Melâikeye İman

Huseyni

Müdavim

﴿
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَۤئِكَةِ اِنِّى جَاعِلٌ فِى اْلأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا اَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاۤءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنِّىۤ اَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
blank.gif
1


Yani, “Düşün o zamanı ki, Rabbin melâikeye hitaben ‘Ben yerde bir halifeyi yaratacağım’ dedi. Melâike de ‘Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın? Halbuki biz, hamdinle Seni tesbih ve takdis ediyoruz’ dediler. Rabbin de ‘Sizin bilmediğinizi Ben biliyorum’ diye onlara cevap verdi.”

Arkadaş! Melâikenin vücudunu tasdik ve kabul etmek, imanın rükünlerinden biridir. Birkaç makamda bu rüknü ispat ve izah edeceğiz.

Birinci makam: Arzın, ecram-ı ulviyeye nisbeten pek küçük ve süflî olduğu halde canlı mahlûkatla dolu olduğunu görüp âlemin de nizam ve intizamına dikkat eden insan, ecram-ı ulviyenin de o yüksek burçlarında, hayatlı sâkinleri olduğuna kat’î bir şekilde hükmeder.


Evet, o burçlarda melâikenin vücudunu kabul etmeyen adamın meseli şöyle bir adamın meseline benzer: O adam, büyük bir şehre giderken, şehrin bir kenarında pek küçük bir binaya tesadüf eder. Bakar ki insanlarla doludur. Ve arsalarına bakar ki, canlı mahlûkatla dolu. Ve gıdalarına bakar ki, nebatat, balık vesaire gibi hayat şartları yerindedir. Sonra bakar ki, pek uzakta milyonlarca apartmanlar, köşkler var. Aralarında, uzun uzun meydanlar, tenezzühgâhlar bulunur. Fakat, o küçük binadaki insanların hayat şartları, o büyük binalarda bulunmadığından, o yüksek, müzeyyen sarayları, sakinlerden boş, hâli olduğunu itikad eder.

Melâikenin vücudunu tasdik eden adamın meseli ise şöyle bir şahsın meseli gibidir: O adam, o küçük hanenin insanlar ile dolu olduğunu görür görmez, bilâ-tereddüt, o yüksek kasırların da hayat yeri ve onlarda da onlara münasip sâkinler


[NOT]Dipnot-1 Bakara Sûresi, 2:30.
[/NOT]

Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allaharz: yeryüzü, dünya
bilâtereddüt: tereddütsüz burç: kule
ecrâm-ı ulviye: gökteki büyük cisimler, gezegenlerfesat: bozgunculuk
halife: yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insanhamd: övgü, teşekkür, minnet
hane: evhâli: boş, ıssız
intizam: düzenlilikitikad etme: inanma
izah: açıklamakasır: köşk, saray
kat’î: kesin bir şekildemahlukât: yaratıklar, yaratılanlar
melâike: meleklermesel: örnek
münâsip: uygun, denkmüzeyyen: süslenmiş, süslü
nebatat: bitkilernisbeten: kıyasla, oranla
nizam: düzen, kanunrükün: esas, şart
sâkin: oturan, ikamet edensüflî: aşağı
takdis: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmetasdik: doğrulama, onaylama
tenezzühgâh: seyir ve gezinti yeritesbih: Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
vücud: varlıkâlem: evren, kâinat
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 340


bulunduğuna hükmeder. Ve o yüksek kasırlara mahsus ve münasip hayat şartları vardır. Fakat oraların sâkinleri pek uzak olduklarından, görünmemeleri, yok olduklarına delâlet etmez.

Binaenaleyh, arzın zevilhayatla dolu olmasından kat’iyetle anlaşılıyor ki, bu geniş boşlukta durmakta olan semalarda, yıldızlarda, burçlarda ve çok kısımlara münkasım ve müştemil semavatta, şeriatın “melâike” ile tesmiye ettiği zîhayatlar mevcuttur.


İkinci makam: Bundan evvel ispat ve izah edildiği gibi, hayat, mevcudatın keşşafıdır, belki mevcudatın neticesidir. Binaenaleyh, bu geniş fezanın sâkinlerden ve şu yüksek semavatın şenliklerden hâli olduklarının imkânı var mıdır? Evet, bütün ukalâ, akıl ve nakil ve manevî bir icmâ’ ve ittifakla melâikenin mânâ ve hakikatlerine hükmetmişlerdir; fakat tâbirleri çeşit çeşittir. Meselâ, Meşşaiyyun, envâ-ı mevcudatı idare eden ruhanî mahiyet-i mücerrede ile, İşrakiyyun ise ukûl ve erbabü’l-envâ ile, dinler dahi melekü’l-cibal, melekü’l-bihar, melekü’l-emtar gibi tâbirlerle tâbir etmişlerdir. Hattâ, akılları kör gözlerinde bulunan maddiyyun taifesi de, melâikenin mânâsını inkâr etmeye mecal bulamadıklarından, fıtratın namuslarına nüfuz eden kuva-yı sariye ile tâbir etmişlerdir.

S - Kâinatın irtibatını, hayatını temin için, hilkatte cereyan eden namuslar, kanunlar kâfi gelmez mi?

C - Senin dediğin o sâri kanunlar, namuslar, itibarî ve vehmî emirlerdir. Muayyen vücutları, müşahhas hüviyetleri ancak onları temsil eden ve onların mâkesi bulunan ve onların yularlarını ele alan melâike ile sabit olur.



