Mektubat 5. Ders - İlmi ve Dini Geçim Kaynağı Olarak Kullanmak

Muvahhid1

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

Hem maddi, hem manevi, hem nefsim, hem benimle, temas edenler gayet ehemmiyetli benden sual ediyorlar ki:

"Neden herkese muhalif olarak, hiç kimsenin yapmadığı gibi, sana yardım edecek çok ehemmiyetli kuvvetlere bakmıyorsun, istiğna gösteriyorsun? Ve herkes müştak ve talip olduğu ve Risale-i Nur’un intişarına, fütuhatına çok hizmet edeceğine o Risale-i Nur şakirtlerinin hasları müttefik oldukları ve senden kabul ettikleri büyük makamları kabul etmiyorsun, şiddetle çekiniyorsun?"

Elcevap: Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikate muhtaçtırlar ki, kainatta hiçbirşeye alet ve tabi ve basamak olamaz;

ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez;
ve hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlup edemez bir tarzda iman hakikatlerini ders versin.
Umum ehl-i imanın bin seneden beri teraküm etmiş dalaletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin.

İşte bu nokta içindir ki, dahili ve harici yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onları arayıp tabi olmuyor-ta avam-ı ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın; ve doğrudan doğruya hayat-ı bakiyeden başka hiçbir şeye alet olmadığından, fevkalade kuvveti ve hakikatı, hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale eylesin.

Emirdağ Lahikası



 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez.

Mahlukâtın Allah ile olan misali, bir dilenci grubunun misaline benzer ki sultan sarayının önünde bulunan bir meydanda durmuş ve yemeğe muhtaçtırlar. Sultan onlara birçok hizmetçi göndermiş, hizmetçilerin beraberinde ekmekler vardır. Bazısına ikişer bazısına da birer tane vermeleri ve hiç birini ihmal etmemeleri için çaba sarfetmelerini emretmiştir. Aynı zamanda bir dellâla da "Ey millet! Sakin olun! Hizmetçilerim size yemek dağıtmak hususunda çıktıklarında onların yakasına yapışmayın. Usluca bekleyin. Çünkü hizmetkârlar hepinize yemek vermeye memurdurlar. Buna rağmen hizmetkârların yakasına yapışan, onlara eziyet veren ve iki ekmek alanları cezalandıracağım. Açılınca çıkıp gideni hizmetkârlara eziyet vermeyen ve kendisine verilen bir ekmekle kanaat eden uslu bir kimse hakkında ise başkasını cezalandırdığım günde kendisine değerli hediyeler ihsan edeceğim. Kim yerinde durup, iki ekmeğini alırsa, onun için ne ceza vardır, ne de mükafat! Hizmetkârların yanılıp da birşey vermediği kimse de aç yatıp hizmetkârlara kızmazsa, 'Keşke bana ekmeğimi verseydi' de demezse, ben yarın onu vezir yapacağım.

Memleketimin idaresini onun eline vereceğim!" diye ilan ettirdi. Bu ilandan sonra, istekçiler dört kısma ayrıldı: Bir kısmı işkembelerine mağlup olup va'dedilen cezaya iltifat etmedi. 'Yarına kadar çok zaman vardır. Biz ise şimdi açız' deyip hizmetçilere saldırdı, onlara eziyet vererek ikişer ekmek aldılar ve gereken cezaya çarptırıldılar. Kendilerine pişmanlık fayda vermediği halde pişman oldular! Bir kısmı da ceza korkusundan hizmetçilere sataşmadılar fakat çok acıktıklarından dolayı ikişer ekmek aldılar. Bunlar cezadan kurtuldular, ancak, mükafata nâil olamadılar. Bir kısmı da 'Biz hizmetçilerin görebileceği bir yerde oturalım. Bizi unutmasınlar. Fakat bize verirlerse bir ekmek alıp kanaat edelim. Umulur ki sultanın hilatına mazhar oluruz' dediler. Bunlar da hilata mazhar oldular. Dördüncü bir kısım ise, o meydanın köşelerine çekilip hizmetçilerin gözlerinden kaybolup şöyle dediler: 'Eğer bizi arayıp bize verirlerse bir ekmekle kanaat edelim. Eğer bizi yanlışlıkla ihmal ederlerse, bu gece açlığın şiddetine tahammül edelim. Umulur ki biz, hizmetçilere kızmayı terketmeye de güç yetiririz. Böylece vezirlik mertebesine, sultana yakınlık derecesine nâil oluruz!'

Fakat onların bu tedbiri kendilerine fayda vermedi; zira hizmetçiler her köşeyi araştırdılar. Onlara birer ekmek verdiler. Bu durum, birkaç gün devam etti. Hatta ender olarak üç kişinin bir köşede saklanması ve hizmetçilerin gözlerine görünmemesi, hizmetçileri uzun uzun teftiş etmekten alıkoyan bir meşguliyet başgösterdi. Bu bakımdan bu üç kişi şiddetli bir açlık içerisinde gecelediler. Onlardan ikisi 'Keşke biz hizmetçilere görünüp yemeğimizi alsaydık. Bizim sabrımız kalmadı!' dediler. Üçüncüsü ise sabaha kadar sustu. Yakınlık ve vezirlik derecesine nâil oldu. İşte bu, halkın misalidir. Meydan, dünyadaki hayattır. Meydanın kapısı ölümdür. O meçhul olan mîâd kıyamet günüdür, vezirlik va'di kıyamet mîâdma tehir edilmeksizin razı ve aç olarak öldüğünde tevekkül sahipleri bir kimsenin şehadet mertebesine varmasının va'didir. Çünkü şehidler, rablerinin katında diridirler ve rızıklanırlar. Hizmetçilerin yakasına yapışan ise sebeplerde pek ileri giden kimsedir. Sultanın emrindeki hizmetçiler ise sebeplerin ta kendisidir.

Hizmetçilerin gözüne görünecek şekilde meydanda oturanlar ise, sükûnetle camiler ve tekkelerde ve mamur yerlerde ikamet edenlerdir. Zaviyelerde gizlenenler ise, tevekkülle çöllerde seyahat edenlerdir. Sebepler onların arkasına düşüp müstesna haller hariç rızık kendilerinin ayağına gelir. Eğer onlardan biri Allah'ın hükmüne razı olarak ölürse, ona şehadet ve Allah'a yakınlık mertebesi vardır. Halk, bu dört kısma ayrılmıştır. Yüzde doksanı sebeplere sarılmış, geri kalan onda yedisi, sırf hazır bulunmak ve' şöhret kazanmak suretiyle sebeplere yapışarak meskûn yerlerde ikamet etmiştir. Onda üçü de çöllerde seyahat etmiş, onların ikisi bu durumuna küsmüş, Allah'a olan yakınlığı, sadece bir kişi elde etmiştir.
Geçmiş zamanlarda durum bu idi. Şimdi ise, sebepleri terkeden, onbinde bir kişi bile yoktur. (a)
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

[NOT]O mezkûr ve malûm talebesinin hediyesine karşı cevaptan bir parçadır.

