Lahika Analizi 60 Kastamonu Lahikası 34. Mektup

kenz-i mahfi

Sorumlu
(Risale-i Nur şakirtlerinden Hilmi ve Çaycı Emin ve Tahsin’in fıkrasıdır. Yirmi Yedinci Mektubun fıkraları içine girmeye münasip görüldü.)


Bugünlerde casuslar tarafından ziyade bir hassasiyetle risalelere bakıldığından, inâyetin himâyeti dahi, bir nevi hassasiyetle ikramını gösterdi. Gayet cüz’î bir nümunesi şudur ki:

Risale-i Nur şakirtlerine, maişet cihetinde bir ikrâm-ı İlâhi ve küçük, fakat şâyân-ı hayret ve gayet lâtif bir tevafuk, bir vâkıa ve Risaletü’n-Nur hizmetinin şüphesiz bir kerametidir. Evet, Risale-i Nur’un bir silsile-i kerametinin bir menbaı olan tevafuk, bu vâkıada, o cinsten altı adet tevafukatın ittifakı ise, tesadüf ihtimalini köküyle keser diye hükmettik. Şöyle ki:

Birkaç günden beri Üstadımızın ziyaretine gitmediğimizden, kardeşim Emin ile beraber Üstadımızın ziyaretine gittik. İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra bize emretti ki: “Size yemek yedireceğim, burada tayınınız var.” Mükerreren, “Yemezseniz bana dokuz zarar olur” dedi. “Çünkü yiyeceğinize karşı Cenâb-ı Hak gönderecek.”

Yemek yemekten affımızı rica ettikse de, emretti ki: “Rızkınızı yiyin; bana gelir.” Emrini kırmamak için, lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmekle yemeye başladık. Daha sofrada iken, ümit edilmeyen bir vakitte, bir tarzda ve aynı vakitte bir adam geldi. Elinde yediğimiz kadar taze ekmek, aynı yediğimiz miktar (fındık kadar) tereyağı ve diğer elinde bize verilenin tam misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüp edilerek, hiçbir cihette tesadüfe mahal kalmayarak, Risale-i Nur şakirtlerinin rızkındaki bir bereket-i Rabbanîyi gözümüzle gördük. Üstadımız emretti: “İhsan on misli olacak. Halbuki bu ikram tam tamına mislidir. Demek, tayın ciheti galebe etti. Tayın temini ise, mizanla olur.”

Sonra aynı akşamda, sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki, ekmek on misli ve tereyağı tatlısı o da on misli ve kabak tatlısını çok sevmediği için kabak, patlıcan turşusu on misli, memulün hilâfına, Risale-i Nur’dan İkinci Şuâın bir hafta mütalâasına mukabil bir mânevî ücret olarak geldi, gözümüzle gördük. Demek, kabak tatlısının tatlılığı, tereyağı—un helvasına girdi, kendisi turşuda kaldı.

Risale-i Nur şakirtlerinin, hüsn-ü hizmetine acele bir mükâfat gördükleri gibi, hizmette kusur edenler dahi tokat yedikleri—Isparta’da olduğu gibi—burada dahi gözümüzle gördük. Pek çok vukuatından yalnız beş-altısını beyan ediyoruz.

Birincisi: Ben, yani Tahsin, birgün, yeni açtığımız bir dükkân meşgalesiyle bana emrolunan vazife-i Nuriyeyi tembellik edip yapamadım. Aynı vakitte şefkatli bir tokat yedim. Dükkânda otururken birisi bana geldi, emanet olarak yüz lira tebdil olmak için bana verdi. Bu paranın sahibine, Allah için bir hizmet yapmak üzere tebdil için maliye sandığına gittim. Bu paraları sayarken, aralarında bir kalp lira bulundu. Bu yüzden ifadeye ve sual ve cevaba ve muâhazeye mâruz kaldığım gibi, evimizi de taharrî etmek icap etti. Beni mahkemeye verdiler. Fakat bu terbiye ve şefkat tokatı olmak cihetiyle, yine Risale-i Nur kerametini gösterdi, zararsız kurtulduk.

