Lemeât

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 961

Tekebbüre; hem illet. Fakirlerdeki aczi, âmilerdeki fakrı, filhakika sebeptir ihsan ve merhamete.Lâkin maatteessüf müncer olmuştur şimdi zillet ve esarete. Birşeyde hasıl olan mehâsin ve şerefse,Havas ve rüesâya o şey peşkeş edilir. O şeyden neş’et eden seyyiat ve şer ise, efrad ve hem avâma,Taksim, tevzi edilir. Aşiret-i galipte hasıl olan şerefse, “Hasan Ağa, aferin!” Hasıl olan şer ise,Efrada olur nefrin. Beşerde şerr-i hazin!

• • •

Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuvvetleşir

Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenâsi edilse; elbette zihinler enelere dönerler,Etrafında gezerler.

Ene kuvvetleşiyor, bazan sinirleniyor. Delinmez, tâ “nahnü” olsun. Enesini sevenler başkalarını sevmezler.

• • •

Hayat-ı ihtilâl mevt-i zekât, hayat-ı ribâdan çıkmış

Bilcümle ihtilâlât, bütün herc ü fesâdat, hem asıl, hem madeni, rezâil ve seyyiat, bütün fâsit hasletler,Muharrik ve menbaı iki kelimedir tek, yahut iki kelâmdır. Birincisi şudur ki: “Ben tok olsam, başkalar,Acından ölse neme lâzım.” İkincisi: “Rahatım için zahmet çek. Sen çalış ben yiyeyim. Benden yemek, senden emekler.”Birinci kelimede olan semm-i kàtili, hem kökünü kesecek, şâfi devâ olacak tek bir devâsı vardır.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)avâm: halk tabakası, sıradan insanlar
aşiret-i galip: galip gelen, kazanan aşiretbeşer: insanlar
bilcümle: bütündevâ: şifa
efrad: fertler, bireyler (bk. f-r-d)enaniyet: benlik
ene: benlikesaret: esirlik, tutsaklık
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)filhakika: gerçekten, doğrusu (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
fâsit: bozukgaye-i hayal: hayal edilen gaye (bk. ḫ-y-l)
haslet: huy, özellikhasıl: meydana gelme
havas: seçkinler sınıfıhayat-ı ihtilâl: karışıklığın, ayaklanmanın hayatı ve sebebi (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı ribâ: faizin canlanması (bk. ḥ-y-y)herc ü fesâdat: karışıklıklar ve bozukluklar
ihsan: iyilik, bağış (bk. ḥ-s-n)ihtilâlât: ihtilaller, karışıklıklar
illet: esas sebep, maksatkelâm: kelime, söz (bk. k-l-m)
maattessüf: ne yazık kimaden: kaynak
mehâsin: güzellikler, iyilikler (bk. ḥ-s-n)menba: kaynak
mevt-i zekât: zekâtın ölümü (bk. m-v-t)muharrik: harekete geçirici, tahrik edici
müncer olma: sonuçlanma, bir tarafa çekilmenahnü: biz
nefrin: bedduaneş’et: doğma, ortaya çıkma
nisyan: unutkanlıkpeşkeş: haksız yere birşeyi verme
rezâil: rezilliklerrüesâ: reisler, başkanlar
semm-i kàtil: öldürücü zehirseyyiat: kötülükler, günahlar
taksim: bölüştürmetekebbür: kibirlenme, büyüklenme (bk. k-b-r)
tenâsi: unutmaya çalışmatevzi: dağıtma
zillet: alçaklık, aşağılıkâmi: basit, sıradan kimse
şer: kötülükşerr-i hazin: hüzünlü, üzücü kötülük
şâfi: şifa verici

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 962

O da zekât-ı şer’î ki bir rükn-ü İslâmdır. İkinci kelimede, zakkum şecer münderiç. Onun ırkını kesecek, ribânın hurmetidir.Beşer salâh isterse, hayatını severse, zekâtı vaz’ etmeli, ribâyı kaldırmalı.

• • •

Beşer hayatını isterse envâ-ı ribâyı öldürmeli

Tabaka-i havastan tabaka-i avâma sıla-i rahm kopmuştur. Aşağıdan fırlıyorSadâ-yı ihtilâlî, vâveylâ-yı intikamî, kin ve haset enîni. Yukarıdan iniyorZulüm ve tahkir ateşi, tekebbürün sıkleti, tahakküm saıkası. Aşağıdan çıkmalıTahabbüb ve itaat, hürmet ve hem imtisal. Fakat merhamet ve ihsan yukarıdan inmeli,Hem şefkat ve terbiye. Beşer bunu isterse sarılmalı zekâta, ribâyı tard etmeli.Kur’ân’ın adaleti bâb-ı âlemde durup ribâya der “Yasaktır; hakkın yoktur, dönmeli.”Dinlemedi bu emri, beşer yedi bir sille.HAŞİYE-1AŞİYE Müthişini yemeden bu emri dinlemeli.

• • •

Beşer esirliği parçaladığı gibi ecirliği de parçalayacaktır

Bir rüyada demiştim: Devletler, milletlerin hafif muharebesi, tabakat-ı beşerin şedid olan harbine terk-i mevki ediyor.Zira beşer, edvarda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecîr olmuştur; onun yükünü çeker, onu da parçalıyor.Beşerin başı ihtiyar; edvâr-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esaret, şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır, geçiyor.

• • •


[NOT]Haşiye-1
AŞİYE Kuvvetli bir işaret-i gaybiyedir. Evet, beşer dinlemedi, İkinci Harb-i Umumî ile bu dehşetli silleyi de yedi.[/NOT]



Harb-i Umumî: Dünya Savaşıbedeviyet: göçebelik
beşer: insanlıkbâb-ı âlem: âlemin kapısı (bk. a-l-m)
dehşetli: korkunçecirlik: ücretçilik, işçilik
ecîr: ücretle çalışan, ücretli işçiedvar: devirler, asırlar
edvâr-ı hamse: beş devirenvâ-ı ribâ: faiz çeşitleri
enîn: inlemeesaret: esirlik, feodalite
haset: kıskançlıkhaşiye: dipnot, açıklayıcı söz
hurmet: haramlık, yasak olma (bk. ḥ-r-m)hürmet: saygı (bk. ḥ-r-m)
ihsan: iyilik, bağış (bk. ḥ-s-n)imtisal: emre uyma
işaret-i gaybiye: geleceğe veya bilinmeyen bir olaya işaret (bk. ğ-y-b)memlûkiyet: kölelik, kulluk (bk. m-l-k)
muharebe: harp, savaşmünderiç: yerleştirilmiş
ribâ: faizrükn-ü İslâm: İslâmın şartı (bk. r-k-n; s-l-m)
sadâ-yı ihtilâl: başkaldırma sâdasısalâh: sulh, barış, rahat (bk. ṣ-l-ḥ)
saıka: şiddet sesisille: tokat
sıklet: ağırlıksıla-i rahm: akrabayla ilişkiyi sürdürme; alâkayı devam ettirme
tabaka-i avâm: halk tabakasıtabaka-i havas: zenginler, seçkinler tabakası
tabakat-ı beşer: insan tabakalarıtahabbüb: kendini sevdirme (bk. ḥ-b-b)
tahakküm: baskı, zorbalık (bk. ḥ-k-m)tahkir: aşağılama
tard etmek: uzaklaştırmak, kovmaktekebbür: kibirlenme, büyüklenme (bk. k-b-r)
terk-i mevki: yerini terk etmevahşet: ilkellik
vaz etmek: koymak, yerleştirmekvâveylâ-yı intikam: intikam feryadı
zakkum şecer: zakkum ağacızekât-ı şer’î: şeriatın emrettiği zekât (bk. ş-r-a)
şedid: şiddetli

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 963

Gayr-ı meşru tarik, zıdd-ı maksuda gider

blank.gif
1
اَلْقَاتِلُ لاَ يَرِثُ bir düstur-u azîmdir. Gayr-ı meşru tarik ile bir maksada giden zât, galiben maksudunun zıddıyla görür mücazat.Avrupa muhabbeti gayr-ı meşru muhabbet, hem taklit ve hem ülfet.Âkıbeti mükâfat: mahbubun gaddârâne adâveti, cinâyat.Fâsık-ı mahrum bulmaz ne lezzet ve ne necat.

• • •

Cebir ve İtizalde birer dane-i hakikat bulunur

Ey talib-i hakikat! Maziye, hem musibet; müstakbel ve mâsiyet ayrı görür şeriat. Maziye, mesâibe nazar olur kadere.Söz olur Cebrîye. Müstakbel ve maâsi, nazar olur teklife. Söz olur İtizâle. İtizal ile CebirŞurada barışırlar.Şu bâtıl mezheplerde birer dane-i hakikat mevcut, münderiçtir; mahsus mahalli vardır. Bâtıl olan, tâmimdir.
• • •

Acz ve ceza’ biçarelerin kârıdır

Ger istersen hayatı, çareleri bulunan şeyde acze yapışma.Ger istersen rahatı, çaresi bulunmayan şeyde ceza’a sarılma.
• • •

Bazan küçük birşey büyük bir iş yapar

Öyle şerâit oluyor, tahtında az bir hareke sahibini çıkarıyor tâ âlâ-yı illiyyîn.Öyle hâlât oluyor ki, küçük bir hareket, kâsibini indiriyor tâ esfel-i sâfilîn.