arz: dünyabinaenaleyh: bundan dolayı
burç: Zodyak (burçlar kuşağı) üzerinde yer alan on iki takımyıldızdan herbiricereyan etme: akıp gitme, devam etme
delâlet: delil olma, işaret etmeenva-i mevcudât: varlık türleri
erbâbü’l-envâ: türlerin sahipleri, terbiye edicilerifeza: uzay, gökyüzü
fıtrat: mizaç, karakterhakikat: gerçek, doğru
hilkat: yaratılışhâli: boş, ıssız
hüviyet: şahsiyet, kimlik; gerçekleşmesi itibariyle bir şeyi o şey yapan özelliğinin muşahhas, belirgin hale gelmesiicmâ: fikir birliği, görüş birliği
itibârî: gerçekte öyle olmadığı hâlde öyle sayılan, saymaca ittifak: uyuşma, anlaşma; fikir birliği
izah: açıklamaişrâkıyyun: bilginin kaynağının, mânevi aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünde olan felsefeciler
kasır: köşk, saraykat’iyet: kesinlik
keşşaf: keşfedici, açığa çıkarıcıkuvâ-yı sâriye: akıcı güçler
kâfi: yeterlikâinat: evren, yaratılmış herşey
maddiyyun: materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlarmahiyet-i mücerrede: dış dünyada yer kaplamayan, varlığı gözükmeyen şey, soyut öz; akıl ve nefis gibi
mahsus: has, özelmecal: güç, kuvvet, takat
melekü’l-bihar: denizlerden sorumlu melekmelekü’l-cibal: dağlardan sorumlu melek
melekü’l-emtar: yağmurdan sorumlu melekmelâike: melekler
mevcudat: varlıklar, var edilenlermevcut: var
meşşâiyyun: yürüyenler; Aristo’nun derslerini yürüyerek vermesine atfen İslâm dünyasında Aristocu felsefeye verilen isimmuayyen: belirlenmiş, kararlaştırılmış
mâkes: yansıma yeri, aynamünkasım: kısımlara ayrılmış, bölünmüş
münâsip: uygunmüşahhas: somut, maddî varlığa sahip
müştemil: içine alan, kapsayannamus: kanun, düstur
nüfuz etme: içe geçme, işlemeruhanî: maddî yapısı olmayan manevî varlık
semavat: göklersemâ: gökyüzü
sâkin: ikâmet eden, yerleşmiş olansâri kanun: her şeye geçen, yayılan, her şeyde bulunan; yerçekimi kanunu gibi
tabir: ifadetaife: grup, topluluk
tesmiye: isimlendirmeukalâ: akıllılar; akıl sahipleri
ukûl: akıllarvehmî: olmadığı halde varmış gibi görünen
zevilhayat: hayat sahipleri, canlılarzîhayat: canlı, hayat sahibi
şeriat: Allah tarafından bildirilen, hükümlerin hepsi, İslâmiyet

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 341


Ve keza, teşekkül-ü ervaha münasebeti olmayan şu camid âlem-i şehadete vücudun münhasır olmadığına, akıl ve nakil müttefikan hükmetmişlerdir. Binaenaleyh ervaha münasip ve muvafık çok âlemlere müştemil olan âlem-i gayb, melâike ile dolu ve âlem-i şehadetin hayatına mazhardır.

Hülâsa: Melâikenin mânâ-yı hakikati, bu izah edilen emirlerden tebarüz etti. Binaenaleyh, melâikenin suretleri, eşkâlleri arasında, ukûl-u selimenin kabul ettiği vecihle, şeriatın izah ve beyan ettiği şekildir ki, melekler mükerrem abddirler; emirlere muhalefetleri yoktur ve muhtelif kısımlara münkasım ve lâtif ve nuranî cisimlerdir.


Üçüncü makam: Arkadaş! Melâike meselesi öyle mes’elelerdendir ki, bir cüz’ün sübutuyla küll sabit olur; bir ferdin vücuduyla, nevi tahakkuk eder. Zira inkâr eden küllünü inkâr eder. Binaenaleyh, zaman-ı Âdemden şimdiye kadar bütün din adamları her asırda icmâ ve ittifakla melâikenin vücuduna ve aralarında muhaverenin sübutuna ve müşahedelerinin tahakkukuna ve onlardan edilen rivayetlerin nakline hükmettikleri halde, melâikenin hiçbirisinin insanlara görünmediği veya vücutları hissedilmediği elbette muhaldir.

Kezalik, beşerin akaidine karışıp hiçbir zamanda, hiçbir inkılâpta itirazlara maruz kalmayarak devam eden melâike itikadının bir hakikate, bir asla dayanmaması ve mebâdi-i zaruriyeden tevellüd etmemesi muhaldir. Herhalde beşerin bu umumî itikadı, mebâdi-i zaruriyeden neş’et eden ve müşahedat-ı vâkıadan hasıl olan ve muhtelif emarelerden tevellüd eden hadsî bir hükmün neticesidir. Evet, bu itikad-ı umumînin sebebi, kat’î bir surette manevî bir tevatür kuvvetini



abd: kulakaid: bir dinin öğrenilmesi gereken inançlarının ve ibadet kurallarının tümü, inanç sistemi
beyan: açıklama, anlatmabeşer: insanlık
binaenaleyh: bundan dolayıcâmid: cansız
cüz’: kısım, parçaemare: belirti, işaret
ervah: ruhlareşkâl: şekiller, biçimler
hads: güçlü sezgi, sezişhülâsa: özet
icmâ: fikir, görüş birliği, aynı görüşte toplanmainkılâp: değişim, dönüşüm
itikad: inançitikad-ı umumî: çoğunluğun, genelin inancı
ittifak: fikrî uyuşma, fikir birliğiizah: açıklama
kat’î: kesinkeza/kezâlik: bunun gibi
küll: bütünlâtif: şeffaf, ince; gözle görülmeyen, cismani olmayıp nurdan olan
maruz: tesiri altında kalma, uğramamazhar: ayna olma, yansıma yeri
mebâdi-i zaruriye: zorunlu prensipler, ilke ve esaslarmelâike: melekler
melâike itikadı: meleklere iman, inanmamuhal: imkânsız, olmayacak şey
muhalefet: karşıt olma, aykırılıkmuhavere: karşılıklı konuşma
muhtelif: farklımuvafık: lâyık, uygun
mânevî tevatür: aynı haberi farklı toplulukların değişik tarzlarda aktarmasımânâ-yı hakikat: gerçek ve doğru olan mânâ
mükerrem: kendilerine ikram edilmiş, lütfa mazhar olmuşmünasebet: alâka, ilgi
münhasır: ait, mahsusmünkasım: kısımlara ayrılmış
münâsip: uygunmüttefikan: birleşerek, fikir ve görüş birliğiyle
müşahedat-ı vâkıa: olgular, gerçekler üzerinde yapılan müşahedeler, gözlemlermüşahede: görme, gözlemleme
müştemil: içine alan, kapsayannakil: Kur’ân âyetleri ve hadis gibi dini metinler ve onlardan alıntı yaparak haber verme, aktarma
nevi: çeşit, türneş’et etme: doğma, meydana gelme
nuranî: nurdan yaratılmış, nurlurivayet: anlatma; haber, hadis vs. nakletme, aktarma
sabit olma: ispat edilme, kesinleşmesübut: sabit olma, kesin olarak meydana çıkma
tahakkuk: gerçekleşmetebârüz: açığa çıkma, ortaya çıkma
tevellüd etme: doğmateşekkül-ü ervâh: ruhların oluşması, meydana gelmesi
ukûl-ü selime: sağlam ve bozulmamış akıllarumumî: genel
vecih: şekil, tarzvücud: varlık, var oluş
zaman-ı Âdem: Âdem (a.s.) zamanızira: çünkü
âlem: dünyaâlem-i gayb: görünmeyen başka dünyalar
âlem-i şehadet: görünen âlem, dünyaşeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 342


veren, pek çok defalar vukua gelen melâikenin müşahedelerinden hasıl olan zarurî ve kat’î delil ve emarelerdir. Çünkü melâike meselesi, beşerin malûmat-ı yakîniyesindendir. Eğer bunda şüphe olursa, beşerin yakîniyatında emniyet kalmaz.

