Lemeât

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 1001

Dallar, semerâtı, rahmet namına takdim ediyor

Şecere-i hilkatin dalları her tarafta semerât-ı niamı zîruhun ellerine zâhirenuzatıyor.
Hakikatte bir yed-i rahmet, bir dest-i kudrettir ki, o semerâtı, o dalları içinde sizlere uzatıyor.
O yed-i rahmeti, siz de şükr ile öpünüz. O dest-i kudreti de minnetle takdis ediniz.

• • •

Fâtiha’nın âhirinde işaret olunan üç yolun beyanı
blank.gif
1

Ey birader-i pür-emel! Hayalini ele al, benimle beraber gel. İşte bir zemindeyiz. Etrafına bakarız; kimse de görmez bizi.
Çadır direkleri hükmünde yüksek dağlar üstünde, karanlıklı bir bulut tabakası atılmış. Hem o dahi kaplatmış zeminimizin yüzü,
Müncemid bir sakf olmuş. Fakat altı, yüzü açıkmış; o yüz güneş görürmüş. İşte bulut altındayız; sıkıyor zulmet bizi.Sıkıntı da boğuyor; havasızlık öldürür. Şimdi bize üç yol var, bir âlem-i ziyadar. Bir kere seyrettimdi bu zemin-i mecâzî.

Evet bir kere buraya da gelmişim, üçünde ayrı ayrı gitmişim. Birinci yolu budur:Ekseri burdan gider. O da devr-i âlemdir, seyahate çeker bizi.

İşte biz de yoldayız, böyle yayan gideriz. Bak şu sahrânın kum deryalarına, nasıl hiddet saçıyor, tehdit ediyor bizi.Bak şu deryanın dağvâri emvâcına: O da bize kızıyor. İşte elhamdü lillâh, öteki yüze çıktık. Görürüz güneş yüzü.Fakat çektiğimiz zahmeti ancak da biz biliriz. Of, tekrar buraya döndük; şu zemin-i vahşetzar, bulut damı zulmettar. Bize lâzım, revnaktar eder kalbdeki gözü

Bir âlem-i ziyadar. Fevkalâde eğer bir cesaretin var; gireriz de beraber bu yolupür-hatarkâr. İkinci yolumuzu,


[NOT]Dipnot-1 “Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna ilet—gazabına uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil” Fâtiha Sûresi, 1:6-7.
[/NOT]


beyan: açıklama (bk. b-y-n)birader-i pür-emel: çokça emelleri arzu ve istekleri olan kardeş
dağvâri: dağ gibiderya: deniz
dest-i kudret: Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r)devr-i âlem: dünya seyahati, gezisi (bk. a-l-m)
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)elhamdü lillâh: Allah’a hamd olsun (bk. ḥ-m-d)
emvâc: dalgalarfevkalâde: olağanüstü
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)minnet: şükran duyma, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür etme
müncemid: donmuş, katılaşmışnam: ad
pür-hatarkâr: tehlikelerle dolu, çok tehlikelirahmet: İlâhî şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
revnaktar: parlak, hoşsahrâ: çöl
sakf: tavansemerât: meyveler
semerât-ı niam: nimet meyveleri (bk. n-a-m)takdim: sunma (bk. ḳ-d-m)
takdis: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etme (bk. ḳ-d-s)yed-i rahmet: Allah’ın rahmet eli (bk. r-ḥ-m)
zemin: yerzemin-i mecâzî: mecazî olan yer, zemin; hayâlî yer (bk. c-v-z)
zemin-i vahşetzar: yabanî, ıssız yerzulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)
zulmettar: karanlıklı (bk. ẓ-l-m)zâhiren: görünüşte (bk. ẓ-h-r)
zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âlem-i ziyadar: ışıklı âlem (bk. a-l-m)şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
şükür: verdiği nimetlerden dolayı Allah’a teşekkürlerini sunma (bk. ş-k-r)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 1002

Tabiat-ı arzı deleriz, o tarafa geçeriz. Ya fıtrî bir tünelden titreyerek gideriz. Bir vakitte bu yolda seyrettim de geçtim bî-naz ve pür-niyazı.

Fakat o zaman tabiatın zemini eritecek, yırtacak bir madde var idi elimde. Üçüncü yolun o delil-i mu’cizi,Kur’ân onu bana vermişti. Kardeşim, arkamı da bırakma, hiç de korkma. Bak, ha, şurada tünelvâri mağaralar, tahte’l-arz akıntılar beklerler ikimizi.

Bizi geçirecekler. Tabiatta şu müthiş cümudiyeleri de seni hiç korkutmasın. Zira bu abus çehresi altında merhametli sahibinin tebessümlü yüzü.

Radyumvâri o madde-i Kur’ân’ı ışıkla sezmiştim. İşte, gözüne aydın! Ziyadar âleme çıktık. Bak şu zemin-i pür-nâzı.Bu fezâ-yı lâtif, şirin. Yahu başını kaldır. Bak, semâvâta ser çekmiş, bulutları da yırtmış, aşağıda bırakmış, davet ediyor bizi

Şu şecere-i tûbâ. Meğer o Kur’ân imiş. Dalları her tarafa uzanmış. Tedellî eden bu dala biz de asılmalıyız; oraya alsın bizi.

O şecere-i semâvî bir timsali zeminde olmuş şer’-i enveri. Demek zahmet çekmeden o yol ile çıkardık bu âlem-i ziyaya, sıkmadan zahmet bizi.

Madem yanlış etmişiz; eski yere döneriz, doğru yolu buluruz. Bak, üçüncü yolumuz, şu dağlar üstünde durmuş olan şehbâzi,

Hem de bütün cihana okuyor bir ezanı. Bak müezzin-i âzama: Muhammedü’l-Hâşimî(a.s.m.) davet eder insanı âlem-i nur-u envere. İlzam eder niyaz ile namazı.

