Mektubat 4. Ders - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

Huseyni

Müdavim

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


[BILGI]DÖRDÜNCÜ SUAL: Mahbuplara olan aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılâp ettiği gibi, acaba ekser nasta bulunan, dünyaya karşı olan aşk-ı mecazî dahi bir aşk-ı hakikîye inkılâp edebilir mi?

Elcevap: Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbup arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar.

Fakat bir şartla ki, kendinin zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını haricî dünyaya iltibas etmemektir. Eğer ehl-i dalâlet ve gaflet gibi kendini unutup, âfâka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer, boğulur. Meğer ki, harika olarak bir dest-i inâyet onu kurtarsın. Şu hakikati tenvir için şu temsile bak:

Meselâ, şu güzel, ziynetli odanın dört duvarında, dördümüze ait dört endam âyinesi bulunsa, o vakit beş oda olur: biri hakikî ve umumî, dördü misalî ve hususî. Herbirimiz, kendi âyinemiz vasıtasıyla, hususî odamızın şeklini, heyetini, rengini değiştirebiliriz. Kırmızı boya vursak kırmızı, yeşil boyasak yeşil gösterir. Ve hâkezâ, âyinede tasarrufla çok vaziyetler verebiliriz. Çirkinleştirir, güzelleştirir, çok şekillere koyabiliriz. Fakat haricî ve umumî odayı ise kolaylıkla tasarruf ve tağyir edemeyiz. Hususî oda ile umumî oda hakikatte birbirinin aynı iken, ahkâmda ayrıdırlar. Sen bir parmakla odanı harap edebilirsin; ötekinin bir taşını bile kımıldatamazsın.

İşte, dünya süslü bir menzildir. Herbirimizin hayatı bir endam âyinesidir. Şu dünyadan herbirimize birer dünya var, birer âlemimiz var. Fakat direği, merkezi, kapısı, hayatımızdır. Belki o hususî dünyamız ve âlemimiz bir sahifedir, hayatımız bir kalem onunla, sahife-i a’mâlimize geçecek çok şeyler yazılıyor.

Eğer dünyamızı sevdikse, sonra gördük ki, dünyamız, hayatımız üstünde bina edildiği için, hayatımız gibi zâil, fâni, kararsızdır, hissedip bildik. Ona ait muhabbetimiz, o hususî dünyamız âyine olduğu ve temsil ettiği güzel nukuş-u esmâ-i İlâhiyeye döner, ondan cilve-i esmâya intikal eder.

Hem o hususî dünyamız, âhiret ve Cennetin muvakkat bir fidanlığı olduğunu derk edip, ona karşı şedit hırs ve talep ve muhabbet gibi hissiyatımızı onun neticesi ve semeresi ve sümbülü olan uhrevî fevâidine çevirsek, o vakit o mecazî aşk hakikî aşka inkılâp eder.

Yoksa [SUP]1[/SUP] نَسُوا اللهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْ اُولٰۤئِكَ هُمُ الْفاَسِقُونَ sırrına mazhar olup, nefsini unutup, hayatın zevâlini düşünmeyerek hususî, kararsız dünyasını aynı umumî dünya gibi sabit bilip kendini lâyemut farz ederek dünyaya saplansa, şedit hissiyatla ona sarılsa, onda boğulur, gider. O muhabbet onun için hadsiz belâ ve azaptır.

Çünkü, o muhabbetten yetimâne bir şefkat, meyusâne bir rikkat tevellüt eder. Bütün zîhayatlara acır, hattâ güzel ve zevâle maruz bütün mahlûkata bir rikkat ve bir firkat hisseder; elinden birşey gelmez, ye’s-i mutlak içinde elem çeker.

Fakat gafletten kurtulan evvelki adam, o şedit şefkatin elemine karşı ulvî bir tiryak bulur ki, acıdığı bütün zîhayatların mevt ve zevâlinde bir Zât-ı Bâkînin bâki esmâsının daimî cilvelerini temsil eden âyine-i ervahları bâki görür; şefkati bir sürura inkılâp eder.

Hem zeval ve fenâya maruz bütün güzel mahlûkatın arkasında bir cemâl-i münezzeh ve hüsn-ü mukaddes ihsas eden bir nakış ve tahsin ve san’at ve tezyin ve ihsan ve tenvir-i daimîyi görür. O zeval ve fenâyı, tezyid-i hüsün ve tecdid-i lezzet ve teşhir-i san’at için bir tazelendirmek şeklinde görüp, lezzetini ve şevkini ve hayretini ziyadeleştirir.

[SUP]2[/SUP]اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Said Nursî
[SUP]1[/SUP] : “Onlar Allah’ı unuttular. Allah da onlara kendilerini unutturdu. Onlar yoldan çıkmış kimselerin tâ kendisidir.” Haşir Sûresi, 59:19.
[SUP]2[/SUP] :
Bâkî olan sadece Odur.


Mektubat[/BILGI]


[TAVSIYE]Diğer derslerimiz: Risale Açıklamalı[/TAVSIYE]
 
Son düzenleme:

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbup arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar.


ASK

"Sevgi" canli varligin, haz veren bir nesneye karsi meyil duymasidir. Söz konusu meylin pekisip güçlenmesi haline «ask» denir.
Ask duygusu, askin sevgilisine kul olmasi ve sahip oldugu her seyi ugrunda feda etmesine yol açacagi bir dereceye varabilir.

Züleyha'nin Hz. Yusuf'a (A.S.) karsi duydugu askin ne dereceye vardigina bir baksana, Kadinin bütün servet ve güzelligi bu ugurda gitmis. Yetmis deve yükü mücevher ve gerdanliginin var oldugu söylenir, hepsini Hz. Yusuf'un (A.S.) aski ugruna harcamis. «Bu gün Hz. Yusuf'u gördüm» diyen herkese eline geceni zengin edecek degerde bir mücevher vere vere elinde hiç bir sey kalmamis.