Hülâsa: Ruhanîlerden bir ferdin bir zamanda vücudu tahakkuk etse, bu nev’in vücudu tahakkuk eder. Nev’in vücudu tahakkuk etse, herhalde Şeriatın beyan ettiği gibi olacaktır.


Bu âyetin, sâbık âyetle dört vecihle irtibatı vardır.

Birinci vecih: Bu âyetler, beşere verilen büyük nîmetleri tâdad ediyor. Birinci âyetle en büyük nimete işaret edilmiştir ki; beşer, hilkatın neticesidir ve arzın müştemilâtı ona teshir edilmiştir, istediği gibi tasarruf eder. Bu âyet ile de, beşerin arza hâkim ve halife kılınmış olduğuna işaret edilmiştir.

İkinci vecih:
blank.gif
1


Üçüncü vecih: Evvelki âyetle, canlı mahlûkatın meskenleri olan arz ve semavata işaret edilmiştir. Bu âyetle de, o meskenlerin sâkinleri olan beşer ve melâikeye işaret edilmiştir. Ve keza o âyet hilkatin silsilesine, bu âyet ise zevi’l-ervahın silsilesine işaret etmişlerdir.

Dördüncü vecih: Evvelki âyette hilkatten maksat beşer olduğu ve Hâlıkın yanında beşerin bir mevki sahibi bulunduğu tasrih edildiğinde sâmiin zihnine geldi ki: “Bu kadar fesat, şürur ve kötülüğü yapan beşere bu kadar kıymet neden verildi? Cenâb-ı Hakka ibadet ve takdis için şu fesatçı beşerin vücuduna hikmetin iktizası ve rızası var mıdır?” Sâmiin bu vesvesesini def için şöyle bir işarette bulundu ki; Beşerin o şürur ve fesatları, onda vedia bırakılan sırra mukabele


[NOT]Dipnot-1 Arapça İşârâtü’l-İ’câz’da burada tay edilen vecih:“İkinci Vecih: Evvelki âyet, arzdaki herşeyin zimâmı beşerin eline verildiği belirtilmiştir. Bu âyet de onun beyânı, tafsili ve izâhı olduğu gibi, tahkiki, bürhanı ve tekididir.”
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
arz: yeryüzü, dünyabeyan etme: açıklama, anlatma
beşer: insanlıkburhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil
emare: belirti, işaretemniyet: güven
fesat: bozgunculukhalife: yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan
hilkat: yaratılışhilkat silsilesi: yaratılış zinciri, ağacı
hilkaten: yaratılış olarakhülâsa: öz, özet
iktiza: bir şeyin gereğiirtibat: bağ, ilişki
izâh: açıklamakat’î delil: kesin, şüphesiz delil
keza: bunun gibimahlukât: yaratıklar, yaratılanlar
malûmât-ı yakîniye: şüpheye yer bırakmayacak derecede kesin olarak bilinen şeylermelâike: melekler
mevki: yer, konummüşahede: görme, gözlemleme
müştemilât: içindekilernev’: çeşit, tür
ruhanî: maddî yapısı olmayan ruh âlemine ait varlıksemavat: gökler
sâbık: önceki, geçmişsâkin: oturan, ikamet eden
sâmi’: dinleyen, işitentafsil: ayrıntı
tahakkuk: gerçekleşmetahkikî: kesin, muhakkak olduğunu gösterme
takdis: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmatasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme
tasrih: açık şekilde bildirmetay etme: atlama, geçme
tekid: pekiştirme teshir edilme: emrine verilme
tâdât etmek: saymakvecih: şekil, tarz, yön
vedia: emanet, ödünçvesvese: kuruntu, şüphe
vukua gelme: gerçekleşme, meydana gelmevücud: varlık, var oluş
yakîniyat: şüphe edilmeyecek derecede kesin olan şeylerzarurî: zorunlu, gerekli
zevi’l-ervâh: ruh sahipleri, canlılarzimâm: yular
şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyetşürûr: şerler, kötülükler

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 343


edemez, affolur. Ve Cenâb-ı Hak onun ibadetine muhtaç değildir. Ancak, Allâmü’l-Guyûbun ilmindeki bir hikmet içindir.

Cümlelerin arasındaki irtibata geldik.

وَاِذْ ﴿ Bu kelime, وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ
blank.gif
1
cümlesine atıftır. Halbuki aralarında münasebet olmadığı gibi اِذْ diğer bir اِذْ ’i iktiza eder. Binaenaleyh, böyle bir takdire lüzum vardır:


اِذْ خَلَقَ مَا خَلَقَ مُنْتَظَمًا وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ
blank.gif
2
ilâ âhir. Bu takdirde, ikinci اِذْ birincisine atıf olur ve her iki cümle arasında da münasebet bulunur.

اِنِّى جَاعِلٌ فِى اْلأَرْضِ خَلِيفَةً
blank.gif
3
﴿ Cenâb-ı Hak, müşavere yolunu öğretmekle beşerin hilâfetindeki hikmetin sırrını melâikeye istifsar ettirmek üzere bu cümleyi söyledi. Sâmiin zihni, üç noktayı nazara alarak harekete geçti:

1. Melâike ne dediler?

2. Taaccüple hikmeti sordular.

3. Cinlere halife olmakla beraber, beşerde kuvve-i gadabiye ve şeheviye dahi ilâveten halk edilmiştir. Bunlar, cinlerden daha ziyade fesat yapacaklardır.