Bulutları da yırtmış, bak bu hüdâ dağlarına. Semâvâta ser çekmiş, bak şeriatcibâline. Nasıl müzeyyen etmiş zeminimizin yüzü gözü.

İşte çıkmalıyız buradan himmet tayyaresiyle. Ziya-yı nesim orada, nur-u cemâlorada. İşte buradadır Uhud-u tevhid, o cebel-i azizi.

İşte şuradadır Cûdî-i İslâmiyet, o cebel-i selâmet. İşte Cebelü’l-Kamer olan Kur’ân-ı ezher; zülâl-i Nil akıyor o muhteşem menbadan. İç o âb-ı lezizi.



Cebelü’l-Kamer: Kamer Dağı; Nil Nehrinin çıktığı dağCûdî-i İslâmiyet: İslâmiyetin Cûdî Dağı; insanları maddî ve mânevî tufanlardan ve felâketlerden koruyan İslâm dini için bir benzetme olarak kullanılmış (bk. s-l-m)
Kur’ân-ı ezher: parlak Kur’ân (ayrıca burada Kur’ân, insanlığın bütün kabiliyet ve donanımının gelişmesine hitap ettiği için evrensel üniversite anlamında Ezher Üniversitesine benzetilmiş de olabilir.)Muhammedü’l-Hâşimî: Haşimoğulları soyundan gelen Peygamberimiz Hz. Muhammed (bk. ḥ-m-d)
Uhud-u tevhid: tevhidin Uhud Dağı; sağlam ve sarsılmaz tevhid inancı için bir benzetme olarak kullanılmış (bk. v-ḥ-d)abus: asık ve ekşi yüzlü
bî-naz: naz etmeden, nazlanmadancebel-i aziz: şerefli, üstün ve yüce dağ (bk. a-z-z)
cebel-i selâmet: kurtuluşun sembolü olan esenlikli ve güvenli dağ (bk. s-l-m)cibâl: dağlar
cihan: dünyacümudiye: cansızlık; buzdağı gibi olma
delil-i mu’ciz: mu’cizeli delil (bk. a-c-z)fezâ-yı lâtif: güzel, hoş uzay (bk. l-ṭ-f)
fıtrî: doğal (bk. f-ṭ-r)himmet: çalışma, gayret gösterme
hüdâ: hidayet, doğru yol olan hak din, İslâmiyet (bk. h-d-y)ilzam etme: lüzumlu kılma, ayrılmaz bir unsur yapma; yükümlü tutma
madde-i Kur’ân: Kur’ân’ın maddesimenba: kaynak
müezzin-i âzam: en büyük müezzin (bk. a-ẓ-m)müzeyyen: süsleme (bk. z-y-n)
niyaz: dua, yalvarışnur-u cemâl: güzellik nuru (bk. n-v-r; c-m-l)
pür-niyaz: yalvararak, niyaz ederekradyumvâri: radyum gibi
semâvât: gökler (bk. s-m-v)ser: baş
tabiat-ı arz: yerin tabiatı (bk. ṭ-b-a)tahte’l-arz: yer altı
tayyare: uçaktedellî: uzanıp aşağıya inme, eğilme
timsal: örnek, görüntü (bk. m-s-l)tünelvâri: tünel gibi
zemin: yerzemin-i pür-nâz: çok nazlı yer
ziya-yı nesim: tatlı, hoş rüzgâr ışığıziyadar: ışıklı
zülâl-i Nil: Nil’in tatlı, hoş suyu (bk. bilgiler – Nil Nehri)âb-ı leziz: lezzetli su
âlem: dünya (bk. a-l-m)âlem-i nur-u enver: çok parlak nur âlemi (bk. a-l-m; n-v-r)
âlem-i ziya: ışıklı âlem, dünya (bk. a-l-m)şecere-i semâvî: göğe ait ağaç (bk. s-m-v)
şecere-i tûbâ: tûba ağacışehbâz: atik, becerikli, şanlı yiğit
şeriat: Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler (bk. ş-r-a)şer’-i enver: çok nurlu, parlak şeriat (bk. ş-r-a; n-v-r)

<tbody>
</tbody>
Copyright © Söz Basım Yayın
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 1003

فَتَباَرَكَ اللهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
blank.gif
1

وَاٰخِرُ دَعْوٰينَا اَنِ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
blank.gif
2

Ey arkadaş! Şimdi hayali baştan çıkar, aklı kafaya geçir. Evvelki iki yolun mağdub ve dâllîn yolu; hatarları pek çoktur, kıştır daim güz, yazı.

Yüzde biri kurtulur: Eflâtun, Sokrat gibi. Üçüncü yol sehildir, hem karîb,müstakimdir. Zayıf-kavî müsâvi; herkes o yoldan gider. En rahatı budur ki, şehid olmak ya gazi.

İşte neticeye gireriz. Evet, dehâ-yı fennî-evvelki iki yoldur ona meslek ve mezhep. Fakat hüdâ-yı Kur’ânî-üçüncü yoldur onun sırat-ı müstakimi. İsal eder o bizi.


اَللّٰهُمَّ اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ، اٰمِينَ 3

• • •​


Hakikî bütün elem dalâlette, bütün lezzet imandadır.
Hayal libasını giymiş muazzam bir hakikat

Ey yoldaş-ı hüşyar! Sırat-ı müstakimin o meslek-i nuranî, mağdub ve dâllînin otarik-i zulmanî, tam farklarını görmek eğer istersen, ey aziz,

Gel, vehmini ele al, hayal üstüne de bin. Şimdi seninle gideriz zulümat-ı ademe. Omezar-ı ekberi, o şehr-i pür-emvâtı bir ziyaret ederiz.

Bir Kadîr-i Ezelî, kendi dest-i kudretle bu zulümat-ı kıt’adan bizi tuttu çıkardı, buvücuda bindirdi, gönderdi şu dünyaya, şu şehr-i bî-lezâiz.

[NOT]Dipnot-1 “Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde bulunan Allah’ın şanı ne yücedir!” Mü’minûn Sûresi, 23:14.