Asiri askindan dolayi diger her sey aklindan çiktigi için karsilastigi her seyi «Yusuf» diye çagirir olmus, o kadar ki, basini göge kaldirdigi zaman Hz. Yusuf'un (A.S.) adini yildizlarin üzerinde yazili görürmüs.


Rivayete göre Züleyha iman edip Hz. Yusuf (A.S.) onunla evlendikten sonra eski asigi ve yeni kocasindan ayri yasamaya yönelerek kendisini ibadete vermis, varligini tamamen Allah (C.C)'a adamis. Hz. Yusuf (A.S.) kendisini gündüz yataga cagirsa «aksama» diye savar, aksam çagirinca da «yarina» diye ertelermis.

Nihayet bir gün Hz. Yusuf'a (A.S.) demis ki: «ben sana Allah (C.C)'i tanimadan önce asik olmustum, fakat O'nu taniyinca kendisine karsi duydugum muhabbet, diger her seyin sevgisini gönlümden giderdi. O'nun sevgisine bedel istemiyorum.»


«Leylâ ile Mecnun'un Ask hikâyesini herkes duymustur» Mecnuna adin nedir diye sorarlar. «Leylâ» diye cevap verir. Bir gün yine Mecnuna "Leylâ ölmedi mi" derler. «Hayir, Leylâ kalbimde yasiyor ölmedi, Leylâ benim» diye karsilik verir.

Yine bir gün Mecnun, Leylâ'nin evi önüne gider ve gözlerini gökyüzüne diker. Ona «ey Mecnun, gök yüzüne degil, Leylâ'nin odasinin duvarina bak, belki onu görürsün» derier. O böyle diyenlere «gölgesi Leylâ'nin evine düsen yildiz bana yeter» diye cevap verir.


Anlatildigina göre Hallac-i Mansur'u (rehimehullahu) seksen gün hapsetmişler. imam-i Şibli (rahimehullahu) bir gün ziyaretine gitmis ve «ey Mansur. Muhabbet nedir» diye sormus. Mansur «bu soruyu bana bugün degil, yarin sor» demis. Ertesi gün olunca Mansur'u zindandan cikarirlar, ve üzerinde boynunu vurmak üzere yere yaygi yayarlar, bu sirada imam-i Sibli çika gelerek karsisinda dikilir. Bu anda Mensur ona seslenir, «ey Şibli! Sevginin başı yangin, sonu ise ölümdür.
Hallac-i Mcnsur'un nazarinda Allah (C.C)'dan baska her seyin batil olduguna kesin kanaat gelince ve yalniz Allah (C.C)'in hak oldugunu bilince, hak isminin onun kendi adi oldugunu unutmus ve sen kimsin sorusuna muhatap olunca «ben hakkim» diye cevap vermistir.

Anlatildigina göre sahici muhabbet, su üc davranista belli olur:

1 — Asik, sevdiginin sözünü digerlerinin sözlerine tercih eder.

2 — Asik, sevgilisi ile oturup kalkmayi baskalari ile birareda olmaya tercih eder.

3 — Yine asik. sevgilisinin rizasini kazanmayi, baskalarinin hosnutlugunu elde etmeye tercih eder. (El Münteha - Nam Kitapta da böyledir.)


Söylendigine göre «ask» perdeyi yirtmak ve sirlari kesfetmektir. «Vecd» hali ise zikrin lezzetine varildigi anda ruhun, arzunun taskinligina katlanamamasidir. Öyle ki, bu haîi yasayan kimsenin ezalarindan biri kesilse hic bir sey duymaz.

Kalplerin Keşfi/İmam Gazali/
 
Son düzenleme:

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

[NOT]DÖRDÜNCÜ SUAL: Mahbuplara olan aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılâp ettiği gibi, acaba ekser nasta bulunan, dünyaya karşı olan aşk-ı mecazî dahi bir aşk-ı hakikîye inkılâp edebilir mi?

Elcevap: Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbup arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar.
[/NOT]


Esselamü Aleyküm ve Rahmatullahu ve Berakatuhu,


Elhamdulillahi Rabbi’l Aalemin.
Ve’s-Salatü ve’s Selamü alâ Rasulina Muhammedin ve Alihi ve Sahbihi ecmein,

Bismillahirrahmanirrahim


Çok güzel temsiller ve açıklamalarla açıklanan sorunun içeriği şu dur ;

Çok sevilen birine karşı duyulan mecaz-i olan aşk ile hakiki olan aşka yani Allah (c.c) Aşkına varılıyor.


Acaba çoğunlukla gaflet uykusunda uyumakta olan insanların maddeci,dünyaya olan aşkları dahi hakiki aşka inkılap edebilir mi ?


Öncelikle bu soruyu tahlil edeceğiz.Sorunun içindeki muhabbet edilen tarafları bir bir karşımıza alarak muhakeme etmeye çalışacağız inşaAllah..


 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

Dünyalık

Bir gün Rasulullah dışarı çıktı ve ashabına "Sizden baktığı halde görmeyip
ama olmak isteyen kimse var mıdır?" buyurdu.
"Kim is ter ki Ya Rasulallah?" dediler.
Şöyle buyurdu:
"Yüce Allah dünyaya ilgi gösteren,ona gönül bağlayan kimseyi kör etmiştir. Dünyadan ümidini kesip, uzun emelden el çekene de kimseden öğrenmeksizin ilim vermiş , yol göstericisi olmadan ona doğru yolu göstermiştir."

"Sabahleyin kalkınca niyet inin çoğu Allah için değil de dünya için olan
kimse, Allah 'ın sevgili kullarından olamaz. Öyle bir insanın kalbinde şu
dört şey eksilmez:
1- Devamlı üzüntü,
2- Sürekli meşguliyet ,
3- Zenginliğe ulaşmayan fakirlik,
4- Sonsuz emel."

