Lem'alar

Huseyni

Müdavim
Lem’alar

Türkçe Risale-i Nur’un Yirmi İkinci Sözüyle aynı mealdedir.


besmele.jpg


اَللهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ
blank.gif
1 لَهُ مَقَالِيدُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ
blank.gif
2 فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ
blank.gif
3 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَناَ خَزَاۤئِنُهُ
blank.gif
4 مَامِنْ دَاۤبَّةٍ اِلاَّ هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا
blank.gif
5


Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hâdiseleri esbaba isnad eden gafil, cahil! Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir. Onlar, ancak o kudretten gelen hakikî tesirleri ilân ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek, daire-i esbab, hükûmetin kalem dairesi hükmündedir ki, yukarıdan gelen emirlerin tebliğatı o daireden yapılıyor. Çünkü, izzet ve azamet perdeyi iktizâ eder; tevhid ve celâl dahi şirketi reddeder, tesiri esbaba vermiyor.Evet, Sultan-ı Ezelînin memurları vardır, ama icraatçıları değillerdir ki, saltanat ve rububiyetinde ortak olsunlar. Ancak o memurların vazifesi dellâllıktır ki, kudretin icraatını ilân ediyorlar. Veya o memurlar, nâzır müşahitlerdir ki, gördükleri



[NOT]Dipnot-1 “Allah herşeyin yaratıcısıdır. Ve O her şey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir.” Zümer Sûresi, 39:62.

Dipnot-2
“Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona âittir.” Zümer Sûresi, 39:63.

Dipnot-3
“Şânı ne yücedir Onun ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-4
“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın.” Hicr Sûresi, 15:21.

Dipnot-5 “Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın.” Hûd Sûresi, 11:56. [/NOT]



Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan ve bütün zamanlara hükmeden Allah celâl: azamet, haşmet
daire-i esbab: sebepler dairesidellâl: ilân edici; duyuran
esbab: sebeblergafil: Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan
hakikî: asıl, gerçekhükmünde: yerinde, bir şeyle aynı hükmü alma
icraat: faaliyet, uygulamalariktizâ etmek: gerektirmek
isnad eden: dayandıranizzet ve azamet: yücelik, sınırsız büyüklük ve ululuk
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkudret-i ezeliye: Allah’ın ezelden beri var olan kudreti, güç ve kuvveti
lem'a: parıltı meal: anlam; mânâ
muvazzaf: görevli müşahit: şahit olan
neşretmek: yaymak nâzır: bakan, gözlemci
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması saltanat: egemenlik, hâkimiyet, sultanlık
tebliğat: duyurular tesir: etki
tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olması zuhur eden: ortaya çıkan, görünen
şirket: ortaklık; ortak olma
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - 20

evâmir-i tekviniyeye karşı yaptıkları itaat ve inkıyad ile istidatlarına göre bir nevi ibadet yapmış olurlar. Demek esbab, ancak ve ancak kudretin izzetini, rububiyetin haşmetini izhar için vaz edilmiş birtakım vasıtalardır. Yoksa, kudretin acz ve ihtiyacı için muavenet eden yardımcı değillerdir. Beşer sultanlarının memurları ise, sultanların ihtiyaç ve aczlerini def için tayinlerine zaruret hasıl olan yardımcı ve ortaklarıdır. Binaenaleyh, Allah’ın memurlarıyla insanın memurları arasında münasebet yoktur. Yalnız gafil ve cahil olanlar hâdiselerde ve vukuattaki hikmetleri, güzellikleri göremediklerinden, Cenâb-ı Haktan şekva ve şikâyetlere başlarlar. İşte o şekva ve şikâyetlerin hedefini değiştirmek için esbab vaz edilmiştir. Çünkü, kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i lâtif sûretinde bir temsil-i mânevî rivayet ediliyor ki:

Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakka demiş ki:


“Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekva edecekler. Benden küsecekler.”

Cenâb-ı Hak, lisan-ı hikmetle ona demiş ki:


“Seninle ibâdımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip sana küsmesinler.”


Evet, nasıl ki hastalıklar perdedir, ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakikî olarak hikmet ve güzellik, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm’ın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm da bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyyeye bir perdedir.

Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.

endOfSection.gif
endOfSection.gif





Hazret-i Azrail: [bk. bilgiler – Azrail (a.s.)]acz: acizlik, güçsüzlük
azamet: büyüklük, yücelikbeşer: insanlık
binaenaleyh: bundan dolayıcelâl: azamet, haşmet
def: uzaklaştırmaecel: ölüm vakti
esbab: sebeblerevâmir-i tekviniye: Cenâb-ı Hakkın yaratmaya yönelik emirleri ve kanunları
fenalık: kötülük, şergafil: Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan
hasıl olan: meydana gelenhaşmet: büyüklük, görkem
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmahâlât: durumlar, haller
ibâd: kullarinkıyad: boyun eğme
istidat: yetenek; temel özelliklerizhar: göstermek, açığa vurmak
izzet: değer, itibar, şeref, yücelik, üstünlükkabz-ı ervah: ruhları teslim alma
kemâl: olgunluk, mükemmellikkudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kudret-i İlâhiye: Allah’ın sonsuz güç ve iktidarılisan-ı hikmet: hikmet dili
memuriyet: memurlukmerci: kaynak, başvurulacak yer
misal-i lâtif: güzel ve hoş bir örnekmuavenet eden: yardım eden
münasebet: alâka, ilgimünasip: uygun
müteallik: alâkalı, ilgilinazar: bakış, görüş, düşünce
nev: çeşit, türnâzır: bakan, gözlemci
perdedar-ı dest-i kudret: kudret elinin perdecisi; sebeplerrahmet: İlâhî şefkat ve merhamet
rivayet: bir sözü nakletmerububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
sultan: hükümdâr, yöneticisûretinde: şeklinde, biçiminde
tayin: belirleme, belirli kılmatemsil-i mânevî: mânevi örnek, benzetme
tesir-i hakikî: gerçek tesir sahibitevehhüm olunan: sanılan
tevhid: Allah’ın birliğivaz edilmek: konulmak, yerleştirilmek
vukuat: meydana gelen olaylarzahiren: dış görünüş itibariyle
şekva: şikayet
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa No:21

Tenbih

Arkadaş,

Tevhid iki çeşit olur:
Birisi âmiyâne tevhiddir ki, “Allah’ın şeriki yok ve bu kâinat Onun mülküdür” der. Bu kısım tevhid sahiplerinin fikirce gaflet ve dalâlete düşmeleri korkusu vardır.
İkincisi hakikî tevhiddir ki, “Allah birdir, mülk Onundur, vücut Onundur, herşey Onundur” der; lâyetezelzel bir itikada sahiptirler. Bu kısım tevhid sahipleri, herşeyin üstünde Cenâb-ı Hakkın sikkesini görür ve herşeyin cephesinde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede huzurî bir tevhid melekesi mâliki olurlar ki, dalâlet ve evhamın taarruzundan kurtulurlar.