Dipnot-2 “Duamızın sonu, ‘Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun’dan ibarettir.” (Yûnus Sûresi, 10:10’dan iktibas edilmiştir.)

Dipnot-3 “Allahım! Bizi doğru yola ilet-kendilerine in’amda bulunduğun kimselerin yoluna. Yoksa gazabına uğrayanların yahut sapıtanların yoluna değil. Âmin.”[/NOT]



Eflâtun: (bk. bilgiler)Kadîr-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayıp devamlı var olan ve sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; e-z-l)
Sokrat: (bk. bilgiler)aziz: izzetli, muhterem, saygın (bk. a-z-z)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)dehâ-yı fennî: eğitimini fen ve felsefeden almış olağanüstü akıl
dest-i kudret: kudret eli (bk. ḳ-d-r)dâllîn: hak yoldan sapmış, inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
elem: acı, sıkıntıhakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hatar: tehlike
hüdâ-yı Kur’ânî: Kur’ân’ın hak ve doğru yolu (bk. h-d-y)isal: ulaştırma, eriştirme
karîb: yakınkavî: kuvvetli
libas: elbisemağdup: Allah’ın hiddet ve gazabına uğramış
meslek: gidilen yol, metodmeslek-i nuranî: nurlu meslek, metod (bk. n-v-r)
mezar-ı ekber: en büyük mezar (bk. k-b-r)mezhep: tutulan yol, usul (bk. ẕ-h-b)
muazzam: büyük (bk. a-ẓ-m)müstakim: dosdoğru olan
müsâvi: eşitsehil: kolay
sırat-ı müstakim: dosdoğru yoltarik-i zulmanî: karanlıklı yol (bk. ṭ-r-ḳ; ẓ-l-m)
vehm: zan, kuruntuvücud: varlık (bk. v-c-d)
yoldaş-ı hüşyar: uyanık yoldaşzulümat-ı adem: yokluk karanlıkları (bk. ẓ-l-m)
zulümat-ı kıt’a: karanlıklar ülkesi (bk. ẓ-l-m)şehr-i bî-lezâiz: zevksiz ve lezzetsiz şehir
şehr-i pür-emvât: ölülerle dolu şehir (bk. m-v-t)

<tbody>
</tbody>
Copyright © Söz Basım Yayın
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 1004

İşte şimdi biz geldik şu âlem-i vücuda, o sahrâ-yı hâile. Gözümüz de açıldı, şeşcihette biz baktık. Evvel istîtafkârâne önümüze bakarız.

Lâkin beliyyeler, elemler, önümüzde düşmanlar gibi tehacüm eder. Ondan korktuk, çekindik. Sağa sola, anâsır-ı tabâyie bakarız, ondan medet bekleriz.

Lâkin biz görüyoruz ki, onların kalbleri kasiye, merhametsiz. Dişlerini bilerler, hiddetli de bakarlar. Ne naz dinler, ne niyaz.

Muztar adamlar gibi meyusâne nazarı yukarıya kaldırdık. Hem istimdatkârâneecrâm-ı ulviyeye bakarız; pek dehşetli, tehditkâr da görürüz.

Güya birer gülle, bomba olmuşlar, yuvalardan çıkmışlar, hem etraf-ı fezada pek sür’atli geçerler. Her nasılsa ki onlar birbirine dokunmaz.

Ger birisi yolunu kazara bir şaşırtsa, el’iyâzü billâh, şu âlem-i şehadet ödü de patlayacak. Tesadüfe bağlıdır; bundan dahi hayır gelmez.

Meyusâne nazarı o cihetten çevirdik, elîm hayrete düştük. Başımız da eğildi, sinemizde saklandık. Nefsimize bakarız, mütalâa ederiz.

İşte işitiyoruz: Zavallı nefsimizden binlerle hâcetlerin sayhaları geliyor, binlerlefâkatlerin eninleri çıkıyor. Teselliyi beklerken tevahhuş ediyoruz.

Ondan da hayır gelmedi. Pek ilticakârâne vicdanımıza girdik. İçine bakıyoruz, bir çareyi bekleriz. Eyvah, yine bulmayız. Biz medet vermeliyiz.

Zira onda görünür binlerle emelleri, galeyanlı arzular, heyecanlı hissiyat kâinata uzanmış. Herbirinden titreriz, hiç yardım edemeyiz.

O âmâl sıkışmışlar vücud-u adem içinde; bir tarafı ezele, bir tarafı ebede uzanıp gidiyorlar. Öyle vüs’atleri var; ger dünyayı yutarsa o vicdan da tok olmaz.

İşte bu elîm yolda nereye bir başvurduk, onda bir belâ bulduk. Zira mağdub vedâllîn yolları böyle olur. Tesadüf ve dalâlet o yolda nazar-endaz.

O nazarı biz taktık, bu hale böyle düştük. Şimdi dahi halimiz ki mebde’ ve meâdi, hem Sâni ve hem haşri muvakkat unutmuşuz.



Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)anâsır-ı tabâyi: tabiattaki unsurlar; dağ, taş, deniz vs. gibi (bk. ṭ-b-a)
beliyye: belâcihet: yön
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)dehşetli: korkunç, ürkütücü
dâllîn: hak yoldan sapmış, inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)ebed: sonu olmayan sonsuzluk (bk. e-b-d)
ecrâm-ı ulviye: gökcisimleri, gökteki büyük cisimlerelem: acı, keder, sıkıntı
elîm: elemli, acı vericiel’iyâzü billâh: Allah korusun
emel: arzu, istekenin: inleme
etraf-ı feza: uzay boşluğuezel: başlangıcı olmayan sonsuzluk (bk. e-z-l)
fâkat: yoklukgaleyan: coşup taşma, azgınlık
ger: eğergüya: sanki
hayır: iyilik (bk. ḫ-y-r)haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplânma (bk. ḥ-ş-r)
hissiyat: hisler, duygularhâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
ilticakârane: sığınır bir şekildeistimdatkârâne: yardım diler bir şekilde
istîtafkârâne: merhamet isteyene yakışır şekildekasiye: sert, katı
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)mağdup: Allah’ın hiddet ve gazabına uğramış
mebde’ ve meâd: gelinen ve gidilecek olan yer; insanın dünyaya gelişi ve dönüşü, dünya ve âhiretmedet: yardım
meyusâne: ümitsizcemuvakkat: geçici
muztar: çaresiz, zorda kalanmütalâa: etraflıca inceleyip düşünme
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)nazar-endaz: bakan, seyreden (bk. n-ẓ-r)
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)niyaz: yalvarış, yakarış
sahrâ-yı hâil: ürperti veren çölsayha: sesleniş
tehacüm: her taraftan hücum etmetehditkâr: tehdit edici
tevahhuş: korku, ürküntüvücud-u adem: yokluk vücudu (bk. v-c-d)
vüs’at: genişlikâlem-i vücud: varlık âlemi (bk. a-l-m; v-c-d)
âlem-i şehadet: görünen âlem, dünya (bk. a-l-m; ş-h-d)âmâl: emeller, arzular, istekler
şeş: altı

<tbody>
</tbody>
Copyright © Söz Basım Yayın
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 1005

Cehennemden beterdir, ondan daha muhriktir, ruhumuzu eziyor. Zira o şeşcihetten ki onlara başvurduk; öyle hâlet almışız.

Ki yapılmış o hâlet, hem havf ile dehşetten, hem acz ile ra’şetten, hem kalâk vevahşetten, hem yütm ve hem yeisten mürekkep vicdan-sûz.

Şimdi her cihete mukabil bir cepheyi alırız, def’ine çalışırız. Evvel, kudretimize müracaat ederiz. Vâesefâ görürüz

Ki âcize, zaife. Saniyen, nefiste olan hâcâtın susmasına teveccüh ediyoruz.Vâesefâ, durmayıp bağırırlar görürüz.

Sâlisen, istimdatkârâne, bir halâskârı için bağırır, çağırırız. Ne kimse işitiyor, ne cevabı veriyor. Biz de zannediyoruz:

Herbir şey bize düşman, herbir şey bizden garip. Hiçbir şey kalbimize bir teselli vermiyor; hiç emniyet bahşetmez, hakikî zevki vermez.

Râbian, biz ecrâm-ı ulviyeye baktıkça, onlar nazara verir bir havf ile dehşeti. Hem vicdanın müz’ici bir tevahhuş geliyor akıl-sûz, evham-sâz.

İşte, ey birader! Bu dalâletin yolu, mahiyeti şöyledir. Küfürdeki zulmeti bu yolda tamam gördük. Şimdi de gel kardeşim, o ademe döneriz.

Tekrar yine geliriz. Bu kere tarikimiz sırat-ı müstakimdir, hem imanın yoludur. Delil ve imamımız inâyet ve Kur’ân’dır, şehbâz-ı edvar-pervaz.

İşte Sultan-ı Ezelin rahmet ve inâyeti vaktâ bizi istedi, kudret bizi çıkardı, lütfen bizi bindirdi kanun-u meşiete etvâr üstünde perdâz.

Şimdi bizi getirdi, şefkat ile giydirdi şu hil’at-ı vücudu. Emanet rütbesini bizetevcih eyledi; nişan niyaz ve namaz.

Şu edvar ve etvârın, bu uzun yolumuzda birer menzil-i nazdır. Yolumuzda teshilâtiçindir ki kaderden bir emirnâme vermiş sahifede cephemiz.

Her nereye geliriz, herhangi taifeye misafir oluyoruz; pek uhuvvetkârâne istikbalgörüyoruz. Malımızdan veririz, mallarından alırız.



Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l)acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
adem: yoklukakıl-sûz: akla ters, aklı rahatsız eden
birader: kardeşcihet: yön
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)def’: uzaklaştırma
ecrâm-ı ulviye: gökcisimleri, gökteki büyük cisimleredvar: devirler, dönemler
emirnâme: emir yazısıetvâr: haller, tavırlar
evham-sâz: vehimli, kuruntu saçanhakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halâskâr: kurtarıcı (bk. ḥ-l-ṣ)havf: korku
hil’at-ı vücud: vücud, beden elbisesi (bk. v-c-d)hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
hâlet: hal, vaziyetinâyet: Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilik (bk. a-n-y)
istikbal: karşılamaistimdatkârâne: yardım dilercesine
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması (bk. ḳ-d-r)kalâk: sıkıntı, huzursuzluk
kanun-u meşiet: irade, dileme kanunu (bk. ḳ-n-n)kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
mahiyet: öz nitelik, esasmenzil-i naz: naz evi (bk. n-z-l)
muhrik: yakıcımukabil: karşılık
mürekkep: oluşmuş, bileşikmüz’ic: rahatsızlık, sıkıntı veren
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
perdâz: uçanrahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
ra’şet: titreyiş, ürpermerâbian: dördüncü olarak
saniyen: ikinci olaraksâlisen: üçüncü olarak
sırat-ı müstakim: dosdoğru yoltaife: grup, topluluk
tarik: yol (bk. ṭ-r-ḳ)teshilât: kolaylaştırmalar
tevahhuş: korku, ürküntütevcih: yöneltme
teveccüh: ilgi, yönelmeuhuvvetkârâne: kardeşçesine
vahşet: ürküntü, korkuvaktâ: ne zaman, ne vakit
vicdan-sûz: vicdanen sıkıntı ve ızdırap veren, vicdanı yakanvâesefâ: esefler olsun
yeis: ümitsizlikyütm: yetimlik, kimsesizlik
zaife: zayıfzulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)
âcize: güçsüz, kuvvetsiz (bk. a-c-z)şehbâz-ı edvar-pervaz: her devirde uçarcasına hâkimiyetini kuran
şeş: altı

<tbody>
</tbody>
Copyright © Söz Basım Yayın
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 1006

Ticaret muhabbeti, onlar bizi beslerler, hediyelerle süslerler, hem de teşyiederler. Gele gele işte geldik, dünya kapısındayız, işitiyoruz âvâz.