Kimya-yı Saadet
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

Öncelikle aşk-ı mecazi dairelerini ve asıl olan hakik-i aşk-ı ( ehl-i aşk ) anlamaya çalışacağız.

Mecazi olarak bilinen aşklar sadece bir insanın birine duyduğu muhabbetten tekil değildir.

Bunları kısaca sıralayacak olursak şayet; şahsi duyulan mecaz-i aşk,mal-mülk aşkı,makam aşkı,dünyada ebedi yaşayacakmış gibi dünyaya olan duyulan aşırı muhabbetler...


Aslında her ne tarafa bakılırsa bakılsın mecaz-iolan aşkların hepsinde Allah'ın Hakiki Aşk-ı başta perdeli gibi görünen insana sonraları en ufak sendelemede,hastalıkta,kazada veya başka sıkıntılarda anlatmaya,muhatabına konuşmaya başlar.

Başlanıçta duyulamayan.görülemeyen bu sonsuz Tevhidsesleri sonrasında insanın dikkatini cezb etmeye başlar.

Bir Hadis-i Şerifte bildiriliyor ki;

Muhakkak ki Allah, insanı Rahmân isminitamamıyla gösterir bir sûrette yaratmıştır.

(Buhârî, İstizân: 1. Bâb; Müslim, Birr: 115,Cennet: 28, Müsned, 2:244, 251, 315, 323, 434, 463, 519.)



 

Muvahhid1

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

Allah'tan başka neye olursa olsun gönül vermek, onu sevmek, aşık olmak mecazi aşk olarak bilinir..kişinin, mala mülke, eşe, çoluk cocuğa olan şiddetli muhabbeti de bir nevi aşk sayılır. Eğer bunlar Allah namına ise zararı yoktur ama değilse Allah namına olmayan herşey kişiye sıkıntı ve hem dünyevi hem de uhrevı rahatszlıklar verır ..insan aşk-ı mecaziden aşk-ı hakikiye yüzünü dönerse, kalbi ve hakiki rahata kavuşur .. Çünkü Cenabı Hak, kalbi kendisini bilip, sevmemiz için yaratmıştır. .. Mecazı aşkta nefsı hesabına olduğundan karşılık , menfaat düşünülürken , İlahi aşkta Allahın rızası gözetildiğinden hiç bi çıkar göz önünde bulundurulmaz .. Allah için sevmek , Allah için vermek ve Allah hesabına yapmak hakiki aşktır ..


"Hem dahi, ey bedbaht ehl-i dalâlet ve gaflet! “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir” kaidesi sırrınca, siz, fıtratınızdaki Cenâb‑ı Hakkın zât ve sıfât ve esmâsına sarf edilecek muhabbet ve marifet istidadını ve şükür ve ibâdât cihâzâtını nefsinize ve dünyaya gayr-ı meşru bir surette sarf ettiğinizden, bil’istihkak cezasını çekiyorsunuz. Çünkü Cenâb-ı Hakka ait muhabbeti nefsinize verdiniz; mahbubunuz olan nefsinizin hadsiz belâsını çekiyorsunuz. Çünkü hakikî bir rahatı, o mahbubunuza vermiyorsunuz. Hem onu, hakikî mahbub olan Kadîr-i Mutlaka tevekkül ile teslim etmiyorsunuz, daima elem çekiyorsunuz.

Hem Cenâb-ı Hakkın esmâ ve sıfâtına ait muhabbeti dünyaya verdiniz ve âsâr-ı san’atını, âlemin esbabına taksim ettiniz; belâsını çekiyorsunuz. Çünkü, o hadsiz mahbuplarınızın bir kısmı size Allahaısmarladık demeyip, size arkasını çevirip, bırakıp gidiyor. Bir kısmı sizi hiç tanımıyor, tanısa da sizi sevmiyor, sevse de size bir faide vermiyor. Daima hadsiz firaklardan ve ümitsiz, dönmemek üzere zevâllerden azap çekiyorsunuz..." 32.Söz 3.Mevkıf
 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

"Gölge Güneşten nişan verse de Güneş her an¸ can nurunu neşreder."

Mevlâna bu beyitlerle¸ mecâzî aşkın hakikî aşk ile bir tutulamayacağına dikkat çekmektedir. Zira¸ gölge güneşin varlığına bir işaretse de¸ güneşin kendisi¸ her an bir hayat ışığıdır. Bunun gibi gölge misalinde olan ve cismânî suretlerden kaynaklanan aşk-ı mecâzî de aşk-ı hakikînin varlığından nişan vermekle birlikte güneş mesabesinde olan Zât-ı Hak'a olan aşk gibi değildir. Zira bu aşk¸ ruha nur verir.

"Ay'ın ikiye yarılması mucizesi Güneş gibi zuhura gelince¸ gölge sana masal gibi uyku getirir.
Güneş doğuverince Ay yarılır¸ yani nuru görünmez olur."mısrası ise aşkı¸ şakku'l-kamer mucizesine benzetmektedir.

Not:
Şakku'l Kamer Olayı


AY MUCİZESİ

Fahr-ı Kâinat Efendimizin (S.A.V.) gösterdiği BİN'e yakın mucize, insanlık âleminin ayları ve yıldızlan hük*münde parlayan sahabelerin gözü önünde cereyan etmiş ve yalan üzerine ittifak etmeleri imkânsız olan bu nuranî cemaat tarafından bütün teferruatıyla gelecek nesillere aktarılmıştır. "Benden bilerek yalan bir şey haber veren, Ce*hennem ateşinden yerini hazırlasın" mealindeki hadîs-i şerifin ikazına karşı bütün zerreleriyle titreyip herkesten fazla titizlik gösteren ve yalan bir haber karşısında susmaları mümkün olmayan o iman kahramanlarından bize ulaşan hadîs ve mucizeler, bugün modern ilim tarafından da tek tek tasdik edilmektedir. İslâmî kaynaklarda “Şakk-ı Kamer” veya "İnşikak-ı Kamer" olarak geçen"Ay'ın ikiye yarılma mucizesi" de bunlardan birisidir.

