Nübüvvet Hakkında

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 261


İkincisi:
Muarazayı destekleyip şehadet edenlerdir. Bu ihtimale nazaran, onların, “Biz muarazaya girişsek bizi destekleyen, şehadet eden yoktur” diye gösterdikleri bahaneyi de Kur’ân-ı Kerim, müsaade vermek suretiyle “Haydi, şahitlerinizi de çağırınız, sizi takviye etsinler” diye, o bahaneyi de yalana çıkartmıştır.

Üçüncüsü: Âlihe mânâsınadır. Bu mânâya nazaran, sanki Kur’ân-ı Kerim onlara karşı, “Yahu, bu kadar taptığınız ilâhlarınız varken, böyle dar ve sıkıntılı bir vaktinizde niçin onlardan yardım istemiyorsunuz? Onları çağırınız ki, bu muaraza belâsından sizi kurtarsınlar!” diye bu cümle ile onlara tehekküm etmiş, yüzlerine gülmüştür.

شُهَدَاۤءَكُمْ
blank.gif
1
﴿ İhtisası ifade eden şu izafe, شُهَدَاۤءَ
blank.gif
2
kelimesinin her üç mânâsına da bakar. Şöyle ki:

1. Madem ki büyük edip ve hocalarınız vardır, tabiî aranızda irtibat, hürmet ve muhabbet vardır. Ve yanınızda hazır olup, gaip de değillerdir. Eğer onların bu dehşetli muarazaya kudretleri olsaydı, herhalde yardım edeceklerdi. Demek, onlar da sizler gibi âcizdirler, kusurlarına bakmayınız!

2. Muarazada sizleri destekleyecek, şehadet edecek her kim olursa olsun kabul ederiz, çağırınız. Amma onlar, böyle bedîhü’l-butlan bir dâvâda yalan şehadete cesaret edemezler.

3. Mâbud ittihaz ettiğiniz âliheleriniz nasıl size yardım etmiyorlar? Onları da çağırınız, bakalım. Fakat onlarda can yok, şuurları da olmadığı gibi, hiçbir şeye de kàdir değillerdir. Onları da mâzur görünüz!

مِنْ دُونِ اللهِ ﴿ Yani, “Allah’tan maada.” Bu kayıt, şühedanın birinci mânâsına göre tâmimi ifade eder. Yani, “Allah’tan maada, dünyada ne kadar erbab-ı fesahat varsa çağırınız.” Şühedanın ikinci mânâsına nazaran, aczlerine işarettir. Çünkü bir meselede âciz ve mağlûp olan, yemin eder, şahitleri gösterir. Bu, âcizler için bir usuldür. Şühedanın üçüncü mânâsına göre, onların Resul-i Ekrem ile muarazaları, âdeta, şirk ile tevhid veya cemâdât ile Hâlık-ı Arz ve Semavat arasında bir muaraza olduğuna işarettir.


[NOT]Dipnot-1 Kendinize yardım istediğiniz kişiler.
Dipnot-2 Şahitler (yardımcılar).
[/NOT]

Hâlık-ı Arz ve Semavat: gökleri ve yeri yaratan AllahResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
acz: acizlik, güçsüzlükbedîhü’l-butlan: batıl ve yanlışlığı apaçık ortada olan
cemâdât: cansızlar edip: edebiyatçı; edebiyat ve belâgat ilminin inceliklerini bilen kimse
erbab-ı fesahat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması noktasında uzman olanlargaip: gr. üçünçü şahıs; hazırda olmayan, o anda orada bulunmayan
hürmet: saygıihtisas: belli bir şeye, mânâya ait, has, özel olma
ilâh: kendisine ibadet edilen, tanrıirtibat: bağ, ilişki
ittihaz etmek: edinmek, kabul etmekizâfe: Arapça cümle yapısında isim tamlaması
kudret: güç, kuvvetkàdir: gücü yeten, iktidar sahibi
maada: -den başkamazur: özürlü, mazeretli
muhabbet: sevgimuâraza: sözle mücadele, karşı gelme
mâbud: ibadet edilen, tanrınazaran: –göre
tabiî: doğal olaraktehekküm: hafife alıp eğlenme, alay etme
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmatâmim: umumileştirme, genelleme; bir hükmü aynı cinsin bütün fertlerine verme
usul: tarz, esas, yöntem âciz: güçsüz, zayıf
âlihe: bâtıl ilâhlar, tanrılarşehadet etme: şahidlik etme, tanıklık etme
şirk: ortak koşmaşuur: bilinç, anlayış
şüheda: şahitler
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 262


