Nübüvvet Hakkında

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 241


ve kozmoğrafyacıları hayrette bırakan nizam ve intizamla, mânâ-yı harfiyle Sâni ve nizâm-ı hakikîye istidlâl keyfiyetini öğretmek için nâzil olan bir kitaptır. Binaenaleyh, san’at, kasd, nizam, kâinatın her zerresinde bulunur, matlup hâsıl olur; teşekkülü nasıl olursa olsun bizim matlubumuza taallûku yoktur.

Febinaen alâ zâlik, madem ki Kur’ân’ın kâinattan bahsi istidlâl içindir ve delilin de müddeâdan evvel malûm olması şarttır ve delilin muhataplarca vuzuhu müstahsendir; bazı âyetlerin onların hissiyatına ve edebî malûmatlarına imâle etmesi ve benzetmesi, mukteza-yı belâgat ve irşad olmaz mı? Fakat bu âyetlerin, hissiyatlarına imâle etmesi meselesi o hissiyata kasten delâlet etmek için değildir. Ancak, kinaye kabilinden o hissiyatı okşamak içindir. Maahaza, hakikate ehl-i tahkiki isal için, karine ve emareler vaz edilmiştir. Meselâ, eğer Kur’ân-ı Kerim, makam-ı istidlâlde şöylece demiş olsaydı ki: “Ey insanlar! Güneşin zahirî hareketiyle hakikî sükûnuna ve arzın zahirî sükûnuyla hakikî hareketine ve yıldızlar arasında câzibe-i umumiyenin garibelerine ve elektriğin acîbelerine ve yetmiş unsur arasında hasıl olan imtizacata ve bir avuç su içinde binler mikrobun bulunmasına dikkat ediniz ki, bu gibi harika şeylerden Cenâb-ı Hakkın herşeye kàdir olduğunu anlayasınız” deseydi, delil, müddeâdan binlerce derece daha hafî, daha müşkül olurdu. Halbuki, delilin müddeâdan daha hafî olması, makam-ı istidlâle uymaz. Maahaza, onların hissiyatına imâle edilen âyetler kinaye kabilinden olup, ifade ettikleri zahirî mânâları sıdk veya kizbe medar olamaz.




Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahSâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
acîbe: hayret verici şeyarz: yeryüzü, dünya
binaenaleyh: bundan dolayıcâzibe-i umumiye: genel çekim kanunu
delâlet: delil olma, göstermeedebî: edebiyatla ilgili
ehl-i tahkik: gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimleremare: belirti, işaret
febinâen alâ zâlik: buna binaen, bundan dolayı garibe: şaşırtıcılık, hayret verici özellik, etki gibi şeyler
hafî: gizli, kapalı, örtülühakikat: gerçek, doğru
hakiki: gerçekhissiyat: duygular, hisler
hâsıl olma: meydana gelmeimtizac: birleşme, kaynaşma
imâle: meylettirme, benzetme yoluyla yakınlaştırmaintizam: düzenlilik
irşad: doğru yol göstermeisal: ulaştırma, eriştirme
istidlâl: delil getirme, akıl yürütmekabil: tür, çeşit, gibi
karine: bilinmeyen bir şeyin anlaşılmasına yarayan ipucu, ek belirtikasd: kasıt
kasten: bizzat, kasıtlı olarakkinaye: bir sözü gerçek mânâsına da gelebilecek şekilde, onun dışında başka bir mânâda kullanma san’atı
kizb: yalankozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
kàdir olma: her şeye gücü yetme, iktidar sahibi olmakâinat: evren, yaratılmış herşey
maahaza: bununla beraber, bununla birlikte makam-ı istidlâl: delil getirme makamı, delil getirme mevkii
malumât: bilgilermalûm olma: bilinme, belli olma
matlup: istek, istenilenmedar olma: sebep, vesile olma
muhatap: hitap edilenmukteza-yı belâğat: belâğatın gereği
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeymânâ-yı harfî: harf gibi bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânâsı
müddeâ: iddia edilen şey; delil getirilip ispat edilmeye çalışılan şeymüstahsen: güzel karşılanan, beğenilen
müşkül: zor, anlaşılması güçnizam: düzen
nizâm-ı hakikî: gerçek nizam, düzennâzil olan: inen, indirilen
sükûn: hareketsiz durma; sâkinliksıdk: doğruluk
taallûk: ilgili, alâkalı olmateşekkül: oluşum
unsur: elementvuzuh: açıklık
zahirî: görünene ait, açıkça ortada olan, bir şeyin dış yüzüyle ilgilizerre: atom, en küçük madde parçası

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 242


Evet, görmüyor musun, قَالَ ’deki ا hiffeti ifade ediyor? Aslı و olsun ى olsun, ne olursa olsun, bize taallûk etmez.

Hülâsa: Madem ki Kur’ân, bütün zamanlardaki bütün insanlara nâzil olmuştur; şu şüphe addettikleri umur-u selâse, Kur’ân’a nakîse değil, Kur’ân’ın yüksek i’câzına delillerdir.

Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı talim eden Cenâb-ı Hakka kasem ederim ki, o Beşîr ve Nezîrin (a.s.m.) basar ve basîreti, hakikatı hayalden tefrik edememekten münezzehtir, celildir, celîdir; veya insanları kandırarak mağlâtalara düşürtmekten, meslek-i âlileri ganîdir, âlidir, temizdir, tâhirdir!


YEDİNCİ MESELE

Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın izhar ettiği mahsus ve zahirî ve insanlarca meşhur ve malûm olan harika ve mu’cizelerinin ekserisi, tarih ve siyer kitaplarında mezkûrdur ve aynı zamanda, muhakkikîn-i ulema tarafından izah ve beyan edilmişlerdir. Binaenaleyh, tafsilâtını o kitaplara havale ile yalnız o harikaların nevilerini icmâlen izah edeceğiz.


Evet, Peygamber Aleyhisselâmın zahirî harikalarının herbirisi âhâdî olup mütevatir değilse de, o âhâdîlerin heyet-i mecmuası ve çok nevileri, mütevatir-i bilmânâdır. Yani, lâfız ve ibareleri mütevatir değilse de, mânâları çok insanlar tarafından nakledilmiştir. O harikaların nevileri üçtür.



Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Aleyhisselâm: Allah selâmı onun üzerine olsun
Beşîr ve Nezîr: müjdeleyen ve sakındıran Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ânaddetme: sayma
basar: görmebasîret: ileri görüşlülük, seziş
beyan etmek: açıklamak, izah etmekbinaenaleyh: bundan dolayı
celî: açık, parlakcelîl: büyüklük sahibi
ekserisi: çoğunluğuganî: ihtiyaç duymayan
heyet-i mecmua: hepsi birden, hepsi bir arada, genel bütünlükhiffet: hafiflik, kolaylık, basitlik
hülâsa: özetleibâre: metin, ifade
icmâlen: kısaca, özet olarakizah: açıklama
izhar etme: gösterme, açığa çıkarmai’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
kasem: yeminlâfız: ifade, kelime
mahsus: has, özelmalûm: bilinen, belli
mağlata: aldatma, yanıltma meslek-i âlî: yüce meslek
mezkûr: zikredilmiş, bahsedilmişmuhakkıkîn-i ulema: gerçekleri delilleriyle araştırıp inceleyen ve bilen âlimler
mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hal ve hareketmünezzeh: kusur ve eksiklikten yüce, arınmış, uzak
mütevatir: yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluk tarafından aktarılan hadis veya habermütevatir-i bilmânâ: bir haber veya hadisenin farklı ifadelerle, fakat aynı mânâda farklı şahıs veya topluluklar tarafından aktarılmış olması
nakîse: eksiklik, noksanlık nevi: çeşit, tür
nâzil olmak: inmeksiyer: Peygamberimizin (a.s.m) hayatını konu alan ilim dalı
taallûk etmek: alâkalı, ilgili olmaktafsilât: ayrıntılar, detaylar
talim etme: öğretme, bildirmetefrik etmek: ayırmak
tâhir: temiz, pakumûr-u selâse: üç husus, üç emir
zâhirî: açık, görünenâhâdî (haber): bir kişi kanalıyla gelen haber veya hadis
âlî: yüce, yüksek

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 243

[SUP]
[/SUP]
[SUP]Birincisi: “İrhâsât” ile anılmaktadır ki, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın nübüvvetinden evvel zuhur eden harikalardır. Mecusî milletinin taptığı ateşin sönmesi, Sava denizinin sularının çekilmesi, Kisrâ sarayının yıkılması ve gaipten yapılan tebşirler gibi şeylerdir. Sanki o Hazretin (a.s.m.) zaman-ı velâdeti, hassas ve keramet sahibi imiş gibi, o zâtın kudüm ve gelmesini şu gibi hadiselerle tebşiratta bulunmuştur.[/SUP]

[SUP]İkinci nevi ihbârât-ı gaybiyedir ki, bilâhare vukua gelecek pek çok garip şeylerden bahsetmiştir. Ezcümle, Kisra ve Kayserin definelerinin İslâm eline geçmesi, Rumların mağlûp edilmesi, Mekke’nin fethi, Kostantiniye’nin alınması gibi hadisattan haber vermiştir. Sanki o zâtın cesedinden tecerrüd eden ruhu, zaman ve mekânın kayıtlarını kırarak istikbalin her tarafına uçup gezmiş ve gördüğü vukuatı söylemiştir ve söylediği gibi de vukua gelmiştir.[/SUP]