Şakk-ı Kamer Mucizesi, Efendimiz (S.A.V.) peygamberlikle vazifeli kılındıktan sekiz sene sonra vuku buldu. Kureyş Kabilesi'nin ileri gelen müşrikleri bir araya toplanmışlar ve Allah Resûlünden, peygamberliğini ispatlayacak bir mucize istemeye karar vermişlerdi. Hep birlikte O'nun bulunduğu yere doğru ilerlerken gecenin ilk saatleri yaşanıyor ve Efendimiz (S.A.V.) parıl parıl parlayan ay ışığı altında Hazret-i Ali, Huzeyfe İbn-i Yemân, Abdullah Ibn-i Mes'ud, Enes İbn-i Mâlik, Abdullah Ibn-i Abbas, Cübeyr ibn-i Mut'im ve Abdullah İbn-i Ömer gibi büyük sahabelerle sohbet ediyordu. O nur halkasını çevreleyen müşriklerin mucize görme konusundaki ısrarları had safhaya varıp sabır sınırlarını zorladığında, Fahr-i Kâinat Efendimiz (S.A.V.) yerinden doğruldu ve mübarek elini, gökyüzünde bir altın tabak gibi ışıldayan Ay'a doğru celâlle kaldırdı. Yaratıldığı günden beri vazifesinden şaşmamış olan Ay, hürmetine koca bir kâinatın yaratıldığı O Zat'in (S.A.V.) bu işaretiyle bir anda ikiye ayrılmış ve gerideki Mina Dağı, Ay'ın İki parçası arasında kalarak muhteşem ve tüyler ürpertici bir manzara teşkil etmişti.

Efendimiz (S.A.V.) etrafındaki sahabelerine "Şahit olun, şahit olun" diye tekrarlarken, Kureyş kâfirleri şaşkınlıkla birbirine bakmıyor ve "Bize büyü yaptı" diyorlardı.

Bir başka Kureyşli de, "Muhammed (S.A.V.) sadece bize büyü yapmış ve Ay'ı iki parça olarak göstermiş olmalı" diyerek, bu hâdisenin civar beldelerden gelen kafile ve kervanlara sorulmasını istiyordu. Bu teklif, diğerleri tarafından da ister istemez benimsendi ve ertesi sabah Yemen ve başka taraflardan gelen kervanlar soru yağmuruna tutuldu. Hepsi de gece seyahat ettikleri için Ay'ın ikiye varıldığına şahit olmuşlardı. Bunun üzerine Mekke'li Müşrikler. "Ebû Tâlib'in yetîmindeki sihir, semaya da tesir etti" diyerek inatlarını sürdürdüler. Ve Efendimizin (S.A.V.) yanında olmamalarına rağmen bu mucizeyi gören diğer müşrikler gibi, küfürlerinde sabit kaldılar.

Hemen arkasından Allah kelâmı nazil oldu:

"ONLAR BÎR MUCİZE GÖRSELER, ONDAN YÜZ ÇEVİRİP "NORMAL BİR SİHÎR" DERLER, YALAN SÖYLERLER. NEFİSLERİNE UYARLAR." (Kamer Sûresi, 3. Âyet)

 
Son düzenleme:

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

Yunus Emre¸ kendi lisanından Mecnun'un sonunda Leylâ'ya olan aşkına şöyle yorum getirir;

Yürü Leylâ ki ben¸ Mevlâ'yı buldum¸
Leylâ Leylâ derken¸ Allah'ı buldum.


Zahiri sevenlerin aşkına hakikî¸ mazharı sevenlerin aşkına mecâzî aşk adı verilir. Allah yolunda ilerlemek isteyen kimsenin her şeyden önce kendisine ayak bağı olacak kayıtlardan kurtulması¸ kalbinde bağlılık adına zerre kadar bir şey bulunmaması gerekir. Belirli bir sevgilisi olmayan kişinin "Düğünde zurnaya¸ hamamda kurnaya âşık" kabilinden her şeye bir bağlılığı vardır. Mecâzî de olsa birini seven kişi ise dünyayı ve ötesini kalbinden çıkarmış¸ yalnız dîdarına gönül vermiş ve düşüncesini hasretmiştir. Her şeyden kurtulmuş ama bir rabıtayla bağlı kalmıştır. İnce kalın¸ yüzlerce binlerce kördüğüm olmuş bağlardan kurtulmak kolay değildir ama tek bağdan kurtulmak mümkündür. O tek bağ da mürşid-i kâmilin himmeti ile çözülür.

Mecaz-i Aşk ; Ay'ın suya aksetmesi der isek,Hakiki aşk da gökyüzündeki Ayın ta kendisidir.Tabi, Şems'in dediği gibi ;'Boynunda çıban varsa sudaki akse dalar gidersin,hakikisine bakmak için boynunu çevirip,kafanı kaldırıp gökyüzüne bakmayı akıl edemezsin...'
 
Son düzenleme:

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

[NOT]
Elcevap: Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbup arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar.
[/NOT]

Eğer dünyanın geçici olan yüzünü görüp,bağlanarak kendine ne gibi kötülüklere sebebiyet verebileceğini düşünürse mecaz-i olan bu aşkının gerçek tarafına yüz çevirirse o zaman hakiki olur.

Baki ( ebedi ) bir Sevgili arasa,dünyanın ise asıl vatanı olan ahirete birer ayna vazifesiyle Allah'ın Esma-i İlahisini görerek bakarsa,imtihan dünyasındaki ubudiyeti bir nevi tarlasına ektiği toprak; ahiret ise biçildiği,toplandığı Hak Sahibine teslim edildiği hakiki aşkın menbaı hakiki vatanıdır.

