Molla Seyyid Taha'nın Gözünden Hafer inkilabı

yozgati

Well-known member
Seyyid Tâha Efendi Hazretleri, harf inkılâbının söylentileri çıktığı sırada, Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Müşavere Hey'etinde çalışmaktaydı. O zaman ben de vazifem icâbı Ankara'da ikamet etmekteydim. Bir gün Karaoğlan Çarşısı'ndan geçerken, Zincirli Câmii'nin yakınında kendisini ağlarken gördüm.
Beyaz sakallarından aşağıya doğru yaşlar yuvarlanıyordu. Derhal yanına koştum, hürmetle elini öptüm ve niçin ağladığını sordum. Bana dedi ki:

- Duymadın mı, İslâm harflerini değiştiriyorlar!..

- Bunda ne var, sağdan sola doğru yazmayız da, soldan sağa doğru yazarız! diye karşılık verdim.

Efendinin o mükedder hâli birden bire değişti. Yüzünü öfke kaplamıştı. Bana dönerek hiddetle:

- Koca eşşek!, dedi, Keşke bunu yapmasalar da bir kanun çıkartıp boynumuza haç taksalar! Sonra daha çok coştu ve câli bir sûrette ağlamaya devam etti.

Hayretler içinde kalmıştım. Yakînen tanıdığım, ilmine, irfânına, şahsiyyetine son derecede güvendiğim bu hocaefendinin niçin böyle düşündüğünü bir türlü anlayamamıştım. Bu ölçüde teessür duyduğunu görünce kendisini teselli için:

- Merak buyurmayınız efendim. Mecliste birçok hocaefendi vardır, herhalde bu işe mâni olurlar, dedim.

Seyyid Tâhâ Hazretleri:

- Hiç sanmam, amma yine de bir ümit!.. Hadi birlikte eve gidelim, dedi.

Hoca Efendi'nin evi eski Meclis binasının karşısında, o zamanlar Hergele Meydanı (Hayvan Pazarı) diye anılan yerdeydi. Üstü toprak kaplı basit bir ikâmetgâh olan bu eve gittik. Hoca Efendi'nin teessürü bir türlü yatışmıyordu. Hâlâ ağlıyordu. Bu durumda kendisini teselli ve teskin etmek ihtiyacını hissettim ve kendisine:

- Benim husûsi bir kartım vardır. Bununla Meclis'e dilediğim zaman girip çıkar müzâkereleri takip ederim. Dilerseniz birlikte bu meb'us olan hoca efendileri ikaz edecek bir mektup yazınız. Ben götürüp kendilerine vereyim. Bu sûretle şâyet mes'elenin ehemmiyetini kavramamış olanları varsa, onları da ikaz etmiş oluruz" dedim.


Hoca efendi bu teklifime memnun kaldı. Eline bir tomar kâğıt alarak o zaman meb'us olan hocaların her birine ayrı ayrı, kısa fakat mânidâr birer mektup yazdı. Bunda İslâm harflerinin ehemmiyetini belirtiyor ve bunların değiştirilmesi hususundaki teşebbüse mâni olmaya çalışmaları rica ediliyordu.

Sarıklı meb'usların pek çoğunu şahsen tanırdım. Ancak ne yazık ki; Lâtin harflerini getirmeye çalışanlar arasında başında sarık bulunanlardan bazıları da vardı. Yazılan mektupları cebime koyarak Meclise gittim. Hepsini bir bir dağıttım. Dilimin döndüğü kadar da mes'eleyi şifâhen anlatmaya çalıştım. Meclis'te aslen Tatar olup sakalına kına süren Fehmi Efendi adında bir hoca vardı. Bu zat Lâtin asıllı rakamların kabulü sırasında kürsüye çıkarak:

- Asıl değişmesi lâzım gelen rakamlar değil, harflerdir. Onları ne zaman değiştirerek Lâtin asıllı yeni bir alfabe kabul edeceğiz!..' diye bağırmıştı.

Hakikaten Lâtin asıllı rakamlar kolaylığına binâen kabul ve tatbik olunmuştu. Fakat nihâyet az bir zaman sonra, sıra İslâm harflerine de gelmişti. Bir gece sabahlara kadar süren müzakere sonunda İslâm harfleri yasaklanmış, onların yerine bugünkü Lâtin asıllı alafranga harfler kabul olunmuştu. Ben de Seyyid Tâhâ Efendi'ye söz vermiş bulunduğum için buna dâir gelişmeleri günü gününe takip ediyordum. Nihâyet mâhud kanunun kabul edilmesi üzerine koşup kendisine haber verdim.

- Maâlesef kanun kabul edildi ve İslâm harfleri yasaklandı!.. dedim.

Hoca Efendi'nin aldığı bu haber üzerine rengi sarardı. Şimdi hatırlayamadığım bir âyet-i kerimeyi mütevekkilâne bir sûrette okudu. Bir bardak su istedi, kendisine verdik, içti. Sonra:

- Çok yorgunum. Seni bekledim, uyumadım. Ben biraz yatacağım. Sen sabah namazını bekle ve beni de uyandır! dedi.

Sabah olunca kendisini uyandırmak için yanına gittiğimde, onu yatağında cansız buldum. Seyyid Tâhâ Hazretleri duyduğu kahır ve ızdıraptan göçmüştü!..

Ankara'dan geldikten sonra bu hâdiseyi merhum Fuad Şemsi (İnan) Bey'e anlattım. Pek müteessir oldu ve:

- Hiç birimiz Tâhâ Efendi kadar doğru düşünemedik ve İslâm harflerinin ehemmiyetini anlayamadık! dedi.

Yanında merhum Babanzâde Nâim Bey de vardı. O da bu teessür ve hayıflanmaya iştirak eden birkaç söz söyledi.

Aradan yarım asra yakın bir zaman geçtiği halde hâlâ o günün te'sirinden kurtulmuş değilim. Mevlâ cümlesine rahmet eylesin ve bizlere de yüce kitabımızı yazıp okumaya yegâne vâsıta olan bu mübârek harflerin ehemmiyetini kavrayabilecek bir iz'an ve idrak nasib etsin!."
 
Üst