اِنْ
كُنْتُمْ صَادِقِينَ ﴿ Bu cümle, “Biz istersek, Kur’ân’ın mislini yaparız” diye evvelce sarf ettikleri sözlerine işarettir.

Ve keza, onların yalancı olduklarına bir târizdir. Yani, “Sıdk erbabı değilsiniz, ancak safsatacı adamlarsınız. Evet, siz hakkı talep ederken rayb, şüphe kuyusuna düşmediniz. Ancak rayb, şek ve şüphelere koşarken içine düşmüş kafasız adamlarsınız.”


İhtar:اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
blank.gif
1
cümlesinin cezaü’ş-şartı, mâkablinin hülâsasıdır. Takdir-i kelâm:


اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ تَفْعَلُوا Yani: “Sözünüzde sadık olsaydınız, yapacaktınız.”

﴿ فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ
blank.gif
2

Arkadaş!اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ تَفْعَلُوا cümlesi, onların aleyhine bir kıyas-ı istisnaîyi tazammun etmiştir. O kıyasın sûret-i teşekkülü: “Eğer sadık olsaydınız, yapacaktınız. Lâkin yapamadınız; öyleyse sadık değilsiniz.” Fakat Kur’ân-ı Kerim, mukaddeme-i istisnaiye yerinde, yani “Lâkin yapamadınız”a bedel, فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا
blank.gif
3
ilâ âhir cümlesini, şekki ifade eden اِنْ ile söylemiştir. Bunun esbabı ise, onların, “Yapacağız” diye ettikleri zannı bir derece okşamak içindir.


Ve keza, o kıyasın neticesi olan “Sadık değilsiniz” yerine de, o neticenin üçüncü derecede lâzımının illeti olan فَاتَّقُوا النَّارَ
blank.gif
4
söylemiştir. Takdir-i kelâm: “Eğer sadık olsaydınız, yapacaktınız. Lâkin yapamadınız. Öyleyse sadık değilsiniz. Öyleyse hasmınız olan Resul-i Ekrem sadıktır. Öyleyse Kur’ân, mu’cizdir.



[NOT]Dipnot-1 “Eğer iddianızda sadıksanız.” Bakara Sûresi, 2:23.
Dipnot-2 “Bunu yapamazsanız ki, elbette yapamayacaksınız, Cehennem ateşinden sakının.” Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-3 “Bunu yapamazsanız ki...” Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-4 Cehennem ateşinden sakının.
[/NOT]

Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)cezaü’ş-şart: şart cümlesinin karşılığı ve cevabı olarak gelen kısım, meselâ, “gelirsen görüşürüz” cümlesinde “görüşürüz” cezaü’ş-şarttır
esbab: sebeplerhasmınız: düşmanınız, rakip
hülâsa: öz, özetihtar: hatırlatma, uyarma, ikaz
illet: asıl sebep, maksat ilâ âhir: sonuna kadar
keza: bunun gibikıyâs-ı istisnâî: neticesi veya zıddı bizzat kendisinde zikredilen kıyas. “Güneş çıkarsa gündüz olur" cümlesi gibi. Eğer "Güneş çıktı" denilmişse, o esnada gündüz olduğu kastedilir. Tam tersine, "Güneş yok" denilince, peşinden “Gündüz değil" hükmü verilir
lâkin: ama, ancakmisl: benzer, eş
mukaddeme-i istisnai: istisnaî kıyasta birinci önerme, öncülmu’ciz: mu’cize; Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey
mâkabli: öncesirayb: şüphe
sadık: doğru sözlü, dürüstsafsatacı: yalan ve uydurma şey konuşan kimse
sarf etmek: kullanmaksûret-i teşekkül: oluşum şekli, formatı
sıdk erbabı: doğru kimselertakdir-i kelâm: sözün gelişi; lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan söz, mânâ
tazammun etmek: içermek, içine almaktâriz: dokundurma, iğneleme, taş atma; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme san’atı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibi
şek: şüphe, tereddüt
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 263