Eğer böyle bakarsa o gayri meşru mecaz-i aşk o vakit aşk-ı hakikiye inkılab edebilir.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

[NOT]
Fakat bir şartla ki, kendinin zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını haricî dünyaya iltibas etmemektir. Eğer ehl-i dalâlet ve gaflet gibi kendini unutup, âfâka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer, boğulur. Meğer ki, harika olarak bir dest-i inâyet onu kurtarsın.
[/NOT]

Fakat bir şartla diyor Ustad Hazretleri; tükenecek hayatına bağlı kararsız kalarak ebedi aleme kıyaslamamalıdır.Yani ebedi alem bu dünyadan akıl ile anlaşılamayacak kadar yüksek sınırlarda yer almaktadır.Bu dünya sadece aslı olanın yani Ahiret Aleminin gölgesinin gölgesinden ibarettir.

Gölgelikte oturup ancak dinlenmek vakti ile yolculuk edilir.Nitekim hepimiz de yolcuyuz.

İşte dünyanın bu aldatıcı hallerine kapılarak gerçek hayatını unutup,başka başka dünya tahayyüllerinin peşinde koşmak insanı dünyaya aşık eder.Bu giderek gerçekleri red etmeye,perdelemeye ve kendisini batak bir düşüncenin esiri yapmaya sürükler.Yani tabiat illetine...

Onu o halden ancak Allah'ın hidayeti kurtarır.Çünkü en büyük günahtır şirk..

Derler ya hani aşkın gözü kördür.Hakikaten kördür.Körlüğünden göremez hakikati..Hakiki aşık ise kendini görmez, kendini unutur, O'nunla var olur O'na kavuşacağı günü bekler.

Aynen Kainatın Efendisi Hz.Muhammed (s.a.v) 'in Rabbine kavuşma arzusu gibi;


[DIKKAT]
Sonra ölüm melegi (Azrail (A.s)) gelerek selâm verdi, içeri girmek için izin istedi. Peygamber 'imiz de ona izin verdi.

Ölüm melegi «Bize ne emir veriyorsun, ya Muhammed» (S.A.S.) diye sordu.

Peygamber 'imiz ona «Beni derhal Rabbime kavustur» dedi. Bunun üzerine ölüm melegi söyle dedi:


«— Peki, hemen bu gün. Zaten Rabbin seni özlemle bekliyor. Sende oldugu gibi hiç kimse hakkinda tereddüt etmedi. Senden baska hiç kimsenin yanina izinsiz girmemi yasaklamadi. Fakat bekledigin an yakindir.»




Böyle dedikten sonra çikti. Cebrail (A.S) içeri girdi ve sunlari söyledi:


«— Ey Allah'in Rasûlü! Selâm üzerine olsun. Bu benim artik yeryüzüne son inisimdir. Vahiy ve dünya defteri artik dürüldü. Benim yeryüzünde senden baska hiç kimse ile isim yok. Seninle bulusmaktan gayri yeryüzü ile bir münasebetim yok. Seni hak üzere gönderen Allâh'a yemin ederim ki, artik burada durmamin hiç bir gerekçesi kalmadi.»


Bayginken «Yüce dosta» diyordu. Sanki tercihini yeniliyor gibiydi!

Konusabildigi anlarda da «Namaza. Namaza» diye vesiyyette bulundu.


İmam Gazali - Kalplerin Keşfi
[/DIKKAT]​
]
 
Son düzenleme:

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

[NOT]
Şu hakikati tenvir için şu temsile bak:

Meselâ, şu güzel, ziynetli odanın dört duvarında, dördümüze ait dört endam âyinesi bulunsa, o vakit beş oda olur: biri hakikî ve umumî, dördü misalî ve hususî. Herbirimiz, kendi âyinemiz vasıtasıyla, hususî odamızın şeklini, heyetini, rengini değiştirebiliriz.

Kırmızı boya vursak kırmızı, yeşil boyasak yeşil gösterir. Ve hâkezâ, âyinede tasarrufla çok vaziyetler verebiliriz. Çirkinleştirir, güzelleştirir, çok şekillere koyabiliriz.

Fakat haricî ve umumî odayı ise kolaylıkla tasarruf ve tağyir edemeyiz. Hususî oda ile umumî oda hakikatte birbirinin aynı iken, ahkâmda ayrıdırlar. Sen bir parmakla odanı harap edebilirsin; ötekinin bir taşını bile kımıldatamazsın.
[/NOT]


Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri,açıklamayı daha da aydınlatmak adına bir temsil veriyor.

Misalen;bulunmuş olduğumuz odanın her duvarını kendi aynamız olarak düşünelim.Herkesin duvarı kendine has bir ayna olur.Oysa bir de odanın kendisi var.Odanın kendisi hakiki ve umumidir diyor.

Böyle düşündüğümüzde her ferd kendi aynası diye nitelendirdiği duvarı istediği renge boyayabilir.Kırmızı boyarsak kırmızı,yeşile boyarsak yeşil olur.

Hatta çeşitli şekillerle kendi idaresinde olan taraf ile çirkinleştirir veya da güzelleştirebilir.Bu onun elinde bir fırça misali nefsine hitaben yaşayışını gösterir aslında..

Fakat diyor genel olan oda var bir de o dört aynanın haricinde herkesin, herşeyin haricinde bir odanın gerçekliği daha var unutulmaması gereken..

İşte o odanın idaresi ve değişimi o hususi aynaların sahipleri olanların elinde değildir.Odanın duvarları hakikatte aynı gibi gözükse de ahkamda yani nizamda,kanunda ve tertipte Allah'ın idaresindedir.İşte o oda Allah'ın insanlara imtihan cihetiyle yaratmış olduğu dünyadır.

İnsan neyi ne yönde yapacak olursa olsun.O dilemediği müddetçe aynen o odanın bir taşını bile oynatamaz.

Yapabileceği herşey sadece kendi aynası olan duvarı boyamaktır,perdelemektir veya güzelleştirmektir.
 