SALİSEN: Bana bir hediye gönderdin; gayet ehemmiyetli bir kaidemi bozmak istersin. Ben demiyorum ki: “Kardeşim ve biraderzadem olan Abdülmecid ve Abdurrahman’dan kabul etmediğim gibi senden de kabul etmem.” Çünkü sen onlardan daha ileri ve ruhuma daha yakın olduğundan, herkesin hediyesi reddedilse, seninki bir defaya mahsus olmak üzere reddedilmez. Fakat bu münasebetle o kaidemin sırrını söyleyeceğim. Şöyle ki:

Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde kaidesini bozmadı. Eski Said’in, senin bu biçare kardeşine irsiyet kalan şu hasleti ise, tezehhüd ve sun’î bir istiğnâ değil, belki dört beş ciddî esbaba istinat eder.[/NOT]

Üstad Hazretleri bu mektubu, kendisine bir hediye vermek isteyen Hulusi Yahyagil ağabeye cevap olarak yazıyor. Bu cevabtan bugünkü din, ilim ve irşadla iştigal eden kişilerin alacağı çok dersler var. Bu konu günümüzde de oldukça önem arzeden bir konu.

Üstad Hazretleri Hulusi ağabeyin hediyesini, mektuptan da anladığımız kadarıyla, bir defaya mahsus olarak kabul ediyor. Çünkü onu hem talebesi, hem de kendine öz kardeşlerinden daha yakın ve ileri görüyor. Aralarındaki bu yakınlık ve muhabbet dolayısıyla hediyesini kabul ediyor. Ve hediye kabul etmeyişindeki sırları bu vesileyle bizlere de ders veriyor.

Hediye kabul etmediğine, kabul dahi etse karşılığında ya aynı değerde ya da daha fazlasıyla mukabele ettiğine dair daha bir çok mektup var risalelerde. İnşallah bunları da yeri geldikçe paylaşalım.
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

[NOT]Birincisi: Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar, “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar” deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.
[/NOT]

Din muarızlarının ilim adamlarındaki tesiri kırmak, halkı onlardan küstürmek adına uyguladığı birçok taktik vardır. Üstad Hazretleri bu tür planlara çokça muhatap olmuş. Muhtelif mektuplarda bunları görmek mümkün. İşte onlardan birisi, irşad vazifesi ile meşguliyet içinde olan kişileri, ilmi ve dini geçim vasıtası olarak kullandıklarına dair ittiham etmeleridir. İrşad ehlinin bunları fiilen tekzib etmesi gerekiyor. Tekzib etmedikleri takdirde yapılan hücumlar tesirini gösteriyor ve halk ciddi manada ehl-i irşaddan uzaklaşıyor. İnsanların kafasında oluşturulan çeşitli fitnelerin de etkisiyle “bu zatın benden menfaati olmasa, niye bu kadar vaktini sarfetsin, demek bir menfaati var” gibi şüpheler, ciddi manada insanlarla ehl-i irşadın arasındaki mesafeyi artırıyor. İşte hem bu gibi şüpheleri izale etmek adına, hem de ehl-i dalaletin ithamlarına karşı fiilen yalanlama lazım. Bu da ancak, onlardan hiçbir şekilde ücret talep etmemek ile olur.

Kendisine bu türden sual yönelten ehl-i dünyaya verdiği bir cevabı aynı ile paylaşalım inşallah.


[TAVSIYE]Ehl-i dünya bana der: “Neyle yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanları ve başkasının sa’yiyle geçinenleri istemiyoruz.”

Elcevap: Ben iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzâkımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz.

Şu meselenin izahını hiç arzu etmiyordum. Belki bir gururu ve bir enaniyeti ihsas eder fikriyle, beyan etmek bana pek nâhoştur. Fakat, madem ehl-i dünya evhamlı bir surette soruyorlar. Ben de derim ki:

Küçüklüğümden beri halkların malını kabul etmemek (velev zekât dahi olsa), hem maaşı kabul etmemek (yalnız bir iki sene Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyede dostlarımın icbarıyla kabul etmeye mecbur oldum, o parayı da mânen millete iade ettik). Hem maişet-i dünyeviye için minnet altına girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatımdır. Ehl-i memleketim ve başka yerlerde beni tanıyanlar bunu biliyorlar. Bu beş seneki nefyimde, çok dostlar bana hediyelerini kabul ettirmek için çok çalıştılar; kabul etmedim. “Öyle ise nasıl idare edersin?” denilse, derim:

Bereket ve ikram-ı İlâhî ile yaşıyorum. Nefsim çendan her hakarete, her ihanete müstehak ise de, fakat Kur’ân hizmetinin kerameti olarak, erzak hususunda, ikram-ı İlâhî olan berekete mazhar oluyorum.

On Altıncı Mektup[/TAVSIYE]
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

[NOT]İkincisi: Neşr-i hak için enbiyaya ittibâ etmekle mükellefiz. Kur’ân-ı Hakîmde, hakkı neşredenler [SUP]3[/SUP] اِنْاَجْرِىَاِلاَّعَلَىاللهِ diyerek insanlardan istiğnâ göstermişler.

Sûre-i Yâsin’de [SUP]4[/SUP] اِتَّبِعوُامَنْلاَيَسْئَلُكُمْاَجْراًوَهُمْمُهْتَدُونَ cümlesi, meselemiz hakkında çok mânidardır.


[SUP]3[/SUP] : “Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah’a aittir.” Yunus Sûresi, 10:72; Hûd Sûresi, 11:29; Sebe’ Sûresi, 34:47.
[SUP]4[/SUP] : “Doğru yolda olan ve sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere tâbi olun.” Yâsin Sûresi, 36:21.
[/NOT]


Bütün peygamberler r.a. ve en başta Peygamber efendimiz aleyhissalatü vesselam dini tebliğ karşılığında, halktan herhangi bir ücret talep etmemişler ve hizmetlerinin karşılığını, ancak Allah’tan beklemişler. Madem peygamberler bizim rehberimizdir, tebliğ ve irşad vazifesinde de, en başta örnek alacağımız kişiler onlardır. Onlara tabi olmak ile mükellefiz. Üstad bu düstura tabi olduğunu, hayatı boyunca fiilen göstermiştir.


Üstad Hazretleri’nin Yâsin Suresinden meselemiz hakkındaki bir ayeti alıntı yapıp “meselemiz hakkında çok mânidardır” demesi ilgi çekicidir. Çünkü zamanımızda bu vazifeyi geçim derdine alet edenler oldukça fazladır. Bu şekilde tebliğ ve irşad vazifesini yapan kişileri, anlatmaya çalıştıkları Kur’an’ın içinden bir ayetle uyarıyor Üstad hazretleri. Ve Kur’an da buna benzer bir çok ayet vardır. İşte onlardan birkaçının meali:


"(Hz. Nuh, kavmine şöyle dedi: ) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi (mükâfatımı) verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi Allah'tır." (26/ Şuarâ, 109)


"(Ey Rasülüm) Buna karşı (yaptığın tebliğ ve imana dâvetten dolayı) onlardan bir ücret de istemiyorsun. O Kur'an, bütün âlemlere ancak bir nasihattir." (12/Yûsuf, 104)


3/187: Ve hani Allah, kendilerine kitab verilenlerin 'Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz!' diye sağlam sözlerini almıştı. Hâlbuki (onlar) onu (kulak ardı ederek) sırtlarının gerisine attılar ve onunla az bir baha (kıymetsiz bir menfaat) satın aldılar. İşte (bu) satın almakta oldukları şey ne kötüdür!

188: Sakın zannetme ki o yaptıklarıyla sevinen, yapmadıkları şeylerle de övülmeyi arzu edenler, evet, sakın onları sanma ki azabdan kurtulacaklar! Çünki onlar için (pek) acı bir azab vardır.