Kur’ân-ı Hakîmden istifade ettiğimiz ikinci kısım tevhidin birkaç mertebelerini birkaç lem’a zımnında izah edeceğiz:


BİRİNCİ LEM’A: Bakınız: Herbir masnûun yüzünde öyle bir sikke vardır ki, ancak herşeyi halk eden Hâlıka mahsustur. Ve herbir mahlûkun cephesinde öyle bir hâtem vurulmuştur ki, herşeyi yapan Sâniden maada kimsede o hâtem bulunmaz. Ve kudretin neşrettiği mektuplarından herbir mektubun âhirinde, taklidi kàbil olamayan öyle bir turra vardır ki, ancak Sultan-ı Ezel ve Ebede hastır. O gibi sikkelerden yalnız hayat üzerinde parlayan sikke-i i’câza bakınız ki, hayatla birşeyden pek çok şeyler husule gelir, icad edilir Ve pek çok şeyler dahi bir şey‑i vahide emr-i Rabbâniyle inkılâp ederler. Meselâ, su, bir şey-i vahid iken pek çok uzuvlara, cihazlara Allah’ın izniyle menşe olur, icad edilirler. Ve mideye giren pek çok muhtelif yemekler ve meyvelerden Hâlık-ı Teâlâ tek bir cismi icad eder, tek bir cisim husule getirir.




Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Teâlâ: herşeyi yaratan, yüce yaratıcı AllahKur'ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, AllahSâni: her şeyi san’atla yaratan Allah
cephe: yüzcihaz: organ, duyu
cisim: madde, varlıkdalâlet: hak yoldan sapkınlık
emr-i Rabbâni: Allah’a ait emir, işevham: kuruntular, şüpheler
gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlıkhakikî: asıl, gerçek
halk eden: yaratanhas: özel, ait
husule gelmek: meydana gelmek; ortaya çıkmakhuzurî: Allah’ın bizzat huzurunda olduğunu hissetme şeklinde
hâtem: mühür, damgaicad etmek: var etmek, yaratmak
inkılâp etmek: değişmek, dönüşmekitikad: sarsılmaz inanç
kabil olmayan: mümkün olmayankudret: Allah’ın güç ve iktidarı
lem'a: parıltılâyetezelzel: sarsılmaz
maada: başka, dışında, ötesindemahlûk: varlık
mahsus: has, özelmasnû: san’at eseri varlık
meleke: maharet, kabiliyetmenşe: esas, kaynak
mertebe: derece, basamakmuhtelif: çeşitli, değişik
mâlik: sahipmülk: sahip olunan şey; hükmedilen yer
sikke: değerli damga, mühürsikke-i i'câz: mu’cizelik damgası, işareti
taarruz: saldırıtenbih: ikaz, uyarı
tevhid: birleme, her şeyi bir olan Allah’a vermeturra: padişaha özel mühür, nişan
uzuv: organvücut: varlık
zımnında: içindeâhir: son
âmiyâne: âvamca; taklidî bir şekildeşerik: Allah’a ortak koşulan şey
şey-i vahid: birşey, tek şey
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa No:22

İşte kalb, akıl, şuur sahibi olan bir adam, bu ciheti düşünürse anlar ki, bir şeyden çok şeyleri îcad edip çıkartmak ve çok şeyleri birşeye tahvil etmek, ancak herşeyi halk eden ve herşeyi yapan Sânia mahsus bir sikkedir.

İKİNCİ LEM’A: Sayısız hâtemlerden canlı mahlûkata vaz’ edilen hayat hâtemine bakınız. Evet, canlı bir mahlûk, câmiiyeti itibarıyla, kâinata küçük bir misaldir, şecere-i âleme güzel ve tatlı bir meyvedir, kevn ve vücuda bir nüvedir ki, Cenâb-ı Hak o nüvede pek çok âlemlerin örneklerini derc etmiştir. Sanki, o zîhayat gayet hakîmâne muayyen nizamlarla bütün vücutlardan sağılmış bir katre veya bir noktadır. Bu itibarla, bir zîhayatı halk etmek, bütün kâinatı yed-i tasarrufuna alan Cenâb-ı Haktan maada hiçbirşeye isnad edilemez. Evet, aklı bozulmayan bir şahıs, teemmülü neticesinde anlar ki, meselâ balarısını pek çok şeylere fihriste yapan ve kitab-ı kâinatın ekser mesâilini insanın mahiyetinde yazan ve incir nüvesinde incir ağacının programını derc eden ve insanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan ve beşerin kuvve-i hafızasında tarih-i hayatını taallûkatıyla beraber yazan, ancak ve ancak herşeyi yaratan Hâlık olabilir. Ve böyle bir tasarruf, yalnız ve yalnız Rabbü’l-Âlemîne mahsus bir hâtemdir.

ÜÇÜNCÜ LEM’A: Cenâb-ı Hakkın canlı mahlûkata bastığı hayat hâteminin gayr-ı mütenâhî nakış ve keyfiyetlerinden bir nümuneyi göstereceğiz. Şöyle ki: Nasıl ki suyun katrelerinden, şişenin parçalarından tut, seyyar yıldızlara kadar şeffaf veya şeffaf gibi herşeyde şemsin cilvelerinden şemse mahsus bir turra, bir cilve bulunur. Kezalik, Şems-i Ezelînin de bütün canlı mahlûkatta “ihya ve nefh-i hayat” cihetiyle bir tecellî-i ehadiyeti vardır ki, bütün esbab iktidar ve ihtiyar


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Rabbü'l-Âlemîn: âlemlerin Rabbi olan AllahSâni: her şeyi san’atla yaratan Allah
beşer: insanlıkcihet: yön, taraf
cilve: görüntü, akiscâmiiyet: kapsamlı oluş
derc etmek: içine yerleştirmekekser: pek çok
esbab: sebeblerfihriste: özet, içindekiler bölümü
gayet: son derecegayr-ı mütenâhî: nihayetsiz, sonsuz
hakîmâne: hikmetle, bir maksat ve faydaya yönelik bir şekildehalk etmek: yaratmak
hâtem: mühürihya: hayat verme, diriltme
iktidar: güç, kudretisnad etmek: dayandırmak
itibarla: …bakımıdan, özellikleitibarıyla: özelliğiyle
katre: damlakevn: varlık, âlem, kâinat
keyfiyet: hal, özellik, nitelikkezalik: bunun gibi
kitab-ı kâinat: kâinat kitabıkuvve-i hafıza: hafıza gücü, bellek
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmaada: başka, dışında, ötesinde
mahiyet: öz nitelik, içyapımahlûk: yaratılmış, varlık
mahlûkat: yaratılmışlar, varlıklarmahsus: has, özel
mesâil: meselelermisal: örnek, benzetme
muayyen: belirlenmiş, kararlaştırılmışnakış: işleme, süsleme
nefh-i hayat: hayat üfleme; cansızlara can vermenetice: son, sonuç
nizam: düzennümune: örnek, misal
nüve: çekirdekseyyar: hareketli, yerinde sabit durmayan
sikke: damga, işarettaallûkat: ilgili unsurlar
tahvil etmek: dönüştürmek, değiştirmektarih-i hayat: hayat tarihi, özgeçmiş
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetmetecellî-i ehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta görünmesi
teemmül: düşünme, inceden inceye araştırmaturra: padişaha özel mühür, nişan
vaz’ edilen: konulan, yerleştirilenvücud: varlık, var oluş
yed-i tasarruf: tasarruf eli, icraat sahibizîhayat: canlı
âlem: dünya, kâinatîcad etmek: var etmek, ortaya çıkarmak
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; yokluk ve hiçlik karanlıklarını eserleriyle aydınlatan mânâsında Allah’ın unvanışecere-i âlem: âlem ağacı, bir ağaca benzeyen kâinat
şems: güneşşuur: bilinç, anlayış, idrak
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa No:23

sahibi oldukları farz edilse dahi, o sikkenin ne mislini ve ne taklidini, ne münferiden ve ne müçtemian yapmaktan acizdirler. Buna binaen, şeffaf şeylerde görünen o timsaller şemsin timsali olup, şemsten o şeffaf şeylere in’ikâs etmiş olduklarına hükmedilmediği takdirde, o sayısız katrelerde ve zerrelerde, herbirisinde hakikî bir şemsin maddesiyle mevcut bulunduğuna hükmetmek lâzım gelir.