Bak, girdik şu zemine, ayağımızı bastık şehadet âlemine. Şehrâyin-i Rahmân,gürültühane-i insan. Hiçbir şey bilmeyiz, delil ve imamımız

Meşiet-i Rahmân’dır. Vekil-i delilimiz, nâzenin gözlerimiz. Gözlerimizi açtık, dünya içine saldık. Hatırına gelir mi evvelki gelişimiz?

Garip, yetim olmuştuk. Düşmanlarımız çoktu. Bilmezdik hâmimizi. Şimdi nur-u imanla o düşmanlara karşı bir rükn-ü metinimiz,

İstinadî noktamız, hem himayetkârımız def’ eder düşmanları. O iman-ı billâhtır kiziya-yı ruhumuz, hem nur-u hayatımız, hem de ruh-u ruhumuz.

İşte kalbimiz rahat, düşmanları aldırmaz, belki düşman tanımaz. Evvelki yolumuzda vaktâ vicdana girdik; işittik ondan binlerle feryad ü fîzar ve âvâz.

Ondan belâya düştük. Zira âmâl, arzular, istidat ve hissiyat, daim ebedi ister. Onun yolunu bilmezdik. Bizden yol bilmemezlik; onda fîzar ve niyaz.

Fakat, elhamdü lillâh, şimdi gelişimizde bulduk nokta-i istimdad ki daim hayat verir o istidad âmâle; tâ ebedü’l-âbâda onları eder pervaz.

Onlara yol gösterir, o noktadan istidat. Hem istimdad ediyor, hem âb-ı hayatı içer, hem kemâline koşuyor o nokta-i istimdad, o şevk-engiz remz ü naz.

İkinci kutb-u iman ki tasdik-i haşirdir. Saadet-i ebedî o sadefin cevheri. İmanburhanı Kur’ân. Vicdan, insanî bir râz.Şimdi başını kaldır, şu kâinata bir bak, onun ile bir konuş. Evvelki yolumuzda pek müthiş görünürdü. Şimdi de mütebessim, her tarafa gülüyor, nâzeninâne niyaz veâvâz.

Görmez misin: Gözümüz arı-misal olmuştur, her tarafa uçuyor. Kâinat bostanıdır her tarafta çiçekler. Her çiçek de veriyor ona bir âb-ı leziz.

arı-misal: arı gibi (bk. m-s̱-l)bostan: bahçe
burhan: güçlü delilcevher: değerli taş, inci; öz
def etme: uzaklaştırmaebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)
ebedü’l-âbâd: sonsuzların sonsuzu, âhiret hayatı (bk. e-b-d)elhamdü lillâh: Allah’a hamd olsun (bk. ḥ-m-d)
feryad ü fîzar: inleyip feryad etmefîzar: ağlayıp inleme
gürültühane-i insan: insanın gürültü yerihimayetkâr: koruyucu
hissiyat: hisler, duygularhâmi: koruyucu
iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n)insanî: insana ait
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)istimdad: yardım isteme
istinadî nokta: dayanak noktası (bk. s-n-d)kemâl: mükemmellik, olgunluk (bk. k-m-l)
kutb-u iman: imanın kutbu, en temel esası (bk. e-m-n)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
meşiet-i Rahmân: Allah’ın iradesi, dilemesi (bk. r-ḥ-m)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mütebessim: tebessüm edenniyaz: dua, yalvarıp yakarma
nokta-i istimdad: yardım isteme noktasınur-u hayat: hayatın nuru (bk. r-v-ḥ; ḥ-y-y)
nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n)nâzenin: ince, narin, duyarlı
nâzeninâne: nazlı bir şekildepervaz: uçmak, kanat açmak
remz ü naz: işaret ve telmihruh-u ruh: ruhun ruhu (bk. n-v-r; r-v-ḥ)
râz: sır, gizemrükn-ü metin: sağlam esas (bk. r-k-n)
saadet-i ebedî: sonu olmayan, sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)sadef: inci kabuğu
tasdik-i haşir: haşri, öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplânmayı kabul etme (bk. ṣ-d-ḳ; ḥ-ş-r)teşyi: uğurlama
vaktâ: ne zaman, ne vakitvekil-i delil: delilin, yol göstericinin vekili
zemin: yerziya-yı ruh: ruhun ışığı (bk. r-v-ḥ)
âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)âb-ı leziz: lezzetli su
âmâl: emeller, arzularâvâz: yüksek ses, çığlık
şehadet âlemi: görünen âlem (bk. ş-h-d)şehrâyin-i Rahmân: Cenab-ı Hakkın sonsuz rahmetiyle bir şenlik haline getirdiği yeryüzü (bk. r-ḥ-m)
şevk-engiz: şevke getiren

<tbody>
</tbody>
Copyright © Söz Basım Yayın
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 1007

Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor. O da alır getirir, şehd-i şehadet yapar. Balda bir bal akıtır o esrarengiz şehbaz.

Harekât-ı ecrâma, ya nücum ya şümusa nazarımız kondukça, ellerine verirlerHâlıkın hikmetini, hem mâye-i ibreti, hem cilve-i rahmeti alır, ediyor pervaz.

Güya şu güneş bizlerle konuşuyor. Der: “Ey kardeşlerimiz! Tevahhuşla sıkılmayınız. Ehlen sehlen merhaba, hoş teşrif ettiniz. Menzil sizin; ben bir mumdar‑ı şehnaz.

“Ben de sizin gibiyim; fakat sâfi, isyansız, mutî bir hizmetkârım..

“O Zât-ı Ehad-i Samed ki mahz-ı rahmetiyle hizmetinize beni musahhar-ı pürnuretmiş. Benden hararet, ziya; sizden namaz ve niyaz.”

