. Üstad tashih ettikten sonra derhal baskı işlemine geçiliyordu.

Said Özdemir’in Üstadı en son ziyareti Sikke-i Tasdik-i Gaybî sebebiyle oldu. Ankara’ya dönüşünden bir süre sonra hapse atıldı. Hapse girişinin üçüncü günü Üstad Bediüzzaman’ın Urfa’da vefat ettiğini duydular.

Üstad Bediüzzaman, en son görüşmesinde kendisine şöyle demişti:

“Kardeşim, hizmeti düşünmeyin, hizmeti en muhalife dahi Cenab-ı Hak yaptırır. Sizin düşüneceğiniz; uhuvvet, muhabbet, ittihat ve tesanüttür.”
 
Üst