Kezalik, Şems-i Ezelînin şualar menzilesinde olan tecellî-i esmasının nokta-i merkeziyesi olan hayat, Şems-i Ezelîye isnad edilmediği takdirde, bir sineğe, bir çiçeğe varıncaya kadar herbir zîhayatta nihayetsiz bir kudret, muhit bir ilim, mutlak bir irade gibi, Vacibü’l-Vücuddan maada hiçbirşeyde vücudu mümkün olmayan sair sıfatların mevcut olmasına cahilâne, ahmakane, gülünç bir batıl hüküm lâzım gelir. Ve aynı zamanda, şu batıl hükümle, herbir zerreye ve herbir sebebe bir ulûhiyet-i mutlakayı isnad etmekle sayısız şerikleri ispat etmek mecburiyeti hasıl olur.

Maahaza, tohum olacak bir habbe veya bir çekirdekteki garip, acip, muntazam vaziyete bakınız ki, o habbe, tohumu olacak cismin bütün eczasıyla münasebettar olduğu gibi, nev’iyle, yani ebnâ-yı cinsiyle de ve bütün mevcudatla da münasebetleri vardır. Ve onlara karşı o münasebetleri nisbetinde vazifeleri vardır. Eğer o tohumcuk habbenin Kadir-i Mutlaktan nisbeti kesilip kendi nefsine isnad edilirse, yani kendi kendine olmuştur denilirse, herbir tohumda, herşeyi görecek bir gözün ve herşeye muhit bir ilmin bulunmasını itikad etmek lâzım gelir. Bu ise, sabık temsilde, herbir şeffaf zerrede hakikî bir şemsin vücudunu iddia etmek gibi gülünç bir hamakattir.



Kadir-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi AllahVacibü'l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah
acip: hayret verici, şaşırtıcıacz: acizlik, güçsüzlük
ahmakane: ahmakça, akılsızcabinaen: dayanarak
cahilâne: cahilce, bilgisizcecism: varlık, beden
ebnâ-yı cins: kendi cinsinden olanlarecza: bütünü oluşturan parçalar
farz edilmek: varsayılmakgarip: tuhaf
habbe: dane, tohumhakikî: gerçek
hamakat: ahmaklıkhasıl olmak: meydana gelmek
hükmedilmek: karar verilmekhükmetmek: hüküm ve karar vermek
hüküm: yargı, kararihtiyar: seçme gücü, irade
in'ikâs etmek: yansımakirade: dileme sıfatı
isnad etmek: dayandırmakitikad etmek: inanmak
katre: damlakezalik: bunun gibi
kudret: güç, iktidarmaada: başka, dışında, ötesinde
maahaza: bununla beraber, bununla birliktemecburiyet: zorunlu olma, mecbur olma
menzil: yer, konummevcudat: varlıklar
mevcut: varmisil: benzer, eş değer
muhit: her tarafı kuşatanmuntazam: düzenli
mutlak: kayıtsız, sınırsızmünasebet: ilişki, bağ
münasebettar: alâkalı, ilgilimünferiden: tek olarak
müçtemian: topluca, hepsi birdennefs: kendisi
nev': çeşit, türnihayetsiz: sınırsız
nisbet: bağlantı; orannisbetinde: ölçüsünde
nokta-i merkeziye: merkezî noktasabık: geçen, önceki
sair: diğer, başkasikke: işaret, damga
takdirde: durumdatecellî-i esma: Cenâb-ı Hakk’ın isimlerine ait büyük tecelliler, yansımalar
temsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetmetimsal: görüntü
ulûhiyet-i mutlaka: hiçbir kayda ve şarta bağlı olmaksızın ilâh olma, mutlak ve sınırsız bir ilâhlık vazife: görev
vaziyet: durum, halvücud: varlık
zerre: atom, maddenin en küçük parçasızîhayat: canlı
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir ezelden beri bütün varlıkları aydınlatan Allah için bir unvan olarak kullanılırşeffaf: saydam, parlak
şems: güneşşerik: Allah’a ortak koşulan şey
şua: ışık, parıltı
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa: 24

DÖRDÜNCÜ LEM’A: Bir kitap el yazısıyla yazılırsa, yalnız bir adama ve bir kaleme ihtiyaç vardır. Fakat matbaada basılırsa, kalem işini gören pek çok demir kalemler lâzımdır. Ve o demir harfleri yapmak için ustalar ve âlât ve edevat ve mürettipler gibi çok şeylere ihtiyaç olur. Kezalik, şu kitab-ı kâinatta yazılı satırlar, kelimeler ve harflerin bir Vahid-i Ehadin kalem-i kudretiyle yazılmış olduğu cihete hükmeden adam, pek rahat ve kolay ve mâkul bir yola sülûk etmiş olur. Fakat, o yazıları, o harfleri tabiata ve esbaba isnad eden herifler, imtina ve muhalin en suubetli ve çıkmaz bir yoluna zehab etmiş olurlar. Çünkü, bu yola zehab edenler için tek bir zîhayatın tab’ ve bastırılması için ekser kâinatın tab’ına lâzım olan teçhizat lâzımdır. Bu ise, vehmin kabul edemediği bir hurafedir.

Ve keza, toprağın, suyun, havanın herbir cüz’ünde, nebatat adedince mânevî gizli matbaalar lâzımdır ki, mahiyetleri ve cihazları mütehalif sayısız meyve ve çiçeklerin teşkilâtını yapabilsinler. Veyahut o nebatatı o kadar ziynet ve intizamlarıyla beraber yeşillendirmek için, o üç unsurun herbir cüz’ünde bütün ağaçların, meyvelerin ve çiçeklerin hassalarını, cihazlarını ve mizanlarını bilip yapabilecek bir kudret, bir ilim lâzımdır. Çünkü, bu üç unsurun herbir cüz’ü, herbir nebatın teşkiline medar ve menşe olabilir. Evet, bir saksıdaki toprak, cihazları ve şekilleri ve sair sıfatları muhalif olan herhangi bir nebatın tohumunu yeşillendirmeye kabiliyeti vardır. Binaenaleyh, ikinci yola zehab edenlerce, o küçük saksı içerisinde sayısız gizli makine ve fabrikaların vücudu lâzım gelir ki, hurafeciler dahi bundan utanıyorlar.


BEŞİNCİ LEM’A: Bir kitapta yazılı bir harf, yalnız bir cihetle kendisini gösterir ve kendisine delâlet eder. Fakat o harf, kâtibine çok cihetlerle delâlet eder ve nakkaşını târif eder.

