Nefs-i emmareme bir sille-i te'dib.

*Ramazan*

Member
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
ﻟﺎَ ﺗَﺤْﺴَﺒَﻦَّ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻳَﻔْﺮَﺣُﻮﻥَ ﺑِﻤَٓﺎ ﺍَﺗَﻮْﺍ ﻭَﻳُﺤِﺒُّﻮﻥَ ﺍَﻥْ ﻳُﺤْﻤَﺪُﻭﺍ ﺑِﻤَﺎ ﻟَﻢْ ﻳَﻔْﻌَﻠُﻮﺍ ﻓَﻠﺎَ ﺗَﺤْﺴَﺒَﻨَّﻬُﻢْ ﺑِﻤَﻔَﺎﺯَﺓٍ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻌَﺬَﺍﺏِ ﻭَﻟَﻬُﻢْ ﻋَﺬَﺍﺏٌ ﺍَﻟِﻴﻢٌ
Yaptıkları kötülüklerle sevinen ve yapmadıkları hayırla övülmekten hoşlanan kimseleri, sakın azabdan kurtulurlar zannetme. Onlar için pek acı bir azab vardır. (Al-i İmrân Sûresi: 188.)

Nefs-i emmareme bir sille-i te'dib:
Ey fahre meftun, şöhrete mübtela, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemta sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu; bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dava ise; senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var. Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz'-i ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkis ediyorsun, gururunla tahrib ediyorsun ve küfranınla ibtal ediyorsun ve temellükle gasbediyorsun. Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir. Senin kemalin hodbinlik değil, hüdabinliktedir.
Nefs-i emmare: Kötü istek ve düşünceleri uyandırıp yapmaya kuvvetli şekilde zorlayan nefis.
Sille-i te'dib: Terbiye edici tokat.
Fahr: Övünme, şeref duyma.
Meftun: Aşık, tutkun.
Hodbin: Kendini düşünen, bencil.
Bîhemta: Eşsiz, benzeri ve dengi olmayan.
Menşei: Kaynağı.
Cüz'-i ihtiyar: Dilediği gibi hareket edebilme iradesi.
Tenkis: Noksanlaştırma, azaltma.
Küfran: Nankörlük.
Temellük: Kendine mal etme, sahiplenme.
Hacalet: Utanma, utanç.
Nedamet: Pişmanlık.

Evet sen benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin. İkiniz, hayrı kabul etmek, şerre merci olmak için yaratılmışsınız. Yani fâil ve masdar değilsiniz, belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var: O da hayr-ı mutlaktan gelen hayrı, güzel bir surette kabul etmemenizden şerre sebeb olmanızdır. Hem siz birer perde yaratılmışsınız. Tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlahiyenin tenzihine vesile olasınız. Halbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalbettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz. Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.
Fâil: İş yapan.
Münfail: Etkilenen, etkiyle hareketlenen.
Hayr-ı mutlak: Mutlak hayır, tam ve sınırsız iyilik.
Zahirî: Görünüşte olan, görünen, dış görünüşle ilgili.
İsnad: Dayandırılma, mal etme.
Zât-ı Mukaddes: Mukaddes zat, kutsal ve kusursuz olan Allah (cc).
Tenzih: Suç ve noksanlıklardan uzak sayma, her türlü eksikliklerden ve kusurlardan uzak tutma.
Vazife-i fıtrat: Yaratılıştaki görev.
Hâlık: Yaratıcı Allah (cc), yoktan en güzel şekilde yaratan Allah(cc).
Nefisperest: Nefsine taparcasına düşkün.

Hem deme ki: "Ben mazharım. Güzele mazhar ise, güzelleşir." Zira, temessül etmediğinden mazhar değil, memer olursun.
Mazhar: Sahip olma, ulaşma, kazanma, nail olma, erişme.
Temessül: Yansıyarak görünür duruma gelme.
Memer: Geçit.

Hem deme ki: "Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var." Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünki herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.
{(Haşiye): Hakikaten ben de bu münazarada Yeni Said, nefsini bu derece ilzam ve iskât etmesini çok beğendim ve "Bin Bârekâllah" dedim.}

İntihab: Seçme.
Müflis: İflas etmiş, elindekileri batırmış.
Müteellim: Acı çeken, acı duyan.
İlzam: Susturmak, söz ve fikirde galip gelme. İltizam ettirmek.
Bârekâllah: "Allah (cc) mübarek etsin, "'hayırlı ve bereketli olsun'" manasında bir dua."


Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi zıddiyet itibarıyla sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelal’in kemal, cemal, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Nefis, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcud bilir. Ondan bir nevi rububiyet dava eder. Mabud’una karşı adâvetkârane bir isyanı taşır. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Ey nefs-i emmare! Kat’iyen bil ki senin hususi amma pek geniş bir dünyan vardır ki âmâl, ümit, taallukat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir. En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır. Halbuki o direk kurtludur. O temel taşı da çürüktür. Hülâsa esastan fâsid ve zayıftır. Daima harap olmaya hazırdır. Mesnevi-î Nuriye
 

Ahmet.1

Well-known member
Nefs-i emmare tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir, fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir. Evet, bir haneyi bir günde harap eder, yüz günde yapamaz. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Herkeste nefs-i emmare bulunur. Bazı da hissiyat-ı nefsiye damarlara ilişir. Bir derece hükmünü; kalp, akıl ve ruhun rağmına olarak icra eder. Lemalar
 
Üst