[NOT][SUP]Diyarbakır’da Van Valisi Cevdet Beyin evinde 19 Şubat 1330 tarihinde Cuma gecesi bu tefsirin ilk Arabî nüshasını tebyiz ederken, şu şekl-i garib, tevafukan vaki olmuştur. Ve o gece vukua gelen Bitlis’in sukutuyla müellif Bediüzzaman’ın esaretine rastgelir. Sanki şu şekl-i garibin, şu mu’cizeler ve harikalar bahsinde o gece husule gelmesi, müellifin Ruslara esir düştüğüne ve beraberinde bulunan bazı talebelerinin şehid olarak kanlarının dökülmesine harika bir işarettir.*[/SUP]
[SUP]
Said’in Küçük Kardeşi, Yirmi Senelik Talebesi
[/SUP]
[SUP]Abdülmecid[/SUP]
[SUP]
Ve keza bu nakış, başı kesilmiş bir yılanın, kuyruğunu müellif Bediüzzaman’a sarmış olduğuna ve müellifin yaralı olarak otuz saat ölüme muntazıran su arkının içinde kaldığı yere benziyor ve o vaziyeti andırıyor
[/SUP]
[SUP]Eski Said’in Ehemmiyetli Talebesi[/SUP]
[/NOT][SUP]
[/SUP]
[SUP]
[/SUP]
[SUP]Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun [/SUP][SUP]Hamza: (bk. bilgiler – Müküslü Hamza)[/SUP]
[SUP]Kayser: (bk. bilgiler)[/SUP][SUP]Kisra: (bk. bilgiler)[/SUP]
[SUP]Kisrâ sarayı: (bk. bilgiler – Kisra)[/SUP][SUP]Kostantiniye: (bk. bilgiler – İstanbul)[/SUP]
[SUP]Mecusî: (bk. bilgiler – Mecûsîlik)[/SUP][SUP]Mekke: (bk. bilgiler)[/SUP]
[SUP]Rumlar: (bk. bilgiler – Roma Medeniyeti)[/SUP][SUP]Sava denizi: (bk. bilgiler)[/SUP]
[SUP]bilâhare: daha sonra[/SUP][SUP]ezcümle: meselâ, örneğin[/SUP]
[SUP]gaip: görünmeyen âlem[/SUP][SUP]hadisat: hadiseler, olaylar[/SUP]
[SUP]ihbârât-ı gaybiye: gayb âleminden verilen haberler[/SUP][SUP]istikbal: gelecek[/SUP]
[SUP]keramet: Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hal ve fiil[/SUP][SUP]kudüm: geliş, gelme[/SUP]
[SUP]mağlup edilme: yenilme[/SUP][SUP]nevi: çeşit, tür[/SUP]
[SUP]nübüvvet: peygamberlik[/SUP][SUP]tebşiratta bulunma: müjdeleme[/SUP]
[SUP]tebşîr: müjdeleme [/SUP][SUP]tecerrüd: soyutlanma, sıyrılma[/SUP]
[SUP]vukua gelme: meydana gelme, olma[/SUP][SUP]vukuat: meydana gelen olaylar[/SUP]
[SUP]zaman-ı velâdet: doğum zamanı [/SUP][SUP]zuhur etme: ortaya çıkma, görünme[/SUP]
[SUP]
[/SUP]
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 244


Üçüncü nevi hissî harikalardır ki, muaraza zamanlarında kendisinden talep edilen mu’cizelerdir. Taşın konuşması, ağacın yürümesi, ayın iki parçaya bölünmesi, parmaklarından su akması gibi. Tefsir-i Keşşâf’ın müellifi Zemahşerî’nin dediğine göre, o Hazretin bu nevi harikaları bine bâliğ olmuştur. Ve bir kısmı da mütevatir-i bilmânâdır. Hattâ Kur’ân’ı inkâr edenlerden bir kısmı, inşikak-ı kamer mânâsında tasarruf etmemişlerdir.

S - İnşikak-ı kamer bütün insanlarca kesb-i şöhret etmesi lâzım bir mu’cize iken âlemce o kadar şöhret bulmamıştır. Esbabı nedir?

C - Matla’ların ihtilâfı ve havanın bulutlu olmasının ihtimali ve o zamanda rasathanelerin bulunmaması ve vaktin uyku gibi gaflet zamanı olması ve inşikakın âni olması gibi esbabdan dolayı, herkesçe o vak’anın görünmesi ve malûm olması lâzım gelmez. Maahaza, Hicaz matla’ıyla matla’ları bir olan yerlerde, o gece yollarda bulunan kervan ve kafilelerden naklen, inşikakın vukua geldiği hakkında çok rivayetler vardır.


Üçüncü nevi mu’cizelerin reisi ve en büyüğü Kur’ân-ı Azimüşşandır ki, yedi vecihle mu’cize olduğuna mezkûr âyetle işaret edilmiştir.

Arkadaş! Şu meseleleri az çok fehmettin.Şimdi, bu âyetin mâkabliyle olan cihet-i irtibatına bakalım.

Evet, İbn-i Abbas’ın (r.a.) يَآ اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
blank.gif
1
âyetindeki “ibadet”i, tevhidle tefsir ettiğine nazaran, evvelki âyet ispat-ı tevhid hakkındadır, bu âyet de ispat-ı nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet-i Muhammediye (a.s.m.) ise, tevhidin en büyük bir delilidir. Demek ki bu iki âyet arasında cihet-i irtibat, aralarındaki dâlliyet ve medlûliyyet alâkasıdır. Yani biri delil, diğeri medlûldur.




[NOT]Dipnot-1 “Ey insanlar, (Allah'a) ibadet ediniz.” Bakara Sûresi, 2:21.
[/NOT]

Hicaz: (bk. bilgiler)Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ân
Zemahşerî: (bk. bilgiler)bâliğ: erişen, ulaşan
cihet-i irtibat: münasebet, irtibat yönüdelil: işaret, alâmet
dâlliyet: delâlet ediş, delil oluşesbab: sebepler
fehmetmek: anlamakgaflet: dalgınlık, dikkatsizlik
inkâr: inanmama, kabul etmemeinşikak: bölünme, ayrılma
inşikak-ı kamer: Peygamberimizin (a.s.m.) bir işaretiyle Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesiispat-ı nübüvvet: peygamberliğin ispatı
ispat-ı tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu ispat etmekafile: grup, topluluk
kervan: yolculuk kafilesi kesb-i şöhret: şöhret kazanma, ün yapma
maahaza: bununla beraber, bununla birlikte malûm olma: bilinme
matla’: doğuş yeri ve zamanımatla’ların ihtilâfı: doğuş yeri ve zamanlarının farklılığı
medlûl: mânâ, anlam, kendisine delil getirilip ispat edilen şeymedlûliyyet: kendisine delil getirilme
mezkûr: zikredilen, sözü geçenmuâraza: sözle mücadele, karşı gelme
mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstülükmâkabli: öncesi
müellif: telif eden, yazarmütevatir-i bilmânâ: bir haber veya hadisenin farklı ifadelerle farklı şahıs veya topluluklar tarafından, fakat aynı mânâ ile aktarılmış olması
nazaran: –bakarak, –görenevi: çeşit, tür
nübüvvet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliğirasathane: gök cisimlerinin hareket ve yerlerini tespit ve takip için kurulan gözlemevi
reis: başrivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesi
tasarruf etme: bir şeyde değişiklik yapma vs. gibi dilediği gibi hareket etmetefsir: açıklama, yorumlama
tefsir-i Keşşâf: (bk. bilgiler – Keşşâf)tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
vak’a: olayvecih: şekil, tarz
vukua gelme: meydana gelme, olmaâlem: dünya
İbn-i Abbas: [bk. bilgiler – Abdullah İbni Abbas (r.a.)]

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 245

[SUP]
[/SUP]
[SUP]Nübüvvetin ispatı, ancak mu’cizelerle olur. En büyük mu’cizesi ise, Kur’ân-ı Kerimdir. Evet, Kur’ân’ın mu’cize olduğu, âlem-i İslâmca kabul ve tasdik edilmiş bir hakikattır.

Amma muhakkikîn-i ulema tarafından, Kur’ân’ın vücuh-u i’câzı hakkında ihtilâf vâki olmuştur. Yani, i’câzını intaç eden cihetler çoktur. Herbir muhakkik, bir ciheti tercih ve ihtiyar etmiştir; aralarında muhalefet, musademe yoktur.
[/SUP]


[SUP]İ’câzın vecihleri:[/SUP]

[SUP]1. Gaipten, istikbâlden haber vermesi.[/SUP]

[SUP]2. Âyetlerinde tenakuz, tehalüf, hatâ bulunmaması.[/SUP]

[SUP]3. Nazım ile nesir arasında, ediplerce gayr-ı malûm bir üslûbu ihtiyar etmesi.

4. Okur-yazar olmayan bir zattan sudur etmesi.
[/SUP]


[SUP]5. Takat-i beşeriye fevkinde ulûm ve hakaiki ihata etmesi gibi pek çok şeylerdir.[/SUP]

[SUP]Lâkin i’câzının en yüksek veçhi, nazmındaki belâgatten doğmuştur. Evet, Kur’ân’ın bu nevi i’câzı, beşerin tâkatinden hariç bir derecededir. Bu hakikati tafsilen anlayıp kanaat hasıl etmek isteyen, bu tefsiri ve emsâli eserleri ve Yirmi Beşinci Sözü zeyilleriyle beraber mütalâa etsin.[/SUP]

[SUP]Fakat icmalî bir malûmatı elde etmek isteyenler de, belâgatin imamları bulunan Abdülkahir-i Cürcanî, Zemahşerî, Sekkâkî, Câhız’ın bu kısım i’câz hakkında üç tarikle beyan ettikleri malûmattan, miktar-ı kâfi malûmat elde edebilir.[/SUP]

[SUP]Birinci tarik: Arap kavmi maarifsiz, bedevî bir millet idi. Muhitleri de, onlar gibi bedevî bir muhit idi. Divanları, şiir idi. Yani, medâr-ı iftihar olan hallerini,[/SUP]
[SUP]
[/SUP]
[SUP]
[/SUP]
[SUP]
[/SUP]
[SUP]Abdulkahir Cürcanî: (bk. bilgiler)[/SUP][SUP]Câhız: (bk. bilgiler)[/SUP]
[SUP]Sekkâkî: (bk. bilgiler)[/SUP][SUP]Zemahşerî: (bk. bilgiler)[/SUP]
[SUP]bedevî: çölde yaşayan, göçebe[/SUP][SUP]belâğat: düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söyleme ilmi ve san’atı[/SUP]
[SUP]beyan: açıklama, anlatma[/SUP][SUP]beşer: insan[/SUP]
[SUP]cihet: taraf, yön[/SUP][SUP]divan: şairlerin şiirlerinin toplandığı kitap[/SUP]
[SUP]emsâl: benzerler, örnekler[/SUP][SUP]fevkinde: üstünde[/SUP]
[SUP]gaip: görünmeyen âlem[/SUP][SUP]gayr-ı malûm: bilinmeyen[/SUP]
[SUP]hakikat: gerçek[/SUP][SUP]hasıl etmek: meydana getirmek, ortaya çıkarmak[/SUP]
[SUP]icmalî: kısa, öz[/SUP][SUP]ihata: içine alma, kuşatma[/SUP]
[SUP]ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık[/SUP][SUP]ihtiyar etmek: seçmek, tercih etmek[/SUP]
[SUP]intaç etme: netice verme[/SUP][SUP]istikbâl: gelecek zaman[/SUP]
[SUP]i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük[/SUP][SUP]kanaat: görüş, fikir[/SUP]
[SUP]kavim: topluluk[/SUP][SUP]maarifsiz: bilgisiz[/SUP]
[SUP]malumât: bilgiler[/SUP][SUP]medâr-ı iftihar: övünme vesilesi, övünç kaynağı[/SUP]
[SUP]miktar-ı kâfi: yeterli miktarda[/SUP][SUP]muhakkik: gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlim kimse[/SUP]
[SUP]muhakkikîn-i ulemâ: gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimler[/SUP][SUP]muhalefet: karşıt olma, aykırılık[/SUP]
[SUP]muhit: çevre, yöre, civar[/SUP][SUP]musademe: çarpışma, çatışma[/SUP]
[SUP]mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hal ve hareket[/SUP][SUP]mütalâa: dikkatle okuma, inceleme[/SUP]
[SUP]nazm: diziliş, tertip; Kur'ân-ı Kerîmin Allah Taâlâ tarafından dizilen mübârek sözleri, ifadeleri[/SUP][SUP]nazım: kafiyeli, vezinli söz, şiir[/SUP]
[SUP]nesir: düz yazı[/SUP][SUP]nevi: çeşit, tür[/SUP]
[SUP]nübüvvet: peygamberlik, elçilik[/SUP][SUP]sudur etme: çıkma[/SUP]
[SUP]tafsilen: ayrıntılı olarak[/SUP][SUP]takat-i beşeriye: insan gücü[/SUP]
[SUP]tarik: yol[/SUP][SUP]tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak[/SUP]
[SUP]tefsir: açıklama, yorum; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap[/SUP][SUP]tehalüf: birbirine zıt olma[/SUP]
[SUP]tenakuz: çelişki[/SUP][SUP]tâkat: güç, kuvvet[/SUP]
[SUP]ulûm: ilimler[/SUP][SUP]vecih: yön, şekil[/SUP]
[SUP]vâki olma: meydana gelme[/SUP][SUP]vücuh-u i’câz: mu’cizelik yönleri[/SUP]
[SUP]zeyil: ilâve, ek[/SUP][SUP]âlem-i İslâm: İslâm dünyası[/SUP]
[SUP]üslûp: ifade ve anlatım tarzı[/SUP]
[SUP]
[/SUP]
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 246