Öyleyse iman ve tasdikiniz lâzımdır ki, ateşe düşmeyesiniz.” فَاتَّقُوا النَّارَ... Bu emr-i ilâhî, onlara yapılan tehditleri dehşetlendiriyor.

اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا
blank.gif
1
﴿ cümlesindeki تَفْعَلُوا
blank.gif
2
kelimesi, fi’l-i muzâridir. Bu fiil, zaman‑ı hal ile istikbal arasında müşterektir. Huruf-u şartiyeden olan اِنْ zaman-ı halden istikbal dağlarına atıyor. Huruf-u câzimeden olan لَمْ istikbalden mâzi derelerine fırlatıyor. Zavallı تَفْعَلُوا her iki edatın ellerinde top gibi oyuncak olmuştur. Bu edatların bu vaziyetleri zihinleri hem mâziye, hem istikbale gönderiyor ki, mâziyi süslendiren beliğ hitabeleri, altınla yazılan muallâkatları, Kur’ân’ın yakınına bile gelemediklerini görsünler. O sahifeyi gördükten sonra, istikbal sahifesini de ona kıyas etsinler.


تَفْعَلُوا ’nun فَأْتُوا
blank.gif
3
kelimesine tercihinde, iki nükte vardır.

Birisi: Kur’ân’ın i’câzı, onların aczindendir. Aczleri ise, eserden olmayıp fiilden olduğuna işarettir. Yani aczlerinin menşei, Kur’ân’ın misli değildir, o misli yapmaktandır.

İkincisi ise: İlm-i sarfta ل , ع , فbütün fiillerin terazisi olduğu gibi, üslûplarda da uzun hikâyeleri, işleri, vakıaları, kıssaları bir lâfızla ifade eden bir fezlekedir. Sanki kinâye kabîlinden cümleleri tâbir eden bir zamirdir.

وَلَنْ تَفْعَلُوا
blank.gif
4
﴿’daki لَنْ huruf-u nâsıbeden olup, dahil olduğu fiili istikbale


[NOT]Dipnot-1 “Bunu yapamazsanız ki...” Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-2 Yaparsınız.
Dipnot-3 Getirin.
Dipnot-4 “Asla yapamayacaksınız.” Bakara Sûresi, 2:24.
[/NOT]

acz: acizlik, güçsüzlük
beliğ: belâğatli; düzgün, kusursuz, yerinde ve hâlin ve makamın icabına göre söylenen söz hitabe
edat: cümle içinde isim ve fiil ve zamirlerle birlikte kullanılarak zaman, durum, yer ve yön gösteren kelimeler emr-i İlâhi: Allah’ın emri
fezleke: özet, sonuçfi’l-i muzâri: gr. şimdiki, geniş ve yakın gelecek zamanı gösteren fiil kipi
hitabe: bir topluluğa karşı düzgün söz söylemehuruf-u câzime: başına geldiği müzari fiilin sonunu cezm (sükun) olarak okutan edatlar
hurûf-u nâsibe: Arapçada başına geldikleri muzârî (şimdiki zaman) fiilinin sonunu üstün olarak okutan edatlar, “en” ve “len” gibihurûf-u şartiye: şart edatları; Türkçe’de “eğer, şayet, …se, …sa” kelimelerinin karşılığı olarak kullanılan Arapça edatlar, in, lev gibi
ilm-i sarf: morfoloji; mücerred bir kelimenin cümle içinde geçtiği yere göre kendi iç bünyesinde meydana gelen değişikliği inceleyen ilim dalıistikbal: gr. gelecek zaman
i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülükkabîl: gibi, tür, çeşit
kinaye: bir sözü gerçek mânâsına da gelebilecek şekilde, onun dışında başka bir mânâda kullanma san’atılâfız: ifade, kelime
menşe: kaynakmisl: benzer
muallâkat: İslâmdan önceki Arap şairlerinin Kâbe duvarlarına asılmış seçkin şiirlerimâzi: gr. geçmiş zaman
müşterek: ortaknükte: ince ve derin mânâ
tabir etmek: ifade etmek; anlatmakzaman-ı hal: gr. şimdiki zaman
zamir: ismin yerine geçen kelimeüslûp: ifade ve anlatım tarzı
اِنْ: (bk. ḥ-r-fلَمْ: (bk. ḥ-r-f
لَنْ: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 264

