NuruAhsen
Sonsuz Temâþâ
Kalbin O'na Dönüşü: NASUH TEVBESİ
Tevbe dönmektir. Nasuh, samimi olmaktır. Nasuh tevbesi ise, içi ve dışıyla samimi olarak Yüce Allah’a dönmektir.
Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah’a tevbe-i nasuh edin!) buyuruldu. (Tahrim 8)
Nasuh kelimesine 23 mana verilmiştir. Bunlardan en meşhuru günahlara pişman olup, dili ile istiğfar etmek ve bir daha işlememeye karar vermektir. Peygamber efendimiz, tevbeden bahsedince, nasuh tevbesinin ne olduğunu soran Hazret-i Muaz bin Cebel’e buyurdu ki:
(Tevbe-i nasuh, işlenen günahtan pişman olmak, Allahü teâlâdan mağfiret dilemek, bir daha öyle bir günah işlememek demektir.) [Beyheki]
Kalbin O'na Dönüşü: NASUH TEVBESİ
Tevbe dönmektir. Nasuh, samimi olmaktır. Nasuh tevbesi ise, içi ve dışıyla samimi olarak Yüce Allah’a dönmektir.
Nasuh tevbesi, kalp, gönül, dil, hal ve azalarla günah işlememeye kesin olarak karar vermektir.
Nasuh tevbesi, Yüce Allah’a dostluğu seçmektir. Bunun için O’nun razı olmadığı her şeyi sevgi ve iradesiyle terk etmektir. Sevgi olmadan yönelme olmaz. İrade olmadan kulluk yapılmaz.
Tevbenin aslı, Yüce Allah’a sevgi ve saygıya dayanır. Saygının içinde korku da vardır. Bu korku azap korkusu değil, ayrılık korkusudur. Kulun Yüce Rabbi’nin sevgi ve rahmetinden uzaklaştırılması ve cemalullah nimetinden ebediyyen mahrum olması, cehennem ateşinde daha şiddetli, daha korkunç, daha acı verici bir azaptır.
Nasuh tevbesi, Yüce Allah’ın davetini can u gönülden kabul etmektir. Samimi tövbe, sırf Allah rızası için yapılır. Kınanmaktan kurtulmak, insanlar arasındaki şerefini korumak, dünyevî bir menfaat ele geçirmek, günahın zilletinden uzak kalmak için yapılan tevbeler, samimi ve saf değildir. Hatta manevi dereceler elde etmek, ibadetle itibarlı olmak, itaat içinde tatlı bir hayat yaşamak, keşif ve kerametlere ulaşmak gibi manevî nimetler için yapılan tevbeler de arifler tarafından tenkit edilmiştir. Çünkü onlarda nefsin hoşlandığı şeylerön plana çıkmaktadır. Halbuki nasuh tevbesinde tek hedef, Yüce Allah’ın rızasına ulaşmaktır. Bu çok ince bir noktadır.
Tevbe Peygamberlerin Ahlâkıdır
Ariflerin belirttiği gibi, tevbe bizlere insanlığın babası ilk peygamber Hz. Adem A.S.‘dan miras kalmıştır, Hz, Adem A.S. dünyaya tevbe ederek gelmiştir, tevbe ederek gitmiştir. Sadece o mu? Bütün peygamberlerin ahlâkı böyledir. Yüce Rabbi’ne tevbe etmeyen, kusurlarına ağlamayan, nefsi ve ümmeti için inlemeyen hiçbir peygamber yoktur. Peygamberler böyle olunca, diğer insanlar tevbeden nasıl uzak kalabilir?
Tevbe, insanoğluna takdir edilmiş ezeli bir hükümdür. Değişmesine de imkan yoktur, Kâfir olsun mümin olsun, bütün insanlar tevbeye muhtaçtır, tevbe ile yükümlüdür. Ve bu yükümlülük ölene kadar devam etmektedir. (Gazalî, İhya)
Bütün gelmiş ve gelecek günahları affedilmiş Hz. Muhammed A.S. Efendimiz’in şu beyanları meselenin ciddiyetini anlatmaya yeterlidir:
“Ey insanlar! Allah’a tevbe ediniz. Şüphesiz ben günde yetmişten fazla, (ya da yüz defa) Allah’a tevbe ediyorum.” (Buharî, Müslim)
“Kalbimi (nurdan bir takım) perdeler kaplar ve bu sebepten dolayı Allahu Tealâ’ya günde yüz defa istiğfar ederim.” (Müslim, Ebu Davud)
haliyle tevbe başlı başına bir ibadettir. Her yönüyle zikirdir, şükürdür, tefekkürdür.