şiirle kayt ve muhafaza ederlerdi. İlimleri, belâgat idi. Medâr-ı iftiharları, fesahat idi. Sair kavimlerden fazla bir zekâya mâlik idiler. Başka insanlara nisbeten cevval fikirleri vardı.

İşte Arap kavmi böyle bir vaziyette iken ve zihinleri de bahar çiçekleri gibi yeni yeni açılmaya başlarken, birden bire Kur’ân-ı Azimüşşan, yüksek belâgatiyle, harika fesahatiyle mele-i a’lâdan yeryüzüne indi. Arapların medâr-ı iftiharları ve timsal-i belâgatleri olan ve bilhassa Kâbe duvarında teşhir edilmek üzere altın suyu ile yazılmış “Muallâkat-ı Seb’a” ünvanıyla anılan en meşhur ediplerin en beliğ ve en fasih eserlerini iftihar listesinden sildirtti. Maahaza, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) Kur’ân’la muarazaya ve Kur’ân’a bir nazire yapılmasına onları şiddetle dâvet etmekten geri durmuyordu, damarlarına dokunduruyordu, techil ve terzil ediyordu. O Hazretin yaptığı böyle şiddetli hücumlara karşı, o umera-i belâgat ve hükkâm-ı fesahat ünvanıyla anılan Arap edipleri, bir kelime ile dahi mukabelede bulunamadılar. Halbuki kibir ve azametleri, enaniyetleri ve göklere kadar çıkan gururları iktizasınca, gece gündüz çalışıp Kur’ân’a bir nazire yapmalıydılar ki, âleme karşı rezil ve rüsvây olmasınlar.


Demek bu meselenin uhdesinden gelemediklerinden, yani Kur’ân’ın bir benzerini yapmaktan âciz kaldıklarından sükûta mecbur olmuşlardır. İşte onların bu ıztırarî sükûtları aczlerini meydana çıkardı. Ve bunların aczlerinden de, i’câz-ı Kur’ân’ın güneşi tulû etmiştir.

İkinci tarik: Kelâmların hâsiyetlerini, kıymetlerini, meziyetlerini bilip altınlarını bakırından tefrik eden bütün ehl-i tahkikten, tetkikten, tenkitten, dost ve düşmanlar tarafından Kur’ân-ı Kerim sûre sûre, âyet âyet, kelime kelime mihenk taşına vurularak, altından maada bir bakır eseri görülmemiştir. Bu ağır imtihandan sonra,



Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ânKâbe: (bk. bilgiler)
Muallâkat-ı Seb’a: yedi askı, Kur’ân nâzil olmadan önce, meşhur Arap şâirlerinin en beğenilmiş şiirlerinden Kâbe’nin duvarına asılmış olanlarıacz: acizlik, güçsüzlük
azamet: büyüklükbeliğ: belâğatli; maksada ve hâle uygun olan
belâğat: düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söyleme ilmi ve san’atıbilhassa: özellikle
cevval: hareketliehl-i tahkik: gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler
enaniyet: ben, benlikfasih: güzel, açık ve düzgün
fesahat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılmasıgurur: kibir, boş yere güvenmek
hâsiyet: özellik
hükkâm-ı fesahat: güzel, akıcı ve etkili konuşmada üstün ve otoriter olanlar
iftihar: övünmeiktiza: gerektirme, bir şeyin gereği
i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstüğü, mu’cizeliğikavim: topluluk
kelâm: söz, ifademaada: -den başka
maahaza: bununla beraber, bununla birlikte medâr-ı iftihar: övünme vesilesi, övünç kaynağı
mele-i a’lâ: Cenab-ı Hakkın yüce katı, melekler alemimeziyet: üstün özellikler
mihenk: ölçümuhafaza: koruma, saklama
mukabelede bulunmak: karşılık vermekmuâraza: sözle mücadele, karşı gelme
mâlik: sahipnazire: benzer, eş, denk
nisbeten: kıyasla, oranlarezil ve rüsvây olma: rezil ve maskara olma, ayıpları meydana çıkma
sair: diğer, başkasükût: sessiz kalma, susma
tarik: yoltechil: cahil gösterme, cahillikle itham etme
tefrik etmek: ayırmaktenkit: kritik etme, eleştirme
terzil: rezil etme, aşağılamatetkik: inceleme, araştırma
teşhir edilmek: sergilenmektimsal-i belâgat: belâğat örneği, sembolü
tulû etme: doğmauhdesinden gelmek: sorumluluğu yerine getirmek, üstesinden gelmek, başarmak
umera-i belâgat: belâgat ilminde ileri gelen ve yön veren uzmanları, prensleriâlem: dünya
ıztırarî: zorunlu olarak, çaresizce

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 247

[SUB]
[/SUB][SUB]Kur’ân-ı Azimüşşanın ihtiva ettiği mezâyâ, letaif, hakaikin hiçbir beşer kelâmında bulunmadığına şehadet etmişlerdir.

Onların sıdk-ı şehadetleri şöylece ispat edilebilir: Kur’ân’ın insan âleminde yaptığı büyük inkılâp ve tebeddül ve şark ve garbı içine alan tesis ettiği din, diyanet ve zamanın geçmesiyle gençlik ve şebabiyetini ve tekerrür ettikçe halâvetini muhafaza etmesi gibi harika halleri,
blank.gif
1
اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحىٰ âyetini okuyup ilân ediyorlar.
[/SUB]

[SUB]Üçüncü tarik: Belâgat imamlarından meşhur Câhız’ın tahkikatına göre, Arap edip ve beliğlerinin Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın dâvâsını kalemle iptal etmeye tarife gelmez derecede ihtiyaçları vardı. Ve o Hazrete karşı olan kin, adavet ve inatlarıyla beraber, en kolay, en yakın, en selim olan kalem ve yazı ile muarazayı terk ve en uzun, en müşkül, en tehlikeli ve şüpheli seyf ve harp ile mukabeleye mecburen iltica ettiler. Suret-i kat’iyede bundan anlaşıldı ki, Kur’ân’ın benzerini yapmaktan âciz kalmışlardır. Zira, her iki yolun arasındaki farkı bilmeyenlerden değildiler.[/SUB]

[SUB]Binaenaleyh, birinci yol iptal-i dâvâ için daha müsait iken onu terkedip, hem malları, hem canları tehlikeye atan başka bir yola sülûk eden, ya sefihtir—halbuki Müslüman olduktan sonra siyaset-i âlemi eline alanlara sefih denilemez—veya birinci yola sülûktan kendilerini âciz görmüşlerdir. Onun için kalem yerine seyfe müracaat etmişlerdir.[/SUB]

[SUB]S - Kur’ân’a bir nazire yapmak mümkinattan imiş, fakat nasılsa yapılmamıştır?[/SUB]

[SUB]C - Mümkinattan olmuş olsaydı, damarlarına dokundurulanlar, behemahal muarazayı arzu ederlerdi. Ve muaraza arzusunda bulunmuş olsaydılar, muaraza yapacaklardı. Çünkü, iptal-i dâvâ için muarazaya ihtiyaçları pek şedit idi. Muaraza etmiş olsaydılar, gizli kalmazdı, tezahür ederdi. Çünkü tezahürüne rağbet[/SUB]


[NOT]
[SUB]Dipnot-1 [/SUB][SUB] “O ancak vahyedilen bir vahiydir.” Necm Sûresi, 53:4.[/SUB]
[/NOT][SUB]
[/SUB][SUB]
[/SUB][SUB][/SUB]
[SUB]Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun [/SUB]
[SUB]Câhız: (bk. bilgiler)[/SUB]
[SUB]Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ân[/SUB][SUB]adavet: düşmanlık[/SUB]
[SUB]behemahal: ister istemez, mutlaka[/SUB][SUB]beliğ: belagât ilminin inceliklerini bilen kimse[/SUB]
[SUB]belâğat: düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söyleme san’atı[/SUB][SUB]beşer: insan[/SUB]
[SUB]binaenaleyh: bundan dolayı[/SUB][SUB]diyanet: din[/SUB]
[SUB]garb: batı[/SUB][SUB]hakaik: hakikatler; gerçek mahiyetler, esaslar[/SUB]
[SUB]halâvet: tatlılık, hoşluk[/SUB][SUB]harp: savaş[/SUB]
[SUB]ihtiva: içine alma, kapsama[/SUB][SUB]iltica: sığınma, başvurma[/SUB]
[SUB]inkılâp: değişim, dönüşüm[/SUB][SUB]iptal-i dâvâ: iddiâyı çürütme[/SUB]
[SUB]kelâm: kelime, ifade[/SUB][SUB]letâif: lâtifeler, incelikler, güzellikler[/SUB]
[SUB]mezâyâ: meziyetler, üstün özellikler[/SUB][SUB]muhafaza: koruma, saklama[/SUB]
[SUB]mukabele: karşılık[/SUB][SUB]muâraza: sözle mücadele, karşı gelme[/SUB]
[SUB]mümkinat: olması imkân dahilinde olan şeyler[/SUB][SUB]müracaat: başvurma[/SUB]
[SUB]müşkül: zorluk[/SUB][SUB]nazire: benzer, eş, denk[/SUB]
[SUB]sefih: zevk ve eğlenceye düşkün olan ve malını gereksiz yere harcayan; beyinsiz, ahmak[/SUB][SUB]selim: sağlam, sağlıklı[/SUB]
[SUB]seyf: kılıç[/SUB][SUB]siyâset-i âlem: dünya siyâseti, dünyanın idaresi[/SUB]
[SUB]suret-i kat’iye: kesin bir şekilde[/SUB][SUB]sülûk: bir yola girme, gitme[/SUB]
[SUB]sıdk-ı şehadet: şahitliğin doğruluğu[/SUB][SUB]tahkikat: araştırmalar[/SUB]
[SUB]tarik: yol[/SUB][SUB]tebeddül: değişme[/SUB]
[SUB]tekerrür: tekrarlanma[/SUB][SUB]tezahür: görünme, ortaya çıkma[/SUB]
[SUB]âciz: güçsüz, zayıf, elinden bir şey gelmeyen[/SUB][SUB]âlem: dünya[/SUB]
[SUB]şark: doğu[/SUB][SUB]şebabiyet: gençlik[/SUB]
[SUB]şedit: çok şiddetli[/SUB][SUB]şehadet etmek: şahidlik, tanıklık etmek[/SUB]
[SUB]
[/SUB]
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 248