İşte Kur’ân-ı Kerim قَالُوۤا اَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاۤءَ
blank.gif
4
﴿ cümlesiyle o üç noktaya işaret etmiştir. Melâikenin sual-i taaccüp ve istifsarları bittikten sonra, sâmi, Cenâb-ı Haktan verilecek cevabı beklerken, Kur’ân-ı Kerim, قَالَ اِنِّىۤ اَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
blank.gif
5
﴿ cümlesiyle cevap vermiştir. Yani,

[NOT]Dipnot-1 “O her şeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29.
Dipnot-2 Allah yarattığı her şeyi muntazam olarak yarattığı ve Rabbin onlara şöyle dediği zaman…
Dipnot-3 “Ben yerde bir halifeyi yaratacağım.” Bakara Sûresi, 2:30.
Dipnot-4 “Melekler “Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın?” dediler.” Bakara Sûresi, 2:30.
Dipnot-5 Bakara Sûresi, 2:30.
[/NOT]

Allâmü’l-Guyûb: gayb âlemini ve herşeyi bilen ve ilminden hiçbir şey gizli kalmayan AllahCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
atıf: bağlama, bağlaç; kendinden öncekiyle sonraki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı kuran edatbeşer: insanlık
binaenaleyh: bundan dolayıfesat: bozgunculuk
halk edilmek: yaratılmakhikmet: sır, gaye, maksat
hilâfet: halifelik; yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen göreviktiza etme: gerektirme
ilâ âhir: sonuna kadarilâveten: ek olarak
istifsâr: açıklamasını isteme; soru sormakuvve-i gadabiye: öfke duygusu; zararlı şeyleri def etme duygusu
kuvve-i şeheviye: şehvet duygusu; yararlı şeyleri çekip elde etme duygusumelâike: melekler
münasebet: alâka, ilgimüşavere: karşılıklı istişare etme, danışma
nazara alma: dikkate almasuâl-i taaccüb: hayretini ifade etmek için sorulan soru
sâmi’: dinleyen, kulak verentaaccüb: hayret etme, şaşkınlık
takdir: lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan sözü belirtme, mânâyı göstermeziyade: çok
اِذْ: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 344


“Eşya ve ahkâm, sizin malûmatınıza münhasır değildir. Adem-i ilminiz, onların vücuda gelmeyeceklerine sebep olamaz. Benim, beşerin hilkati hakkında bir hikmetim vardır; o hikmetin hâtırası için, fesatlarını nazara almam.” ferman etmiştir.

Cümlelerin heyet ve nüktelerine geldik:

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ
blank.gif
1
﴿ ilâ âhir. Atfı ifade eden bu وَ münasebet-i atfiyenin iktizasına binaen وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ cümlesine mâtufun-aleyh olmak üzere اِذْ خَلَقَ مَا خَلَقَ مُنْتَظَمًا
blank.gif
2
cümlesinin takdirine işarettir.


Ve keza اِذْ zaman-ı mâziyi ifade ettiği cihetle, sanki zihinleri, geçmiş zamanların silsilesine götürür veya o silsileyi bu zamana getirir, ihzar eder ki, zihinler, o zamanlarda vukua gelmiş olan hadiseleri görsünler.

رَبُّكَ
blank.gif
3
Bu tâbir, melâikenin aleyhine bir hüccet ve bir delildir. Yani, “Allah seni terbiye etmiştir, hadd-i kemale eriştirmiştir ve seni beşere mürşid kılmıştır ki, fesatlarını izale edesin. Demek, nev-i beşerin en büyük hasenesi sensin ki, onların mefsedetlerini setrediyorsun.”


لِلْمَلٰۤئِكَةِ
blank.gif
4
Cenâb-ı Hakkın müşavere şeklinde melâike ile yaptığı muhavere, melâikenin beşer ile fazla bir irtibat ve alâka ve münasebetleri olduğuna işarettir.



[NOT]Dipnot-1 “Rabbin onlara şöyle dediği zaman…” Bakara Sûresi, 2:30.
Dipnot-2 Allah, yarattığı her şeyi çok muntazam olarak yarattığında.
Dipnot-3 Rabbin.
Dipnot-4 Meleklere.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allahadem-i ilim: bilmeme
ahkâm: bir noktada verilen hükümleralâka: bağlantı
atf: bağlama, bağlaç; kendinden öncekiyle sonraki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı kuran edatbeşer: insanlık
binaen: -dayanarak cihet: taraf, yön
ferman: buyruk, emirfesat: bozgunculuk
hadd-i kemâl: olgunluk ve mükemmellik sınırı, seviyesihadise: olay
hasene: güzellik; meyvehikmet: sır, amaç, gaye
hilkat: yaratılışhüccet: kanıt, delil
ihzar: hazır etme, o ana getirmeiktiza: bir şeyin gereği
ilâ âhir: sonuna kadarizale: giderme, ortadan kaldırma
keza: bunun gibimalumât: bilgiler
mefsedet: bozgunculuk, fesat, kötülükmelâike: melekler
muhavere: karşılıklı konuşmamâtufun aleyh: bir edat vasıtasıyla kendisine bağlanılan kelime veya cümle
münasebet: alâka, ilgimünhasır: ait, mahsus
münâsebet-i atfıye: bir kelime veya cümlenin diğer bir kelime veya cümleye “ve” gibi bir edâtla bağlama sebebi, alâkasımürşid: irşad eden, doğru yolu gösteren
müşavere: istişare etme, danışmanazara alma: dikkate alma, bakma
nev-i beşer: insanlarnükte: ince ve derin mânâ
setretme: örtmesilsile: zincir
tabir: ifade, anlatımtakdir: lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan sözü, mânâyı gösterme
terbiye etme: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırmavukua gelme: gerçekleşme, meydana gelme
vücuda gelme: meydana gelmezaman-ı mazi: gr. geçmiş zaman kipi
اِذْ: (bk. ḥ-r-fوَ: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 345


Çünkü melâikenin bir kısmı insanları hıfzediyor, bir kısmı kitabet işlerini görüyor. Demek insanlarla alâkaları ziyade olduğundan, insanların ahvâline ehemmiyet veriyorlar.

اِنِّى
blank.gif
1
melâikenin, اَتَجْعَلُ
blank.gif
2
ile yaptıkları istifhamdan anlaşılan tereddütlerini reddetmekle, meselenin azamet ve ehemmiyetine işarettir.