İkincisi: Üstadımıza ve Risale-i Nur’a dört beş sene bazan hizmet eden ve okutturan ve cidden taraftar bulunan bir zât, birden birgün elinde dine ait bir gazeteyle geldi. Risale-i Nur’un mesleğine muhalif bir cereyanın sahiplerine taraftarâne bir tavır gösterdiği zaman, Üstadın canı çok sıkıldı. Bir iki gün sonra şiddetli, fakat şefkatli bir tokat yedi. Bir doktor ona dedi ki: “Eğer ameliyat yaptırmazsan yüzde yüz ölüm var.” O da bilmecburiye ameliyat yaptırdı. Fakat şefkat ciheti imdada yetişti, çabuk kurtuldu.

Üçüncüsü: Bir memur, Risale-i Nur’u kemal-i iştiyakla okurdu. Üstadla görüşmeye ve tam ders almaya çok çalışıyordu. Birden bir komiser tarafından ona evham verildi. O da görüşmeyi ve okumayı bırakıp başka bir şehre giderken, birden sebepsiz bir tarzda bir ayağı kırıldı, bir ay çekti. Yine şefkat yâr oldu ki, şimdi tekrar okumaya şevkle başladı.

Dördüncüsü: Ehemmiyetli bir zât Risale-i Nur’u kemal-i takdirle hem okur, hem yazardı. Birden sebatsızlık gösterdi, şefkatsiz bir tokat yedi. Gayet meftun olduğu refikası vefat eyledi. İki oğlu da başka yere gitmesiyle acınacak bir hale girdi.

Beşincisi: Dört senedir Üstadın çarşı işinde hizmet eden bir zât, birden sadakati bırakıp mesleğini değiştirdi. Birden şefkatsiz bir tokat yedi. Bir senedir daha çekiyor.

Altıncısı: Bir hocaya ait bir hâdisedir. Belki helâl etmez. Biz de onu görmüyoruz. Tokatı şimdi kaldı.

Bu vukuat nev’inden hem çok var. Hem Risale-i Nur’a karşı kusura binâen, kat’iyen tokat olduğuna şüphemiz kalmadı.


Tasdik eden Risale-i Nur şakirtleri

Hilmi, Emin, Tahsin.

Evet, ben de tasdik ederim

Said
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Herkes bu hizmette kendi aleminde hizmeti derecesinde ikramlara mazhar olduğu gibi, kusurları derecesinde de şefkat tokatları yemektedir. Aslında şefkat tokatları bir ikram-ı ilahidir. Tekrar vazifeye şevkle dönmek için bir kamçıdır.
Hüsn-ü hizmet edenler acele bir mükafat gördükleri gibi, kusur edenler de şefkat tokatı yiyorlar. Yalnız kasten kusur edenler şefkat tokatı değil, zecir tokatı yiyorlar ki bu çok kötü bir durumdur. Bunun misalleri de lahikalarda mevcuttur.
Burada nazar-ı dikkati çeken hususların başında hüsn-ü hizmet edenlerin öncelikle "maişet"indeki bereketi gözleriyle görmeleridir. Çünkü bu asırda insanları dini hizmetlerden alıkoyan sebeplerin başında maişet telaşesi gelmektedir. Maişet derdi yüzünden din hissi, ikinci, üçüncü, dördüncü derecelerde kalabilmektedir. İşte risaleler buna dahi çare olup üstadın ifadesiyle"bizim her derdimize ilaç olan Risale-i Nur" cümlesinde yerini bulmaktadır. Demek ki hüsn-ü hizmet edenlerin ilk olarak maişetlerinde bir berekete mazhar olmaları vardır. Zira bu göz ile göründüğü gibi bu konuda umumi bir ittifak vardır.
 

Huseyni

Müdavim
Bu tokatların kimleri kapsadığı risalelerde geçiyor mu ? Mesela Risale-i Nur'a talebe, kardeş ve dostlar var. Bu hizmete yeni giren yahut tam olarak mahiyetini anlayamamış kişiler de tokat yer mi ? Risalelerde bu türden bir misal var mı ?
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Bu tokatların kimleri kapsadığı risalelerde geçiyor mu ? Mesela Risale-i Nur'a talebe, kardeş ve dostlar var. Bu hizmete yeni giren yahut tam olarak mahiyetini anlayamamış kişiler de tokat yer mi ? Risalelerde bu türden bir misal var mı ?