Denis

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

"MECÂZÎ AŞK¸ HAKÎKÎ AŞKIN KÖPRÜSÜDÜR"

Aşk medeniyeti inşacısı olan¸ şiirleri ile gönüller kuşatan ve gönüller yapan Mevlâna¸ "Aşk benden doğmadı¸ aşk beni doğurdu."; "Gönlüme girince sen¸ kapıyı arkadan kilitledim."; "Sen bakmasını bil de dikende gül gör! Dikensiz gülü herkes görür." der.

"Aşırı derecedeki sevgi ve muhabbet¸ sevginin son mertebesi¸ sevginin insanı tam olarak hükmü altına alması" şeklinde tanımlanan aşk¸ mutasavvıflara göre varlığın aslı ve yaratılış sebebidir.

Aşk¸ sevenin sevgilisinde kendini yok etmesi; öyle ki¸ âşığın yok¸ sadece mâşûkun var olması¸ her şeyin ondan ibaret olması hâlidir.

Mevlâna nazarında¸ uğruna bir ömür bağışlanan¸ yanıp yakınılan eşsiz sevgili¸ Allah'tır. Gerçek ilhama mahzar olmuş ve gerçek yokluğu zevk edinmiş âşıkların en büyük arzusu¸ "ilahî vuslat"tır.

Bu yolun coşkun âşığı olan¸ aşktan doğup¸ aşkla yoğrulan Mevlâna; "Bizim Peygamberimizin yolu¸ aşk yoludur. Biz aşk çocuklarıyız¸ aşk bizim anamızdır." der ve hakikî diriliğin aşkta yok olmakla mümkün olabileceğini söyler.

"Yoğun aşkın dışında¸ aşktan başka hiçbir işim yok.
Gönül aşkı dışında¸ hiçbir tohum ekmiyorum."



diyen Mevlâna¸ aşkı yegâne gaye edinmiş¸ sevme sanatını tecrübî olarak yaşamış¸ "Balık¸ deniz suyundan doyar mı? Bir âşık aşkla nasıl doyum sağlar ki?" sözleri ile aşka olan doyumsuzluğunu dile getirmiştir. Aşk içinde eridiğini söyleyen Mevlâna¸ yapmacık bütün bağlardan kendisini özgür hissedip tamamen özgürleşmiştir.

Âşık¸ sevgilisinin ayıp ve kusurlarını görmez; yaptığı kötülükleri iyilik sayar; zulmünü iltifat kabul eder; onu kendisinden bile kıskanır. Mevlâna; âşıklık derdinin gönül iniltisinden belli olacağını¸ hiçbir hastalığın gönül hastalığı gibi olmadığını¸ aşk hastalığı ilacının¸ başka bir aşka düşmek yahut seyahate çıkmak olduğunu kabul eder.

Aşkı¸ eskiden yıldızlar âlemini incelemek için kullanılan üsturlâb isimli âlete benzeten Mevlâna;

"Âşığın derdi diğer dertlerden ayrıdır. Aşk Huda'nın sırlarını belli eden bir üsturlâb ve bir vasıtadır."1 der.

Ona göre¸ yıldızların sırları¸ duruş ve davranışları nasıl üsturlâbla anlaşılırsa¸ mana yıldızları demek olan ilahî güzelliğe¸ Allah'ın isimlerine¸ sıfatlarına ait gerçek güzellikler de ancak aşk vasıtasıyla görülür ve anlaşılır.

Yıldızları bilmek ve anlamak için nasıl daha iyi ve daha üstün bir âlet lazımsa¸ ilahî sırları bilmek ve hakikat nurunu görmek için de daha derin¸ daha gerçek bir aşka ihtiyaç vardır.

Ona göre yapılması gereken¸ mecâzî aşkı hakikî aşkın köprüsü olarak görmektir. O dünyevî aşkı¸ mecâzî ve tabiî aşk¸ Allah aşkını hakîkî ve ruhânî aşk olarak görmektedir. "Mecâzî aşk¸ hakîkî aşkın köprüsüdür" sözü ile Mevlâna¸ aşkın güzele değil¸ güzelliğe olduğuna dikkat çekmektedir.

Zira Allah aşkını derinden hisseden kimse¸ ilâhî güzellikten diğer varlıklara yansıyan güzellikleri de sever. Yani o¸ yaratandan ötürü¸ yaratılanı sever.

Kâinatın her zerresi¸ Allah'ın tecelli aynasıdır. Tüm mevcudata mazhar¸ Hakk'ın tecellisine zahir denilir. Kemâl sahibi kişiler her yerde ve her şeyde zahir olan o cemali sever. O kemâl derecesine vasıl olamayanlar ise aynaya bakanı değil aynayı severler. Dolayısıyla zahirden gaflet edip mazhara muhabbet beslerler.

Muhabbet ve bağlılıklarından kendilerini kaybeder¸ kâinatı¸ hatta kendilerini bile maşukundan ibaret görecek hâle gelirler. Mecnun adıyla tanınan Kayş işte bu çeşit âşıklardandır. Son zamanlarında ziyaretine gelen Leylâ'yı tanıyamamış¸ Fuzûlî'nin ifadesi ile;

Bende olan âşikâr sensin¸
Ben hod yoğum¸ ol ki vâr sensin!..
Ger ben¸ ben isem; nesin sen ey yâr!..
Ver sen¸ sen isen; neyim men-i zâr!..


demiştir.
Yunus Emre¸ Mecnun'un sonunda Leylâ'ya olan ilgisinden kurtulduğunu ve mecaz köprüsünü geçip hakikati bulduğunu onun lisanından söylediği¸

Yürü Leylâ ki ben¸ Mevlâ'yı buldum¸
Leylâ Leylâ derken¸ Allah'ı buldum.


beytiyle anlatır

İşte zahiri sevenlerin aşkına hakikî¸ mazharı sevenlerin aşkına mecâzî aşk adı verilir. Allah yolunda ilerlemek isteyen kimsenin her şeyden önce kendisine ayak bağı olacak kayıtlardan kurtulması¸ kalbinde bağlılık adına zerre kadar bir şey bulunmaması gerekir. Belirli bir sevgilisi olmayan kişinin "Düğünde zurnaya¸ hamamda kurnaya âşık" kabilinden her şeye bir bağlılığı vardır.