199: Hem doğrusu ehl-i kitabdan, Allah’a, size indirilen (Kur’ân’)a ve kendilerine indirilene (Tevrât ve İncîl’e), Allah’a gönülden bağlı kimseler olarak gerçekten îmân edenler vardır. Allah’ın âyetlerini (karşılığında ne alsalar) az (düşecek) bir fiyata satmazlar. İşte onlar var ya, kendileri için Rableri katında mükâfâtları vardır. Muhakkak ki Allah, hesâbı pek çabuk görendir.
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

[NOT]Üçüncüsü: Birinci Sözde beyan edildiği gibi, Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Halbuki, ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün’im-i Hakikîye ait şükrü, senâyı zâhirî esbaba verir, hata eder.[/NOT]


Üstad Hazretlerinin hediye almamak için saydığı sırlardan birisi de, hediyeyi alanın ya da verenin gaflette bulunmasıdır. Evet alışverişlerimizde Allah cc. rızası olmalı. Allah cc. için işlemeli, Allah cc. adına almalı ve Allah cc. adına vermeliyiz. Allah cc. namına vermeyen gafillerden almamalıyız. Oysa ki insanoğlu gafletten halî değildir. Ya verdiği şeyin sahibini kendisi görür; karşılığında birşeyler bekler, minnet eder. Ya da alan kişi müsebbibi unutup, gelen hediyeyi sebebten bilir ve layık olmadığı haddinden fazla teşekkürü ona yapar. Her iki durumda hem alan hem veren için Allah'ın razı olacağı bir durum değildir. İşte Üstad bu noktada uyarıyor. "Allah cc. rızası için yaptığınız hizmeti, gafletle alıp verdiğiniz hediyelerle zedelemeyin, bozmayın" diyor bir manada. Hediyeleşmek sünnettir ancak burdaki hediyeleşmeden kasıt, benim anladığım, ilim ve irşad vazifesinde bulunmanın getirdiği hassasiyeti, karşılığında menfaat beklenebilecek bir hediye ile kaybetmemektir.
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

[NOT]Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzâk-ı Zülcelâle yüz binler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiye-i ömrümü de o kaideyle geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.
[/NOT]


Üstad Hazretleri, cümlenin başında sıraladığı tevekkül, kanaat ve iktisat gibi hasletlere, azami derecede ehemmiyet vermiştir. Ve bu hasletlerin, berekete ve insanlara minnet etmeden geçinmeye vesile olduğunu hayatı ile ispat etmiştir. Onun bu halinden, din adamlarının, ilimle iştigal eden kişilerin, hizmetlerine mukabil hediye vs. almaya muhtaç olmadıklarını anlayabiliriz. Eğer ilim ehli hediye ve sadaka almaya muhtaç olsaydı, en başta Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri buna muhtaç olurdu. Çünkü bu zamanda hiç kimse onun yaşadığı hayat şartlarında yaşamıyor. O halde kimse diyemez ki "benim ihtiyacım var, ben bu ücreti almaya muhtacım. Almazsam yaşayamam."

Üstad Hazretlerinin bu hasletlerden ötürü mazhar olduğu bereket numunelerinden birkaçını yeri gelmişken paylaşalım inşaallah.


[TAVSIYE][SUP]1[/SUP]وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ sırrıyla, Cenâb-ı Hakkın bana ettiği ihsânâtı yad edip, bir şükr-ü mânevî nev’inde birkaç nümunesini söyleyeceğim. Bir şükr-ü mânevî olmakla beraber, korkuyorum ki, bir riya ve gururu ihsas ederek o mübarek bereket kesilsin. Çünkü müftehirâne gizli bereketi izhar etmek, kesilmesine sebep olur. Fakat, ne çare, söylemeye mecbur oldum.

İşte birisi: Şu altı aydır otuz altı ekmekten ibaret bir kile buğday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiş. Ne miktar kifayet edecek, bilmiyorum.[SUP]HAŞİYE[/SUP]

İkincisi: Şu mübarek Ramazan’da, yalnız iki haneden bana yemek geldi; ikisi de beni hasta etti. Anladım ki, başkasının yemeğini yemekten memnûum. Mütebâkisi, bütün Ramazan’da benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve sadık bir arkadaşım olan o hane sahibi Abdullah Çavuş’un ihbarı ve şehadetiyle, üç ekmek, bir kıyye pirinç bana kâfi gelmiştir. Hattâ o pirinç, on beş gün Ramazan’dan sonra bitmiştir.

Üçüncüsü: Dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, hergün ekmekle beraber yemek şartıyla, kâfi geldi. Hattâ, Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba günüydü, dedim ona: “Git, ekmek getir.” İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın. “Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber dua etmek arzu ediyorum” dedi. Ben de dedim: “[SUP]2 [/SUP]تَوَكَّلْنَا عَلَى اللهِ ; kal.”

Sonra, hiç münasebeti olmadığı halde ve bir bahane yokken, ikimiz yürüye yürüye bir dağın tepesine çıktık. İbrikte bir parça su vardı. Bir parça şekerle çayımız vardı. Dedim: “Kardeşim, bir parça çay yap.”

O ona başladı. Ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum. Müteessifâne şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceğim diye düşünmedeyken, birden bire başım çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: “Süleyman, müjde! Cenâb-ı Hak bize rızık verdi.”

O ekmeği aldık; bakıyoruz ki, kuşlar ve hayvânât-ı vahşiye, hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür hiçbir insan o tepeye çıkmamıştı. O ekmek ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerken, bitmek üzereyken, dört sene sadık bir sıddîkım olan müstakim Süleyman, ekmekle aşağıdan çıkageldi.

Dördüncüsü: Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat ve rahmet-i İlâhiye bana kâfi geldi.

İşte, şu nümuneler gibi çok şeyler var ve bereket-i İlâhiyenin çok cihetleri var. Bu köy halkı çoğunu bilirler. Fakat sakın bunları fahr için zikrediyorum zannetmeyiniz. Belki mecbur oldum. Hem benim için iyiliğe bir medar olduğunu düşünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır; veya hizmet-i Kur’âniyeye bir ikramdır; veya iktisadın bereketli bir menfaatidir; veyahut “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazin mırmırlarını dikkatle dinlesen, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” çektiklerini anlarsın.

Kedi bahsi geldi, tavuğu hatıra getirdi. Bir tavuğum var. Şu kışta yumurta makinesi gibi, pek az fasılayla hergün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem birgün iki yumurta getirdi, ben de hayrette kaldım. Dostlarımdan sordum, “Böyle olur mu?” dedim. Dediler: “Belki bir ihsan-ı İlâhîdir.” Hem şu tavuğun yazın çıkardığı küçük bir yavrusu vardı. Ramazan-ı Şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem küçük, hem kışta, hem Ramazan’da bu mübarek hali bir ikram-ı Rabbânî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı.


[SUP]1[/SUP] : “Rabbinin nimetini yâd et.” Duhâ Sûresi, 93:11.
[SUP]HAŞİYE[/SUP] : Bir sene devam etti.
[SUP]2[/SUP] : Allah’a tevekkül ettik.
[/TAVSIYE]
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

Güzel ve güncel bir konu aslında;Zaman zaman bizlerde karşılaşıyoruz ücret verme konusunda..Mesala kuranı kerim okumasını bilmeyen müslümanlar parayla hatim okutuyorlar..Kendi ailelerimizden de şahid olmuşuzdur..Bu hareket doğru mudur hocam..Veren içinde ücreti talep eden din adamı için de ?