çok olduğu gibi, esbab dahi çok idi. Tezahür etseydi, âlemde şöhret bulurdu. Şöhret bulmuş olsaydı, Müseylime’nin hezeyanları gibi behemahal tarihte bulunacaktı. Madem ki tarihte bulunmamıştır, demek yapılmamıştır. Madem yapılmamıştır, demek Kur’ân mu’cizedir.

S - Müseylime, füseha-i Arabdan olduğu halde sözleri niçin âleme maskara olmuştur?

C - Çünkü onun sözleri, bin derece fevkinde bulunan sözlere karşı mukabeleye çıktığından çirkin ve gülünç olmuştur. Evet, güzel bir adam, Hazret-i Yusuf (a.s.) ile beraber güzellik imtihanına girerse, elbette çirkin ve gülünç olur.

S - Kur’ân-ı Kerim hakkında şek ve şüpheleri olanlar, Kur’ân’ın bazı terkip ve kelimeleri güya nahiv ilminin kaidelerine muhalefet etmiş gibi şüphe ika etmişlerdir?

C - Bu gibi heriflerin, ilm-i nahvin kaidelerinden haberleri yoktur. Sekkâkî’nin dediği gibi, efsah-ı füseha olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Kur’ân-ı Kerimi uzun uzun zamanlarda tekrar tekrar okuduğu halde o hatâların farkında olmamış da bu cahil herifler mi farkında olmuşlardır? Bu, hangi akla girer ve hangi kafaya sığar? Sekkâkî, Miftah’ının sonunda, bu gibi cahilleri iyi taşlamıştır.

Evet, bir şâirin dediği gibi, لَوْ كُلُّ كَلْبٍ عَوٰى اَلْقَمْتَهُ حَجَرًا لَمْ يَبْقَ فِى هٰذِهِ الْكُرَّةِ اَحْجَارُ “Her üren kelbin ağzına bir taş atacak olsan dünyada taş kalmaz.”

Bu âyeti mâkabliyle rapteden ikinci vecih ise:

Evvelki âyet vakta ki ibadeti emretti, sanki “İbadetin keyfiyeti nasıldır?” diye sâmiin zihnine bir sual geldi; “Kur’ân’ın tâlim ettiği gibi” diye cevap verildi.

Tekrar, “Kur’ân’ın Allah’ın kelâmı olduğunu nasıl bileceğiz?” diye ikinci bir suale daha kapı açıldı.

Bu suale cevaben وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا
blank.gif
1
ilâ âhir, âyetiyle cevap verildi.




[NOT]Dipnot-1 “Eğer indirdiklerimizden herhangi bir şüphe duyuyorsanız..” Bakara Sûresi, 2:23.
[/NOT]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Hazret-i Yusuf: [bk. bilgiler – Yusuf (a.s.)]
Miftah: (bk. bilgiler – Sekkâkî)Müseylime: (bk. bilgiler – Müseylime-i Kezzab
Sekkâkî: (bk. bilgiler)behemahal: ister istemez, mutlaka
efsah-ı füseha: sözü düzgün, akıcı ve etkili konuşanların en ileri geleniesbab: sebepler
fevkinde: üstündefüseha-i Arab: Arap fasihleri, Arapların en güzel, akıcı ve etkili konuşanları
güya: sankihezeyan: boş söz, saçmalık
ika etme: şüphe, tereddüt vesaireye düşürmeilm-i nahiv: gr. Arapçada cümle yapısını ve cümle içindeki kelimelerin görevlerini konu alan ilim dalı
ilâ âhir: sonuna kadarkaide: düstur, prensip
kelâm: söz, ifadekeyfiyet: nitelik, esas, özellik
maskara: gülünç, rezilmuhalefet etme: aykırı, zıt olma
mukabele: karşılık vermemu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey
mâkabli: öncesinahiv: gr. Arapça’da cümle bilgisi, söz dizimi
rapt etmek: bağlamakrağbet: ilgi, istek
sâmi: dinleyen, işitentalim: öğretme, bildirme
terkip: deyim, tamlamatezahür: görünme, ortaya çıkma
vakta ki: ne zaman kivecih: yön, taraf
âlem: dünyaüren kelb: köpek ürümek, havlamak
şek: şüphe, tereddüt

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 249


Demek her iki âyetin arasındaki cihet-i irtibat, bir sual-cevap ve bir alış-veriştir.

Arkadaş! Bu âyetin ihtiva ettiği cümlelerin arasına girelim, bakalım aralarında ne gibi münasebetler vardır?

Evet, وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا
blank.gif
1
﴿ cümlesi, mukadder bir suale cevaptır. Çünkü, Kur’ân, evvelki âyette ibadeti emrettiği vakit, “Acaba ibadete olan bu emrin Allah’ın emri olup olmadığını nasıl anlayacağız ki imtisal edelim?” diye bir sual sâmiin hatırına geldi. Bu suale cevaben denildi ki: “Eğer Kur’ân’ın ve dolayısıyla bu emrin Allah’ın emri olduğunda şüpheniz varsa, kendinizi tecrübe ediniz ve şüphenizi izale ediniz.”

Ve eyzan, vaktâ ki Kur’ân, sûrenin evvelinde
blank.gif
2
لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ cümlesiyle kendisini senâ etti, sonra mü’minlerin medhine, sonra kâfir ve münafıkların zemmine intikal etti, sonra ibadet ve tevhidi emrettikten sonra sûrenin başına dönerek لاَ رَيْبَ فِيهِ
blank.gif
3
cümlesini tekîden وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ
blank.gif
4
ilâ âhir, cümlesini zikretti. Yani; “Kur’ân, şek ve şüphelere mahal değildir. Sizin şüpheleriniz, ancak kalblerinizin hastalığından ve tabiatınızın sekametinden neş’et ediyor.” Evet, gözleri hasta olan, güneşin ziyasını inkâr eder; ağzı acı olan, tatlı suya acı der.

فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ
blank.gif
5
﴿ Yani: “Kur’ân’ın mislinden bir sûre getiriniz.”

Arkadaş! Bu cümleyi وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ
blank.gif
6
cümlesiyle bağlayan اِنْ edat-ı şarttır. Şart edatları, daima—hararetle ateş gibi—biri sebep, diğeri müsebbep iki



[NOT]Dipnot-1 “Eğer indirdiklerimizden herhangi bir şüphe duyuyorsanız..” Bakara Sûresi, 2:23.
Dipnot-2 “Onda asla şüphe yoktur. O, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar için bir yol göstericidir.” Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-3 “Onda hiçbir şüpheye yer yoktur.” Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-4 “Bir şüpheniz var ise.” Bakara Sûresi, 2:23
Dipnot-5 Bakara Sûresi, 2:23.
Dipnot-6 “Eğer herhangi bir şüpheye düşüyorsanız..” Bakara Sûresi, 2:23
[/NOT]

cihet-i irtibat: ilişki, münasebet yönü
edat-ı şart: gr. şart edâtı, “eğer, şayet” anlamına gelen “in” ve “lev” gibi
eyzan: yine, öyle de, aynı şekilde hararet: sıcaklık
ihtivâ: içinde bulundurma, içine almailâ âhir: sonuna kadar
imtisal etme: emre uyma, yerine getirmeinkâr: inanmama, kabul etmeme
intikal etme: bir yerden başka bir yere geçmeizale etme: giderme, ortadan kaldırma
kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin şeylerden birini inkâr eden kimsemahal: yer
medih: övgü, şükürmisil: eş, benzer
mukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilenmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
münasebet: alâka, ilgimüsebbep: sebeple meydana gelen, sonuç, netice
mü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inananneş’et etmek: doğmak, meydana gelmek
sekamet: hastalıksenâ etme: övme, methetme
sâmi: dinleyen, işitentabiat: mizaç, karakter
tekîd: pekiştirme, kuvvet vermetevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
vakta ki: ne vakit kizemm: ayıplama, kötüleme
ziya: ışıkşek: şüphe
اِنْ: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 250


cümleye dahil olurlar. İlm-i nahivce, birisine fi’lü’ş-şart, ikincisine cezaü’ş-şart denir. Bu iki cümle arasında, hararetle ateş arasında olduğu gibi “lüzum” lâzımdır. Halbuki bu iki cümle arasında lüzum görünmüyor. Binaenaleyh, âyetin ihtisarı dolayısıyla, ortadan kaldırılan cümlelere müracaat lâzımdır. Mukadder cümleler ise,
blank.gif
1
تَشَبَّثُوا وَجَبَ التَّشَبُّثُ تَعَلَّمُوا وَجَرِّبُوا emirleridir. Bunlar, sırayla, ikincisi birincisine lâzımdır. Yani ityan (delil getirmek), tecrübeye lâzımdır; tecrübe taallüme, taallüm vücub-u teşebbüse, vücub-u teşebbüs de teşebbüse, teşebbüs de raybe lâzımdır. Demek bu kadar lüzumların takdiri lâzımdır ki, “Kur’ân’ın bir mislini getiriniz” ile “Kur’ân’da şüpheniz varsa” arasında lüzum tezahür edebilsin.


وَادْعُوا شُهَدَۤاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللهِ
blank.gif
2
﴿ Bu cümlenin, üç vecihle mâkabliyle irtibatı vardır.

Birinci vecih: “Kur’ân’a muaraza etmekten zahir olan aczimiz, bütün insanların aczini istilzam etmez. Biz yapamadık, ama başkaları yapabilirler” diye zihinlerine gelen vesveseyi def etmek için, Kur’ân-ı Kerim, bu âyetin lisanıyla, “Büyüklerinizi, reislerinizi de çağırınız, size yardım etsinler” diye onları ilzam etmiştir.