[NOT]Dipnot-1
Katil miras alamaz. (Tirmizi, Ferâiz: 17; Ebû Dâvud, Diyât: 18; Dârimî, Ferâiz: 41; İbn-i Mâce, Ferâiz: 8, Diyât: 14; Müsned, 1:49.)[/NOT]



Avrupa: (bk. bilgiler)Cebir/Cebrîye: insanın seçme gücünün ve iradesinin olmadığını savunan ehl-i sünnet dışı bâtıl düşünce grubu
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)adâvet: düşmanlık
biçare: çaresizbâtıl: gerçek dışı, hak olmayan
ceza’: ağlayıp sızlanmacinâyat: cinayetler
dane-i hakikat: hakikat çekirdeği, tohumu (bk. ḥ-ḳ-ḳ)düstur-u azîm: büyük ve önemli prensip (bk. a-ẓ-m)
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısıfâsık-ı mahrum: günah işlemeye hazır olduğu halde buna fırsat bulamayan (bk. ḥ-r-m)
gaddârâne: gaddarcagaliben: çoğunlukla
gayr-ı meşru: helal olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)ger: eğer
hâlât: durumlar, hallerkader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması (bk. ḳ-d-r)
kâsib: işleyen, yapanmahal: yer
mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b)mahsus: özel
maksud: kast edilen, hedeflenen şey (bk. ḳ-ṣ-d)mazi: geçmiş zaman
maâsi: isyanlar, günahlarmesâib: musibetler, belâlar
mevcut: var olma (bk. v-c-d)mezhep: yol, usül (bk. ẕ-h-b)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)musibet: belâ, felâket
mâsiyet: günah, isyanmücazat: ceza
mükâfat: ödülmünderiç: yerleştirilmiş
müstakbel: gelecek zamannazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
necat: kurtuluş (bk. n-c-v)tahtında: altında
talib-i hakikat: gerçeği arayan, doğruyu isteyen (bk. t-l-b; ḥ-ḳ-ḳ)tarik: yol (bk. ṭ-r-ḳ)
teklif: yükümlülük, sorumluluktâmim: genelleştirme, yayma
zıdd-ı maksud: maksadın, istenilen şeyin tersi (bk. ḳ-ṣ-d)âkıbet: son, netice
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesiülfet: alışkanlık, gaflet
İtizal: Mu’tezile, “Kul kendi fiilinin yaratıcısıdır” iddiasında olan ehl-i sünnet dışı bir mezhepşeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)
şerâit: şartlar

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 964

Bazılara bir an bir senedir

Fıtratların bir kısmı birden bire parlıyor. Bir kısmı tedricîdir, şey’en şey’en kalkıyor. Tabiat-ı insanî ikisine de benziyor.
Şerâite bakıyor, ona göre değişir. Bazan tedricî gider. Bazan dahi oluyor barut gibi zulmanî; birden bire fışkırıyor.Nuranî bir nar olur; bazı olur, bir nazar, fahmi elmas ediyor. Bazı olur, bir temas, taşı iksir ediyor. Bir nazar-ı peygamberBirden bire kalb eder bir bedevî câhil, bir ârif-i münevver.Eğer mizan istersen: İslâmdan evvel Ömer, İslâmdan sonra Ömer.Birbiriyle kıyası: bir çekirdek, bir şecer. Def’aten verdi semer, o nazar-ı Ahmedî, o himmet-i Peygamber.Cezîretü’l-Arabda, fahm olmuş fıtratları kalb etti elmaslara, birden bire serâser,Barut gibi ahlâkı parlattırdı, oldular birer nur-u münevver.

• • •

Yalan bir lâfz-ı kâfirdir

Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali. Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı.Yeri verir sükûta-eğer çıksa zararlı. Yalana yer hiç yoktur, çendan olsa faideli. Her sözün doğru olsun, her hükmün hak olmalı.Lâkin hakkın olamaz her doğruyu söz etmek. Bunu iyi bilmeli. “Huz mâ safâ, da’ mâ keder”
blank.gif
1
kendine düstur etmeli.Güzel gör, hem güzel bak. Tâ güzel düşünmeli. Güzel bil, hem güzel düşün. Tâ leziz hayatı bulmalı.Hayat içinde hayattır hüsn-ü zanda emeli. Sûizanla yeistir saadet muharribi, hem de hayatın kàtili.

• • •


[NOT]Dipnot-1
bk. İbni Dureyd, el-İştikâk s.146; ez-Zemahşehrî, el-Müsteksâ 2:72; ez-Zemahşerî, Esâsü’l-Belâğa s. 703; ez-Zebidî, Tâcu’l-arûs 11:22.[/NOT]



Ceziretü’l-Arab: Arap yarımadasıbedevî: çölde yaşayan, göçebe
cevher-i ziyalı: parlayan, ışıldayan cevherdane: tane
dane-i hakikat: hakikat çekirdeği, tohumu (bk. ḥ-ḳ-ḳ)def’aten: birden bire, âni
düstur: prensipfahm: kömür
fıtrat: yaratılış, mizaç (bk. f-ṭ-r)himmet-i Peygamber: Peygamberimizin himmeti, yardımı
huz mâ safâ, da’ mâ keder: “güzel ve duru olanı al, çirkin ve bulanık olanı bırak”hüküm: karar (bk. ḥ-k-m)
hüsn-i zan: güzel düşünce (bk. ḥ-s-n)iksir: güçlü ilâç
kalb etme: dönüştürmekasr-ı hayal: hayal sarayı (bk. ḫ-y-l)
leziz: lezzetlilâfz-ı kâfir: inkârcı söz, hakkı örten söz (bk. k-f-r)
mizan: ölçü (bk. v-z-n)muharrib: tahrip eden, yıkan
nar: ateşnazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nazar-ı Ahmedî: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in bakışı (bk. n-ẓ-r)nazar-ı peygamber: peygamberin bakışı (bk. n-ẓ-r)
nur-u münevver: parlak, aydınlanmış nur (bk. n-v-r)nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
saadet: mutluluksemer: meyve
serâser: baştan başasûizan: kötü düşünce
sükût: sessiz kalma, susmasıdk: doğruluk (bk. ṣ-d-ḳ)
tabiat-ı insanî: insanın tabiatı, karakteri (bk. ṭ-b-a)tedricî: derece derece
yeis: ümitsizlikzulmanî: karanlık, siyah (bk. ẓ-l-m)
Ömer: (bk. bilgiler)ârif-i münevver: irfan sahibi aydın (bk. a-r-f; n-v-r)
çendan: gerçişecer: ağaç
şerâit: şartlarşey’en şey’en: yavaş yavaş, ağır ağır

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 964

Bir meclis-i misalîde, şeriatle medeniyet-i hazıra, dehâ-i fennî ile hüdâ-yı şer’î muvazeneleri


Birinci Harbin Mütareke başında, bir Cuma gecesinde, bir rüya-yı sadıkada, misalî âleminde, bir meclis-i azîmde benden sual ettiler:

“Mağlûbiyet sonunda İslâmın âleminde ne hal peydâ olacak?” Asr-ı hazır meb’usu sıfatıyla söyledim; onlar da dinlediler.

Eski zamandan beri istiklâl-i İslâmın bekâsı, hem kelimetullahın i’lâsı için, farz‑ı kifâye-i cihâdı, o lâzıme-i diyanet,

Deruhte ile, kendini yekvücud-u vahdânî, İslâmın âlemine fedaya vazifedar, hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet,

Şu millet-i İslâmın felâket-i mazisi, getirecek de elbet İslâmın âlemine saadet ve hürriyet. Olur geçen musibetİstikbalde telâfi. Üçü veren, üç yüzü kazandıran etmiyor elbette hiç hasâret. Halini istikbale tebdil eder zîhimmet.

Zira ki şu musibet, hayatımız mâyesi olan şefkat, uhuvvet,

Tesanüd-ü İslâmı harikulâde etti, inkişaf-ı uhuvvet,

Tesri-i ihtizazı, tahrib-i medeniyet. Deniyet-i hazıra sureti değişecek, sistemi bozulacak. Zuhur edecek o vakitİslâmî medeniyet. Müslümanlar bil’ihtiyar elbet evvel girecek. Muvazene istersen: Şer’in medeniyeti, şimdiki medeniyet,

Esaslara dikkat et, âsarlara nazar et. Şimdiki medeniyet esâsâtı menfidir. Menfi olan beş esas ona temel, hem kıymet.

Onlarla çarh kurulur. İşte nokta-i istinad: Hakka bedel kuvvettir. Kuvvet ise, şe’nidir tecavüz ve teâruz. Bundan çıkar hıyânet.


asr-ı hazır: şimdiki asırbekà: devamlılık, süreklilik (bk. b-ḳ-y)
bil’ihtiyar: seçerek, tercih ederek (bk. ḫ-y-r)dehâ-i fennî: modern bilimin dehası
deniyet-i hazıra: şimdiki ahlâksız ve rezil medeniyetderuhte: yerine getirme
esâsât: esaslar, temellerfarz-ı kifâye-i cihad: Müslümanların tamamının değil, fakat bir kısmının mutlaka yapması gereken ve bu şekilde farz olan cihad (bk. c-h-d)
felâket-i mazi: geçmişte yaşanan felâketharikulâde: olağanüstü, şaşırtıcı şekilde
hasâret: zarar, kayıphilâfet: halifelik, Peygamberimizin vekili olarak din ve dünya işlerinde genel reislik (bk. ḫ-l-f)
hüdâ-yı şer’î: İslâmın hak ve doğru yolu (bk. h-d-y; ş-r-a)hıyânet: hâinlik, ihanet
inkişaf-ı uhuvvet: kardeşliğin açığa çıkması, gelişmesi (bk. k-ş-f)istikbal: gelecek
istiklâl-i İslâm: İslâmın bağımsızlığı (bk. s-l-m)i’lâ: yüceltme, yayma
kelimetullah: Allah’ın kelâmı, Kur’ân-ı Kerîm (bk. k-l-m)lâzıme-i diyanet: dinin gerektirdiği
mağlubiyet: yenilgimeb’us: görevli
meclis-i azîm: büyük meclis (bk. a-ẓ-m)meclis-i misalî: rüya âleminde kurulan meclis (bk. m-s̱-l)
medeniyet-i hazıra: günümüz medeniyetimenfi: olumsuz
millet-i İslâm: İslâm milleti (bk. s-l-m)misalî âlem: görüntüden ibaret, rüya âlemi (bk. a-l-m)
musibet: belâ, felâketmuvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
mâye: maya, esas, temelmütareke: ateşkes
nazar etmek: bakmak (bk. n-ẓ-r)nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
peydâ olmak: meydana gelmekrüya-yı sâdıka: doğru olan rüya (bk. s-d-ḳ)
saadet: mutluluksuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tahrib-i medeniyet: medeniyetin tahribi, yıkımıtebdil: değiştirme
telâfi: tamamlama, eksiği gidermetesanüd-ü İslâm: İslâmdan gelen dayanışma (bk. s-n-d; s-l-m)
tesri-i ihtizaz: hareketi hızlandırmateâruz: karşı çıkma, zıtlaşma
uhuvvet: kardeşlikvazifedar: görevli
yekvücud-u vahdânî: tek bir vücut halinde (bk. v-c-d; v-ḥ-d)zuhur: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)
zîhimmet: himmet ve samimi gayret sahibi (bk. ẕî)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âsar: eserlerçarh: çark
şeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)şer’: İlâhî kanun, İslâmiyet (bk. ş-r-a)
şe’n: özellik, belirleyici nitelik (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 966

Hedef-i kastı, fazilet bedeline hasis bir menfaattir. Menfaatin şe’nidir tezâhum ve tehâsum. Bundan çıkar cinayet.

Hayattaki kanunu teâvün bedeline bir düstur-u cidaldir. Cidâlin şe’ni budur: tenâzu’ ve tedâfü’. Bundan çıkar sefalet.

Akvamların beyninde rabıta-i esası: âharın zararına müntebih unsuriyet. Başkaları yutmakla beslenir, alır kuvvet.

Milliyet-i menfiye, unsuriyet, milliyet; şe’ni olur daima böyle müthiş tesadüm, böyle feci telâtum. Bundan çıkar helâket.

Beşincisi şudur ki: Cazibedar hizmeti hevâ, hevesi teşci, teshil; hevesâtı, arzuları tatmin. Bundan çıkar sefahet.

O hevâ, hem heves, şe’ni budur daima: İnsanı memsuh eder, sîreti değiştirir. Mânevî meshediyor; değişir insaniyet.