Ya Şeytana Teslimiyet, Ya Allah'a
Tevbe edilecek amellerin en başında Yüce Allah’ı inkâr gelir. Sonra sırasıyla şirk, nifak, fısk denilen büyük günahlar ve küçük günahlar gelir. Büyük günahların başında dini tahrif, bid’at, sünneti inkâr, yalan söyleme, kibir, riya, kendini beğenme, insanları küçük görme, ibadetiyle övünme, haset, gıybet, aşırı dünya sevgisi, zikirden gaflet, ahireti unutma, namazı terk etmek gibi günahlar gelmektedir.
Nasuh tevbesi, gizli-açık, büyük-küçük, zahirî-batinî bütün günah çeşitlerinden kalbi ve kalıbı temiz tutmaktır. Bu, ölene kadar devam edecek bir vazifedir. Kâmil mümin, haramlara dikkat ettiği kadar, iyilik ve ibadetlerindeki kusurlara da dikkat eder. Çünkü şeytan harama götüremediği müminden elini çekmez, onun ibadetlerine musallat olur, İbadeti ile zarara sokmaya çalışır. İbadetin içindeki edepleri hafife almak, gaflete düşmek, ibadetine gösteriş katmak, ameline güvenmek, yaptığı hayırlarla sonunun kesin cennet olduğunu düşünüp tevbeyi terk etmek, kendisini insanların en takvalısı ve faziletlisi görmek gibi gizli günahlarla onu felakete sürükler, Bunun için her mümin bir kusur işlediği zaman tevbeye sarıldığı gibi, bir ibadet yaptığı zaman da peşinden tevbe ve istiğfar etmelidir. Edep budur. Emniyet, ibadete değil, Yüce Allah’a güvenmektir. Bir arifin belirttiği gibi, halk günahlarından, veliler ise yaptığı iyiliklerdeki kusurlarından Allah’a tevbe eder. (Ebu Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb)
Günahlarda Saklı Hikmet
Allahu Tealâ yeryüzünde kusur işlenmesini istemeseydi, nefis ve şeytanı yaratmazdı. Tevbeleri kabul etmeseydi, “tevbe ediniz” emrini vermezdi, Allahu Tealâ’nın haram ve isyanda rızası yoktur, fakat iyilik ve kötülüğü yaratan O’dur. O’nun yarattığı her şeyde bir hikmet, ibret, ilim ve terbiye vardır. O, kullarını hayır ve şer içinde imtihan eder. Böylece onlara tek ilâhlığını, mutlak rablığını, sonsuz kudretini, ilmini, hikmetini, rahmetini, lütfunu ve kahrını gösterir. Ayrıca bu imtihan içinde kulların acziyetini ispat eder, nefislerini tanıtır, terbiyelerini gerçekleştirir. Yüce Allah’ın her işinde hayır vardır. Kul günahta ısrar eder ve tevbeye yanaşmazsa, sonuç felaket olur. Kusurunu anlayan, haline ağlayan ve el açıp Rabbi’ne yalvaran bir kul ne güzel kuldur! Rasulullah A.S. Efendimiz’in şu beyanlarındaki inceliği düşünelim:
“Bütün insanlar hata eder. Hata edenlerin en hayırlısı ise, çokça tevbe edendir.” (Tirmizî, Ahmed, Hakim)
“Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, günah işlediğinde hemen istiğfar eden ve kendilerini affettiği insanlar getirirdi.” (Müslim, Tirmizî, Ahmed)
Bu hadis-i şerifte, günah işlemenin normal ve basit bir şey olduğu anlatılmıyor. Burada dikkat çekilen husus şudur:
Cenab-ı Hakk’ın “Rahman”, “Rahim”, “Gaffar”, “Settâr”, “Tevvab” gibi yüce sıfatları mevcuttur. O, bunlarla tecelli edip yüceliğini göstermeyi murat etmektedir, Bunun tezahürü için bir sebep ve mahal gerekmektedir. Bu sıfatların tecellisi için en güzel sebeplerden birisi, kusur içindeki kulun hatasını anlayıp, Yüce Rabbi’ne yalvarmasıdır, Kula düşen, kusurunu anlayıp ağlamak, Yüce Rabb’e layık olan ise bağışlamaktır. Böylece kulların acizliği, Mevlâ’nın yüceliği anlaşılmış olacaktır.