İkinci vecih: “Eğer biz muaraza teşebbüsünde bulunsak, bizi destekleyen, müdafaa eden yoktur” diye ileri sürdükleri zuumlarını da reddetmiştir ki, “Herhangi bir meslek olursa olsun, mutaassıpları çoktur. Muaraza ettiğiniz takdirde, sizi müdafaa eden çok olur” diye onları iskât etmiştir.

Üçüncü vecih: Kur’ân-ı Kerim, sanki onlara istihzaen diyor ki: “Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bütün insanlara nübüvvetini tasdik ettirmek için Allah’ından yardım istedi. Allah’ı da, Kur’ân’ına sikke-i i’câzı basarak pek çok insanlara tasdik ettirdi. Sizin âlihelerinizden bir faideniz varsa, siz de onları çağırınız, size yardım etsinler.”


[NOT]Dipnot-1 Teşebbüs ediniz. Teşebbüs şarttır. Öğreniniz ve tecrübe ediniz.
Dipnot-2 “Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın.” Bakara Sûresi, 2:23
[/NOT]

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun acz: acizlik, güçsüzlük
binaenaleyh: bundan dolayıcezaü’ş-şart: şart cümlesinin karşılığı ve cevabı olarak gelen kısım, meselâ, “gelirsen görüşürüz” cümlesinde “görüşürüz” cezaü’ş-şarttır
def etmek: gidermek, uzaklaştırmakfiilü’ş-şart: şart fiili; şart edatını takip eden fiil, meselâ, “gelirsen görüşürüz” cümlesinde “gelirsen” fiili fiilü’ş-şarttır
hararet: sıcaklıkihtisar: kısaltma, özetleme
ilm-i nahiv: gr. Arapçada cümle yapısını inceleyen ilim dalıilzam etmek: susturmak
irtibat: bağ, ilişkiiskât etme: susturma
istihzaen: alay ederekistilzam etme: gerektirme
lisan: dilmisl: benzer
mukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen mânâmutaassıp: aşırı, sıkı sıkıya bağlı olan, tutucu
muâraza: sözle mücadele, yarışma, karşı gelmemâkabli: önceki, öncesi
müdafaa: savunmanübüvvet: peygamberlik, elçilik
rayb: şüphe, tereddütreis: başkan, lider
sikke-i i’câz: mu’cizelik damgası, mührütaallüm: öğrenme
takdir: belirleme, tespit etmetasdik: doğrulama, onaylama
tezahür etme: görünme, ortaya çıkmateşebbüs: girişme, girişimde bulunma
vecih: şekil, tarz, yönvesvese: kuruntu, şüphe
vücub-u teşebbüs: girişimin gerekliliğizahir olmak: açık olmak, görünmek, ortaya çıkmak
zuum: yanlış kanaat, batıl inanç, kuru iddiaâlihe: bâtıl ilâhlar, tanrılar
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 251


فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا ﴿
Yani, “Tecrübeden sonra bakınız; muarazaya kâdir olmadığınız takdirde, acziniz zahir olur ve muarazayı da yapmış olmazsınız.”

وَلَنْ تَفْعَلُوا ﴿ Yani, “Mâzide yapamadığınız gibi, bundan sonra da kat’iyetle yapamayacaksınız.” Binaenaleyh, “Bizim mâzide yapamamamız, istikbalde beşerin yapamamasını istilzam etmez” diye izhar ettikleri o bahaneyi de, لَنْ تَفْعَلُوا ile def etmiştir. Ve aynı zamanda üç vecihle i’câza işaret yapmıştır.

Birinci vecih: Gaipten haber vermiştir ve ihbar ettiği gibi de muaraza vâki olmamıştır. Bakınız, milyonlarca Arabî kitap vardır ve bütün müellifler, dost olsun, düşman olsun, Kur’ân’ın üslûbunu taklit etmeye fevkalâde müştak oldukları halde, hiçbir müellif, hiçbir kitabında Kur’ân-ı Kerimin üslûbunu taklit etmeye muvaffak olamamıştır. Sanki Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, نَوْعٌ مُنْحَصِرٌ فِى الشَّخْصِ yani, bir şahısta inhisar etmiş bir nevidir. Binaenaleyh, Kur’ân-ı Kerim, ya bütün kitapların altındadır—bu, gülünç bir sözdür—veya bütün kitapların fevkinde, fevkalküll bir nâdiredir.

İkinci vecih: Böyle büyük bir dâvâda ve müşkül bir makamda, onların âsablarını tahrik, izzet-i nefislerini kırmak suretiyle “Yapamayacaksınız” diye kat’iyetle verdiği hüküm, onun emin, mutmain, itimadlı olduğuna bir delildir.

Üçüncü vecih: Sanki Kur’ân-ı Kerim diyor ki: “Sizler, fesahatin ümerası ve herkesten ziyade fesahate muhtaç olduğunuz halde, muarazaya kàdir olamadınız. Beşer de Kur’ân’ın muarazasına kàdir olamaz.”

Ve keza, Kur’ân’ın neticesi olan İslâmiyete bir nazîrenin yapılmasına zaman-ı mâzi kàdir olmadığı gibi, istikbal zamanı da onun mislinden âciz kalacağına bir işarettir.



Arabî: ArapçaKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mucize olan ve benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
acz: acizlik, güçsüzlükbeşer: insan
binaenaleyh: bundan dolayıfesahat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması
fesahatın ümerası: fesahatın efendilerifevkalküll: herşeyin üstünde
fevkalâde: olağanüstü fevkinde: üstünde
gaip: görünmeyen âlemihbar: haber verme
inhisar etme: sınırlanma, yalnız birşeye veya bir şahsa bağlı ve özel olmaistikbal: gelecek
istilzam etme: gerektirmeitimad: güven duyma
izhar etme: ortaya çıkarma, göstermeizzet-i nefis: onur, şeref, haysiyet
i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülükkat’iyet: kesin olarak
keza: bunu gibikâdir: gücü yeten, iktidar sahibi
mutmain: şüphesiz, tam bir kanaate sahipmuvaffak olma: başarma
muâraza: sözle mücadele, yarışma, karşı gelmemâzi: geçmiş
müellif: telif eden, yazarmüşkül: zor
müştak: arzulu, çok isteklinazire: eş, denk, benzer
nevi: çeşit, türnâdire: ender bulunan, benzersiz olan
tahrik: harekete geçirmevecih: şekil, tarz, yön
vâki olma: meydana gelmezahir olmak: açık olmak, görünmek, ortaya çıkmak
zaman-ı mâzi: geçmiş zaman ziyade: çok
âsab: sinirlerüslûp: ifade ve anlatım tarzı
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 252


﴿
فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
blank.gif
1

Yani, “Kâfirlere hazırlanan bir ateşten sakınınız ki, odunu, insanlar ile taşlardır.” فَاتَّقُوا
blank.gif
2
cümlesi اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا
blank.gif
3
cümlesine cezaü’ş-şart olduğu cihetle, aralarında lüzumun bulunması lâzımdır. Halbuki muârazanın yapılmaması, ateşten sakınmayı istilzam etmez. Binaenaleyh, ihtisar için ortadan kaldırılan cümlelere müracaat etmekle, bu lüzumu arayıp bulacağız. Şöyle ki:

1. Muarazanın yapılmamasından, Kur’ân’ın i’câzı lâzımgelir.

2. Kur’ân’ın i’câzından, Allah’ın kelâmı olduğu lâzım gelir.


3. Allah’ın kelâmı olduğundan, emirlerine imtisâl lâzım gelir.

4. Emirlerine imtisalden, ibadetin yapılması lâzım gelir.

5. İbadetin yapılması, ateşe girmemeye vesiledir.

İşte bu cümlelerin arasında bulunan lüzumların silsilesinden, فَاتَّقُوا ile اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا arasındaki o gizli lüzum tezahür eder. Ve bu yapılan îcaz ve ihtisardan, i’câzın bir şuaı meydana gelir.

اَلَّتِى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ
blank.gif
4
Kur’ân-ı Kerim, onları فَاتَّقُوا النَّارَ
blank.gif
5
cümlesi ile tehdit ettikten sonra, نَارَ kelimesinin bu cümle ile vasıflandırılmasıyla da o tehdidi tekit ve teşdit etmiştir. Zira, odunu insanlar ile taşlar olan bir ateşin heybeti, dehşeti ve havfı daha şedittir.

Ve keza, bu cümle ile, sanemlere ibadet yapanları zecir ve men etmeye işaret yapılmıştır. Şöyle ki: “Ey insanlar! Allah’ın emirlerine imtisal etmeyip, bilhassa taşlara ve camid şeylere ibadet yaparsanız, muhakkak biliniz ki, tapanlar ile taptıkları şeyleri yiyip yutacak bir ateşe gireceksiniz!”



[NOT]Dipnot-1 Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-2 “Sakının.” Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-3 “Bunu yapamazsanız...” Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-4 “Yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem ateşi.” Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-5 “Cehennem ateşinden sakının.” Bakara Sûresi, 2:24.
[/NOT]

binaenaleyh: bundan dolayıcamid: cansız, katı, donuk
cezâü’ş-şart: şart cümlesine cevap olarak gelen cümle, meselâ “gelirsen görüşürüz” cümlesinde “görüşürüz” cezâü’ş-şarttır cihet: yön
havf: korkuheybet: saygıyla beraber korku duygusunu uyandıran hal
ihtisar: kısaltma, özetlemeimtisal: emre uyma, boyun eğme
istilzam etme: gerektirmei’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
kelâm: söz, ifadekeza: bunu gibi
kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan şeylerden birini inkâr eden kimsemen etme: yasaklama
muâraza: sözle mücadele, karşı gelmesanem: put
silsile: zincirleme sıra, dizitekid: pekiştirme, kuvvetlendirme
tezahür etme: ortaya çıkmateşdit: şiddetlendirme, artırma
vasıflandırılma: nitelendirilmevesîle: sebep
zecir: sakındırma, yasaklamazira: çünkü
îcaz: vecizlik, mânâyı az sözle ifade etmeşedit: şiddetli
şua: parıltı, ince ışık hüzmesi
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 253


اُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
blank.gif
1
bu cümle, فَاتَّقُوا
blank.gif
2
ile اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا
blank.gif
3
cümleleri arasındaki lüzumu izah eder ve kararlaştırır. Yani, şu ateş azabı, Kur’ân’a imtisal etmeyen kâfirlere hazırlanmıştır. Hem bu ateş, tufan ve sair musibetler gibi iyi-kötü bütün insanlara şâmil musibetlerden değildir. Ancak bu musibeti celb eden, küfürdür. Bu belâdan kurtuluş çaresi, ancak Kur’ân-ı Kerime imtisaldir.


