Lahika Analizi 66: Kastamonu Lahikası 39. Mektup

kenz-i mahfi

Sorumlu
Emin ve Küçük Hüsrev Feyzi'nin bir fıkrasıdır.

Hizmet-i Kur'âniyede bizi sebkat eden sadık, hâlis, metin, vefakâr kardeşlerimizden mübarek Hüsrev ve Rüşdü gibi zatlar, Risale-i Nur hâdimlerine, vazifelerinin makbuliyetine bir emare olarak ihsan olunan bereket hakkında müteaddit fıkralar yazmışlar. Biz de, bu kardeşlerimizin fıkraları gibi bu yakın zamanlarda beraber tezahür eden, gördüğümüz bazı hâdisâtı kaydedeceğiz. Nümune için yalnız bir kısmını beyan ederiz.

Birisi şudur ki: Bu yakında Üstadımızla beraber kıra çıkmıştık. Çay yapılmasını, hem ikişer çay, hem üçer şekerle içilmesini emir buyurdular. Hepimiz, üçer şekerle ikişer çay içtik. Yalnız Emin kardeşimiz bir şeker kendisine noksan olarak içmiş. Akşam üzeri, Risale-i Nur'un menba-ı intişarı olan Üstadımızın odasına geldik. Emin, şeker kutusuna sarf olunan şekerleri koymak istemiş, fakat kutu sekiz şekerden fazla almamış. Emin, "Fesübhânallah" der. "On yedi şeker yerine kutu sekiz şekerle dolsun." diye taaccüp ettik. İşte bu vâkıa, bize şuhud derecesinde kanaat verdi ki, bu sır, Risale-i Nur'a, hâdimlerine bir inâyet-i İlâhiye ve bir iltifat-ı Rabbaniyedir.

İkincisi: Yine aynı günde ben, yani Mehmed Feyzi, evvelce yazıp Üstadıma teslim ettiğim Hücümat-ı Sitte risalesini bana vermek için sakladığı yerden ararken, fevkalme'mul bir surette, bulunmaz. Birden o anda, âdetlerinin hilâfına olarak, hiç vuku bulmamış bir tarzda, bir hâdise zuhuruyla gözlüklerini bırakarak merdiven tarafına müteveccih olurlar. Aynı vakitte Risale-i Nur'un intişarına ve hizmetine zarar vermek niyetiyle casus bir adamın merdivene doğru, zahiren ziyaret maksadıyla yürüdüğü görülür. Üstadın telâşlı olduğunu hisseder. Üstad, onun nazarını öteki hâdise-i bedeniyeye çevirir, ona der: "Görüyorsun ki ben mâzurum, ziyareti başka güne bırak." O da döner, gider. Hem Mehmed Feyzi, hem Hücümat-ı Sitte, hem başka işlerimiz o tecessüsten kurtuldu.

Evet, Hücümat-ı Sitte saklandığı muayyen yerinde fevkalâde bir surette kaybolması, ehemmiyetli bir hadisenin önünü aldı. Üstada ârız olan bu hilâf-ı âdet hâlet ve o risalenin muayyen yerinde bulunmaması kat'iyen tesadüfe hamledilmez. Bir hafta sonra o risaleyi hilâf-ı me'mul bir yerde bulduk. Üstadımın emriyle Emin kardeşime ehemmiyetli bir surette okudum. Üstad bize izahat veriyordu. O vakte kadar böyle mühim ve tesirli ders almamıştık. Demek bu iki mühim sırra binaen risale kendini göstermedi. İşte bu hadise, Risale-i Nur'un ihlâslı ve sadık şakirtleri her vakit bir hıfz ve inâyet altında ve daima himâyet altında olduklarına şüphe bırakmıyor.

Üçüncüsü: Üstadımızın bir okka (yani kilo) peyniri vardı. Ekser günlerde o peynirden hoşuna gittiği için, bir iki defa yiyordu. Hem bize de yediriyordu. Hem yemeksiz olduğu ekser vakitlerde ondan yediği halde, altı ay kadar devam ettiğini ve halen de, yüz dirhem kadar o peynirden bulunduğunu, ben-yani daimî hizmetçisi Emin-ve ben-yani talebesi ve hizmetçisi Küçük Hüsrev-yakinen görüp tasdik ediyoruz. Fakat bu hadise-i bereketin ifşâsından sonra, evvelce görülmeyen dibi görünmeye başladı, noksaniyetini gösterdi. Evet, bereket hususunda şâyân-ı hayret bir hadisedir. Hem yarım kilo bir tereyağı, ekser günlerde fazlaca sarf olduğu halde, elli güne yakın devamı, şüphesiz bir bereket içine girmiş.

Yine aynen Ramazan Bayramında Üstadın rızası olmadığı halde, Tahsin ve ben-yani Emin-bir kilo ince şeker getirmiştik. Ekseri yoğurt ve süt ve tatlı kabağa ve sair şeylere, bazan yirmi otuz dirhem kadar kattıkları halde, iki aydan fazladır o şekerden yüz dirhemden fazla kalması, elbette bereket sebebiyledir.

