Medineyi Özlüyorum!!!!!

teblið

Vefasýz
medine-gulu.jpg


Medine’yi özlüyorum, içinde Efendimizin ruhaniyeti olan. Medine’nin yollarında çiçeklenmeye gidiyorum, “hâlim vaktim yerinde mi öğrenmeye gidiyorum.”

Efendimiz’in mübarek ayaklarının bastığı Aîr (Ayr) Dağı’ndan geçip giriyorum Medine’ye. Dilimde âyetel kürsî, vecdle okuyorum yüreğimden ter boşanarak. Medeniyetimizin menbaı, ilk darülislâm’ı Medine’nin semâlarına bir akça bulut gibi konuyorum.

Sonra Medine’nin kırk ikindi yağmurları altında Efendimiz’in hicretine katılan kutlu bir köle gibi ıslanıyorum. Efendimiz’in şereflendirdiği kutlu Hicret gününde dahil oluyorum huzuru yaşatan hayatına Medine’nin. Kalbim Medine’de Efendimiz Âleyhissalâtü Vesselâm ile şimdi.

Efendimiz’in, “kınanan nahoş yer” mânasına gelen adını Yesrib’den Medine’ye çevirdiği, Allah’ın âyetinde belde-i tayyibe ve medâin diye övülen şehir! Kendine hicret edenleri seven, kendileri zaruret içinde bulunsalar da nimetini paylaşan Ensar’ın yaşadığı belde dârül hicre! Kapına geldim.

Haşr sûresi, dokuzuncu âyetinde “Kendilerinden önce o yurdu hazırlayıp imanı gönüllerine yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç arzusu duymazlar...” buyurularak halkı medhedilen şehir, toprağını muhabbetle öperim senin.

Medine’nin Çerâğı: Mescid-i Nebi

Gökte dolunay, Medine’de Mescid-i Nebi. Bir nur gibi doğar İslâmların kalbine. Mâveradan bir zamanın içindeyim. Alıp bu zamanı kalbime bekledim Medine’nin ulularını. Medine’tün Nebi’nin ruhu damarlarımda şimdi. Perde perde açılıyor bütün bir zaman, Efendimiz gözlerimde.

Mescid-i Nebi’nin inşa edildiği iki yetime ait arsaya doğru yürüyen Efendimiz’in mübarek devesinin ayak seslerini duydum kalbimi titreten yek-âhenk ilâhî bir nağme gibi. Efendimiz indiler. Ebu Eyyüp el-Ensarî sevinçle eşyalarını evine taşıdı. Efendimiz buyurur: Mescid yapılsın şehrin kalbine. Ensar ile Muhacir bu kutlu söz üstüne gökle yer bir olmuşçasına birleşir. Efendimizin sevdiği genç Zeyd oğlu Abdullah, gördüğü rüya üzerine ezan okuma usulünü teklif eder. Efendimiz, Bilâl-i Habeşî’ye “oku” diye buyurur ilk ezanı.

Efendimizin mübarek ellerinin dokunduğu Mesciddeyim. Bir serçe kuş gibi atıyor yüreğim. Dilimde âyet ve dua; okudum mu, yandım mı, bilir hâlde değilim. Mescid içimde dönüyor, istiğrak hâlindeyim. Mekânı fakirlik dergâhı, yokluk kapısı. Koptum şimdiki zamandan. Huzur ve cezbe bir arada. Hüzün ve ulvîlik iç içe. Ah, saadetten titreyen kalbim! Bir hâlden bir hâle geçtim.

Mescid-i Nebi’nin kapıları derman kapısı, gönül kapısı. Kapılarla konuşuyorum: Cebrail Kapısı, Selâm Kapısı, Nisâ Kapısı... İçeride ilâhî kelâm iç evimi aydınlatan. Sütunlarına sarılıyorum. Tevbe Sütununa, Muhacirûn Sütununa... Dokundum mihrabına, mermere ruh verilmiş; iç içe nakışlar, iç içe motifler. Eşya ve duvar olamaz bu. Bezm-i elest’ten renkler aksettiren ulvî bir dekor bu. Cennetten bir zaman içindeyim; asr-ı saadet, hâl ve rüya, her mekânında aynı ruh ve mâna.

Bahçesinde ulu hurma ağaçları, asırların ulvî serinliğini taşıyor zamana. Fıskiyesinden dökülen billur damlalar. Her damla semâdan inen âsude bir serinlik, imanı ateşleyen bu ulu mekânda. Ayaklarımı yerden kesti ezan sesi. Bilâl-i Habeşî’nin hançeresinden çıkan ulvî sesti duyduğum. Zaman durmuştu, saadet asırlarını yaşıyordu gönlüm.