Mazi sigasıyla zikredilen اُعِدَّتْ
blank.gif
4
kelimesi, Cehennemin el’an mahlûk ve mevcut olup, Ehl-i İ’tizalin bilâhare vücuda geleceğine zehapları gibi olmadığına işarettir.


Ey arkadaş! Ateş unsuru, kâinatın bütün kısımlarını istilâ etmiş pek büyük bir unsurdur. Bir damar gibi kâinatın yaratılışından başlayarak her tarafa dal budak salıp gelen şu şecere-i nâriyeye nazar-ı hikmetle dikkat edilirse, bu şecerenin başında, yani sonunda büyük bir meyvenin bulunduğu anlaşılır. Evet, toprağın içinde büyük ve uzun bir damarı gören adam, o damarın başında kavun gibi bir meyvenin bulunduğunu zannetmesi gibi, âlemin her tarafında damarları bulunan şu şecere-i nâriyenin de Cehennem gibi bir meyvesinin bulunduğuna bilhads, yani sür’at-i intikal ile hükmedebilir.

S - Cehennem şimdi mevcut olduğu takdirde, yeri nerededir?

C - Biz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, el’an Cehennemin vücuduna itikad ediyoruz, ama yerini tayin edemiyoruz.

S - Bâzı hadîslerin zahirine göre, Cehennem tahtel-arzdır; yani yerin altındadır. Ve keza, bir hadîse nazaran, Cehennem ateşinin dünya ateşinden iki yüz derece fazla harareti vardır. Bu noktaların izahı?


C - Kürenin tahtı, merkezinden ibarettir. Buna binaen, arzın tahtı, merkezidir.


[NOT]Dipnot-1 “Kâfirler için hazırlanan.” Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-2 “Sakının.” Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-3 “Bunu yapamazsanız..” Bakara Sûresi, 2:24.
Dipnot-4 Hazırlandı.
[/NOT]

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman toplulukarzın tahtı: yerin altı
azab: acı, sıkıntıbilhads: derhal, süratle kavrama, sezme ve anlama
bilâhare: daha sonrabinaen: -dayanarak
celb etme: çekmeehl-i i’tizâl: Mûtezile mezhebinin mensupları
el’an: şimdi, şu anhadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hararet: sıcaklıkimtisal: emre uyma, boyun eğme
istilâ etmek: kuşatmak, kapsamakitikad etmek: inanmak
izah: açıklamakeza: bunun gibi
kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan şeylerden birini inkâr eden kimsekâinat: evren, yaratılmış herşey
küre: yer küremahlûk: yaratık, yaratılmış
mazi sigası: gr. geçmiş zaman kipi, kalıbımusibet: belâ, felaket
nazar-ı hikmet: hikmet bakışınazaran: –göre
sair: diğer, başkasür’at-i intikal: hızla bir durumdan diğer duruma geçerek anlama ve kavrama
tahtel-arz: yer altıtayin etmek: belirlemek
tufan: büyük su baskınıunsur: madde
vücuda gelmek: var olmak, meydana gelmekzahir: görünen, açıkça ortada olan, bir şeyin dış yüzü
zehap: gitme; bir düşünce ve fikire sahip olmaşecere: ağaç
şecere-i nâriye: bir ağacın dalları gibi kâinatın her yerine yayılmış olan ateşşâmil: içine alan, kapsayan

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 254


Nazariyat-ı hikemiyece sabit olduğu vecihle, arzın merkezinde, harareti iki yüz bin dereceye baliğ bir ateş vardır. Çünkü, her otuz üç zıra’ derinliğinde, tahminen bir derece hararet artar. Buna binaen, merkeze kadar iki yüz bin dereceli bir hararet meydana gelir. İşte bu nazariyeye, mezkûr hadîsin meâli mutabık gelir. Buna binaen, küre-i arzın merkezinde bulunan iki yüz bin derece hararetli bir ateş, Cehenneme bir çekirdek hükmünde olup, kıyamette, kabuğu hükmünde bulunan tabaka-i türabiyeyi çatlatıp, bütün dehşetiyle çıkar, tevessü etmeye başlar ve tam teçhizatıyla Cehennem meydana gelir, denilebilir.

Ve keza, bir hadîse nazaran, “Zemherir”
blank.gif
1
namında, burudet ile yakan bir ateş vardır. Bu hadîs de, o nazariyeye mutabıktır. Zira, merkez-i arzdan sathına kadar derece derece artan veya tenakus eden ateş, Zemherir de dahil olmak üzere, ateşin bütün mertebelerine şâmildir. Hikmet-i tabiiyede takarrur ettiği gibi, ateş, bazen öyle bir dereceye gelir ki, yakınında bulunan şeylerden hararetleri tamamen celp ve cezb etmekle, onları bürudet ile yakar ve suyu incimad ettirir.


S - Mezkûr hadîse göre, Cehennem, arzın merkezindedir. Halbuki arz, Cehenneme nisbeten bir yumurta kadardır. O kocaman Cehennem, arzın karnında nasıl yerleşir?

C - Evet, âlem-i mülk, yani âlem-i şehadet, yani bu görmekte olduğumuz âleme göre, Cehennem, arzın içindedir diye, Cehennemi küçük gösteriyoruz. Amma âlem-i âhirete nazaran, Cehennem öyle azamet peyda eder ki, binlerce arzları içine alır, doymaz. Bu âlem-i şehadet, bir perde gibi, onun tevessüüne mâni olmuştur. Binaenaleyh, arzın içindeki Cehennemden maksat, Cehennemin kalbi ve Cehennemin çekirdeğidir.

Ve keza Cehennemin arzın altında bulunması, arzın karnında veya arz ile muttasıl, yapışık olmasını istilzam etmez. Zira şems, kamer, yıldız, arz gibi küreler,


[NOT]
Dipnot-1 “Cehennem, Rabbine şikayet ederek: ‘Ey Rabbim! Bir kısmım diğerini yeyip bitirdi.’ dedi. Bunun üzerine, Cenab-ı Hak ona iki nefes almaya izin verdi: Bir nefes kışta, bir nefes yazda. Sizin maruz kaldığınız şiddetli soğuk (kış soğuğu) onun zemheririndendir (soğuğuyla yakan ateş). Maruz kaldığınız şiddetli sıcak (yaz sıcağı) da onun semûmundandır (sıcaklığıyla yakan ateş).” Buhari, Bed'ü'l-Halk:10; Mevâkît 9; Tirmizi, Cehennem: 9, (2595), İbni Mâce, Zühd 38, Dâvud, Rikâk 119. Müsned 2:238, 277, 503.
[/NOT]

arz: yeryüzü, dünyaazamet: büyüklük
baliğ: erişen, ulaşanbinaen: -dayanarak
binaenaleyh: bundan dolayıburudet: soğukluk
celp ve cezb etme: çekmehadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hararet: ısı, sıcaklıkhikmet-i tabiiye: fizik ilmi
incimad ettirme: dondurma, katılaştırmaistilzam etme: gerektirme
kamer: aykeza: bunun gibi
küre-i arz: yer küre, dünyamerkez-i arz: yer kürenin merkezi, ortası
mezkûr: anılan, sözü geçenmeâl: mânâ, anlam
mutabık: uygunmuttasıl: yapışık, bitişik
mâni: engelnamında: adında
nazaran: –görenazariyat-ı hikemiye: ilmî nazariyeler, teoriler
nazariye: teorinisbeten: kıyasla, oranla
peydâ etme: kazanmasath: yüzey
tabaka-i türabiye: toprak tabakası, katmanıtakarrur: sabit olma, yerleşme
tenakus: azalma, eksilmetevessü: genişleme
teçhizat: cihazlar, donanımvecih: şekil, yön
zemherir: şiddetli, yakıcı soğukzira: çünkü
zıra’: arşın, el kol uzunluğu, yaklaşık bir metrelik uzunluk ölçüsüâhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
âlem-i mülk: maddî ve cismanî yapısı olan âlem; dünyaâlem-i şehadet: görünen âlem, dünya
şamil: içine alan, kapsamlışems: güneş

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 255


hep şecere-i hilkatin meyveleridir. Malûmdur ki, meyvenin altı, bütün dalların aralarına şumulü vardır. Binaenaleyh, Allah’ın mülkü pek geniştir. Şecere-i hilkatin dalları da her tarafa uzanıp gitmiştir; Cehennem nereye giderse, yeri vardır.

Ve keza, bir hadîse göre, Cehennem matvîdir, yani bükülmüştür, yani tam açık değildir. Demek Cehennemin, bir yumurta gibi, arzın merkezinde mevcut ve bilâhere tezahür edeceği, mümkinattandır.

İhtar: Cehennemin şimdi mevcut olmadığına Mutezileleri sevk eden, bu hadîs olsa gerektir.


Arkadaş! Bu âyetin cümlelerini yoklayalım, bakalım, o zarflar nasıl sadeflerdir, içlerinde ne gibi cevherler vardır?

Evet, وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا
blank.gif
1
﴿cümlesinin başındaki و harf-i atıftır. Malûm ya, birşeyin diğer birşeye atfı, aralarında bir münasebetin bulunmasına mütevakkıftır. Halbuki اِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ
blank.gif
2
ile يَاۤ اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
blank.gif
3
cümleleri arasında münasebet görünmüyor. Bunların aralarındaki münasebet, ancak iki sual ve cevabın takdiriyle tezahür eder. Şöyle ki:

Evvelki âyette ibadete emredildiğinde, “İbadet nasıldır?” diye vârit olan suale cevaben, “Kur’ân’ın talim ettiği gibi” denildi. “Kur’ân Allah’ın kelâmı mıdır?” diye edilen ikinci suale cevaben وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ ilâ âhir denildi. İşte, her iki cümle arasında bir suretle münasebet tezahür eder ve harf-i atfın da muktezası yerine gelir.