Bu tür durumlarda tavrımız nasıl olmalıdır? Bir çok kardeşimizin kafasına takılan bir sorudur bu husus...
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

Güzel ve güncel bir konu aslında;Zaman zaman bizlerde karşılaşıyoruz ücret verme konusunda..Mesala kuranı kerim okumasını bilmeyen müslümanlar parayla hatim okutuyorlar..Kendi ailelerimizden de şahid olmuşuzdur..Bu hareket doğru mudur hocam..Veren içinde ücreti talep eden din adamı için de ?

Bu tür durumlarda tavrımız nasıl olmalıdır? Bir çok kardeşimizin kafasına takılan bir sorudur bu husus...


Hafız, pazarlık etmeden, sırf Allah rızası için hatim veya mevlid okursa, okutanın hediye ettiğini alması caiz olur. (Hadika, Berika)

Kur’an-ı kerim okuyup hediye almayı meslek haline getirmemelidir! Çünkü âdet haline gelen hediyeler, şart edilen ücret gibidir. (Dürr-ül muhtar)

-Alıntı-

Kur'an-ı Kerim gibi en başta öğrenme mes'uliyetimiz olan bir kitabı, bu şekilde ücret karşılığında okutmak doğru bir davranış olmasa gerektir. Yukarıdaki alıntılardan da anladığım bu şekilde. Bu tür durumlarla çevremizde malesef ki çok sık karşılaşıyoruz. Her ne kadar okuyanın, Allah cc. rızası için yapıp, karşılığında hediye nevinden verilen şeyi alması caiz ise de bunlar suistimale açık olduğundan ve örnek davranış olması bakımından, alınmaması herhaldeki daha uygundur. Çünkü bu şekildeki davranışlar gitgide adet halini almış ve yaygınlaşmıştır.

Okutan açısından baktığımızda ise, nasılsa okutacak birilerini bulma rahatlığı olduğundan, tembelliğe sebep olmaktadır. Bugün Kur'an-ı Kerim'i öğrenemeyecek insan nerdeyse yok gibidir. Öğrenmek için zemin ve ortam tamamıyla müsaittir. İnternet, tv, Kur'an kursları, cami hocaları dahil, Kur'an öğretmeye seferber olmuş insanlara ya da vasıtalara ulaşmak oldukça basittir. Buna rağmen insanların Kur'anı para ile okutma sebebinin, çok istisna mazeretler haricinde tembellikten kaynaklandığı söylenebilir.

Her halikarda okuyan kişinin sırf Allah rızası için bunu yapması ve pazarlıksız bu işe girişmesi şartı vardır. Amaç ücret almak ise bu ibadet batıl olur. İstenmeden verilirse alınması caizdir. Amma velakin eğer ki alanın ihtiyacı yok ise, alınmaması daha efdaldir. Üstadın ifadelerinden anlaşılacağı üzere, verilse bile alınmaması, hiçbir şekilde taviz verilmemesi en güzelidir.
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

Beşincisi: Bir iki senedir çok emâreler ve tecrübelerle kat’î kanaatim oldu ki, halkların malını, hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor; belki dokunduruluyor, yedirilmiyor, bazan bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamaya mânen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir.


İstiğna: Cenab-ı Hak’tan başka kimsenin minneti altına girmemek anlamına geliyor. Diğer bir manası da gönül tokluğu ve elindekini kâfi bulmak demektir ki, güzel ve övülmüş bir haslettir.

İstiğna prensibi
hem Üstad Hazretlerinin hem de Nur talebelerinin önemli bir kaide-i hizmetidir. İstiğnanın en önemli sebebi; ilmin ve iman hizmetinin haysiyet ve kıymetini muhafaza etmektir. Üstad Hazretleri bu prensibin hikmet ve gerekçelerini bahsin geçtiği yerde kafi derecede izah ediyor.

Özellikle memur ve zenginlere dikkat çekmesinin hikmetine Üstad Hazretleri kendisi şu şekilde işaret ediyor:

Ve ehl-i ibadet ve salâhat dahi, ekser insanların aç kaldığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl fark edilmeyecek bir tarzda gelmiş ve şüpheli mal hükmünde ve mânen müşterek olan erzak-ı umumiyeden helâl olmak için miktar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum diye bu mecburî belâya bir riyazet-i şer’iye nazarıyla bakmaktır. Kader-i İlâhiyeye karşı şekvayla değil, rızayla karşılamaktır.
(2)



Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa, yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nevi çingenelik eder.(3)



Memurluk kamu hizmeti olduğu için, sorumluluk ve veballeri çoktur. Az bir hata veya kusur çok büyük veballeri ve sorumlulukları insanın üzerine yükler. Zira kamu hizmeti denince, bütün milletin hak ve hukuku devreye girer. Suistimal, bütün milletin hakkına ve hukukuna bir tecavüz sayılır. Bu yüzden memurluğa giren birisin niyetinde ve aleminde hizmet ve millet için gayret duygusunun hakim olması gerekir. Yoksa sadece geçimi ve menfaati için memur olan adamda hizmet ve millet için çabalamak manası oluşmaz. Memurluk vazifesi kişi üzerinde bir yük olması gerekirken, kişi memurluk ve kamu üzerinde bir yük olur.

Halk arasında denildiği gibi “Devlete arkanı yasla, ondan sonra salla başı al maaşı…” mantığına Üstad Hazretleri bu ibareler ile işaret ediyor. Kamu malını savsaklayıp, peşkeş çekmek, suistimal edip rüşvet yemek ve verimsiz bir şekilde maaş gününü beklemek gibi şartlardan dolayı memur maaşları şüpheli konumuna giriyor.

Zenginlerin bir çoğu da zekatı tam vermemesi ve faize direk ya da dolaylı olarak bulaşması sebebi ile helal ticaretlerine haram karıştırıyorlar. İşte azimet ile hareket eden Üstad Hazretlerinin özellikle memur ve zenginlerden hediyeyi kabul etmemesinin sebebi bu gibi şeylerdir.

O hediyelerin Üstad Hazretlerine dokunması ise, hastalanmak sureti iledir. Yani Üstad Hazretleri ne zaman hediyeyi kabul edip ondan istifade etse şiddetli bir hastalığa tutuluyor ki, kader ona hediyeyi almamasını bu suretle ihtar ediyor, demektir.

(2) bk. Kastamonıu Lâhikası, (95. Mektup)
(3) bk. Münazarat, Sualler ve cevaplar.