Mescid-i Resûl, Mescid-i Saadet nâmına nail olan bu ulu mekânda kılındı Nebevî devletin ilk namazı. Zamanı susturan mekân, Medine’nin cümle kapısı. Duvarlarında hissettim Efendimizin ellerini. Efendimizin mübarek hançeresinden bir ses kalp kulağımdan yüreğime çarptı. Seni gördüm ah Efendimiz, Mescid-i Nebi’de!

Kıble’sinde Efendimizin Kabr-i Saadet’leri Ravzâ-i Mutahhara bir nur gibi sardı bütün âzalarımı: Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed. Omuz hizasında yâr-ı gâr Hz. Ebubekir, ilk günkü gibi Efendimizle yan yana. Makâm-ı Cebrail’e yaklaşamadım vecdden.

Nasıl dayanacak kalbim Cennet’ül Bâki Kabristanlığına? Efendimizin binlerce sahabesini gördüm, yatıyorlardı ukbâdan bir serinlik içinde. Bir yanda Hz. Ömer. Bir yanda Hz. Fâtıma ve oğlu Hz. Hasan. Bir yanda Hz. Aişe ve ilk cuma namazı kıldıran Osman bin Ma’zun ....... çıkıp geldiler ebedî zamandan. Ah Medine! Mahcubiyetten ölecek gibi oldum. Efendimizin “Her kim defnedilirse kıyamet günü ona şehâdet ve şefaat ederim” buyurduğu Cennet’ül Bâki’den çıkıp Yedi Mescidler’de vecdimi nasıl tutacağım şimdi? Bir yanda Ebu Bekir, Osman ve Ömer Mescidi, bir yanda Ali ve Hamza Mescidi...

Medine’nin Derûnu

Medine-i Münevvere: Aydınlanmış şehir, kâmil bir medeniyetin doğduğu mekân, inananların ve umranın merkezi, faziletli, terbiyeli, kibar, yani medenî. Dünyayı mutlaklaştırmayan, âhireti unutturmayan Medinetül Fâzıla. Otlaklarında ceylanların korkmadan gezdiği belde. Ah, Medine! Sana unvan mı biçilir?

Müşriklerin dahledemediği, Efendimizin, “Fitne Günleri”inde Deccalin giremeyeceğini, istilâlardan müstesna olduğunu, kapılarında meleklerin beklediğini buyurduğu, “Ya Allah! Mekke’ye bahşettiğin bereket ve hayrın iki mislini Medine’ye müyesser kıl” diye dua ettiği nurlu şehir.

Efendimiz ve dinimizle sorgusuz bir teslimiyetle yakin olan ilk şehir; Mekke gibi, şehirlerin anası. İnsan bu mekânda unutmuyor. “Unutuş” yok burada. İnsan bu şehirde doğuştan meşreb ve ahlâkı ile medenî oluyor. Yani medenî-i bittab.

İslâm, bu kutlu şehirde neşv ü nemâ buldu ilk. İbrahim milleti ilk burada medenî oldu, din-i mübin’den neşet eden nizama ilk bu beldede girildi. Din, burada içtimâileşti. Efendimiz, ilk büyük mescidi bu nurlu şehirde yaptırdı. Medeniyetin merkezinde mescid vardı.

İlk Medine emzirdi İslâmları bereketli göğsüyle. Ümmet kalplerin yekpâre olduğu bir vecd ile Efendimizin huzurunda durdular ilk kez bu kutlu mekânda. Durmayı öğrendiler, Kıble’ye dönüp umranın şehrini kurdular. İlk kez içtima oldular Müslümanlar aydınlık yüzleriyle. Medine’nin tasavvuflu yüzlü aynasıydı bu.

Efendimiz Medine’yi çok severdi. Seferden döndüğü zaman Medine’yi uzaktan gördüğünde atını hızlandırırdı. “Ben bir karyeye hicret etmekle emrolundum ki, o karye diğer bütün karyelere gâlip gelir. Bu karyeye Yesrib denilmektedir. O, Medine’dir. Demirci körüğünün demirin kirini giderdiği gibi, pis insanları giderir” buyurduğu Medine’de vecd ile dolaşıyorum.

