Mü’min ölümü sever

Muvahhid1

Well-known member
Mahzun rumuzlu okuyucumuz: “Mü’min ölüm karşısında dirayetli olmalı ve ağlamamalı diyorlar. Oysa bu kolay değil. Ölüm acı veriyor ve ağlatıyor. Nasıl dirayetli olup ağlamamalı?”


Ölüm evet, acı veriyor, incitiyor ve ağlatıyor. Çünkü insanın ruhu incedir, kalbi rikkat sahibidir, duyguları şefkat yüklüdür. En yakınındaki birisinin üzerine şefkatiyle toz konduramazken, birdenbire ölmesi karşısında dayanamayacak derecede incinebiliyor.
Ancak ölüm perdesi arkasındaki İlâhî şefkat ve büyük rahmet bilinirse, işte o zaman insan teselli bulabiliyor ve ölüme karşı dirayet kazanabiliyor. Ölüm hükmüne teslim olabiliyor.

Ölüm Allah’ın emridir. Ölümle mü’min Allah’ın rahmetine ve şefkatine teslim olur. Allah’a kavuşur. Bunu birçok âyet-i kerime ilân ediyor. Bunu bilen ve iman eden mü’min ölümü severek karşılıyor. Çünkü mü’min Allah’a kavuşmayı arzu eder. Allah da mü’mine kavuşmayı ister. Dolayısıyla mü’min Allah’tan korkar, fakat ölümden korkmaz. Nitekim Allah korkusu da mü’mine yüksek sevap ve derece kazandırmaktadır.
Resûlullah Efendimiz (asm) ölmek üzere olan bir genci ziyaret etmişti. Gence buyurdu ki:

“Kendini nasıl hissediyorsun?”

Genç:

“Vallahi yâ Resûlallah, Allah’ın rahmetini umuyorum. Fakat günahlarımdan korkuyorum” dedi.

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (asm):

“İşte o ikisi (ümit ile korku) kulun kalbinde bir araya gelirse, Allah muhakkak ona umduğunu verir ve onu korktuğundan emin kılar” buyurdu.1

Peygamber Efendimiz (asm) bir diğer hadislerinde buyurdu ki:

“Her kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse, Allah da ona kavuşmayı arzu eder. Ve her kim Allah’a kavuşmayı arzu etmezse, Allah da ona kavuşmayı istemez.”

Hazret-i Âişe (ra) dedi ki:
“Yâ Resûlallah! Hepimiz ölümü sevemeyiz!”

Peygamber Efendimiz (asm):

“O mânâda değil. Fakat mü’min, can verirken Allah’ın rahmeti, rızası ve Cenneti ile müjdelendiği zaman, Allah’a kavuşmayı arzu eder. Ve Allah da ona kavuşmayı arzu eder. Kâfir ise, Allah’ın azabı ve gazabı ile müjdelenir de, Allah’a kavuşmaktan ve Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” buyurdu.2

İnsanın ölümle nereye gittiğini ve nereye sevk olunduğunu soran Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri, sorusuna kendisi cevap verir: İnsan öyle bir Cennet hayatına dâvet olunuyor ki, o Cennet hayatının bir saatlik lezzeti, bin senelik mesut, bahtiyar ve rahat dünya hayatı ile elde edilemiyor. Bundan da ötesi: İnsan öyle bir yüksek huzura dâvet olunuyor ki, o huzurda Allah’ın eşsiz cemalini ve sonsuz güzelliğini görmeye mazhar olmanın bir saati, mutluluk itibariyle bin senelik Cennet hayatında bulunmuyor. Ehl-i Cennete cenneti unutturan güzellikler bunlar.

Bedîüzzaman’a göre, insan hiç durmadan böyle bir yüksek huzura gidiyor, götürülüyor ve sevk olunuyor. Öyle ki, insanın, âşık, tutkun ve düşkün olduğu dünya sevgililerinde gördüğü bütün güzellikler, Allah’ın eşsiz güzelliğinin binler perdelerden geçmiş bir nev'î gölgesinden ibarettir. Bütün Cennet bütün güzellikleriyle Allah’ın rahmetinin bir tek cilvesinden ibarettir. Bütün sevgiler, muhabbetler, aşklar ve cazibeler, Allah’ın bir tek muhabbet pırıltısından ibarettir. İşte insan böyle bir Mâbud-ı Lemyezel’in ve bir Mahbub-u Lâyezâl’in huzuruna gidiyor ve ebedî ziyâfetgâhı olan Cennete çağrılıyor.