Sorularla Risale | İkinci Mektub'un Beşinci Maddesinde Üstad; "Halkların malını, hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor." diyor, bunun sebebini açıklar mısınız?
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

[NOT]Hem bende bir tevahhuş var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lazım geliyor. O da hoşuma gitmiyor.[/NOT]


Üstad Hazretleri yanında hizmetinde bulunan talebeleri ile dahi, hizmetle alakalı işler haricinde, nadiren görüşürdü. Zaten risalelerin tashihi, virdler gibi daha birçok meşguliyetleri buna zaman bırakmıyordu. Bu durumda birinin verdiği hediyeyi kabul etse, bir nevi minnet olacak ve o kişi görüşmek istediğinde, ona verdiği hediye karşılığında zaman ayırmak durumunda kalacak. Bu da Onun manevi hizmetlerini aksatacak haliyle. Ve belki de bu şekilde davransa, hizmetin bugünkü meyveleri ortaya çıkmayacaktı. Demek ki hizmeti aksatmamak için de din ve ilimle iştigale edenlerin hediye almamaları gerekiyor ki, sonrasında hediye veren kişiye özel zaman ayırıp yapacakları hizmetten geri kalmasınlar.
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

[NOT]Hem tasannu ve temellukten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor.[/NOT]

Tasannu ve temellük yani yapmacık hareket, bir nevi riyakarlık ve ağır bir tabir olan dalkavukluk. İman davasının müdavimleri başkalarının yiyecek, giyecek vs. gibi hediyelerini kabul edip, bu tür hallere maruz kalmaktansa, yamalı elbise giymek ve kuru ekmek yemek ondan daha iyidir. Ki Üstad Hazretlerinin hayatında bu tür hallere çokça şahit oluyoruz. O istese saraylarda yaşayabilirdi. Bir giydiğini bir daha giymeyecek kadar, itibarından istifade edebilirdi. İhtiyaç diye aklımıza gelen herşeye itibarı sayesinde kolayca ulaşabilirdi. Zaten bu tür tekliflerin kendisine yapıldığını ve Onun bu teklifleri reddedip sıradan bir hayatı tercih ettiğini Tarihçe-i Hayatından anıyoruz. Bu hali, en kolay tanımıyla "dünya için din feda olunmaz" sözünün, fiili bir tezahürüdür. İşte bu zamandada iman davasının müdavimleri, bu düstura uymaya gayret göstermeliler. Ki tasannu ve temelluke muztar kalmasınlar.
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

[NOT]Altıncısı: Ve istiğnâ sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber olan İbn-i Hâcer diyor ki: “Salâhat niyetiyle sana verilen birşey sâlih olmazsan kabul etmek haramdır.”5

İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama’ yüzünden, küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçareyi, sâlih veya velî tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer -hâşâ- ben kendimi sâlih bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir. Hem âhirete müteveccih a’mâle mukàbil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.

[/NOT]


İbn-i Hacer, Şafi mezhebinin en büyük müçtehit imamlarındandır ve içtihadına dayanarak "Birisinin bu kişi salih bir insandır, diye verdiği hediyeyi şayet alan kişi salih değilse, almasını haram" olarak değerlendiriyor. Üstad Hazretleri de bu mutlak ve salahiyetli müçtehidin yorumuna dayanarak, bu hükmü mesleğinin en önemli esası olan istiğna prensibine bir delil ve esas yapıyor. Bize de bu hususta tam bir örneklik teşkil ediyor.


İbn-i Hacer’in bu içtihadı bir çok suistimallerin yolunu kapatan bir içtihattır. Zira bu millet salih insanlara karşı cömert ve eli açıktır, hem canı hem de malı ile diama salih insanların arkasında zahirdir. Böyle olunca bir takım hırslı ve hileci insanlar, milletin bu iyi ve saf niyetini suiistimal edip geçimlik haline dönüştürebiliyorlar. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Öyle ise salih görünümünde olduğu halde, hakikat noktasında ehl-i fısk olanlara dikkat etmek gerekir ki, bu içtihat bir cihetle bu inceliğe dikkat çekiyor denilebilir.


Üstad'ın, Eğer -hâşâ- ben kendimi sâlih bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir." cümlesi, İbni Hacer’in açıklamasına farklı bir boyut kazandırıyor; adeta kapıyı tamamen kapatıyor. Bir kişi salihim, öyle ise alabilirim derse, bu onun salih olmadığına delil olup almamasını gerektiriyor; şayet salih değilse zaten alamıyor. Özetle Üstad'ın içtihadı şudur ki, bu kapı bu zamanda kapalıdır.


Sorularla Risale | "İbn-i Hâcer diyor ki: "Salâhat niyetiyle sana verilen birşey sâlih olmazsan kabul etmek haramdır." Bu ifadeyi nasıl anlamalıyız?
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

Üstad Hazretlerinin hediye kabul etmemekle ilgili Risale-i Nur'dan bazı kısımları da buraya almak istedik. İnşaallah bu mühim dersten daha iyi istifade etmemize vesile olur.

[TAVSIYE]Çok rica ederim ki, gücenmeyiniz, hediyeyi kabul edemedim. Adem-i kabulün esbabı çoktur. En mühim bir sebep, benim kardeşlerim ve talebelerimle olan münasebetin samimiyetini ve ihlâsı zedelememektir. Hem iktisat, bereket ve kanaat sayesinde, şiddetli ihtiyacım olmadığı halde, dünya malına el uzatmak elimde değil, ihtiyarım haricindedir. Hem bir misalle ince bir sebebi anlatacağım:

Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim. “İstanbul’dan senin için getirdim, beni kırma” dedi. Kabul ettim. Fakat iki kat fiyatını verdim.

Dedi: Niçin böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?

Dedim: Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için, menfaatımı terk edi*yorum. Çünkü, dünyaya tenezzül etmez, tamah ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise, sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete tasannua muztar kalmış, tamah zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş, âhiret meyvelerini dünyada yemeye cevaz göstermiş bir üstaddan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner. İşte, sana mânen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruşluk menfaatimi aramak, bana ağır geliyor ve vicdansızlık telâkki ediyorum. Sen mâdem fedakârsın ben de o fedakârlığa mukabil, menfaatinizi menfaatime tercih ediyorum, gücenme. O da, bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gücenmedi.

(Barla Lâhikası sh: 122)[/TAVSIYE]


[TAVSIYE]Bu zamanda zaruret olmadan, irşad-ı nâsa ve neşr-i dine çalışanların, sadakaları ve hediyeleri kabul etmemeleri lâzım geldiğinin sırrını dört sebeple beyan eder. اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّهِ âyeti ile اِتَّبِعُوا مَنْ لاَ يَسْئَلُكُمْ اَجْرًا âyeti gibi, insanlardan istiğna hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını tefsir eder. Ve ilim ve dini neşre çalışan insanlar, mümkün olduğu kadar istiğna ve kanaatle hareket etmezse hem ehl-i dalâletin ithamına hedef olur, hem izzet-i ilmiyeyi muhafaza edemez. Hem, salâhat ve neşr-i din gibi umûr-u uhreviyyeye mukabil hediyeleri almak, âhiret meyvelerini dünyada fâni bir sûrette yemek demektir.

(Mektubat sh: 484)[/TAVSIYE]


Ehl-i dünya bana der: “Neyle yaşıyorsun? Çalışmadan na*sıl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanları ve başkasının sa’yiyle geçinenleri istemiyoruz.

Elcevap: Ben iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzâkımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz.

Şu meselenin izahını hiç arzu etmiyordum. Belki bir gururu ve bir enaniyeti ihsas eder fikriyle, beyan etmek bana pek nâhoştur. Fakat, madem ehl‑i dünya evhamlı bir surette soruyorlar. Ben de derim ki:

Küçüklüğümden beri halkların malını kabul etmemek (velev zekât dahi olsa), hem maaşı kabul etmemek (yalnız bir iki sene Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyede dostlarımın icbarıyla kabul etmeye mecbur oldum), o parayı da mânen millete iade ettik. Hem maişet-i dünyeviye için minnet altına girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatımdır.