Yahu, bakın kamere. Yıldızlarla denizler, herbiri de kendine mahsus birer lisanla, “Ehlen sehlen merhaba,” derler. “Hoş geldiniz. Bizi tanımaz mısınız?”

Sırr-ı teâvünle bak, remz-i nizamla dinle. Herbirisi söylüyor: “Biz de birerhizmetkâr, rahmet-i Zülcelâlin birer âyinedarıyız. Hiç de üzülmeyiniz, bizden sıkılmayınız.

“Zelzele nâraları, hadisat sayhaları sizi hiç korkutmasın, vesvese de vermesin. Zira onlar içinde bir zemzeme-i ezkâr, bir demdeme-i tesbih, velvele-i nâz ü niyaz.

“Sizi bize gönderen o Zât-ı Zülcelâl, ellerinde tutmuştur bunların dizginlerini.” İman gözü okuyor yüzlerinde âyet-i rahmet, herbiri birer âvâz.

Ey mü’min-i kalb-i hüşyar! Şimdi gözlerimiz bir parça dinlensinler. Onların bedeline hassas kulağımızı imanın mübarek eline teslim ederiz, dünyaya göndeririz. Dinlesin leziz bir saz.

Evvelki yolumuzda bir matem-i umumî, hem vâveylâ-yı mevtî zannolunan o sesler, şimdi yolumuzda birer nevaz ü namaz, birer âvâz ü niyaz, birer tesbiha âğâz.


Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Zât-ı Ehad-i Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği herbir şeyde görünen Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)cilve-i rahmet: rahmetin cilvesi, görüntüsü (bk. c-l-y; r-ḥ-m)
demdeme-i tesbih: Allah’ı tesbih etmenin coşkulu sesleri (bk. s-b-ḥ)ehlen sehlen: hoş safa geldiniz
esrarengiz: sırlı, gizemligüya: sanki
hadisat: hadiseler, olaylarhararet: ısı, sıcaklık
harekât-ı ecrâm: gökcisimlerinin hareketlerihikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hizmetkâr: hizmetçikamer: ay
leziz: lezzetlilisan: dil
mahsus: has, özelmahz-ı rahmet: tam anlamıyla rahmet (bk. r-ḥ-m)
matem-i umumî: herkesin yas tutması, genel hüzünmenzil: ev, mekan (bk. n-z-l)
mumdar-ı şehnaz: ışık saçan güzelmusahhar-ı pürnur: nurlu, nur saçan hizmetkâr (bk. n-v-r)
mutî: itaat edenmâye-i ibret: ibret aynası, ibret levhası
mübarek: bereketli, hayırlı (bk. b-r-k)mü’min-i kalb-i hüşyar: kalbi uyanık mü’min (bk. e-m-n)
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)nevaz ü namaz: tatlı, ahenkli ses ve namaz
niyaz: dua, yalvarış, yakarışnâra: haykırış
nücum: yıldızlarpervaz: uçmak, kanat açmak
rahmet-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah’ın her şeyi kuşatan rahmeti (bk. r-ḥ-m; c-l-l)remz-i nizam: düzenin işareti, göstergesi (bk. n-ẓ-m)
sayha: seslenişsâfi: saf, arınmış, temiz (bk. ṣ-f-y)
sırr-ı teavün: yardımlaşma sırrıtahabbüb: kendini sevdirme (bk. ḥ-b-b)
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)tevahhuş: korkma, ürküntü
teşrif: şeref vermevelvele-i nâz ü niyaz: Allah’a yalvarıp yakarmanın heyecanlı, coşkun sesi
vesvese: şüphe, kuruntuvâveylâ-yı mevt: ölüm çığlıkları (bk. m-v-t)
zelzele: deprem, sarsıntızemzeme-i ezkâr: Allah’ı anmanın hoş, güzel nağmeleri
ziya: ışıkâvâz: yüksek ses
âvâz ü niyaz: yüksek sesle dua, yalvarışâyet-i rahmet: rahmet âyeti, delili (bk. r-ḥ-m)
âyinedar: ayna tutanâğâz: nâmeler, söylemler
ünsiyet: dostluk, canayakınlıkşehbaz: kartal gibi uçan
şehd-i şehadet: şehadet balı; İlâhî hakikatleri bilmenin ve idrak etmenin dünyadaki lezzeti (bk. ş-h-d)şümus: güneşler

<tbody>
</tbody>
Copyright © Söz Basım Yayın
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 1008

Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdekigamgama, ra’dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer mânidar nevaz.

Terennümât-ı hava, naarât-ı ra’diye, nağamât-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecâtı, kuşların seceâtı birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecaz.

Eşyada olan asvat birer savt-ı vücuttur; ben de varım derler. O kâinat-ı sâkitbirden söze başlıyor: “Bizi câmid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!”

Tuyurları söylettirir ya bir lezzet-i nimet, ya bir nüzul-ü rahmet. Ayrı ayrı seslerle, küçük âğazlarıyla rahmeti alkışlarlar. Nimet üstünde iner, şükür ile eder pervaz.

Remzen onlar derler: “Ey kâinat, kardeşler! Ne güzeldir halimiz.

“Şefkatle perverdeyiz, halimizden memnunuz.” Sivri dimdikleriyle fezaya saçıyorlar birer âvâz-ı pür-naz.Güya bütün kâinat ulvî bir musikidir; iman nuru işitir ezkâr ve tesbihleri. Zirahikmet reddeder tesadüf vücudunu; nizam ise tard eder ittifak-ı evham-saz.

Ey yoldaş! Şimdi şu âlem-i misalîden çıkarız, hayalî vehimden ineriz, akıl meydanında dururuz, mizana çekeriz, ederiz yolları ber-endaz.

Evvelki elîm yolumuz mağdub ve dâllîn yolu. O yol verir vicdana tâ en derin yerine hem bir hiss-i elîmi, hem bir şedid elemi. Şuur onu gösterir. Şuura zıt olmuşuz.