اِنِّى Burada ى mütekellim-i vahde ile, وَاِذْ قُلْنَا
blank.gif
3
da mütekellim-i maalgayr zamirinin zikirlerinden şöyle bir işaret çıkıyor ki: Cenâb-ı Hakkın halk ve icad fiilinde vasıtanın bulunmadığına, kelâm ve hitabında vasıtaların bulunduğuna işarettir. Bu nükteye delâlet eden başka âyetler de vardır. Ezcümle,
اِنَّاۤ اَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا اَرٰيكَ اللهُ
blank.gif
4

âyet-i kerimesinde azamete delâlet eden نَا zamîr-i cem’î, vahiyde vasıtanın bulunduğuna işaret olduğu gibi, بِمَاۤ اَرٰيكَ اللهُ
blank.gif
5
de müfred hükmünde olan Lâfza-i Celâl, mânâları ilham etmekte vasıtanın bulunmadığına işarettir.


جَاعِلٌ
blank.gif
6
kelimesinin خَالِقٌ
blank.gif
7
kelimesine tercihen zikri: Melâikenin medâr-ı şüphe ve mûcib-i istifsarları, halk ve icad fiili değildir. Zira vücut, hayr-ı mahzdır. Halk, Allah’ın fiilidir; Allah’ın fiili, lâyüs’eldir. Ancak melâikeyi şüpheye dâvet eden ve istifsarlarına mûcip olan, جَعْل ’dir. Yani, Cenâb-ı Hakkın, beşeri, arzın tamirine tahsis etmesidir.



[NOT]Dipnot-1 Şüphesiz ki ben.
Dipnot-2 Yapacak mısın?
Dipnot-3 Şöyle dedik.
Dipnot-4 “Muhakkak ki Biz, Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye Kur’ân’ı sana hak ile indirdik.” Nisâ Sûresi, 4:105.
Dipnot-5 “Allah'ın sana gösterdiği şeyler.” Nisâ Sûresi, 4:105.
Dipnot-6 Kılan, bir işi yapan.
Dipnot-7 Yaratıcı.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahLâfza-i Celâl: “Allah” kelimesi
ahvâl: haller, durumlaralâka: bağlantı
arz: dünyaazamet: büyüklük, yücelik
beşer: insanlıkdelâlet: delil olma, işaret etme
ehemmiyet: değer, önemezcümle: meselâ, örneğin
halk: yaratmahayr-ı mahz: sırf hayır
hitab: konuşmahıfz etme: koruma
icad: var etmeilham etmek: kalb yoluyla bildirmek
istifham: soru sormaistifsar: açıklama isteyerek soru sorma
kelâm: kelime, ifadekitabet: yazma; sevap ve günahlarını yazma
lâyüs’el: sorulmazmedâr-ı şüphe: şüphe sebebi
melâike: meleklermûcib-i istifsar: soru sorma gerekçesi, sebebi
mûcip: gerektirici sebep, gerekçemüfred: tekil
mütekellim-i maalgayr: birinci çoğul şahıs, “biz”mütekellim-i vahde: birinci tekil şahıs, “ben”
nükte: ince ve derin mânâtahsis: ait, mahsus kılma, ayırma
tercihen: tercih ederektereddüt: şüphe
vahiy: Allah tarafından peygambere gelen emir ve yasaklarzamir-i cem’: çoğul zamiri
zira: çünküziyade: çok

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 346

فِى اْلاَرْضِ
blank.gif
1
deki فِى nin عَلٰى ya tercihi; beşerin yer üstünde olduğu, عَلٰى kelimesinin mânâsına muvafık ve münasip iken, tercihan فِى ’nin zikredilmesi, beşerin bir ruh gibi arzın cesedine nefh ve nüfuz ettiğine ve beşerin ölüp inkıraz etmesiyle arzın yıkılmasına işarettir.

خَلِيفَةً
blank.gif
2
Bu tâbir, arzın, insanların hayatına elverişli şeraiti hâiz olmazdan evvel arzda idrakli bir mahlûkun bulunmuş olduğuna ve o mahlûkun hayatına, o zamandaki arzın evvelki vaziyetleri muvafık ve müsait bulunduğuna işarettir. خَلِيفَةً tâbirinin bu mânâya delâleti, mukteza-yı hikmettir. Amma meşhur olan mânâya nazaran, o idrakli mahlûk, cinlerden bir nevi imiş; yaptıkları fesattan dolayı insanlarla mübadele edilmişlerdir.


قَالُوۤا اَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاۤءَ
blank.gif
3
﴿ Bu cümle, müste’nifedir. Bu isti’naftan anlaşılıyor ki, Cenâb-ı Hakkın melâike ile olan hitabı, sâmii şöyle bir suale mecbur etmiştir ki: “Acaba, melâikeler komşuluklarına gelecek insanları nasıl karşılayacaklardır? Hem onlarla beraber olmaya ve komşu olmaya rızaları var mıdır? Hem fikirleri nedir?”
Kur’ân-ı Kerim, اَتَجْعَلُ
blank.gif
4
cümlesiyle o suali cevaplandırmıştır.

S - قَالُوا اَتَجْعَلُ
blank.gif
5
ilâ âhir... cümlesi, اِذْ قَالَ
blank.gif
6
cümlesine ceza olduğuna nazaran, aralarında lüzum lâzımdır. Halbuki lüzum görünmüyor?



[NOT]Dipnot-1 Yeryüzünde.
Dipnot-2 Halife.
Dipnot-3 “Melekler ‘Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yapacaksın?’ dediler.” Bakara Sûresi, 2:30.
Dipnot-4 Yapacak mısın? Yaratacak mısın?
Dipnot-5 “Yapacak mısın?" dediler.
Dipnot-6 Şöyle dedi.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allaharz: dünya
beşer: insanlıkceza (cümle): biri diğerinin şartına bağlı olan iki cümleden ikincisi
delâlet: delil olma, göstermefesat: bozgunculuk
haiz: sahip olmahitab: konuşma
idrâk: anlayış, kavrayışilâ âhir: sonuna kadar
inkıraz: dağılıp yok olma, son bulmaisti’naf: önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerdeki muhtemel sorulara cevap teşkil etme
mahlûk: yaratık, yaratılmışmelâike: melekler
mukteza-yı hikmet: hikmetin gereğimuvafık: lâyık, uygun
mübadele etme: değiş tokuş yapmamünâsip: uygun, denk
müste’nife: yeni başlayan; önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerdeki muhtemel sorulara cevap teşkil eden cümlenazaran: bakarak, -göre
nefh: üfleme, vermenevi: çeşit, tür
nüfuz: içe geçme, işlemesâmi’: dinleyen, işiten
tabir: ifade, anlatımtercihan: tercih ederek
şerâit: şartlarعَلٰى: (bk. ḥ-r-f
فِى: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 347


C - Melâike arzın müekkelleri bulundukları cihetle, arz, onların idaresinde olur. Bu itibarla, insanların arza halife kılınması hakkında melâikenin fikirlerini izhar etmek lüzumu vardır. قَالَ قَالُوا
blank.gif
1
tâbirleri, mukavele ve muhavere şeklinde müşavere üslûbunu insanlara öğretmek içindir. Yoksa Cenâb-ı Hak, müşavereden münezzehtir.