[TAVSIYE](Mektubat sh: 66)[/TAVSIYE]

[TAVSIYE]
Şarkî Anadolu’da medrese teşkilâtındaki hususiyetlerden birisi şudur ki: İcazet almış bir âlim, istediği köyde hasbeten lillâh bir medrese açar. Medrese talebelerinin ihtiyacı, iktidarı olursa medrese sahibi tarafından, iktidarı yoksa halk tarafından temin edilir hoca meccanen ders verir, talebelerin iaşe ve levazımatını da halk deruhte ederdi. Bunların içinde yalnız Molla Said, hiçbir suretle zekât almıyordu. Zekât ve başkasının eser‑i minneti olan bir parayı kat’iyen kabul etmiyordu. (Haşiye)

(Haşiye) Zekât ve sadaka ve mukabilsiz hiç birşey almadığının sebep ve hikmeti, Risale-i Nur’dan İkinci Mektup ve sair risalelerde beyan edilmiştir. Evet, Molla Said’in istikbalde Risale-i Nur’la göreceği hizmet-i imaniyeyi kemâl-i ihlâsla ifası ve bu hizmetin meydana gelebilmesi için “uhrevî hizmetin mukabilinde hiç bir şey talep etmemek” olan kudsî düsturun icmâlî bir fihristesi, daha küçük yaşında iken rahmet-i İlâhiye tarafından ruhunda yerleştirilmişti.

(Tarihçe-i Hayat sh: 31)[/TAVSIYE]


[TAVSIYE]Vasiyetnamenin bir zeyli

Eşref Edib’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat’ın otuzuncu sayfasındaki Said’in hususiyetlerinden altı nümunesinden yedinci nümunesi ki, mukabelesiz hediyeyi ömründe kabul etmemek, kanaat ve iktisada istinaden, şiddet-i fakriyle beraber, altmış yetmiş sene evvelki kendi talebelerinin tayınatını da kendisi verdiği acip vaziyetin şimdiki bir misâli ve bir sırrı kaç senedir anlaşıldı diye, vasiyetnamenin âhirinde bunu yazmanın zamanı geldi.

Evet, şiddet-i fakr ve istiğna ile hediye almamakla beraber, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, yasak olmayan daktilo makinesiyle intişar eden Risale-i Nur’un verdiği sermaye ile, şimdi mânevî Medresetü’z-Zehranın dört beş vilâyetinde hayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebelerinin tayınatına acip bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiyatı olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki, altmış yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler. İnşaallah Risale-i Nur’un tab’ serbestiyeti olsa, o düstur daha fazla inkişaf eder.

Medâr-ı hayrettir ki, o eski zamanda evkaftan beş talebenin tayınatını Van’da Eski Said kabul etmiş, o az para ile bazan talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çıktığı halde kendi talebelerinin tayınatını kendisi veriyordu. O kanaat ve iktisadın bereketiyle ve kendi beş altı mavzer tüfeğini satmakla istiğna kaidesini bozmadı. O zaman meşhur Tâhir Paşa gibi çok yardımcılar varken kaidesini bozmadı. O altmış yetmiş senelik düstur-u hayatının, bir işaret-i gaybiye ile altmış yetmiş sene sonra o kanaat ve istiğnanın bir meyvesi inâyet-i İlâhiye ile ihsan edildi ki, o kadar mahkemeler ve yasaklar ve müsadereler ve eski hurufla izin vermemekle beraber, kaç senedir dört beş vilâyet vüs’atindeki mânevî Medresetü’z-Zehranın fedakâr talebelerinin tayınatını Risale-i Nur kendisi hediye etti.

(Emirdağ Lâhikası-ll sh: 216)[/TAVSIYE]

[TAVSIYE]7- Hem öyle bir tarzda izzet-i ilmiyeyi hayatta muhafaza etmiş ki asla kimseye arz-ı iftikar etmemek, hayatının en mühim bir düsturu olmuştur. Dünya kendilerine teveccüh etmişse de, ondan yüz çevirmiş olan Üstadımız, emr-i maaşta Cenab-ı Hakkın inayetiyle, iffet ve nezahetini daima muhafaza eder sadaka, zekât ve hediyeleri almaz. Yakinen biliyoruz ki, Kastamonu’da bu*lundukları zaman, oturdukları evin îcarını vermek için yorganını sattılar da, yine hiçbir suretle hediye kabul etmediler.

(Tarihçe-i Hayat sh: 326)[/TAVSIYE]


[TAVSIYE]
Benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek az*dır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Mükerrer ve musırrâne tekliflerini reddettim. Câ-yı dikkattir ki, iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisatsızlık yüzünden borçlandılar. Lillâhilhamd, onlar*dan yedi sene sonra, o az para, iktisat bereketiyle bana kâfi geldi, benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbur etmedi. Hayatımın bir düs*turu olan “nâstan istiğnâ” mesleğini bozmadı.

(Lem’alar sh: 141)[/TAVSIYE]


[TAVSIYE]Bediüzzaman, küçük yaşından beri, halkların mukabilsiz hediyelerinden istiğnâ etmiştir. Hediye kabul etmemeyi meslek edinmiştir. Zindandan zindana, memle*ketten memlekete sürgün edildiği zamanlarda, ihtiyarlığın tahmil ettiği zaruretler içinde dahi, bu seksen senelik istiğnâ düsturunu bozmamıştır. En has bir talebesi, bir lokma birşey hediye etse, mukabilini verir, vermese dokunur.

Neden hediye kabul etmediğinin sebeplerinden bi*risi olarak der ki: “Bu zaman, eski zaman gibi değildir. Eski zamanda imânı kurtaran on el varsa, şimdi bire inmiş. İmânsızlığa sevk eden sebepler eskiden on ise, şimdi yüze çıkmış. İşte, böyle bir zamanda imâna hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim. Hizmet-i imâniyemi hiçbir şeye âlet etmeyeceğim” der.

Hazret-i Üstad, kendi şahsı için birisi zahmet çekse, bir hizmetini görse, mukabilinde bir ücret, bir teberrük verir. Aksi halde, ruhuna ağır gelir, hoşuna gitmez.

(Sözler sh: 760)[/TAVSIYE]
 
Son düzenleme:

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları

[TAVSIYE]Aziz sıddık kardeşlerim,


Şimdi bir emrivaki karşısında bulunuyorum. Benim iaşem için her gün iki buçuk banknot, hem yeniden benim için bir hane—mobilyasıyla beraber ve istediğim tarzda—yaptırmak için emir gelmiş. Halbuki elli-altmış senelik bir düstur-u hayatım bunu kabul etmemek iktiza eder. Gerçi Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyede bir iki sene maaşı kabul ettim, fakat o parayı kitaplarımın tab’ına sarf ederek ve ekserini meccânen millete verip, milletin malını yine millete iade ettim.
Şimdi eğer mecbur olsam ve size ve Risale-i Nur’a zarar gelmemek için kabul etsem, yine ileride millete iade etmek üzere saklayacağım. Zaruret-i kat’iye derecesinde, kendime yalnız az bir parça sarf edeceğim. İşittim ki, eğer reddetsem, onlar, hususan lehimde iaşem için çalışanlar gücenecekler. Ve aleyhimde olanlar diyecekler: “Bu adam başka yerden iaşe ediliyor.” O bedbahtlar, iktisadın hârikulâde bereketini bilmiyorlar ve iki günde beş kuruşluk ekmek bana kâfi geldiğini görmemişler ki, bütün bütün asılsız bir evhama kapılıyorlar.