Kur’ân’da birçok âyette beyan olunan, “O’na döndürülüyorsunuz” ifadesi bu yüksek dönüşü haber veriyor. Öyle ise insan kabir kapısına ağlayarak değil; gülerek gitmelidir.3 Sevdiklerini de ağlayarak değil; en azından Allah’a teslim etmiş olmanın verdiği iç huzuruyla ve güven duygusuyla yolcu etmeli, göndermelidir.


Dipnotlar:

1- Tirmizî, Cenâze, 10.
2- Tirmizî, Cenâze, 67; Müslim, Zikir, 15; Buhârî, Rikâk, 41; İbn-i Mâce, Zühd, 31; Nesâî, Cenâze, 10. 3- Mektûbât, s. 223.

Süleyman KÖSMENE- YENİASYA
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Allah razı olsun. kardesim Nasıl yasarsanız öyle ölürsünüz,nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz,nasıl dirilirseniz öyle hesab verirsiniz.
Rabbim cümlemize razı olacağı şekilde yaşamayı ve ölmeyi nasib etsin.Gözlerin görmediğini gönüller görür,gönüller görünce göz dünyaya kör olur.Allah,a emanet olunuz.
 

Muvahhid1

Well-known member
Her sabah binbir ümit ve neşe ile bizi hayata çağıran o kadar iş ve o kadar ses var ki, gözlerimizi açar açmaz bir koşuşturmadır başlıyor... Ve kendimizi birdenbire yaşamın tam ortasında buluyoruz.

Şu eksik, bu lâzım, haydi onu da yapayım derken, ertelediğimiz nice güzellikler hep bir başka güne taşınıyor. Birbiri ardınca nice mevsimler geçiyor. Halbuki, yaşadığımız bir başkasının hayatı değil, kendi hayatımız. Harcadığımız, kendi ömür sermayemiz. Görülecek o kadar güzellik, anlatılacak o kadar harika şey hep mahzun, hep bir kenarda bizi bekliyor. Susturulmuş veya küstürülmüş çocuk gibi, boynu bükük ve mahzun, hep bekliyor onlar. Döner de bir gün bakarız, farkederiz diye...

Baharın dört bir yandan sarmaladığı ve cihetsiz kuş seslerinin ruhumuza ilâhî bir hazzı, ulvî bir zevki tattırdığı erteleyemediğimiz bir zaman diliminde çok sevdiğim bir kardeşimle sohbet ediyorduk. Uzun süren dalgınlığımın ardından, ne düşündüğümü sordu.

Ben de:

— Öteden beri bunca insan nasıl öldü, son nefesini nasıl verdi ve acaba neler hissetti diye düşünürdüm. Şimdi ise nasıl ve ne halde öleceğimi merak ediyorum, dedim.

Bu gibi durumlarda tekellüfsüz fakat hikmetli bir cevabı olurdu her zaman.

— Cevabı belli abi, dedi.

— Nasıl yani, dedim.

— Hz. Peygamber “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” buyurmuş. Ölümünü merak ediyorsan, yaşadığın hayata bakmalısın.

Birden beynimde şimşekler çaktı:

— Ama, dedim, sadece ölümü değil, ölümden ötesini de merak ediyorum.

— Onun da cevabı aynı hadisin devamında. Yani, “Nasıl ölürseniz, öyle de dirilirsiniz.”

Merakımı giderecek başka cümleler aramaya gerek kalmamıştı. O güzel insan, sevgili Peygamber, insanları en doğru seçime iki cümle ile davet ediyordu. Nefsimizin bizi bu kadar içinde olduğumuz bir gerçekten alıp dâ nerelere taşıdığını anlamak için bu hatıra yeter.