[SUB]
nakleder, müekked veya müebbed olarak istikbalde nefyeder. Demek bu cümlenin kaili, pek büyük bir itminan ve ciddiyetle, şek ve şüphe etmeyerek bu hükmü vermiştir. Bundan anlaşılır ki, o zâtın işlerinde hile yoktur.

[/SUB]
[SUB]S - [/SUB] فَاتَّقُوا
blank.gif
1
﴿[SUB]ittika ile tecennüb, ikisi de bir mânâyı ifade ederler. İttika’nın tecennüb’e cihet-i tercihi nedir?

[/SUB]
[SUB]C - Evet ittika, imana tâbidir. Yani ittika, iman olduktan sonra husule gelir. Tecennübde bu tebaiyet yoktur. Binaenaleyh, ittika kelimesi imanı andırır ve ittika lâfzıyla, imana îma ve işaret edilebilir. Fakat tecennüb kelimesi bu işi göremez. Bunun içindir ki, اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا
blank.gif
2
’nun hakikî cezası olan اٰمِنُوا
blank.gif
3
’nun yerinde تَجَنَّبُوا
blank.gif
4
’ya tercihan فَاتَّقُوا ihtiyar ve ikame edilmiştir.
[/SUB]

اَلنَّارَ
blank.gif
5﴿[SUB]Nâr’ın اَلْ ile tarifi, nâr’ın mâhudiyet ve malûmiyetine işarettir. Çünkü, enbiya-i izamdan işitilmek suretiyle, zihinlerde malûmiyeti takarrur etmiştir.[/SUB]

[SUB]S - [/SUB] اَلَّتِى ﴿ esmâ-i mevsuledendir. Sıla, dahil olduğu cümlenin evvelce malûm olduğunu iktiza eder. Halbuki sılası olan وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ
blank.gif
6
evvelce muhataplara malûm değilmiş.

C -
blank.gif
7
نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ âyeti bu âyetten evvel nâzil olduğuna nazaran, muhataplar ondan kesb-i malûmat ettiklerine binaen, burada اَلنَّارُ ile اَلَّتِى arasında tavsif muamelesi yapılmıştır.


[NOT]Dipnot-1 Sakının.
Dipnot-2 “Bunu yapamazsanız ki…” Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-3 İman edin!
Dipnot-4 Çekinin, kaçının.
Dipnot-5 Ateş.
Dipnot-6 “Yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem ateşi.” Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-7 “Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateş...” Tahrîm Sûresi, 66:6.
[/NOT]