Hem kurtulmak için de muztar ve hem muhtacız. Ya o teskin edilsin, ya ihsas da olmasın. Yoksa dayanamayız; feryad ü fîzar dinlenmez.

Hüdâ ise şifâdır; hevâ iptal-i histir. Bu da teselli ister, bu da tegafül ister, bu dameşgale ister, bu da eğlence ister. Hevesât-ı sihirbaz,


asvat: seslerber-endaz: inceden inceye ölçerek
civcive: kuşların coşkulu ötüşleri, şakımalarıcâmid: cansız
demdeme: gürültü, yüksek sesdâllîn: hak yoldan sapmış, inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
elem: acı, keder, sıkıntıelîm: elemli, acı verici
ezkâr: zikirler, Allah’ı anmalarferyad ü fîzar: inleyip feryad etme
feza: uzaygamgama: bağırtı, haykırış
güya: sankihakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hevesât-ı sihirbaz: yalancı ve aldatıcı istek ve arzularhevâ: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y)
hezecât: ölçülü nağmeler, seslerhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hiss-i elîm: acı veren duyguhüdâ: doğru yol olan hak din, İslâmiyet (bk. h-d-y)
ihsas: hissettirme, hatırlatmainsan-ı boşboğaz: boşboğaz insan
iptal-i his: hisleri uyuşturma, duyguları vazifelerini yapamaz hale getirmeittifak-ı evham-saz: evham ve şüphe veren birlik
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kâinat-ı sâkit: sükut eden, susan kâinat (bk. k-v-n)
lezzet-i nimet: nimetin lezzeti (bk. n-a-m)mağdup: Allah’ın hiddet ve gazabına uğramış
mecaz: kendi mânâsı dışında başka bir mânâyı gösteren kelime (bk. c-v-z)meşgale: meşguliyet
mizan: ölçü, tartı (bk. v-z-n)muztar: mecbur, çaresiz
mânidar: mânâlı, anlamlı (bk. a-n-y)naarât-ı ra’diye: gök gürültüsünün naraları
nağamat-ı emvac: dalgaların nağmeleri, hoş seslerinevaz: tatlı ve ahenkli ses
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)nüzul-ü rahmet: rahmetin inişi (bk. n-z-l; r-ḥ-m)
pervaz: uçmak, kanat açmakperverde: beslenmiş, yetiştirilmiş
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)rakraka: şimşek çaktığı zaman duyulan gök gürültüsü
ra’d: gök gürültüsüremzen: işaretle
savt-ı vücut: varlık sesi (bk. v-c-d)seceât: sec’alar, kuşların çıkardıkları sesler
tard etmek: kovmaktegafül: gaflet etme, duyarsızlıklık, mânevî sorumluluklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
terennümât-ı hava: havanın çıkardığı güzel ve tatlı seslertesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tesbih-i rahmet: rahmet tesbihi, zikri (bk. s-b-ḥ; r-ḥ-m)teskin: sakinleştirme, rahatlatma (bk. s-k-n)
tuyur: kuşlartıktıka: taşların birbirine dokunması sonucu çıkan ses
ulvî: yücevehim: kuruntu, zan
vücud: varlık (bk. v-c-d)zemzeme: ezgili, nağmeli ses
zikr-i azamet: büyüklüğün zikri (bk. a-ẓ-m)âlem-i misal: görüntüler âlemi (bk. a-l-m; m-s̱-l)
âvâz-ı pür-naz: çok nazlı seslerâğaz: ağızlar, nağmeler
şedid: şiddetlişuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>
Copyright © Söz Basım Yayın
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 1009

Tâ vicdanı aldatsın, ruhu tenvim edilsin, tâ elem hissolmasın. Yoksa o elem-i elîm, vicdanı ihrak eder; fîzâra dayanılmaz, elem-i ye’s çekilmez.

Demek sırat-ı müstakimden ne kadar uzak düşse, o derece nisbeten şu hâlet tesir eder, vicdanı bağırttırır. Her lezzetin içinde elemi var birer iz.

Demek heves, hevâ, eğlence, sefahetten memzuç olan şâşaa-i medenî, budalâletten gelen şu müthiş sıkıntıya bir yalancı merhem, uyutucu zehirbaz.

Ey aziz arkadaşım! İkinci yolumuzda, o nuranî tarikte bir hâleti hissettik. O hâletle oluyor hayat maden-i lezzet; âlâm olur lezâiz.

Onunla bunu bildik ki mütefavit derecede, kuvvet-i iman nisbetinde ruha bir hâletverir. Ceset ruhla mültezdir, ruh vicdanla mütelezziz.

Bir saadet-i âcile, vicdanda münderiçtir. Bir firdevs-i mânevî, kalbindemündemiçtir. Düşünmekse deşmektir, şuur ise şiar-ı râz.

Şimdi ne kadar kalb ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse, lezzetziyade olur. Hem de döner ateşi nur, şitâsı yaz.

Vicdanda firdevslerin kapıları açılır. Dünya olur bir cennet. İçinde ruhlarımız ederpervâz ü perdâz, olur şehbâz ü şehnâz, yelpez namaz ü niyaz.

Ey aziz yoldaşım! Şimdi Allahaısmarladık. Gel, beraber bir dua ederiz, sonra da buluşmak üzere ayrılırız.


اَللّٰهُمَّ اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ، اٰمِينَ
blank.gif
1


• • •​

Anglikan Kilisesine cevap HAŞİYE-1AŞİYE


Bir zaman bî-aman İslâmın düşmanı, siyasî bir dessas, yüksekte kendini göstermek isteyen vesvas bir papaz, desise niyetiyle, hem inkâr suretinde,
[NOT]Dipnot-1
“Allahım, bizi doğru yola ilet. Âmin.”