Gide gide ölüme varacağımızı zannediyoruz. Gide gide ölüme varılmıyor. Ölümle beraber gidiliyor. Ölüm hayatın gölgesi; onu bundan, bunu ondan ayırmak zor. Ama bir tecelli oluyor ve hayatın önünü kesiyor ölüm. Ecel gelince, başağrısı bahane... Gide gide ölüme varılsaydı, gidemeden ölenler olmazdı. Doğduğu günde ölenler var. Ha bir adım, ha yüz adım farketmiyor. Uzunluk veya kısalık bize göre bir kavram. Çok kısa sürede Rabbini razı eden işler yapıp da vefat eden ile yüz sene yaşamış olup da Yaratıcısından haberdar olmamış biri aynı kefede değerlendirilmez. Ölüm hayatın içinde olmasaydı, hayat bu kadar güzel ve çekici olur muydu? Hayatı güzelleştiren, belki de bu geçici ve fani yönü. Hayat bitmese, ölüm başımıza gelmese, ahirete nasıl geçilecekti, düşünülmeye değer doğrusu. Burada kalan dostların sayısının azaldığı, ahirete gidenlerin ise her gün çoğaldığı bu diyarda gurbetimiz oraya, anavatana geçmekle ve dostlarımıza kavuşmakla sona erecek. Hasret Sevgililer Sevgilisine kavuşmakla bitecek.

“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?”

Ölüm saatinden daha güzel bayram mı arıyorsun ey nefsim? Dostum beni çağırdığı zaman nasıl koşarak gitmem ki? Yalnızlık çevremi kuşatmaya başlamışsa...

Selim Gündüzalp
 

alaim-ussema

Well-known member
Cevap: Mü’min ölümü sever

" Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise

azabdır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak

zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeğe iştiyakın yok mudur? Evet vakit

yaklaştı. Dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa onlar istikzar ile ikrah

edeceklerdir.

Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan'da hayattadır diye ziyaretine bir

davet vuku' bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh

İncil'de "Ahmed", Tevrat'ta "Ahyed" Kur'anda "Muhammed" ismiyle müsemma, iki

cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmedler ile muhat olarak sâkindir.

Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatadır. "



Mesnevi-i Nuriye
 

NİSANUR

Well-known member
Hem ne olur ne olmaz ölüme benzeyen uykuya girmeden evvel son vazife-i ubûdiyetini yapıp, yevmiye defter-i amelini hüsn-ü hâtime ile bağlamak için salâta kıyam etmek, yani bütün fânî sevdiklerine bedel, bir Ma'bud ve Mahbub-u Bâkînin ve bütün dilencilik ettiği âcizlere bedel, bir Kadîr-i Kerîmin ve bütün titrediği muzırların şerrinden kurtulmak için bir Hafîz-i Rahîmin huzuruna çıkmak;

sözler
 

NİSANUR

Well-known member
Cevap: Mü’min ölümü sever

Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet katî, şeksiz, şüphesiz bir surette, Kur'ân-ı Hakîmin verdiği nurla ispat etmişiz ki, ehl-i İmân için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur. Hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir. Hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır. Hem zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinâna bir davettir. Hem Hâlık-ı Rahîminin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilâkis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.
Hem ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat içindir.
Evet, ehl-i İmân için ölüm rahmet kapısıdır, ehl-i dalâlet için zulümat-ı ebediye kuyusudur.

Lemalar
 

Muvahhid1

Well-known member
Cevap: Mü’min ölümü sever

Mirza Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri şöyle diyor:

“Ölümü sevmeyene şaşıyorum.

Halbuki ölüm Allah’ın huzuruna çıkmaktır…

Sevgili Peygamberimiz s.a.v. ‘in ziyaretine gitmektir…

Allah dostlarına erişmektir…

Değerli insanlarla buluşmaktır…


Ben din büyüklerinin ziyaretine özlem çekiyorum…

Hazreti Muhammed Mustafa s.a.v’nin,

Halilurrahman Hz. İbrahim a.s.’ın yanına gitmeyi ne kadar istiyorum…”

 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
Cevap: Mü’min ölümü sever

Ölümün hakikatini gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler.
Daha ölüm gelmeden ölmek istemişler.

Sözler
 
Üst