Kezalik, kitab-ı kâinatta mücessem olarak yazılan herbir kelime, kendi miktarınca kendini gösterirse de, pek çok cihetlerden münferiden ve müçtemian Sâniini gösterir, esmâsını izhar eder. Ve kendi evsafıyla, eşkâliyle, nakışlarıyla,



Sâni: her şeyi san’atla yaratan AllahVahid-i Ehad: bir ve tek olan, birliği bütün varlıkları kuşattığı gibi herbir varlıkta da tecellî eden Allah
binaenaleyh: bundan dolayıcihaz: organ, duyu
cihet: yön, tarafcüz’: kısım, parça
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekedevat: bir iş için gerekli olan malzemeler, parçalar
ekser: pek çokesbab: sebebler
esmâ: Allah’ın isimlerievsaf: nitelikler, özellikler
eşkâl: şekiller, biçimlerhassa: nitelik, özellik
hurafe: gerçek dışı, saçma inanışhükmeden: bir karara varan
imtina: bir şeyin imkânsızlığıintizam: düzen
isnad eden: dayandıranizhar etmek: göstermek, ortaya çıkarmak
kabiliyet: yetenekkalem-i kudret: Allah’ın kudret kalemi
keza: aynı, aynı biçimdekezalik: bunun gibi
kitab-ı kâinat: kâinat kitabıkudret: güç, kudret, iktidar
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarkâtib: yazan
mahiyet: esas nitelik, içyapımedar: dayanak noktası, kaynak
menşe olmak: öz, kaynakmizan: ölçü, tartı
muhal: imkânsızmuhalif: aykırı, zıt
mâkul: akla uygun, aklın kabul ettiğimücessem: cisimleşmiş, maddî yapısı olan
münferiden: tek başınamürettip: matbaada çalışan ve harfleri sıralayan kişi
mütehalif: birbirine uymayanmüçtemian: toplu, topluca, bir araya gelmiş olarak, hepsi birden
nakkaş: nakış ustasınebat: bitki
nebatat: bitkilersair: diğer, başka
suubet: zorluksülûk etmek: yönelmek, yola girmek
sıfat: özellik, vasıftab': baskı, basma
teçhizat: cihazlar, âletlerteşkil: şekillendirme, yapılma
teşkilât: yapıtârif etmek: anlatmak, tanıtmak
unsur: maddevehm: kuruntu, zan
vücud: varlıkzehab eden: giden
zehab etmek: gitmekziynet: süs
zîhayat: canlıâlât: aletler

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa No:25

âdeta Sâniini medih için yazılmış bir kasidedir. Buna binaen, meşhur Hebenneka gibi ahmaklaşan bir adam dahi Sâni-i Zülcelâlin inkârına gitmemek gerektir.

ALTINCI LEM’A: Cenâb-ı Hak, bütün cüz ve cüz’îlerde sikke-i mahsusasını ve bütün küll ve küllîlerde has hâtemini vaz’ ettiği gibi, aktar-ı semâvat ve arzı, hâtem-i vahidiyetle ve mecmu-u kâinatı sikke-i ehadiyetle mühürlemiştir. Mezkûr sikke ve hâtemlerden, meselâ,

فَانْظُرْ اِلٰۤى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللهِ كَيْفَ يُحْىِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۤ اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْىِ الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
blank.gif
1

âyetinin işaret ettiği ihya ve nefh-i ruh keyfiyetindeki hâtem-i İlâhîye bakınız ki, pek çok garip garip haşirleri, acip acip neşirleri göresiniz!Evet, bilhassa arzın ihyasında, her sene üç yüz binden fazla saha-i vücuda getirilen mahlûkatın nevilerinde haşir ve neşirler vardır Lâkin, bilinmez bir hikmete binaen, şu haşir ve neşirlerin ekserîsinde, iade edilen emsal aralarındaki misliyet o kadar ayniyete karibdir ki, hemen hemen, dirilen evvelkinin ne aynı ve ne gayrıdır denilebilir. Her ne ise, misliyet, ayniyet mevzuu bahis değildir. Her nasıl olursa olsun, o haşir neşirler beşerin suhulet-i haşrine delâlet ettikleri gibi, beşerin haşrine birer misal ve birer örnek olabilirler.İşte, birbirine muhalif, nihayet derecede karışık olan o envâ-ı kesireyi kemâl-i imtiyazla ihya etmek ve hatasız, haltsız, galatsız olarak mümtazâne iade etmek,



[NOT]Dipnot-1 “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kàdirdir.” Rum Sûresi, 30:50.
[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHebenneka: tarihte ahmaklığıyla meşhur bir şahsiyet
Sâni: her şeyi san’atla yaratan AllahSâni-i Zülcelâl: büyüklük ve yücelik sahibi olan ve her şeyi san’atlı bir şekilde yapan Allah
acip: hayret vericiaktar-ı semâvat ve arz: gökyüzünün ve yeryüzünün dört bir yanı, her tarafı
arz: dünyaayniyet: aynı oluş
bahis: konubeşer: insanlık
bilhassa: özelliklebinaen: dayanarak
cüz: bir bütünü oluşturan bölümlerden herbiri, parçacüz’î: tikel, bir sınıfın bireyi, fert
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekekserî: çoğunluk
emsal: denk, benzerenvâ-ı kesire: pek çok türler, çeşitler
galatsız: hatasız, yanlışsızgayr: diğer, başkası
haltsız: yanlışsız, karıştırmadanhas: özel
haşir: toplanma; diriliş; mevsimlerle birlikte yaşanan ve haşri andıran gelişmelerhikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olma
hâtem: mühürhâtem-i vahidiyet: her şeyi kaplayan birlik mührü
hâtem-i İlâhî: İlâhî mühür, damgaiade etmek: tekrar yapmak
ihya: hayat verme, diriltmekarib: yakın
kaside: övgü şiirikemâl-i imtiyaz: varlıkları birbirinden eksiksiz bir şekilde ayırt etme
keyfiyet: hal, özellikküll: bütün, bir şeyin tamamı
küllî: belli bir sınıfın fertlerini içine alan; tür, cins; tümellâkin: ama, fakat
mahlûkat: yaratılmışlar, varlıklarmecmu-u kâinat: kâinatın tamamı
medih: övgü, şükürmevzu: konu, bahis
mezkûr: anılan, ifade edilenmisal: örnek
misliyet: benzerlikmuhalif: zıt, ters
mümtazâne: birbirinden farklı bir şekildenefh-i ruh: ruhun üflenmesi
nevi: türneşir: yayılma; bahar mevsiminde sayısız canlı varlıkların hayat bulup ortaya çıkmaları
nihayet: sonsaha-i vücud: vücut sahası, varlık alanı
sikke: damga, mühürsikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlık üzerinde birliğini gösteren mühür
sikke-i mahsusa: özel mühürsuhulet-i haşir: haşrin kolaylığı
vaz’ etmek: koymak, yerleştirmek


 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa No:26

nihayetsiz bir kudrete ve muhit bir ilme sahip olan Zât-ı Zülcelâlin hâtem-i has ve sikke-i mahsusasıdır.

Ve keza, sath-ı arz sahifesinde kusursuz, noksansız, sehivsiz, kemâl-i intizamla üç yüz binden fazla risaleleri yazmak, öyle bir Zâtın sikke-i mahsusasıdır ki, herşeyin içyüzü, herşeyin kilidi onun elindedir. Ve hiçbirşey onun teveccühünü başkasından çevirip kendisine hasredemez.

Hülâsa:
Sath-ı arzda, altı ay zarfında, beşerin haşrini temsil eden o sayısız haşir ve neşirlerde görünen rububiyetin o tasarruf-u azîminde pek yüksek, büyük ve ince nakışlı bir hâtemi vardır. Mahlûkatın icadında görünen şu intizamlar, suhuletler, sür’atler, imtiyazlar hep o hâtemin parıltısından meydana geliyorlar. Evet, her bahar mevsiminde pek hakîmâne, basîrâne, kerîmâne faaliyetler başlar ve harikulâde san’atlar yapılır. Ve bütün bu ameliyat, kemâl-i sür’atle, suhuletle, muntazaman cereyan etmekte olduğu görünür.