Şu medenîlerden çoğu eğer içi dışına çevirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır; sîreti olur suret.

Gelir hayali karşına, postlarıyla tüyleri. İşte şununla görünür meydandaki âsârı. Zemindeki mevâzin, mizanıdır şeriat.

Şeriatteki rahmet, semâ-i Kur’ân’dandır. Medeniyet-i Kur’ân esasları müsbettir. Beş müsbet esas üzere döner çarh-ı saadet.

Nokta-i istinadı, kuvvete bedel haktır. Hakkın daim şe’nidir adalet ve tevazün. Bundan çıkar selâmet, zâil olur şekavet.

Hedefinde menfaat yerine fazilettir. Faziletin şe’nidir muhabbet ve tecazüb. Bundan çıkar saadet; zâil olur adâvet.

Hayattaki düsturu, cidal kıtal yerine düstur-u teâvündür. O düsturun şe’nidir ittihad ve tesanüd; hayatlanır cemaat.



adâvet: düşmanlıkakvam: kavimler
beyninde: arasındacazibedar: çekici
cemaat: topluluk (bk. c-m-a)cidâl: mücadele, kavga
düstur: kural, prensipdüstur-u cidal: mücadele ve kavga prensibi
düstur-u teavün: yardımlaşma prensibifazilet: üstünlük, güzel ahlâk, mânevî değer, erdem (bk. f-ḍ-l)
hasis: âdi, değersizhedef-i kast: kastedilen hedef (bk. ḳ-ṣ-d)
helâket: mahvoluş, yok oluşheves: nefsin hoşuna giden gelip geçici istek ve arzular
hevesât: gelip geçici arzu ve isteklerhevâ: hevesler, nefsin arzu ve istekleri (bk. h-v-y)
hınzır: domuzinsaniyet: insanlık
ittihad: birlikkıtal: birbirini öldürme, vuruşma
medeniyet-i Kur’ân: Kur’ân medeniyetimemsuh: biçimsiz ve çirkin surete girmiş
menfaat: çıkarmeshetmek: sureti değiştirmek
mevâzin: mizanlar, ölçüler (bk. v-z-n)milliyet-i menfiye: zararlı milliyetçilik, ırkçılık
mizan: terazi (bk. v-z-n)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
müntebih: uyanık olanmüsbet: olumlu
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)rabıta-i esas: esas bağ
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)saadet: mutluluk
sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük, budalalıksefalet: perişanlık, yoksulluk
selâmet: esenlik (bk. s-l-m)semâ-i Kur’ân: Kur’an’ın semâsı, yüceliği (bk. s-m-v)
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)sîret: ahlâk, karakter
tecazüb: birbirini cezbetme, yakınlaşmatedâfü’: itişip kakışma
tehâsum: hasımlaşma, düşmanlıktelâtum: vuruşma, çarpışma
tenâzu’: çekişme, çatışmatesadüm: çarpışma, vuruşma
tesanüd: dayanışma (bk. s-n-d)teshil: kolaylaştırma
tevazün: dengeli, ölçülü davranma (bk. v-z-n)tezâhum: izdiham meydana getirme, zahmet verme
teâvün: yardımlaşmateşci: cesaretlendirme
unsuriyet: ırkçılıkzemin: yeryüzü
zâil olmak: geçip gitmek, yok olmak (bk. z-v-l)âhar: diğeri, başkası (bk. e-ḫ-r)
âsâr: eserler, neticelerçarh-ı saadet: mutluluk çarkı
şekavet: mutsuzluk, sıkıntışeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)
şe’n: özellik, belirleyici nitelik (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 967

Suret-i hizmetinde, hevâ heves yerine hüdâ-yı hidayettir. O hüdânın şe’nidir insana lâyık tarzda terakki ve refahet,

Ruha lâzım surette tenevvür ve tekâmül. Kitlelerin içinde cihetü’l-vahdeti de: Tard eder unsuriyet, hem de menfi milliyet.

Hem onların yerine rabıta-i dinîdir, nisbet-i vatanîdir, alâka-i sınıfîdir uhuvvet-i îmânî. Şu rabıtanın şe’nidir samimî bir uhuvvet,

Umumî bir selâmet. Hariç etse tecavüz, o da eder tedafü. İşte şimdi anladın, sırrı nedir ki küsmüş, almadı medeniyet.

Şimdiye kadar İslâmlar ihtiyarla girmemiş. Şu medeniyet-i hazıra onlara yaramamış. Hem de onlara vurmuş müthiş kayd-ı esaret.

Belki nev-i beşere tiryak iken zehir olmuş. Yüzde seksenini atmış meşakkat ve şekavet. Yüzde onu çıkarmış muzahraf bir saadet.

Diğer onu bırakmış beyne beyne bîrahat. Zalim ekallin olmuş gelen ribh-i ticaret. Lâkin saadet odur: Külle ola saadet.

Lâakal ekseriyete olsa medar-ı necat. Nev-i beşere rahmet nâzil olan şu Kur’ân, ancak kabul ediyor bir tarz-ı medeniyet:

Umuma, ya eksere verirse bir saadet. Şimdiki tarz-ı hazır, heves serbest olmuştur, hevâ da hür olmuştur. Hayvânî bir hürriyet.

Heves tahakküm eder. Hevâ da müstebittir. Gayr-ı zarurî hâcâtı havâic-i zarurî hükmüne geçirmiştir. İzale etti rahat.

Bedâvette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç fakir etmiştir. Sa’y-i helâl, masrafa etmemiştir kifayet.

Onda hile, harama beşeri sevk etmiştir. Ahlâkın esasını şu noktadan bozmuştur. Cemaate, hem nev’e vermiştir servet, haşmet.



alâka-i sınıfî: sınıf bağıbedâvet: göçebelik dönemi
beyne beyne: ne iyi ne kötü, ikisinin arasındabeşer: insanlık
bîrahat: rahatsızcemaat: topluluk (bk. c-m-a)
cihetül-vahdet: birlik ciheti, yönü (bk. v-ḥ-d)ekall: azınlık
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)ekseriyet: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
gayr-ı zarurî: zorunlu olmayanhavâic-i zarurî: zorunlu ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
hayvânî: hayvansal (bk. ḥ-y-y)haşmet: görkem, ihtişam
heves: nefsin hoşuna giden gelip geçici istek ve arzularhevâ: nefsin arzu ve istekleri (bk. h-v-y)
hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)hüdâ: hidayet, doğru yol (bk. h-d-y)
hüdâ-yı hidayet: hak ve doğru yola iletme (bk. h-d-y)ihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)
izale etmek: gidermek, ortadan kaldırmakkayd-ı esaret: esaret zinciri, bağı
kifayet etme: yeterli olmaküll: bütün, genel (bk. k-l-l)
lâakal: en azmedar-ı necat: kurtuluş sebebi (bk. n-c-v)
medeniyet-i hazıra: şimdiki medeniyetmenfi: olumsuz
meşakkat: güçlük, sıkıntımuzahraf: sahte yaldızlı, yalancı süslü olan
müstebit: istibdatçı, diktatörnev-i beşer: insanlık
nev’: sınıf, türnisbet-i vatanî: vatan bağı (bk. n-s-b)
nâzil olmak: inmek (bk. n-z-l)rabıta: bağ
rabıta-i dinî: din bağırahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
refahet: bollukribh-i ticaret: ticârî gelir, kâr
saadet: mutluluksa’y-i helâl: helâl çalışma, kazanç
selâmet: güven, esenlik (bk. s-l-m)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
suret-i hizmet: hizmet şekli (bk. ṣ-v-r)tahakküm: baskı, zorbalık (bk. ḥ-k-m)
tard etmek: kovmaktarz-ı hazır: bugünkü şekil, işleyiş
tarz-ı medeniyet: medeniyet şeklitecavüz: saldırma
tedafü: müdafaa, savunmatekâmül: olgunlaşma, mükemmelleşme (bk. k-m-l)
tenevvür: aydınlanma, nurlanma (bk. n-v-r)terakki: ilerleme, yükselme
tiryak: derman, ilaçuhuvvet: kardeşlik
uhuvvet-i îmânî: iman kardeşliği (bk. e-m-n)umum: genel, herkes
unsuriyet: ırkçılıkşekavet: mutsuzluk, sıkıntı
şe’n: özellik, belirleyici nitelik (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 968

Ferd-i şahsı ahlâksız, hem fakir eylemiştir. Bunun şahidi çoktur: Kurun-u ûlâdaki mecmu-u vahşet ve cinayet, hem gadr ve hem hıyanet,

Şu medeniyet-i habîse tek bir defada kustu. MidesiHAŞİYE-1AŞİYE daha bulanır. Âlem-i İslâmdaki istinkâf-ı mânidar, hem de bir câ-yı dikkat.

Kabulde muztariptir, soğuk da davranmıştır. Evet, Şeriat-i Garrâda olan nur-u İlâhî, hassa-i mümtazıdır istiğnâ-yı istiklâliyet.

O hassadır bırakmaz ki o nur-u hidayet, şu medeniyet ruhu olan Roma dehâsı ona tahakküm etsin. Onda olan hidâyet,

Bundaki felsefe ile mezc olmaz, hem aşılanmaz, hem de tâbi olamaz. İslâmiyet ruhunda şefkat, izzet-i iman beslediği şeriat,

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan tutmuş yed-i beyzâda hakaik-i şeriat. O yemîn-i beyzâda birer asâ-yı Mûsâdır. Sahhar medeniyetİstikbalde edecek ona secde-i hayret.

Şimdi buna dikkat et: Eski Roma, Yunanın iki dehâsı vardı; bir asıldan tev’emdi. Biri hayal-âlûddu, biri maddeperestti.

Su içinde yağ gibi imtizaç olamadı. Mürur-u zaman istedi, medeniyet çabaladı, Hıristiyanlık da çalıştı. Temzicine muvaffak hiçbiri de olmadı.

Herbiri istiklâlini filcümle hıfzeyledi. Hattâ el’an âdetâ o iki ruh, şimdi de cesetleri değişmiş. Alman, Fransız oldu.

Güya bir nevi tenasuh başlarından geçmişti. Ey birader-i misâlî! Zaman böyle gösterdi. O ikiz iki dehâ öküz gibi reddetti

Temzicin esbabını. Şimdi de barışmadı. Madem onlar tev’emdi, kardeş ve arkadaştı, terakkide yoldaştı. Birbiriyle döğüştü; hiç de barışmadılar.