Efendimiz’in “Aîr Dağı ile Uhud Dağı arasında haram kıldığı” bu mukaddes mekânda hiçbir yaratığı öldürmek yok. Ağaç kesmek yok. Kötülük yok, Kendini heder edercesine dünya için çalışmak yok. Hırs-ı dünya, hırs-ı cah yok. Nefs gâlebe çalmıyor bu şehirde. Ne bahtiyarlık.

Kutlu hicret zamanının adıydı Medine. Efendimiz’in eli Hz. Ebu Bekir’in elindeydi. Duası tecelli ediyordu Medine’nin kapılarını açan anahtar olarak. Peygamber kokusu saçan sokaklarında gezdim hicret rüzgârlarını gönlüme alarak. Mekânın anlam bilgisini öğrendim kucağında. Âb-ı hayat içtim Efendimiz’in mübarek ağızlarını serinleten sularından.

Dergâh bir şehir duruyor önümde; gelene kapılarını açan. Güzel sıfatlar taşıyor mazrufuyla: Ulu, vakur, cömert ve menkıbevî. Çiçekten renklere benziyor zarfıyla: Yeşil, mavi, beyaz ve erguvanî. Muhteşem Nebevî hususiyetleri görünüyor sûretinde. Hicretin ulvî ıstırabını hissettim mekânlarında

İslâm’ı medeniyete döndüren, kutlu hicretle bahtı açılan, sûretini Ravzâ-i Mutahhara’da seyreden, Efendimiz’in ve huzurun şehri!

Medine: Bir Câbülkâ, mekân saadetimin adı, medeniyetimizin mukaddimesi, ümmetin kadîm ve medenî yüzü, cennete ve semâya bakan gözü. Sûret ve sîretiyle kutsallarımı kendinde saklayan mübarek şehir. Efendimiz’i ve sahabelerini hayırla yâd eden ulu mekân.

Darülislâm’ı haiz, din-i mübin’in hükümferma olduğu ilk nübüvvet şehri, İslâm’ın ilk neşir yurdu Medine gönlüme nasıl sığdırayım seni? Dîvanında Ensarla Efendimizin bir olduğu ulu şehirde sahabelerle Efendimiz bir bir geçiyorlar kalbimin üstünden. Ruhum Medine’de asr-ı saadet’e iltica ediyor.

Efendimiz’in, hicrette ilk konakladığı, ilk cuma namazı kılıp mescid yaptırdığı Kuba Köyü’nde rüya üstüne rüya görüyorum. Ardından, Medine’yi teşrif etmeden önce dinlendiği Ranuna Vâdisi’nde Efendimiz’le rabıta yapıyorum. Yüreğim terliyor, aşkça çoğalıyorum.

Dünyada yaşanacak şehir kalmamış. Ne gam! Medine’deyim, kalbi var şehrimin. Her yer Medine, her yer Mescid-i Nebi. Medine’de Medine’den içeriyi gördüm.

Ümmetin kalpgâhı şefkâtli şehir, din-i mübin’in ilk göz ağrısı Medine’de mukaddeslerimi gördüm. İslâm ve saadet: Medine’de yaşadığım budur.

Dilek Ey Medine Dilek!

Ey recüliyet sahibi kutlu şehir, Rüyalarıma giren mekânlarında gönül tâlimi yapmak, Şehriyarın olmak istiyorum. Ölümün güzelleştiği şehir hangi mekânına gömülmeliyim senin?

Medine’nin semâlarında hicret kuşları bir bir uçup kondular şimdiki zamana. Anladım seni Medine, beni yakan ateş sendeymiş. Öğrendim mekân şuurunu Mescid-i Nebi’de olmakmış.

Kalbini dinledim Efendimiz’in şehrinin; ulvî hüzünlerini topladım. Medine, bir Leylâ sevdası şimdi. Çantamda Medine’nin hâtıra defteri. Okuyorum hicret kokusu taşıyan günlerimi
 

Denis

Well-known member
Allah (c.c.) razı olsun kardeşim..