S - اِنْ şek ve tereddüdü ifade eder. اِذَا ise, cezm ve kat’iyete delâlet eder. Onların


[NOT]Dipnot-1 “Eğer Kulumuza indirdiğimiz Kur'an-ı Kerim hakkında bir şüpheniz var ise.” Bakara Sûresi, 2:23.
Dipnot-2 “Herhangi bir şüpheniz var ise.” Bakara Sûresi, 2:23.
Dipnot-3 “Ey insanlar, ibadet ediniz.” Bakara Sûresi, 2:21.
[/NOT]

Mutezile: aklı temel kabul ederek Kur’ân ve sünneti akıl doğrultusunda yorumlayan ehl-i sünnet dışı bâtıl bir mezhepatf: bağlama, göndermede bulunma; bir bağlaç vasıtasıyla kendinden öncekiyle sonraki kelime veya cümle grupları arasındaki bağlantıyı gösterme
bilâhere: daha sonrabinaenaleyh: bundan dolayı
cevher: değerli şey, özcezm: kesinlik, şüphesizlik
delâlet: delil olma, göstermehadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
harf-i atıf: atıf harfi, bağlaç; (Ar. gr.) bir mânâ bütünlüğünü korumak için, kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı sağlayan harf, “vav” gibiharf-i târif: gr. Arapça’da isimlerin başına konulan ve böylece onu belirli ve bilinen hale getiren “elif” ve “lam” harfleri
ihtar: hatırlatma, ikazilâ âhir: sonuna kadar
kat’iyet: kesinlikkelâm: söz, ifade
keza: bunun gibimalûm: bilinen, belli
matvî: dürülmüş, bükülmüş mukteza: bir şeyin gereği
mümkinat: olması imkân dahilinde olan şeylermünasebet: alâka, ilgi
mütevakkıf: -a bağlısadef: sedef; mücevherat kutusu
sevk etme: yöneltmetakdir: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen mânâyı belirleme, bulma
talim etmek: öğretmektereddüt: şüphe
tezahür: ortaya çıkmavârit: gelen
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı; kâinatşumul: kapsamlılık
اِذَا: (bk. ḥ-r-fاِنْ: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 256


şek ve raybları, Kur’ân hakkında kat’îdir. Binaenaleyh, makamın iktizası hilâfına اِنْ kelimesinin اِذَا kelimesine tercihan zikrinde ne gibi bir işaret vardır?

C - Evet, onların şek ve rayblarını izale edecek esbabın zuhurundan dolayı, o gibi şüphelerin vücuduna kat’iyetle hükmedilemeyeceğine, ancak o şeklerin vücuduna yine şek ve şüphe ile hükmedilebileceğine işarettir.

İhtar: اِنْ kelimesinin ifade ettiği şek ve tereddüd, üslûbun iktizasına göredir, hâşâ, Mütekellime ait değildir.

وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ
blank.gif
1
ile اِنِ ارْتَبْتُمْ
blank.gif
2
cümleleri bir mânâyı ifade ettikleri ve ikinci cümle, birinci cümleden kısa olması üslûba daha uygun olduğu halde, birinci cümlenin ikinci cümleye tercihan zikri, onların rayblarının menşei, hasta tabiatlarıyla kötü vücutları olduğuna işarettir.

S - Onlar rayblara zarf ve mahal oldukları halde, onları mazruf, raybı onlara zarf göstermek neye binaendir?

C - Evet, kalblerindeki raybın zulmeti bütün bedenlerine, kalıplarına intişar ve istilâ etmiş olduğundan, kendilerinin rayb içinde bulundukları sanılmakta olduğuna işarettir.

Nekre olarak رَيْبٍ
blank.gif
3
kelimesinin zikri, tâmim içindir. Yani, hangi raybınız varsa, cevap birdir; herbir raybınıza karşı mahsus bir cevap lâzım değildir. Hangi çareye başvurursanız, alacağınız cevap, Kur’ân’ın i’câzıdır. Evet, bir çeşme başında su içip tatlılığını anlayan bir adam, bütün o çeşmeden teşaub eden arkları tecrübe etmeye hakkı yoktur; zira menbaı birdir. Kezalik, bir sûrenin muarazasından âciz kalan adamın, bütün Kur’ân’ı tecrübeye hakkı yoktur. Çünkü Kâtip birdir.




[NOT]Dipnot-1 “Herhangi bir şüpheniz var ise.” Bakara Sûresi, 2:23.
Dipnot-2 Şüpheye düştüyseniz.
Dipnot-3 Şüphe.
[/NOT]

Kâtib: ezelî ilim ve kudretiyle Kur’ân’ı ve kâinat kitabı olan bütün varlıkları bir kitap yazar gibi, mükemmel bir şekilde yaratan AllahMütekellim: ezelî kelâm sıfatına sahip olan, konuşması hiçbir varlığın konuşmasına benzemeyen ve varlıklara konuşma kabiliyeti veren Allah
binaenaleyh: bundan dolayıbinâen: –dayanarak, –den dolayı
esbab: sebeplerhilâfına: tersine, zıttına
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değilihtar: hatırlatma, uyarı
iktiza: gerektirmeintişar: yayılma
istilâ etme: işgal etme, ele geçirmeizale etmek: gidermek, ortadan kaldırmak
i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülükkat’î: kesin
kezalik: bunun gibi, böylecemahal: yer, mekan
mazruf: gr. zarf edatının içine aldığı şey, zarfın içindeki mektup gibi
menba: kaynak
menşe: kaynakmuâraza: sözle mücadele, karşı gelme
nekre: gr. başına “el” takısı almamış, mânâsı kapalı, belirsiz isimrayb: şüphe
tabiat: karakter, mizaçtercihan: tercih olarak
teşaub: bir kaynaktan çıkarak dağılma, kısım ve bölümlere ayrılmatâmim: umumileştirme, genelleme; bir hükmü aynı cinsin bütün fertlerine verme
vücud: varlık, var oluşzarf: kılıf; gr. yer ve mekan bildiren edat
zira: çünküzuhur: ortaya çıkma
zulmet: karanlıkâciz: güçsüz, zayıf
üslûp: ifade ve anlatım tarzışek: şüphe, tereddüt
اِذَا: (bk. ḥ-r-fاِنْ: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 257


مِمَّا ’daki مِنْ beyanı ifade ettiğinden, فِى شَىْءٍ
blank.gif
1
kelimesinin takdirini ister. Takdir-i kelâm, وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ فِى شَىْءٍ مِمَّا نَزَّلْنَا
blank.gif
2
olsa gerektir.

نَزَّلْنَا
blank.gif
3
tâbirinden anlaşılır ki, onların şüphelerinin menşei nüzul sıfatı olup, kat’î cevapları da, ispat-ı nüzuldür.

Tedricen, yani âyet âyet, sûre sûre, hâdiselere göre nüzulü ifade eden tef’il babından نَزَّلْنَا kelimesinin, def’aten nüzule delâlet eden if’al babından اَنْزَلْنَا
blank.gif
4
kelimesine tercihan zikredilmesi, onların, dâvâlarında “Niçin Kur’ân def’aten nâzil olmamıştır?” diye delil getirdiklerine işarettir.


عَبْدِنَا
blank.gif
5
Abd lâfzının nebî veya Muhammed (a.s.m.) lâfızlarına cihet-i tercihi; abd tâbiri, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın azametine ve ibadetin ulüvv-ü derecesine işaret olduğu gibi, اُعْبُدُوا
blank.gif
6
emrini tekittir ve Resul-i Ekrem hakkında vârit olan vehimleri def etmektir ki, o zat bütün insanlardan ziyade ibadet yapmış ve Kur’ân’ı okumuştur.


فَاْتُوا
blank.gif
7
﴿ Bu emir, tâciz içindir. Yani emirden maksat, muhataptan birşey talep değildir. Ancak, başlarına vurmakla muarazaya, tecrübeye dâvet etmektir ki, aczleri meydana çıksın.


[NOT]Dipnot-1 Bir şeyle ilgili.
Dipnot-2 “Eğer indirdiklerimizden herhangibir şüphe duyuyorsanız..” Bakara Sûresi, 2:23.
Dipnot-3 İndirdik.
Dipnot-4 Bir defada indirdik.
Dipnot-5 Kulumuza.
Dipnot-6 İbadet edin.
Dipnot-7 Getirin, ortaya koyun.
[/NOT]

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
abd: kulacz: acizlik, güçsüzlük
azamet: büyüklükbeyan: anlatım
cihet-i tercih: üstünlük yönü, tercih sebebidef etmek: gidermek, uzaklaştırmak
def’aten: birden bire, bir defadadelâlet: delil olma, gösterme
hâdise: olayif’al babı: (bk. f-a-l)
ispat-ı nüzul: Kur’ân’ın Allah tarafından indirildiğini ispat etmekat’î: kesin
lâfz: ifade, sözmenşe: kaynak
muhatap: hitap edilenmuâraza: sözle mücadele, karşı gelme
nebî: peygamber, elçinâzil olma: inme
nüzûl: inmetabir: ifade, söz
taciz: âciz bırakma, çaresiz kılmatakdir: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen mânâyı belirleme, bulma
takdir-i kelâm: sözün gelişi; lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan söz, mânâtedricen: derece derece, yavaş yavaş
tef’il: (bk. f-a-l)tekit: pekiştirme, kuvvetlendirme
tercihan: tercih edilerekulüvv-ü derece: derecenin yüksekliği, üstünlüğü
vehim: kuruntu, varsayımvârit: gelen
zikredilme: anılma, belirtilmeziyade: çok
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 258


بِسُورَةٍ
blank.gif
1
﴿ ilâ âhir... Bu tâbirden anlaşılır ki, onların ilzamları, aczleri son hadde baliğ olmuştur. Zira, dokuz dereceye baliğ olan tahaddinin, yani muarazaya dâvet etmenin tâbirleri, tabakaları vardır.

1. Yüksek nazmıyla, ihbârât-ı gaybiyesiyle, ihtiva ettiği ulûmu ve âli hakaikiyle beraber tam bir Kur’ân’ın mislini, ümmî bir şahıstan getiriniz.

2. Eğer böylece mislini getirmek takatinizin fevkinde ise, beliğ bir nazımla uydurma şeylerden olsun, getiriniz.


3. Eğer buna da kudretiniz olmazsa, on sûre kadar bir mislini yapınız.

4. Bu da mümkün olmadıysa, uzun bir sûrenin mislini yapınız.

5. Eğer bu da size kolay değilse, kısa bir sûrenin misli olsun.

6. Eğer ümmî bir şahıstan imkân bulamadıysanız, âlim ve kâtip bir adamdan olsun.

7. Bu da olmadığı takdirde, biribirinize yardım etmek suretiyle yapınız.

8. Buna da imkân bulunamadığı takdirde, bütün ins ve cinlerden yardım isteyiniz ve bütün efkârın neticelerinden istimdad ediniz. Neticeleri, tamamen yanınızda bulunan kütüb-ü Arabiyede mevcuttur. Bütün kütüb-ü Arabiye ile Kur’ân arasında bir mukayese yapılırsa, Kur’ân, mukayeseye gelmez. Çünkü hiçbirine benzemiyor. Öyleyse Kur’ân, ya hepsinden aşağıdır veya hepsinden yukarıdır. Birinci ihtimal, bâtıl ve muhaldir. Öyleyse hepsinden yukarı, fevka’l-küll bir kitaptır. On üç asırdan beri misli vücuda gelmemiştir, bundan sonra da vücuda gelemeyecektir, vesselâm.