Eğer kabul etsem, yetmiş senelik hayatım gücenecek ve bu zamandan haber verip tama’ ve maaş yüzünden bid’alara giren ve ihlâsı kaybeden âlimleri tokatlayan İmam-ı Ali Radıyallahu Anh dahi benden küsecek ihtimali var ve Risale-i Nur’un hakiki ve sâfi olan ihlâsı beni de ihlâssızlıkla itham etmek ciheti var. Ben, hakikaten tahayyürde kaldım.

Ben işittim ki, eğer kabul etmesem, beni daha ziyade sıkacaklar ve belki Risale-i Nur’un tam serbestiyetine ilişecekler. Hattâ şimdiki tazyikleri, beni o iaşe tek*liflerine mecbur etmek içinmiş. Madem hâl böyledirاِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ kaidesiyle, zaruret derecesinde olsa, inşaallah zarar vermez. Fakat ben reddettim reyinize havale ediyorum.

(Emirdağ Lâhikası-l sh: 24)


[/TAVSIYE]



[TAVSIYE]Ben işittim ki, benim iaşeme ve istirahatime buradaki hükûmet müracaat etmiş, kabul cevabı gelmiş. Ben bunların insaniyetine teşekkürle beraber, derim:

En ziyade muhtaç olduğum ve hayatımda en esaslı düstur olan, hürriyetimdir. Asılsız evham yüzünden, emsalsiz bir tarzda hürriyetimin kayıtlar ve istibdatlar altına alınması, beni hayattan cidden usandırıyor. Değil hapis ve zindanı, belki kabri bu hale tercih ederim. Fakat, hizmet-i imaniyede ziyade meşakkat ise ziyade sevaba sebep olması bana sabır ve tahammül verir. Madem bu insaniyetli zatlar benim hakkımda zulmü istemiyorlar, en evvel benim meşru dairedeki hürriyetime dokundurmasınlar. Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.

Evet, on dokuz sene bu gurbette yalnız iki yüz banknot ile, şiddetli bir iktisat ve kuvvetli bir riyazet içinde kendini idare ederek, hürriyetini ve izzet-i ilmiyesini muhafaza için kimseye izhar-ı hâcet etmeyen ve minnet altına girmeyen ve sadaka ve zekât ve maaş ve hediyeleri kabul etmeyen bir adam, elbette iaşeden ziyade, adalet içinde hürriyete muhtaçtır.
[/TAVSIYE]

(Emirdağ Lâhikası-l sh: 18)



[TAVSIYE]Bilirsiniz ki, kendim sadaka ve yardımları kabul etmediğim gibi, öyle yardımlara da vesile olamadığımdan, kendi elbisemi ve lüzumlu eşyamı satıp o parayla kendi kitaplarımı, yazan kardeşlerimden satın alıyorum. Tâ Risale-i Nurun ihlâsına dünya menfaatleri girmesin, bir zarar vermesin ve başka kardeşler de ibret alıp hiçbir şeye âlet edilmesin.

(Emirdağ Lâhikası-l sh: 272)

[/TAVSIYE]


[TAVSIYE]Safranbolu, Eflâni Nahiyesi Mülâyim Köyünde mütekait muallim bir kardeşimiz ve Nurun has şakirdi, Nurların neşri ve tab’ı için âdetâ sermayesinin kısm-ı âzamını teberru etmek istiyor, kabulünü rica ediyor. Ben, bu hâlis ve has kardeşimizin fedakârâne ve hâlisane ricasını reddedemiyorum. Ve dünya malları kaide-i şahsiyeme girmediği ve muavenetleri kendime kabul etmediğim için, bu işteki maslahatı da bilemiyorum. İki Isparta’nın kahramanlarına ve Hüsrev ve Tahirî ve arkadaşlarına ve Nazif ve refiklerine bu meseleyi havale ediyorum. Nurun neşri için böyle çok büyük bir hayır ve sevaba mâni olamam. Sizler ya bütün niyet ettiği miktarı, veyahut bir kısmını, iki hisse ile, biri büyük Isparta’nın, biri küçük Isparta’nın makinelerine verilsin. Onun istediği gibi, ya teberru veya ileride başka muavenet edenler gibi bir mukabele nev’inde, ya Nurlardan veya başka bir istediği ne varsa vermek suretiyle o has kardeşimizi memnun edersiniz.

(Emirdağ Lâhikası-l sh: 182)


[/TAVSIYE]


[DIKKAT]Bu mektubda dikkati çeken ehemmiyetli noktalar var: Evvela, muaveneti yapmak isteyen hâlis bir Nur şakirdidir. Saniyen, yapılmak istenen yardım hemen kabul görmüyor, ancak hayra mani olmak endişesiyle reddedilmiyor. Salisen, yapılmak istenen yardımın bir kısmının alınması teklifi getiriliyor. Çünkü hissî bir heyecan anında böyle büyük bir yardım yapılmak istenmiş olabilir. Rabian, bu yardım bir borç şeklinde olması veya karşılığında kitab verilmesi gibi şıklar ortaya konulup muavenetin, ihlas ve samimiyetinin tam tebarüzüne çalışılmaktadır. Bütün bu tekliflere rağmen muavenette yine ısrar gösteriliyorsa, o zaman tam bir gönül rahatlığı mevzubahis demektir.

[/DIKKAT]


[TAVSIYE]Bu gece hiç görmediğim bir itab, bir tâzip suretinde mânevî bir şiddetli ihtar ile denildi ki:


“Dünyaya, zevke, keyfe tenezzül etmemekle Nurlardaki ihlâs ve istiğnâyı muhafazaya mükelleftin. Ve bu asırda

يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ (İbrahim Sûresi, 14:3) sırrıyla dünyayı dine tercih etmek ve bilerek elması şişeye tebdil etmek olan hastalığa, Nur vasıtasıyla çalışmaya vazifedardın. Yüz tecrübenizle de anladın ki, insanların hediyeleri, ihsanları, yardımları, sana dokunuyor, hattâ seni hasta ediyor. Hergün eserini, tecrübesini görüyorsun. Senin en ziyade itimad ettiğin ve Risale-i Nur’un fedakâr kahramanlarının yüzlerini Risale-i Nur’un hizmetinden ziyade kendi istirahatine çevirmeye sebebiyet verdin, ilââhir...” diye daha mânen çok söylenildi diye beni tam tekdir etti. Hattâ şimdi bir mânevî tokattan dahi korkuyorum. Bu hâdisenin çare-i yegânesi, bu otomobili alan sizler ilân edeceksiniz ki, “Bu kardeşimiz Said, bunu kabul edemedi, mânevî, dehşetli bir zarar hissetti.”

(Emirdağ Lâhikası-l sh: 231)


[/TAVSIYE]

[TAVSIYE]Üstadımız gençliğinde bu kadar muhtaç değildi. Tek başına yaşadığı zamanlar pek az bir masraf kendisine kâfi idi. Şimdi pek çok talebelerine tayın verdiği ve birkaç hastalıkla hasta bulunduğu bir zamanda, o istiğna düsturunun muhafazası için, rahmet-i İlâhiye onu mukabilsiz hediyelerden hasta ediyor.