İşte, bu harikulâde faaliyetler öyle bir Zâtın hâtemidir ki, hiçbir mekânda olmadığı halde, her mekânda ilim ve kudretiyle hâzır ve nâzırdır.

YEDİNCİ LEM’A: Bakınız, aktar-ı semavat ve arz sahifeleri üstünde hâtem-i ehadiyet göründüğü gibi, kâinatın heyet-i mecmuasının büyük sahifesi üzerinde de pek vazıh bir surette hâtem-i tevhid görünmektedir.

Evet, bu âlem pek muhteşem bir saray veya muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir. Bu fabrika-i kâinatın eczası, efradı ve envâı, âlât ve edevatı arasında hakîmâne bir muarefe ve tanışmak ve dostâne bir mükâleme ve konuşmak ve pek kerîmâne bir muavenet ve yardımlaşmak vardır ki, kemâl-i sür’atle pek uzun mesafelerden birbirinin savtını işitir ve ihtiyacını görür gibi derhal imdadına yetişir, ihtiyacını def eder. Evet, semadaki ecram ve yıldızların birbirine





Zât: AllahZât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve şanı yüce Allah
aktar-ı semavat ve arz: yeryüzü ve gökyüzünün dört bir yanı, her tarafıbasîrâne: görerek, bilerek
beşer: insancereyan etmek: olmak, geçmek, yapılmak
dostâne: dostçaecram: gök cisimleri, yıldızlar
ecza: bütünü oluşturan parçalarefrad: fertler
envâ: çeşitler, türlerfabrika-i kâinat: bir fabrika gibi mükemmel işleyen kâinat
hakîmâne: çok hikmetli bir şekildeharikulâde: olağanüstü, hayranlık verici
hasretmek: özgü kılmakhaşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
haşir ve neşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanılması ve bütün gerçeklerin sergilenmesiheyet-i mecmua: genel yapı, bireylerin tamamı
hâtem: mühür, damgahâtem-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mühür
hâtem-i has: özel mühürhâtem-i tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu gösteren mühür
hâzır ve nâzır: her an her yerde olan ve görenhülâsa: özet olarak
icad: var etme, yaratmaimdad: yardım
imtiyaz: birbirinden farklı olan varlıkları kolaylıkla birbirinden ayırmakemâl-i intizam: eksiksiz bir mükemmellikte olan düzen
kemâl-i sür'at: eksiksiz, mükemmel bir hızlakerîmâne: çok lütufkâr ve cömert bir şekilde
keza: aynı, aynı biçimdekudret: güç, iktidar
mahlûkat: yaratılmışlar, varlıklarmuarefe: birbirini tanıma
muavenet: yardımlaşmamuhit: herşeyi içine alan, kuşatan
muntazam: düzenlimuntazaman: düzenli olarak
mükâleme: karşılıklı konuşmanakışlı: işlemeli, süslü
nihayetsiz: sonsuzrisale: mektup; küçük bir kitabı andıran ve Allah'ı tanıtan varlık
rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısath-ı arz: yeryüzü
savt: sessehivsiz: hatâsız
sema: göksikke-i mahsusa: özel mühür
suhulet: kolaylıksuret: biçim, şekil
tasarruf-u azîm: büyük tasarruf, icraattemsil eden: benzer bir örnekle mühim bir hakikati ortaya koyan
teveccüh: ilgi, yönelmevazıh: açık, âşikar
âlem: dünya, evrenâlât ve edevat: aletler ve bir iş için gerekli olan malzemeler
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa No:27

ve arza verdikleri ziya, hararet, bilhassa arza yaptıkları sair yardımlarını görüyorsunuz. Ve keza, bulutla arz arasında cereyan eden su alışverişine bakınız ki, arz, suyu buhar şeklinde buluta veriyor, bulut da kendi fabrikalarında lâzım gelen ameliyatı yaptıktan sonra buz, kar, yağmur şeklinde iade ediyor. Sanki o camid cirimler, lisan-ı halleriyle telsiz telgraf gibi birbiriyle konuşur ve yekdiğerine arz-ı ihtiyaç ediyorlar. Bilhassa bütün o ecram âdeta el ele vermiş gibi, kemâl-i ciddiyetle zevilhayata lâzım olan şeyleri tedarik etmek hizmetinde sa’y ediyorlar ve bir Müdebbirin emrine bağlı olup bir gayeye teveccüh ediyorlar.

Evet, şu teavün kanununa ittibaen, şems, kamer, gece ve gündüz, yaz ve kış taraflarından yapılan yardımlar sayesinde, şu hayvanların erzakını yetiştiren nebatat izn-i İlâhî ile meydana gelir. Hayvanat da emr-i Rabbânî ile beşerin ihtiyacatını yerine getirir. Balarısıyla ipekböceğinin insanlara yaptıkları yardımlar, bu dâvâyı ispat eder.

Evet, bu gibi eşya-yı camidenin yekdiğerine yaptıkları şu yardımlar, pek âşikâr bir delildir ki, onlar kerîm bir Müdebbirin hademesi ve amelesi olup Onun emriyle, izniyle iş görürler.

SEKİZİNCİ LEM’A: Gıda olarak mahlûkata, bilhassa hayvanata taksim edilen rızıklara dikkat lâzımdır ki, bu rızık vakt-i muayyeninde yetişir, vakt-i ihtiyaçta sevk edilir. Ve derece-i ihtiyaç nisbetinde yapılan sevkiyatta büyük bir intizam vardır. İşte, bu umumî rızık hakkında görünen geniş ve muntazam rahmet ve inayetler, ancak herşeyin mürebbîsi ve herşeyin müdebbiri ve herşey yed-i teshîrinde bulunan bir Zâtın hâtem-i hassı olabilir.

DOKUZUNCU LEM’A: Bakınız, âlem-i arz ve bütün cüz’iyat üstünde hâtem-i ehadiyet bulunduğu gibi, dağınık neviler ve muhit unsurlar üstünde de aynen o hâtem-i ehadiyet bulunur.