[NOT]Haşiye-1
AŞİYE Demek daha dehşetli kusacak. Evet, iki Harb-i Umumî ile öyle kustu ki, hava, deniz, kara yüzlerini bulandırdı, kanla lekeledi.[/NOT]



Harb-i Umumî: Dünya SavaşıKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
asâ-yı Mûsâ: Hz. Musa’nın mu’cizeli asâsı, bastonu (bk. bilgiler-Mûsâ)birader-i misalî: rüya âlemindeki kardeş (bk. m-s̱-l)
câ-yı dikkat: dikkat edilecek noktadehâ: felsefeyle eğitilmiş olağanüstü zekâ ve akıl
el’an: şu andaesbab: sebepler (bk. s-b-b)
ferd-i şahs: şahsî fert, birey (bk. f-r-d)filcümle: bütünüyle, genellikle
gadr: zulüm, acımasızlıkhakaik-i şeriat: şeriatin hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ş-r-a)
hassa: özellikhassa-i mümtaz: seçkin özellik
hayal-âlûd: hayalle karışmış (bk. ḫ-y-l)haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hidayet: doğru ve hak yol, İslâmiyet (bk. h-d-y)hıfzeylemek: korumak, saklamak (bk. ḥ-f-ẓ)
hıyanet: ihanet, hainlikimtizaç: birbiriyle karışma, kaynaşma
istikbal: gelecekistiklâl: bağımsızlık
istinkâf-ı mânidar: anlamlı çekimserlik (bk. a-n-y)istiğnâ-yı istiklâliyet: minnetsiz ve tam bağımsızlık (bk. ğ-n-y)
izzet-i iman: imanın izzet ve şerefi (bk. a-z-z; e-m-n)kurun-u ûlâ: ilk asırlar
maddeperest: maddeci, materyalistmecmu-u vahşet ve cinayet: vahşiliklerin ve cinayetlerin bütünü (bk. c-m-a)
medeniyet-i habîse: çirkin, pis medeniyetmezc olmak: karışmak, bütünleşmek
muvaffak: başarılımuztarip: ızdıraplı, sıkıntılı
mürur-u zaman: zamanın geçmesinur-u hidayet: hak ve doğru yolu gösteren nur (bk. n-v-r; h-d-y)
nur-u İlâhî: Allah’ın nuru (bk. n-v-r; e-l-h)sahhar: aldatıcı, büyüleyici
secde-i hayret: hayret secdesitahakküm: baskı, zorbalık (bk. ḥ-k-m)
temzic: birleştirme, kaynaştırmatenasuh: reenkarnasyon
terakki: ilerlemetev’em: ikiz
tâbi olma: uymayed-i beyzâ: parlak el
yemîn-i beyzâ: mu’cizeli ve parlak sağ elâlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
Şeriat-i Garrâ: büyük ve parlak şeriat; Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler (bk. ş-r-a)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 969

Nasıl olur ki aslı, hem madeni, matlaı başka çeşit olmuştu. Kur’ân’da olan nuru, şeriat hidayeti,
Şu medeniyetin ruhu olan Roma dehâsı birbiriyle barışır, hem mezcu ittihadı.
O dehâ ile bu hüdâ menşeleri ayrıdır. Hüdâ semâdan indi, dehâ zeminden çıktı. Hüdâ kalbde işliyor; dimağı da işletir.
Dehâ dimağda işler; kalbi de karıştırır. Hüdâ ruhu eder tenvir, taneleri sünbüllettirir. Karanlıklı tabiat onunla ışıklanır.
İstidad-ı kemâli birden bire yol alır. Nefs-i cismanî yapar hizmetkâr-ı emirber. Melek-simâ ediyor insan-ı himmetperver.
Dehâ ise, evvelâ nefs u cisme bakıyor, tabiata giriyor, nefsi tarla ediyor. İstidad‑ı nefsanî neşvünemâ buluyor.
Ruhu eder hizmetkâr; taneleri kuruyor. Şeytanın simasını beşerde gösteriyor. Hüdâ, hayateyne saadet veriyor, dâreyne ziya neşrediyor
İnsanı yükseltiyor.
Deccal-misalHAŞİYE-1AŞİYE dehâ-yı a’ver, bir dâr ile bir hayatı anlar, maddeperest olur ve dünyaperver. İnsanı yapar birer canavar.
Evet, dehâ sağır tabiata tapar. Kör kuvvete fermanber. Fakat hüdâ şuurlu san’atı tanır, hikmetli kudrete bakar. Dehâ zemine küfran perdesi çeker. Hüdâ, şükran nurunu serper.
Bu sırdandır, dehâ a’mâ-i asam; hüdâ semî-i basîr. Dehânın nazarında, zemindeki nimetler sahipsiz ganimettir.
Minnetsiz gasp ve sirkat, tabiattan koparmak, canavarca his verir.
Hüdânın nazarında, zeminin sinesinde, kâinatın yüzünde



[NOT]Haşiye-1
AŞİYE Bunda da bir ince işaret var.
[/NOT]

a’mâ-i asam: kör ve sağırbeşer: insanlık
deccal-misal: deccal gibi (bk. m-s̱-l)dehâ: felsefeyle eğitilmiş olağanüstü zekâ ve akıl
dehâ-yı a’ver: tek gözlü dehâ, Süfyan ve Deccalizm gibidimağ: beyin
dâr: yer, yurtdâreyn: dünya ve âhiret yurdu
dünyaperver: dünyaya aşırı derecede düşkünevvelâ: ilk olarak
fermanber: boyun eğen, itaat edengasp: zorla alma
hayateyn: iki hayat, dünya ve âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y)haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hidayet: doğru ve hak yol (bk. h-d-y)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, faydalı, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hizmetkâr: hizmetçihizmetkâr-ı emirber: emre hazır hizmetçi
hüdâ: doğru yol olan hak din, İslâmiyet (bk. h-d-y)insan-ı himmetperver: gayretli, himmetli insan; kalbin bütün kuvvetiyle mukaddes şeylere yönelen insan
istidad-ı kemâli: olgunlaşma kabiliyeti (bk. a-d-d; k-m-l)istidad-ı nefsanî: nefsin kendisinde var olan gelişmeye müsait kabiliyetler, arzu ve istekler (bk. a-d-d; n-f-s)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küfran: iyilik bilmeme, nankörlük (bk. k-f-r)maddeperest: maddeyi taparcasına seven
matla: doğuş yerimelek-simâ: melek yüzlü (bk. m-l-k)
menşe: kaynakmezcu ittihad: kuvvetli birlik ve beraberlik
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nefs u cism: kişinin kendisi ve cismi (bk. n-f-s)nefs-i cismanî: cisimleşmiş nefis, beden (bk. n-f-s)
neşretmek: yaymakneşvünemâ: gelişme
saadet: mutluluksemâ: gök; vahiy (bk. s-m-v)
semî-i basîr: işiten ve gören (bk. s-m-a; b-ṣ-r)sima: görünüş
sirkat: hırsızlıktabiat: doğa, canlı cansız varlıkların hepsi, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tenvir: aydınlatma, nurlandırma (bk. n-v-r)zemin: yeryüzü
ziya: ışıkşeriat: Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler, İslâmiyet (bk. ş-r-a)
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)şükran: minnettarlık, teşekkür (bk. ş-k-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 970


Serpilmiş olan niam, rahmetin semerâtı. Her nimetin altında bir yed-i muhsin görür, şükran ile öptürür.
Bunu da inkâr etmem, medeniyette vardır mehâsin-i kesire. Lâkin, onlar değildir ne Nasrâniyet malı, ne Avrupa icadı,
Ne şu asrın san’atı. Belki umum malıdır. Telâhuk-u efkârdan, semâvî şerâyiden, hem hâcât-ı fıtrîden, hususen şer-i Ahmedî,
İslâmî inkılâptan neş’et eden bir maldır. Kimse temellük etmez. Misalîler meclisi, o meclisin reisi tekrar sordu. Hem dedi:
Musibet olur her dem hıyânet neticesi, mükâfatın sebebi. Ey şu asrın adamı! Kader bir sille vurdu, kazaya da çarptırdı.
Hangi ef’âlinizle kazaya, hem kadere şöyle fetvâ verdiniz ki, kazâ-i İlâhî musibetle hükmetti, sizleri hırpaladı?
Hata-yı ekseriyet olur sebep daima musibet-i âmmeye. Dedim:
Beşerin dalâlet-i fikrîsi, Nemrudâne inadı,
Firavunâne gururu şişti şişti zeminde, yetişti semâvâta. Hem de dokundu hassas sırr-ı hilkate.
Semâvâttan indirdi
Tufan, tâun misali, şu harbin zelzelesi, gâvura yapıştırdı semâvî bir silleyi. Demek ki şu musibet bütün beşer musibetiydi.
Nev’en umuma şamil, bir müşterek sebebi, maddiyyunluktan gelen dalâlet-i fikri idi. Hürriyet-i hayvânî, hevânın istibdadı.
Hissemizin sebebi, erkân-ı İslâmîde ihmal ve terkimizdi. Zira Hâlık-ı Teâlâ yirmi dört saatten bir saati istedi.



Avrupa: (bk. bilgiler)Firavunâne: Firavun gibi (bk. bilgiler-Firavun)
Hâlık-ı Teâlâ: herşeyi yaratan, yüce yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Nasrâniyet: Hıristiyanlık
Nemrudâne: Nemrud gibi (bk. bilgiler-Nemrud)beşer: insanlık
dalâlet-i fikr: fikir sapkınlığı (bk. ḍ-l-l; f-k-r)dem: an, vakit
ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)erkân-ı İslâmî: İslâmî esasları (bk. r-k-n; s-l-m)
fetvâ: dinî hüküm, kararhata-yı ekseriyet: çoğunluğun hata ve kusuru (bk. k-s̱-r)
hevâ: nefsin arzu ve istekleri (bk. h-v-y)hususen: özellikle
hâcât-ı fıtrî: yaratılıştan gelen ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c; f-ṭ-r)hürriyet-i hayvânî: hayvanca bir özgürlük (bk. ḥ-y-y)
hıyânet: hâinlik, ihanetinkılâp: büyük değişim, dönüşüm
istibdad: baskı, despotizmkader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması (bk. ḳ-d-r)
kaza/kazâ-i İlâhî: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması (bk. ḳ-ḍ-y; e-l-h)maddiyyun: materyalistler, herşeyi maddeye bağlayanlar
mehâsin-i kesire: pek çok güzellikler, iyilikler (bk. ḥ-s-n; k-s̱-r)misalî: rüya âlemine ait (bk. m-s̱-l)
musibet: belâ, felâketmusibet-i âmme: geneli içine alan felâket
mükâfat: ödülmüşterek: ortak
nev’en: tür olarakneş’et: doğma, ortaya çıkma
niam: nimetler (bk. n-a-m)rahmet: İlâhî şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
reis: başkansemerât: meyveler
semâvât: gökler (bk. s-m-v)semâvî: gökten gelen (bk. s-m-v)
semâvî şerâyi: vahiyle gelen şeriatler, İlâhî hükümler (bk. s-m-v; ş-r-a)sırr-ı hilkat: yaratılış sırrı (bk. ḫ-l-ḳ)
telâhuk-u efkâr: fikirlerin birikimi (bk. f-k-r)temellük: sahiplenme (bk. m-l-k)
tufan: büyük su baskınıtâun: veba, salgın ve ölümcül hastalık
umum: genel, herkesyed-i muhsin: ihsan edici el (bk. ḥ-s-n)
zemin: yeryüzüşamil: içine alan, kapsayıcı
şer-i Ahmedî: Pegamberimiz Hz. Muhammed’in getirdiği şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 971