Hem bu havalideki şakirtler, herkes cüz'î-küllî hissetmiş ve itiraf ediyorlar ki: Risale-i Nur'a çalıştığımız zaman, hem rızkımızda bereket ve suhulet, hem kalbimizde bir inşirah ve ferah zâhiren hissediyoruz. Ezcümle ben-yani Emin-kendim itiraf ediyorum ki, Risale-i Nur dairesine girmezden evvel, bütün sene çalışırdım. Ne vakit Risale-i Nur dairesine girdim; senede üç dört ay kadar ancak çalışabildiğim halde, evvelkinden daha müferrah ve daha mes'ut bir halde yaşamaklığım, yüzde yüz Risale-i Nur hizmetinin bereketiyle olduğuna hiç şüphe yok (Haşiye)

Hem ezcümle, Üstadımız diyor ki: "Benim de kanaat-ı kat'iyem çok tecrübelerle gelmiş ki, ben Risale-i Nur'un tashihatıyla meşgul olduğum zaman, pek zahir tarzda, hem rızkımda bereket, hem kolaylık görüyorum. Her ne vakit çalışmazsam o hali görmüyorum."

Hem Üstadımız diyor ve biz de tasdik ediyoruz: "Ben son zamanda anladım ki, şimdiye kadar hem ben, hem dostlarım bu hakikatin suretini başka şekilde görmüşüz. Şöyle ki: Hapishanede bir tek ekmek, sekiz ve bazan on gün bana kâfi geldiği halde, burada aynen o tarzda yaşıyordum. Hem ben, hem kardeşlerim, bunu benim az yemek ve iştahsızlığıma veriyorduk. Halbuki, çok emârelerle kat'iyen anladık ki, o acip hal bereket neticesiymiş. Birkaç defa sekiz günde bana kâfi gelen bir ekmeği, aynı iştahla çalışmadığımdan berekete mazhar olmadığım zaman iki günde, bazan bir buçuk günde bitiriyordum. Demek, bu on altı, on yedi seneden beri benim mükemmel tayınatım, Risale-i Nur'un hizmetinden gelen bir bereketten idi.

Evet, aynelyakin derecesinde bize de kanaat gelmiş ki, bu kesretli hâdisât-ı bereket, Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın i'câz-ı mânevîsinin bir şuâsıdır. Mânen der:

"Ey Kur'ân'ın şakirtleri! Sizleri vazife-i mukaddesenizden ekseriyetle geri bırakan, maişet telâşesidir. Bu ise, Kur'ân'ın feyziyle, bereket nev'inde size veriliyor. Vazifenize bakınız."

"Allahümme yessir lena hidmetel Kur'ani bineşri resâilinnûri bihurmeti ismikel a'zami ve habîbikel ekrami Amin"

Hem hadisat-ı bereketin aynı zamanında, Risale-i Nur'un bir kerameti olarak, bir şakirdinin binlerce lira kıymetinde hanesini, ona pek yakın dehşetli bir yangından fevkalme'mul bir surette Risale-i Nur'un bereketiyle kurtulması ve Risale-i Nur tercümanına âhiret cihetinde çok alâkadarlık gösteren bir hanım, o dehşetli yangında yanan hanenin üçüncü katında bulunan elmas ve mücevherat ve altınlarını kurtarmak için koşup çıktığı vakit ateş her tarafı sarmış, mücevheratını kurtaramadığı gibi, kendi nefsini de bütün bütün tehlike-i kat'iyede gördüğü dakikada, Risale-i Nur tercümanı, o ateşten talebesinin hanesini kurtarmasına şiddetli dua ederken, o biçare hanım hatırına gelmiş; "Acaba o yangında o âhiret hemşirem bulunmasın?" diye ona da Risale-i Nur'u şefaatçi yaparak dua etmiş. "Yâ Rabbi, ona merhamet eyle" niyaz etmiş. Aynı zamanda, o hanım pencereyi kırmış, kendini iki kat yükseklikten avluya atmış, fevkalâde bir surette ne incinmiş, ne de bir yeri kırılmış. Hem, bakırı ve demiri eriten o dehşetli ve şiddetli yangından, bütün konak yandıktan sonra bütün mücevheratı ve altını, hiçbiri zayi olmayarak, bozulmayarak bir un onu muhafaza etmiş, bulmuş, almış. Risale-i Nur'un bereketinden, hem canını, hem malını kurtarmış. Hem mezkûr hâdisat zamanında vuku bulması münasebetiyle, Risale-i Nur'un kerametkârâne iki tokatı, aynı anda, vazifece ehemmiyetli iki mütecaviz ve muacciz iki adamın tecavüz ve tâciz anında birinin kafasına, diğerinin ciğerine vurması, (Haşiye 1)bizde hiçbir şüphe bırakmadı ki, hizmet-i Kur'ân'daki inâyet-i Rabbaniyenin bir hıfz ve himâyet sillesidir. "Artık yeter, durunuz! Tokata müstehak oldunuz" diye mânen söylemesidir.

(Haşiye) Evet, Emin kardeşimiz memleketimize geldiği zaman çok faal bir surette her ay çalışırdı. Şimdi ise, üç dört aydan fazla çalıştığını görmüyorum. Buna sebep ise, Risale-i Nur'un hizmetinin berekâtı olduğunda şüphem yok, bütün kuvvetimle tasdik ediyorum. (Küçük Hüsrev, Mehmed Feyzi)

(Haşiye 1) Evet, o mütecavizlerden biri dehalet etti, ölümden kurtuldu; diğeri bir sene azab çekti, hem öldü.
 
Son düzenleme:
Üst