Müdebbir: idare eden, ilmiyle her şeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan AllahZât: Allah
amele: işçilerameliyat: işlemler, uygulamalar
arz: dünyaarz-ı ihtiyaç: ihtiyacını arzetme, dile getirme
aynen: tıpkı, tıpkısıbeşer: insan
bilhassa: özelliklecamid: cansız, katı
cereyan eden: geçen, olan, yapılancirim: büyük cisim
cüz'iyat: sınıflara, türlere ait bireylerderece-i ihtiyaç: ihtiyaç derecesi
dâvâ: iddiaecram: gök cisimleri, yıldızlar
emr-i Rabbânî: bütün varlıkların Rabbi olan Allah’ın emrierzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
eşya-yı camide: cansız varlıklarhademe: hizmetkârlar
hararet: ısı, sıcaklıkhayvanat: hayvanlar
hâtem-i ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta birliğini gösteren mühürhâtem-i has: özel mühür
ihtiyacat: ihtiyaçlarinayet: yardım ve gözetim
intizam: düzenittibaen: tabi olarak, uyarak
izn-i İlâhî: Allah’ın iznikamer: Ay
kemâl-i ciddiyet: tam bir ciddiyetkerîm: cömertlik ve ikram sahibi
keza: aynı, aynı biçimdelisan-ı hal: hal dili
mahlûkat: yaratılmışlar, varlıklarmuhit: her şeyi içine alan, kuşatan
muntazam: düzenlimürebbî: terbiye edici, eğitici
nebatat: bitkilernevi: çeşit, tür
nisbetinde: oranındarahmet: İlâhî şefkat ve merhamet
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyeceklersa'y etmek: çalışmak
sair: diğer, başkasevk edilmek: başka bir yere gönderilmek
sevkiyat: toplu halde gönderme; yollamataksim edilen: ayrılan
teavün: yardımlaşmatedarik etmek: karşılamak
teveccüh etmek: yönelmekumumî: genel, herkese ait
unsur: element, maddevakt-i ihtiyaç: ihtiyaç vakti
vakt-i muayyen: belirlenmiş vakit; bilinen zamanyed-i teshîr: itaat ettirme, boyun eğdirme eli
yekdiğer: bir başkası, bir ötekizevilhayat: hayat sahipleri, canlılar
ziya: ışık, parlaklıkâdeta: sanki
âlem-i arz: dünya âlemiâşikâr: açıkça
şems: Güneş


 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa No:28

Evet, bir tarlaya tohum ekilmesinden anlaşılıyor ki, o tarla tohum sahibinin mülküdür. Ve o tohum da, o tarla sahibinin malıdır. Yani, o buna, bu da ona şehadet ediyorlar.

Kezalik, kâinattaki masnuat, tohum gibidir. Âlem ve anasır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı halleriyle ettikleri şehadete göre, masnuatı ile âlem-i anasır, yani tohum ile tarla ve muhit ile muhat, hep bir Sâni-i Vâhidin yed-i tasarrufundadır. Demek ednâ bir mahlûka yapılan tasarruf-u hakikî ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rububiyet, âlem ve anâsır kabza-i tasarrufunda bulunan Zâta mahsus olduğu gibi, herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanat ve nebatatı kabza-i rububiyetinde tutup terbiye eden aynen o Zâta mahsustur. İşte, hâtem-i tevhid dediğimiz budur. Eğer birşeye temellük etmeye niyetin varsa, meydana çık, kendini tecrübe et, bak ne söylüyorlar: En cüz’î bir fert, “Ancak nev’imi yaratan beni yaratabilir” diyor. Çünkü efrad arasında misliyet vardır. Ve arzın her tarafında dağınık bir surette bulunan en küçük bir nevi, “Beni yaratabilen ancak arzı yaratandır” söylüyor.

Arza bak, ne söylüyor: Sema ile aralarında alışverişi bulunduğu için, “Beni halk edebilen, ancak mecmû-u kâinatı halk eden Zâttır” diyor. Çünkü aralarında tesanüt vardır.

ONUNCU LEM’A: Arkadaş! Hayat ve ihya ve zevilhayatla herbir cüz ve cüz’îye ve herbir küll ve küllîye ve kâinatın heyet-i mecmuasına darb edilen tevhid hâtemlerinden bir kısım misalleri, mezkûr beyanattan anlaşıldı. Şimdi dinle: Envâ ve külliyat üstüne vaz edilen vahdaniyet sikkelerinden bir taneyi zikredeceğiz. Şöyle ki:

Tek bir semere ile semeredar şecerenin yaratılışlarındaki suubet ve suhulet




Sâni-i Vâhid: tek olan ve herşeyi san’atlı yapan AllahZât: Allah
anâsır: unsurlar, elementlerarz: yeryüzü, dünya
aynen: tıpkı, tıpkısıbeyan: açıklama, izah
cüz: bölüm, kısım, parçacüz’î: küçük
darb edilen: basılan; vurulanednâ: basit, küçük
efrad: fertlerenvâ: çeşitler, türler
fert: tek, bireyhalk eden: yaratan
hayvanat: hayvanlarheyet-i mecmua: genel yapı, bütün fertlerin tamamı
hâtem-i tevhid: Allah’ın birlik mührüihya: hayat verme, diriltme
kabza-i rububiyet: rububiyet elikabza-i tasarruf: emri altında bulundurma
kezalik: bunun gibiküll: bütün
külliyat: türler ve cinsler gibi topluluklarküllî: bir sınıfın, bir türün bütün fertleri içine alan; tür, cins; kapsamlı varlık
lisan-ı hal: hal dilimahlûk: varlık
mahsus: has, özelmasnuat: san’at eseri varlıklar
mecmû-u kâinat: kâinatın bütünü, tamamımevcud: varlık
mezkûr: anılan, sözü geçenmisal: benzer, örnek
misliyet: benzerlik, paralellikmuhat: etrafı çevrilmiş, kuşatılmış
muhit: herşeyi içine alan, kuşatanmülk: sahip olunan şey
nebatat: bitkilernev'i: çeşit, tür
sema: göksemere: meyve
semeredar: meyvelisuhulet: kolaylık
suret: biçim, şekilsuubet: zorluk
tasarruf-u hakikî: gerçek anlamda dilediği gibi kullanma ve yönetmetedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılama
tedvir: çekip çevirme, idare etmetemellük etmek: sahiplenmek
terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunluğa kavuşturmatesanüt: dayanışma
tevcih-i rububiyet: mahlûkatı terbiye ve idâre eden Allah’ın yönlendirmesitevhid hâtemleri: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu gösteren mühürler
unsur: elementvahdaniyet sikkeleri: Allah’ın benzersiz ve bir oluşunu ve ortağının bulunmayışını gösteren damgalar
vaz edilen: konulan, yerleştirilenyed-i tasarruf: tasarruf eli
zevilhayat: hayat sahipleri, canlılarzikretmek: anmak, belirtmek
âlem: dünya, evrenâlem-i anasır: elementler dünyası, unsurlar âlemi
şecere: ağaçşehadet: şahidlik
şehadet etmek: şahid olmak


 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa No:29

birdir. Çünkü ikisi de bir merkeze bakar, bir kanuna bağlıdır, terbiye ve keyfiyetleri birdir. Malûmdur ki, merkezin ittihadı, kanunun vahdeti, terbiyenin vahdaniyeti sayesinde külfet, meşakkat, masraf azalır ve öyle bir kolaylık hasıl olur ki, pek çok semereleri olan bir ağaç yed-i vâhide, tek bir semerenin yapılışı da eyâdi-i kesireye tevdi edildiği zaman, her iki tarafın yapılışları suhuletçe bir olur. Ve aralarında yaratılışça fark yoktur. Çok adamlar tarafından yapılan bir semerenin terbiyesi için lâzım olan cihazat ve âlat ve edevat ve saire, bir adam tarafından yapılan semeredar şecerenin terbiye ve yapılması için de aynen o kadar malzeme lâzımdır. Yalnız keyfiyetçe fark olabilir.

Meselâ: Bir ordu askere yapılan elbise tedariki için ne kadar âlât, edevat ve makine lâzımdır; bir neferin elbisesi için de o kadar âlât ve edevat lâzımdır. Ve keza, bir kitabın bin nüshasıyla bir nüshasının ücreti matbaaca birdir. Bazan da tek bir nüshanın tab’ı, daha fazla bir ücrete tâbi tutulur. Buna kıyasen, bir matbaayı bırakıp çok matbaalara başvurulursa, bir kaç kat fazla ücretlerin verilmesi lâzım gelir.