Beş vakit namaz için yalnız o saati, bizden yine bizim için emretti, hem istedi. Tembellikle terk ettik, gafletle ihmal oldu.
Şöyle de ceza gördük: Beş senede, yirmi dört saatte daima tâlim ve meşakkatle tahrik ve koşturmakla bir nevi namaz kıldırdı.
Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık. Keffâreten beş sene cebren oruç tutturdu.
Kendi verdiği maldan, kırkından ya onundan birini zekât istedi. Buhl ile hem zulmettik, haramı karıştırdık, ihtiyarla vermedikti.
O da bizden aldırdı müterâkim zekâtı. Haramdan da kurtardı. Amel, cins-i cezadır. Ceza, cins-i ameldir. Salih amel ikiydi:
Biri müsbet ve ihtiyarî; biri menfi, ıztırarî. Bütün âlâm, mesâib, a’mâl-i salihadır; lâkin menfidir, ıztırarî.
Hadis teselli verdi.
Bu millet-i günahkâr kanıyla abdest aldı, fiilî bir tevbe etti. Mükâfât-ı âcili: Şu milletin humsu dört milyonu çıkardı,
Derece-i velâyet, mertebe-i şehadet ile gazilik verdi, günahı sildi. Bu meclis-i âlî-i misalî bu sözü tahsin etti.
Ben de birden uyandım, belki yakaza ile yeni yattım. Bence yakaza rüyadır.
Rüya bir nevi yakazadır. Orada asrın vekili, burada Said Nursî.

• • •

Cehil, mecazı eline alsa hakikat yapar

İlmin elinden eğer cehlin eline düşse mecaz, eder inkılâp hakikate. Hem açar hurâfâta kapılar.
Küçüklüğümde gördüm ki, hasf olmuştu kamer. Sordum ben validemden. Dedi: “Yılan yutmuştur.” Dedim:
“Neden görünür?”
Dedi: “Orada yılanlar böyle nim-şeffaf olur.” İşte böyle bir mecaz hakikat zannedilmiş. Medar-ı şems ve kamer tekatu noktaları olan re’s ve zenebde arzın haylûletiyle, bir emr-i İlâhiyle münhasif olur kamer.



amel: davranış, işarz: dünya
a’mâl-i saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun davranışlar (bk. ṣ-l-ḥ)buhl: cimrilik
cebren: zorlacehil: cahillik, bilgisizlik
cins-i amel: amelin cinsi, türücins-i ceza: cezanın cinsi, türü
derece-i velâyet: velîlik derecesi (bk. v-l-y)emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)hadis: Peygamberimize ait söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱)
hakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hasf: ay tutulması
haylûlet: araya girmehums: beşte bir
hurâfât: hurafeler, boş ve bâtıl inançlarihtiyar: irade, tercih, istek (bk. ḫ-y-r)
ihtiyarî: isteğe bağlı, iradeyle yapılan (bk. ḫ-y-r)inkılâp: değişim, dönüşüm
kamer: aykeffâret: günahın bağışlanmasına vesile olan şey
lâkin: fakat, amamecaz: gerçek mânâsının anlaşılmasına engel teşkil eden bir karineyle (işaretle) beraber, bir münasebetten dolayı, asıl konulduğu mânânın dışında kullanılan lâfız (bk. c-v-z)
meclis-i âlî-i misalî: rüyada şekillenen yüce meclismedar-ı şems ve kamer: güneşin ve ayın yörüngesi
menfi: olumsuz, negatifmertebe-i şehadet: şehitlik mertebesi (bk. ş-h-d)
mesâib: musibetler, belâlarmeşakkat: güçlük, sıkıntı
millet-i günahkâr: günahkâr milletmükâfât-ı âcil: peşin mükâfat
münhasif olma: tutulma; ay tutulmasımüsbet: olumlu, pozitif
müterâkim: birikmiş, yığılmışnefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşitnim-şeffaf: yarı şeffaf, yarı saydam
re’s ve zeneb: baş ve kuyruksalih: dinin emir ve yasaklarına uygun (bk. ṣ-l-ḥ)
tahrik: harekete geçirmetahsin etmek: güzel bulmak (bk. ḥ-s-n)
tekatu: kesişme tâlim: eğitim (bk. a-l-m)
yakaza: uyanıklık haliâlâm: elemler, acılar
ıztırarî: zorunlu olarak, çaresizce

<tbody>
</tbody>

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 972

İki kavs-ı mevhûme tinnîneyn yad edilmiş, hayalî bir teşbihle isim müsemmâ olmuş. Tinnîn ise yılandır.

• • •

Mübalâğa zemm-i zımnîdir

Hangi şeyi vasfetsen, olduğu gibi vasfet. Medhin mübalâğası bence zemm-i zımnîdir.İhsan-ı İlâhîden fazla ihsan, ihsan değildir.

• • •

Şöhret zalimedir

Şöhret bir müstebittir; sahibine mal eder başkasının malını.Meşhur Hoca Nasreddin letâifi içinde, zekâtı, asıl malı.
blank.gif
1
Rüstem-i Sistanî, onun hayal-i şanı garet etti bir asır mefâhir-i İran’ı.Gasb ve garetle şişti o namdar hayali, hurâfâta karıştı, attı nev-i insanı.

• • •

Din ile hayat kabil-i tefrik olduğunu zannedenler felâkete sebeptirler


Şu Jön Türkün hatası: Bilmedi o bizdeki din hayatın esası. Millet ve İslâmiyet ayrı ayrı zannetti.Medeniyet müstemir, müstevlî vehmeyledi. Saadet-i hayatı içinde görüyordu. Şimdi zaman gösterdi,Medeniyet sistemiHAŞİYE-1AŞİYE bozuktu, hem muzırdı. Tecrübe-i kat’iye bize bunu gösterdi.Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhyâ-yı din ile olur şu milletin ihyâsı. İslâm bunu anladı.Başka dinin aksine, dinimize temessük derecesi nisbeten milletin terakkisi. İhmali nisbetinde idiMilletin tedennîsi. Tarihî bir hakikat; ondan olmuş tenâsi.


Dipnot-1
Yani ondan biri.

[NOT]Haşiye-1
AŞİYE Tam bir işaret-i gaybiyedir. Sekeratta olan dinsiz, zalim medeniyete bakıyor.[/NOT]



Hoca Nasreddin: (bk. bilgiler)Rüstem-i Sistanî: Şark edebiyatında kuvvet ve cesaret timsali olarak şöhret bulan Zaloğlu Rüstem
garet etmek: gasbetmek, yağmalamakgasb: zorla alma
hakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hayal-i şan: hayalî olarak büyütülen şan ve şöhret (bk. ḫ-y-l)
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothurâfât: hurâfeler, bâtıl inanışlar
ihsan: ikram, bağış (bk. ḥ-s-n)ihsan-ı İlâhî: Allah’ın ihsanı, ikramı, bağışı (bk. ḥ-s-n; e-l-h)
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)ihyâ-yı din: dinin diriltilmesi (bk. ḥ-y-y)
işaret-i gaybiye: gelecekte olacak bir olaya işaret (bk. ğ-y-b)kabil-i tefrik: ayrılabilir olma, ayrılması mümkün (bk. f-r-ḳ)
kavs-ı mevhûme: vehmedilen, varsayılan yay; sanal yayletâif: ince nükteler, şakalar, güldüren güzel sözler (bk. l-ṭ-f)
medh: övgümefâhir-i İran: İran’ın övündüğü şeyler
muzır: zararlımübalâğa: abartı (bk. b-l-ğ)
müsemmâ: isimlendirilmiş (bk. s-m-v)müstebit: istibdatçı, diktatör
müstemir: devamlı, süreklimüstevlî: istila eden, işgalci
namdar: şan ve şöhret sahibinev-i insan: insanlık
nisbet: oran, ölçü (bk. n-s-b)nisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b)
saadet-i hayat: hayatın mutluluğu (bk. ḫ-y-y)sekerat: can çekişme anı
tecrübe-i kat’iye: kesin tecrübetedennî: alçalma, gerileme
temessük: sarılma, tutunmatenâsi: unutmaya çalışma
terakki: ilerleme, yükselmeteşbih: belirli bir maksadı ifade için, bir edat ile aralarında ortak nitelikten dolayı bir şeyi başka bir şeye benzetmek
tinnîn: büyük yılan; astronomide yedi burç boyunca uzanan hafif beyazlıktinnîneyn: iki büyük yılan
vasfetmek: nitelemek, özelliğini ifade etmek (bk. v-ṣ-f)vehmeylemek: kuruntulanmak, yanlış ve esassız düşüncelere kapılmak
yad edilmek: anılmakzemm-i zımnî: gizliden ayıplama, dolaylı kötüleme

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 973

Mevt, tevehhüm edildiği gibi dehşetli değil

Dalâlet vehmidir, mevti dehşetlendirir. Mevt, tebdil-i câmedir, ya tahvil-i mekândır. Sicinden bostana çıkar.Kim hayatı isterse şehadet istemeli. Şehidin hayatına Kur’ân işaret eder.
blank.gif
1
Sekerâtı tatmamış, herbir şehid kendiniHayy biliyor, görüyor. Lâkin yeni hayatı daha nezih buluyor.Zanneder ki ölmemiş.
blank.gif
2
Meyyitlere nisbeti, dikkat et, şuna benzer:İki adam rüyada lezâiz envâına câmi’ güzel bahçede ikisi geziyorlar. Biri rüya olduğunu bilir; lezzet almıyor.Onu müferrah etmez; belki teessüf eder. Öbürüsü biliyor ki âlem-i yakazadır; hakikî lezzet alır, ona hakikî olur.Rüya misalin zılli, misal ise berzahın zılli olmuştur. Ondan, onların düsturları birbirine benziyor.

• • •

Siyaset, efkârın âleminde bir şeytandır; istiâze edilmeli.


Siyaset-i medenî, ekserin rahatına feda eder ekalli. Belki ekall-i zalim, kendine kurban eder ekserîn-i avâmı.Adalet-i Kur’ânî, tek mâsumun hayatı, kanı heder göremez, onu feda edemez, değil ekseriyete, hattâ nev’in umumu.Âyet-i
blank.gif
3
مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ iki sırr-ı azîmi vaz ediyor nazara. Biri mahz‑ı adalet. Bu düstur-u azîmi kiFert ile cemaat, şahıs ile nev-i beşer, kudret nasıl bir görür; adalet-i İlâhî ikisine bir bakar. Bir sünnet-i daimî.