Helali bırakıp harama girmek büyük bir kusurdur. Aynı şekilde günaha dalan bir kulun onu küçümseyip, “yaptığım ne ki?” diyerek tevbeyi terk etmesi, daha büyük bir kusurdur. Bunun için Yüce Rabbimiz: “Tevbe etmeyenler, zalimdir.” (Hucurat /11) buyurmuştur,
Derman Yüce Allah'ta
Tevbe herkese lazımdır. Tevbe, kulun hasta kalbine acıması ve ilâhî rahmete koşup ilacını istemesidir. Dert kulda ise, derman Yüce Allah’tadır,
Günahların bir kısmına tevbe etmek de geçerlidir. Bir insan bazı günahları kolayca terk edebiliyor fakat bir kısmına tevbe ettiği halde koruyamıyorsa, tam tevbe ettiği günahları affedilir. Her günahın peşinden hemen tövbe etmek farzdır. Sonra tövbe ederim demek yanlıştır ve felaket sebebidir.
“Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara/195) ayet-i celilesinin tefsirinde bazı alimler derler ki:
Kendisini tehlikeye atan kimse, büyük bir günah işledikten sonra, ‘helâk oldum! Artık bana hiç bir amel fayda vermez, ben affolmam,’ deyip, tevbe ve istiğfarı terkeden kimsedir, (Taberî, Camiu’l-Beyan; lbnu Kesir, Tefsir)
Eğer Yüce Rabbimiz kullarını ilk kusurlarının peşinden yakalayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde ikinci kez günah işleyecek kimse kalmazdı. Bize verilen ilâhî emir şudur: “Ey iman edenler! Nasuh bir tövbe İle Allah’a tövbe ediniz. Bunu yaparsanız Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlerine koyar.” (Tahrim/8)
Tevbe dönmektir. Nasuh, samimi olmaktır. Nasuh tevbesi ise, içi ve dışıyla samimi olarak Yüce Allah’a dönmektir.
Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah’a tevbe-i nasuh edin!) buyuruldu. (Tahrim 8)
Nasuh kelimesine 23 mana verilmiştir. Bunlardan en meşhuru günahlara pişman olup, dili ile istiğfar etmek ve bir daha işlememeye karar vermektir. Peygamber efendimiz, tevbeden bahsedince, nasuh tevbesinin ne olduğunu soran Hazret-i Muaz bin Cebel’e buyurdu ki:
(Tevbe-i nasuh, işlenen günahtan pişman olmak, Allahü teâlâdan mağfiret dilemek, bir daha öyle bir günah işlememek demektir.) [Beyheki]
Kalbin O'na Dönüşü: NASUH TEVBESİ
Tevbe dönmektir. Nasuh, samimi olmaktır. Nasuh tevbesi ise, içi ve dışıyla samimi olarak Yüce Allah’a dönmektir.
Nasuh tevbesi, kalp, gönül, dil, hal ve azalarla günah işlememeye kesin olarak karar vermektir.
Nasuh tevbesi, Yüce Allah’a dostluğu seçmektir. Bunun için O’nun razı olmadığı her şeyi sevgi ve iradesiyle terk etmektir. Sevgi olmadan yönelme olmaz. İrade olmadan kulluk yapılmaz.
Tevbenin aslı, Yüce Allah’a sevgi ve saygıya dayanır. Saygının içinde korku da vardır. Bu korku azap korkusu değil, ayrılık korkusudur. Kulun Yüce Rabbi’nin sevgi ve rahmetinden uzaklaştırılması ve cemalullah nimetinden ebediyyen mahrum olması, cehennem ateşinde daha şiddetli, daha korkunç, daha acı verici bir azaptır.