Evet, kesret vahdete isnad edilmediği takdirde, vahdeti kesrete isnad etmek mecburiyeti hasıl olur. Demek, dağınık bir nev’in icadındaki suhulet-i harika, vahdet ve tevhid sırrına bağlıdır.

ON BİRİNCİ LEM’A: Arkadaş! Bir nev’in efradı arasındaki tevafuk ve bir cinsin envâı arasında âzâ-yı esasiyede bulunan müşabehet, sikkenin ittihadına, kalemin vahdetine delâlet ettiklerinden anlaşılıyor ki, bütün mütevafık ve müteşabihler, yani birbirine benzeyen çokluk, bir Zât-ı Vâhidin eser-i san’atıdır.

Kezalik, inşa ve icadlarda görünen şu suhulet-i mutlaka, bütün mevcudatın bir Sâni-i Vâhidin eseri olduğunu, vücub derecesinde istilzam ediyor. Aksi halde, suubet, güçlük öyle bir derece-i imtinâ ve muhaliyete çıkacaktır ki, o cins ve nevilerin ademden vücuda çıkmalarına bir sed çekilmiş olur. Binaenaleyh, Cenâb-ı




Sâni-i Vâhid: tek olan ve her şeyi san’atlı yapan AllahZât-ı Vâhid: bir ve tek olan, ortağı olmayan Zât, Allah
adem: hiçlik, yoklukaynen: tıpkı, tıpkısı, tamamıyla
binaenaleyh: bundan dolayıcihazat: cihazlar, donanım
cins: tür, çeşitdelâlet etmek: delil olmak, göstermek
derece-i imtinâ: imkânsızlık derecesi, olması mümkün olmamak
edevat: edatlar; araçlar
efrad: fertlerenvâ: çeşitler, türler
eser-i san'at: san’at eserieyâdi-i kesire: çok eller
hasıl olmak: meydana gelmekicad: var etme, yaratma
inşa: belirli unsurları kullanarak yaratmaisnad etmek: dayandırmak
istilzam etmek: gerektirmek; şart kılmakittihad: bir ve tek olma
kesret: çoklukkeyfiyet: durum, nitelik, özellik
keza: aynı, aynı biçimdekezalik: bunun gibi
külfet: güçlükkıyasen: karşılaştırmak suretiyle
malûm: bilinen, bellimecburiyet: zorunluluk
mevcudat: varlıklarmeşakkat: sıkıntı, zorluk, zahmet
muhaliyet: imkânsızlık, olma ihtimâli asla bulunmamamütevafık: birbirine denk olan; uyan
müteşabih: birbirine benzeyen, aralarında benzerlik olanmüşabehet: benzeyiş
nefer: asker, ernev': çeşit, tür
nüsha: kopyasair: diğer, başka
sed çekmek: engel koymaksemere: meyve
semeredar: meyveli, verimlisikke: damga, mühür
suhulet: kolaylıksuhulet-i harika: olağanüstü bir kolaylık
suhulet-i mutlaka: sınırsız kolaylıksuubet: zorluk
sır: gizli gerçektab’: basmak
takdirde: durumdatedarik: bir ihtiyacı sağlama, karşılama
terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunluğa kavuşturmatevafuk: uygunluk
tevdi etmek: bırakmaktevhid: birleme, her şeyin bir elde toplanması
tâbi tutmak: bağlı kılmakvahdaniyet: birlik
vahdet: birlik; tek olmavücub: zorunluluk, gereklilik
vücud: varlık, var oluşyed-i vâhid: tek el
âlât: aletlerâzâ-yı esasiye: temel organlar
şecere: ağaç


 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa No:30

Hakkın zâtında şeriki olmadığı gibi—çünkü intizam bozulur, âlem fesada gider—fiilinde de şeriki yoktur. Çünkü, suubetten, güçlükten dolayı âlemin ademden çıkmamasına sebep olur.

ON İKİNCİ LEM’A: Arkadaş! Hayat, Hâlıkın ehadiyetine burhan olduğu gibi, mevt de devam ve bekasına bir delildir.

Evet, nasıl akan nehirlerin, dalgalanan denizlerin kabarcıkları ve yeryüzünde bulunan sair şeffaflar, şemsin ziyâ ve timsallerini göstermekle şemsin vücuduna şehadet ettikleri gibi, o kabarcık gibi şeffaflar ölüp söndükten sonra yerlerine müteselsilen gelip geçen emsalleri, yine şemsin ziyâ ve timsallerini gösterdiklerinden, şemsin devam ve bekasına ve bütün o şuâat, celevat ve timsallerin bir şems-i vâhidin eseri olduklarına şehadet ediyorlar. İşte o şeffaflar, vücutlarıyla şemsin vücuduna ve ademleri ve ölümleriyle de şemsin devam ve bekasına delâlet ediyorlar.

Kezalik, mevcudat, vücuduyla Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna ve ölüm ve zevaliyle, teceddüdî bir teselsülle yerlerine gelen emsali, Sâniin ezelî ve ebedî vâhidiyetine şehadet ediyorlar.

Evet, leyl ve neharın ihtilâfı, fusul-i erbaanın tahavvülü ve unsurların tebeddülü hengâmlarında meydana çıkan şu güzel mevcudat ve bu lâtif masnuatta devam ile cereyan eden mübadele ve devr ü teslim muamelesi kat’î bir şehadetle, sermedî, âlî, dâimüttecellî bir Sahib-i Cemâlin vücuduna ve bekasına ve vahdetine şehadet eden kat’î bir burhandır.

Ve keza, senevî inkılâplarda, müsebbebatla esbabın birlikte ölüm ve zevali ve sonradan ikisinin yine birlikte iâdeleri, esbabın da müsebbebat gibi âciz masnu




Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Sahib-i Cemâl: sonsuz güzellik sahibi olan AllahSâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
Vâcibü'l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allahadem: hiçlik, yokluk
beka: devamlılık ve kalıcılıkburhan: güçlü ve sarsılmaz delil, kanıt
celevat: cilveler, görüntülercereyan eden: meydana gelen
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekdevr ü teslim muamelesi: sürekli olarak birbirinin yerine geçme uygulaması
dâimüttecellî: tecellî ve yansımaları sürekli devam eden
ehadiyet: Allah’ın birliğinin varlıklarda tek tek görünmesi ve herbir şeye hükmetmesi
emsal: benzer olanlaresbab: sebebler
ezelî ve ebedî: varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Zât, Allahfesada gitmek: bozulmak
fusul-i erbaa: dört mevsimhengâm: zaman; dönem
ihtilâf: farklılıkinkılâp: değişim
intizam: düzeniâde: birinin yerine tekrar getirilme
kat'î: kesin bir şekildekeza: aynı, aynı biçimde
kezalik: bunun gibileyl: gece
lâtif: ince, güzelmasnu: san’at eseri varlık
masnuat: san’at eseri varlıklarmevcudat: varlıklar
mevt: ölümmübadele: devir-teslim
müsebbebat: sebeplerle meydana getirilenlermüteselsilen: zincirleme şeklinde; birbirine bağlı olarak
nehar: gündüzsair: diğer, başka
senevî: yıllıksermedî: daimî, sürekli
suubet: zorluktahavvül: değişim
tebeddül: değişerek birbirinin yerini almateceddüdî: sürekli yenilenme hali
teselsül: zincirleme devam etme, ard arda gelmetimsal: görüntü; yansıma
unsur: elementvahdet: birlik
vâhidiyet: birlikvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vücud: varlıkzeval: geçip gitme, sona erme
ziyâ: ışık; parlaklıkzâtında: kendisinde
âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyenâlem: dünya, evren
âlî: yüce, yüksekşeffaf: saydam, parlak
şehadet: şahidlikşems: Güneş
şems-i vâhid: bir tek Güneşşerik: ortak
şuâat: şualar, ışık hüzmeleri


 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa No:31

ve mahlûklardan olduğuna delâlet ettiği gibi, bu masnuat ve mevcudatın, bir Zât-ı Vâhidin müteceddid bir san’atı olduğuna da şehadet eder.