Rabbim bizleri Rasûlü's-Sekaleyn (s.a.v) Efendimizin şefeatine nail, muhabbetine mazhar eylesin..
 

teblið

Vefasýz
Kaç zamandır düşlüyordum!
Yaşadığın, ayak bastığın toprakların,
Havasını soluduğun, rüzgârına derdini savurduğun dağların taşların,
İçinde insanlığı, insanları aradığın köylerin şehirlerin, hayalini kuruyordum,
Ey Nebi!
Çıktım geldim bir temmuz ortası… Şehirlerin vefalısı dediğin Medine’ne. Hicret ocağın, Mü’minlerin ana kucağı kutsal beldeye…
Seni aradı gözlerim her adımda. Sanki çıkıverecekmişsin gibi bir köşe başında.
Hani terk etmiştin Mekke’yi, yanında yol arkadaşın Ebu Bekir, Medine’nin ufkunda belirmiştin bir altın huzmesi gibi. Senin rengine boyanmıştı bir anda şehir; esenliğin kuşatmıştı dağını taşını. Tale al bedru nidalarıyla kutlamıştı mü’minler gelişini. İşte o şehirdeydim. O kadar yakınındaydım hicretin. Ruhumda asırların yorgunluğu, gözümde yaş, omuzlarımda günahlarımın ağırlığı, mahzun, suçlu ve bedbin…
Okuduklarımı ve yazdıklarımı giyinmiştim elbise niyetine. Yaşanmışlıkların peşinde, bir hafiye gibi izini sürecektim. Toy ve duygusal bir gözlemci ya da içinde dünyaya dair tüketmiş ne varsa. İster iste beni istersen yüz çevir. Kapıdan kovsan bacadan girecektim.
Akşam karanlığındaydı şehir. Elektrik direkleri, asfalt, tek tük görünen ağaç kümeleri ve beyaza boyanmış binalar akıp gidiyordu penceremde… Zihnimde geçmiş zaman anekdotları...


Medine’ye bir akşam vakti seferden dönüyordun şimdi. Seni karşılamak için koşup gelen çocukların arasındaydım. Boynumu bükmüş bana uzanacak şefkat elini bekliyordum. Sana uzanan hangi eli boş çevirdin ki! İşte bineğinin terkisindeyim. Şehrin tozlu, sıcak ama bir o kadar da dokunaklı siluetini içime çekiyorum, şehir de bizi… Sonra ufukta kayboluyoruz ikimiz, hepimiz, ümmetimiz. Medine, vefanın, hayırlarda yarışan Ensar’ın diyarıydı ya; dostluğun ve kardeşliğin, fedakârlığın ve dünyadan vazgeçişin diğer adı… İlkin benciliğimi törpülemeliydim.
Yol boyunca evlere baktım. Ya Rasulallah... Evlerin pencerelerine mıhladım bakışlarımı. Metruk duruşlarıyla her biri bir hüzün yumağı. Pencerelerde rengi boyası gitmiş kepenkler. Ne bir kıpırtı ne dünyevi bir ışıltı! Bizim evlerimize benzemiyordu hiçbiri. Sanki öylesine, barınak görevlerini ifa etmek için saçılmışlardı arzın gövdesine. Ve sanki garip bir kimsesizlik çökmüştü çehrelerine. Gidişinizden mi diye sormadan edemedim efendim. Sır dolu hallerine…
Harcını su ve toprakla yoğurduğun, çatısını hurma dallarıyla ördüğün Peygamber Mescidine az kaldı diyordu zihnimin kıvrımlarını zorlayan bir ses.
mekke-arafat.jpg

Mescidine yaklaşırken elinde kerpiç, duvar örerken görüyordum seni. Ne çok yoruluyordun dinin için. Kerpicini taşımak isteyen Hz Hamza gibi atılıyorum ileri. Bırak diyorum lütfen, biz taşıyalım. Hiç değilse Mescidinde küçücük bir tuğla olalım.
Gülümsüyordun.
Zaaflarımızı bildiğine mi yorayım Ya Rasulallah!
Bunca zaman nasıl kopup gelemediğimize, nasıl koşup varamadığımıza mı anlamlı tebessümün? Hayatın dağdağasından, tutku ve heyulasından sıyrılıp çıkmak kolay olmadı itiraf ediyorum. Bilemezsin bizi bize hapseden ne çok rutinleri var ümmetinin. Gözaydınlığı çocuklarımız, eşlerimiz, işimiz gücümüz, ticaretimiz. Plan ve projelerimiz var dahası dünya ve evrenüstü.
Küresel bir fenomenin parçalarıyız Ya Nebi! Direngeniz, asiyiz, umutvarız ama inadına pes etmeye de alışkındır şu resmi kimliklerimiz…
mescid-i-nebevi.jpg