[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:154; Âl-i İmran Sûresi, 3:169.
Dipnot-2
bk. Tirmizî, Cihad 6; Nesâî, Cihad 35; İbni Mâce, Cihad 16; Dârimî, Cihad 7.
Dipnot-3
“Kim bir cana kıymamış bir kimseyi öldürürse...” Mâide Sûresi, 5:32.[/NOT]



adalet-i Kur’ânî: Kur’ân’ın adaleti (bk. a-d-l)adalet-i İlâhî: Allah’ın adaleti (bk. a-d-l; e-l-h)
berzah: kabir âlemibostan: bahçe
cemaat: topluluk (bk. c-m-a)câmi: kapsamlı, içine alan (bk. c-m-a)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)dehşetli: korkunç, ürkütücü
düstur: prensipdüstur-u azîm: büyük ve önemli düstur, prensip (bk. a-ẓ-m)
efkâr: fikirler (bk. f-k-r)ekall: azınlık
ekall-i zalim: zalim azınlık (bk. ẓ-l-m)ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
ekseriyet: çoğunluk (bk. k-s̱-r)ekserîn-i avâm: halkın çoğunluğu (bk. k-s̱-r)
envâ: türler, çeşitlerhakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayy: diri, canlı (bk. ḫ-y-y)heder: boş yere, faydasız
istiâze: Allah’a sığınmakudret: İlâhî güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lezâiz: lezzetlermahz-ı adalet: tam anlamıyla adalet (bk. a-d-l)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)meyyit: ölü (bk. m-v-t)
müferrah: ferah duyan, huzurlunazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
nev-i beşer: insanlık türü, insanlarnev’in umumu: türün bütünü, insanlığın tamamı
nezih: temiz, pâk (bk. n-z-h)nisbet: oran, kıyas (bk. n-s-b)
sekerât: can çekişme anısicin: hapishane, zindan
siyaset-i medenî: günümüz medeniyetinin siyasetisünnet-i daimî: bitmeyen, devamlı ve doğru işleyen kanun (bk. s-n-n)
sırr-ı azîm: büyük sır (bk. a-ẓ-m)tahvil-i mekân: yer değiştirme (bk. m-k-n)
tebdil-i câme: elbise değiştirmeteessüf: üzüntü, acı duyma
tevehhüm edilmek: sanılmak, zannedilmekvaz etmek: koymak, yerleştirmek
vehmî: olmadığı halde varsayılanzıll: gölge
âlem-i yakaza: uyanıklık âlemi (bk. a-l-m)şehadet: şehitlik, Allah rızası yolunda hayatını feda etmek (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 974

Şahs-ı vahid hakkını kendi feda ediyor; lâkin feda edilmez, hattâ umum insana. Onun iptal-i hakkı, hem iraka-i demi,Hem zevâl-i ismeti; iptal-i hakk-ı nev’in, hem ismet-i beşerin mislidir, hem naziri. İkinci sırrı budur: Hodgâmî bir âdemîHırs ve heves yolunda bir mâsumu öldürse, eğer elinden gelse, hevesine mâni ise harap eder dünyayı, imhâ eder benî Âdemi.

• • •

Zaaf hasmı teşci eder; Allah abdini tecrübe eder, abd Allah’ını tecrübe edemez

Ey hâif ve hem zaif! Havf ve za’fın beyhude, hem senin aleyhinde tesirât-ı haricî teşcî eder, celb eder.Ey vesveseli vehham! Muhakkak bir maslahat, mazarrat-ı mevhume için feda edilmez. Sana lâzım hareket; netice Allah’ındır.İşine karışılmaz. Allah çeker abdini meydan-ı imtihana. “Böyle yaparsan eğer, böyle yaparım” der.Abd ise hiç yapamaz Allah’ını tecrübe. “Rabbim muvaffak etsin; ben de bunu işlerim” dese tecavüz eder.İsâ’ya demiş şeytan: “Madem herşeyi O yapar. Kader birdir, değişmez. Dağdan kendini at. O da sana ne yapar?” İsâ dedi: “Ey mel’un! Abd edemez Rabbini tecrübe ve imtihan.”

• • •

Beğendiğin şeyde ifrat etme

Bir derdin dermanı başka derde dert olur. Panzehiri zehir olur. Derman hadden geçerse dert getirir, öldürür.

• • •

İnadın gözü, meleği şeytan görür


İnadın işi budur: Şeytan yardım ederse birisine “melek” der, rahmeti de okutur.Muhalif tarafında eğer meleği görse, libasını değişmiş onu şeytan zanneder; adâvet, lânet eder.



Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)abd: kul (bk. a-b-d)
adâvet: düşmanlıkbenî-Âdem: Âdemoğulları, insanlık
beyhude: boşuna, faydasızcelb etmek: kendine çekmek
had: sınır, çizgihasm: düşman
havf: korkuheves: gelip geçici arzu ve istekler
hodgâmî: bencil, kendini düşünenhâif: korkak
ifrat: aşırılıkimhâ: yok etme
iptal-i hak: hakkın ortadan kaldırılması (bk. ḥ-ḳ-ḳ)iptal-i hakk-ı nev’: bir türe ait hakkın ortadan kaldırılması (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
iraka-i dem: kan akıtılmasıismet-i beşer: insanlığın masumluğu, suçsuzluğu
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması (bk. ḳ-d-r)libas: elbise
lâkin: fakat, amamaslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ)
mazarrat-ı mevhume: gerçekte var olmayan, hayalî zararlarmel’un: lanetlenmiş
meydan-ı imtihan: imtihan meydanımisl: benzer (bk. m-s̱-l)
muhalif: zıt, karşıtmuvaffak: başarılı
mâni: engelnazir: benzer, eş (bk. n-ẓ-r)
panzehir: zehire karşı ilâçtesirât-ı haricî: dış tesirler, etkenler
teşcî: cesaretlendirmeumum: bütün
vehham: aşırı derecede vehimli, kuruntuluvesveseli: şüphe ve tereddüt içinde olan
zaaf: zayıflık, güçsüzlükzevâl-i ismet: gühasızlığın sona ermesi (bk. z-v-l)
âdemî: insanoğluİsâ: (bk. bilgiler)
şahs-ı vahid: bir tek şahıs (bk. v-ḥ-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 975

Hakkı bulduktan sonra ehak için ihtilâfı çıkarma

Ey talib-i hakikat! Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen.

• • •

İslâmiyet, selm ve müsalemettir; dahilde nizâ ve husumet istemez


Ey âlem-i İslâmî! Hayatın ittihadda. Ger ittihad istersen, düsturun bu olmalı:Hüve’l-hakku yerine hüve hakkun olmalı; hüve’l-hasen yerine hüve’l-ahsen olmalı.Her Müslim kendi meslek, mezhebine demeli: “İşte bu haktır; başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir.”Dememeli: “Budur hak; başkaları battaldır. Ya yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir.”Zihniyet-i inhisar, hubb-u nefisten geliyor. Sonra maraz oluyor; nizâ ondan çıkıyor.Dert ile dermanlarTaaddüdü hak olur; hak da taaddüt eder. Hâcat ve ağdiyenin tenevvüü hak olur; hak da tenevvü eder.İstidat, terbiyeler tekessürü hak olur; hak da tekessür eder. Bir madde-i vâhide, hem zehir ve hem panzehir.İki mizaca göre mesâil-i fer’îde hakikat sabit değil; izafî ve mürekkep. Mükellefîn mizaçlarOna bir hisse verip ona göre ederek tahakkuk ve terekküp, her mezhebin sahibi mühmel mutlak hükmeder.Mezhebinin hududu tayinini bırakır temayül-ü mîzaca. Taassub-u mezhebî tâmime sebep olur.



Müslim: Müslüman (bk. s-l-m)ahsen: en güzel, daha güzel (bk. ḥ-s-n)
ağdiye: gıdalarbattal: hak olmayan, gerçek dışı
dahilde: içeridedüstur: prensip, kural
ehak: en doğru, daha doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)ger: eğer
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasen: güzel (bk. ḥ-s-n)hubb-u nefis: kendini beğenme, nefse düşkünlük (bk. ḥ-b-b; n-f-s)
hudud: sınırhusumet: düşmanlık
hâcat: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)hüve hakkun: o haktır (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hüve’l-ahsen: o en güzeldir (bk. ḥ-s-n)hüve’l-hakku: sadece o haktır (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hüve’l-hasen: sadece o güzeldir (bk. ḥ-s-n)ihtilâf: uyuşmazlık, ayrılık
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)ittifak: uyum içinde birleşme, birlik
ittihad: birleşme, birlikizafî: göreceli
madde-i vâhide: bir tek madde (bk. v-ḥ-d)maraz: hastalık
meslek: usül, metodmesâil-i fer’î: teferruata dair meseleler (bk. m-s̱-l)
mezhep: dinde tutulan yol (bk. ẕ-h-b)mizaç: yaratılış, tabiat
mutlak: kayıtsız, sınırsız; teklik, çokluk, nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâyı gösteren lâfız; kitap kelimesi gibi ki her türlü kitabı içine alır (bk. l-f-ẓ)mühmel: ihmale uğramış
mükellefîn: mükellef olanlar, yükümlülermürekkep: birden fazla unsurdan oluşmuş bileşik
müsalemet: barış ve huzur içinde olma (bk. s-l-m)nizâ: kavga, uyuşmazlık
selm: barış (bk. s-l-m)taaddüd: çokluk, birden fazla olma
taassub-u mezhebî: bir mezhebe aşırı derecede bağlılık (bk. ẕ-h-b)tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
talib-i hakikat: gerçeği talep eden, isteyen (bk. ṭ-l-b; ḥ-ḳ-ḳ)tayin etme: belirleme, belirli kılma
tekessür: çoğalma (bk. k-s̱-r)temayül-ü mizac: mizacın bir tarafa yönelmesi
tenevvü: çeşitlilikterekküp: birleşme
tâmim: umumîleştirme, herkese yaymazihniyet-i inhisar: tekelleştirme anlayışı
âlem-i İslâmî: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 976

Tâmimin iltizamı sebep olur nizâa. İslâmiyetten evvel tabakat-ı beşerde derin uçurumlar,Hem tebâüd-ü acîbi istedi bir vakitte taaddüd-ü enbiya, tenevvü-ü şerâyi’, müteaddit mezhepler.Beşerde bir inkılâp İslâmiyet yaptırdı, beşer tekarüb etti, şer’ etti ittihad, vâhid oldu peygamber.Seviye bir olmadı; mezhep taaddüt etti. Terbiye-i vâhide kâfi geldiği zaman, ittihad eder mezhepler.