ON ÜÇÜNCÜ LEM’A: Arkadaş! Zerrelerden tut, seyyarelere kadar ve nakışlardan şemslere varıncaya kadar herşey, zâtında, hakikatinde sabit olan acz ve fakrın lisan-ı haliyle Sâniin vücub-u vücudunu ilân eder.

Ve keza, acziyle beraber, nizam-ı umumînin bozulmaması için, hâmil bulunduğu acip ve mühim vazifeler cihetiyle Sâniin vahdetine delâlet eder. Binaenaleyh, Sâniin vâcip ve vâhid olduğuna herşeyde iki şahit olduğu gibi, Hâlıkın ehad ve samed olduğuna da herbir zîhayatta iki âyet vardır.
blank.gif
1

ON DÖRDÜNCÜ LEM’A: Arkadaş! Mevcudat, Cenâb-ı Hakkın vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ettiği gibi, celâlî, cemâlî, kemâlî olan cemî sıfâtına da delâlet etmekle, Hâlıkın zâtında naks ve kusur olmadığını ve şuûnatında, sıfâtında ve esmâsında ve ef’âlinde de naks ve kusur bulunmadığını ilân ediyor.

Zira, eserin kemâli bilmüşahede fiilin kemâline, fiilin kemâli bilbedâhe ismin kemâline, ismin kemâli bizzarure sıfatın kemâline, sıfatın kemâli hads-i yakîn ile şuûnatın kemâline delâlet eder. Şe’nin kemâli ise, hakkalyakîn bir sûretle Zâtın kemâlini gösterir.



[NOT]Dipnot-1 İhtar: Kâinatın eczasından her bir cüz’ün elli beş lisanla Vâhid-i Ehad ve Vâcibü’l-Vücudu ilân etmekte olduğunu, Kur’ân’ın feyzinden fehmedip, icmâlen “Katre” namındaki eserimde beyan etmişimdir. Arzu eden oraya müracaat etsin.
[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Katre: "damla" mânâsına gelen ve Mesnevî-i Nuriye'de yer alan bir risaleSâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan AllahVâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah
Zât: varlığın kendisi; Allah’ın Kendisi, varlığıZât-ı Vâhid: bir ve tek olan Zât, Allah
acip: hayret verici, şaşırtıcıacz: acizlik, güçsüzlük
beyan etmek: açıklamakbilbedâhe: çok açık bir şekilde
bilmüşahede: gözle görmek suretiylebinaenaleyh: bundan dolayı
bizzarure: kaçınılmaz şekilde; zaruri olarakcelâlî: haşmet ve görkeme ait; Allah’ın büyüklük, azamet, haşmet sıfatları
cemâlî: güzelliğe ait; Allah’ın güzel sıfatlarıcemî: bütün
cihet: yöncüz’: bütünün parçası, bölümü
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekecza: bütünü oluşturan parçalar, bölümler
ef'âl: fiiller, işlerehad: bir, herbir şeyde sıfatları ile görünmesi
esmâ: Allah’ın isimlerifakr: fakirlik, ihtiyaç hâli
fehmetmek: anlamakfeyz: ihsan, bereket
hads-i yakîn: kesine yakın bilgi; kesin kavrayışhakikat: bir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti
hakkalyakîn: bizzat yaşanarak elde edilen kesinlikhâmil bulunmak: taşımak
icmâlen: kısacaihtar: hatırlatma, ikaz
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik, olgunlukkemâlî: mükemmellik ve olgunluğa ait Allah’ın kusursuz, mükemmel sıfatları
keza: aynı biçimdelisan: dil
lisan-ı hal: hâl dilimahlûk: varlık
masnuat: san’at eseri varlıklarmevcudat: varlıklar
müteceddid: yenilenen, tazelenennaks: eksiklik, noksanlık
nakış: işleme, süslemenam: ad
nizam-ı umumî: genel düzensamed: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şey Kendisine muhtaç olan
seyyare: gezegensûret: biçim, şekil
sıfât: Allah’ın yüce Zâtını niteleyen kutsal özellikler ilim, irade, kudret gibivahdet: birlik, teklik
vâcip: zorunlu, gereklivâhid: bir, her şeye Kendisinin hükmetmesi
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasızatında: şahsında, kendisinde
zerre: atom, çok küçük parçazira: çünkü, şundan dolayı
zîhayat: canlıâyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi
şehadet etmek: şahid olmakşems: Güneş
şe’n: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikşuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lem'alar - Sayfa No:32

Binaenaleyh, bir kasrın ve bir sarayın nukuş ve tezyinatındaki mükemmeliyet, sâni ve mühendisin yaptıkları o nakışlar üstünde ve tezyinat altında görünen ef’âlin mükemmeliyetine delâlet eder.

Ef’âlin mükemmeliyeti dahi, o sâniin taktığı isim ve lâkapların mükemmeliyetini gösterir. Esmânın mükemmeliyeti, sıfâtın mükemmeliyetine delâlet eder. Sıfâtın mükemmeliyeti, şuûnatın mükemmeliyetini tasrih eder. Şuûnatın mükemmeliyeti dahi, o nakkaşın mükemmeliyet-i zâtına delâlet eder.

Kezalik, kâinatta görünen âsârın kemâli, hadsî bir müşahedeyle, ef’âlin mükemmeliyetine, ef’âlin kemâli de fâilin kemâl-i esmâsına, esmânın kemâli sıfâtın kemâline, sıfâtın kemâli şuûnat-ı zâtiyenin kemâline, şuunatın kemâli Zât-ı Zülcelâlin kemâline delâlet eder.

endOfSection.gif
endOfSection.gif




Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve şanı yüce Allahbinaenaleyh: bundan dolayı
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekef'âl: fiiller, işler
esmâ: Allah’ın isimlerifâil: bir işi yapan; fiilin sahibi
hadsî: düşünmeye ihtiyaç olmaksızın, âni ve doğru idrâkkasr: köşk, saray
kemâl: mükemmellik, kusursuzlukkemâl-i esmâ: isimlerin mükemmelliği
kezalik: bunun gibilâkap: asıl isminden başka sonradan takılan ad, bir zâtın bir özelliğinden kaynaklanan adı
mükemmeliyet: tam ve eksiksiz olmamükemmeliyet-i zât: zatın bizzat kendisinde olan mükemmellik
müşahede: gözlem yapmanakkaş: nakış ustası
nukuş: nakışlar, işlemelersâni: san’atkâr
sıfât: özellik, nitelik; Allah’ın yüce Zâtını niteleyen kutsal özellikler İlim, irade, kudret gibitasrih etmek: açık şekilde bildirmek
tezyinat: süslemelerâsâr: eserler, varlıklar
şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özelliklerşuûnat-ı zatiye: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler


 
Üst