(Emirdağ Lâhikası-ll sh: 228)


[/TAVSIYE]

[TAVSIYE]

وَكُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ لِلَّهِ مُخْلِصًا * تَعِيشُ سَعِيدًا صَادِقًا بِمُحَبَّتِى

İlm-i cifirle mânâsı:



“Ey Said! Sen, zamanın Abdülkadiri ol, ihlâs-ı tâmmı kazan, fakrınla beraber maişetini düşünme, nâstan minnet alma ismin ‘Said’ olduğu gibi maişette de mes’ud olacaksın. Muhabbetimde sâdık olduğundan ve ihlâsa çalıştığından, Hulûsi gibi muhlis talebeler ve yardımcılar ve Süleyman, Bekir gibi sâdık hizmetkârlar ve Sabri gibi tam takdir edici ve ciddi müştak talebeler size verilmiş.”

(Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 152)


[/TAVSIYE]


[TAVSIYE]Ben maddî ve mânevî herşeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve mâ*nevî herşeyden ferağat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.

(Emirdağ Lâhikası-ll sh: 80)
[/TAVSIYE]



[TAVSIYE]Yanında bulunan talebelerini aynı kendisi gibi zekât ve hediye almaktan men etmek. Onları da yalnız rıza-yı İlâhî için çalıştırırdı. Hattâ çok zamanlar talebelerini kendi iaşe ederdi.

(Tarihçe-i Hayat sh: 48)


[/TAVSIYE]

[TAVSIYE]Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i dünyanın dalkavukları ve ehl-i dalâletin münafıkları, sizi, insaniyetin şu zayıf damarı olan tamah yüzünden yakalasalar, geçen hakikati düşünüp, bu fakir kardeşinizi nümune-i imtisal ediniz. Sizi bütün kuvvetimle temin ederim ki, kanaat ve iktisat, maaştan ziyade sizin haya*tınızı idame ve rızkınızı temin eder. Bahusus size verilen o gayr-ı meşru para, sizden, ona mukabil bin kat fazla fiyat isteyecek. Hem her saati size ebedî bir hazineyi açabilir olan hizmet-i Kur’âniyeye sed çekebilir veya fütur verir. Bu öyle bir zarar ve boşluktur ki, her ay binler maaş verilse, yerini dolduramaz.

(Mektubat sh: 418)


[/TAVSIYE]


[TAVSIYE]Menfaat-i maddiye cihetinden gelen rekabet, yavaş yavaş ihlâsı kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddî menfaati de kaçırır.

Evet, hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-i ihlâslarına ve sâdıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hâcât-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup vakitlerini zayi etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddî menfaatlerle yardım edip hürmet etmişler. Fakat bu muavenet ve menfaat istenilmez, belki verilir. Hem kalben arzu edip muntazır kalmakla, lisan-ı hal ile dahi istenilmez. Belki ummadığı bir halde verilir. Yoksa ihlâsı zedelenir. Hemوَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَاتٖى ثَمَنًا قَلٖيلًا(Bakara Sûresi, 2:41)âyetinin nehyine yanaşır, ameli kısmen yanar.


İşte bu maddî menfaati arzu edip muntazır kalmak, sonra nefs-i emmâre, hodgâmlık cihetiyle, o menfaati başkasına kaptırmamak için, hakikî bir kardeşine ve o hususî hizmette arakadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlâsı zedelenir, hizmette kudsiyeti kaybeder, ehl-i hakikat nazarında sakîl bir vaziyet alır. Ve maddî menfaati de kaybeder.

(Lem’alar sh: 164)


[/TAVSIYE]

[TAVSIYE]Derd-i maişet zaruretine karşı, iktisat ve kanaatle mu*kabele etmeye zaruret var. Menfaat-i dünyeviye, çok ehl-i hakikati, ehl-i tarikatı dahi bir nevi rekabete sevk ettiği için endişe ederim. Risale-i Nur şakirdleri içinde şimdiye kadar bu cihet onları zedelememiş. İnşaallah yine zedelemez. Fakat herkes bir ahlâkta olamaz. Bazıları meşru dairede rahatını istese de, itiraz edilmemeli. Zarurete düşen bir şakird zekâtı kabul edebilir. Risale-i Nur’un hizmetine hasr-ı vakit eden rükünlere ve çalışanlara zekâtla yardım etmek de Risale-i Nur’a bir nevi hizmettir.


Hem yardım edilmeli. Fakat hırs ve tamah ve lisan-ı hal ile istemek olmamalı. Yoksa, ehl-i dalâlet ki, hırs ve tamah yolunda dinini feda etmiş onlar nazarında kıyas-ı binnefs cihetiyle, “Risale-i Nur’un bir kı*sım şakirdleri dahi, dinini dünyaya âlet ediyorlar” diye çirkin bir ithamla taar*ruzlarına meydan açar.

(Kastamonu Lâhikası sh: 223)


[/TAVSIYE]

[TAVSIYE]Hakikî ihlâslı Nurcular, menfaat-i maddiyeye ehemmiyet vermedikleri gibi, bir kısmı, âzamî iktisat ve kanaatle ve fakirü’l-hal olmalarıyla beraber, sabır ve insanlardan istiğna ile ve hizmet-i Kur’âniyede hakikî bir ihlâs ve fedakârlıkla ve çok kesretli ve şiddetli ehl-i dalâlete karşı mağlûp olmamak için ve muhtaçları hakikate ve ihlâsa dâvet etmekte bir şüphe bırakmamak için ve rızâ-yı İlâhîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbirşeye âlet etmemek için, bir cihette hayat-ı içtimaiye faydalarından çekiniyorlar.

(Emirdağ Lâhikası-ll sh: 170)
[/TAVSIYE]

[TAVSIYE]Sahabelerin senâ-i Kur’âniyeye mazhar olan îsâr hasletini kendine rehber etmek, yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsan-ı İlâhî bilerek, nâstan minnet almayarak ve hizmet‑i dini*yenin mukabilinde de almamaktır. Çünkü, hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada birşey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakit de “Hizmetimin ücretidir” denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârâne, başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek, وَيُؤْثِرُونَ عَلٰى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ (Haşir Sûresi, 59:9) sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir.

(Lem’alar sh: 150)


[/TAVSIYE]

[TAVSIYE]Hem kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğnâ etmek cihetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riyâ kapısı kapanır.

(Lem’alar sh: 146)
[/TAVSIYE]


İşte pek çok ders ve ikazları ihtiva eden ve kısmen alınan bu parçalarda sarahatla nazara verilen istiğna düsturu, Risale-i Nurda te’vil kaldırmaz bir esastır. Bilhassa Risale-i Nurun hizmet ehli, bu dersin birinci muhatabıdır.

Risale-i Nur Külliyatı müvacehesinde istiğna düsturunun esas mahiyeti ehl-i hizmetin maddî yardım istememesinden ve ehl-i himmetin de, emr-i İlâhiyi ve vazife-i diniyesini ifa etmesinden ve hizmet-i diniyeye hissedar olmanın ehemmiyetini anlayarak yardım etmesinden ibarettir.

Bir elyazma Emirdağ Lâhikasındaki, Hazret-i Üstadın ifadesiyle:

“... İhlâs zararına ver dememek belki istemeden verilse ve kabulü rica edilmek şartıyla alınmaktır.”
Cümlesi, en öz bir tariftir.

http://www.ittihad.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=239&Itemid=30
 
Son düzenleme:
Üst