Nasuh tevbesi, Yüce Allah’ın davetini can u gönülden kabul etmektir. Samimi tövbe, sırf Allah rızası için yapılır. Kınanmaktan kurtulmak, insanlar arasındaki şerefini korumak, dünyevî bir menfaat ele geçirmek, günahın zilletinden uzak kalmak için yapılan tevbeler, samimi ve saf değildir. Hatta manevi dereceler elde etmek, ibadetle itibarlı olmak, itaat içinde tatlı bir hayat yaşamak, keşif ve kerametlere ulaşmak gibi manevî nimetler için yapılan tevbeler de arifler tarafından tenkit edilmiştir. Çünkü onlarda nefsin hoşlandığı şeylerön plana çıkmaktadır. Halbuki nasuh tevbesinde tek hedef, Yüce Allah’ın rızasına ulaşmaktır. Bu çok ince bir noktadır.
Tevbe Peygamberlerin Ahlâkıdır
Ariflerin belirttiği gibi, tevbe bizlere insanlığın babası ilk peygamber Hz. Adem A.S.‘dan miras kalmıştır, Hz, Adem A.S. dünyaya tevbe ederek gelmiştir, tevbe ederek gitmiştir. Sadece o mu? Bütün peygamberlerin ahlâkı böyledir. Yüce Rabbi’ne tevbe etmeyen, kusurlarına ağlamayan, nefsi ve ümmeti için inlemeyen hiçbir peygamber yoktur. Peygamberler böyle olunca, diğer insanlar tevbeden nasıl uzak kalabilir?
Tevbe, insanoğluna takdir edilmiş ezeli bir hükümdür. Değişmesine de imkan yoktur, Kâfir olsun mümin olsun, bütün insanlar tevbeye muhtaçtır, tevbe ile yükümlüdür. Ve bu yükümlülük ölene kadar devam etmektedir. (Gazalî, İhya)
Bütün gelmiş ve gelecek günahları affedilmiş Hz. Muhammed A.S. Efendimiz’in şu beyanları meselenin ciddiyetini anlatmaya yeterlidir:
“Ey insanlar! Allah’a tevbe ediniz. Şüphesiz ben günde yetmişten fazla, (ya da yüz defa) Allah’a tevbe ediyorum.” (Buharî, Müslim)
“Kalbimi (nurdan bir takım) perdeler kaplar ve bu sebepten dolayı Allahu Tealâ’ya günde yüz defa istiğfar ederim.” (Müslim, Ebu Davud)
haliyle tevbe başlı başına bir ibadettir. Her yönüyle zikirdir, şükürdür, tefekkürdür.
Ya Şeytana Teslimiyet, Ya Allah'a
Tevbe edilecek amellerin en başında Yüce Allah’ı inkâr gelir. Sonra sırasıyla şirk, nifak, fısk denilen büyük günahlar ve küçük günahlar gelir. Büyük günahların başında dini tahrif, bid’at, sünneti inkâr, yalan söyleme, kibir, riya, kendini beğenme, insanları küçük görme, ibadetiyle övünme, haset, gıybet, aşırı dünya sevgisi, zikirden gaflet, ahireti unutma, namazı terk etmek gibi günahlar gelmektedir.