Mecâzî de olsa birini seven kişi ise dünyayı ve ötesini kalbinden çıkarmış¸ yalnız dîdarına gönül vermiş ve düşüncesini hasretmiştir. Her şeyden kurtulmuş ama bir rabıtayla bağlı kalmıştır.

İnce kalın¸ yüzlerce binlerce kördüğüm olmuş bağlardan kurtulmak kolay değildir ama tek bağdan kurtulmak mümkündür. O tek bağ da mürşid-i kâmilin himmeti ile çözülür.

Mecâzî aşk¸ hakikî aşkın köprüsü olduğu için Mevlâna¸ "Âşıklık ne suretle olursa olsun bizim için hakikat rehberidir."2 demektedir. Diğer yandan Mevlâna:

"Renge incizap dolayısıyla husule gelen aşklar¸ aşk değildir; neticesi utanıp arlanmaya varan bir hevesten ibarettir."

buyuruyor. "Ay'ı leğende müşahede ediyorum."¸ yani Hakk'ın cemalini güzellerin yüzünde görüyorum¸ diyen Fahreddin-i Irâkî'ye Şems-i Tebrîzî¸ "Ensende çıban mı çıktı ki başını kaldırıp gökyüzüne nazar etmiyorsun da suya bakıyorsun?" ihtarında bulunmuştur.

"Gölge Güneşten nişan verse de Güneş her an¸ can nurunu neşreder."3 beyti ile de Mevlâna¸ mecâzî aşkın hakikî aşk ile bir tutulamayacağına dikkat çekmektedir. Zira¸ gölge güneşin varlığına bir işaretse de¸ güneşin kendisi¸ her an bir hayat ışığıdır.

Bunun gibi gölge misalinde olan ve cismânî suretlerden kaynaklanan aşk-ı mecâzî de aşk-ı hakikînin varlığından nişan vermekle birlikte güneş mesabesinde olan Zât-ı Hak'a olan aşk gibi değildir. Zira bu aşk¸ ruha nur verir.

Mevlâna¸ aşkın mahiyetinin akıl ile kavranılamayacağını ise şu mısraları ile dile getirmektedir:

"Aşkın şerhi için ne türlü beyanatta bulunsam¸ aşka gelince; yani aşkın tesirini hissedince söylediklerimden mahcup olurum. Dilin izah ve yorumu parlak olsa da aşkın söylenilmemiş kalması ve söylenilmemesi değil; hissedilmesi daha parlaktır."4

Ona göre aşk; bir zevk ve vicdan hâlidir. Kendisine âşıklık nedir? diyenlere benim gibi olursan anlarsın¸ cevabını vermiş ve aşkın tefsirini yapmaktansa onun hissen ve zevken anlaşılmasını daha uygun bulmuştur. Ona göre dilin tasvir kuvveti¸ kalemin tahrik gücü ne kadar fazla olursa olsun aşkın gereğince tarifinde lisan yorulur¸ kalem kırılır.

Hatta dille kalemin muharriki olan fikir de aşkın anlatılması şöyle dursun¸ anlaşılmasında bile aciz kalır. Zira aşkı anlatacak yine aşkın kendisidir. Karanlık bir mağarada yapay bir ışık içerisinde büyümüş ve yaşamış bir kimseye güneşin varlığı ve vasıfları hakkında ne kadar delil getirilip anlatılmaya çalışılsa¸ hakkıyla anlatmak mümkün değildir. Ona güneşi göstermek gerekir.

Zira güneşin zatı¸ zatına delildir. Aşkın delili de yine kendisidir. Mevlâna;
"Ay'ın ikiye yarılması mucizesi Güneş gibi zuhura gelince¸ gölge sana masal gibi uyku getirir. Güneş doğuverince Ay yarılır¸ yani nuru görünmez olur."5 mısraı ile aşkı¸ şakku'l-kamer mucizesine benzetmektedir.

Mevlâna¸ "Kimin ki aşk toplayacak eteği yoktur¸ bu saçılan nurdan nasipsiz kalmıştır."6 mısraı ile de aşkı¸ ilahî kaynaktan kopan bir nur parçası olarak görmektedir. Ona göre her şeyin aslına rücu etmesi gibi¸ aşkla donanan ruh da sonunda birlik deryasına gider.

Özetle Mevlâna¸ aşkı tanımlanması en zor kavram¸ ancak samimi ve hassas kimselerin tecrübe edebileceği bir zevk hâli olarak görmektedir. Hayatta her şeyi tattığını ve hiçbir şeyin aşkla mukayese edilemeyeceğini söylemektedir. Şu şiiri ile de aşkın gücüne dikkat çekmektedir:

Aşk sayesinde dikenler gül olur.
Aşk sayesinde sirke¸ tatlı şarap olur.
Aşk sayesinde kazık¸ (hükümdar) tahtı olur.
Aşk sayesinde talihsizlik¸ talihe dönüşür.
Aşk sayesinde hapishane¸ bahçeli (bir) köşke dönüşür.
Aşk sayesinde küllerle dolu ocak¸ gül bahçesi olur.
Aşk sayesinde yakan ateş¸ güzel bir ışık olur.
Aşk sayesinde şeytan¸ huri olur.
Aşk sayesinde sert bir taş¸ tereyağı gibi yumuşar.
Aşk sayesinde keder¸ neşeye dönüşür.
Aşk sayesinde gulyabani¸ melek olur.
Aşk sayesinde arı iğnesi bal olur.
Aşk sayesinde aslanlar¸ fare gibi zararsız olur.
Aşk sayesinde hastalık¸ sağlık olur.
Aşk sayesinde öfke¸ merhamete dönüşür.7


Dipnot
1- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 110.
2- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 111.
3- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 112.
4- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 112-113.
5- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 118.
6- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 762.
7- Arasteh¸ Mevlâna¸ s. 63-64

Kadir Özköse
 
Son düzenleme:

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

Derse katılan kardeşlerimden Allah Razı Olsun.