Risalelerden anladığımız kadarıyla daire içinde olanların yedikleri tokatlar ikiye ayrılıyor.
1. Bu hizmette halisane çalışanlara fütur geldiği zaman yedikleri tokat (şefkat tokatı)
2. Bu hizmette bulunanların kasti hatalarından dolayı yedikleri şefkatsiz tokat (zecr tokatı)

Bu noktadan bakıldığında bu iki tokattan herhangi birinin isabet etmesi için öncelikle daire içinde olmak lazım. Daire içinde olmanın en alt mertebesi ise "dost" olmaktır. Dost olmak yani taraftar olmak için ise en azından nurun bir dersinde bulunmak dahi yeterlidir.
13. Şua'daki bir mektupta geçen bir kaç misal vardır. Bunlardan:

Birincisi: Bana hizmet eden Feyzi. Ona bidayette dedim: "Sen Meyvenin bir dersinde bulundun, haylâzlık yapma." O yaptı, birden tokat yedi, bir hafta eli bağlı kaldı.
.................

Üçüncüsü: Ziya, Meyvenin gençliğe ve namaza dair meselelerini kendine yazdı, namaza başladı. Fakat haylâzlık yaptı, namazı ve yazıyı bıraktı. Birden, o vakitte tokat yedi. Hilâf-ı âdet ve sebepsiz, başı üstündeki sepeti ve elbiseleri yandı. O kadar kalabalık içinde yanıncaya kadar kimse farkında olmaması, kasdi bir şefkat tokadı olduğunu gösterdi.

Dördüncüsü: Mahmud. Ona Meyveden gençlik ve namaz meselelerini okudum ve dedim: "Kumar oynama, namaz kıl." Kabul etti. Fakat haylâzlık galebe etti, namaz kılmadı ve kumar oynadı. Birden, hiddet tokadını yedi. Üç dört defada daima mağlûp olup fakir haliyle beraber kırk lira ve sakosunu ve pantolonunu kumara verdi, daha aklı başına gelmedi."
İşte bu misallerde göründüğü gibi hapiste Meyve Risalesi'nden ders alıp fütur getirenlerin yedikleri tokatlardır. Benim anladığım kadarıyla Risalelerin bir dersinde bulunup mahiyetini anlayan fakat sonra fütur getiren bir kişi şefkatli tokat yiyebilir. Yukarıdaki misaller buna delil olabilir.

Meseleye tekrar döndüğümüzde tokatları 2'ye ayırmıştık. Zaten bu mektup dikkatli mütalaa edildiğinde verilen ilk üç misalinşefkat tokatı, diğer üç misalin ise zecr tokatı olduğu anlaşılıyor.
Şefkat tokatı ile zecr tokatını biraz açmak gerekirse:

Zecr: Kelime olarak menetme, engel olma, nehyetme, zorlama, zorla yaptırma, önleme, sıkma, kovma ve sürme gibi manalara geliyor. Istılahta ise, bir daireden dışarı atmak, kovmak anlamına geliyor.

Mesela bir Nur talebesinin zecr tokadı yemesi, Nur dairesinden uzaklaşması anlamındadır.

Zecr tokadı, şefkat tokadının tersidir. Şefkat tokadı, dairede iyi tutunmak için atılmış İlahi bir ikaz iken, zecr tokadı daireden belirgin bir şekilde uzaklaşması için atılmış İlahi bir cezadır. Öyle ise zecr tokadına "insanların kasdi hatalarına atılmış şefkatsiz bir tokattır" diyebiliriz.

Şefkat tokadı da zecir tokadı da bir veya bir kaç hataya göre gelen ilahi bir cezadır. Şefkat tokatları hizmette samimi olup, tembellik eden veya bilerek bilmeyerek hata işleyenlere gelir. Ama zecir tokadı hizmette samimi olmayan ve hizmete bilerek zarar vermeye çalışanlara gelir. Şefkat tokatları insanları intibaha getirir ve uyandırır; ama zecir tokadı insanı perişan eder.

Bir tokadın şefkat tokadı mı yoksa zecir tokadı mı olduğunu anlamak isteyen, tokattan sonraki haline baksın. Şayet hizmete tekrar aynı şevk ve heyecanla sarılıyorsa, bu tokat şefkat tokadıdır; ama hizmetten uzaklaşmış ve manen perişan olmuş ise, bu zecir tokadıdır.

Mesela, cemaatin dirliğini ve birliğini bilerek ve kasdi bir şekilde bozmaya yeltenen birisine, sert ve kovucu bir tokat gelse bu zecr tokadı olur.