Nasuh tevbesi, gizli-açık, büyük-küçük, zahirî-batinî bütün günah çeşitlerinden kalbi ve kalıbı temiz tutmaktır. Bu, ölene kadar devam edecek bir vazifedir. Kâmil mümin, haramlara dikkat ettiği kadar, iyilik ve ibadetlerindeki kusurlara da dikkat eder. Çünkü şeytan harama götüremediği müminden elini çekmez, onun ibadetlerine musallat olur, İbadeti ile zarara sokmaya çalışır. İbadetin içindeki edepleri hafife almak, gaflete düşmek, ibadetine gösteriş katmak, ameline güvenmek, yaptığı hayırlarla sonunun kesin cennet olduğunu düşünüp tevbeyi terk etmek, kendisini insanların en takvalısı ve faziletlisi görmek gibi gizli günahlarla onu felakete sürükler, Bunun için her mümin bir kusur işlediği zaman tevbeye sarıldığı gibi, bir ibadet yaptığı zaman da peşinden tevbe ve istiğfar etmelidir. Edep budur. Emniyet, ibadete değil, Yüce Allah’a güvenmektir. Bir arifin belirttiği gibi, halk günahlarından, veliler ise yaptığı iyiliklerdeki kusurlarından Allah’a tevbe eder. (Ebu Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb)
Günahlarda Saklı Hikmet
Allahu Tealâ yeryüzünde kusur işlenmesini istemeseydi, nefis ve şeytanı yaratmazdı. Tevbeleri kabul etmeseydi, “tevbe ediniz” emrini vermezdi, Allahu Tealâ’nın haram ve isyanda rızası yoktur, fakat iyilik ve kötülüğü yaratan O’dur. O’nun yarattığı her şeyde bir hikmet, ibret, ilim ve terbiye vardır. O, kullarını hayır ve şer içinde imtihan eder. Böylece onlara tek ilâhlığını, mutlak rablığını, sonsuz kudretini, ilmini, hikmetini, rahmetini, lütfunu ve kahrını gösterir. Ayrıca bu imtihan içinde kulların acziyetini ispat eder, nefislerini tanıtır, terbiyelerini gerçekleştirir. Yüce Allah’ın her işinde hayır vardır. Kul günahta ısrar eder ve tevbeye yanaşmazsa, sonuç felaket olur. Kusurunu anlayan, haline ağlayan ve el açıp Rabbi’ne yalvaran bir kul ne güzel kuldur! Rasulullah A.S. Efendimiz’in şu beyanlarındaki inceliği düşünelim:
“Bütün insanlar hata eder. Hata edenlerin en hayırlısı ise, çokça tevbe edendir.” (Tirmizî, Ahmed, Hakim)
“Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, günah işlediğinde hemen istiğfar eden ve kendilerini affettiği insanlar getirirdi.” (Müslim, Tirmizî, Ahmed)
Bu hadis-i şerifte, günah işlemenin normal ve basit bir şey olduğu anlatılmıyor. Burada dikkat çekilen husus şudur:
Cenab-ı Hakk’ın “Rahman”, “Rahim”, “Gaffar”, “Settâr”, “Tevvab” gibi yüce sıfatları mevcuttur. O, bunlarla tecelli edip yüceliğini göstermeyi murat etmektedir, Bunun tezahürü için bir sebep ve mahal gerekmektedir. Bu sıfatların tecellisi için en güzel sebeplerden birisi, kusur içindeki kulun hatasını anlayıp, Yüce Rabbi’ne yalvarmasıdır, Kula düşen, kusurunu anlayıp ağlamak, Yüce Rabb’e layık olan ise bağışlamaktır. Böylece kulların acizliği, Mevlâ’nın yüceliği anlaşılmış olacaktır.
Helali bırakıp harama girmek büyük bir kusurdur. Aynı şekilde günaha dalan bir kulun onu küçümseyip, “yaptığım ne ki?” diyerek tevbeyi terk etmesi, daha büyük bir kusurdur. Bunun için Yüce Rabbimiz: “Tevbe etmeyenler, zalimdir.” (Hucurat /11) buyurmuştur,
Derman Yüce Allah'ta
Tevbe herkese lazımdır. Tevbe, kulun hasta kalbine acıması ve ilâhî rahmete koşup ilacını istemesidir. Dert kulda ise, derman Yüce Allah’tadır,
Günahların bir kısmına tevbe etmek de geçerlidir. Bir insan bazı günahları kolayca terk edebiliyor fakat bir kısmına tevbe ettiği halde koruyamıyorsa, tam tevbe ettiği günahları affedilir. Her günahın peşinden hemen tövbe etmek farzdır. Sonra tövbe ederim demek yanlıştır ve felaket sebebidir.
“Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara/195) ayet-i celilesinin tefsirinde bazı alimler derler ki:
Kendisini tehlikeye atan kimse, büyük bir günah işledikten sonra, ‘helâk oldum! Artık bana hiç bir amel fayda vermez, ben affolmam,’ deyip, tevbe ve istiğfarı terkeden kimsedir, (Taberî, Camiu’l-Beyan; lbnu Kesir, Tefsir)
Eğer Yüce Rabbimiz kullarını ilk kusurlarının peşinden yakalayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde ikinci kez günah işleyecek kimse kalmazdı. Bize verilen ilâhî emir şudur: “Ey iman edenler! Nasuh bir tövbe İle Allah’a tövbe ediniz. Bunu yaparsanız Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlerine koyar.” (Tahrim/8)