Şimdi Mescid-i Nebevi ışıklı bir gemi.
Hurma dallarının esintisi çağlar ötesinde mi kalmış? Ördüğün çamurdan duvarların yerini bembeyaz mermerler, sütunlar mı almış. Nakış nakış işlenmiş mi Mescidi’nin eyvanları… Koşup gelmiş mi dünyanın dört bir yanından ümmetinin bağrı yanık evlatları. Mütebessim çehreler, gözlerde umut ve arayış ışıltıları mı Mescidini süsleyen.
Ya Rasulallah adım adım izini sürüyorum. Mermerler ve sütunlar arasında kayboldu ruhum. Tut ellerimi Suffe’ye gidelim. Ümmetin yoksulu, kimsesiz ama gönülden teslim olmuşları içinde yitip gitsin özbenliğim. Işıltıdan uzak ama huzurlu, soruların bittiği ve kalplerin imanla teskin olduğu kardeşlerimin arasına. Uzaklığımı mazur gör, yabancılığımı vurmadan yüzüme! Bu haşmetli mermer ve sütunlar helezonunda kaybettirelim izimizi. Al götür ümmetini Ya Nebi!
mescid-i-nebevi2.jpg

Bir hurma bahçesinde dizinin dibindeyim. Şu hurma ağaçları üç hurmayla oruç tutan bir Elçinin şahitleri midir? Hurma gölgeliklerinde seni andık Ya Rasulallah… Hani kapına gelen acuze, hiçbir şeyin yoksa bile elinde bir hurma ile dönerdi. Üç hurmayla oruç tutar, açlıktan sırtına yapışan midene taş bağlardın da hurma bahçelerine izinsiz giren çocukları bile güzellikle uyarırdın ya… Biz de senin şükrünü eda edebilseydik her hurma lokmasında.
Şimdi yoksun! Hurma bahçeleri de senden yoksun! Yalnızca senden tatlı bir esinti…
taze-hurma.jpg

Uhud bizi sever biz de Uhud’u diyen Nebi!
İşte Uhud! Çağlar sonrasında bile içimizi kanatan belde… Sessiz sedasız, öylece yerli yerinde, hazin bir kavganın çığlıklarını hapsetmiş sinesine.
Okçu tepesine çıkıyorum. Buradan sakın ayrılmayın deyişini duyuyorum erlerine. Bir anlık gafletin yola açtıklarını… Rasul öldü nidalarıyla Uhud’a çöken dramı. Kargaşa ve hezimeti sonra… Ebu Süfyan’ın büyük komutanını Halid Bin Velid’i görüyorum elinde kılıcı. Yenilginin acısıyla dönüp gelişini ve verdiğimiz yetmiş şehidi.
Uhud içimizde onulmaz yara… Ömer’in haykırışını duyuyorum. Süfyan’ın adamlarına… Bizim şehitlerimiz cennete gitti! Sizinkiler cehenneme! (İçimde binlerce amin!)
Halid Müslüman oldu ellerinde Ya Nebi!
Ya biz? Kabul olur mu Halid’çe telafilerimiz?

Kolay değil vefanın adresinden ayrılmak! Şehirlerin anası dediğin Mekke’ye sefer vaktidir. Mekke’yi o kadar severdin ya Ey Allah’ın Elçisi… Bizimlesin! İşte orada! İhramını giymiş, ashabına seslenirken, “Allah’ın evini ziyaret etmeye gidiyoruz. Hazırlanın” derken görüyorum seni. Ashabın sevinç nidalarını duyumsuyorum. Mekke şarkıları söyleniyor. Bir istek, coşku ve sevinç heyulası semaya yükseliyor.
Aranızdayım Ya Nebi! Klimalı otobüslerle değil, yalın yapıldak, yollara düşmek istiyorum müsaade buyur. Altı saatte değil, on altı günde sarp kayalıklar, susuz çöller aşarak, susuzluktan kurumuş dudaklarımla, nasır tutmuş ayaklarımla ve günahlarımı eriterek…
Şimdi karşıdaki dağlar dilsiz birer şahit.
hudeybiye-kuyusu.jpg

Hudeybiye hâlâ içimizde münazara. Acılı sorular sualler silsilesi… Şu toprak dili olsa da konuşsa. Hani elini uzatsan tutacağın, adımını atsan varacağın uzaklıktaydı Kâbe-i Muazzama. Ve içimizi acıtan ahit! Onca itiraza rağmen bir adım bile ileri gitmeyişin, ihramdan çıkıp kurbanını kesişin canlanıyor gözümde.
Ah şimdi çöl kadar ıssız bir gece Hudeybiye! Havsalamdaki gizemiyle yerini korur durur. Rıdvan’daki birleşen ellere uzatıyorum ellerimi Ya kutlu Elçi… Lütfen kabul buyur…
Uzayıp gidiyor yol…
Kendinden emin çağıldıyor zaman.
Gözlerimi kapamışım. Yürümekte zorlanan bir çocuk acemiliğindeyim. “Sakın yanına gelene kadar başınızı kaldırmayın.” diyen o sese teslimiyetle, sabırsız ama mütedeyyin…
mekke-kabe.jpg