Haşiye-1AŞİYE Yüz mâşaallah bu cevaba!
[/NOT]



Anglikan Kilisesi: İngilizlerin resmî kilisesiaziz: çok değerli, izzetli (bk. a-z-z)
bî-aman: insafsız, merhametsizdalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
desise: hile, aldatmadessas: hilekâr, aldatıcı
elem: acı, keder, üzüntüelem-i elîm: çok acı veren sıkıntı, dert
elem-i ye’s: ümitsizlik acısıfirdevs: cennetin en yüksek yeri
firdevs-i mânevî: mânevî cennet, cennet nimeti gibi (bk. a-n-y)fîzâr: ağlayıp inleme
haşiye: dipnot açıklayıcı sözheves: nefsin hoşuna giden gelip geçici istek ve arzular
hevâ: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y)hâlet: durum, hal
ihrak: yakmaihsas: hissettirme, hatırlatma
ikaz: uyarmainkâr: kabul etmeme, inançsızlık (bk. n-k-r)
kuvvet-i iman: imanın kuvveti (bk. e-m-n)lezâiz: lezzetler
maden-i lezzet: lezzetin kaynağımemzuç: karışmış, karışık
mültez: kendisiyle rahatlama ve lezzet almamündemiç: yerleşmiş
münderiç: içine konulmuş, yerleştirilmişmütefavit: çeşitli, farklı farklı
nisbet: oran, ölçü (bk. n-s-b)niyaz: dua, yakarış
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)pervâz ü perdâz: kanat çırparak uçan
saadet-i âcil: peşin mutluluksefahet: yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, beyinsizlik, budalalık
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)sırat-ı müstakim: dosdoğru yol
tahrik: harekete geçirmetarik: yol (bk. ṭ-r-ḳ)
tenvim: uyutmavesvas: şüphe ve vesveseye sürükleyen
yelpez: yelpazezehirbaz: zehir veren, zehir yapan
ziyade: çok, fazlaâlâm: elemler, acılar
şehbâz ü şehnâz: kahramanlık ve güzellikşiar-ı râz: sırların şiarı, sırları gizleyen perde, alamet, belirti (bk. ş-a-r)
şitâ: kışşuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)
şâşaa-i medenî: medeniyetin şâşaası, gösterişi

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 1010

Hem de boğazımızı pençesiyle sıktığı bir zaman-ı elîmde, pek şemâtetkârâne biristifham ile dört şey sordu bizden,
Altı yüz kelime istedi. Şemâtetine karşı yüzüne “Tuh!” demek desisesine karşı küsmekle sükût etmek, inkârına karşı da

Tokmak gibi bir cevab-ı müskit vermek lâzımdı. onu muhatap etmem. Birhakperest adama böyle cevabımız var. O dedi birincide:

“Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) dini nedir?” Dedim: İşte Kur’ân’dır. Erkân-ı sitte-i iman, erkân-ı hamse-i İslâm esas maksad-ı Kur’ân. Der ikincisinde:

“Fikir ve hayata ne vermiş?” Dedim: Fikre tevhid, hayata istikamet.
Buna dair şahidim:

فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ
blank.gif
1 قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ
blank.gif
2


Der üçüncüsünde: “Mezâhim-i hazıra nasıl tedavi eder?” Derim: Hurmet-i ribâ, hemvücub-u zekâtla. Buna dair şahidim
blank.gif
3 يَمْحَقُ اللهُ الرِّبوٰا da.

وَاَحَلَّ اللهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَوا
blank.gif
4 وَاَقِيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتوُا الزَّكٰوةَ
blank.gif
5


Der dördüncüsünde: “İhtilâl-i beşere ne nazarla bakıyor?” Derim: Sa’y asıl, esastır.Servet-i insaniye zalimlerde toplanmaz; saklanmaz ellerinde.

Buna dair şahidim:

وَاَنْ لَيْسَ لِـْلاِنْساَنِ اِلاَّ مَاسَعٰى
blank.gif
6 وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنْفِقُونَهَا فِى سَبِيلِ اللهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَلِيمٍ
blank.gif
7


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 “Emrolunduğun gibi dos doğru ol.” Hûd Sûresi, 11:112.

Dipnot-2 “De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112:1.

Dipnot-3 “Allah faizin bereketini giderip onu mahveder.” Bakara Sûresi, 2:276.

Dipnot-4 “Allah alışverişi helâl, faizi haram kıldı.” Bakara Sûresi, 2:275.

Dipnot-5 “Namazı dos doğru kılın, zekâtı verin.” Bakara Sûresi, 2:43.

Dipnot-6 “İnsan için, ancak çalıştığının karşılığı vardır.” Necm Sûresi, 53:39.

Dipnot-7 “Altını ve gümüşü biriktirip de onu Allah yolunda harcamayanları acı bir azapla müjdele.” Tevbe Sûresi, 9:34.[/NOT]




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)cevab-ı müskit: susturucu cevap (bk. c-v-b)
desise: hile, aldatmaerkân-ı hamse-i İslâm: İslâmın beş şartı (bk. r-k-n; s-l-m)
erkân-ı sitte-i iman: imanın altı şartı (bk. r-k-n; e-m-n)hakperest: hakkı üstün tutan, doğruluktan yana olan (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hurmet-i ribâ: faizin haramlığı, dinen yasak oluşu (bk. ḥ-r-m)ihtilâl-i beşer: insanlıktaki bozukluk, karışıklık
inkâr: doğru olduğunu bildiği halde reddetme, inançsızlık (bk. n-k-r)istifham: soru sorma
istikamet: doğrulukmaksad-ı Kur’ân: Kur’ân’ın maksadı (bk. ḳ-ṣ-d)
mezâhim-i hazıra: şimdiki sıkıntılar, zahmetlernazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
sa’y: çalışmaservet-i insaniye: insanlığın serveti
sükût: sessiz kalma, susmatevhid: herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
vücub-u zekât: zekâtın farz oluşu (bk. v-c-b)zaman-ı elîm: acı veren, sıkıntılı zaman
şemâtet: başkasının kötü duruma düşmesine sevinmeşemâtetkârâne: başkalarının üzüntüsüne, acısına hayasızca gülerek sevinmek

<tbody>
</tbody>
Copyright © Söz Basım Yayın
 
Üst