Bazen insan öyle bir tokat yer ki tokat yediğini bile anlayamayacak bir tokat yer. Mesela: Talebenin birisi hizmetteki hatalarından dolayı medreseden ayrılıyor. Bu şahıs aynı zamanda namazı, Kur'an'ı bıraktığı gibi, günahlara da giriyor ve ne aciptir ki şöyle diyebiliyor. "Medreseden ayrıldım, namazı bıraktım ama hala tokat yemedim" Gerçekten ne acayip bir tokattır ki... daha nasıl bir tokat yemeyi bekliyor du ki insanı böyle dedirtebiliyor....
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Yukarıdaki mektupta verilen misalleri dikkatlice incelediğimizde tokat yemesine sebep olan hususlar
1. Tembellik
2. Taraftarane tavır
3. Evham
4. Sebatsızlık
5. Sadakatsizlik
6. ............
Bunlardan ilk üçü kasdi olan şeyler olmayıp nefsi şeylerdir. Diğerleri ise kasdi ve bilerek ki "şefkatsiz tokat" tabiriyle gayet yerinde düşmüştür. Altıncı misalin hangisi olduğu beyan edilmemiş fakat anladığımız kadarıyla "şefkatsiz bir tokat"tır. Çünkü isim zikredilmediği gibi meselesi dahi zikredilmeyip, yalnız şefkatsiz tokatların sonunda zikredilmesi, onun da şefkatsiz bir tokat yediğini gösteriyor. Bu sadece bir tahmin...
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Verdiğiniz bilgilerden ötürü Allah cc. razı olsun.

Peki zecr tokadı yiyip yani daire dışına atılıp, pişman olup sonradan geriye dönen olmuş mu ?

Allah (CC) cümlemizden razı olsun inşaallah.

Bu sorunuzun cevabını verebilmek gerçekten çok zor. Zecr tokatı yiyip daire dışına çıkarılan bir kişinin daireye geri dönmesinin çok müşkil olduğunu tahmin ediyorum veya şöyle diyeyim, zecr tokadı yiyerek tevbe edip tekrar hizmete geri dönmeye dair herhangi bir misali Risale-i Nur'da hatırlayamadım. Herşeyin bir istisnası vardır fakat bu meselenin istisnasını risalelerde hatırlamıyorum. Yalnız zecr tokadının çok şiddetli olduğu kesindir. Risale-i Nur, dostlara tiryak olduğu gibi, düşmanlara da saika oluyor.

Bütün yollar İhlas Risalesine çıktığına göre bu meseleye de işaret olabilir. Şöyle ki; İhlas Risalesinin üçüncü düsturunda; " Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (R.A.) o mu'cizevârî kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Azam (K.S.), o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet hiç şübhe etmeyiniz ki, bu teveccühleri, ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz." denilerek şefkat tokadının "onların tokadını" ifadesiyle kimler tarafından atıldığına işaret edilmiştir.
Aynı şekilde Dördüncü Düstur'da; "Mesleğimiz "Halîliye" olduğu için, meşrebimiz "hıllet"tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üss-ül-esâsı, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gâyet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gâyet derin bir çukura düşmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz. Evet yol iki görünüyor. Cadde-i Kübrâ-yı Kur'aniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmiyerek yardım etmek ihtimali var. İnşâallâh Risale-i Nur yoliyle Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın daire-i kudsiyesine girenler; daima nura, ihlâsa, îmânâ kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir." cümlelerini mütalaa ettiğimizde, bilerek samimi ihlası kıranların müthiş bir tokat olan zecr tokadını yediğini ve aynen yüksek bir kuleden derin bir çukura düşmek misali gibi gayet dehşetli bir darbe yediği anlaşılıyor. "Ortada tutunacak yer bulamaz" cümlesinden daire dışına çıkarıldığı ve gayet derin bir çukura sukut etmek gibi müthiş bir darbe yediği anlaşılmaktadır. Devamında "yol iki görünüyor" kaydıyla ya daire içinde kalmakla imana, Kur'ana kuvvet vermek var veya daire dışına çıkarılmakla dinsizliğe bilmeyerek yardım etmek ihtimali var.

Benim anlayabildiğim bunlardan ibaret... Zecr tokadından Allah muhafaza buyursun....
 
Üst