Biz de kendimizce anladıklarımıza devam edelim inşaAllah..

[NOT]
İşte, dünya süslü bir menzildir. Herbirimizin hayatı bir endam âyinesidir. Şu dünyadan herbirimize birer dünya var, birer âlemimiz var. Fakat direği, merkezi, kapısı, hayatımızdır. Belki o hususî dünyamız ve âlemimiz bir sahifedir, hayatımız bir kalem onunla, sahife-i a’mâlimize geçecek çok şeyler yazılıyor.
[/NOT]


Dünya süslü bir mekandan ibarettir.Herbirimizin hayatı boydan boya gösterilen ayna örnekleridir.Herbirimizin yaşamlarınca birer alemi ve birer dünyası vardır.

Fakat herbirimizin hususi olan bu alemleri,dünyalarını; direği ile kapısı ile merkezi ile hayatta tutan,hayat veren Allah'tır.

Hayatın varlığı olmasa idi o şahsi dünyalar,alemler olamazdı.Üstad diyor ki;belki de kendi şahsi alemlerimiz birer sahifedir bu koskoca Alemin içinde,hayatımız bir kalem misali , o büyük alemin içinde kendini sahife-i a'malimize geçirtmeye sebep olan çok şeyleri yazıyor.


 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

[NOT]
Eğer dünyamızı sevdikse, sonra gördük ki, dünyamız, hayatımız üstünde bina edildiği için, hayatımız gibi zâil, fâni, kararsızdır, hissedip bildik.

Ona ait muhabbetimiz, o hususî dünyamız âyine olduğu ve temsil ettiği güzel nukuş-u esmâ-i İlâhiyeye döner, ondan cilve-i esmâya intikal eder.
[/NOT]


Eğer dünyamızı hayatımızın üzerinde bina edecek şekilde sever isek ; tükenip bittiğini,geçici olduğunu,karar verebilme mekanizmasını acziyeti ve fakrından ötürü tam kullanamadığını misalden de hissederek anladık.

Fakat dünyaya olan muhabbetimizi kendi hususi aynamız olan alemimiz ile bağlantı kurarak her ikisinin de Esma-i İlahiyi yansıtmak ve tanıttırmak adına sadece bu anlamda var olduğunu görebilirsek o zaman Hakiki Aşkın cilve-i esmasına intikal eder.

Sevgili kendini ancak isim ve sıfatlarıyla bu manada gösterir.Açılır mahlukatın kapalı perdeleri..
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

[NOT]
Hem o hususî dünyamız, âhiret ve Cennetin muvakkat bir fidanlığı olduğunu derk edip, ona karşı şedit hırs ve talep ve muhabbet gibi hissiyatımızı onun neticesi ve semeresi ve sümbülü olan uhrevî fevâidine çevirsek, o vakit o mecazî aşk hakikî aşka inkılâp eder.

[/NOT]


Hususi dünyalarımızın,Ahiret ve Cennetin yeryüzündeki fani birer fidanlığı olduğunu anlar isek;

ona karşı duyduğumuz şiddetli hırs ve talepkar yani dünyalık istekler hırsı yüzünden sürekli talep etme duygusunu hakiki ebedi aleme feda etsek.

Bu defa görülür ki bu dünya ebedi dünyanın kapısı olacak ve fayda sağlayacaktır.Burada ekilen tohumlar orada ebedi hayat olarak sümbüllenecektir.

Burada batan güneş hakiki dünyamıza ebedi bir surette doğacaktır inşaAllah..
 
Son düzenleme:

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

Muhabbetin Hâlık’ı, menbaı ve nihâî gâyesi Allah Teâlâ’dır. Mü’min, bütün fânî muhabbetleri, ilâhî muhabbete bir basamak bilmelidir. Zîrâ hakikî muhabbet, fânî muhabbetlerin dar hudûdunu aştıktan sonra başlar. İlâhî muhabbetin lezzeti karşısında diğer muhabbetlerin geçici ve anlık lezzetleri, tıpkı güneş karşısındaki bir mum ışığı gibi sönük kalır.​
 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

Ana-baba, çoluk-çocuk, mal, can, eş-dost, konu-komşu, millet, vatan, bayrak ve emsâli her şeyi, yâni Allâh’ın bütün nîmetlerini yine Allah için sevmek muhabbetin hakîkatine vâkıf olmanın işaretleridir. Zîrâ Allah’tan gayrısına yönelmiş gibi görünen bu nevî muhabbetler de, esâsen Allah için olduğundan, kalbe huzur bahşeder.​
 
Son düzenleme:

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 42 - Aşk-ı Mecazî - Aşk-ı Hakikî

Aşkı anlamak için, hikmet gemisinde aşk ehline gelinir. Onların kapısına aklı başında gelinir ama akıl yitimi ve hayranlıkla dönülür. Aşk ehline akıllı gelinip, deli ve hayran dönülürse, nâsiplenilmiş olur aşk âleminden.​

Şeyhülislam Yahyâ

Gönül aşk aleminde, aşk âlemi gönüldedir. Elbette gönül aşk alemine hiçbir zaman erişemez, dünyada aşk kürede yaşar, ama içinde aşk âlemini duyar. Ona aşk âlemi sığabilir.​

Gönül ehlinin sözünü duyunca yanlış deme. Söz anlamıyorsun cânım efendim ...yanlış burada.
Hâfız
 
Son düzenleme:
Üst