9. “Bizim şahitlerimiz yoktur. Eğer muarazaya girişsek, bizi destekleyecek kimse yoktur” diye gösterdikleri o bahaneyi de def etmek için, “Şühedanıza da müsaade edilmiştir. Onları da çağırın, size yardım etsinler.”

İşte bu tabakalara dikkat edilirse, muarazanın şu mertebelerine işareten, Kur’ân-ı Kerimin yaptığı îcaz ile gösterdiği i’câza bir şua görünür.


[NOT]Dipnot-1 Bir sûre ile.
[/NOT]

acz: acizlik, güçsüzlükasır: yüzyıl
baliğ olma: ulaşma, varmabeliğ: belâğatli; düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenen söz
bâtıl: gerçek dışı, boşdef etmek: gidermek, uzaklaştırmak
efkâr: fikirlerfevka’l-küll: hepsinin, herşeyin üstünde
fevkinde: üstündehakaik: hakikatler; gerçek mahiyetler, esaslar
ihbârât-ı gaybiye: gayb âleminden verilen haberlerihtivâ etme: içine alma, kapsama
ilzam: susturma, mağlup etmeilâ âhir: sonuna kadar
ins ve cin: insanlar ve cinleristimdad: yardım dileme, isteme
i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülükkudret: güç, iktidar
kâtip: yazan, eli kalem tutankütüb-ü Arabiye: Arapça kitaplar
mevcut: varmisl: benzer
muhal: imkânsız, olması mümkün olmayanmukayese: kıyaslama, karşılaştırma
muâraza: sözle mücadele, karşı gelmenazm: diziliş, tertip; Allah Taâlâ tarafından Kur'ân-ı Kerîm’in mübârek ifadelerinin dizilişi, tertibi
tabir: ifade, söztahaddi: meydan okuma
takat: güç, kuvvetulûm: ilimler
vesselâm: işte bu kadarvücuda gelme: meydana gelme
zira: çünküâlî: yüce, yüksek
âlîm: bilgili, ilim sahibi kimseîcaz: veciz söz söyleme, mânâyı az sözle anlatma
ümmî: okuma yazma bilmeyen şahit: tanık, delil
şua: ince ışık hüzmesi, parıltışüheda: şahitler, tanıklar
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 259


Arkadaş! Kur’ân-ı Kerimden en kısa bir sûreye muaraza etmekten beşerin aczi, mezkûr izahat ile sabit oldu. Amma i’câzın limmiyet ciheti kaldı. Yani, beşerin aczini intaç eden illet ve sebep nedir?

Evet, Kur’ân ile muaraza ve mübarezeye çıkan insanların kuvveti Cenâb-ı Hak tarafından körleştirilerek, muarazayı yapabilecek kabiliyetten sukut ettirilmiştir. Fakat Abdülkahir-i Cürcânî, Zemahşerî, Sekkâkî gibi belâgat imamlarınca, beşerin kuvveti Kur’ân’ın yüksek üslûp ve nazmına yetişemediğinden, aczi tezahür etmiştir. Bir de, Sekkâkî demiştir ki: “İ’câz, zevkîdir; târif ve tâbir edilemez.” مَنْ لَمْ يَذُقْ لَمْ يَدْرِ Yani, fikriyle i’câzı zevketmeyen, târifle vakıf olamaz; bal gibidir.

Lâkin Abdülkahir’in iltizam ettiği veçhe göre, i’câzı tarif ve tâbir etmek mümkündür. Biz de bu veçhi kabul ediyoruz.

S - Taife, necm, nevbet kelimeleri, sûre kelimesinin vazifesini ifa edebilirler. Sûre kelimesinin onlara tercihan zikrinde ne vardır?

C - Onları, şüphelerinin menşei ile ilzam ve boğmaktır. Şöyle ki:

Onları şüpheye düşürten, güya Kur’ân’ın def’aten nazil olmamasıdır. Demek Kur’ân def’aten nâzil olmuş olsaydı, Allah’ın kelâmı olduğundan şüpheleri olmazdı. Lâkin parça parça nâzil olduğundan, şüphelerine bais olmuştur ki, “Bu, beşerin kelâmıdır, parça parça yapılışı kolaydır, biz de yapabiliriz” diye şüpheye düştüler. Kur’ân-ı Kerim de, onların kolay zannettikleri yolu, بِسُورَةٍ
blank.gif
1
tâbiriyle ihtar ve “Haydi, mislini getiriniz de, sizin kolay zannettiğiniz parça parça şeklinde olsun” diye, onları kolay addettikleri yolda boğmuştur.


Ve keza, Zemahşerî’nin beyanı vechiyle, Kur’ân-ı Kerimin sûrelere taksim edilmiş bir şekilde nâzil olmasında çok faideler vardır. Evet, çok garip letaifi havi olduğu için, şu üslûb-u garip ihtiyar edilmiştir.


[NOT]Dipnot-1 Bir sûre ile.
[/NOT]

Abdulkahir Cürcânî: (bk. bilgiler)Abdülkahir: (bk. bilgiler – Abdulkahir Cürcânî)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahSekkâkî: (bk. bilgiler)
Zemahşerî: (bk. bilgiler)acz: acizlik, güçsüzlük
addetme: saymabais olma: sebep olma
belâğat: düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söyleme san’atıbeyan: açıklama, anlatma
beşer: insancihet: yön, taraf
def’aten: bir defada, birden bire güya: sanki
hâvi: içine alan, kaplayanifa: yerine getirme
ihtar: hatırlatma, ikazihtiyar etmek: seçmek, tercih etmek
illet: asıl sebep, maksatiltizam: sarılma, taraftar olma, tercih etme
ilzam: susturma, mağlup etmeintaç etme: netice verme, doğurma
izahat: izahlar, açıklamalari’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
kelâm: söz, ifadekeza: bunun gibi
letaif: lâtifeler, incelikler, güzelliklerlimmiyet: niçin sorusu, nedensellik, sebebiyet
menşe: kaynakmezkûr: anılan, sözü geçen
misil: benzermuâraza: sözle mücadele, karşı gelme
mübareze: yarışma, düelloya çıkmanazm: diziliş, tertip; Allah Teâlâ tarafından Kur'ân-ı Kerîmin mübârek ifadelerinin dizilişi, tertibi
necm: taksit, parça, bölümnevbet: nöbet, sıra
nâzil olma: inme, indirilmesukut ettirme: düşürme
sûre: evin vs. katı, bölümü, kısım, Kur’ân’ın yüz on dört bölümünden herbiritabir: ifade etme, anlatma
taife: kısım, parça, topluluk tercihan: tercih ederek
tezahür: ortaya çıkmavakıf olmak: kavramak, anlamak
vech: şekil, tarz, yönüslûb-u garip: hayret verici, şaşırtıcı ifade ve anlatım tarzı
üslûp: ifade ve anlatım tarzı

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nübüvvet Hakkında - Sayfa: 260


مِنْ مِثْلِهِ ﴿
’deki zamir, ya Kur’ân’a râcidir, yani, “Kur’ân’ın mislini getiriniz.” Veya Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.) âittir. Yani, “Bir sûreyi o zâtın (a.s.m.) misli olan ümmî bir şahıstan getiriniz.” Lâkin birinci ihtimale göre ibarenin hakkı مِثْلِ سُورَةٍ مِنْهُ
blank.gif
1
iken, iktizanın hilâfına بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ
blank.gif
2
denilmiştir.

Bunun esbabı: Çünkü birinci ihtimalde, ikinci ihtimalin de mülâhazası ve riayeti lâzımdır. Zira, yalnız Kur’ân’ın mislini getirmekle mesele bitmiş olmuyor. Ancak ümmî bir şahıstan getirilmesi lâzımdır ve muarazanın tamamiyetine şarttır. İşte, bunun için, hem مِنْ مِثْلِهِ ’deki zamirin Kur’ân’a râci olması lâzımdır. Hem ibarenin tebdili lâzımdır ki, her iki ihtimal mer’î olsun.

Ve keza, muarazanın tamamiyeti, yalnız bir sûrenin mislini getirmekle olmuyor. Ancak Kur’ân’ın tamamına misil olacak bir mecmudan, bir kitaptan alınan bir sûrenin mislini getirmek şart olduğuna işarettir.


Ve keza, nüzulde Kur’ân’ın emsali olan kütüb-ü semaviyeye zihinleri çevirir ki, aralarında yapılacak muvazene ile Kur’ân’ın ulviyeti anlaşılsın.

وَادْعُوا
blank.gif
3
﴿ Bu tâbirin istiane veya istimdat kelimelerine cihet-i tercihi, dâvet kelimesinin kullanış yerlerinden anlaşıldığı vecihle, onları belâlardan, zahmetlerden kurtarıp yardım edenler hazır bulunup, yalnız çağırmaları lâzımdır, fazla bir zahmete ihtiyaç olmadığına işarettir. İstiane ve istimdat kelimeleri ise yardımcıların hazır bulunduklarına delâlet etmezler.

شُهَدَاۤءَ
blank.gif
4
﴿ Bu tâbir, üç mânâya tatbik edilebilir.

Birincisi: Büyük ediplerdir. Bu mânâya göre, onların muaraza mânâsında “Bizim kuvvetimiz muarazaya kâfi değilse de, büyük edip ve hocalarımızın muarazaya kudretleri vardır” diye söyledikleri yalanı da, Kur’ân-ı Kerim, وَادْعُوا emriyle kesip atmıştır.



[NOT]Dipnot-1 Ondan bir sûrenin benzerini.
Dipnot-2 Onun benzerinden bir sûre ile.
Dipnot-3 Çağırın.
Dipnot-4 Şahitler (yardımcılar).
[/NOT]

cihet-i tercih: tercih sebebi, üstünlük yönüdelâlet etme: delil olma, gösterme
edip: edebiyatçı, belâgatçıemsal: benzerler, eşler, denkler
esbab: sebeplerhilâfına: aksine, tersine
ibâre: metin, ifadeihtimal: olasılık
iktiza: gerektirme, bir şeyin gereğiistiane: yardım isteme
istimdat: medet isteme, yardım dilemekeza: bunun gibi
kudret: güç, iktidarkâfi: yeterli
kütüb-ü semâviye: vahye dayanan mukaddes kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm gibimecmu: bütün, toplam
mer’î olma: gözetilmiş olma, geçerli olmamisil: benzer, eş
muvazene: karşılaştırmamuâraza: sözle mücadele, karşı gelme
mülâhaza: göz önüne alma, dikkate almanüzûl: inme
riayet: uyma, gözetmerâci: ait, dönük
tabir: ifade, deyimtamamiyet: tamamlık, bütünlük
tatbik etmek: uygulamaktebdil: değiştirme
ulviyet: yücelik, yükseklikvecih: yön, şekil, tarz
zamir: ismin yerine geçen kelimezira: çünkü
ümmî: okuma yazma bilmeyen
 
Üst