• • •

İcad ve cem-i ezdadda büyük bir hikmet var; kudret elinde şems ve zerre birdir


Ey birader-i kalb-i hüşyar! Ezdâdın cem’indendir tecellî-i iktidar. Lezzet içinde elem, hayrın içinde şerri,Hüsnün içinde kubhu, nef’in içinde dârrı, nimet içinde nıkmet, nurun içinde nârı, bilir misin ki sırrı?Hakaik-i nisbiye sübut, takarrur etsin. Birşeyde çok şey olsun; bulsun vücut, görünsün. Sür’at-i hareketle bir nokta bir hat olur.Çevirmenin sür’ati yapar bir lem’a-i nur, daire-i nuranî. Hakaik-i nisbiye vazifesi dünyada daneler sünbül olur.Kâinatın çamuru, revâbıt-ı nizamı, alâik-i nakşını odur teşkil ediyor. Âhirette bu nisbî emirler orada hakaik olur.Hararette merâtip, ona olmuştur sebep tahallül-ü burudet. Hüsündeki derecat kubhun tedahülüdür; sebep, illet oluyor.



alâik-i nakş: nakış alâkaları, ilişkileri (bk. n-ḳ-ş)beşer: insanlık
birader-i kalb hüşyar: uyanık kalpli kardeşcem-i ezdad: zıtların biraraya gelmesi (bk. c-m-a)
cem’: bir araya gelme (bk. c-m-a)daire-i nuranî: nurlu daire (bk. n-v-r)
dane: tohumderecat: dereceler
dârr: zararelem: acı, keder, üzüntü
ezdâd: zıtlarhakaik: gerçekler, doğrular (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaik-i nisbiye: göreceli hakikatler, bir diğerine göre hakikat olan şeyler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; n-s-b)hararet: sıcaklık, ısı
hayr: iyilik (bk. ḫ-y-r)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
illet: esas sebep, maksatiltizam: taraf tutma, taraftarlık
inkılâp: değişim, dönüşümittihad: birleşme, birlik
kubh: çirkinlikkudret: İlâhî güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r)
kâfi: yeterlikâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lem’a-i nur: nur parıltısı (bk. n-v-r)merâtip: mertebeler, dereceler
mezhep: dinde tutulan yol (bk. ẕ-h-b)müteaddit: birden fazla, çeşitli
nef’: yararnisbî: kıyaslama ile olan, göreceli (bk. n-s-b)
nizâ: kavga, uyuşmazlıknâr: ateş
nıkmet: sıkıntı, azap, nimetin zıddırevâbıt-ı nizam: nizamın, düzenin bağları (bk. n-ẓ-m)
sübut: gerçekleşme, meydana gelmesünbül: başak
sür’at: hızsür’at-i hareket: hareketin hızı
taaddüd-ü enbiya: aynı dönemde birden fazla peygamberin olması (bk. n-b-e)taaddüt: birden fazla olma
tabakat-ı beşer: insan tabakalarıtahallül-ü burudet: soğuğun sıcağın içine karışması
takarrur: karar bulma, yerleşmetebâüd-ü acîb: hayret verici ölçüde birbirinden uzaklaşma
tecellî-i iktidar: Allah’ın kudretinin tecellîsi, yansıması (bk. c-l-y; ḳ-d-r)tedahül: iç içe olma
tekarüb: birbirine yakınlaşmatenevvü-ü şerâyi’: şeriatlerin çeşitliliği (bk. ş-r-a)
terbiye-i vâhide: tek bir terbiye (bk. r-b-b; v-ḥ-d)teşkil: oluşturma, meydana getirme
tâmim: umumîleştirme, herkese duyurmavâhid: bir (bk. v-ḥ-d)
vücut: varlık (bk. v-c-d)zerre: atom
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)şems: güneş
şer: kötülükşer’: şeriat, Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler (bk. ş-r-a)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 977

Ziya zulmete borçlu; lezzet eleme medyun; sıhhat marazsız olmaz. Cennet olmazsa belki Cehennem tâzip etmez. Zemherirsiz olmuyor;
Ger zemherir olmazsa, o da ihrak edemez. O Hallâk-ı Lemyezel, halk-ı ezdad içinde hikmetini gösterdi; haşmeti etti zuhur.
O Kadîr-i Lâyezâl, cem-i ezdad içinde iktidarı gösterdi; azamet etti zuhur. Madem o kudret-i İlâhî lâzime-i zâtî olur.
O Zât-ı Ezelîye hem zarure-i nâşie; onda zıddı olamaz, acz tahallül edemez, onda merâtip olamaz. Herşeye nisbeti bir; hiçbir şey ağır olmuyor.
O kudretin ziyasına güneş mişkât olmuştur. Bu mişkâtın nuruna deniz yüzü âyine, şebnemlerin gözleri birer mir’at olmuştur.
Denizin geniş yüzü gösterdiği güneşi, çîn-i cebînindeki katreler de gösterir; şebnemin küçük gözü yıldız gibi parlıyor.
Aynı hüviyet tutar; şebnem, deniz bir olur güneşin nazarında. Kudreti tanzir eder. Şebnemin gözbebeği küçücük bir güneştir.
Şu muhteşem güneş de küçücük bir şebnemdir. Gözbebeği bir nurdur ki şems‑i kudretten gelir, o kudrete kamer olur.
Semâvât bir denizdir; bir nefes-i Rahmân’la çîn-i cebînlerinde mevcelenip, katarat ki nücum ve hem şümustur.
Kudret tecellî etti, o katarâta serpti nuranî lemeâtı. Herbir güneş bir katre, herbir yıldız bir şebnem, herbir lem’a timsaldir.
O feyz-i tecellînin küçücük bir aksidir o katre-misal güneş. Eder mücellâ camını o lümey’a zücâce dürri-misal parlıyor,
O şebnem-misal yıldız lâtif gözü içinde, bir yer yapar lem’aya, lem’a olur bir siraç, gözü olur zücâce, misbâhı nurlanıyor.



Hallâk-ı Lemyezel: varlığı asla son bulmayan ve herşeyi sürekli olarak çokça yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; z-v-l)Kadîr-i Lâyezâl: hiçbir zaman kaybolup gitmeyecek, sonsuz kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; lâ; z-v-l)
Zât-ı Ezelî: varlığının başlangıcı olmayıp devamlı var olan Zât, Allah (bk. e-z-l)acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m)cem-i ezdad: zıtların biraraya gelmesi (c-m-a)
dürri-misal: inci gibi (bk. m-s̱-l)elem: acı, keder, üzüntü
feyz-i tecellî: yansımadan doğan feyz, bereket (bk. f-y-ḍ; c-l-y)ger: eğer
halk-ı ezdad: zıtların yaratılması (bk. ḫ-l-ḳ)haşmet: görkem, heybet
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hüviyet: mahiyet, özellik
ihrak etmek: yakmakiktidar: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)
kamer: aykatarat: damlalar
katre: damlakatre-misal: damla gibi (bk. m-s̱-l)
kudret: İlâhî güç ve iktidar (bk. k-d-r)kudret-i İlâhî: Allah’ın güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r; e-l-h)
lemeât: parıltılarlem’a: parıltı
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)lâzime-i zâtî: kendi zâtının gereği
lümey’a: küçük parıltımaraz: hastalık
medyun: borçlumerâtip: mertebeler, dereceler
mevc: dalgamir’at: ayna
misbâh: lamba, meşalemişkât: kandil, içinde lamba olan küçük hücre
mücellâ: parlatılmış, parlaknazarında: gözünde, bakışında
nefes-i Rahmân: sonsuz merhamet sahibi Cenab-ı Hakkın varlıklar üzerindeki rahmet esintisi (bk. n-f-s; r-ḥ-m)nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b)
nuranî: nurlu (bk. n-v-r)nücum: yıldızlar
semâvat: gökler (bk. s-m-v)siraç: ışık, lamba
tahallül: araya girme, içine karışmatanzir: benzetme (bk. n-ẓ-r)
tecellî: yansıma (bk. c-l-y)timsal: nümune, örnek (bk. m-s̱-l)
tâzip etmek: azap vermekzarure-i nâşie: kendisinde bulunması zorunlu olan, ondan ayrılması mümkün olmayan zorunlu özellik
zemherir: şiddetli ve yakıcı soğukziya: ışık
zuhur: ortaya çıkma, görünme (bk. ẓ-h-r)zulmet: karanlık (bk. ẕ-l-m)
zücâc: camâyine: ayna
çîn-i cebîn: alın buruşukluğuşebnem: çiğ
şebnem-misal: çiğ gibi (bk. m-s̱-l)şems-i kudret: kudret güneşi (bk. ḳ-d-r)
şümus: güneşler

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 978

Meziyetin varsa hafâ türâbında kalsın, tâ neşvünemâ bulsun

Ey zîhassa-i meşhure, taayyünle zulmetme. Ger perde-i hafânın altında sen kalırsan, ihvânına verirsin ihsan ve bereketi.Herbir ihvânın altında sen çıkması, hem de o sen olması imkân ve ihtimali, herbirine celb eder bir nazar-ı hürmeti.Eğer taayyün edip perde altından çıksan, mükerrem iken altında, üstünde zalim olursun. Güneş iken orada, burada gölge edersin,İhvânını düşürttürüp hem nazar-ı hürmetten. Demek taayyün ve teşahhus zalim birer emirdir. Sahih doğru böyle ise, hem de böyle görürsün.
Nerede kaldı yalancı tasannu ve riyâ ile kisb-i teşahhus-u şöhret? İşte bir sırr-ı azîm ki hikmet-i İlâhî, hem o nizam-ı ahsen.
Bir ferd-i fevkalâde, kendi nev’i içinde setr ile perde çeker, bununla kıymet verdirir, hem de eder müstahsen.
İşte sana misali: İnsan içinde veli,
blank.gif
1
ömür içinde ecel,
blank.gif
2
olmuş meçhul ve mühmel. Cumada müstetirdir bir saat, kabul olur dua edersen.
blank.gif
3
Ramazan’da münteşir bir leyle-i zû-kadîr.
blank.gif
4
Esmâü’l-Hüsnâda muzmer iksir-i İsm-i Âzam.
blank.gif
5
Bu misallerin haşmeti, hem de o sırr-ı hasen,İphamda izhar eder, ihfâda ispat eder. Meselâ, ecelin iphamında bir muvazene vardır; her dakikada tutar ne vaziyet alırsan.Kefeteyn-i havf ü recâ, hizmet-i ukbâ-dünya tevehhüm-ü bekâî, lezzet-i ömrü verir. Yirmi sene müphem bir ömür olsa ahsen,


[NOT]Dipnot-1
bk. Müslim, Hudûd 18; Tirmizî, Menâkıb 54; Dârimî, Rikâk 61; Müsned 4:332.
Dipnot-2
bk. “Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.” Lokman Sûresi, 31:34.
Dipnot-3
bk. Buhârî, Cuma 37; Müslim, Cuma 13-15; Tirmizî, Cuma 2; Nesaî, Cuma 45; İbni Mâce, İkamet 99; Darimî, Salat 204; Muvatta, Cuma 15; Müsned 2:498.
Dipnot-4
bk. Buhârî, Îman 36, Leyletü’l-Kadr 3-4; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn 176, 177, 179, 180, Sıyâm 205-218; Ebû Dâvûd, Ramazan 2, 3, 4, 5, 6, 7; Tirmizî, Savm 72; Muvatta, İ’tikâf 10-11.
Dipnot-5
bk. Ebû Dâvûd, Vitr 8; Tirmizî, Deavât 64; İbni Mâce, Dua 9; Müsned 6:461; el-Hâkim, el-Müstedrek 1:683-686, 4:352; İbni Ebî Şeybe, el-Musannaf 6:47; el-Beyhakî, Şuabu’l-Îman 2:437.[/NOT]