binaen: -dayanarakbinaenaleyh: bundan dolayı
cezâ: şart cümlesinde cevap, karşılık olarak gelen kısımcihet-i tercih: tercih yönü, üstünlük tarafı
enbiya-i izam: büyük peygamberleresmâ-i mevsûle: mânâsı kendisinden sonra gelen cümle içinde açıklanan ve bu cümleyi kendinden sonra gelen cümleye bağlayan kelimelerdir
husule gelme: meydana gelmeihtiyar etmek: irade etmek, dilemek
ikame etmek: yerleştirmekiktiza: gerektirme
istikbal: gr. gelecek zamanitminan: emin olma, kanaat sahibi olma
ittika: korkup sakınmakail: söyleyen
kesb-i malûmat: bilgi sahibi olma, bilgi kazanmalâfz: ifade, söz
malûm: bilinen, bellimâhudiyet: tanınır, bilinir olma
müebbed: daima, ebedîmüekked: tekidli, pekiştirilmiş
nazaran: –görenefyetme: olumsuz yapma, kılma
nâr: ateşnâzil olma: inme, indirilme
sıla: gr. sıla cümlesi; Arapça’da “ellezî=öyleki” gibi müphem isimlerle bir önceki cümleye bağlanan ve o cümleyi açıklayıcı olarak gelen cümletakarrur etmek: sabit olmak, yerleşmek
tarif: bildirme, tanıtmatavsif: vasıflandırma, özelliklerini anlatma
tebaiyet: tabi olma, bağlı olmatecennüb: uzak durma, çekinme
tercihan: tercih edilerektâbi: bağlı
îma: gizli ve ince bir mânâyı gösterme, işaret etmeşek: şüphe, tereddüt
ل: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 265


وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ
blank.gif
1 ﴿ Bu kayıtlardan maksat, tehdittir. Tehdidlerin tekit ve teşdit edildiğine binaen, burada اَلنَّاسْ
blank.gif
2 kelimesiyle tekit edilmiştir, حِجَارَة
blank.gif
3 lâfzıyla de teşdit ve tevbih edilmiştir. Şöyle ki:

“Menfaat, necat ümidiyle taştan mâmul mâbud ittihaz ettiğiniz sanemler, size tâzip âleti, yani sizi yandırıp yakan ateşe odun olmuşlardır. Zavallılar! Niçin bunu düşünmüyorsunuz?”


S - اُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
blank.gif
4
﴿ cümlesinde, makamın iktizası hilâfına لَكُمْ
blank.gif
5
yerine لِلْكَافِرِينَ
blank.gif
6
denilmesi neye binaendir?

C - Evet, Kur’ân-ı Kerim’in takip ettiği usul, ale’l-ekser âyetlerin sonunda küllî kaideleri, fezlekeleri söylediğine göre, Kur’ân-ı Kerim, onların Cehennemlik olduklarını ispat eden delilin ikinci mukaddemesine işaret etmek üzere, ism-i zahiri, zamir yerine, yani لِلْكَافِرِينَ cümlesini, لَكُمْ yerine ikame ile tâmim yapmıştır.


Takdir-i kelâm:
اُعِدَّتْ لَكُمْ ِلاَنَّكُمْ مِنَ الْكَافِرِينَ وَالنَّارُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ Yani: “Siz Cehennemliksiniz. Zira kâfirlerdensiniz. Cehennem de kâfirler içindir.”


endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 Onun (Cehennem ateşi) yakıtı taş ve insanlardır.
Dipnot-2 İnsanlar.
Dipnot-3 Taşlar.
Dipnot-4 Kâfirler için hazırlandı.
Dipnot-5 Sizin için.
Dipnot-6 Kâfirler için.
[/NOT]

ale’l-ekser: çoğunlukla, genelliklebinaen: -dayanarak
delil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şeyfezleke: özet, sonuç
hilâf: aykırılık, terslikikame: yerleştirme, koyma
iktiza: gereklilikism-i zahiri: açık, görünen isim
ittihaz: edinme, kabul etmekaide: düstur, prensip
kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan şeylerden birini inkâr eden kimseküllî: büyük, kapsamlı; fertleri içine alan tür
lâfz: ifade, sözmenfaat: yarar, fayda
mukaddeme: başlangıç, önerme, öncül mâbud: kendisine ibadet edilen, tanrı
mâmul: imal edilen, yapılan ürünnecat: kurtuluş
sanem: puttakdir-i kelâm: sözün gelişi; lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan söz, mânâ
tekit: pekiştirme, kuvvetlendirmetevbih: azarlama
teşdit: şiddetlendirme, güçlendirmetâmim: umumileştirme, genelleme; bir hükmü aynı cinsin bütün fertlerine verme
tâzip: azap verme, işkence etmeusul: tarz, yöntem, metod
zira: çünkü
 
Üst