Melâikenin اَتَجْعَلُ
blank.gif
2
ile yaptıkları istifhamdan maksat, جَعْل e itiraz, جَعْل i inkâr etmek değildir. Çünkü Cenâb-ı Hakkın fiillerine itiraz etmeye ismetleri mânidir. Ancak جَعْل in sebebi mahfî olduğundan, taaccüple sebep ve hikmetini sormuşlardır. جَعْل tâbirinden anlaşılıyor ki, insanın ahvâli, vaziyetleri ne tabiatın iktizasıdır ve ne de fıtratın icabıdır; ancak bir câilin ca’li iledir.

S – فِيهَا
blank.gif
3
Mesafe pek kısa olduğu halde, ikinci فِيهَا nin zikrine ne ihtiyaç vardır?

C - Birinci فِيهَا ile beşerin bir ruh gibi arza nüfuz etmesiyle arzı ihya etmesine; ikinci فِيهَا ise, beşerin fesadı dahi Azrail gibi arzın kalbine kadar pençesini sokup arzı imatesine işarettir. Demek beşer, bir taraftan arzın şifası için bir ilâç iken, diğer taraftan ölümünü intaç eden bir zehirdir.


مَنْ
blank.gif
4
Beşerden kinayedir. Kinayenin tasrihe sebeb-i tercihi: Melâikenin maksadı, beşerin şahsiyeti olmayıp, ancak kendilerine sakîl, ağır gelen bir mahlûkun Allah’a isyan etmesine işarettir.



[NOT]Dipnot-1 Dedi-Dediler.
Dipnot-2 Yapacak mısın? Yaratacak mısın?
Dipnot-3 İçinde.
Dipnot-4 O kimse ki (bk. ḥ-r-f: Şart edatları).
[/NOT]

Azrail: ölüm meleğiCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
ahvâl: haller, durumlararz: dünya
beşer: insanlıkca’l: kılma, yapma
cihet: yöncâil: yapan, kılan
fesad: bozgunculuk, karışıklıkfıtrat: yaratılış, mizaç, karakter
halife: yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan türühikmet: fayda, gaye, sır
ihya: canlandırma, şenlendirip canlılık katmaiktiza: bir şeyin gereği
imâte: öldürmeintaç etme: netice verme, doğurma
ismet: günahsızlık, masumlukistifham: soru sorma
itibar: özellikizhar etmek: açıklamak, göstermek
kinaye: bir sözü gerçek mânâsına da gelebilecek şekilde, onun dışında başka bir mânâda kullanma san’atımahfî: gizli
mahlûk: yaratık, yaratılmışmelâike: melekler
muhavere: karşılıklı konuşmamukavele: sözleşme
mâni: engelmüekkel: görevli
münezzeh: her türlü kusur ve eksiklikten yüce, uzakmüşavere: istişare etme, danışma
nüfuz etme: içe geçme, işlemesakil: ağır
sebeb-i tercih: tercih sebebitaaccüb: hayret etme, şaşkınlık
tabiat: doğallık, yaratılıştabir: ifade, anlatım
tasrih: açık şekilde bildirmeüslûp: ifade ve söyleşi tarzı

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 348


يُفْسِدُ
blank.gif
1
Fesadın “isyan”a bedel zikri, isyanlarının nizam-ı âlemin fesadına sebep olacağına işarettir. Devam ile teceddüdü ifade eden muzâri sigasıyla fesadın zikredilmesi, melâikenin asıl istemedikleri ve inkâr ettikleri, ancak isyanlarının devam ve istimrar ile vukua geleceğine ait olduğuna işarettir. Melâike, beşerin isyanlarının devam ve istimrarını, ya Cenâb-ı Hakkın i’lâmıyla bilmişlerdir veya Levh-i Mahfuza bakıp ondan almışlardır veyahut insanlardaki kuvve-i gazabiye ve şeheviyeden anlamışlardır.


فِيهَا
blank.gif
2
Kuvve-i şeheviye ile arzda fesat hasıl olur; kuvve-i gazabiyenin tecavüzüyle katl ve kıtale mahal olur. Halbuki arz, takvâ üzerine tesis edilmiş bir mescid hükmündedir.

وَ ise, fesat ile sefk gibi iki rezileyi birbirlerine atf ve cem eder. Çünkü fesat, sefk-i dimâya sebeptir.


يَسْفِكُونَ
blank.gif
3
’nin يَقْتُلُونَ
blank.gif
4
ye tercihen zikrinden anlaşılıyor ki, sefk, zulmen yapılan katldir. Bu ise, fesada daha münasiptir. Çünkü katlin ifade ettiği mânâ, katlin mübah kısmına da şâmildir: Cihadda veya bir cemaati kurtarmak için yapılan katller gibi ki, bu katl, fesada münasip olmaz.


اَلدِّمَاءَ
blank.gif
5
Sefk kelimesinin delâlet ettiği ırâka-i demdeki dem’i tekittir.

وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ
blank.gif
6
﴿ Beşerin ca’lindeki hikmeti soran

[NOT]Dipnot-1 Bozgunculuk yapar; fesat çıkarır.
Dipnot-2 İçinde.
Dipnot-3 Kan akıtırlar.
Dipnot-4 İnsan öldürürler.
Dipnot-5 Kanlar.
Dipnot-6 “Bizler hamdinle beraber sana tesbih ve seni takdis etmekteyiz.” Bakara Sûresi, 2:30.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahLevh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah’ın ilminin bir adı
arz: yeryüzü, dünyaatf ve cem etme: bağlama ve bir araya getirme, birleştirme
beşer: insanlıkbeşerin ca’li: insanın yaratılması, halife kılınması
cemaat: topluluk, grupcihad: savaş, harp
delâlet: gösterme, işaret etmedem: kan
fesad: bozgunculuk, karışıklıkhikmet: sır, gaye, maksat
hâsıl olma: meydana gelme istimrar: devam etme, süreklilik
i’lâm: haber verme, bildirmekatl: öldürme
kuvve-i gazabiye: öfke gücükuvve-i şeheviye: şehvet gücü
kıtal: savaş, savaşma mahal olma: yer, mekân olma, sebep olma
melâike: meleklermuzârî: Arapçada şimdiki ve geniş zamanı ifade eden fiil kipi
mübah: dinen yapılmasında ve yapılmamasında herhangi bir sakınca olmayan, helal olan davranışlarmünâsip: uygun
nizam-ı âlem: âlemin düzenirezile: rezillik, alçaklık
sefk: kan dökme, kan akıtma sefk-i dimâ: kan dökmeler, akıtmalar
siga: kiptakvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınma
tecavüz: haddi aşma, ileri gitmeteceddüt: yenilenme
tekid: pekiştirmetercihen: tercih ederek
vuku: gerçekleşme, meydana gelmezulmen: zulmederek
ırâka-i dem: kan akıtma şamil: içine alan, kapsamlı
وَ: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 349


melâikeye, sanki şöyle bir itiraz vârit olmuştur: “Beşerin Allah’a yapacağı ibadet ve takdis, onun ca’line sebeb-i kâfi gelmez mi ki, ca’linin hikmetini soruyorsunuz?”

İşte vav-ı hâliye ile zikredilen وَنَحْنُ نُسَبِّحُ
blank.gif
1
cümlesi, güya o itirazı ref etmeye işarettir.

نَحْنُ
blank.gif
2
Maâsîden mâsum melâikenin cemaatlerinden kinâyedir.


Cümlenin cümle-i ismiye şeklinde zikredilmesi, tesbihin melâikeye bir seciye olduğuna ve melâikenin tesbihata mülâzım ve müdavim olduklarına işarettir.

نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ “Bizler, bütün ibadetlerin Sana mahsus olduğunu kâinata ilân ve Cenâb-ı Ulûhiyetine lâyık olmayan şeylerden münezzeh olduğuna iman ve bütün evsaf-ı azamet ve celâl ile muttasıf olduğuna itikad ediyoruz.”

وَنُقَدِّسُ لَكَ
blank.gif
3
Bu ل, ya sıladır, bir mânâyı ifade etmez veya ta’lil ve sebebiyet içindir.

Birinci ihtimale göre نُقَدِّسُكَ takdirinde olur. Yani, “Seni takdis ve tathir ediyoruz” demektir.

İkinci ihtimale nazaran,نُقَدِّسُ ِلاَجْلِكَ takdirinde olur. Yani, “Biz, nefislerimizi, fiillerimizi günahlardan temizlemekle beraber, kalblerimizi mâsivândan çeviriyoruz” demektir.


[NOT]Dipnot-1 Biz tesbih ediyoruz.
Dipnot-2 Biz.
Dipnot-3 Her türlü eksiklik ve çirkinlikten uzak tutarak takdis ediyoruz.
[/NOT]

Cenab-ı Ulûhiyet: yüce ilâhlık makamı
beşer: insanlık
ca’l: yaratma, yapma cemaat: topluluk, grup
cümle-i ismiye: isim cümlesi; isimle başlayan cümleevsaf-ı azamet ve celâl: Alah’ın haşmet, yücelik ve büyüklüğünü gösteren sıfatlar
güya: sankihikmet: sır, maksat, gaye
itikad etme: inanmakinâye: bir sözü gerçek mânâsına da gelebilecek şekilde, onun dışında başka bir mânâda kullanma san’atı
kâinat: evren, yaratılmış herşeymaâsi: isyanlar, günahlar
melâike: meleklermuttasıf: vasıflanmış
mâsivâ: Allah’tan başka var olan her şeymâsum: günahsız, suçsuz
mülâzım ve müdâvim olma: bir şeyden ayrılmama, aralıksız devam etme münezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce
nazaran: bakarak, –görenefis: kişinin kendisi
ref etmek: ortadan kaldırmaksebeb-i kâfi: yeterli sebep
seciye: huy, karaktersıla: gr. sıla cümlesi; Arapça’da “ellezî=öyleki” gibi müphem isimlerle bir önceki cümleye bağlanan ve o cümleyi açıklayıcı olarak gelen cümle
takdir: lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan söz ve mânâyı belirlemetakdis: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma
takdis ve tathir etme: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten pâk ve yüce olduğunu dile getirmeta’lil: bir hükmün sebep ve illetlerini ortaya çıkarma, gösterme
tesbih: Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmatesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler ve varlıkların hal diliyle bu anlamı ifade etmesi
vârit olma: akla gelme, kaynaklanmavâv-ı hâliye: Arapçada fiilin oluşu sırasında, fâilin (öznenin) veya mef’ûlün (tümleç) durumunu belirten “hâl”, eğer isim cümlesi olarak gelirse başına bağlantı edatı olarak, hâl’i, durumu açıklanan kelime olan “zi’l-hâl”e bağlayan vav’a “vâv-ı haliye denir
ل: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 350

Bu وَ ise, iki rezileyi cem’ ve birbirine atfeden يُفْسِدُ
blank.gif
1
’deki و ’ın aksine ve inadına olarak, biri takdis, diğeri tesbih, iki fazileti cem’ ve birbirine atfediyor.


قَالَ اِنِّىۤ اَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
blank.gif
2
﴿ Bu cümle, melâikenin istifsarından sonra, “Acaba Cenâb-ı Hak, istifsarlarına nasıl cevap verdi ve taaccüplerini ne ile izale etti? Ve beşerin onlara tercihindeki hikmet nedir?” diye sâmiin kalbine gelen suale icmalî bir cevaptır; tafsili sonra gelecektir.

اِنِّىۤ اَعْلَمُ
blank.gif
3
’deki اِنَّ tahkiki ifade etmekle tereddüt ve şüpheyi def etmek içindir. Bu ise, müsellem olmayan nazarî hükümlerde olur. Halbuki burada Allah’ın, halkın bilmediklerini bilmesi müsellem ve bedihî bir hükümdür; hâşâ, melâikenin bu hükümde tereddütleri yoktur. Binaenaleyh, burada bu اِنَّ Kur’ân-ı Kerimin îcaz için ihtisaren icmâl ettiği birkaç cümleye işarettir.