Mescid-i Haram!
Çağlar üstü mekân! İnsanlığın özünde, merkezinde, benliğinde! Günde beş kez yüzümü döndüğüm Kâbe-i Muazzama. Kayboluyorum; Hz. İbrahim, İsmail, Hacer ve diğerlerine gönderilen binlerce, milyonlarca selamlama içinde. Hızla uzaklaşıyorum yer çekiminden, her şeyimden. Neredesin?
İşte orda! Bineğinin üstünde başını önüne eğmiş, bütün münzeviliğinle Kâbe’ye giriyorsun. Kimsenin kılına bile zarar gelmeyecek diyen senin vakur sesin. Ve kılıcınla putları deviriyorsun bir bir… Bir zamanlar gölgesinde dinlendiğin Allah’ın evi, bütün şefkatiyle bağrına basıyor seni, ashabını ve bütün mü’minleri… Lebbeyk nidaları… Ve asude sir sevgilidir şimdi tavaf. Binlerce kalbin aktığı trafiksiz bir köprü… Kıyamete kadar Rabb’dan istenen af!
hira.jpg

Oradasın! Ataların İbrahim ve İsmail’in ocağında. Etle tırnağın ayrılamaz boylamında. Hacer-ul Esved’in üzerinde mübarek elin. “Bismillahi Allahu ekber!” nidalarıyla ümmetine yön veren yine senin muttaki sesin… Ve secdedeyiz... Zamanı durduran an! Kâbe’de ilk namaz. Kabul eyle Ya Rahman!
Safa ve Merve’de Hacer’le yürüyoruz şimdi, dağı taşı selamlayarak… İsmail’i düşünerek. Küçücük bir bebeğin acizliğini kuşanmışız. Ve su diye inlerken, İbrahim’in emanetlerine sunulan şefkatin yücesi, ödüllerin en güzeli Zemzem’le serinliyoruz… Say, insanlığın sabırla imtihanı. Kıyamet provası…
Sonra izler… Her adım başı içimizi burkan!
mina-muzdelife.jpg

Evini görüyorum Ya Rasulallah… Mekke’nin ortasında beyaz, arı-duru ve suskun. O şimdi naif bir kütüphane! Gökdelenler arasında sıkışıp kalan Mescid-i Haram kadar itaatkâr ve mahzun! İçimde dualar çağıldıyor engel olamadığım. Dünyeviliğin gözü kör olsun diyen münadiler çoğalıyor yanımda yöremde.
Biliyor musun Acyad kalesini yıkıp yerine devasa bir yapı dikmişler. Acyad Otel!
Dahası, Ebu Kubeys Camii’ni de yıkıp saray yapmışlar; Kâbe’ye tepeden bakan ve adeta haykıran “Yaşasın Kral!”
Ebu Bekir’in Beytül Mal’e bağışladığı arsanın üzerinde kuleler, gökdelenler… Mabedimiz de bile gözü dönmüş dünyaperestlerin kanlı elleri…
mekke-oteller.jpg

Geçmişimizden her gün üç beş sayfa koparmış, emperyal sulta!
Biz mi? Biz buradayız Ya Rasulallah! Dilimizde özgürlük, içimizde savaş, zulüm ise kol geziyor her yerde ve her boyutta.
“Allah’ın ipine tutunun!” diyen seslenişini duyuyorum! İşte Hira’dan iniyorsun! Ayet ayet yeryüzüne dağılalım istiyorsun. Sure sure akalım kıtalara, metropollere!
Umutsuzluk, kefenidir mü’minin. Rabbe kul olabildiğince özgürüz; bilmez miyim! Şu mavi gök, şu gri bulut, bu Kutsal Belde bizim! Ali İmran 103 de!
İşte Mabedinde tek kalp olmuş duada ümmetin.
Akıyoruz çağın debdebesine katre katre, dua dua, sencileyin…
Rabbimiz bize güç ver. Ve şu insan denizini davamıza bereketli kıl! (Amin)
mekke-kabe-saat-kulesi.jpg

zemzem-tower.jpg
 
Üst