Esmâü’l-Hüsna: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)ahsen: en güzel (bk. ḥ-s-n)
celb etmek: çekmekecel: ölüm zamanı
ferd-i fevkalâde: olağanüstü özelliklere sahip kişi (bk. f-r-d)ger: eğer
hafâ: gizlilikhaşmet: heybet, görkem
hikmet-i İlâhî: Allah’ın hikmeti (bk. ḥ-k-m; e-l-h)hizmet-i ukbâ-dünya: âhiret-dünya hizmeti
ihfâ: gizlemeihsan: bağış, iyilik, nimet (bk. ḥ-s-n)
ihvân: kardeşleriksir-i İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olan isminin güçlü tesiri (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
ipham: gizleme, üstü kapalı bırakmaizhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
kefeteyn-i havf ü recâ: ümit ve korku kefeleri, dengelerikisb-i teşahhus-u şöhret: şöhretle şahsiyet kazanma
leyle-i zû-kadir: kadir sahibi gece, kadir gecesi (bk. ẕû; ḳ-d-r)lezzet-i ömür: yaşama lezzeti
meziyet: üstün özelliklermeçhul: bilinmeyen
muvazene: denge (bk. v-z-n)muzmer: gizli, saklı
mühmel: ihmal edilmiş, bırakılmışmükerrem: şerefli (bk. k-r-m)
münteşir: yayılmış olanmüphem: belirsiz, gizli
müstahsen: güzel, beğenilen (bk. ḥ-s-n)müstetir: gizli, örtülü
nazar-ı hürmet: saygı dolu bakış (bk. n-ẓ-r; ḥ-r-m)nev’: tür, çeşit
neşvünemâ: büyüyüp gelişmenizam-ı ahsen: en güzel düzen (bk. n-ẓ-m; ḥ-s-n)
perde-i hafâ: gizlilik perdesiriya: gösteriş
sahih: doğru, kusursuzsetr: örtme
sırr-ı azîm: büyük sır (bk. a-ẓ-m)sırr-ı hasen: güzel sır (bk. ḥ-s-n)
taayyün: belirlenme, meydana çıkmatasannu: yapmacıklık (bk. ṣ-n-a)
tevehhüm-ü bekàî: sonsuza kadar yaşayacağını sanmak (bk. b-ḳ-y)teşahhus: şahıslanma, belirlenme
türâb: toprakzîhassa-i meşhure: meşhur özelliğe sahip kişi (bk. ẕî)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 979

Nihayeti muayyen bin senelik bir ömre. Zira nısfı geçerse, her saati geldikçe güya adım atarak darağacına gidersin.Şey’en şey’en üzülmek ve hem de teselli vermez; sen de rahat etmezsin.

• • •

Allah’ın rahmet ve gazabından fazla tahassüs hatadır


Allah’ın rahmetinden fazla rahmet edilmez. Allah’ın gazabından fazla gazap edilmez.Öyle ise işi bırak o Âdil-i Rahîme. Fazla şefkat elemdir; fazla gazap zemîme.

• • •

İsraf sefahetin, sefahet sefaletin kapısıdır


Ey müsrifli kardeşim! Tagaddî noktasında bir iken iki lokma; bir lokma bir kuruşa, bir lokma on kuruşa.Hem ağıza girmeden, hem boğazdan geçtikten, müsâvi bir olurlar. Yalnız ağızda, o da kaç saniyede, bîhûşe verir nûşe.Zevkî bir fark bulunur, daim onu aldatır o kuvve-i zâika; bedene, hem mideye kapıcı müfettişe.Onun tesiri menfi, müsbet değil. Vazife yalnız kapıcıyı taltif ve memnun etmek. Nûş verirsin o bîhûşa.Aslî vazifesinde onu müşevveş etmek, tek bir kuruş yerine on bir kuruşu vermek, olur şeytanî pîşe.İsrafın en sefîhi, tebzîrin en sakîmi, bir tarzdır bir çeşidi. Heves etme bu işe.

• • •

Zâika telgrafçıdır; telziz ile baştan çıkarma


HAŞİYE-1AŞİYE Rububiyet-i İlâh, hikmet ve inâyeti, ağızla hem burunla iki merkezi teşkil eylemiştir içinde hudut karakolu. Hem,

[NOT]Haşiye-1
AŞİYE İktisat Risalesinin çekirdeğidir. Belki on sahife olan İktisat Risalesini kable’l-vücut on satırda okumuş.[/NOT]



bîhûş: şaşkın, sersemdarağacı: idam sehpası
elem: acı, sıkıntı, üzüntügazab: öfke, hiddet
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hudut: sınırinâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)
israf: savurganlık (bk. s-r-f)kable’l-vücut: var olmadan önce (bk. v-c-d)
kuvve-i zaika: tad alma duygusumuayyen: belirlenmiş
müfettiş: teftiş eden, denetleyicimüsrif: israf eden, savurgan (bk. s-r-f)
müsâvi: eşit, denkmüşevveş: dağınık, karışık, düzensiz
nihayet: sonnûş: zevk, cümbüş
nısf: yarırahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rububiyet-i İlâh: İlâhî Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; e-l-h)sakîm: hastalıklı, kötü
sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük, budalalıksefalet: perişanlık, yoksukluk
sefîh: rezil, aşağılıktagaddî: gıda alma, beslenme
tahassüs: hislenme, duygulanmataltif: lütuf ve ihsanda bulunma (bk. l-ṭ-f)
tebzîr: har vurup harman savurmak, düşüncesizce harcama yapmaktelziz: lezzetlendirmek, lezzet almasını sağlamak
teşkil eylemek: oluşturmak, meydana getirmekzemîme: beğenilmeyecek kötü hal ve davranış
zevkî: zevk ile ilgilizâika: tat alma duygusu
Âdil-i Rahîm: adâletle iş gören, sonsuz rahmet ve merhamet sahibi Allah (bk. a-d-l; r-ḥ-m)İktisat Risalesi: Lem’alar adlı eserde yer almaktadır (On Dokuzuncu Lem’a) (bk. r-s-l)
şeytani pîşe: şeytana benzer, şeytanca iş, huy, alışkanlıkşey’en şey’en: yavaş yavaş, derece derece

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 980

Muhbirleri de koymuş. Şu âlem-i sagirde damarları telefon, âsapları telgraf hükmüne vaz eylemiş. Şâmme telefonu, hemTelgrafa zâika inâyet memur etmiş o Rezzâk-ı Hakikî, erzak üstüne koymuş rahmetten bir tarife, taam ve levn ve hemRayiha. İşte şu havass-ı selâse, o rezzak cânibinden birer ilânnâmesi, birer davetnâmesi, bir izinnâmesi, hemBir dellâldır ki, muhtaç ve müşteriler hep onlarla celb olur.Mürtezik hayvanlara zevk ve rüyet ve şemm, birer âlet vermiş. Hem,Taamları muhtelif ziynetlerle süsletmiş. Hevâî gönülleri avutup, lâkaytları tehyic ile cezb etmiş. Vaktâ, taam girse, hemAğıza, birden bire zâika her tarafa bir telgraf çekiyor bedenin aktârına. Şamme telefon veriyor, gelen taam nev’i, hemÇeşitleri de söyler. Hâcetleri muhtelif, ayrı ayrı mürtezik, ona göre davranır, ona da hazırlanır. Ya cevab-ı red gelir, hemKapı dışarı atar, yüzüne de tükürür. İnâyet tarafından madem buna memurdur. Zevkî baştan çıkarma. Hem,Telziz ile aldatma. Sonra o da unutur doğru iştiha nedir. Bir iştiha-yı kâzip gelir, başına çatar. Hatası, maraz ile, hemİlletlerle cezalar gelir. Hakikî lezzet hakikî iştihadan çıkar; doğru iştiha sadık bir ihtiyaçtan. Bu lezzet-i kâfide şah, hemGedâ beraber. Hem bâhemdir bir dinar ve bir dirhem o lezzet, berhem-zened. Eleme olur merhem.

• • •

Niyet gibi, tarz-ı nazar dahi âdeti ibadete çevirir

Şu noktaya dikkat et: Nasıl olur niyetle mübah âdât, ibâdât. Öyle tarz-ı nazarla fünun-u ekvan, olur maarif-i İlâhî.


Rezzâk-ı Hakikî: gerçek rızık verici olan Allah (bk. r-z-ḳ; ḥ-ḳ-ḳ)aktâr: bölgeler, taraflar; dört bir taraf
berhem-zened: ikisiyle de elde edilirbâhem: birlikte, beraber
celb: çekmecevab-ı red: red cevabı
cezb: çekmecânib: taraf, yön
davetnâme: davetiyedellâl: davetçi, ilan edici
elem: acı, sıkıntı, üzüntüerzak: rızıklar; yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)
fünun-u ekvan: yaratılışa ait ilimler, pozitif bilimler (bk. k-v-n)gedâ: köle, fakir
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)havass-ı selâse: üç duygu
hevâî: nefsine boyun eğen, nefsinin zaafları doğrultusunda hareket eden (bk. h-v-y)hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
ibâdât: ibadetler (bk. a-b-d)illet: hastalık
ilânnâme: duyuruinâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)
izinnâme: izin belgesiiştiha: iştah, fazla arzu ve istek
iştiha-yı kâzip: yalancı iştahlevn: renk
lezzet-i kâfi: yeterli lezzetlâkayt: duyarsız, ilgisiz
maarif-i İlâhî: Allah’ı tanıma yolunda elde edilen bilgiler (bk. a-r-f; e-l-h)maraz: hastalık
muhbir: habercimuhtelif: çeşitli
mübah: sevap veya günah olmayan helâl işlermürtezik: rızıklanmış, rızıklanan (bk. r-z-ḳ)
nev’i: tür, çeşitrahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rayiha: kokurezzak: rızık veren (bk. r-z-ḳ)
rüyet: görmesadık: doğru (bk. ṣ-d-ḳ)
taam: yiyecektarz-ı nazar: bakış tarzı, şekli (bk. n-ẓ-r)
tehyic: heyecanlandırmatelziz: lezzetlenme
vaktâ: ne vakitvaz eylemek: yerleştirmek
ziynet: süs (bk. z-y-n)zâika: tat alma duygusu
âdet: alışkanlık, her vakit yapılan iş, davranışâdât: âdetler, alışkanlıklar
âlem-i sagir: küçük âlem, dünya (bk. a-l-m)âsap: sinirler
şemm: koku almaşâmme: koku alma duygusu

<tbody>
</tbody>


 
Üst