1. Beşerdeki maslahatlar ve beşerin hayr-ı kesîre nisbeten mefsedetleri, şerr-i kalildir; şerr-i kalîl için hayr-ı kesîri terk etmek, hikmete muhalifdir.

2. Beşerin hilâfete olan sırr-ı liyâkati, melâikece meçhul, Hâlıkça malûmdur.

3. Beşerin onlara tercih hakkını veren hikmet, melâikece meçhuldür.

4. اِنَّ ’nin ifade ettiği tahkik, bazen sarih hükme değil, cümlenin bir kaydından istifade edilen zımnî bir hükme râci olur. Burada اِنَّ ’nin tahkiki, لاَ تَعْلَمُونَ



[NOT]Dipnot-1 Bozgunculuk yapar.
Dipnot-2 “Allah buyurdu ki: Şüphesiz ki ber sizin bilmediklerinizi bilirim.” Bakara Sûresi, 2:30.
Dipnot-3 Şüphesiz ki ben bilirim.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
atfetme: bağlamabedihî: ap açık, aşikâr
beşer: insanlıkbinaenaleyh: bundan dolayı
cem: toplama, bir araya getirmefazilet: değer, üstünlük, erdem
hayr-ı kesir: çok hayır, fazla iyilikhikmet: sır, maksat, gaye
hilâfet: halifelik; yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görevhâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
icmalî: kısa, kısacaicmâl etme: özetleme, kısaltma
ihtisaren: kısaca, özetleyerekistifsâr: açıklama isteyerek soru sorma
izale: giderme, ortadan kaldırmamalûm: bilinen, belli
maslahat: fayda, yararmefsedet: bozgunculuk, fesat
melâike: meleklermeçhul: bilinmeyen
muhalif: aykırı, zıtmüsellem: doğruluğu şüphesiz kabul edilmiş
nazarî: henüz doğruluğu ispat edilmemiş, kesinlik kazanmamış, teorik olannisbeten: kıyasla, oranla
râci: ait, dönüksarih: açık
sâmi: dinleyen, işitensırr-ı liyâkat: lâyık olma sırrı, sebebi
taaccüb: hayret etme, şaşkınlık tafsil: ayrıntı, detay
tahkik: kesinleştirmetakdis: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma
tereddüt: şüphetesbih: Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
zımnî: gizli, kapalı, örtülüîcaz: geniş mânâyı az sözle anlatmak
şerr-i kalîl: az kötülük اِنَّ: (bk. ḥ-r-f
وَ: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Melâikeye İman - Sayfa: 351


kaydından istifade edilen hükm-ü zımnîye râcidir. Yani, “Sizler, muhakkak bilmiyorsunuz.” Ve keza Allah’ın ilmi lâzım, beşerin vücudu melzumdur.

Bu cümlede ilm-i İlâhinin vücuduna delâlet eden اَعْلَمُ
blank.gif
1
den, beşerin vücuda geleceği tebarüz eder. Çünkü اَعْلَمُ nün delâletine göre, ilm-i İlâhî taallûk ve tahakkuk etmiştir. Öyleyse beşerin vücudu herhalde olacaktır.


Melâikeye verilen o icmalî cevabın tahkiki hakkında اِنَّ اللهَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
blank.gif
2
âyetinden şöyle bir izahat alınabilir ki: Cenâb-ı Hakkın ef’âli, hikmetlerden, maslahatlardan hâli değildir. Öyleyse mevcudat, halkın malûmatında münhasır değildir. Öyleyse melâikenin adem-i ilimleri, beşerin adem-i vücuduna delil olamaz.


Ve keza, Cenâb-ı Hak, hayr-ı mahz olarak melâikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halk etmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kadir ve câmi olarak dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki, beşerin şeheviye ve gadabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlûp olursa, beşer, mücahedesinden dolayı melâikeye tefevvuk eder. Aksi halde, hayvanattan daha aşağı olur; çünkü özrü yoktur.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 Ben bilirim.
Dipnot-2 “Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir ve her şeyi hikmetle yaratır.” Tevbe Sûresi, 9:28
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allahadem-i ilim: bilmeme, ilim ve bilgisinin olmaması
adem-i vücud: bir şeyin varlığının olmaması, yaratılmamasıbehâim: hayvanlar
beşer: insan, insanlıkcâmi: toplayan; toplamış
delâlet: delil olma, işaret etme, göstermeef’âl: fiiler, işler
gadabiye: öfkehalk etme: yaratma
hayr-ı mahz: sırf hayırdan ibarethayır: iyilik
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhâli: boş, beri, uzak
hükm-ü zımnî: gizli, kapalı, örtülü hükümicmâlî: kısaca, özetle
iktiza: gerektirme, bir şeyin gereğiilm-i İlâhî: Allah’ın herşeyi kuşatan sınırsız ilmi
izahat: izahlar, açıklamalarkadir: gücü yeten, yapabilen
keza: bunun gibikuvve-i akliye: akıl duygusu
lâzım: bir şeyden ayrılması mümkün olmayan şey, herhangi bir şey hatıra gelince hiçbir delile ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey; meselâmalumât: bilgiler
maslahat: fayda, yararmelzum: lâzım kılınan; bir hükmün varlığının diğer bir hükmü zorunlu olarak gerektirmesi, gündüz ile güneş meselesinde, “gündüz” melzumdur
melâike: meleklermevcudat: varlıklar, var edilenler
muhakkak: kesinlikle, kesin olarakmücahede: cihad etme, mücadele
münhasır: ait, mahsusmünkad olma: boyun eğme, emrine girme
râci: ait, dönüktaallûk: ilgili olma, bağlanma, ilişme
tahakkuk: gerçekleşmetahkik: bir şeyin kesinlik ve doğruluğunu araştırma
tebarüz etme: ortaya çıkma, belirme, gözükmetefevvuk etme: üstün gelme
teşkil etme: meydana getirme, oluşturmavücud: varlık, var oluş
vücuda gelme: yaratılma, meydana gelme, olmaşeheviye: şehvet gücü
şer: kötülük, fenalıkşerr-i mahz: kötülüğün ta kendisi, sırf kötülük

 
Üst