Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 40 - Hak Neşvünema Bulacaktır..
Kur’anı Kerimin asıl gayesi tevhit, haşir, peygamerlik ve ibadet iken, insanlar bu maksatlara değil, Kur’an’ın kıssa ve hikaye yönüne baktılar. Kur’an’ın ince ve derin gayelerini iyi okuyamadılar. Oysaki yüce kitabımızda bahsi geçen konular ibretlik olup,
Kur’an; insanlığın maddi ve manevi dünyasını aydınlatan bir ilim ve fazilet kaynağı, müslüman olmayan ilim adamlarının dahi önünde büyük bir vicdan zevkiyle eğildiği bir hayat menbaısı olmuştur.
Kur’an; Aciz insan kafasının ortaya koyduğu alelâde bir ahlâk kitabı ve yasaklar mecmuası değildir. Böyle olmadığı için zaman aşımı, mekan değişimi onu eskitemez, yürürlükten düşüremez. O her zaman taze, yeni ve mükemmeldir.
Kur’an; ilme sarılmaya, cehaletle savaş açmaya, düşünceye, ilim ve tekniğin her dalında gelişmeye, uzayı keşfetmeye, davet eder.
Şimdi bir de yapılmaya çalışan tahrifatlara İmam GAZALİ nin Tuhafetü'l Felasif adlı eserindeki yorumlarıyla bakalım;
İlmi Kelâmın Çöküşü, Felsefe Ve Bâtınîliğin Gelişmesi Ve Yeni Bir İlmi
Kelâmcıya İhtiyaç Duyulması
İlmi Kelâmın Çöküşü, Felsefe Ve Bâtınîliğin Gelişmesi
Her ne kadar o günlerde Eş'arî düşüncesinin âlimleri bütün İslâm dünyasını,
eğitim düzenini, dinî hayatı kuşatmışlarsa da, bizzat kendi söz ve iddialarının
geçerliliğinin ve hâkimiyetlerinin içine kurt düşmüştü. Ebu'l Hasan Eş'arî'nin
gücü ve kişiliği, mantığı ve müc-tehidce kafa yapısı Mutezilenin sihrini bozmuş,
şeriat ve sünnetin hâkimiyetini yeniden kurmuştu. Bu işte onun metod ve
prensipleri tek başına rol oynamamış, onun üstün zekâsının, yeteneklerinin ve
ilmî isbatlama ve ictihad melekesinin de rolü olmuştu. Bu otorite işte böyle
güçlü büyük kişilerle ve içtihad yetenekleri ile ayakta durabilirdi. Fakat onun
peşinden giden, ona tâbi olanlar gitgide eski metodları takip eden kişiler
durumuna düştüler. İlm—i Kelâm'da da yenilik ve ictihad yerine nakil içinde
nakil çizgisi başladı.
Durumun değişmesini hisseden ve işe ciddi sarılanlar, felsefî deyimleri ve felsefî
delillendirme ve ispatlama tarzını ilm-i kelâma soktular. Bu tarz ise ne Kur'an-ı
Kerim'in isbatlaması gibi tabiî, fıtrî ve herkesin anlayacağı biçimde, gönül okşar
tarzda idi; ne de onların davalarını isbatlayacak şekilde kesin deliller ortaya
koyacak biçimde idi. Böylece onlar ne ehl-i sünnetin ve selef mezhebinin sağlam önderliğini
yapabildiler, ne de gerçek felsefe ortamlarında saygı ve otorite kurabildiler.
Felsefenin Yaygınlaşması:
Diğer taraftan, Me'nıûn'un hoşlanmasından ve çok değer vermesinden, tercüme
edenlerin de gayreti ve ilgisinden dolayı , eski Yunan felsefesiyle ilgili pek çok
kitap, özellikle Aristo'nun eserleri Süryâniceden, Yu-nancadan, Farsçadan,
Arapçaya nakledilmişti. Bu iş hızlı hareket edip düşüncesiz davranan, akıl ve
mantığı olgunlaşmamış olan müslümanlar üzerinde kötü etki yaptı. Bu bir sürü
kitap içinden kullanılmasında sakınca olmayan mantık, tabîiyyat, temel
bilgiler ve matematik kitapları idi. Biraz da ilahiyat ve metafizikle ilgili konular
ve yazılardı. İlahiyatla ilgili olanlar aslında eski Yunanlıların kendi putları ile
ilgili bilgilerdi ki, onlar bunu kurnazca felsefî kalıblara sokmuşlar, felsefi dil ve
ilmî terimlere aktarmışlardı.
Bu tahminler ve faraziyeler ; ne bir isbatı yapılabilir ne de dünyada
varlığına rastlanabilen bir efsane, bir tılsımdı. Allah Teâlâ'mn peygamber olarak
gönderme nimeti bahşettiği Hz. Muhammed (a.s.) aracılığı ile kendi zâtının ve
sıfatlarının en iyi şekilde bilinmesini sağladığı, insanlığın ve kâinatın başlangıcın
ve sonunu, › ihtidasın ve intihâsımı en iyi şekilde öğrettiği böyle bir ümmetin
bu Yunan efsanesine ve akıl çelen sihrine iltifat etmesine, onun enine boyuna
akıl erdirmek için zaman kaybetmesine kesinkes ihtiyac yoktu.
Ama Yunan mantığından, tabiî ilimlerinden ve riyâzî ilimlerinden korkanlar,
onların ilahiyat sahasındaki
saçma sapan sözlerle dolu kitapların da bir semavî kitap gibi benimsediler,
peygamberler ve semavî kitapla sanki kendilerine hiçbir bilgi ulaşmamış gibi
onları elden ele dolaştırdılar. Sanki onlar cahiliyet dönemi milletleri gibi,
matematik ve tabiî ilimlerde yoksul ve meteliksiz idiler.
Hal böyleyken Hicrî dördüncü yüzyılın sonunda Yunan felsefesi bütün İslâm âlemini
etkilemeye başlamıştı. Her zeki ve meraklı genç Yunan felsefesine hayranlıkla,saygıyla bakıyordu.
Bu amansız duruma dur diyecek İlahi bir kudret yardımı ile İslamın karanlıklarda boğuşmaması için GAZALİ gibi bu karışık dönemde bir alim yetişti.
Hicri yüzyılın başlarında vaziyet bu iken Osmanlı döneminde ciddi manada müçtehidlerin çıkmama nedeni olarak İslam’ın özü ile değil, kabuk ve kışırları hükmünde olan lafız ve zahiri ile meşgul olunması gösterilmiştir.Ta ki NURa gark olunana kadar.
ve 19.yy'dan bir ses bakın ne diyor ;İslâmiyetin mağz ve lübbünü terk ederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. düşüncesi için;
İbret olmaz bize her gün okuruz ezber de
Yoksa hiç mana aranmaz mı bu ayetler de
Lafzı muhkem yalnız anlaşılan kuranın
Çünkü kaydında değil hiç birimiz mananın
Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kuran şunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.
(Mehmet Akif ERSOY)
Rabbim bizleri, kulluk kitabımız olan Yüce Kuranı çokca okuyan, okuduklarını doğru anlayan ve anladıkları doğrularlada yaşamını sürdürüp cennetine giren kullarından eylesin.